www.EhlibeytKutuphanesi.com
içindekiler                 

                           

KUR' AN'DA HZ. ALİ'NİN VELAYETİ. . . /  191

                                             ŞÜRA GÖRÜŞÜNÜN TENKİDİ
 

        Geçmiş bahislerimizde Şia'ya göre hilafetin Resulullah (s.a.a)in  Allah'tan gelen yahiy üzere tayin etmesiyle yani ilahi tayinle gerçekleştiğini söyledik. Bu görüş tamamen İslam'ın bütün hüküm ve kanunlarındaki
felsefesiyle de bağdaşıyor. Zira Kasas suresinin 68. ayetinde şöyle buyurmakıadır.
                                            

        "İstedigini yaratıp istediğini seçen O'dur (Allah-u Teala'dır); Onların seçme hakkı yoktur." Allah-u Teala Resulullah'ın ümetinin en hayırlı ümmet olmasını istiyordu. O halde bu ümmetin önderi de hekim, alim cesur, zahid ve kamil bir iman sahibi olmalıydı.

        Öte taraftan bu sıfatlar Allah-u Teâlâ'nın kendisinin seçip önderlik için gerekli olan özel sıfatlarla donattığı kimse dışında hiç kimsede bulunamaz. Allah-u Teala Hac Suresi'nin 75. ayetinde şöyle buyuruyor.
                                   

      
"Allah, melekler ve insanlar içinden Resulleri (elçileri)  seçer; Allah işiten ve görendir."

       
Peygamberleri Allah-u teala'nın kendisi seçtiği gibi vasileri (velileri) de Allah-u Teala seçer.
Resulullah (
saa) da
 

192 / DOĞRULARLA BİRLİKTE

buyurmuştur ki:
                                          

        "Her Peygamber'in bir de vasisi vardır; benim vasim de Ali ibn-i Ebutalib'dir."(1)

         Bir ayrı hadiste de şöyle buyuruyor.

                                        

        "Ben enbiyalarm hatemiyim (sonuncusuyum) Ali de vasilerin hatemidir (sonuncusudur) (2)

        Bu esas üzerine Şia, toplumu yönetmek işini Resuluılah (s.a.a)'a bırakmıştır. Bu yüzden onlar arasında Peygamber (s.a.a)in direk vasİsi ve halifesi olduğunu iddia eden veya hatta böyle bir arzusu olan kimse görülmemiştir.

        Bütün Şii'ler bizzat Peygamber (s.a.a)in Allah'ın emriyle kendisinden sonraki vas i ve halifelerini isimleriyle açıkladığını ve bunların Şia'nın inandığı on iki ma'sum İmamlardan ibaret olduğunu kabul ederler. Böylece nasslar açıkça seçim yolunu reddetmiştir.(3) Bu yüzden şİilerden bir kimse böyle bir makam arzusunda bulunursa o hakka karşı

- - - - - - - - - -- - -- - --

1 - İbn-i Asakir Şafii'nin yazdığı Tarih, c.3, s.5
Menakib-i Harezmi. c.42 - Yenabiu'l Mevedde, s.79.
2 - Yenabiu'l Mevedde, c2, s3, naklen Deylemi.
Menakib-i Harezmi - Zehair'ul) Ukba.
3 -
İmamların sayısını Buhari ve Müslim nakletmiştir. Hem sayısı ve hem de isimlerini Yenabiu'l Mevedde'nin sahibi mezkur Kitabın c.3, s.99'da nakletmiştir.


KUR'AN'DA Hz. ALİ'NİN VELAYETİ. . . / 193

gelen bir fasık sayılır.

        Ama Ehl-i Sünnete göre ise hilafet, seçim ve şürayla kazanılan bir makamdır. Böylece onlar bu ümmet içinde hiçbir kimse için kap;ınması mümkün olmayan bir kapı açmışlardır, öyle ki, uzak veya yakın her türlü insan bu makama göz dikmiştir. Hatta hilafet Kureyş'in elinden çıkıp kölelerin, Fars'ların, Türk'ler ve Moğalların eline geçmiştir. Böylece hilafet için gerekli özellik ve sıfatlar da ortadan kalkmıştır. Zira ma'sum olmayan bir insan duygu ve içgüdüleri'nin etkisi altındadır. Bu yüzden de hakimiyete ulaştı mı, olduğundan daha kötü olmasından emin olunamaz. Islam tarihi bu sözümüzün eniyi şahididir.

        Bazı okuyucular benim mübalağa ettiğimi sanabilirler. Bunlar Emevi, Abbas i ve diğer hükümdarların tarihlerini mütalaa etsinler de görsünler; Mu'minlerin emiri diye anılan bazı Emevi ve Abbasi vb. halifeler açıkça şarap içip, maymunlarıyla oynuyor ve maymunlarına altın işlemeli elbise giydiriyorlardı. Mu'minlerin emiri dedikleri bazı kimseler, cariyesine kendi elbisesini giydirip müslümanlara namaz kıldırmağa gönderiyordu. Emir'el mu'minin dedikleri kimse Habbabe adlı cariyesi ölünce, aklını yitiriyor veya Emire'l mu'minin dedikleri bir kimsede bir şairden haşlandığı için onun tenasul organını öpüyordu.

        İslam alemine Peygamber (s.a.a)in haşa halifesi adıyla hükmeden bu gibi sultanlar gerçekte zalim padişahlardan gayri bir şey değillerdi. Bunun Resulullah (s.a.a)tan Ehl-i sünnet'in naklettikleri:



194 DOĞRULAR LA BİRLİKTE
 

                                       

        "Benden sonra, hilafet otuz yıl sürecektir, ondan sonra zalim padişahlar başa geçecektir." hadisi de açıklamaktadır.

        Velhasıl bu Padişahların neler yaptıkları bahsimizin dışındadır. Bu konuda bilgi sahibi olmak isteyenler, Taberi, Ibn-i Esir, Eb'ul Fida, Ibn-i Kuteybe vb. kimselerin yazdığı tarih kitaplarına müracaat edebilirler.

        Biz burada sadece seçim görüşünün taşıdığı eksiklere işaret ederek bu görüşün temelden yetersiz bir görüş olduğunu belirtmek istiyoruz. Zira bu gün beğenip seçtiğimiz birisine, yarın düşman kesiliyor ve seçimimizde hataya düştüğumüzü anlıyoruz. Bu durum Abdurrahman ibn-i A vf için gerçekleşmiştir. O, önce Osman'ı hilafet makamına seçtiği halde, sonra yaptığından pişman olmuştu. Ama pişmanlığınında bir faydası yoktu artık. Sahabelerin önde gelenlerinden olan Osman gibi büyük birisi, Abdullah ibn-i A vf'la ettiği ahde vefa etmiyorsa veya sahabenin önde gelenlerinden olan Abdurrahman ibn-i A vf, seçimde hata yapıyorsa seçim ilkesinin sağlamlığına nasıl güvenilebilir? Ve akıılı olan bir kimse ıztırap, anarşi ve kan dökücülükten gayrı bir netice vermeyen bu seçim ilkesine nasıl ısınıp, razı olabilir? Yine Ömer'in, "Ebubekir'e bi at meselesi düşünülmeden yapılan ani bir iş idi ki, Allah-u Teala onun şerrinden müslümanları korudu" sözüyle ifade ettiği gerçek ve sahabeden bir çoklarının Ebubekir'e muhalefet ettiği nazara alınırsa seçim ilkesine baştan beri müslümanlar

KUR' AN'DA Hz. ALİ'NİN VELAYETİ. . / 195

tarafından tartışmaya gerek olmadan, sağlam ve meşru bir ilke olarak bakılmadığı ortaya çıkar.

        Buna göre akıl sahibi kimseler, baştan beri yenilgiye uğrayan ve müslümanlara bir yük olan bu seçim ilkesine nasıl razı olabilir? Özellikle de şüra ilkesine inanan kimseler halifeyi seçtikten sonra artık onu değişnrmeğe veya azletmeğe güçleri yetmiyor. Müslümanlar Osman'ı azletmek için bütün çabalarını harcadılar; fakat O "Allah'm bana giydirdiği gömleği asla çıkartmam" diyerek buna karşı
çıkıp reddetti.

        Demokratik düzen diye adlandıran bugünkü batı düzenlerinde cedreyan eden olayları görmek, seçim ilkesinin bazı hususlarda ne derece yetersiz olduğunu apaçık gözler önüne sergiliyor. Çeşitli partiler birbirileriyle yarışa girip, ne pahasına olursa olsun, hükümet k ltuğuna oturmak için yerine göre nice sürtüşmelere ve yerine göre de nice pazarlarnalara başvurmaktalar!

        Bu uğurda propaganda yapmak amacıyla zavallı mustaz'af halkın milli servetini harcayıp nice insani gücünü boşuna harcıyorlar. Oysa ki o mustaz'af halk son deıxe bu servetlere muhtaçtır. Bütün bunlardan sonra, birisi başkanlık koltuğuna oturunca ferdi duygularının etkisinde kalarak bakanlık ve diğer kilid noktaları kendi yardımcıları, parti üyeleri, dost ve akrabaları. arasında paylaştırıyor ve böylece
- diğerİeri de karşı bir cephe oluşturarak onun riyaseti süresince akla gelen her türlü engelleri çıkararak onu düşürup, makamından aşağı salmak istiyor. Bu da halkın


196 /   DOĞRULARLA BİRLİKTE

zararına oluyor. Çünkü bütün bu faaliyetlerde ilk planda yer alan partisel çıkarlardır; milletin menfaatını korumak değildir. Ve bilahere şimdi yaşanan demokratik özgürlük adı altında nice insani değerler ayaklar altına alınıp çiğnenmiş ve nice şeytani hevesler yüceltilip yaygınlaştırılmıştır.

        Homoseksüellik bile kanunileştirilmiş ve nikahla evlenme yerine fuhuş ilericilik sayılmıştır.

        Seçim yönetimindeki bu eksikliklere bakıldığında Şia'nın, hilafetin usul-i din'den olduğuna ve bu makama çıkmanın Allah-u Teala'nın seçimiyle olması gerektiğine dair inancının önemi anlaşılır. Bu görüş, aklın kabul edip, kalbin sükünete erdiği Kur'an-ı Kerim'in ayetleriyle, Resulullah'ın sünnetinin te'yid ettiği bir görüştür. Bu görüş zalim padişah ve hükümetlerin hakimiyete ulaşma heveslerini temelden yıkarak topluma sükünet ve istikrar getiriyor.