Alevilikte Peygamber İnancı

Odkan ERDENAY

Alevîliğin inanç esaslarından birisi Hz. Muhammed’in peygamberliğine ve ondan önce Allah tarafından gönderilmiş Kur’an’da adı geçen veya geçmeyen bütün peygamberlere inanmak ve onların insanlara öğretmiş ve açıklamış olduğu bütün esaslara iman etmektir. Gerek Hz. Muhammed ve gerekse de o hazretten önceki birçok peygamberin adını ve mücadelelerini Alevî edebiyatında açık şekilde görebiliriz.

Peygamberler, Allah’ın kötülüklerden arındırılmış ve insanlığa mutluluğu ve huzuru temin edici dosdoğru yolunu insanlara öğretmek için görevlendirilmiş elçilerdir. Bunun için Üstadımız Pir Sultan Abdal bir şiirinde şöyle demektedir:

‘Yol içinde yol ararsan

Yol Muhammed Ali’nindir.

Yetmiş iki dil içinde

Dil Muhammed Ali’nindir’[1]

Yine Pir Sultan Abdal bir başka şiirinde Muhammed ümmetinin bir bireyi olduğunu şu mısralarla dile getirmektedir:

‘Kırkımız da bir katara[2] dizildik

Hakk’a Muhammed’e ümmet[3] yazıldık’[4]

Kul Himmet ise Hz. Muhammed’e olan bağlılığını şu mısralarla anlatmaktadır:

‘Cümle[5] bir mürşide[6] demişler beli[7]

Tespihleri[8] Allah, Muhammed, Ali

Meşrebi[9] Hüseynî, ismi Alevî

Muhammed Ali’ye çıkar yolları’

Hz. Muhammed’den önce ki peygamberlerle ilgili olarak yine Alevî edebiyatı zengin bir külliyata sahiptir.

‘Adem Sefiyyullah atam hakkıyçün

Muhammed Mustafa Hatem[10] hakkıyçün

Eyyuba verdiğin sitem hakkıyçün

Bizi dergâhından mahrum eyleme’[11]

‘Ben bir kelâm[12] Hazret-i Musa’dan soram

Günahkârım günahımı bağışla’[13]

Peygamberlere Duyulan İhtiyaç

Biz bundan bir müddet önce yayımladığımız ‘Alevîlikte Allah İnancı’ başlıklı makalemizde evrenin bir yaratıcısının olduğunu ispat etmiş ve Alevî şairlerinin içli şiirleri ile bu konuyu açığa kavuşturmuştuk. Böylece de ilgili makalemizde kendilerine ateist ismini veren insanların yanlış inançlarını çürütmüştük. Kendilerin teist diyen bazı insanlar ise bir yaratana inanırlar, fakat peygamberlerin gereksiz olduğunu ileri sürerek  peygamberleri -hâşâ- yalancı ilân ederler.

Oysa Alevîlik yaratıcının insanı ve diğer mevcudatı yarattıktan sonra köşesine çekildiğini(!) ve insanı bu âlemde yalnız bıraktığını kabul etmez. Çünkü eğer Allah insanı yaratmışsa onu mutluluğa götüren bir yolu da insana öğretmelidir. İnsanlara yardım etmeli, elinden tutmalı ve onları rahmeti ile sarmalıdır. Nitekim ünlü Alevî ariflerinden Üstat Kaygusuz Abdal bir şiirinde teistlerin bu yaratıcı inancı ile şöyle alay etmektedir:

‘Garip kulun yaratmışsın

Derde mihnete[14] katmışsın

Onu âleme[15] atmışsın

Sen çıkmışsın uca Tanrı’[16]

Evet, Alevîlikte Allah insanları dünyaya atıp kendi köşesine çekilmiş değildir. Aksine O, her soluk alış verişimizde yanımızdadır. Bize şahdamarımızdan daha yakındır. Bizim neye gerek duyduğumuzu bizden daha iyi bilir, çünkü bizi O yaratmıştır ve hiçbir şey ona gizli değildir.

Bazı teistler diyorlar ki: ‘Peygamberlerin bize rehberlik yapmalarına gerek yok, rehber olarak akıl yeter.’ İyi ama akıl acaba yalnız başına insanı mutluluğa taşıyabilir mi? Acaba gücü buna yeter mi? Diğer taraftan akıl, ama hangi akıl? Yeryüzünde kaç tane insan varsa o kadar da akıl var. Bütün insanları kapsadığını iddia ettikleri ve adına evrensel akıl denilen şey de ancak hükmünü birkaç konuda yürütür, bütün insanları ve insanın bütün boyutlarını kapsayan kuşatıcı bir özelliği yoktur. Tıpkı ahlâk kuralları gibi, tüm toplumlar için geçerli olan kuralların yanında tüm toplumlarda geçerli olmayan kuralları da vardır. Öyleyse akıl yalnız başına insana mutluluğu veremez. Diğer taraftan bir kısım insanın yapmış olduğu kurallara, diğer bazıları itiraz etmektedir. Günümüzde yaşanan bu savaşlar ve kargaşa ortamı bir açıdan insanların kendi akıllarının ürettiği kanunlara karşı çıkışla açıklanabilir. Kaldı ki birçok insanın maddî arzuları, menfaatleri, içgüdüleri çoğu zaman aklına galip gelmektedir. Bu kadar çabuk ve kolay yenilen bir güç, nasıl olurda insanı mutluluğa götürebilir?

Bazıları ise Allah’ın direk olarak insanlara doğruları anlatmasının gerektiğini iddia ediyorlar. Halbuki bu da çocukça ve mızmızlık yapmak için ortaya atılmış bir iddiadır. Açıktır ki, Allah eğer vasıtasız olarak insanlara doğruları söylese idi, insanlar kayıtsız şartsız iman ederdi. Böylece de insan yaratılış hedefinden sapar, imtihan olanağı kalmazdı.

Toplumların Islâhında Peygamberlerin Rolü

Toplumların ıslâhı noktasında peygamberlerin belli başlı iki görevi vardır. Bunlardan birincisi Allah’tan aldığı vahiyleri insanlara açıklamak, ikincisi ise bu kurallara bağlı kalmak ve bunları kendi özel hayatında da uygulamaktır. Nitekim bütün peygamberler bize ulaşan bilgilere göre, hem Allah’tan aldıkları emir ve yasakları insanlara açıklamış, insanlara bunların hikmet ve felsefesini öğretmiş ve hem de bu emir ve yasakları kendi hayatlarında harfiyen uygulamışlardır.

Toplumların ıslâhında peygamberlerin rolüne değinirken Hz. Muhammed’den önce Arap toplumunun hâlini anlatan Hz. Fatıma’nın şu sözlerine kulak verelim:

‘Sizler Hz. Resul-i Ekrem[17] gelmeden önce ateş dolu bir uçurumun kenarında idiniz; o hâlinizle taşın dibinde kalan, hemen içip tüketilecek olan bir yudum suydunuz; aç kişinin fırsat gözetmeden, mühlet beklemeden kapıp yiyivereceği bir lokmaydınız; düşmanların ayakları altına düşmüş bir toplumdunuz; içtiğiniz çöldeki deve sidiği ile dolmuş, hayvan pisliği ile kokuşmuş çukur suyu idi. Yediğiniz tabaklanmamış deri ile hazırlanan yemekti. Aşağılık bir hâle düşmüştünüz, insanların ayakları altına düşmekten korkuyordunuz. Allah Tebarek ve Tealâ, babam Muhammed (s) vasıtasıyla sizleri güçlülerin belâsına uğradıktan, Arab’ın kurtlarına lokma olduktan, kitap ehline tutsak olduktan sonra kurtardı.’[18]

Bu noktada bir de Hz. Ali’ye kulak verelim ve özelde Hz. Muhammed’in ve genelde ise bütün peygamberlerin gönderiliş hedefini o hazretten dinleyelim:

‘(...) Sonunda noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, vaadini yerine getirmek, elçiliğini tamamlamak için Resulullah Muhammed’i göndermiştir. (...) O gün yeryüzündekiler, ayrı ayrı yollara sapmışlardı; darmadağın dileklere sarılmışlardı; dağınık yollara sapıtmışlardı.  Kimisi Allah’ı onun yarattığı şeylere benzetmedeydi; kimisi adını anarken batıl yola gitmedeydi; kimisi de ona şirk koşup sapıklık etmedeydi.         Derken onunla sapıklıktan kurtardı onları, vücudunun bereketi ile halâs etti onları (...)’[19]

Peygamberler Nasıl Seçilir?

Allah Tealâ yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

‘Allah’ın kullarından dilediğine peygamberlik ihsan etmesini kıskandıkları için Allah’ın indirdiğini inkar ederek kendilerini harcamaları ne kötü bir şeydir.’[20]

Ayetten anlaşıldığı üzere peygamberlik ancak Allah’ın bir ihsanıdır.

Peygamberlerin Sayısı

Kur’an-ı Kerim’de Allah Tealâ peygamberlerin sayısını tam olarak vermez. Sadece her topluma mutlaka bir peygamber gönderildiğinden bahseder.[21] Ancak Hz. Muhammed ve On İki İmamlardan nakledilen hadislerde yüz yirmi dört bin sayısı verilir. Nitekim Hz. Muhammed’den nakledilen bir hadiste şöyle denilmektedir: ‘Allah yüz yirmi dört bin peygamber göndermiştir. Onların en üstünü benim. Her peygambere bir vasi ve vekil de tayin etmiştir. O vasilerden en üstünü de Ali’dir.’[22]

17. yy. Alevî şairlerinden Derviş Muhemmed bu hadisi teyit edercesine yüz yirmi dört bin peygamberin hak olduğunu ve Hz. Muhammed’in de bunların en üstünü olduğunu şöyle dillendirmektedir.

 “Yüz yiğirmi dört bin peygamber haktır

Onların ervahı[23] ezelden[24] paktır[25]

İlla Muhammed’in manendi[26] yoktur

İncil, Zebur, Tevrat, kaf Kurân indi.”[27]

Kur’an-ı Kerim’de Adı Geçen Peygamberler

Kur’an-ı Kerim’de daha önce de belirttiğimiz gibi peygamberlerin tam sayısı verilmemiş, bazılarının hayatları uzun-uzun anlatılmış, bazılarının ise sadece adları anılmıştır.

Kur’an’da adı geçen peygamberler şunlardır: Adem, Davud, İlyas, Eyyub, Harun, Musa, Hud, İbrahim, İsmail, İdris, İsa, Lokman, Lut, Nuh, Salih, Süleyman, Şuayb, Üzeyr, Yahya, Yakub, Yunus, Yusuf, Zekerriya, Zülkarneyn, Zülkifl, Zünnun ve Muhammed. (Allah’ın selâmı hepsine olsun)

Ulü’l-Azm Peygamberler

Kur’an-ı Kerim’de bir ayette Allah Tealâ peygamberimiz Hz. Muhammed’e şöyle demektedir: ‘Azim sahibi peygamberler gibi sabret’[28] Ancak On İki İmamlardan bize ulaşan rivayetlerde bu konu açıklanmıştır. İmam Muhammed Bâkır aleyhisselam şöyle buyurmuştur: ‘Ulü’l-Azm peygamberlerin sayısı beştir. Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed.’[29]

Bu beş peygamberin azim sahibi ve peygamberlerin büyükleri olarak adlandırılmalarının sebebi, kendilerinin bizzat şeriat sahibi olup, başka peygamberlerin şeriatlarına tâbi olmamalarıdır.

Peygamberlerin Görevi

Çoğu kere insanlar yaşadıkları ülkelerde fikirlerin, ideolojilerin ve yaşam tarzlarına kadar tüm ayrıntıların tepeden inme yöntemlerle, yani baskı ve zorla kendilerine dikte edilmesinden yola çıkarak peygamberlerin de benzer yöntemler kullandıklarını iddia etmektedirler. Çünkü peygamberlerden bir kısmı da devlet kurmuş ve yönetmişlerdir. Yani maddî iktidarları olmuştur veya en azından bunu da talep etmişlerdir. Ancak şu unutulmamalıdır ki, peygamberler her şeyden önce birer manevî otoritedirler. Maddî iktidarları ise bu manevî otoritenin kontrolü ve denetimi altında kalmıştır.

Diğer taraftan Hz. Muhammed’den ve On İki İmamlardan aktarılan birçok hadiste imanın ‘sevgi’ olduğu ve sevginin de zorlamayla ikame edilmeyeceği üzerinde ısrarla durulmuştur. Öyleyse peygamberlerin görevi açık bir tebliğdir. Nitekim Kur’an’da bu konu açıklıkla dile getirilmiştir. Peygamberlerin görevleri tebliğ etmek, müjdelemek, uyarmak olarak bildirilmiş ve zorlama kesin bir dille yasaklanmıştır: ‘Peygamberlere düşen yalnız açık bir tebliğdir’[30], ‘Sen ancak bir uyarıcısın. Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Her millet için mutlaka bir uyarıcı bulunmuştur.’,[31] ‘Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederdi. O hâlde sen inanmaları için insanları zorlayacak mısın?’[32]

Peygamberlerin Masumiyeti

Alevîlik inancında peygamberlerin hepsi masumdur, yani her türlü hata ve günahtan beridir. Derviş Muhemmed’in az önce aktardığımız şiiri zannedersek buna güzel bir örnektir.

 “Yüz yiğirmi dört bin peygamber haktır

Onların ervahı ezelden paktır

İlla Muhammed’in manendi yoktur

İncil, Zebur, Tevrat, kaf Kurân indi.”[33]

Yüce Allah kitabında defalarca kez peygamberlere itaati farz etmekte, onlardan bazılarının gayb bilgilerine sahip olduğunu ve onların kendi heva ve heveslerinden konuşmayacaklarına işaret etmektedir. Çünkü peygamberler topluma örnek olan insanlardır ve insanlara açıkladıkları ilkeleri ilk önce kendileri hayata geçirmelidirler.

Üzülerek belirtmek gerekir ki,  Sünnî kardeşlerin bazı alimleri -hâşâ- peygamberlerin masum olmadıklarını iddia etmişler ve hatta bazıları Hz. Muhammed’e hata ve günah isnat ederek, bu tür rivayetler uydurmuşlardır. Bir rivayete göre, Hz. Muhammed -hâşâ- Bedir esirleri konusunda hataya düşmüş, bu hatadan o hazreti, Ömer b. Hattab kurtarmış.[34]  Diğer bir rivayette Resulullah -hâşâ- gazaplanır, gazaplanınca lâneti hak etmeyen birine lânet eder ve sonra şöyle dermiş: ‘Ey Allah’ım! Ben sadece bir beşerim Müslümanların hangi birine lânet etsem veya sövsem, sen bunu onun için bir sadaka ve rahmet karar kıl’[35]

Aktarmaktan hayâ ettiğimiz bunlar gibi daha onlarca rivayet ne yazık ki, Sünnî kardeşlerin hadis ve tarih kitaplarında aktarılmıştır. Ancak hadis ilmi açısından yapılacak olan kısa bir araştırma bütün bu rivayetlerin asılsız olduğunu, ancak kendi günahlarına kılıf hazırlamak isteyen Emevî ve Abbasî halifelerinin uydurmaları olduğunu ortaya çıkaracaktır.

Mucize Nedir?

Mucize, en kısa tanımı ile insanları acze düşüren şey demektir. Daha geniş bir tanım ile peygamberlerin insanlara tebliğ ettikleri davada haklı olduklarını göstermek için Allah’ın izni ve yardımı ile yaptıkları doğa üstü olaylardır. Bunlar karşısında insanlar tamamıyla âciz kalır.

Peki insanların acze düşmesinde peygamberlerin ne gibi bir kazancı olur? Yada bu durum peygamberlere ne sağlar? Tabiî ki bu mucizeler peygamberliğin ispat yollarından biridir. Çünkü bazı insanlar peygamberlerin tebliğ ettikleri dinin  mükemmelliğine rağmen mucize isterler. Mucize göstererek peygamberler birçok insanın iman etmesini sağlarlar, iman etmeyenlerin ise mazeretlerini ortadan kaldırırlar.

Doğa üstü olayların mucize olabilmesi için, mucize gösteren kişinin peygamber olduğunu iddia ediyor olması lazımdır. Aynı zamanda gösterilen mucizeyi başka hiç kimse yapamamalı ve insanlar kelimenin tam anlamı ile acze düşmelidirler.            

Kur’an-ı Kerim’de mucizelerin ancak Allah’ın katından olduğu şöyle anlatılmaktadır: ‘De ki: Mucizeler ancak Rabbimin katındandır, doğrusu ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.’[36]

Alevî şairlerinden İkramî ise bir şiirinde Hz. Muhammed’e hitaben şöyle demektedir:

‘Kâbe-i[37] şeriattir[38] kuluna tebah[39]

Keramet[40] sahibi aynı beytallah[41]

Sen kerem[42] kanisin[43] ya habiballah[44]

Tamam mucizatın[45] her yana düştü.’[46]

Son Resul

Hz. Muhammed en son peygamber olarak insanlığa gönderilmiştir.  O gönderildiğinde insanlık tam bir sapıklık ve gaflet içinde idi.

Hz. Muhammed değişik rivayetler bulunmakla birlikte Miladî 570 yılında Rebiyülevvel ayının 17. günü Mekke şehrinde dünyaya geldi. Babası Abdullah, annesi Amine’dir. Babası daha efendimiz doğmadan vefat etti. Ardından annesini ve dedesini kaybetti. Bundan sonra bakımın amcası Hz. Ebu Talip üstlendi.

Amcası ile ticaretle meşgul olurken dürüstlüğü ve ahlâkı ile tanındı ve ‘Güvenilir Muhammed’ anlamına gelen ‘Muhammed’ül-Emin’ lakabını aldı. Ardından  Hz. Hatice ile evlendi.

Hira dağında Sevr mağarasında 40 yaşında iken peygamberlik ile görevlendirildi. İlk üç yıl halkı gizli olarak davet etti, ardından açık davete başladı. Açık davet ile bir çok kişi ile açıkça mücadeleye zorlandı. Müslümanlara eziyet arttı. Ardından Medine’ye hicret başladı.

Medine’de bir devlet olmanın tüm gerekleri yerine getirildi. Bedir, Uhud, Hendek  savaşları ile Hayber’in fethinden sonra nihayet Mekke de alındı. 63 yaşında ise risalet görevini tamamlayarak ebediyet âlemine intikal etti. Ruhlarımız ona feda olsun![47]

Kur’an-ı Kerim

Kur’an-ı Kerim, Hz. Muhammed’e ilk vayhin geldiği andan itibaren risaletinin son anlarına kadar indirilen ayetlerin toplanması ile oluşmuş Müslümanların kutsal kitabıdır.

Bazı rivayetlerde Kur’an-ı Kerim Hz. Muhammed’in kalbine bir bütün olarak Kadir Gecesinde indirilmiş ve olaylar vaki oldukça Hz. Muhammed ayetleri teker teker insanlara açıklamıştır. Alevî inancına göre, Kur’an-ı Kerim Hz. Ali tarafından bugünkü şekli ile toplanmış ve Hz. Muhammed’e sunulmuştur. Onda hiçbir değişiklik ve ekleme yapılmamış, her türlü tahrifata karşı On İki İmamlar tarafından itina ile korunmuştur. Nitekim Pir Sultan Abdal bir şiirinde şöyle demektedir:

‘Pir Sultanım eydür şad olup güldü

Kâbe-i şeriften bir nida geldi

Hakk’ın emri ile dört kitap indi

Okuyan Muhammed, yazan Ali’dir’[48]

Yine Alevî şairlerinden Haşimî der ki:

‘Haşimî der şah-ı[49] cihan[50]

Gönlünde hak olan mihman[51]

Bizimdir ayet-i[52] Kur’an

Biz asıl didar[53] ehliyiz.’[54]

İslâm Deyince

Yüce Allah kitabında şöyle demektedir: ‘Bugün dininizi kemale erdirdim ve size din olarak İslâm’ı seçtim.’[55] Üstadımız Pir Sultan Abdal da İslâm’ın adını açıkça zikrederek şöyle demektedir:

‘Muhammed kılavuz mahşer yerinde

İslâm’ın sancağın çeken Ali’dir.’[56]

İslâm deyince aklımıza gelen sadece bir inanç olmamalı, aksine hayatımızın her anını ve her saniyesini kuşatan bir yaşam biçimi gelmelidir. Çünkü İslâm demek, Allah’ın bize buyurduğu emir ve yasakların, sevgi ve bilgi temelinde yükselmesi ve hayatımızı şekillendirmesi demektir.

Hatemiyet

Bütün Müslümanlar gibi Alevîler de Hz. Muhammed’in hatem, yani en son peygamber olduğuna inanırlar. Peygamberimizden sonra hiçbir nebi ve resul gelmeyecektir. Çünkü ayette de bildirildiği gibi, din tamamlanmıştır. 

Yüce Allah kitabında der ki: ‘Muhammed erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Sadece Allah tarafından gönderilmiş sonuncu peygamberdir’[57]

Yine Hz. Ali, Hz. Muhammed’in sonuncu peygamber olması ile ilgili şöyle demiştir. ‘Odur kendinden önce gelip geçen peygamberlerin sonuncusu olan, kapanmış şeyleri açan, hakkı hak üzere ilân edip yayan, ortaya koyan. Odur batılların coşup köpürüşlerini gideren, sapıklıkların saldırışını kırıp geçiren.’[58]

Alevî inancında hatemiyet ile, yani peygamberliğin kesilmesi ile bu defa velâyet dönemi başlamıştır. Bu defa İmamlar İslâm dinini ve Allah’ın hükümlerini korumuş ve yaymışlardır. Nitekim Kul Himmet bir şiirinde şöyle der:         

‘Muhammed hatem peygamber oldu

Ali evliyaya şah server oldu.’[59]



[1]- Şiirin tam metni için bkz. Abdulbaki GÖLPINARLI - Pertev Naili BORATAV, 1991, Pir Sultan Abdal, Der Yay.

[2]- Katar: Birbiri arkasına dizilmiş şeyler dizisi.

[3]- Ümmet: Bir peygambere inanların tamamı.

[4]- Aynı eser.

[5]- Cümle: Hepsi

[6]- Mürşit: İrşat eden, doğru yolu gösteren, kılavuz, rehber

[7]- Beli: Tamam, evet, hayhay

[8]- Tespih: Zikir

[9]- Meşrep: Yaratılış, tabiat, huy

[10]- Hatem: Son, Son peygamber

[11]- Şiir Derviş Muhemmed’e aittir. Şiirin tam metni için bkz. Saadettin Nuzhet ERGUN, On Yedinci Asırdan Beri Bektaşî-Kızılbaş Alevî Şairleri ve Nefesleri, İstanbul Maarif Kütüphanesi, s.26

[12]- Kelâm: Söz

[13]- Şiir Fakir Edna’ya aittir. Şiirin tam metni için bkz. ERGUN, aynı eser, s. 34

[14]- Mihnet: Sıkıntı, eziyet, tasa, dert.

[15]- Âlem: Dünya

[16]- Rıza YÜRÜKOĞLU, Okunacak En Büyük Kitap İnsandır; Tarihte ve Günümüzde Alevîlik, Alev Yay., İst., 1992 s. 198

[17]- Resul-i Ekrem: Hz. Muhammed

[18]- Ayan’üş-Şia, 1/316

[19] İmam Ali, Nehc’ül-Belâğa, s. 27

[20]- Bakara/90

[21]- Fatır/24, Nahl/36 vb.

[22]- Bihar’ul-Envar, 11/30

[23]- Ervah: Ruhlar

[24]- Ezel: Başlangıcı olmayan geçmiş zaman.

[25]- Pak: Temiz, kirlenmemiş.

[26]- Manend: Benzer, eş

[27]- ERGUN, aynı eser, s. 27

[28]- Ahkaf/35

[29]- Bihar’ul-Envar, 11/33

[30]- Ankebut/18

[31]- Fatır/23-24

[32]- Yunus/99

[33]- ERGUN, aynı eser, s. 27

[34]- Bu hadisi Ahmed b. Hanbel, Müslim, Tirmizî ve Ebu Davut nakletmiştir.

[35]- Sünen-i Daremî, Kitab’ur-Rikak

[36]- Ankebut/50

[37]- Kâbe: Mekke’de ‘Mescid-i Haram’ denilen mescidin tam ortasında bulunan kutsal bina.  Müslümanların kıblesi. Hz. Ali Kâbe’de doğan ilk ve tek kişidir.

[38]- Şeriat: Din, Allah’ın emirleri

[39]- Tebah: Bozuk, çürük, berbat, harap olmuş, yıkılmış.

[40]- Keramet: Velilerden görülen olağanüstü işler.

[41]- Beytullah: Allah’ın evi, Kâbe.

[42]- Kerem: Asalet, asillik, soy temizliği.

[43]- Kani: İnanmış.

[44] Habiballah: Allah’ın sevgilisi, Hz. Muhammed.

[45]- Mucizat: Mucizeler.

[46]- Kemal SAMANCIGİL, Alevî Şairleri Antolojisi,  Gün Basımevi, 1946, s. 97

[47]- Hz. Muhammed’in hayatını daha sonra ayrı bir makalede işleyeceğiz.

[48]- Abdulbaki GÖLPINARLI-Pertev Naili BORATAV, Pir Sultan Abdal, Der Yay. 1991, s.131

[49]- Şah: Padişah, hükümdar, sultan.

[50]- Cihan: Âlem, kâinat.

[51]- Mihman: Misafir, konuk.

[52]- Ayet: Kur’an cümlesi.

[53]- Didar: Şühut, müşahede.

[54]- SAMANCIGİL, Aynı eser, s.84

[55]- Maide/3

[56]- Abdulbaki GÖLPINARLI-Pertev Naili BORATAV, Pir Sultan Abdal, Der Yay. 1991, s.130

[57]- Ahzap/40

[58]- Nehc’ül-Belâğa, s. 37

[59]- SAMANCIGİL, Aynı eser, s. 112