1- HZ. MUSA’NIN ALLAH-U TEÂLA’DAN SORDUĞU SORULAR
2- BEL BÜKEN MUSİBET
3- ÜMİT VE ARZU
4- BABAYA SAYGISIZLIĞIN CEZASI
5- EVLAD
MUSİBETİNDE SABIRSIZLIK
6- HZ. İSA (A.S) HAZİNE PEŞİNDE
7- HAVARİLERİN HZ.
İSA’DAN KENDİLERİ İÇİN ÖĞÜT TALEBİNDE BULUNMALARI
8- ALİMLE ABİDİN KONUŞMASI
9- HALKIN
HELAK OLMASIYLA HELAK OLAN ABİD
10-OBURLUK
ŞEYTANIN EN BÜYÜK TUZAĞI
11- HZ. MUSA’NIN
AMELLERİ DENETLEMESİ
1-
HZ. MUSA’NIN ALLAH-U TEÂLA’DAN SORDUĞU SORULAR
Bir gün Hz. Musa (a.s), Allah-u Teâla’ya
şöyle arzetti:
“Kullarından hangisi senin katında daha
sevimlidir?”
Allah-u Teâla şöyle buyurdu: “Beni anan
ve unutmayan.”
Hz. Musa: “Kullarından hangisi yargıda
diğer kimselerden üstündür?”
Allah-u Teâla: “Hakla yargıda bulunan ve
nefsani isteklere uymayan.”
Hz. Musa: “Kullarından hangisi daha
alimdir?”
Allah-u Teâla: “Halkın ilmini kendi
ilmine izafe eden kimse. Böyle bir kimsenin, kendisini hidayete erdirecek ve onu
tehlikeden kurtaracak bir sözle karşılaşması umulur.”
Hz. Musa: “Kulların arasında benden daha
bilgin biri varsa, beni ona hidayet et.”
Allah-u Teâla: “Senden daha bilgin
Hızır’dır.”
Hz. Musa: “Onu nerede arayayım?”
Allah-u Teâla: “Denizin
kıyısındaki kayanın yanında…”
[1]
2- BEL BÜKEN MUSİBET
Lokman-ı Hekim, gitmiş olduğu uzun bir
yolculuktan döndüğünde, kölesini yolda görünce, kölesine:
“Babam ne yapıyor?” diye sordu.
Köle: “Baban öldü.”
Lokman: “İşimin sahibi oldum (artık
kaderim kendi elimde).”
Daha sonra şöyle sordu: “Eşim ne
yapıyor?”
Köle: “O da öldü.”
Lokman: “Yatağım yenilendi.”
Sonra şöyle sordu: “Kız kardeşim ne
yapıyor?”
Köle: “O da öldü.”
Lokman: “Namusum örtüldü.”
Daha sonra şöyle sordu: “Kardeşim ne
yapıyor?”
Köle: “O da öldü.”
Lokman: “Şimdi belim büküldü.”
[2]
3- ÜMİT VE ARZU
Bir gün İsa b. Meryem (a.s) bir yerde
oturmuştu. Bu esnada yaşlı bir adamın kürekle tarlasında yeri kazdığını gördü.
Hz. İsa Allah-u Teâla’dan, arzu ve ümidi onun kalbinden gidermesini istedi.
Aniden yaşlı adam beli bir tarafa atıp yerin üzerinde uzanarak yatmaya başladı.
Biraz geçtikten sonra Hz. İsa (a.s) şöyle arzetti:
“Allah’ım! Ümit ve arzuyu ona geri
çevir.”
Aniden gördü ki yaşlı adam yerinden
kalkarak tekrar işe koyuldu.
Hz. İsa (a.s) yaşlı adamın yanına
giderek ona: “Ey yaşlı adam! Neden az önce küreği bir kenara atarak yattın ama
sonra kalkıp tekrar işe koyuldun?” diye sordu.
Yaşlı adam: Ben çalıştığım esnada
kendi kendime dedim ki; “Ne zamana kadar çalışacaksın, oysa sen artık
yaşlanmışsın?” Bundan dolayı küreği bir kenara atarak uzanıp yattım. Ama biraz
geçtikten sonra kendi kendime şöyle dedim: “Vallahi, yaşadığın müddetçe geçimini
sağlamak zorundasın.” İşte bundan dolayı kalkarak tekrar küreği elime alıp işe
koyuldum.”
[3]
4- BABAYA SAYGISIZLIĞIN CEZASI
Yusuf (a.s) pek çok zorluk ve
sıkıntılardan sonra Mısır hükümdarı oldu. Sultanlık tahtına oturduğunda babası,
kardeşleri ve ailesinin kendi yanına gelmelerini istedi. İlk önce gömleğini
babasına gönderdi. O gömleği, Yusuf’a ağlamakla gözleri kör olan Yakub’un yüzüne
sürdüklerinde onun gözleri iyileşerek görmeye başladı. Bu esnada onlara şöyle
dedi: “Ben size demedim mi benim Allah’tan taraf bildiğimi sizler
bilmiyorsunuz.”
Oğulları da dedi ki: “Ey babamız! Bizim
günahlarımızın af edilmesi için Allah’tan bize mağfiret dile. Şüphesiz biz hata
yapanlardanız.”
Yakup (a.s) onlara dedi ki: “Sonra
Rabbimden sizin için mağfiret dileyeceğim. Şüphesiz O bağışlayan ve merhamet
edendir.”
[4]
Yakub (a.s), ailesi ve evlatları, sevinç
içerisinde Mısır’a doğru hareket ettiler. Yusuf (a.s) da, babası ve
kardeşlerinin onu bu halette (makamda) görmelerini istediğinden başında bir taç
ve tahtın üzerinde oturmuş olduğu bir halde onları karşılamaya çıktı.
Yakup oğlu Yusuf’un yanına vardığında,
Yusuf babası için ayağa kalkmadı. Derken onların hepsi Yusuf için (Allah’a şükür
kastıyla) secdeye kapandılar.
Bu sırada Yusuf şöyle dedi: “Babacığım!
İşte bu önceden görmüş olduğum rüyanın tevilidir. Rabbim onu gerçekleştirdi,
bana ihsanda bulundu, beni zindandan kurtardı ve şeytan benimle kardeşlerim
arasına fitne soktuktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz Rabbim her şeyi
bilen, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Görüşme merasimi sana erdikten sonra
Cebrail (a.s) Allah tarafından Yusuf’un yanına gelerek şöyle dedi: “Ey Yusuf!
Elini aç!”
Yusuf elini açtığında parmakları
arasından bir nur çıktı.
Yusuf: “Ey Cebrail! Elimden çıkan bu nur
ne idi?”
Cebrail: “Bu nur peygamberlik nuru
idi. Allah-u Teâla onu senin sulbünden çıkardı. Çünkü sen babanın ayağına
kalkmadın (tahtından aşağı inmedin). Bundan dolayı Allah-u Teâla da o nuru senin
sulbünden çıkararak Lavi’nin evlatları arasında karar kıldı…”
[5]
5- EVLAD
MUSİBETİNDE SABIRSIZLIK
Beniisrail kadılarından birinin çok
sevdiği bir oğlu vardı. Çocuk hastalandı ve öldü. Kadı, karşılaştığı bu olaydan
dolayı çok rahatsız oldu ve ağlayıp sızlamaya başladı. Bu esnada iki kişi onun
yanına gelerek; “Bizim aramızda hakemlik yap” dediler.
Kadı: “İşte bundan kaçtım” dedi.
Sonra onlardan biri şöyle dedi: “Bu
adam, koyunlarıyla benim ziraatımdan geçerek onlar mahvetmiştir.”
Diğeri de şöyle dedi: “Bu adam dağla
nehir arasında ekin ekmiştir, oranın dışında bir geçit yolu da bana
kalmamıştır.”
Kadı ilk şahısa şöyle dedi: “Sen dağla
nehir arasında ekin ekerken oranın halkın geçit yolu olduğunu bilmiyor muydun?”
O adam da cevaben şöyle dedi: “Sen de,
çocuğun olduğunda onun (bir gün) öleceğini bilmiyor muydun? O halde neden
ağlayıp sızlıyorsun? Öyleyse kalk kadılık makamına dön.”
Onlar bu sözleri söyledikten sonra
göğe yükseldiler. Kadı onların göğe yükseldiklerini görünce, onların iki melek
olup nasihat etmek için onun yanına gelmiş olduklarının farkına vardı. Artık
ağlamayıp makamına dönerek kendi vazifesiyle meşgul oldu.
[6]
6- HZ. İSA (A.S) HAZİNE PEŞİNDE
Hz. İsa (a.s), havarileriyle birlikte
seyahate çıktıklarında bir şehre uğradılar. Şehrin yakınına vardıklarında orada
bir hazine buldular Havariler şöyle dediler: “Ey Ruhullah! İzin ver burada
ikamet edelim ve bu hazinelerin zayi olmaması içi onları toplayalım.”
Hz. İsa (a.s) şöyle buyurdu: “Siz burada
durun ben bu şehirde yerini bildiğim bir hazinenin peşine gideyim.”
Hz. İsa (a.s) şehre varıp orada gezerken
harabe bir eve uğradı. O eve girdiğinde yaşlı bir kadının orada olduğunu gördü.
Hz. İsa: “Ben bu gece sizin
misafirinizim” dedi.
Sonra yaşlı kadına şöyle buyurdu: “Senin
dışında bu evde başka bir kimse de yaşıyor mu?”
Yaşlı kadın cevabında şöyle dedi: “Evet,
babası ölmüş bir oğlum vardır. Gündüzleri çölden diken topluyor, sonra onları
götürüp pazarda satıyor ve biz de onun parasıyla geçiniyoruz.”
Akşam olunca kadının oğlu geldi. Kadın
oğluna: “Bu gece, yüceliği simasından okunan nurlu bir konuğumuz vardır. O halde
onun hizmetinde olmayı ve onunla konuşmayı ganimet bil” dedi.
Genç Hz. İsa’nın yanına gelip onu
ağırladı, hizmetinde bulundu ve gereken vazifeyi yaptı. Geceden bir zaman
geçtiğinde, Hz. İsa (a.s), o gencin durumu, geçimi vs. şeyler hakkında bazı
sorular sordu. Genç kendi durumunu ve geçiminin nasıl karşılandığını Hz. İsa’ya
anlattı.
Hz. İsa (a.s), o gencin konuşmasından,
onun akıllı, zeki, anlayışlı ve kemale erişmek için musait fakat kafasına önemli
bir şeyin takılmış olduğunu anladı.
Hz. İsa (a.s) şöyle buyurdu: “Ey genç!
Ben, seni perişan eden bir şeyin sürekli seni düşündürdüğünü hissediyorum. Eğer
bir derdin varsa bana söyle. O derdin davası benim yanında olabilir.”
Genç şöyle dedi: “Evet, sadece Allah’ın
tedavi edebileceği bir derdim vardır.
Hz. İsa (a.s) şöyle buyurdu: “O derdini
bana söyle, belki Allah-u Teâla onu senden giderecek bir şeyi bana ilham eder.”
Genç şöyle dedi: “Ben bir gün çölden
şehre diken götürürken, şahın kızının sarayının yanından geçtim, bu esnada gözüm
şahın kızına ilişti. Ona öyle aşık oldum ki, ölümden başka bir çarenin
olmadığını biliyorum.”
Hz. İsa (a.s) şöyle buyurdu: “Ey genç!
Onu istiyor isen, onunla evlenmen için ben sana yardımcı olurum.”
Genç hemen annesinin yanına giderek, Hz.
İsa’nın sözünü ona anlattı.
Yaşlı kadın şöyle dedi: “Oğlum! Bu
şahısın, üzerinde duramayacağı bir sözü sana vaadedeceğini zannetmiyorum. Onu
dinle ve her ne derse itaat et.”
Sabah olunca Hz. İsa o gence şöyle dedi:
“Git padişahın kapısına, yakınları ve vezirleri yanına geldiklerinde onlara de
ki: Ben padişahın kızının görücülüğüne gelmişim.” Daha sonra yanıma gel ve
padişahla senin aranda geçen sözleri bana anlat.”
Derken genç padişahın kapısına giderek,
kapıcılara ve padişahın yakınlarına onun kızını istediğini ve bundan dolayı da
buraya gelmiş olduğunu onlara söyledi. Padişahın yakınları diken kazan gencin bu
sözünü duyunca gülmekten kırıldılar. Padişahın yakınları onunla eğlenmeleri için
onu padişahın yanına götürdüler. Genç padişahın yanına gittiğinde, onun kızıyla
evlenmek istediğini ona söyledi. Padişah da alaya alırcasına şöyle dedi: “Ben
kızımı, hiçbir padişahın hazinesinde bulunmayan falan miktarda yakut ve
mücevheri bana getirdiğinde, ancak sana veririm.”
Genç, Hz. İsa’nın yanına dönerek durumu
ona anlattı. Hz. İsa (a.s) onu bir harabeye götürdü, o harabede birçok küçük
taşlar vardı. Hz. İsa (a.s) dua edince, harabedeki taşlar, padişahın o gençten
istediği yakut ve mücevher şekline dönüştü.
Genç şahıs o mücevherlerden bir
miktarını alıp padişaha götürdü. Padişah ve etrafındakiler o mücevherleri
görünce şaşkınlığa uğradılar. Bundan dolayı gence: “Ey diken kazan genç! Bu
mücevherleri nereden elde ettin?” diye sordular. Sonra da: “Bu miktar yeterli
değildir” dediler.
Genç tekrar Hz. İsa (a.s)’ın yanına
dönerek, padişahın meclisindeki konuşulan sözleri ona anlattı.
Hz. İsa (a.s) şöyle buyurdu: “Tekrar
harabeye yit, o mücevherlerden gereken miktarda al götür.
Genç, harabeye gidip padişahın istediği
mücevherleri alarak onun yanına götürdü. Padişah, onun cevherleri getirdiğini
görünce, bunun normal bir olay olmadığını anladı. Bundan dolayı genci sessiz bir
yere götürerek olayın neden ibaret olduğunu ondan sordu.
Genç de olayı baştan sonuna kadar yani
nasıl onun kızına aşık olduğunu, kendisine nasıl bir misafirin geldiğini ve onun
sözlerini padişaha anlattı.
Padişah, onun sözlerinden misafirin Hz.
İsa (a.s) olduğunu anladığından şöyle dedi: “Git misafirine söyle ki buraya
gelsin ve kızımın nikahını sana kıysın.”
Hz. İsa (a.s) padişahın meclisine
gittiğinde, nikah merasimi düzenlendi, padişah diken kazan gence güzel bir
elbise giyindirdi ve kızını onunla birlikte gerdek odasına gönderdi.
Sabah olunca padişah damadı huzuruna
çağırarak onunla konuşmaya başladı. Onunla konuşurken onun akıllı, zeki,
anlayışlı ve layık biri olduğunu farketti. Padişahın o kızdan başka diğer bir
çocuğu olmadığından dolayı o genci kendisine veliaht tayin etti. Tesadüfen
ikinci gece aniden padişah hastalanarak öldü. Söz konusu genç ise padişahın
saltanat ve malına varis oldu.
Üçüncü gün Hz. İsa (a.s) vedalaşmak için
o gencin yanına gitti. Yeni tahta oturmuş genç padişah onu ağırlayarak şöyle
dedi: “Ey hekim! Senin benim boynumda, kesinlikle telafi edemeyeceğim büyük bir
hakkın vardır. Ama aklıma takılan bir soru vardır, cevabını vermediğin takdirde
bunca nimetler bana tatlı olmayacaktır.”
Hz. İsa: “İstediğin soruyu sor” dedi.
Genç şöyle dedi: “Dün gece aklıma şöyle
bir soru takıldı: İki gün içerisinde beni o aşağılıktan bu yüce dereceye
ulaştırma gücüne sahip olduğun halde neden bunu kendin için yapmıyor ve bu
elbise ve halet içerisinde yaşıyorsun?”
Hz. İsa (a.s) cevabında şöyle dedi:
“Allah hakkında arif olan, O’nun keramet yurdu ve sevabı hakkında bilgisi olan
ve dünyanın fenalık ve aşağılığı hakkında ise basiret sahibi olan bir kimse, bu
aşağılık ve fani olan şeylere rağbet etmez. Bizim, Allah’a yakınlıkta, O’nun
marifet ve sevgisinde öyle manevi lezzetlerimiz vardır ki, kesinlikle dünya
lezzetleri onunla kıyas edilmez.”
Hz. İsa (a.s) dünyanın faniliği,
sıkıntıları ve ahiretin ise daimi nimetleri ve yüce dereceleri hakkında ona
açıklamada bulunduğunda genç şöyle dedi: “Şimdi de yeni bir soru kafama takıldı.
O halde neden daha iyi ve değerli olan şeyleri kendin için seçtin de beni bu
sıkıntı ve belası büyük olan şeye duçar kıldın?”
Hz. İsa (a.s) şöyle buyurdu: “Senin akıl
ve zekiliğini denemek istedim. Üstelik, bu makam senin için de hazırdır; sahip
olduğun makam ve durumu terk edecek olursan daha yüce makamlara erişirsin ve
senin bu amelin diğer kimseler için de bir ibret ve öğüt olur.”
Derken genç, o padişahlık
elbisesini çıkarıp saltanatı terketti ve yine o eski elbisesini giyinip Hz.
İsa’yla birlikte şehirden dışarı çıktı. Havarilerin yanına vardıklarında, Hz.
İsa (a.s) şöyle buyurdu: “Bu şehirde aradığım hazine işte bu genç idi. Allah’a
hamd olsun ki onu bulabildim.”
[7]
7- HAVARİLERİN HZ.
İSA’DAN KENDİLERİ İÇİN ÖĞÜT TALEBİNDE BULUNMALARI
Bir gün havariler Hz. İsa (a.s)’ın
başına toplanarak şöyle dediler: “Ey hayır muallimi! Bizi irşat et (bize öğüt ve
nasihatte bulun).
Hz. İsa (a.s) onlara şöyle buyurdu:
“Musa Kelimullah (a.s) sizlere; “Allah adına yalan olarak yemin etmeyin” diye
emretti ama ben size; “ister doğru olsun ister yalan kesinlikle Allah adına
yemin etmeyin” diye emrediyorum.”
Havariler dediler ki: “Ya Ruhellah! Bize
biraz daha nasihat et.”
Hz. İsa (a.s) buyurdu ki:
“Allah’ın nebisi Musa (a.s), size zina etmemenizi emretti, ama ben size; zinayı
aklınızın ucundan bile geçirmemenizi emrediyorum. Zira kim zina düşüncesinde
olursa, süslü evde ateş yakan kimse gibi olur ki ateşi evi yakmasa da onun
dumanı evin süsünü bozar.”
[8]
8- ALİMLE ABİDİN KONUŞMASI
Bir alim, ibadetle meşgul olan bir
abidin yanına giderek şöyle dedi: “Nasıl namaz kılıyorsun?”
Abid: “Benim gibi bir abidin ibadetinden
mi soruyorsun? Benim namazın çok uzun sürüyor. Ben falan vakitten falan vakte
kadar ibadetle meşgul oluyorum.”
Alim: “Allah’a yalvarıp yakarırken
ağlaman nasıldır?”
Abid: “Öyle ağlıyorum ki göz yaşlarım
akıyor.”
Alim: “Gülüp de Allah’tan korkman,
kendisiyle övüneceğin ağlamaktan daha iyidir. Şüphesiz ameliyle övünen bir
kimsenin ameli göğe yükselmez (Allah dergahında kabul olmaz).”
[9]
9- HALKIN
HELAK OLMASIYLA HELAK OLAN ABİD
Allah-u Teâla, bir şehrin halkını helak
etmek için iki meleği yeryüzüne gönderdi. İki melek emredildikleri vazifeyi
yerine getirmek için o şehre vardıklarında, gecenin karanlığında ayağa kalkıp,
tam bir huzu içerisinde ibadet eden ve Allah’a yalvarıp yakaran bir abidle
karşılaştılar.
Meleklerden biri diğerine şöyle dedi:
“Bu adamı görüyor musun? Nasıl da ağlayarak Allah’a yalvarıp yakarıyor? Onu da
mı helak edelim?”
Diğer melek de şöyle dedi: “Evet, ben bu
memuriyeti yerine getireceğim.”
Birinci melek şöyle dedi: “Ben bu abid
hakkında Allah-u Teâla’yla konuşacağım.”
Melek o abidin halini beyan
ettikten sonra Allah-u Teâla ona şöyle vahyetti: “Bu abidi de diğer kimselerle
birlikte helak et. Zira o şimdiye kadar benim rızam için öfkelenerek günahkarlar
karşısında yüzünü kırıştırmamıştır.”
[10]
10-OBURLUK
ŞEYTANIN EN BÜYÜK TUZAĞI
Şeytan, peygamberlerin yanına gelerek
onlarla konuşuyordu. Herkesten daha çok Hz. Yahya ile ünsiyet etmişti.
Bir gün Hz. Yahya ona: “Senden bir soru
sormak istiyorum” dedi.
Şeytan cevabında: “Senin makamın, soruna
cevap vermememden çok yücedir. İstediğin soruyu sorabilir ve cevabını
alabilirsin” dedi.
Hz. Yahya: “Adem oğullarını, kendisiyle
avlayıp saptırdığın tuzaklarını bana göstermeni istiyorum.”
Şeytan: “Senin sözünü tam bir istekle
yerine getireceğim.”
Şeytan daha sonra ilginç kıyafetini ve
çeşitli tuzak araçlarını Hz. Yahya’ya gösterdi ve onlarla Adem oğullarını nasıl
avladığını ve saptırdığını izah etti...
Hz. Yahya: “Acaba şimdiye kadar bir an
bile olsa bana galip olmuş musun?”
Şeytan: “Hayır, kesinlikle! Ama sende
beni hoşnut eden ve sevindiren bir haslet vardır.”
Hz. Yahya: “O haslet nedir?”
Şeytan: “Sen çok yemek yiyen birisisin.
İftar ettiğinde çok yiyor ve ağırlaşıyorsun. Bu durum bazı amelleri yapmana ve
gece namazı kılmana mani oluyor.”
Yahya: “Allah’la ahdediyorum ki, O’nu
mülakat edene dek hiçbir zaman tam doyacak şekilde yemek yemeyeceğim.”
Şeytan: “Ben de Allah’la ahdediyorum ki,
O’nu mülakat edinceye kadar hiçbir müslümana nasihat etmeyeceğim.”
Şeytan daha sonra dışarı çıktı ve
ondan sonra bir daha Hz. Yaya’nın yanına dönmedi.
[11]
İşte bu vesileyle Hz. Yahya (a.s)
şeytanın en önemli tuzaklarından birisini kendisinden uzaklaştırdı.