CEVAPLIYORUZ
                         
Seyyid Rıza HÜSEYNÎNESEB
                                       eKitap: www.islamkutuphanesi.com


 

İCİNDEKİLER
 

Önsöz..11
 

Soru : 1 / 15

Tevhidi Şirkten Ayırt Etmede Ölçü Nedir?..15

1-ZattaTevhit..15

2-YaratıcılıktaTevhit.16

3-Tedbir ve Idarede Tevhit.17

4- Hâkimiyette Tevhit..18

5-İtaatte Tevhit.18

6-Yasama ve Teşride Tevhit...19

7- İbadette Tevhit.19

İbadetle İlgili Yanlış Bir Algılama..20

Kabahatten Büyük Özür!.21

İbadetin Gerçek Anlamı veSorunun Çözümü.22
 

Soru : 2 / 25

Allah'ın Veli Kullarının Gaybî Kudretine İnanmak Şirk Sebebi Midir?..25

Kur'ân Açısından Allah'ın Veli Kullarının Gaybî Kudretleri..26

1- Hz. Musa'nın Gaybî Kudreti.27

2- Hz. İsa'nın Gaybî Kudreti.27

3- Hz. Süleyman'ın Gaybî Kudreti..27
 

Soru : 3 / 29

Allah'tan Başkasına Yemin EtmekŞirk midir?..29

Sonuç.32
 

Soru : 4 / 33

Allah'ın Veli KullarınaTevessül Etmek, Şirkve Bidat

Sebebi Midir?..33

Tevessülün Çeşitleri.34
 

Soru : 5 / 39

Allah'ın Veli Kullarının Doğum Günlerini Kutlamak, Bidat ve Şirk midir?..39

1- Merasim Düzenlemek, Sevgi Gösterisidir.39

2- Merasim Düzenlemek, Hz. Peygamber'e Saygı Göstermektir..40

3- Merasim Düzenlemek, Allah'a Uymaktır..41

4-Vahyin Nazil Oluşu, Gökten BirSofra İnmesinden Daha Önemsiz Değildir.41

5- Müslümanların Gidişatı..42


Soru : 6 / 43

Sizin Inandığınız Şefaat Nedir?.43

Şefaatin Sınırlılığı.43

Şefaatin Hikmeti.44

Şefaatin Sonucu..45
 

Soru : 7 / 47

Gerçek Şefaatçilerden Şefaat Dilemek Şirk Midir?.47

 

Soru : 8 / 51

Allah'tan Gayrisinden Yardım Dilemek Şirk Midir?.51
 

Soru : 9 / 55

Allah'tan Başkalarını Çağırmak Onlara İbadeti ve Şirki Gerektirir Mi?..55

Sonuç.57


Soru : 10 / 61

Beda Nedirve Neden Bedaya İnanıyorsunuz?..61

Sonuç.62

Beda İnancının Hikmeti.63
 

Soru : 11 / 65

İslâm Açısından Din Siyasetten Ayrı mıdır?.65

Hz. Peygamber, İslâm Devletinin Kurucusu..66
 

Soru : 12 / 71

Acaba Şia'ya Göre Cebrail Risaleti Ulaştırmada Hıyanet Mi Etmiştir ve Kur'ân'ı AM b. Ebî Talib Yerine Allah Resulü'ne Mi Nazil Buyurmuştur?!...71

Bu Ithamın Kökeni...71

Şia'ya Göre Nübüvvet..72
 

Soru : 13 / 75

Şia, Kur'ân'ın Tahrif Edildiğine İnanıyor mu?..75

Sonuç.81
 

Soru : 14 / 85

Neden Şia, Hilâfetin Tayin İle Olduğuna İnanır?..85

Sosyolojik Değerlendirmeler, Hilâfet Makamının Tayin İle

OlduğunaŞahittir.85

Bu Konunun Beyanı...86

Allah Resulü'nün Kendisinden Sonraki Lideri Tayin

Ettiğinin Kanıtları.88
 

Soru : 15 / 89

Neden İmamet Makamı, Risalet Makamından Daha Büyüktür?..89

1- Nübüvvet Makamı.89

2-Risalet Makamı..90

3- İmamet Makamı..91

İmamet Makamının Yüceliği..93

Nübüvvet ve İmamet Arasında Bir Gereklilik Var Mıdır?.94
 

Soru : 16 / 97

Ali b. EbîTalib'in (a.s) Hz. Peygamber'in (s.a.a) Vasisi ve Halifesi Olduğunun Delili Nedir?.97

1- Bi'setin Başlangıcında.97

2- Tebûk Savaş'ında..98

3- Hicret'in Onuncu Yılında..98

 

Soru : 17 / 101

İmamlar Kimlerdir?.101
 

Soru : 18 / 103

Neden Imamlarmizi Masum Kabul Ediyorsunuz?.103
 

Soru : 19 / 105

"Ve Itretim" Tabiri Mi Doğrudur, Yoksa "Ve Siinnetim" TabiriMi?..105

"Ve Ehlibeyt'im" Hadisinin Senedi.105

"Ve Sünnetim" Metninin Senedi.107

Bu İkisi Hakkında Rical Âlimlerinin Söyledikleri.107

"Ve Sünnetim" Hadisinin İkinci Senedi.109

"Ve Sünnetim" Hadisinin Üçüncü Senedi.110

Senetsiz Nakil 111

Sekaleyn Hadisinin Anlami..112
 

Soru : 20 / 115

Neden Şiîler, AN b. EbîTalib'in Oğullarını (Hasan ve Hüseyin'i -a.s-) Allah Resulü'nün (s.a.a) Evlâtları

Sayıyorlar?..115
 

Soru : 21 / 121

ÂI-İ Muhammed'in Mehdi'si Kimdirve Neden Onun Zuhurunu Beklemektesiniz?..121
 

Soru : 22 / 125

Ric'at Nedirve Neden Ric'ata İnanıyorsunuz?.125

Sonuç..127

1- Ric'at'ın Hikmeti.128

2- Ric'at Olayının Tenasüh (Reenkarnasyon) Olayından Farklı Oluşu..128
 

Soru : 23 / 131

Neden Hz. Muhammed'e Salâvat Gönderince, Âl-i Muhammed'i de Ona Atfediyor ve "Allahumme Salli Alâ Muhammed ve Âl-i Muhammed" Diyorsunuz?..131
 

Soru : 24 / 133

Neden Ezan Okurken, Ali'nin (a.s) Velâyetine Tanıklık Ediyorsunuz?..133
 

Soru : 25 / 137

Şia'nın Sahabe Hakkındaki Görüşü Nedir?..137

Kur'ân Açısından Sahabî.139

Birinci Grup.139

1- İlk Öncüler..139

2- Ağacın Altında Biat Edenler.139

3-Muhacirler..139

4-Fetih Ashabı..140

İkinci Grup..140

1- Tanınmış Münafıklar.140

2- Tanınmamış Münafıklar.140

3- Hasta Kalpliler..140

4- Günahkârlar..141

Sonuç..142

 

Soru : 26 / 143

Şia'dan Maksat Nedir?.143

 

Soru : 27 / 145

Eğer Şia Hak ise, 0 Hâlde Neden Azınlıktadır ve Dünya Müslümanlarının Çoğunluğu Onu Kabul Etmemiştir?.145
 

Soru : 28 / 149

Müt'a Nikâhından Maksat Nedir ve Şia Neden Onu Helâl Biliyor?..149
 

Soru : 29 / 157

Neden Şiîler, Toprağa Secde Ederler?.157

Sonuç..163
 

Soru : 30 / 165

Neden Şiîler Haremin Kapi ve Duvarlarına Teberrüken El Surer, Onları Öperler?.165
 

Soru : 31 / 169

Neden Şiîler, Beş Vakit Namazı Üç Vakitte Kilarlar?...169

İşte Hadisler.172

Sonuç..179

1- Bir Vakitte İki Namazı Bir Arada Kilmak, İşi Kolaylaştırmak ve İnsanları Sıkıntıya Sokmamak İçindir. 179

2- Arafat'ta iki Namazin Bir Arada KılınışŞekli, İki Namazın Nasıl Bir Arada Kılınacağını Beyan Etmektedir. 180

3-Yolculukta iki Namazin Bir Arada Kılınış Şekli, İki Namazin Nasıl Bir Arada Kılınacağını Beyan Etmektedir. 180

4- Zaruret Hâlinde İki Namazin Bir Arada Kılınış Şekli, İhtiyar Hâlinde de İki Namazin Nasıl Bir Arada Kılınacağını Beyan Etmektedir.181

5- Hz. Peygamber'in Ashabının Davranışı, İki Namazin Bir Arada Kılınış Şeklini Beyan Etmektedir.181

6- Hz. Peygamber (s.a.a) Sireti, iki Namazin Bir Arada

Kılınış Şeklini Beyan Etmektedir..182

Soru : 32 / 183

Şia Fıkhının Kaynakları Nelerdir?.183

Allah'ın Kitabı Kur'ân..183

Sünnet.184

Hz. Peygamber'in (s.a.a)SünnetineSarılmanın Delilleri ..184

Ehlibeyt'in (a.s) Hadislerine Sarılmanın Delilleri.185

Allah Resulü'nün (s.a.a) Hadislerinin Mahiyeti..186

Hz. Peygamber'in Ehlibeyti'ne Sarılmanın Lüzumu ve İtibarının Delilleri..187

Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehlibeyti Kimlerdir?.189

Sonuç..192

Soru : 33 / 193

Ebu Talib, Dünyadan Imanlı mi Gitti ki Onu Ziyaret Ediyorsunuz?..193

Ebu Talib'in Ailesi..193

Abdulmuttalib Açısından Ebu Talib...194

Ebu Talib'in Jmammn Delilleri.196

1- Ebu Talib'in İlmî ve Edebî Eserleri..196

2- Ebu Talib'in Hz. Peygamber'e Karşı Davranışları, Onun İmanını Göstermektedir.198

3- Ebu Talib'in Vasiyeti, Onun İmanının Açık Bir Göstergesidir..199

4- Allah Resulü'nün Ebu Talib'e Gösterdiği Sevgi, Ebu Talib'in İmanının Apaçık Bir Delilidir..200

5- Allah Resulü'nün Ashabının Tanıklığı..201

6- Ehlibeyt Açısından Ebu Talib..202

Zahzah Hadisi'nin Etüdü.204

Zahzah Hadisi'nin Senetlerinin Temelsiz Oluşu.204

a) Süfyan b. Said-i Sevrî.205

b) Abdulmelik b. Umeyr.205

c) Abdulaziz b. Muhammed Deraverdî.206

d) Leys b. Sa'd.206

Zahzah Hadisi'nin Metni, Kitap ve Sünnete Aykırıdır.207

Sonuç..208
 

Soru : 34 / 209

Takiyye Nedir?.209

Kur'ân Açısından Takiyye.209

Şia Açısından Takiyye.210

Sonuç..211
 

Soru : 35 / 213

Şia'ya Göre Vitir Namazi Farz Mi?..213

 

         

                      

KEVSER SURESI

Rahman, Rahim Allah'm Adiyla

"Şüphesiz biz, sana Kevser'i verdik.

Şu hâlde Rabbin için namaz kil ve tekbir

alirken, namazda ellerini boğazma kadar kaldir.

Doğrusu asıl soyu kesik olan, sana kin duyandir."

 

6                                Cevaplıyoruz

ÖNSÖZ

Islâm dünyasına hâkim olan şartlardan haberdar kim-selerin çok iyi bildiği gibi, bugün İslâm ümmeti, çeşitli ümmetler hâline gelmiş ve her ümmet kendisi için bir yol ve yordam tutturmuştur. Netice olarak da işlerinin dizginleri, efendilikve kalıcılıkları ihtilâfları körüklemeye bağlı olan kişilerin eline düşmüştür. Bu kişiler, bu yolda çeşitli yatırımlar yapmış ve mümkün olan her araçtan yararlanmaktalar.

Şüphesiz ki, Islâmîfırkalar arasında birtakım ihtilâflı konular vardır. Bu ihtilâfların çoğu Islâmî kelâmcıların ortaya attığı bazı itikadî meselelerle ilgilidir ve Müslü-manların geneli bunlardan haberdar değildir.

Fakat bu ihtilâflı konular karşısında, aralarında bir birleşme halkası oluşturan ortak birtakım noktalar mev-cuttur. Hatta ortak noktalar, ihtilâflı noktalardan çok daha fazladır. Bununla birlikte ihtilâf körükleyicileri, ihti-lâflı konuların üzerinde ısrarla dururken, ortak meselele-ri dile getirmekten sakınırlar.

"İslâm Mezheplerini Yakınlaştırma" konferansların-dan birinde, fıkıh mezheplerinin nikâh, boşama, miras vs. gibi şahsî hâller ile görüşlerini açıklama görevi bana verildi.

Ben bu konuda konferansa bir tebliğ sundum. Bu tebliğ, konferansa katılanları şaşkına çevirmişti. Onların bu tebliği okumadan önce Şia fıkhının bu üç konu ile ilgi-

12                                  Cevaplıyoruz

li meselelerin çoğunda Ehlisünnet'in dört mezhebiyle or-tak görüşe sahip olduğunu kabul etmeleri mümkün de-ğildi.

Evet; ne yazık ki, Müslümanların çoğu, Şia'nın diğer İslâm fırkalarından kopuk bir fırka olduğunu sanırlar. Çünkü gece gündüz kitle haberleşme araçlarında tarihin bu mazlum fırkası aleyhinde konuşulmakta ve böylece Müslümanların ortak düşmanına en güzel hizmet sunul-makta, düşmanın değirmenine su akıtılmaktadır.

Ben, düşmana hizmet eden bu bilinçsiz gruba, Şiîleri yakından tanınmalarını, Şiî âlimlerle görüşüp konuşma-larını tavsiye ediyorum. 0 zaman görecekler ki, Şia hak-kındaki bildikleri, aslı astarı olmayan yanlış bilgilerdir. Görecekler ki Şiîler, asırlardır aradıkları öz kardeşleridir. Böylece, "Şüphesiz ki, bu sizin ümmetinizdir; tek bir üm-met ve ben sizin Rabbinizim, o hâlde bana ibadet edin."1 ayetinin ifade ettiği hakikati gerçekleştirmiş olacaklar.

Sömürgecilerin İslâm milletleri arasındaki eski komp-lolarından biri, ortaya şüphe atıp şüpheleri çoğaltmaktır. Bu yolla güçlü İslâm inkılâbına darbe vurmayı amaçla-maktadırlar. Şu son birkaç asırda çeşitli şekillerde Orta-doğu'da ve diğer bölgelerde hep bu eski metot uygu-lanmaktadır.

Hac mevsiminde İslâm İnkılâbı'yla tanışan, öte yan-dan düşmanların kötü propagandalarının etkisiyle zihin-leri karışmış olan Allah'ın evinin ziyaretçilerinden birçok-ları, Iranlı hacılarla karşılaştıklarında birtakım sorular sormakta ve onlardan cevap istemektedirler.

Bu ihtiyaçlara cevap vermek amacıyla genellikle di-nî ve kültürel boyutları olan bu soruların büyük bir bölü-mü bu mecmuada bir araya getirilmiş, değerli âlim Sey-yid Rıza Hüseynîneseb, benim gözetimimde bu soruları bir düzene koymuş ve elverdiğince onları açıklamaya ça-lışmıştır.

1- Enbiyâ, 92

Önsöz                                        13

İhtisara riayet amacıyla cevap makamında zaruret miktarıyla yetinilmiş, daha fazla açıklama ve ayrıntı ise başka birfırsata bırakılmıştır.

Bu naçiz hizmetin İmam-ı Zaman (ruhumuz ona fe-da olsun) tarafından makbul görülmesini ümit ederim.

Kum - İlim Havzası

CaferSubhanî

22/11/1995

Tevhidi Şirkten Ayırt Etmenin Ölçüsü            15

Soru : 1

TEVHİDİ ŞİRKTEN AYIRT ETMEDE ÖLÇÜ NEDİR?

Cevap: Tevhit ve şirk ile ilgili en önemli mesele, bu ikisinin ölçüsünü bilmektir. Bu mesele tümüyle halledil-mediği takdirde, diğer birçok yan konular da halledilme-yecektir. Bu nedenle tevhit ve şirk meselesini çeşitli bo-yutlarıyla, ama kısaca açıklamaya çalışacağız.

1- Zatta Tevhit

Zatta tevhit, iki şekilde söz konusu edilmektedir: a) Allah (kelâm ilmi âlimlerinin ifadesiyle Vacib'ul-Vücud) birdir, eşi ve benzeri yoktur. Bu tevhit, yüce Allah-'ın Kur'ân-ı Kerim'de çeşitli şekillerde zikrettiği tevhittir. Nitekim şöyle buyurmuştur:

"O'nun benzeri hiçbirşey yoktur."1

Başka bir yerde ise şöyle buyurmuştur: "Hiçbir şey O'na denk değildir."2

Elbette bazen bu tevhit, basit ve avamca bir anlayış-la, sayısal tevhit şeklinde yorumlanmakta ve "Allah birdir, iki değildir" diye ifade edilmektedir ki, böyle sayısal bir tevhit, yüce Allah'm her türlü eksiklikten münezzeh olan zatına yakışan bir tevhit değildir.

1- Şûrâ, 11

2- İhlâs, 4

16                               Cevaplıyoruz

b) Allah'ın zatı basittir, mürekkep (bileşik) değildir. Zira bir varlığın zihnî veya haricî (zihinsel veya özdeksel) parçalardan bileşimi, o varlığın parçalarına olan ihtiyacı-nın göstergesidir. İhtiyaç ise, imkânın (olabilirliğin) nişa-nesidir. İmkân (olabilirlik) da, nedene olan ihtiyacın alâmetidir. Bunların tümü de, Vacib'ul-Vücud'un (varlığı zarurî olan Allah'ın) makamına uyuşmayan şeylerdir.

2- Yaratıcılıkta Tevhit

Yaratıcılıkta tevhit de, aklın ve naklin (Kur'ân ve ha-dislerin) kabul ettiği tevhit mertebelerinden biridir.

Akıl açısından Allah'tan gayrisi, imkâna (olabilirliğe) dayalı olan bir düzendir; her türlü kemal ve cemalden mahrumdur; her şey neye sahipse, onu bizatihi zengin olan feyiz ve ihsan kaynağından almıştır. Buna gore âlemde görülen kemal ve cemal cilvelerinin tümü, Al-lah'tandır.

Kur'ân açısından ise, birçok ayet, yaratıcılıkta tevhit konusuna açıkça değinmiştir. Örnek olarak onlardan bi-rini verelim:

"De ki: Her şeyi yaratan, Allah'tır. 0, bir-dir, herşeye üstün gelendir."1

Buna göre, genel anlamda yaratıcılıkta tevhit ilkesi, Allah'a inanan kimseler arasında ihtilâf konusu olamaz. Sadece yaratılıcılıkta tevhit hususunda iki yorum vardır ki aşağıda onlara değiniyoruz:

a) Varlıklar arasında var olan her türlü neden-sonuç ilişkisi, nedenlerin nedenine ve sebeplerin sebebine (Allah'a) varmaktadır ve hakikatte bağımsız ve asil yaratıcı, sadece Allah'tır. Allah'tan gayri varlıkların kendi sonuçla-rındaki etkisi, bağımlı bir etkilemedir ve de Allah'ın izni ve meşiyyeti ile gerçekleşmektedir.

Bu görüşte, insan bilgisinin de ulaştığı, âlemdeki ne-den-sonuç ilişkisi kabul edilmektedir. Fakat aynı zaman-

1- Ra'd, 16

Tevhidi Şirkten Ayırt Etmenin Ölçüsü            17

da bu düzen bütünü ile Allah'a izafe edilmektedir. Bu düzeni yaratan, sebeplere sebebiyet ve nedenlere ne-densellik ve etkileyenlere etkileme gücü veren, Allah'tır.

b) Âlemde sadece bir yaratıcı vardir ve o da Allah'tir. Varlık âleminde eşyalar arasında hiçbir etkileme ve etki-lenme söz konusu değildir. Allah, bütün doğal varlıkların vasıtasız yaratıcısıdır. Hatta beşerin gücünün kendi işin-de dahi hiçbir etkisi yoktur.

Bu görüşe göre, âlemde bir tek neden söz konusu-dur ve o tek neden, bilimin doğal nedenler olarak tanit-tığı bütün herşeyin yerini doldurmaktadır.

Yaratıcılıkta tevhit için yapılan bu yorum, Eş'arîler-den bir grup âlimlerin kabul ettiği bir yorumdur. Fakat, Eş'arîlerden İmam'ul-Haremeyn1 ve son zamanlarda Şeyh Muhammed Abduh -Tevhit risalesinde- bu yorumu be-nimsememiş ve birinci yorumu kabul etmişlerdir.

3- Tedbir ve Idarede Tevhit

Yaratma Allah'a mahsus olduğu için varlık âleminin tedbiri de Allah'a aittir. Âlemde sadece bir tek müdebbir ve yönetici vardir ve yaratıcılıkta tevhidi ispat eden aklî deliller, tedbir ve idare hususundaki tevhidi de ispat et-mektedir.

Kur'ân-ı Kerim, çeşitli ayetlerde Allah'ı âlemlerin ye-gane yöneticisi ve idare edicisi olarak tanıtmakta ve şöy-le buyurmaktadir:

"De ki: Allah her şeyin rabbi iken O'ndan başka bir rab mi arayayim?"2

Elbette yaratıcılıkta tevhit hususunda söz konusu edilen iki yorum, tedbirde tevhit konusunda da söz ko-nusudur ve bize göre tedbir hususunda tevhitten mak-sat, bağımsız tedbirin Allah'a özgü oluşudur.

1- Şehristanî, el-Milel ve'n-Nihal, c.l

2- En'âm, 164

18                              Cevaplıyoruz

Buna göre varlık âlemindeki varlıklar arasmda var olan bazı bağımlı tedbirler, tümüyle Allah'ın iradesi ve meşiyyeti ile gerçekleşmektedir.

Kur'ân-ı Kerim, Allah'a bağımlı olan bu tür evirip çe-virenlere işaret ederekşöyle buyurmaktadır: "İşleri yöneten meleklere andolsun."1

4- Hâkimiyette Tevhit

Hâkimiyette tevhit, hâkimiyet ve egemenliğin sabit bir hak olarak Allah'a mahsus oluşu ve toplum bireyleri-nin yegane egemeninin Allah oluşu demektir.

Nitekim Kur'ân-ı Mecid, şöyle buyurmaktadır: "Hüküm (hâkimiyet) sadece Allah'a aittir."2

Buna göre, başkalarının hâkimiyeti, Allah'ın meşiye-ti ile gerçekleşmesi ve salih insanlann Allah'm izni ile toplumun idare ve yönetimini ele alarak onlan saadet ve kemal konağına ulaştırması gerekmektedir.

Nitekim Kur-'ân-ı Kerim, şöyle buyurmaktadır:

"Ey Davud! Biz seni, yeryüzündeki halifemiz (temsilcimiz) kıldık; o hâlde insanlar arasmda adaletle hükmet."3

5- Itaatte Tevhit

İtaatte tevhit, bizzat ve asaleten itaat edilmesi, uyulması gereken kimsenin, yüce Allah olduğu anlamın-dadir.

Buna göre başkalarına, örneğin Hz. Peygamber'e, İ-mam'a, fakihe, babaya ve anneye itaatin gerekliliği, Allah'm emri ve iradesiyledir.

1- Nâziat, 5

2- Yûsuf, 40 3-Sâd,26

Tevhidi Şirkten Ayırt Etmenin Ölçüsü            19

6- Yasama ve Teşride Tevhit

Yasama ve teşride tevhit, yasama ve kanun koyma yetkisinin sadece Allah'a ait olduğu anlamındadır. Bundan dolayı semavî kitabımız Kur'ân, ilâhî kanun çerçevesinin dışında kalan her türlü hükmü küfür, fısk ve zulüm sebebi olarak kabul etmekte ve şöyle buyur-mak-tadır:

"Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, kâfir-dirler."1

"Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, fasıktırlar."2

"Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, za-limdirler."3

7- İbadette Tevhit

İbadette tevhit konusunda üzerinde durulmasi gere-ken en önemli mesele, ibadetin anlamimn ne olduğudur. Zira bütün Müslümanlar, ibadetin Allah'a mahsus oldu-ğu görüş birliği ve Allah'tan başkasına ibadet etmenin caiz olmadığı hususunda görüş birliği içindedirler. Nite-kim Kur'ân-ı Kerim, bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardim dileriz."4

Kur'ân'ın ayet-i şerifelerinden açıkça anlaşıldığı ka-d any I a bu konu, bütün peygamberlerin davetinde ortak bir ilke olarak yer almıştır ve bütün peygamberler, bunu tebliğ etmek için gönderilmişlerdir. Kur'ân-ı Kerim, bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Andolsun ki biz, her ümmet içinde, 'Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının.1 diye bir pey-gamber görevlendirmişizdir."1

1- Mâide, 44

2- Mâide, 47

3- Mâide, 45

4- Fâtiha, 5

20                                  Cevaplıyoruz

Buna göre, ibadetin Allah'a özgü olduğu ve O'ndan başkasına ibadet edilmemesi gerektiği, tartışma götür-mez kesin bir ilkedir ve hiçbir kimse bu ilkeyi kabul et-medikçe, muvahhit sayilamaz. 0 hâlde tartışılan şey, ne-yin ibadet olup, neyin ibadet olmadığıdır.

Örneğin öğretmenin, anne ve babanın, âlimlerin eli-ni öpmek, insanın üzerinde hakkı olan kişilerin karşısın-da saygı amaciyla eğilmek, onlara ibadet sayılır mi, yok-sa ibadet, hertürlü eğilme ve tevazudan ibaret olmadığı ve mahiyetinde başka bir öğenin bulunduğu için, bu gibi işler ibadet sayilamaz mi?

0 hâlde şimdi eğilme ve tevazu göstermeleri ibadet yapan o asıl öğenin ne olduğuna bakalım:

İbadetle Ilgili Yanlış Bir Algilama

Bazı yazarlar, ibadeti "eğilme" veya "aşırı eğilme" olarak açıklamışlardır. Sonra da bazı Kur'ân ayetlerinin açıklaması karşısında kala kalmışlardır. Kur'ân-ı Kerim, açık bir şekilde meleklere, Adem'e secde etmelerinin emredildiğini buyurmaktadır:

"Meleklere, 'Adem'e secde edin.' demiştik."2

Adem'e yapilan secde, şekil itibariyle Allah'a yapilan secdeden hiçbir farkı yoktu. Oysa birincisi (Adem'e yapilan secde) sirf bir tevazu, ikincisi (Allah'a yapilan secde) ise ibadet ve tapmmakti.

Acaba şekil itibariyle aym olan bu iki secdenin ma-hiyetlerini farklı kılan öğe neydi?

Kur'ân, bir başka yerde Yakup Peygamber'in oğulla-nyla birlikte Hz. Yusuf'a secde ettiklerini bildirmiş ve şöy-le buyurmuştur:

"Yusuf, annne-babasim tahtin üzerine o-turttu ve hepsi onun önünde secdeye kapandilar. 0 zaman Yusuf, 'Babacığım! İşte bu, vaktiyle gör-

1- Nahl, 36

2- Bakara, 34

Tevhidi Şirkten Ayırt Etmenin Ölçüsü           21

düğüm rüyanın çıkışıdır; Rabbim onu gerçekleş-tirdi.1 dedi."1

Hatırlatmak gerekir ki, Hz. Yusufun vaktiyle gördü-ğü rüyadan maksadı, on bir yıldızın güneş ve ay ile birlik-te kendisine secde ettiğini gördüğü rüyası idi. Nitekim Kur'ân, Yusuf'un dilinden şöyle buyurmuştur:

"Yusuf, 'Babacığım! Rüyamda on bir yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm.' demişti."2

Hz. Yusuf'un, kendisine secde edenleri rüyasının ta-biri olarak saydığına göre, on bir yıldızdan maksat, Yusuf'un kardeşleri; güneş ve aydan maksat da, babası ve annesidir.

Bu açıklama ile, sadece Yusuf'un kardeşlerinin de-ğil, babası Yakub Peygamber'in de Yusuf'a secde ettiği ortaya çıkmaktadır.

Şimdi soruyoruz: Neden eğilme ve tevazuun doruk noktası olan böyle birsecde, ibadet sayılmamıştır?

Kabahatten Büyük Özür!

Burada sözü edilen kimseler, doğru dürüst cevap ve-rememe âcizliği içinde şöyle demektedirler: "Bu secde Allah'ın emriyle olduğu için şirk değildir."

Ama hiç şüphesiz bu cevap çok acemice verilmiş bir cevaptır. Zira eğer bir amelin özü şirk ise, Allah asla onu emretmez.

Nitekim Kur'ân-ı Kerim, şöyle buyurmuştur:

"De ki: Allah, çirkin işi emretmez. Bilme-diğiniz birşeyi Allah adına mı söylüyorsu-nuz?"3

Esasen Allah'ın emri, bir şeyin mahiyetini değiştir-mez. Eğer bir insan karşısında tevazu göstermek ve e-

1-Yûsuf, 100

2- Yûsuf, 4

3- A'râf, 28

22                                  Cevaplıyoruz

ğilmek, ona ibadet etmek ise ve Allah da bunu emret-mişse, bu demektir ki yüce Allah, hâşâ kendisinden başkasına ibadet etmeyi emretmiştir.

Ibadetin Gerçek Anlamı ve Sorunun Çözümü

Buraya kadar söylenenlerden anlaşıldı ki, Allah'tan başkasına tapmak, bütün muvahhitlerin ittifakıyla yasak ve yanlıştır. Öte yandan bilindi ki, meleklerin Adem'e, Yakub ve oğullarının da Yusufa secde etmeleri, onlara ibadet sayılmamıştır.

Şimdi bakalım: Niçin bir defasında ibadet sayilan bir davranış, başka bir defasmda ibadet sayilmamaktadir? Bunun sebebi nedir?

Kur'ân ayetlerine müracaat edildiğinde, ibadetin, ilâh olarak kabul edilen veya kendisine ilâhî işler izafe edilen bir kimse karşısında huzu ve eğilmeden ibaret olduğu or-taya çıkmaktadır. Bu açıklama ile, birine karşı huzu gös-terip eğilmeyi ibadet yapan öğenin, onun ilâhlığına veya bağımsız olarak ilâhî işleri yapabilme gücüne sahip oldu-ğuna inanmaktan ibaret olduğu anlaşılmaktadır.

Gerek Arap Yarımadası'nda, gerekse diğer yerlerde yaşayan müşrikler, karşılarında huzu ve huşu ile eğildik-leri varlıkları Allah'm mahluklan bildikleri hâlde günah-ları bağışlama yetkisine ve şefaat makamına sahip ol-mak gibi birtakım ilâhî işlerin onlara bırakılmış olduğu-na inanırlardı.

Babil müşriklerinin bir kısmı, gök cisimlerine ibadet eder, onları yaratıcıları olarak değil, rableri olarak kabul ederlerdi. Yani evrenin ve insanların yönetimi ve idaresi-nin onlara bırakıldığına inanırlardı. Hz. Ibrahim'in (a.s) on-larla tartışma metodu da bunu göstermektedir. Zira Babil müşrikleri; güneş, ay ve yıldızları yaratıcı olarak kabul etmezlerdi. Aksine onlan, rububiyet makami ve âlemin idaresi kendilerine verilen güçlü yaratıklar olarak kabul ederlerdi.

Tevhidi Şirkten Ayırt Etmenin Ölçüsü           23

Hz. İbrahim'in (a.s) Babil müşrikleri ile yaptığı tar-tışmaları beyan eden Kur'ân ayetlerinde de Hz. ibrahim'in, bir şeyin sahibi, yöneticisi ve evirip çevireni anlamına gelen "rab" kelimesi üzerinde durduğu görülmektedir.1

Araplar, ev sahibine "rabb'ul-beyt", tarla sahibine "rabb'uz-zey'a" derler. Zira ev ve tarla işlerinin yönetimi, sahiplerinin uhdesindedir.

Kur'ân-ı Kerim, Allah'ı âlemlerin yegane sahibi ve rabbi olarak tamtmak suretiyle müşrikler güruhuyla mü-cadele etmekte ve herkesi, tek ve bir olan Allah'a ibade-te davet etmekte ve şöyle buyurmaktadır:

"Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbi-nizdir. 0 hâlde O'na kulluk edin. Bu, doğru yol-dur."2

Başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır:

"İşte Rabbiniz Allah budur. O'ndan başka ilâh yoktur, her şeyin yaratanıdır. Öy-leyse O'na kulluk edin."3 Duhân Suresi'nde ise şöyle buyurmaktadır:

"O'ndan başka ilâh yoktur; diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbiniz, önceki babalarınızın da Rab-bidir."^

Kur'ân-ı Kerim Hz. Isa'dan (a.s) naklen de şöyle bu-yurmaktadir:

"Mesih, 'Ey İsrailoğulları! Rabbim ve Rab-biniz olan Allah'a kulluk edin.1 dedi."s

Bütün bu söylenenlerden açıkça anlaşıldı ki, birinin ilâhlığına ve rububiyetine inanılmadan ve birtakım ilâhî işler kendisine isnat edilmeden onun karşısında saygıyla

1- En'âm, 76-78 2-ÂI-i İmrân,51

3- En'âm, 102

4- Duhân, 8

5- Mâide, 72

24                                  Cevaplıyoruz

eğilme, ibadet olaraktelakki edilemez; bu eğilme, son de-recesinde olsa dahi.

Buna göre, evlâdın annesi ve babası karşısında ve ümmetin Hz. Peygamber (s.a.a) karşısında bu tür kayıt-lardan uzak olarak saygı ile eğilmesi, asla ibadet olarak nitelendirilemez.

Buradan hareketle, Allah dostlarmin eserlerinden teberrük ummak, onların türbesinin kapısını ve duvanm öpmek, Allah'm sevgili kullarma tevessül etmek, Allah'm salih kullarim çağırmak, Allah'm veli kullarimn doğum ve ölüm yıl dönümlerini kutlamak gibi birtakım konular, her ne kadar bazi cahil kimseler tarafmdan Allah'tan gayri-sine ibadet ve şirk olarak nitelendirilse de, Allah'tan gay-risine tapmak ve ibadet etmekle alâkası ol-mayan şey-lerdir.

Velilerin Gaybî Kudretine İnanmak               25

Soru : 2

ALLAH'IN VELİ KULLARININ GAYBÎ KUDRETİNE İNANMAK ŞİRKSEBEBİ MİDİR?

Cevap: Açıktır ki bir insan, başka bir insandan bir işi yapmasını isteyince, onun bu işi yapabilme gücüne sa-hip olduğunu kabullenmektedir. Bu güç, iki kısımdır:

1- Bazen bu güç, maddî ve doğal güçler çerçevesin-dedir; örneğin, birinden bize bir tas su vermesini iste-memizgibi.

2- Bazen de bu güç, maddîve doğal güçlerin dışında gaybî bir güçtür. Örneğin, bir kimsenin, İsa b. Meryem (a.s) gibi Allah'ın ermiş bir kulunun dermansız dertleri iyileştirdiğine ve ilâhî nefesiyle tedavi edilmesi zor hasta-lıklara şifa verdiğine inanması gibi.

Açıktır ki böyle gaybî bir güce inanmak, Allah'ın kud-ret ve iradesine dayalı olduktan sonra, doğal bir güce inanmak gibidir ve asla şirk sebebi değildir. Çünkü in-sanlara maddî ve doğal gücü bağışlayan Allah, bazı salih kullarına gaybîgüç de bağışlayabilir.

Şimdi sorulan soruya cevap olarak diyoruz ki: Allah-'ın veli kullarının gaybî gücüne inanmak, iki şekilde dü-şünülebilir:

1- Gaybî kudreti olduğu düşünülen şahsın, o kudre-tin bağımsız ve aslî kaynağı olduğuna ve ilâhî bir işi ba-ğımsız olarak kendi başına yaptığına inanmak.

26                                  Cevaplıyoruz

Şüphesiz ki, Allah'ın kudretinden ayrı ve bağımsız böyle bir kudretin varlığına inanmak, şirk sebebidir. Zira bu durumda, Allah'tan gayrisini kudretin bağımsız ve aslî menşei saymış ve ilâhî bir işi ona izafe etmiş oluruz. Oy-sa tüm güçlerin kaynağı, âlemlerin Rabbi olan Allah'tır.

2- Allah'in bazı ermiş kullannin gaybî kudreti oldu-ğuna inanmakla birlikte o kudretin Allah'in bitmek ve tükenmek bilmeyen kudretinden kaynaklandigma, ilâhî velilerin sadece Allah'in izniyle bu sonsuz kudret ve gü-cün tecelli vesilesi olduklanna ve kendilerinden hiçbir bağımsızlığa sahip olmadıklarına, bilâkis hem kendi var-hklannda, hem de gaybî güçlerini kullanmada yüce Al-lah'a dayandiklanna iman etmek.

Şüphesiz böyle bir inanç, Allah'in veli kullanni ilâh-laştırmak veya ilâhî bir işi onlara izafe etmek anlamim taşımamaktadır. Çünkü bu inanışa göre salih kullar, Allah'in izni ve iradesiyle Allah'in kendilerine verdiği bu gaybî gücü açığa vurmaktadırlar.

Kur'ân-ı Kerim bu hususta şöyle buyuruyor:

"Allah'in izni olmadan hiçbir peygamber, bir mucize getiremez."1

Bu açıklama ile, böyle bir inancın şirk sebebi olma-dığı gibi, tevhit ve tek olan Allah'a iman ilkesiyle de tü-müyle örtüştüğü ortaya çıkmaktadır.

Kur'ân Açısından Allah'in Veli Kullannin Gaybî Kudretleri

İslâm dininin semavî kitabı Kur'ân, son derece açık ifadelerle, Allah'in bazi veli kullannin Allah'in izniyle böy-le ilginç bir güce sahip olduğunu bildirmektedir. Bu ifa-delerden bazısına aşağıda yer vermek istiyoruz:

1- Ra'd, 38

Velilerin Gaybî Kudretine İnanmak               27

1- Hz. Musa'nın Gaybî Kudreti

Yüce Allah, peygamberi Hz. Musa'ya (a.s) asasim bir kaya parçasına vurmasını emretmiş, bunun üzerine o kaya parçasından tatlı su çeşmeleri akmıştı:

"Musa, milleti için su aramıştı; 'Asanla taşa vur.1 dedik; ondan on iki pınar fışkırdı."1

2- Hz. İsa'nın Gaybî Kudreti

Hz. İsa'nın (a.s) gaybî gücü, Kur'ân'ın çeşitli yerlerin-de beyan edilmiştir. Onlardan birine değiniyoruz:

"Ben size çamurdan kuş şeklinde bir şey ya-par, sonra ona üflerim, Allah'ın izniyle kuş olur. Yine Allah'ın izniyle anadan doğ-ma körü, alaca-lıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim."-

3- Hz. Süleyman'ın Gaybî Kudreti

Kur'ân-ı Kerim, Hz. Süleyman'ın (a.s) elinde bulunan gaybî güçler hakkında şöyle buyuruyor:

"Süleyman, Davud'a mirasçı oldu ve dedi ki: Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden verildi. Doğrusu bu, apaçık bir lütuftur."3

Şüphesiz, Musa'nın (a.s) asasını büyük bir kaya par-çasına vurmasıyla ondan temiz ve berrak çeşmelerin akması; İsa'nın (a.s) çamurdan gerçek bir kuş yaratması çaresiz hastalıklara şifa vermesi, ölüleri diriltmesi; Sü-leyman'ın (a.s) kuşların dilini bilmesi, doğal akışın dışın-da kalan ve gaybî güc ve kudrete ihtiyaç duyan hariku-lâde işlerdir.

Kur'ân-ı Kerim, bu ve benzeri diğer ayetlerde, Allah-'ın salih kullarının gaybî kudretini beyan ediyor iken bi-zim, Allah'ın veli kullarının harikulâde kudretlerini açık-

1- Bakara, 60 2-ÂI-i İmrân,49 3- Neml, 16

28                                  Cevaplıyoruz

layan bu açık ayetlerin içeriğine inanmamız, nasıl şirk veya bid'atsebebi sayilabilir?!

Bu açıklama ile, Allah'm salih kullarimn gaybî güce sahip olduklarma inanmamn, onları ilâhlaştırmak veya ilâhî işleri onlara izafe etmek anlammda olmadığı anla-şılmaktadır. Zira eğer böyle bir inanış, onların ilâhlığını gerektiriyor olsaydı, o zaman Musa, İsa, Süleyman vs. gibi kimselerin ilâhlar olarak kabul edildiğini söyleme-miz gerekirdi. Oysaki bütün Müslümanların bildiği gibi Kur'ân-ı Kerim, onları sadece Allah'm iyi ve salih kullan olarak saymaktadir.

Buraya kadar verilen bilgiler ışığında şu husus açık-lığa kavuşmuş oldu: Allah'm sevgili kullarimn gaybî kud-retine inanmak, bu kudretin Allah'm sonsuz gücüne da-yandığı ve aslında Allah'm kudretinin bir tecellisi olduğu bilinciyle birlikte olursa, şirki gerektirmediği gibi, tevhit ilkesiyle de tam bir uyum içindedir. Zira tevhit ve tek tanrıcılığın ölçüsü, âlemde var olan bütün kudretlerin Al-lah'a dayandığına ve bütün güçlerin ve hareketlerin Al-lah'tan kaynaklandığına inanmaktır.

Allah'tan Başkasma Yemin Etmek                29

Soru : 3

ALLAH'TAN BAŞKASINA YEMİN ETMEK ŞİRK MİDİR?

Cevap: Tevhit ve şirk kavramlarının tefsirini Kur'-ân ve sünnette aramak gerekir. Zira Kur'ân ve Allah Resu-lü'nün (s.a.a) davranışları; hak ve batılı ayrıt etmenin, tevhit ve şirki tanımanın en iyi ölçüsüdür. Buna göre, ta-assuptan uzak özgür vicdanlarımız nezdinde her türlü dü-şünce ve davranışı, vahiy mantığı ve Hz. Peygamber'in hayat tarzı ölçüsüyle değerlendirmemiz gerekir.

Şimdi Allah'tan başkasına yemin etmenin caiz olu-şunun Kitap ve sünnetteki delillerine bakahm:

1- Kur'ân, ebedî ayetleri arasında "Peygamber'in ha-yati", "insanm ruhu", yazmanm mazharı "kalem", "güneş", "ay", "yıldız", "gece ve gündüz", "yer ve gök", "zaman", "dağlar ve deniz" gibi yüce ve büyük yaratıklara yemin etmiştir. Bu ayetlerin bazısını birlikte göz-den geçirelim:

a)  "(Resulüm!) Hayatına andolsun ki onlar, sarhoşlukları içinde bocalıyorlar."1

b)  "Güneş'e ve onun ışığına, ardından gel-mekte olan Ay'a, onu ortaya koyan gündüze, onu bürüyen geceye, göğe ve onu yapana, yere ve onu yayana, kişiye ve onu şekillendirene, sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene andolsun ki."2

1- Hicr, 72

2- Şems, 1-8

30                                  Cevaplıyoruz

c) "Batmakta olan yıldıza andolsun ki."1

d)  "Nûn. Kaleme ve (insanlann onunla) yaz-dıklarına andolsun."2

e)  "Asra andolsun ki, insan hüsran içinde-dir."3

f) "Fecre ve on geceye andolsun."4

g)  "Andolsun Tur'a, yayılmış ince deri iizerine satır satır dizilmiş Kitab'a, Beyt-i Ma'mur'a, yiik-seltilmiş tavana, dolu ve kay-nayacak denize."5

Keza Nâziât, Mürselât, Bürûc, Tank, Beled, Tîn ve Duhâ surelerinde de yaratılış âlemindeki varlıklara yemin edildiği göze çarpmaktadır. Şüphesiz, eğer Allah'tan başkasına yemin etmek, şir-ki gerektiriyor olsaydı, ebedî tevhit bildirgesi olan Kur-ân-ı Kerim asla buna teşebbüs etmezdi. Yine, eğer yaratıklara yemin etmek, Allah'a mahsus bir şey olsaydı, yanlışlığa düşülmemesi için Kur'ân ayetlerinde kesinlikle buna değinilirdi.

2- Tüm dünya Müslümanları, Hz. Peygamber'i (s.a.a) kendilerine örnek almakta ve Hz. Peygamber'in davra-nışlarını ve hay at tarzını doğruyu yanlıştan ayırma ölçüsü olarak kabul etmektedirler.

Müslüman araştırmacılar, Sahihler ve Müsnedler yazarları, Hz. Peygamber'in (s.a.a) Allah'tan başkasına yaptığı yeminlerden birçok örnek rivayet etmişlerdir.

Örneğin, Hanbelî mezhebinin imamı Ahmed b. Hanbel, kendi Müsned'inde Allah Resulü'nün (s.a.a) şöy-le buyurduğunu rivayet eder:

"Canıma andolsun ki, eğer iyiliği emreder ve kötülükten sakındırırsan, bu, susmandan daha i-

1- Necm, 1

2- Kalem, 1

3- Asr, 1-2

4- Fecr, 1-2

5- Tûr, 1-6

Allah'tan Başkasma Yemin Etmek              31

yidir."1

Muslim b. Haccac, Sihah-i Sitte'den biri olan kendi Sahih'inde şöyle yazar:

"Bir adam Peygamber'e (s.a.v) gelerek, 'Han-gi sadakamn sevabi daha büyüktür?' diye sordu. Pey-gamber, 'Babana andolsun ki, bundan ha-berdar olacaksm: Sevabi en büyük olan sadaka, sağlıklı ve ihtiraslı olduğun, fakirlikten korktu-ğun ve ya-şamayı ümit ettiğin bir hâlde verdiğin sadakadır.' buyurdu."2

Acaba Allah'tan baskasma yemin etmeyi caiz gör-dükleri için dünya Müslümanlarından büyük bir kısmını müşrik sayan kimseler, Hz. Peygamber'in bu davranışını nasıl izah edebilirler?!

3- Allah'ın Kitabı ve Peygamber'in sünnetine ilâve olarak Allah Resulü'nün (s.a.a)yakın ashabının davranış-ları da, Allah'tan baskasma yemin etmenin caiz olduğu-nu göstermektedir. Hz. AN (a.s), sözlerinin birçoğunda kendi canma yemin etmektedir. Bu sözünde şöyle bu-yurmuştur:

"Hayatıma andolsun ki, benden sonra bu şaş-kınlığınız kat kat artacaktir."3

Başka bir sözünde de şöyle buyurmuştur:

"Canıma andolsun ki, azgınlığından ve ayri-lıkçılığından vazgeçmezsen, yakında onların se-ni a-radığını öğreneceksin."4

1- Müsned-i Ahmed, c.5, s.224- 225, Beşir b. Hasasiyye es-Sedu-sî'nin hadisi

2-Sahih-i Muslim, c.3, Kitab'uz-Zekât, Bab-u Beyan-i Enne Ef-zal'es-Sadaka Sadakat'us-Sahih'iş-Şehih, s.93- 94

3- Nehc'ül-Belâğa, Muhammed Abduh, 161. hutbe

4- Nehc'ül-Belâğa, Muhammed Abduh, 9. mektup. Bunun diğer örneklerini de görmek için 168,183,187. hutbeler ile 6. ve 54. mektuplara müracaat ediniz.

32                                  Cevaplıyoruz

Şüphesiz, bunca açık ve net hadis karşısında içtihat ve istihsan yapılamaz. Hiçbir delil de, Allah'in Kur'ân-ı Mecid'deki metodunun, Hz. Peygamber'in (s.a.a) ve Emi-r'ül-Müminin (a.s) gibi yakm ashabimn davranışlarının yanlış olduğunu ortaya koyamaz.

Sonuç

Bütün bu zikredilen delillerden de açıkça anlaşıldığı gibi, Allah'in Kitabi, Peygamber'in sünneti ve müminlerin sireti açısından Allah'tan gayrisine yemin etmenin meş-ru oluşu kesin bir ilkedir ve tevhit ile hiçbir aykırılık için-de değildir. Dolayısıyla, eğer kesin delillerle sabit olan bu ilkeye zahiriyle muhalif olan bir hadis bulunursa, onu Kur'ân ve hadis açısından kesin olan bu ilke ile çelişme-yecek şekilde tevil ve tevcih etmek gerekir.

Burada Allah'tan başkasına yemin etmenin caiz ol-madığını iddia edenlerin ileri sürdüğü müphem bir hadi-si zikredip cevabim verelim:

Hz. Peygamber (s.a.a), Ömer'in kendi babası adına yemin ettiğini duyunca şöyle buyurdu:

"Allah sizleri babalanniza yemin etmekten sa-kındırmıştır. Her kim yemin ederse, Allah'a yemin etsin veya sussun."1

Gerçi bu hadis Allah'tan başkasına yemin etmeyi caiz gören Kur'ân ayetleri ve açık hadisler karşısında dura-bilecek bir hadis değildir; lâkin yine de bu hadis ile zikredilen onca ayet ve hadislerin arasını bulmak için şöyle diyebiliriz:

Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ömer gibi kişileri babaları-nm adma yemin etmekten sakindirmasi, onlann babala-nnm genelde putperest ve müşrik oldukları cihetiyledir. Zira kâfir ve putperest bir insan, kendisine yemin edil-meye lâyık değildir.

1- es-Sünen'ül-Kübra, c.lO, s.29 ve Sünen-i Nesaî, c.7, s.4-5

Tevessül Etmek Şirk Midir?                     33

Soru : 4

ALLAH'IN VELİ KULLARINA TEVESSÜL ETMEK, ŞİRK VE BİDATSEBEBİ MİDİR?

Cevap: "Tevessül", kişinin Allah'a yakınlık makamı-na ermek için kendisiyle Allah arasında değerli bir varlığı aracı kılmasıdır.

İbn-i Menzur, Lisan'ul-Arab'da şöyle diyor:

"Tevessele ileyhi bi keza; birine, kıramayaca-ğı bir saygınlık vesilesiyle yakın olmayı ifade eder."1

Kur'ân-ı Mecid şöyle buyuımuştur:

"Ey iman edenler, Allah'tan sakının, sizi O'na götürecek vesile arayın ve Allah yolunda cihat edin ki kurtulasınız."2

Cevherî ise Sihah'ul-Lugat'ta "vesile" kelimesini şu şekilde açıklıyor:

"Vesile, kendisiyle başkasına yaklaşılan şey de-mektir."

Buna göre, kendisine tevessül ettiğimiz değerli şey, bazen güçlü bir vesile olarak bizi âlemlerin Rabbine ulaştıracak salih amellerimiz ve halis ibadetlerimizdir; ba-zen de yüce Allah nezdinde özel bir makama ve say-gıya sahip olan yüce bir insandır.

1- Lisan'ul-Arab, c.ll, s.724

2- Mâide, 35

34                                  Cevaplıyoruz

Tevessülün Çeşitleri

Tevessülü üç kısma ayırmak mümkündür:

1- Salih amellere tevessül etmek. Nitekim Celâlud-din Suyutî, "Sizi O'na götürecek vesile arayın." ayet-i şerifesinin tefsirinde şu rivayeti nakletmiştir:

Katade, bu ayetle ilgili olarakşöyle diyor: "Ya-ni, Allah'a itaat ederek ve O'nun hoşnut olduğu amelleri yaparak Allah'a yakın olun."1

2-  Salih kulların duasına tevessül etmek. Nitekim Kur'ân-ı Kerim, Hz. Yusufun kardeşlerinin dilinden şöyle nakletmektedir:

"Oğullan 'Ey Babamız! Günahlarımızın ba-ğışlanmasını dile; şüphesiz biz suçlu idik.' dedi-ler. Yakup, 'Rabbimden sizi bağışlamasını dile-yeceğim; şüphesiz 0, bağışlayandır, merhamet edendir.' dedi."2

Bu ayetten açıkça anlaşıldığı üzere Hz. Yakub'un oğulları, babalarının duasına ve mağfiret dilemesine te-vessül etmişler ve onun duasını kendileri için bağışlan-ma vesilesi bilmişlerdir. Yakub Peygamber de onların bu tevessülüne itinasızlık etmeyip onlara dua etme ve mağ-firet dileme vaadinde bulunmuştur.

3- Allah'a yakınlık makamına ermek için Allah ka-tında özel bir makam ve saygınlığa sahip olan manevî şahsiyetlere tevessül etmek. Bu tür tevessül de, İslâm güneşinin doğduğu ilk yıllardan itibaren Hz. Peygambe-r'in ashabı tarafından kabul görmüş ve başvurulmuştur.

Şimdi hadisler ve Allah Resulü'nün (s.a.a) ashabı ile İslâm dünyasının büyüklerinin davranışları ışığında bu meselenin delillerini gözden geçirelim:

1- ed-Dürr'ül-Mensûr, c.2, s.280, söz konusu ayetin tefsiri, Beyrut basımı.

2-YÛsuf, 97-98

Tevessül Etmek Şirk Midir?                   35

1- Ahmed b. Hanbel, kendi Müsned'inde, Osman b. Huneyf'ten şöyle rivayet etmiştir:

Gözleri görmeyen bir adam Peygamber'in yanına vardı ve şöyle dedi: "Beni iyileştirmesi için Allah'a dua et." Peygamber şöyle buyurdu: "İstersen dua ederim; istersen de ertelerim ki bu, senin için daha iyidir." Gözleri görmeyen adam, "Bana dua et." dedi. Hz. Peygamber ona, adabıyla güzel bir abdest almasını, sonra iki re-kât namaz kılmasını ve ardından şöyle dua et-mesini emretti: "Allah'ım, Rahmet peyğamberi olan peyğamberin Muhammed vesilesiyle sen-den hacetimi diliyor ve sana yöneliyorum. Ey Muhammed! Bu hacetim hususunda senin vesi-lenle Rabbime yöneldim ki hacetimi bana vere-sin. Allah'ım! Onu bana şefaatçi kıl."1

Bu hadisin doğruluğunu bütün hadisçiler teyit etmisle rdir. Hâkim Nişaburî, el-Müstederek'te bu hadisi nak-lettikten sonra onu "sahih" olarak değerlendiriyor. İbn-i Mace, Ebu İshak'tan naklen, bu hadisin sahih olduğunu söylüyor. Tirmizî, Ebvab'ul-Ed'iye adlı kitabında bu hadsin sahihliğini teyit ediyor. Muhammed Nesib er-Rufaî de, "et-Tevessul İlâ Hakîkat'it-Tevessül" adlı eserinde şöyle diyor:

"Şüphe yok ki bu hadis, sahih ve meşhur bir hadistir. Yine şüphe yoktur ki, Resulullah'ın duası ile âmâ adam, görmesine kavuşmuştur."2

1-  Musned-i Ahmed b. Hanbel, c.4, s.138, Osman b. Huneyf'in rivayetleri bölümü; Müstedrek-i Hâkim, c.l, s.313, Kitab-u Salat'it-Ta-tavvu', Byerut basımı; Sünen-i İbn-i Mace, c.l, s.441 Dar-u İhyai'l-Ku-tub'il-Arabiyye; et-Tac, c.l, s.286; Suyutî, el-Caimiu's-Sağir, s.59; İbn-i Teymiyye, et-Tevessül ve'l-Vesile, s.98, Beyrut basımı

2- et-Tevessul İlâ Hakîkat'it-Tevessül, s.158, Beyrut bası-mı.

36                                  Cevaplıyoruz

Bu hadisten, gayet açık bir şekilde, dileğin kabul olması için Hz. Peygamber'e (s.a.a) tevessül etmenin ca-iz oluşu anlaşılmaktadır. Zira bizzat Allah Resulü, o âmâ şahsa bu şekilde dua etmesini ve Hz. Peygamber'i ken-disiyle Allah arasında vesile kılarak âlemlerin Rabbinden dileğini talep etmesini emretmiştir. Allah'ın veli kullarma ve katmda aziz olan zatlara tevessül etmek de, bundan başka birşey değildir.

2- Ebu Abdillah Buharî kendi Sahih'inde şöyle diyor:

Kıtlık yüz gösterdiğinde Ömer b. Hattab, Pey-gamber'in amcasi Abbas b. Abdulmuttalip vesi-lesiyle yağmur talep eder ve şöyle derdi: "Allahim! Biz, Peygamber'in hayatı döneminde ona tevessül ederek senden yağmur istiyorduk, sen de rahmet yağmurunu bize indiriyordun. Şimdi de Peygamber'in amcasına tevessül ederek senden yağmur istiyoruz. Yağmurunu bizden esirgeme!" Ravi diyor ki: "Bu tewessul ve dua-nın ardından onlara yağmuryağardı."1

3-  Allah'm veli kullarma tevessül etme meselesi o ka-dar yaygmdi ki Islâm'ın ilk yılarındaki Müslümanlar da, şiirlerinde Hz. Peygamber'i kendileriyle Allah arasm-da bir vesile olarak tanıtıyorlardı. Sevad b. Karib, Hz. Peygamber (s.a.a) için bir kaside söylemiş ve kasidesin-de şu beyitlere yer vermiştir:

"Şahadet ederim ki, Allah'tan başka rab yok-tur/ Ve sen, her gizli ve bilinmeyen konuda gü-venilensin.

Yine sen, peygamberler arasmda / Allah'a en yakin vesilesin, ey tertemiz ve saygin insanlann oğlu!"2

1- Sahih-i Buharî, c.2, Kitab'ul-Cum'a, Bab'ul-İstiska, s.27, Mısır

2-  Seyyid Ahmed b. Zeynî Dehlan, ed-Dürer'üs-Seniyye, s.29, Taberanî'den naklen

Tevessül Etmek Şirk Midir?                   37

Hz. Peygamber (s.a.a), Sevad b. Karib'in bu şiirini dinlemiş olduğu hâlde, onu böyle konuşmaktan menet-medi, onu şirk ve bid a tie suçlamadı.

Şafiî de, şu iki beyitte bu hakikate işaret etmektedir:

"Peygamber'in Ehlibeyti, Allah'a doğru yürü-yüşte benim vesilemdir. / Onların yüz suyu hür-metine yarın amel defterimin sağ elime veril-mesini ümit ederim."1

Gerçi Allah'ın veli kullarına tevessül etmenin caiz oluşu hususunda hadislerimiz oldukça çoktur, lâkin bu-rada aktardığımız hadisler ışığında da, Peygamber'in sünneti, ashabın ve büyük Islâm âlimlerinin davranışları açısından tevessül etmenin doğru ve beğenilen bir dav-ranış biçimi olduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu konuda sözü uzatmaya gerek yoktur.

Bu açıklamalarımızla, Allah'ın aziz kullarına tevessül etmeyi şirk ve bidat sayan kimselerin sözlerinin temelsiz olduğu ortaya çıkmıştır.

1- İbn-i Hacer Askalanî, es-Savaik'ul-Muhrika, s.178, Ka-hire basımı

Veli Kullarm Doğum Gününü Kutlamak           39

Soru : 5

ALLAH'IN VELİ KULLARININ DOĞUM GÜNLERİNİ KUTLAMAK, BİDAT VE ŞİRK MİDİR?

Cevap: Allah'm salih kullarimn hatırasına saygı gös-termek ve doğum günleri dolayısıyla merasim düzenle-mek, akıl sahipleri açısından tartışılmayacak kadar açık bir mesele olmakla birlikte, bu konuda her türlü şüp-heyi ortadan kaldirmak için şu işin meşru oluşunun delillerini hep birlikte gözden geçirelim:

1- Merasim Düzenlemek, Sevgi Gösterisidir

Kur'ân-ı Kerim, Müslümanları Hz. Peygamber'e ve Ehlibeyti'ne (hepsine selâm olsun) sevgi beslemeye da-vet etmektedir:

"Ben sizden, risaletime karşılık yakınlarıma sevgi beslemekten başka bir ücret is-temiyorum."1

Şüphesiz, Allah'ın velileri için anma merasimleri dü-zenlemek, insanların onlara olan aşk ve alâkalarının göstergesidir ki, Kur'ân-ı Kerim açısından hiçbir sakınca-sı yoktur.

1- Şûrâ, 23

40                                  Cevaplıyoruz

2- Merasim Düzenlemek, Hz. Peygamber'e Saygı Göstermektir

Kur'ân-ı Kerim, Allah Resulü'ne (s.a.a) yardım etme-nin yanında, ona saygı göstermeyi, onun yüce maka-mından övgüyle bahsetmeyi de, saadet ve kurtuluşun ölçüsü olarak tanıtmaktadır.

"Ona (Peygamber'e) iman eden, ona saygi gösteren, ona yardim eden ve onunla birlikte indirilen nura uyanlar, işte onlar, kurtuluşa eren-lerdir."1

Bu ayet, Allah Resulü'ne (s.a.a) saygı göstermenin Islâm açısından istenen ve beğenilen bir amel olduğunu ve Hz. Peygamber'in değerli hatırasını canlı tutan yüce makammi öven merasimler düzenlemenin Allah'ı hoş-nut ettiğini açıkça ortaya koymaktadır. Zira bu ayette kurtuluşa erenler için dörtsıfat beyan edilmiştir:

a) Hz. Peygamber'e iman etmek:

"Ona (Peygamber'e) iman edenler"

b) Hz. Peygamber'e inen nura uymak:

"Onunla birlikte indirilen nura uyanlar"

c) Hz. Peygamber'e yardim etmek:

"Ona yardim edenler"

d) Hz. Peygamber'in makamına saygı göstermek:

"Ona saygı gösterenler"

Buna göre, Hz. Peygamber'e (s.a.a) saygi ve hürmet göstermek de, ona iman etmek, ona yardim etmek ve emirlerine tâbi olmak gibi gerekli bir iş olup, bu ayetteki "ona saygi gösterenler" ifadesinin gereğini yerine getir-mektir.

1- A'râf, 157

Veli Kullarm Doğum Gününü Kutlamak          41

3- Merasim Düzenlemek, Allah'a Uymaktır

Allah-u Tealâ, Kur'ân-ı Mecid'de Hz. Peygamber'i o-verek şöyle buyuruyor:

"Senin adim ve şanını yüceltmedik mi?"1

Bu ayet-i şerife ışığında, yüce Allah'ın, Hz. Peygam-ber'in admin ve şanının âlemde yücelmesini istediği ve kendisinin de Kur'ân ayetleri aracılığı ile bu işi yaptığı or-taya çıkmaktadır. Biz de, semavî kitabımıza uyarak gör-kemli anma merasimleri düzenleyerek, o kemal ve fazi-let örneğinin yüce makamını övüyor ve bu işimizle âlem-lerin Rabbine uyduğumuzu gösteriyoruz. Açıktır ki, Müs-lümanların bu merasimleri düzenlemekten maksadı, Hz. Peygamber'in (s.a.a) adını yüceltmekten başka bir şey değildir.

4-Vahyin Nazil Oluşu, Gökten BirSofra Inmesinden Daha Önemsiz Değildir

Kur'ân'ı Mecid, Allah'ın peygamberi İsa'nın (a.s) di-linden şöyle aktarmaktadır:

"Meryem oğlu İsa, 'Ey Rabbimiz olan Allah! Bize gökten bir sofra indir ki, bize ve bizden so lira geleceklere bayram ve senden bir ayet (işa-ret) olsun ve bize rızk ver; sen rızk verenlerin en hayırlısısın.' dedi."2

Hz. İsa, Allah'tan kendilerine gökten bir sofra indir-mesini istiyor ki o günü, bay ram olarak kutlasınlar.

Şimdi soruyoruz: Allah'ın peygamberi (İsa), insanın cisminin faydalandığı, gökten inen sofranın indirildiği günü bay ram olarak kutluyorsa, Müslümanların insanla-rın ve toplumların kurtarıcısı Hz. Peygamber'in (s.a.a) doğduğu günü veya kendisine vahiy indiği günü bayram olarak kutlamaları, nasıl şirk ve bidat olabilir?!

1- İnşirâh, 4

2- Mâide, 114

42                                  Cevaplıyoruz

5- Müslümanların Gidişatı

Müslümanlar, eskiden beri Hz. Peygamber'in (s.a.a) hatırasını canlı tutmak amaciyla bu tür merasimleri hep düzenlemişlerdir. Hüseyin b. Muhammed Diyarbekrî, Tarih'ul-Hamîs adlı kitabında şöyle yazar:

"Müslümanlar, eskiden beri Hz. Peygamber'in doğum ayını kutlar, ziyafetler verir, o ayın ge-celerinde sadakalar dağıtır ve sevinç gösterile-rinde bulunurlar. 0 ayda iyiliklerini artırırlar, mevlit okumaya özen gösterirler. Bu ayın rah-met ve bereketini hayatlarında hissederler."1

Bu açıklamayla, Kur'ân ve Müslümanların gidişatı açısından Allah'ın veli kullarının hatırasına merasimler duzenlemenin caiz ve hatta beğenilen bir iş olduğu ve bu işin bidat olduğunu iddia edenlerin sözlerinin hiçbir te-mel ve dayanağı olmadığı ortaya çıkmaktadır. Zira bidat, özel veya genel bir şekilde Kur'ân ve sünnetin caiz gör-mediği iştir. Oysa bu meselenin cevazı, Kur'ân ayetlerin-den ve Müslümanların süregelen gidişatından açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

Kaldı ki, daha önce de söylediğimiz gibi, bu merasimler, sırf Allah'ın salih kullarına saygı göstermek ve onların hatırasını gönüllerde canlı tutmak amaciyla dü-zenlenmekte ve bu vesileyle onların, Rablerine muhtaç birer kul oldukları unutulmamaktadır. Dolayısıyla bu işin, tevhit inancı ile hiçbir çelişkisi yoktur.

Böylece Allah'ın veli kulları hatırasına merasim dü-zenlemeyi şirk sebebi sayan kimselerin sözlerinin te-melsizliği ortaya çıkmaktadır.

1- Hüseyin b. Muhammed b. Hasan Diyarbekrî, Tarih'ul-Hamis, c.l, s.223, Beyrut basımı.

Şefaat                                       43

Soru : 6

SİZİN İNANDIĞINIZ ŞEFAAT NEDİR?

Cevap: Her ne kadar şefaatin sonucu hususunda gö-rüş farklılığı sergileseler de, İslâm fırkalarının hemen hepsi Kur'ân ve hadislere uyarak şefaati İslâm'ın kesin ilkelerinden biri olarak kabul ederler. Şefaatin hakikati, Allah'ın yanında değeri ve saygınlığı olan bir insanın yü-ce Allah'tan bir başka bir insanın günahlarını bağışla-masını veya makammi yukseltmesini istemesidir. Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

"Bana beş şey verildi: .ve bana şefaat veril-di, onu ümmetim için sakladım."1

Şefaatin Sınırlılığı

Kur'ân, mutlak ve kayıtsız şartsız şefaati kabul et-mez. Kur'ân'a göre şefaat, şu kayıtlarla sınırlıdır:

1- Şefaat edecek olan kimse, Allah tarafmdan şefa-at etme yetki ve iznine sahip olmalıdır. Dolayısıyla ancak manevî anlamda Allah'a yakın olmanın yanında, bu iş için Allah tarafmdan izni olan kimseler şefaat edebilirler. Kur'ân-ı Kerim, bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Rahman'in katında bir ahit almış olanlardan başkaları, şefaat yetkisine sahip de-ğildirler."2

1- Müsned-i Ahmed, c.l, s.301; Sahih-i Buharî, c.l, s.91, Mi-sir bas.

2- Meryem, 87

44                                  Cevaplıyoruz

Başka bir ayette ise şöyle buyurmaktadır:

"0 gün Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şe-faati fayda vermez."1

2- Şefaat edilecek kimse, şefaatçi aracılığıyla ilâhî feyzi elde etme liyakatine sahip olmalıdır. Yani Allah Me iman bağı kopmamış, şefaatçi ile manevî bağlantısı ke-silmemiş olmalıdır.

Dolayısıyla Allah ile aralarında iman bağı olmayan kâfirler ile, şefaat edecek kimselerle manevî bağlantısı kesilmiş olan bazı günahkâr Müslümanlar -örneğin na-maz kılmayanlar ve adam öldürenler gibi- şefaate nail olmayacaklardır.

Kur'ân, namaz kılmayan ve yeniden diriliş gününü inkâr eden kimseler hakkında şöyle buyurmaktadır:

"Artık onlara, şefaatçilerin şefaati fayda vermez."-

Kur'ân, zalimler hakkında ise şöyle buyurmaktadır: "Zalimlerin ne içten bir dostu, ne de sözü din-lenecek bir şefaatçisi olur."3

Şefaatin Hikmeti

Şefaat, tıpkı tövbe gibi, sapkınlık ve günah yolunun yarısında günahları terk edip, ardından ömrünün geri ka-lan bölümünü Allah yolunda tüketebilecek kimseler için bir ümit ışığıdır. Çünkü günahkâr bir insan, sınırlı koşul-larda şefaatçinin şefaatine nail olabileceğini hissedecek olursa, bu sınırı korumaya ve daha ileri gitmemeye çalı-şır.

l-Tâhâ,109

2- Müddessir, 48

3- Mü'min, 18

Şefaat                                   45

Şefaatin Sonucu

Müfessirler, şefaatin sonucunun günahların bağış-lanması mi, yoksa derecenin yükselmesi mi olduğu hu-susunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Ancak Hz. Pey-gamber'in (s.a.a), "Kıyamet gün benim şefaatim, ümme-timden büyük günahlar işleyenler içindir."1 şeklindeki sözünü dikkate aldığımızda, birinci görüşün daha ağır bastığını söyleyebiliriz.

1- Sünen-i İbn-i Mace, c.2, s.583; Müsned-i Ahmed, c.3, s.213; Sünen-i Ebî Davud, c.2, s.537; Sünen-i Tirmizî, c.4, s.45

Şefaat Dilemek Şirk Midir?                      47

Soru : 7

GERÇEK ŞEFAATÇİLERDEN ŞEFAAT DİLEMEK ŞİRK MİDİR?

Bu soruyla ilgili açıklama yapılırken şöyle deniyor: Şefaat, tümüyle Allah'a mahsustur. Nitekim Kur'ân-ı Ke-rim, bu hususta şöyle buyurmaktadır:

"De ki: Şefaat, tümüyle Allah'ındır."1

0 hâlde Allah'tan başkasından şefaat dilemek, Al-lah'ın mutlak hakkını kulundan dilemek olur ki böyle bir dilek, gerçekte Allah'tan gayrisine ibadet etmek olup, ibadet boyutundaki tevhide ters düşer.

Cevap: Şüphesiz burada sözü edilen şirkten maksat, yüce Allah'ın zatı veya yaratıcılığı veya tedbiri hususun-daki şirk değildir. Maksat, Allah'a ibadet ve tapınma hu-susundaki şirktir.

Açıktır ki, bu konunun açıklığa kavuşması, ibadet ve tapınmanın dakik bir tanımının yapılmasıyla mümkün-dür. Hepimizin bildiği gibi ibadet, tanımı bize bırakılan bir kavram değildir. Dolayısıyla, bir mahluk karşısında gösterilen her türlü huzuyu veya bir kuldan istenen her türlü dileği, ona ibadet etme olarak algılamamalıyız.

Örneğin Kur'ân-ı Kerim'in de açıkça belirttiği üzere, melekler Adem'e secde etmişlerdir:

1- Zümer, 44

48                                  Cevaplıyoruz

"Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın. İblis'ten başka bütün me-leklersecde etmişlerdi."1

Fakat bu secde, her ne kadar Allah'm emriyle ol-muş-sa da, mahiyet açısından Adem'e ibadet değildir. Aksi tak-dirde Allah bunu emretmezdi.

Veya Hz. Yakub'un oğulları ve hatta bizzat kendisi, de Hz. Yusufa secde etmişlerdir.2

Eğer böyle bir huzu Yusufa ibadet olsaydi, ne ma-sumluk makamma sahip olan Yakup Peygamber bunu yapardi, ne de çocuklarımn bunu yapmalarına rıza gös-terirdi. Kaldı ki, secdeden daha büyük bir huzu örneği de yoktur.

Buna göre, birine karşı huzu göstermek ve birinden bir şey istemek ile birine ibadet etmek kavramlanni bir-birinden ayirmak gerekir. Ibadetin hakikati, insamn bir varlığı ilâh kabul edip ona tapmmasi veya bir varlığı mah-luk kabul etmekle beraber, âlemi idare etmek veya gü-nahları bağışlamak gibi Allah'a özgü bazı işlerin ona bi-rakıldığını sanmaktır. Ama eğer biz, kendisini ilâh say-madığımız ve de Allah'a mahsus işlerin kendisine bıra-kıldığını düşünmediğimiz birisi karşısında huzu gösterip eğilirsek, böyle bir huzu ve eğilme, tıpkı meleklerin Ade-m'in önünde ve Yakub'un oğullarının Yusufun önünde eğilmeleri gibi, saygı göstermekten başka bir şey olma-yacaktır.

Sorulan soruyla ilgili olarak da şunu söylemek gerekir: Şefaat hakkının gerçek şefaatçilere tefviz edildiğini (bırakıldığını) ve bunların hiçbir kayıt ve şart olmaksızın şefaat edebileceklerini ve günahları bağışlama sebebi olabileceklerini düşünecek olursak, böyle bir inanış şirke girer. Zira bu durumda Allah'ın işini, Allah'tan gayrisin-den dilemiş oluruz. Ama eğer Allah'ın temiz kullarından

1-Sâd, 72-73 2- Yûsuf, 100

Şefaat Dilemek Şirk Midir?                      49

bir grubun şefaat makamına malik olmaksızın belli bir çerçevede günahkârlar hakkında şefaat iznine sahip ol-duğunu, en önemli şartının da Allah'ın izni ve rızası ol-duğunu düşünecek olursak, şüphesiz Allah'ın salih bir kulundan böyle bir şefaati talep etmek, onu ilâh sayma-yı gerektirmediği gibi ilâhî işlerin ona tefviz edildiği an-lamına da gelmez. Biz, Hz. Peygamber'in (s.a.a) hayatı döneminde, günahkârların mağfiret dilemek için Hz. Peygamber'in huzuruna geldiğini ve Hz. Peygamber'in onlara şirk isnadında bulunmadığını görmekteyiz. Nite-kim İbn-i Mace, kendi Sünen'inde Hz. Peygamber'in şöy-le bu-yurduğunu nakletmektedir:

"Acaba Rabbimin beni bu ğece hanği iş hu-susunda özğür bıraktığını biliyor musunuz?" Biz (ashap) şöyle arz ettik: "Allah ve Resulü daha iyi bilir." Peygamber şöyle buyurdu: "0, beni üm-metimin yarısının cennete ğirişi ile şefaati kabul hususunda serbest bıraktı. Ben de şefaati tercih ettim." Biz şöyle arz ettik: "Ey Allah'ın Resulü! Allah'tan bizi şefaate lâyık kılmasını dile." Peygamber şöyle buyurdu: "Şefaat, her Müslüman i-çindir."1

Bu hadisten açıkça anlaşıldığı üzere, Hz. Peygamber'in ashabı da ondan şefaat dilemiş ve "Allah'tan bizi şefaate lâyık kılmasını dile." diye arz etmişlerdir.

Kur'ân-ı Kerim de bu konudaşöyle buyurmaktadır: "Onlar, kendilerine zulmettiklerinde, sa-na gelip Allah'tan mağfiret dileselerdi ve Peygamber de onlara mağfiret dileseydi, Allah'ı tövbele-ri kabul eden ve (kullarına) merhamette bulu-nan olarak bulurlardı.2

Başka bir yerde ise Yakub'un oğullarının şöyle dedi-ğini nakletmektedir:

1- Sünen-i İbn-i Mace, c.2, Bab-u Zikr'iş-Şefae, s.586

2- Nisâ, 64

50                                  Cevaplıyoruz

"Oğulları, 'Ey Babamız! Günahlarımızın bağış-lanmasını dile; şüphesiz biz suçlu idik.' dedi-ler."1

Hz. Yakup da onlar için mağfiret dileyeceğini vadetti ve onları asla şirk ile itham etmedi:

"Yakup, 'Rabbimden sizi bağışlamasını di-leyeceğim; şüphesiz o, bağışlayandır, merhamet edendir.1 dedi."2

1- Yûsuf, 97

2- Yûsuf, 98

Allah'tan Gayrisinden Yardım Dilemek           51

Soru : 8

ALLAH'TAN GAYRİSİNDEN YARDIM DİLEMEK ŞİRK MİDİR?

Cevap: Akıl açısından ve vahiy mantığında bütün in-sanlar, hatta evrendeki bütün varlıklar, yaratılış ve orta-ya çıkışlarında Allah'a muhtaç oldukları gibi, etkilerini gösterme hususunda da Allah'a muhtaçtırlar.

Kur'-ân-ı Kerim, bu konudaşöyle buyurmaktadır:

"Ey insanlar! Sizler Allah'a muhtaçsınız; Allah ise müstağnidir, övülmeye lâyık olandır."1

Başka bir yerde ise, başarı ve galibiyetin, âlemlerin Rabbinin tekelinde olduğunu bildirmekte ve şöyle bu-yurmaktadir:

"Başarı ve zafer, ancak güçlü ve hikmet sa-hibi olan Allah katındandır."2

Islâm'ın bu temel ve kesin ilkesi esasmca biz Müs-lümanlar, her namazda şu ayet-i kerimeyi tilâvet etmek-teyiz:

"Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardim dileriz."3

Şimdi yukarıdaki soruya cevap vermek için şöyle di-yoruz:

1- Fâtır, 15 2-ÂI-i İmrân, 126 3- Fâtiha, 5

52                                  Cevaplıyoruz

Allah'tan gayrisinden yardim dilemek, iki şekilde düşünülebilir:

1- Varlığında veya etkinliğinde bağımsız olduğuna ve yardım ulaştırmada Allah'a muhtaç olmadığına inanarak bir insandan veya başka bir mahluktan yardim dilemek.

Şüphesiz, Allah'tan gayrisinden bu şekilde yardım dilemek, şirktir ve Kur'ân-ı Kerim, aşağıdaki ayette bu-nun temelsiz bir inanç olduğunu beyan etmektedir:

"De ki: Eğer Allah size bir kötülük dilese veya bir rahmet istese, O'na karşı kim sizi koruyabi-lir? Onlar, kendilerine Allah'tan başka dost ve yardımcı bulamazlar."1

2-  Kendisinden yardım dilenen insanın veya başka bir mahlukun mahluk olduğuna, Allah'a muhtaç olduğu-na, kendisinden hiçbir etkinliğe sahip olmadığına, sahip olduğu etkinliğin kullarının bazı sorunlarını halletmesi için yüce Allah tarafmdan kendisine verildiğine inanarak ondan yardim dilemek.

Bu tefekkür tarzı esasınca kendisinden yardim dile-diğimiz kimse, bir araç hükmündedir ve yüce Allah onu birtakım ihtiyaçları giderme noktasında vesile kılmıştır. Böyle bir yardim dilemek, gerçekte Allah'tan yardim di-lemektir. Çünkü bu araçları var eden ve onlara başkala-rının ihtiyacını giderme noktasında etki ve güç veren kimse, Allah'tır. Esasen insan türünün hayatı, bu sebep ve araçlardan yardım dileme temeli üzerine kurulmuş-tur. Öyle ki bu araçlardan yardım almaksızın insanın ya-şaması neredeyse imkânsız hâle gelir. Bu noktada eğer onlara Allah'ın yardımının gerçekleşme sebepleri olarak bakar ve hem varlıklarının, hem de etkinliklerinin Allah'tan olduğunu unutmazsak, bu bakış açısıyla onlardan yardim dilemek, hiçbir şekilde tevhit ve Allah'ın birliği inancıyla çelişmez.

1- Ahzâb, 17

Allah'tan Gayrisinden Yardim Dilemek           53

Eğer Allah'a inanan muvahhit bir çiftçi; yer, su, hava ve güneş gibi etkenlerden yardim alarak ekin ekip ürün elde ediyorsa, bu gerçekte onun Allah'tan yardim dile-mesidir. Çünkü bu etkenleri etken yapan, onlara bu ka-biliyeti veren, şüphesiz Allah'tır.

Açıktır ki bu tür yardim dileme, tevhitle ve tek olan Allah'a tapmma inanciyla tarn bir uyum içindedir. Kur'â-n-ı Kerim, bizlere bu tür araclardan (sabir ve namaz gibi) yardim dilemeyi emretmiş ve örneğin şöyle buyur-muştur:

"Sabir ve namazla yardim dileyin."1

Sabir ve direnmek, insanın işi olmakla beraber biz-ler ondan yardim almakia görevli kılınmışız. Bu, demek-tir ki böyle bir yardim dileme, ".ve sadece senden yardim dileriz." ayetinde yardim dilemenin Allah'a özgü kı-lınmış olmasına aykırı düşmektedir.

1- Bakara, 45

Allah'tan Başkasını Çağırmak Şirk Midir?         55

Soru : 9

ALLAH'TAN BAŞKALARINI ÇAĞIRMAK ONLARA İBADETİ VEŞİRKİGEREKTİRİRMİ?

Bu sorunun sorulmasına sebep olan şey, zahirleri itibariyle Allah'tan gayrisini çağırmayı yasaklayan bazı Kur'ân ayetleridir. Şu ayetler gibi:

"Secde yerleri şüphesiz Allah'a aittir, öy-leyse, Allah Me birlikte kimseyi çağırmayın."1

"Allah'ı bırakıp da sana fayda da, zarar da ve-remeyecek şeyleri çağırma."2

Bir grup, bu tür ayetleri bahane ederek öldükten sonra başkalarını çağırmayı, Allah'ın velilerine ve salih kullarına hitap etmeyi şirk ve onlara ibadet olarak kabul etmişlerdir.

Cevap: Bu sorunun cevabının aydınlanması için ön-celikle "dua" ve "ibadet" kavramlarını açıklamalıyız:

Şüphesiz Arap dilinde "dua" kelimesi, seslenmek ve çağırmak; "ibadet" sözcüğü ise, tapmak ve kulluk etmek anlamındadır. Dolayısıyla bu iki kelimeyi eş anlamlı olarak saymak mümkün değildir. Yani, her çağırma ve ses-lenmenin ibadet ve tapınma olduğunu söylemek müm-kün değildir. Zira:

1- Cin, 18

2- Yûnus, 106

56                                  Cevaplıyoruz

1- Kur'ân-ı Kerim, "dua" ve "davet" kelimelerini, ibadet anlamma gelmesi mümkün olmayan yerlerde kul-lanmıştır. Şu örnekte olduğu gibi:

"Nuh dedi ki: Rabbim, doğrusu ben, kav-mimi gece gündüz çağırdım."1

Açıktır ki Nuh Peygamber, "Ben, gece gündüz kav-mime ibadet ettim." demek istememiştir.

Dolayısıyla "davet" ve "ibadet" kelimeleri eş anlamlı sözcükler olmadığına göre, ölen bir peygamberi veya sa-lih bir kulu çağırıp ondan yardım dileyen bir kimsenin, ona ibadet etmiş olacağını söylemek mümkün değildir. Çünkü bilmiş olduğumuz gibi davet ve çağrı, bu işiyle ibadet ve tapınmadan daha genel bir anlam ifade et-mektedir.

2- Allah'tan başkasını çağırmayı yasaklayan ayetle-rin tamamında "dua"dan maksat, mutlak anlamda ça-ğırmak değil, ibadet anlamını içeren özel bir çağrıdır. Çünkü bu ayetlerin tamamı, putlarının küçük ilâhlar ol-duğunu sanan putperestler hakkmda nazil olmuştur.

Putperestler, kendilerini şefaat ve mağfiret gibi hak-ların sahipleri olarak nitelendirdikleri putlar karşısında eğiliyor, onları çağırıyor, onlardan yardım diliyorlardı. On-lar, dünya ve ahiret işleri ile ilgili turn hususlarda bu put-ların bağımsız tasarrufta bulunabileceklerine inanıyor-lardı. Açıktır ki böyle bir bakış açısıyla onları çağırmak, onlara ibadet etmek ve tapınmaktan başka bir anlam ifade etmez. Onların putları çağırmasının ulûhiyet inan-cıyla birlikte olduğunun en açık şahidi, aşağıdaki şu a-yettir:

"Allah'ı bırakıp da taptıkları ilâhlar, ken-dilerine bir fayda vermedi."2

Bu nedenle söz konusu ayetlerin bizim tartışma ko-numuzla hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü bizim tartışma ko-

1- Nûh, 5

2- Hûd, 101

Allah'tan Başkasını Çağırmak Şirk Midir?         57

numuz; bir kulun, kesinlikle ilâh ve rab olarak görmediği, dünya ve ahiret işlerinde tarn yetkili olduğuna ve dilediği gibi tasarruf edebileceğine inanmadığı, sadece ve sade-ce Allah'ın aziz ve değerli bir kulu olduğu için Allah tara-fından risalet ve imamet makamına lâyık görülüp kulları hakkında yapacağı duasının kabul edileceği vaat edilen başka bir kuldan yardım dilemesidir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Onlar, kendilerine zulmettiklerinde, sa-na gelip Allah'tan mağfiret dileselerdi ve Peygam-ber de onlara mağfiret dileseydi, Allah'ı tövbele-ri kabul eden ve (kullarına) merhamette bulu-nan olarak bulurlardı."1

3- Sözü edilen ayetlerin kendisi, çağrıdan maksadın mutlak anlamda hacet dilemek veya bir talepte bulun-mak olmadığının, aksine bir tür ibadet ile birlikte çağrı olduğunun en açık delilidir.

Bu yüzden bir ayette çağrı lafzından hemen sonra ibadet tabiri yer almıştır:

"Rabbiniz, 'Beni çağırın, size icabet edeyim. Böbürlenip de bana ibadet etmekten yüz çevi-renler, alçalmış olarak cehenneme girecekler-dir.1 buyurdu."2

Gördüğünüz gibi ayetin başlangıcında, "Beni çağı-rın." lafzı yer almışken, ayetin devamında, "bana ibadet" lafzı kullanılmıştır. Bu da, söz konusu ayetlerdeki çağrı-dan maksadın, putperestlerin gördükleri varlıklar karşı-sında özel bir yardim dileme ve hacet isteme olduğunu göstermektedir.

Sonuç

Bu üç önemli noktadan şu sonucu çıkarıyoruz: Kur'-ân'ın bu ayetlerdeki temel amacı, putlarını Allah'ın orta-

1 -Nisâ, 64 2- Mü'min, 60

58                                  Cevaplıyoruz

ğı, evrenin müdebbiri veya şefaat sahipleri olarak kabul eden putperestler grupları putlarına yönelik çağrıların-dan sakınmaktır. Çünkü onların putları karşısında eğil-meleri, onlara yalvarıp yakarmaları, onlardan yardım di-lemeleri, şefaat talebinde bulunmaları, ihtiyaçlarının gi-derilmesini istemeleri; onları küçük ilâhlar olarak kabul ettikleri, ilâhî işlerin bir kısmını onların üstlenmiş oldu-ğuna inandıkları, dünya ve ahiret Me ilgili bazı işlerin Allah tarafından onlara bırakılmış olduğunu düşündükleri içindi. Dolayısıyla bu ayetlerin, çağıranın gözünde kulluk makamından bir adım öteye geçmemiş, Allah'ın sevgili ve değerli bir kulunun temiz ruhundan yardim dilemekle ne alâkası vardır?!

Eğer Kur'ân, "Secde yerleri şüphesiz Allah'a aittir; öy-leyse Allah ile birlikte kimseyi çağırmayın."1 diye buyuru-yorsa, bundan maksat, cahiliye Araplarının putlara, gök-sel cisimlere, meleklere veya cinlere tapınmalarını ifade eden çağrılardır. Bu ve benzeri ayetler, bir şeyi veya bir kimseyi ilâh olarak çağırmak Me ilgilidir. Şüphesiz bu tür varlıklardan böyle bir inançla bir şey dilemek, onlara ibadet etmek, onlara tapmak demektir. Ancak bu ayetlerin, kendisine hiçbir şekilde ulûhiyet makamı yakıştı-rılmayan, rububiyet ve tedbir makamı atfedilmeyen, yalnız ve yalnız Allah'ın sevgili ve saygin bir kulu olarak görülen bir şahıstan dua etmesini istemekle ne ilgisi vardır?!

Bazıları, Allah'ın veli kullarını çağırmanın, sadece onların hayatı döneminde caiz olduğunu, vefatlarından sonra ise şirk olduğunu düşünebilirler.

Onlara cevap olarak da şöyle diyoruz:

1- Biz, Kur'ân ayetlerinin açık ifadeleri gereğince diri olan ve şehitlerin üstünde bir ufukta berzahî hayatlarını sürdüren peygamberler ve imamlar gibi Allah'ın sa-lih kullarının temiz ruhlarından yardım dilemekteyiz; topra-ğın altına yatan bedenlerden değil. Onların mezarı ba-

1- Cin, 18

Allah'tan Başkasını Çağırmak Şirk Midir?         59

şında böyle bir istekte bulunmamız ise, bu hâletin bizim-le o mukaddes ruhlar arasında daha çok irtibat sağladığı ve daha çok dikkat etmemize vesile olduğu cihetiyledir. Ayrıca hadislerimiz gereğince bu makamlar, duaların i-cabete erme makamlarıdır.

2- Onların ölü veya diri oluşu, şirk ve tevhidin ölçüsü olamaz. Oysa biz de, şirk ve tevhidin ölçülerini konuş-maktayız; bu duaların ve çağrıların faydalı olup olmadı-ğını değil. Elbette bu çağrıların ve yardım dilemelerin faydalı olup olmadığı konusu da kendi yerinde beyan edilmiş, açıklığa kavuşturulmuştur.

Beda Nedir?                                  61

Soru : 10

BEDA NEDİR VE NEDEN BEDAYA İNANIYORSUNUZ?

Cevap: "Beda"nın Arapça'daki kelime anlami, ortaya çıkmak ve aşikâr olmaktır. Şia âlimlerinin terminoloji-sinde ise, bir insanın beğenilen iyi davranışları netice-sinde kaderinin doğal akışının değişikliği anlamını ifade eder. "Beda" meselesi, Şia mektebinin vahiy mantığın-dan ve aklî incelemeden kaynaklanan yüce öğretilerin-den biridir.

Kur'ân-ı Kerim'e göre insan, kendi kaderi karşısında sürekli eli kolu bağlı değildir. Aksine, kendisi için saadet kapısı her zaman açıktır ve hak yola dönüp salih ameller iş I eye re k kendi hayatimn akışını değiştirebilme gücüne sahiptir. Kur'ân-ı Kerim, bu gerçeği kapsamlı ve kahci bir ilke olarak şöyle beyan etmektedir:

"Bir millet kendini değiştirmedikçe, Allah on-ların durumunu değiştirmez."1

Başka bir yerde ise şöyle buyurmaktadır:

"Eğer kasabaların halki iman etmiş ve bi-ze karşı gelmekten sakınmış olsalardı, yüzlerine gotten ve yerden bolluklann kapilanm açar-dık."2

1- Ra'd, 11

2- A'râf, 96

62                                  Cevaplıyoruz

Hz. Yunus'un (a.s) kaderinin değişmesi hususunda ise şöyle buyurmaktadır:

"Eğer Allah'ı tespih edenlerden olmasaydi, insanlann tekrar diriltileceği güne kadar balığın karnında kalacaktı."1

Son ayetten anlaşıldığı üzere olayın zahiri, Yunus Peygamber'in (a.s) kiyamete kadar o özel hapiste kal-masim gerektirmekteydi. Fakat onun uygun davranışları (yani tespih etmesi), kaderinin akışını değiştirdi ve onu kurtardi.

Bu gerçek, hadislerde de kabul edilmiştir. Hz. Pey-gamber (s.a.a) bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz bir insan günah sebebiyle rızkın-dan mahrum olabilir. Dua etmek dışında da hiçbir şey kaderi değiştiremez. İyilik etmek dı-şında da hiçbirşey, ömrü uzatamaz."2

Bu ve benzeri hadislerden kolayca anlaşıldığı üzere insan, isyan ve günahı sebebiyle nzkmdan mahrum olabilir. Fakat dua gibi salih bir amel, kaderinin akışını de-ğiştirebilir ve iyilik etmek ömrünü uzatabilir.

Sonuç

Kur'ân ayetlerinden ve sünnetten anlaşıldığı üzere, birçok defa doğal sebepler ve işlerinin normal sonuçları açısından insan kendi bildik davranışları çerçevesinde belli bir kadere mahkûm olmakta ve bazen Allah'ın kul-larından biri, örneğin bir peygamber veya imam, ona bu davranış tarzını sürdürdüğü takdirde söz konusu akıbete duçar olacağını haber vermektedir. Ama ani bir dönüşle bu insan, farklı bir tutum içine girmekte ve bu yolla kendi kaderini ve akıbetini değiştirmektedir.

1- Sâffat, 143 ve 144

2- Müsned-i Ahmed, c.5, s.277; Müstedrek-i Hâkim, c.l, s.493. Bunun bir benzeri de, et-Tac'ul-Camiu Li'l-Usul, c.5, s.lll'de yer almıştır.

Be da Nedir?                                  63

Vahiy mantığından, Hz. Peygamber'in sünnetinden ve selim aklın araştırmalarından kaynaklanan bu gerçek, Şia âlimlerî nezdinde "beda" olarak adlandmlmaktadir.

Ayrıca şunu da açıklamak gerekir ki, bu gerçekten "beda" diye söz edilmesi, Şia'ya has bir şey değildir. Eh-lisünnet kitaplarında ve Hz. Peygamber'in sözlerinde de bu tabir göze çarpmaktadır. Örneğin, Hz. Peygamber'in (a.s) aşağıdaki hadisinde "beda" tabirinin kullanıldığını görmekteyiz:

"Aziz ve Celil olan Allah, onlan imtihan etme-yi uygun buldu."1

Bunu hemen hatırlatmalıyız ki, "beda" meselesi, Al-lah'ın ilminin değişmesi anlamında değildir. Çünkü yüce Allah, işin başından beri hem insanların davranışlarının doğal seyrini ve hem de bedaya (bu seyrin değişmesine) sebep olan etkenlerin süreci değiştiren etkisini bilmek-tedir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim, bu gerçeği şu şekilde bize bildirmiştir:

"Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır; Ana Kitap (her şeyin kesinlikle belirlenmiş olduğu Levh-i Mahfuz) da O'nun katındadır."2

Buna göre, yüce Allah'a beda hâsıl olması, önceden kendi nezdinde malum olan bir şeyi bize aşikâr etmesi demektir. Bu yüzden İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle bu-yurmuştur:

"Allah'a ezelî ilminde mevcut olmayan hiçbir şey hakkında beda hâsıl olmamıştır."3

Beda İnancının Hikmeti

Şüphesiz eğer insan, kaderini değiştirme hususunda elinin kolunun bağlı olmadığını hissederse, kendisi için

1-  Celâluddin Mübarek b. Muhamed Cezerî, en-Nihaye fi Gari-b'il-Hadis ve'l-Eser, c.l, s.109

2- Ra'd, 39

3- Usul'ül-Kâfi, c.l, Kitab'ut-Tevhid, Bab'ul-Beda, 9. hadis

64                                  Cevaplıyoruz

daha iyi bir gelecek hazirlamaya, daha üstün bir moral ve daha fazia bir çaba ile hayatını iyileştirmeye çalışır.

Başka bir deyişle: Beda, tıpkı tövbe ve şefaat gibi, insam umitsizlikten ve hayatin soğukluğundan kurtarir, insana sevinç ve neşe pompalar, onu aydmhk bir gelecek hususunda ümitlendirir. Çünkü bu bakış açısı ışığın-da insan, yüce Allah'ın hükmüyle, kaderini değiştirebile-ceğini ve daha iyi bir geleceğe, daha nurlu bir akibete doğru adım atabileceğini bilir.

Din Siyasetten Ayrı Mıdır?                      65

Soru : 11

İSLÂM AÇISINDAN DİN SİYASETTEN AYRI MIDIR?

Cevap: Her şeyden önce siyasetin anlamını açıkla-mak gerekir ki, bu açıklama ışığında din Me siyaset iliş-kisi açıklığı kavuşsun. Burada siyaset kavramı için iki ih-timal söz konusudur:

1-  Amaca ulaşmak için hile yapmak, aldatmak ve mümkün olan her türlü araçtan istifade etmek (amaç aracı meşru kılar) anlammda siyaset.

Açıkça bilindiği üzere bu anlamdaki siyaset, keli-menin gerçek anlamıyla siyaset olmadığı gibi, hile ve al-datmacadan başka bir şey değildir ve din asla böyle bir siyasetle uyuşmaz.

2- Bir toplumu çeşitli alanlarda Islâm'ın gerçek ilke-leri doğrultusunda yönetmek ve işlerini düzene koymak anlammda siyaset.

Bu anlamdaki siyaset, Müslümanların işlerini Kur'-ân ve sünnet ışığında idare etmek olup asla dinden ayrı sayılamaz.

Şimdi dinin bu anlamdaki siyasetten ayrı olmadığı-nın ve devlet teşkilinin gerekliliğinin bazı delillerine ba-kalım:

Dinin siyasetten ayrı olmadığının açık kanıtı, pey-gamberliğinin inişli çıkışlı döneminde Resul-i Ekrem'in (s.a.a) izlediği metottur. Allah Resulü'nün sözlerini ve davranışlarını incelediğimiz zaman Hz. Peygamber'in,

66                                  Cevaplıyoruz

davetinin başlangıcından itibaren Allah'a iman esasına dayalı, İslâm'ın plân ve projelerini hayata geçirebilecek güçlü bir devlet kurmayı amaçladığı gün gibi ortaya çıkmaktadır.

İşte Hz. Peygamber'in (s.a.a) bu yöndeki gayretlerini gösteren bazı karineler:

Hz. Peygamber, Islam Devletinin Kurucusu

1- Allah Resulü (s.a.a), davetini açığa vurmakla gö-revlendirildiği zaman çeşitli yöntemlerle, vereceği mü-cadelenin çekirdek kadrosunu oluşturmaya ve Müslü-man güçleri bir a ray a getirmeye başladı. Bu bağlamda uzaktan veya yakından Kâbe'yi ziyaret etmeye gelen kimselerle görüşerek onları İslâm'a çağırıyordu. Bu ara-da "Akabe" denilen yerde Medine halkından iki grupla görüşüp konuştu. Onlar da, kendisini Medine'ye davet edeceklerine ve savunacaklarına dair Hz. Peygamber'e biat ettiler.1 Böylece Hz. Peygamber'in İslâm devletini kurma cihetindeki ilk siyasî adımları atılmış oldu.

2-  Allah Resulü (s.a.a), Medine'ye hicret ettikten sonra güçlü ve büyük bir ordu kurmaya teşebbüs etti. Bu ordu, Hz. Peygamber'in hayatı döneminde birbirinden farklı seksen iki savaşa katıldı ve kazandığı parlak zafer-lerle İslâm devletinin teşkiline engel olan unsurları İs-lâm'ın yolundan kaldırıp temizledi.

3-  Medine'de İslâm devleti kurulduktan sonra Hz. Peygamber (s.a.a) elçiler ve tarihî mektuplar göndererek dönemin siyasî ve toplumsal güç kutuplarıyla irtibata geçti ve birçok grupların başkanlarıyla iktisadî, siyasî ve askerî anlaşmalar imzaladı.

Tarih, Hz. Peygamber'in İran imparatoru Kisra'ya, Rum padişahı Kayser'e, Mısır sultanı Mukavkıs'a, Habe-şistan padişahı Necaşî'ye ve o dönemdeki diğer yönetici-

1- Siret-u İbn-i Hişam, c.l, s.431, Birinci Akabe bahsi, ikinci baskı, Mısır basımı

Din Siyasetten Ayrı Mıdır?                    67

lere gönderdiği bazı mektupları kaydetmiştir. Bazı araş-tırmacılar, bu mektuplarm çoğunu ayrı bir kitap hâlinde bir araya toplamışlardır.1

4- Allah Resulü, Islâm'ın hedeflerini başarıya ulaş-tırmak ve İslâm devletinin temellerini saglamlastirmak için birçok kabile ve şehre yönetici tayin etmiştir. Buna örnek olarak Hz. Peygamber'in bu konudaki teşebbüsle-rinden birini hatirlatmak istiyoruz:

Peygamber-i Ekrem, Rufaa b. Zeyd'i temsilcisi olarak kendi kavmine gönderdi ve onun için şöyle bir mek-tup yazdi:

"Rahman ve Rahim olan Allah'm adiyla. Bu, Allah'm Resulü Muhammed tarafindan Rufaa b. Zeyd için yazılmış bir mektuptur. Ben onu, ken-dilerini Allah'a ve Peygamber'e davet etmesi için kendi kavmine ve ayn kavimlerden onlara katılanlara gönderiyorum. Kim onun davetini kabul ederse, Allah'm ve Peygamber'inin hiz-binden olur. Ondan yüz çevirenler ise, sadece iki ay güvendedirler."2

Hz. Peygamber'in (s.a.a) bu tür davranış ve teşeb-büsleri göz önünde bulundurulduğunda, onun daha pey-gamberliğinin başlangıcından itibaren güçlü bir İslâm devleti kurma amacında olduğu anlaşılmaktadır. Hz. Pey-gamber (s.a.a), bu devlet sayesinde İslâm'ın evrensel hükümlerini beşerî toplumların hayatlarının tüm boyut-larında hayata geçirmeyi amaçlıyordu.

Etkin kabile ve gruplarla antlaşma imzalamak, güç-lü bir ordu kurmak, farklı ülkelere elçiler göndermek, padişah ve yöneticileri uyarmak, onlara mektuplar yaz-mak, uzak ve yakın şehirlere ve bölgelere valiler tayin etmek ve benzeri uygulamalar, toplum işlerini idare et-me anlamında siyasetten başka bir şey midir?

1-   Muhammed Hamidullah, el-Vesaik'us-Siyasiyye; AM Ahmedî, Mekatib'ur-Resul.

2- Mekatib'ur-Resul, c.l, s.144

68                                  Cevaplıyoruz

Hz. Peygamber'in sireti dışında raşit halifelerin, özel-likle de Şiî-Sünnî bütün Müslümanlar için bağlayıcılığı olan Müminlerin Emiri AM b. Ebî Talib'in (a.s) hilâfet dö-nemlerindeki davranışları da, din ve siyasetin uyumu-na ve ayrılmazlığına tanıklık etmektedir.

Her iki Islâm fırkasının âlimleri de, devlet teşkilinin ve toplum işlerini idare etmenin gerekliliği hususunda Kitap ve sünnetten birçok delil ortaya koymuşlardır. Aşağıda örnek olarak bunlardan bazısına değiniyoruz:

Ebu'l-Hasan Maverdî, el-Ahkâm'us-Sultaniyye adlı ki-tabında şöyle diyor:

"İmamet (devlet başkanlığı), dini korumak ve dünya işlerini düzene koymak amacıyla nübüv-vet makamının halifeliği olarak öngörülen bir kurumdur. Bu nedenle, bu görevi yürütebilecek kimseye, onu üstlenipyürütmek, Müslümanların icmaı ile farzdır."1

Ehlisünnet'in meşhur âlimlerinden olan bu Islam âlimi, bu konuyu ispat için iki delile işaret etmektedir:

1- Aklî delil

2-Şer'îdelil

Aklî delil ile ilgili olarak şöyle yazıyor:

"Zira kendilerini birbirlerine zulmetmekten alı-koyacak, ihtilâf ettiklerinde ihtilâflarına son nok-tayı koyacak bir öndere teslim olmak, akıllı in-sanların tabiatında var olan bir şeydir. Eğer hü-kümdarlar olmasaydı, insanlar dağılır, kargaşa-ya düşer ve güçlerini kaybederlerdi."2

Şer'î delil hususunda ise şöyle diyor:

"Şeriat da, işlerin dinî bir veliye bırakılmasını emretmiştir. Nitekim yüce Allah şöyle buyur-muştur: 'Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberi'ne

1- Maverdî, el-Ahkâm'us-Sultaniyye, bab: 1, s.5, 1. baskı, Mısır

2- age.

Din Siyasetten Ayrı Mıdır?                    69

ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin.' Böyle-ce Allah, emir sahiplerine itaat etmeyi bizlere farz kılmıştır. Onlar, bize hükmeden önderleri-miz ve yöneticilerimizdir."1

Şeyh Seduk, Fazl b. Şazan aracılığıyla Imam AN b. Musa Rıza'dan (a.s) naklettiği uzun bir hadisin zimmnda imam, devlet kurmanm zarureti hakkında çeşitli açık-lamalarda bulunmuştur ki biz, bu açıklamaların bir bö-lümünü aşağıda aktarıyoruz:

"Biz, hiçbir fırka ve milletin yönetici ve baş-kam olmaksizm hayatlanm sürdürebildiğini gö-rememekteyiz. Çünkü her fırka ve milletin, din ve dünya işlerini düzenleyecek bir yöneticiye ih-tiyacı vardır. 0 hâlde hikmet sahibi olan Allah'm, insanları muhtaç olduklan ve mahrum bırakıl-diklan takdirde ayakta duramayacaklan bir ko-nuda kendi başlarına bırakması düşünülemez. Bir yönetici olmalıdır ki insanlar, onun önderli-ğinde düşmanlarıyla savaşsınlar, onun hükmüy-le elde ettikleri ganimetleri bölüşsünler, onun emriyle cuma ve cemaatlerini ikame etsinler, onun otoritesiyle zalimleri mazlumlardan alı-koysunlar."2

Bu kısa yazımızda konuyla ilgili bütün hadisleri açık-lamak, İslâm fakihlerinin fıkhî bakış açısıyla yaptıkları çeşitli çalışmaları aktarıp tahlilini yapmak mümkün de-ğildir. Böyle bir çalışma, başlı başına bir kitap yazmayı gerektirir.

Ayrıca İslâm fıkhını incelediğimizde, dinin kanunla-rının büyük bir bölümünün, güçlü bir devlet olmaksızın hayata geçirilemeyeceği ortaya çıkmaktadır. Örneğin, İs-lâm, bizi cihada, savunmaya, zalimleri cezalandırmaya, mazlumları desteklemeye, şer'î had ve cezaları uygula-maya, geniş bir çerçevede iyiliği emretmeye, kötülükten

1- el-Ahkâm'us-Sultaniyye, bab 1, s.5, birinci baskı, Mısır

2- İlel'uş-Şerayi, bab: 182, hadis: 9, s.253

70                                  Cevaplıyoruz

sakındırmaya, düzenli bir ekonomik sistem geliştirmeye, İslâm toplumunun birliğini sağlamaya davet etmektedir. Şüphesiz bu hedefler, güçlü ve insicamh bir devlet ol-maksızın hayata geçirilemez. Zira mukaddes şeriatı ko-rumak ve Islam sinirlarim savunmak, ancak düzenli bir ordu ile mümkündür. Böyle güçlü bir orduyu oluşturmak da, ancak İslâmî değerler üzere kurulu güçlü bir devletin varlığı ile mümkündür.

Aynı şekilde, farzlan eda etmek ve günahların önü-ne geçmek amaciyla had ve cezalan uygulamak, maz-lumlann hakkim zalimlerden almak vs., güçlü ve uyumlu bir düzen olmaksızın mümkün değildir. Çünkü aksi tak-dirde toplumun büyük bir anarşi ve kargaşanın içine düşmesi kaçınılmaz olur.

Islâm açısından devletin zaruretinin delilleri, bu söy-lediklerimizle sınırlı olmamakla beraber, burada sözü edilen deliller, dinin siyasetten ayrı olmadığını ispatla-manın yanında, nurlu şeriatın değerlerine dayalı, güçlü bir İslâm devleti kurmanın zaruretini ve bütün İslâm top-lumlarının bununla görevli olduğunu da açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Cebrail Hıyanet Etti Mi?                      71

Soru : 12

ACABA ŞİA'YA GÖRE CEBRAİL RİSALETİ ULAŞTIRMADA

HIYANET Mİ ETMİŞTİR VE KUR'ÂN'I ALİ B. EBÎTALİB YERİNE ALLAH RESULÜ'NE Mİ NAZİL BUYURMUŞTUR?!

Cevap: Bazı cahil veya garazlı kimselerin Şia'ya izafe ettiği bu çirkin ithamın temelsizliğini ispat etmeden once, bu sözün kökenini bulmaya çalışalım.

Bu İthamın Kökeni

Kur'ân-ı Kerim'in bazı ayetlerinden ve o ayetlerle ilgi-li nakledilen hadislerden, Yahudilerin Cebrail'in risale-ti tebliğde hıyanet ettiğine inandıkları anlaşılıyor. Yahu-dilere göre güya Allah, Cebrail'e, nübüvveti İsrail'in so-yunda karar kilmasim emretmiş, fakat o, Allah'in emri-nin aksine, onu Jsmail'in soyunda karar kılmıştır.

Bu düşünceyle Yahudiler, Cebrail'i düşman bilmiş-ler1 ve "Emin (Cebrail) hıyanet etti." demişlerdir. Kur'ân, onları eleştirmiş ve sözlerinin doğru olmadığını ispatla-mak için Cebrail'i emin ve güvenilir bir melek olarak ta-nıtmış ve şöyle buyurmuştur:

"Uyaranlardan olasın diye onu Emin Ruh (Cebrail), senin kalbine indirmiştir."2

Başka bir ayette ise şöyle buyurulmuştur:

1- Fahr-ı Râzî, c.l, s.436 ve 437, Mısır basımı, H. 1308. 2-Şuarâ,194

72                                  Cevaplıyoruz

"De ki: Cebrail'e düşman olanlar bilsinler ki o, o Kur'ân'ı Allah'm izniyle senin kal-bine indirmiş-tir."1

Zikredilen ayetlerden ve tefsirlerinden açıkça anla-şıldığı üzere Yahudiler, Cebrail'e bazı sebeplerden dolayı düşman kesilmiş, onu azap meleği olarak adlandırmış ve onu risalet tebliğde hiyanet etmekle itham etmişler-dir.

Buna göre, "Emin (Cebrail) hiyanet etti" sözü, Yahudi milletinin hurafelerinden kaynaklanmıştır. Şia'yı eski bir düşman olarak gören bazı yazarlar da, Yahudilerin bu sözünü tekrarlayarak onu namertçe Şia'ya isnat etmiş-lerdir.

Şia'ya Göre Nübüvvet

Şia, Kitap ve sünnete uyarak ve Hz. Peygamber'in Ehlibeyti'nin apaçık hadisler ışığında, Muhammed b. Ab-dullah'm (s.a.a) sadece hak üzere bir peygamber oldu-ğunu ve Allah'm emriyle evrensel bir risaletle gönderildi-ğini kabul etmekle kalmamakta, onun ilâhî elçilerin so-nuncusu ve en üstünü olduğuna inanmaktadır.

Şia'nın büyük önderi AM b. Ebî Talib (a.s), güzel söz-lerinin birinde bu gerçeğe şöyle tanıklık etmektedir:

"Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yok-tur; tektir, ortağı yoktur. Ve şehadet ederim ki Muhammed, Allah'm kulu ve elçisidir; peygam-berlerin sonuncusu ve bütün âlemleri için Allah'm hüccetidir."2

İmam Cafer Sadık (a.s) da şöyle buyuruyor:

"Aziz ve Celil olan Allah, Araplardan sadece beş peygamber göndermiştir: Hud, Salih, Ismail,

1- Bakara, 97

2- Nehc'üs-Saade, c.l, s.188, Beyrut basımı; el-Kâfi, c.8, s.67, ikinci baskı, H. 1387, Tahran

Cebrail Hıyanet Etti Mi?                        73

Şuayb ve peygamberlerin sonuncusu olan Mu-hammed."1

Bu hadis-i şerif, açık bir şekilde Şia'ya isnat edilen bu çirkin iftirayı çürütmekte ve Muhammed b. Abdullah-'m (s.a.a), Allah'm elçilerinin sonuncusu olduğunu bil-dirmektedir.2

Buna göre, dünyadaki bütün Şiîler, Cebrail'i risaleti tebliğde emin ve doğru kabul etmekte, Muhammed b. Abdullah'in (s.a.a) hak üzere bir peygamber ve Allah'm son elçisi olduğuna, AN b. Ebi Talib'in de onun vasisi ve halifesi olduğuna inanmaktadırlar.

Burada ŞİÎ ve Sünnî Müslümanların üzerinde ittifak edip, kendi muteber kitaplarında naklettikleri aşağıdaki hadisi gözden geçirmemizin uygun olacağını düşünüyo-ruz. "Menzilet Hadisi" diye meşhur olan bu hadiste Hz. Peygamber (s.a.a), risaletinin son risalet olduğunu be-yan ettikten sonra Ali'yi (a.s) kendi vasisi ve halifesi ola-raktanıtmaktadır.

Allah Resulü (s.a.a), AN b. Ebî Talib'e (a.s) şöyle bu-yurmuştur:

"Bana göre Musa'nin Harun'u yerinde olmak-tan (yani nasil ki Harun Musa'nin vasisi ve halifesi idiyse, sen de benim vasim ve halifem ol-maktan) hoşlanmaz mısın? Sadece benden sonra pey-gamberyoktur."3

1- Bihar'ul-Envar, c.ll, s.42, ikinci baskı, Beyrut, H. 1403

2-  Şia açısından Hz. Peygamber'in risaletinin son risalet olduğunu beyan eden sayısız hadisler hakkmda daha fazla bilgi edinmek için Üstat Cafer Sübhanî'nin "Mefahim'ul-Kur'ân" adlı eserine müracaat ediniz.

3-  Bu hadis, sayısız birçok kaynakta yer almıştır. Onlar-dan bazısına işaret edelim: (1) Sahih-i Buharî, c.6, s.3, Bab-u Gazve-i Tebuk, Mısır basimi. (2) Sahih-i Muslim, c.7, s.120, Bab-u Fezail-i AM (a.s), Mısır basimi. (3) Sünen-i İbn-i Mace, c.l, s.55, Bab-u Fezail-i Asha-b'in-Nebî, birinci baskı, Mısır. (4) Müstedrek-i Hâkim, c.3, s.109, Beyrut basimi. (5) Müsned-i

74                                  Cevaplıyoruz

Şiîsiyle, Sünnîsiyle bütün büyük İslâm muhaddisle-rinin senet açısından itimat ettiği bu hadis, Şia'nın aşa-ğıdaki iki husustaki sözünün doğruluğunun apaçık bir kanıtıdır:

1-  Muhammed b. Abdullah (s.a.a), ilâhî elçilerin en yücesi ve sonuncusudur. Allah'ın emriyle ebedî ve evren-sel bir risaletle gönderilmiştir ve ondan sonra peygam-ber gelmeyecektir.

2- AN b. Ebî Talib (a.s), Allah Resulü'nün (s.a.a) vasisi ve kendisinden sonra Muslumanlarm halifesidir.

Ahmed, c.l, s.170, 177, 179, 182, 184, 185 ve c.3, s.32 (6) Sahih-i Tirmizî, c.5, s.21, Bab-u Meakib-i AM b. Ebî Talib (a.s), Beyrut basimi. (7) Menakıb-i İbn-i Meğazilî, s.27, Beyrut basi-mi, h: 1403. (8) Bihar'ul-Envar, c.37, s.254, ikinci baski, Beyrut, h: 1403. (9) Saduk, Mean'il-Ahbar, s.74, Beyrut basimi, h: 1399. (10) Kenz'ül-Fevaid, c.2, s.168, Beyrut basimi, h: 1405

Kur'ân Tahrif Edilmiş Midir?                    75

Soru : 13

ŞİA, KUR'ÂN'IN TAHRİF EDİLDİĞİNE İNANIYOR MU?

Cevap: Tanınmış Şia âlimleri, kutsal kitabımız Kur-ân-ı Kerim'in hiçbir tahrife uğramadığına ve bugün eli-mizde bulunan Kur'ân'ın Hz. Peygamber'e nazil olan se-mavî kitabın aynısı olduğuna ve onda hiçbir eksiklik ve fazlalığın bulunmadığına inanırlar. Bu sözün açıklığa ka-vuşması için bu konuda birkaç kanıta işaret etmek is-tiyoruz:

1- Âlemlerin Rabbi, Müslümanların semavî kitabını korumayı vadetmiş ve şöyle buyurmuştur:

"Kar'ân'ı biz indirdik ve onu biz koruya-cağız."1

Açıktır ki Şiîler, düşünce ve davranışlarında Kur'ân'ı esas aldıklarına göre, bu ayet-i şerifeyi gözden kaçır-mamış ve onun Allah tarafından korunacağı yönündeki mesajına iman etmişlerdir.

2- Sürekli Hz. Peygamber (s.a.a) Me birlikte bulunan ve vahiy katiplerinden biri olan Şiîlerin büyük önderi İmam AN (a.s), çeşitli münasebetlerde insanları bu Kur-ân'a davet etmiştir. Aşağıda onun bu konudaki sözlerin-den bir bölümünü aktarıyoruz:

"Bilin ki bu Kur'ân, aldatmayan bir öğüt verici ve saptırmayan biryol göstericidir."2

1- Hicr, 9

2- Nehc'ül-Belâğa, Subhi Salih, 176. hutbe

76                                  Cevaplıyoruz

"Yüce Allah, hiç kimseye Kur'ân gibisiyle öğüt vermemiştir. 0, Allah'ın sağlam ipi ve apaçık se-bebidir."1

"Sonra, ona (Peygamber'e) ışıkları sönmeyen bir nur, parıltısı tükenmeyen bir ışık olan Kur'-ân'ı indirdi. 0 (Kur'ân), izcisinin sapmayacağı bir yol. kanıtı sönmeyen bir furkan (hak ile batılı ayıran)dır."2

Şiîlerin büyük önderinin bu yüce sözlerinden anlaşıl-dığı üzere Kur'ân-ı Kerim, sonsuza kadar nur saçan bir meşale olarak takipçilerinin yolunu aydınlatmaya de-vam edecek, bu meşalenin sönmesine veya insanların sap-masına yol açacak hiçbir değişikliğe uğramayacak-tır.

3-Şia âlimlerî, Hz. Peygamber'in (s.a.a) şöyle buyur-duğu hakkında görüş birliği içindedirler:

"Ben, sizlerin arasında iki değerli emanet bı-rakıyorum. Birisi, Allah'ın kitabı Kur'ân; diğeri de, Ehlibeytim ve itretimdir. Bu ikisine sarıldığı-nız müddetçe asla sapmazsınız."

Bu hadis, hem Şia, hem de Ehlisünnet kanalıyla ak-tarılan mütevatir hadislerden biridir. Bu hadisin beya-nından da anlaşıldığı üzere, Şia'ya göre Allah'ın kitabı Kur'ân, asla değişikliğe uğramayacaktır. Çünkü Kur'ân-'ın tahrife uğramış olması durumunda, ona sarılmak, hi-dayetin gerçekleşmesine ve sapıklığın ortadan kalkma-sına sebep olmaz. Böyle bir sonuç ise, bu mütevatir hadisin açık ve net ifadesiyle bağdaşmaz.

4- Bütün fakihlerimizin ve bilginlerimizin naklettiği Şia İmamları'nın hadislerinde şu gerçek açık bir şekilde dile getirilmiştir ki Kur'ân, hak ve batılı ayırt ve teşhis etme ölçüsüdür. Şöyle ki her sözü, hatta hadis adı altın-da bize ulaşan sözleri de Kur'ân'a sunmalıyız. Eğer bu

1- Nehc'ül-Belâğa, Subhi Salih, 176. hutbe

2- Nehc'ül-Belâğa, Subhi Salih, 198. hutbe

Kur'ân Tahrif Edilmiş Midir?                  77

sözler, ayetler ile uyum içindelerse, hak ve doğrudurlar, aksi takdirde batıl ve yanlıştırlar.

Şia'nın fıkıh ve hadis kitaplarında bu konuda olduk-ça çok hadis vardır ki biz, onlardan sadece birine değini-yoruz:

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Kur'ân ile uyumlu olmayan her söz, batıl ve yanlıştır."1

Bu hadislerden de Kur'ân'ın en ufak bir değişime uğramamış olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bu yüzden bu mukaddes kitap ilelebet hak ve batılı ayırt etme öl-çüsü olarak kalacaktır.

5- Bütün zamanlarda İslâm kültürünün öncüleri olan büyük Şia âlimleri, Kur'ân-ı Kerim'in asla değişikliğe uğ-ramadığı gerçeğini açıkça ifade etmişlerdir. Bu büyük şahsiyetlerin tümünü zikretmek zor olsa da, örnek olarak onlardan birkaçına değinmek istiyoruz:

1- "Saduk" diye meşhur olan Ebu Cafer Muhammed b. AM b. Hüseyin Babeveyh el-Kummî (Ö: H. 381) şöyle diyor:

"Bizim Kur'ân hakkındaki görüşümüz şudur: Kur'ân, Allah'ın sözü ve vahyidir. 0, batılın asla sızamadığı bir kitaptır. Hikmet ve ilim sahibi Allah tarafından nazil olmuştur. Allah, onun indiri-cisi ve koruyucusudur."2

2- "Alem'ul-Huda" diye meşhur olan Seyyid Murtaza AM b. Hüseyin el-Musevî el-Alevî (Ö: H. 436) şöyle yazıyor:

"Hz. Peygamber'in ashabından Abdullah b. Mes-'ud, Übey b. Kâ'b ve başkaları, defalarca bü-tün Kur'ân'ı baştan sona Hz. Peygamber'e oku-muşlardır. Bütün bunlar, Kur'ân'ın Peygamber'in za-mamnda eksiksiz olarak ve düzenli bir şekil-

1-  Usul'ül-Kâfi, c.l, Kitab-u Fazli'l-İlim, Bab'ul-Ahzi Bi's-Sünneti ve Şevahid'il-Kitab, 4. hadis.

2- el-İtikadat, s.93

78                                  Cevaplıyoruz

de bir araya toplanmış olduğunu göstermekte-dir."1

3-  "Şeyh'ut-Taife" diye meşhur olan Ebu Cafer Mu-hammed b. Hasan et-Tusî (Ö: H. 460) şöyle diyor:

"Kur'ân'a eklemeler yapıldığı veya onda bazi eksiklikler olduğu iddiası ise, bu kit aba asla ya-kışmayan bir iddiadır. Zira bütün Müslümanlar, Kur'ân'da hiçbir fazlalık olmadığı hususunda gö-rüş birliği içindedirler. Kur'ân'ın eksikliği husu-suna gelince, Müslümanların ağır basan görüş-leri bunun tersidir. Kur'ân'da hiçbir eksiklik ol-madığı görüşü, bizim mezhebimize daha çok yakışmaktadır. Nitekim Seyyid Murtaza bu görü-şü ka-bul etmiş ve desteklemiştir. Hadislerimi-zin zahirinden de bu gerçek anlaşılmaktadır. Sadece insanların çok az bir grup, Şia ve Ehli-sünnet yoluyla nakledilen ve Kur'ân'da bazı eksiklikler olduğu veya bazı ayet ve surelerin yerle-rinin değiştirildiğini ifade eden bazı rivayetlere işaret etmişlerdir. Ne var ki, bu rivayetler, haber-i vahit türünden rivayetlerdir ki, ilim/yakin, ke-sin bilgi ifade etmezler ve böyle bir konuda on-lara göre amel etmek doğru değildir. Dolayısıyla da bu rivayetlerden yüz çevirmek daha iyidir."2

4-  "Mecmau'l-Beyan" adlı tefsirin sahibi Ebu Ali Ta-bersî şöyle yazıyor:

"Kur'ân'ın fazlalığı hakkında bütün İslâm üm-meti, bu görüşün temelsizliği noktasında ortak görüşe sahiptir. Kur'ân'ın bazı ayetlerinin eksil-diği hususunda ise, ashabımızdan bir grup ve Ehlisünnet'in Haşviyye fırkasından bir grup, bazi

1-   Mecmau'l-Beyan c.l, s.10, Seyyid Murtaza'nın "el-Mesail'it-Trablusiyyat" adlı eserindeki cevaptan naklen

2- et-Tibyan, c.l, s.3

Kur'ân Tahrif Edilmiş Midir?                  79

rivayetler nakletmişlerdir. Ama mezhebimizce kabul edilen doğru görüş, bunun tersidir."1

5- "Seyyid İbn-i Tavus" diye meşhur olan Ali b. Tavus el-Hillî(Ö:H.664)şöylediyor:

"Şia'nın görüşü, Kur'ân'da hiçbir değişimin ol-madığıdır."2

6- Şeyh Zeynüddin Amilî (Ö: H. 877) "Kur'ân'ı biz in-dirdikve onu biz koruyacağız." ayetinin tefsirinde şöyle di-yor:

"Yani biz Kur'ân'ı her türlü değişiklikten ve fazlalıktan koruruz."3

7-  "İhkak'ul-Hak" adlı eserin sahibi Kadi Seyyid Nu-ruddin Tüsterî (Ö: H. 1019) şöyle yazıyor:

"İmamiyye Şiası'na atfen Kur'ân'ın değiştiği yö-nünde ileri sürülen görüş, bütün Şiîlerin kabul ettiği bir görüş değildir. Onlardan çok az bir grup bu görüşe sahiptirler ki, Şiîler arasında onlara i-tibar edilmez."4

8- "Bahauddin Amulî" diye meşhur olan Muhammed b. Hüseyin (Ö: H. 1030) şöyle diyor:

"Sahih olan görüş, Kur'ân-ı Azim'in her türlü fazlalıktan ve eksiklikten korunmuş olduğudur. Bazılarının, Müminlerin Emiri Hz. Ali'nin adının Kur'ân'dan çıkarıldığı yönündeki iddiaları, âlim-lertarafından kabul görmemiştir. Tarih ve hadis-leri araştıran kimseler, mütevatir hadisler gere-gin ce sahabeden binlerce insanın nakli esasın-ca, Kur'ân'ın sabit ve sağlam olduğunu ve Kur'-

1- Mecmau'l-Beyan, c.l, s.10

2- Sa'du's-Suud, s.144

3- İzhar'ul-Hak, c.2, s.130

4- Âlâu'r-Rahman, s.25

80                                  Cevaplıyoruz

ân'ın tümünün Hz. Peygamber'in zamanında bir a ray a toplatıldığını bilirler."1

9-  "el-Vafî" adlı eserin sahibi Feyz-i Kaşanî (Ö: H. 1091), Kur'ân'ın değişikliğe uğramadığına delâlet eden, "Kur'ân'ı biz indirdik ve onu biz koruyacağız." gibi ayetleri zikrettikten sonra şöyle diyor:

"Bu durumda, Kur'ân'ın tahrif edilmesi veya değiştirilmesi nasıl mümkün olabilir?! Kaldı ki, Kur'ân'ın tahrif edildiğini bildiren rivayetler, Al-lah'ın Kitabı'na aykırıdır. 0 hâlde bu rivayetlerin temelsiz olduğunu kabul etmek gerekir."2

10- Şeyh Hürr-i Amilî (Ö: H. 1104) şöyle diyor:

"Tarihi ve hadisleri araştıran bir insan, Kur'-ân'ın, binlerce sahabînin mütevatir nakli ile sa-bit ve sağlam olduğunu ve Hz. Peygamber'in zamanında toplanıp düzene koyulduğunu çok iyi bilir."3

11-  Değerli araştırmacı Kaşiful-Gıta, ünlü eseri "Keş-fu'l-Gıta'da" şöyle diyor:

"Hiç şüphesiz, Kur'ân, Allah'ın koruması sa-yesinde her türlü eksiklikten (ve değişiklikten) korunmuştur. Kur'ân'ın açık ayeti ve turn asır-lardaki âlimlerin ittifakı, buna tanıklık etmekte-dir. Az bir grubun muhalefetine ise itibar etme-mek gerekir."

12-  Iran Islâm Inkılâbı'nın rehberi Hz. Ayetullah'il-Uzma İmam Humeynî de bu konuda şöyle diyor:

"Müslümanların Kur'ân'ın yazılması, kaydedil-mesi, bir a ray a toplanması, korunması ve tilâvet edilmesi hususundaki ihtimam ve titizliklerini bilen herkes, Kur'ân'ın tahrif edildiği zannının temelsizliğine kanaat getirerek böyle bir şeyin

1- Âlâu'r-Rahman, s.25

2- Tefsir-i Safi, c.l, s.51

3- Âlâu'r-Rahman, s.25

Kur'ân Tahrif Edilmiş Midir?                  81

mümkün olmadığını teslim eder. Bu konuda nakledilen rivayetlere gelince; bu rivayetlerin bir kısmı, delil olarak sunulamayacak kadar zayıf; bir kısmı, uydurulmuş oldukları belli olan mec'ul (mevzu) hadisler; bir kısmı ise, Kur'ân'ın tevili ve tefsiriyle ilgili açıklamalardır. Bir kısmı da, açık-lamaları kapsamlı bir kitap yazmayı gerektiren türlerden hadislerdir. Eğer konudan uzaklaşaca-ğımız korkusu olmasaydı, Kur'ân'ın tarihini ve asırlar boyunca geçirdiği aşamaları açıklar, eli-mizde olan bu semavî kitabın, Allah'ın indirdiği Kur'ân-ı Kerim olduğunu ve Kur'ân karileri ara-sında ki görüş farklıklarının Cebrail-i Emin'in Hz. Peygamber'in temiz kalbine indirdiği ile uzaktan yakından ilgisi olmayan yeni bir olay olduğunu açıklığa kavuştururduk."1

Sonuç

Şiîsiyle, Sünnîsiyle Müslümanların tamamına yakın büyük çoğunluğu, elimizdeki bu semavî kitabın Hz. Pey-gamber'e nazil olan Kur'ân'ın aynısı olduğu ve her türlü tahrif, değişiklik, ekleme ve azalmadan korunmuş oldu-ğu noktasında hemfikirdirler.

Bu açıklamalarla, Şia'nın Kur'ân'ın tahrif edildiğine inandığı yönündeki iddianın temelsiz bir iftira olduğu or-taya çıkmaktadır. Eğer bu konuda birtakım zayıf hadisle-rin nakledilmesinin bu ithama sebep olduğu söylenecek olursa, buna cevap olarak deriz ki: Bu tür riva-yetlerin nakledilmesi, Şia'dan az bir gruba mahsus değildir. Bi-lâkis, Ehlisünnet müfessirlerinden bir grup da bu tür za-yıf rivayetleri nakletmişlerdir. Örnek olarak onlardan bir kaçına işaret ediyoruz:

1- Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensarî el-Kurtubî, kendi tefsirinde Ebu Bekir el-Enbazî aracılığıyla

1- Üstat Cafer Subhanî, Tehzib'ul-Usul, Takrirat-u Durus'il-İmam el-Humeynî, c.2, s.96.

82                                  Cevaplıyoruz

Übey b. Kâ'b'dan, (73 ayetlik) Ahzâb Suresi'nin Hz. Pey-gamber zamamnda (286 ayetlik) Bakara Suresi mikta-rında olduğunu ve recm ayetinin de bu surede yer aldi-ğını rivayet eder.1 (Şu anda Ahzâb Suresi'nde böyle bir ayet mevcut değildir.)

Aynı kitapta Aişe'den şöyle dediği nakledilir:

"Ahzâb Suresi, Peygamber zamamnda 200 ayet idi, ama mushaf yazıldığı zaman, şu anda mevcut olandan başkası bulunmadı."2

2- "el-ltkan" adlı kitabın sahibinin naklettiğine göre, Übeyy'in mushafında surelerin sayısı 116 tane imiş ve bu mushafta Hafd ve Hal' admda iki sure daha varmış.3

Oysa hepimizin bildiği gibi Kur'an'm 114 suresi var-dir ve sözü edilen o iki sure Kur'ân'da yoktur.

3-   Hibbetullah b. Selâme, "en-Nâsıh ve'l-Mensuh" adlı kitabında sahabî Enes b. Malik'ten şöyle dediğini nakleder:

"Peygamber zamamnda Tevbe Suresi kadar o-lan bir sure okuyorduk ve ben o surenin sade-ce bir ayetini ezberlemiştim, o da şudur: Eğer Âdemoğluna iki vadi dolusu a It in verilecek olsa, şüphesiz üçüncüsünü de ister. Eğer ona üçüncü-sü verilecek olsa, dördüncüsünü de ister. Âde-moğlunun karnını ancak toprak doldurur ve Allah tövbe eden kimsenin tövbesini kabul eder."

Oysa Kur'ân'da ne böyle bir ayet var, ne de bu söz, Kur'an'm üstün belâgatı ve üslûbuna uymaktadır.

4-  Celâleddin Suyutî, ed-Dürr'ül-Mensûr adlı tefsirin-de Ömer b. Hattab'dan, Ahzâb Suresi'nin, Bakara Suresi

1- Tefsir-i Kurtubî, c.14, s.113; Ahzâb Suresi'nin tefsirinin başlangıcında

2- Tefsir-i Kurtubî, c.14, s.113, Ahzâb Suresi'nin tefsirinin başlangıcında

3- el-İtkan, c.l, s.67

Kur'ân Tahrif Edilmiş Midir?                  83

miktarında olduğunu ve recm ayetinin de onda yer aldı-ğını rivayet eder.1

Görüldüğü gibi, Şiîlerden olduğu gibi Sünnîlerden de az bir grup, Kur'ân'ın değiştiğine ilişkin birtakım zayıf ve temelsiz rivayetler nakletmişlerdir. Ancak bu zayıf riva-yetler, Şiîlerin de, Sünnîlerin de çoğunluğu tarafından kabul görmemiştir. Çünkü Kur'ân'ın açık ayetleri, çok sayıda sahih ve mütevatir hadisler, binlerce sahabî-nin icmaı ve dünya Müslümanlarının ittifakı, Kur'ân-ı Ke-rim'de hiçbir şekilde tahrif, değişiklik, fazlalık ve eksiklik meydana gelmediğini net ve açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

1- ed-Dürr'ül-Mensûr, c.5, s.180, Ahzâb Suresi'nin tefsiri-nin başlangıcında

Hilâfetin Tayin İle Oluşu                        85

Soru : 14

NEDEN ŞİA, HİLÂFETİN TAYİN İLE OLDUĞUNA İNANIR?

Cevap: Açıktır ki mukaddes İslâm dini, evrensel ve ebedî bir dindir. Hz. Peygamber hayatta olduğu müddet-çe halkı idare etme, toplumu yönetme makamı onun yetkilerinden idi. Hz. Peygamber vefat ettikten sonra ise bu makam, ümmetin en lâyıkferdine bırakılmalıdır.

Hz. Peygamber'den (s.a.a) sonra toplumun liderliği makamının tayin (Allah'ın emri ve Hz. Peygamber'in bil-dirmesi) ile mi, yoksa seçilme ile mi belirleneceği husu-sunda iki görüş vardır: Şiîler, önderlik makamının ilâhî tayin ile belirlenen bir makam olduğuna, dolayısıyla da Hz. Peygamber'in halifesinin bizzat Allah tarafından tayin edilmesi gerektiğine inanmaktadırlar. Ehlisünnet ise, bu makamda oturacak kişinin seçimle belirleneceğine, dolayısıyla da Hz. Peygamber'den sonra ümmetin ülke işlerini idare etmek için birini seçmesi gerektiğine inanmaktadır.

Sosyolojik Değerlendirmeler, Hilâfet Makamının Tayin lie Olduğuna Şahittir

Şia âlimleri, hilâfet makamının tayin ile olması ge-rektiği hakkında kendi itikadî kitaplarında birçok delil beyan etmişlerdir. Fakat biz burada, konuya bir de şu açıdan yaklaşmak istiyoruz: Bize göre, risalet asrında

86                                  Cevaplıyoruz

dünyaya hâkim olan şartların tahlili, Şia'nın inancının doğruluğunu ortaya koymaktadır. Risalet asrında İslâm-'ın izleyeceği iç ve dış siyasetin doğru bir analizi, Hz. Peygamber'in halifesinin Allah'ın emriyle Peygamber ta-rafından seçilmesini gerektiriyordu. Zira İslâm toplumu, sürekli olarak bir şer üçgeni (Roma Imparatorluğu, İran Şahlığı ve Münafıklar) tarafından tehdit edilmekteydi. Böyle bir durumda ümmetin maslahatı Hz. Peygamber'in siyasî bir önder tayin ederek bütün ümmeti dış düş-manlar karşısında bir safta toplamasını, düşmanın Islam toplumuna nüfuz edip sulta kurmasmm zeminini or-tadan kaldırmasını gerektiriyordu.

Bu Konunun Beyam

Bu tehlikeli üçgenin bir kenanm Roma Imparatorlu-ğu teşkil ediyordu. Arap Yarimadasi'mn kuzeyinde yer alan bu büyük güç, sürekli Peygamber'in kafasını meş-gul etmişti ve Hz. Peygamber hayatimn son anma kadar Rumlardan yana büyük bir endişe içerisinde olmuştur.

Müslümanların Hıristiyan Rum ordusuyla ilk askerî karşılaşması, H. 8. yılda Filistin topraklarında gerçekleş-ti. Bu karşılaşma, Cafer-i Tayyar, Zeyd b. Harise ve Abdullah b. Revaha'nın öldürülmesi ve İslâm ordusunun acı yenilgisiyle son buldu.

İslâm ordusunun küfür ordusu karşısında geri çe-kilmesi, Kayser ordusunun küstahlaşmasına sebep ol-muş ve her an İslâm merkezine saldirmasi bekleniyordu. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.a), H. 9. yılda büyük bir orduyla Şam sinirlanna doğru hareket etti. Hz. Peygamber, Rum ordusuyla aralarmda çıkabilecek çatışmada Islam ordusuna bizzat komuta etmek istiyordu. Bu baştan sona zahmet ve sıkıntı dolu seferde Islam ordusu eski haysiyetini tekrar elde edebilmiş ve siyasî hayatını yeni-leyebilmişti. Bu nispî zafer, Hz. Peygamber'i ikna etme-mişti. Bu yüzden, hastalanmadan birkaç gün once Islam

Hilâfetin Tayin İle Oluşu                     87

ordusunu Üsame komutasında Şam sınırlarına ka-dar gidip Rumlara göz dağı vermekle görevlendirdi.

Bu üçgeninin ikinci kenarını ise, Iran Şahlığı oluştu-ruyordu. İran Şahı Hüsrev Perviz, Hz. Peygamber'in ken-disine mektup göndererek kendisini İslâm'a davet et-mesini içine sindirememiş ve kızgınlığının şiddetinden Hz. Peygamber'in mektubunu yırtmış, elçisini aşağılaya-rak dışarı attırmış ve Yemen valisine, Hz. Peygamber'i yakalamasını, karşı koyduğu takdirde ise öldürmesini yazmıştı.

İran Şahı Hüsrev Perviz, Allah Resulü'nün (s.a.a) zamanında öldü ise de, uzun bir süre Iran'ın sömürgesi olan Yemen bölgesinin İslâm sayesinde bağımsızlığına kavuşması, Iran şahlarımn kolaylıkla kabullenebilecek-leri bir şey değildi. Büyük bir güç olmanın getirdiği gurur ve tekebbür ruhu, İranlı siyasîlerin bu yeni ortaya çıkan güce (İslâm gücüne) tahammül etmelerine müsaade etmiyordu.

Üçüncü tehlike ise, münafıkların tehlikesiydi. Bun-la r, sürekli düşmanın beşinci kolu olarak Müslümanlar arasında bölücülük yapmak ve kötülük çıkarmakla meşgul idiler. Hatta Hz. Peygamber'in canına bile kas-tetmiş ve onu Tebûk'ten Medine'ye dönerken öldürmek istemişlerdi. Bunlar, Allah Resulü'nü öldürürlerse, İslâm hareketinin sona ereceğini düşünüyorlardı.1

Münafıkların yıkıcı gücü, Kur'ân'ın Âl-i Imran, Nisâ, Mâide, Enfâl, Tevbe, Ankebût, Ahzâb, Muhammed, Fetih, Mücâdele, Hadîd, Münâfıkûn ve Haşr surelerinde zikredi-lecek kadar büyüktü.2

Islâm'a pusu kuran böylesine güçlü bir düşman kar-şısında İslâm Peygamberi'nin bu yeni kurulmuş İslâm toplumu için dinî ve siyasî bir önder tanıtmaması doğru olur muydu?!

1- Tûr, 30

2- Üstat Cafer Subhanî'nin Furuğ-i Ebediyet adlı eserinden iktibas edilmiştir.

88                                  Cevaplıyoruz

Sosyolojik değerlendirmeler, Hz. Peygamber'in Müs-lümanlar için bir önder ve lider tayin ederek kendisinden sonra her türlü ihtilâfı ortadan kaldırmasını, sağlam ve temelli bir savunma hattı oluşturarak Islâm toplumunu sigortalamasını gerektiriyordu. Çünkü ancak bu şekilde Hz. Peygamber'den sonra çıkabilecek her türlü kötü ve tatsız olaylara engel olunabilir, her grubun, "Emir bizden olmalıdır." demesinin önüne geçilebilirdi.

Bu sosyal realiteler, bize, Hz. Peygamber'den sonra önderlik makamının tayin yoluyla olması gerektiği görü-şünün daha gerçekçi ve doğru olduğunu göstermektedir.

Allah Resulü'nün Kendisinden Sonraki Lideri Tayin Ettiğinin Kanıtları

Bu toplumsal şartlar doğrultusunda ve başka açılar-dan Allah Resulü (s.a.a.), peygamberliğin ilk günlerinden ömrünün son günlerine kadar her firsatta hilâfet konu-sunu gündeme getirmiş ve kendisinden sonraki halifesi-ni, hem peygamberliğin başlangıcında -akrabalarına peygamberliğini ilân etme münasebetiyle düzenlediği merasimde-, hem de ömrünün son günlerinde -Veda Haccı'ndan dönerken Gadir-i Hum'da-ve hayatı boyunca çeşitli münasebetlerde tayin etmiş, tanıtmıştır. Biz, On Altıncı Soru'ya verdiğimiz cevapta, Peygamberimizin bu konudaki üç önemli ve açık sözünü, belgeleri ve kaynak-larıyla birlikte aktarmışız.

İslâm güneşinin doğduğu yıllardaki toplumsal şart-lar göz önünde bulundurularak Hz. Peygamber'in Mü-minlerin Emiri Ali'yi kendi halifesi olarak tayin ettiğini bildiren sözlerine müracaat edildiğinde, hilâfet maka-mının ilâhî tayin ile olmasının zorunlu ve kaçınılmaz ol-duğu görülecektir.

İmametin Risaletten Üstün Oluşu                89

Soru : 15

NEDENİMAMETMAKAMI, RİSALET MAKAMINDAN DAHA BÜYÜKTÜR?

Cevap: Bu soruya cevap verebilmek için önce, Kur-ân ve hadislerde yer alan "nübüvvet", "risalet" ve "ima-met" kavramlarının dakik anlamlarını açıklamak gerekir ki, bu sayede imamet makamının diğer iki makamdan üstün olduğu ortaya çıksın.

1- Nübüvvet Makamı

"Nebi" kelimesi, önemli haber anlamına gelen "nebe" kökünden türemiştir. Buna gore lügatteki anlamı itibariyle "nebi", "büyük bir haber taşıyan" veya "önemli bir haber veren" kimse demektir.1

Farsça'da (ve Türkçe'de) peygamber olarak tercüme edilen bu kelimenin, Kur'ân literatüründeki anlamı ise, yüce Allah'tan çeşitli şekillerde vahiy alan ve ortada başka bir insanın aracılığı olmaksızın Allah'tan haber ge-tiren haberci demektir. Âlimler bu kavramı şöyle tanım-lamışlardır:

"Nebi; bir insanın aracılığı olmaksızın Allah'tan vahiy alıp, onu insanlara bildiren kimsedir."2

1- Eğer "nebi" kelimesinin sözlükteki kökü, lâzım ise, bi-rinci, anlama; müteaddi ise, ikinci anlama gelir.

2- Şeyh Tusî, er-Resail'ul-Aşr, s.lll

90                                  Cevaplıyoruz

Buna göre, "nebi"nin görevi, vahyi algılama ve ken-disine ilham edilen şeyleri insanlara bildirme çerçevesiy-le sinirhdir. Kur'ân-ı Kerim, bu konuda şöyle buyuruyor: "Allah, peygamberleri müjdecilerve uyarıcılar olarak gönderdi."1

2- Risalet Makami

"Resul" kelimesi, vahiy literatüründe, Allah'tan vahiy alma ve haber vermenin yamnda, Allah'm mesajmi insanlara ulaştırmakla görevlendirilen kimse anlamında-dir.

Kur'ân-ı Kerim, bu konuda şöyle buyuruyor:

"Eğer yüz çevirecek olursanız bilin ki, resu-lümüze (elçimize) düşen, sadece açıkça tebliğ etmektir."2

Buna göre, "risalet" makami, "nebi"ye bağışlanan baş-ka bir makamdır. Başka bir ifadeyle; "nubuwet" ve "ri-salet" kavramlanndan her biri, Allah'tan vahiy alan peygamberlerin bir özelliğine işaret etmektedir. Şöyle ki:

Peygamberler, vahyin algılayıcıları ve taşıyıcıları ol-malari hasebiyle "nebi", bu vahyi insanlara ulaştırmakla yükümlü olmaları hasebiyle de "resul" olarak adlandi-rılmaktadırlar.

Bu açıklamalardan şu sonucu alıyoruz:

Peygamberler, "nubuwet" ve "risalet" çerçevesinde kaldıkları müddetçe, sadece helâl ve haramları ilân eden, insanlara hayir ve saadet yollanni gösteren ve Allah tarafmdan haber getirmek veya iletmekle görevlen-dirildikleri mesajı ulaştırmaktan başka hiçbir sorumlu-lukları olmayan yol gösterici kimselerdir.

1- Bakara, 213

2- Mâide, 92

İmametin Risaletten Üstün Oluşu              91

3- İmamet Makamı

"İlâhî imamet" makamı, Kur'ân-ı Kerim açısından adı geçen iki makamdan apayrı ve toplumu idare etme, yönetme ve doğru yola iletme dogrultusunda daha geniş yetkilerle donatılmış olmayi gerektiren bir makamdir.

Şimdi Kur'ân'ın nuranî ayetleri ışığında bu konudaki açık delilleri gözden geçirelim:

1- Kur'ân-ı Kerim, Halil Ibrahim Peygamber'e imamet makamının verilmesiyle ilgili olarak şöyle buyuru-yor:

"Rabbi, İbrahim'i birtakım kelimelerle sı-nayıp, o da onları tam olarak yerine getirince, 'Ben, seni insanlara imam kılıyorum.1 demişti. 0, 'Soyumdan da.' deyince."1

Kur'ân'ın bu ayeti ışığında iki gerçek açıkça ortaya çıkmaktadır:

a) Mezkur ayet, açık bir şekilde imamet kavramının nübüvvet ve risalet kavramlarmdan ayrı olduğuna tanık-lık etmektedir. Zira Ibrahim (a.s) ayette sözü edilen ilâhî imtihanlara -ki bu imtihanlardan biri de, oğlu Ismail'i kurban etmeye karar vermesi idi- tâbi tutulmadan yıllar önce nübüvvet makamına nail olmuştu. Bu konu aşağı-daki delille sabittir:

Hepimizin bildiği gibi yüce Allah, Ibrahim'e yaşlılık döneminde Ismail ve Ishak adında iki çocuk ihsan etti. Zira Kur'ân-ı Kerim, İbrahim'den naklen şöyle buyurmak-tadır:

"Kocamışken bana Ismail ve İshak'ı veren Al-lah'a hamd olsun."2

Buradan şunu anlıyoruz: Allah'ın Ibrahim'e imamet makamını vermesine yol açan o zor imtihanlardan biri, yani İsmail'i kurban etme kararı, Hz. İbrahim'in ömrünün

1- Bakara, 124

2- İbrâhîm, 39

92                                  Cevaplıyoruz

son zamanlarında vuku bulmuştur ve İbrahim, ömrünün son yıllarında insanlara imamhk etme makamma nail olmuştur. Oysa ibrahim, bundan yıllar önce nübüvvet makamma sahipti. Zira zürriyet sahibi olmadan once de nübüvvetin nişanesi olan ilâhî vahiy kendisine iniyordu.1

b) "Rabbi, İbrahim'i birtakım kelimelerle sınayıp."2 ayetinden, "ilâhî imamet", toplumun önderliği ve ümme-tin liderliği makammm nubuwet ve risalet makammdan daha üstün olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Zira Kur'ân'ın da tanıklık ettiği üzere İbrahim'in, nubuwet ve risalet makamma nail olmakla birlikte, imamet makamma nail olmak için çok zor ve dayanılmaz imti-hanlardan başa-rıyla çıkması gerekiyordu. Bu konunun hikmeti de çok açıktır. Zira ilâhî imamet makamı, vahyi algılama ve risaleti tebliğ görevinin yanı sıra toplumu yönetme, top-luma önderlik yapma, insanlan kemal ve saadete ulaş-tırma gibi çok önemli görevleri de içermektedir. Şüphe-siz, böyle bir makam, çok hassas ve büyük bir makam-dir. Bu makami elde etmek, ancak birçok da-yanilmaz imtihandan başarıyla çıkmakla mümkündür.

2- Yukarıdaki ayette, yüce Allah'ın, ibrahim'i büyük imtihanlardan geçirdikten sonra ona imamet ve toplumu idare etme makammi verdiği ve Hz. ibrahim'in bu makami zürriyetine ve çocuklarına da vermesini Allah'-tan dilediği ifade edilmektedir.

Bu ayeti Kur'ân'ın diğer ayetlerinin yanında mütalâa ettiğimizde, yüce Allah'ın ibrahim'in duasını kabul ettiği ve böylece nubuwet makammm yam sıra topluma on-derli etme ve ümmeti yönetme makammi da onun salih ve ehliyetli çocuklarına bağışladığı ortaya çıkmaktadır. Nitekim Kur'ân-ı Kerim, bu konudaşöyle buyurmaktadır:

1- Bu konuda Sâffât, 99-102. ayetler ile Hicr, 53-54. ayet-ler ve Hud, 70-71. ayetlere müracaat ediniz.

2- Bakara, 124

İmametin Risaletten Üstün Oluşu              93

"Biz, İbrahim'in zürriyetine kitap ve hik-met verdik, ayrıca onlara büyük bir hükümranlık bahşettik."1

Önceki ve bu ayetten şunu anlıyoruz: İmamet ve top-lumun önderliği makamı, nübüvvet makamından ayrı bir makamdır ve Allah-u Teala bu makamı, peygamberi İb-rahim'e birçok zor ilâhî imtihandan geçtikten sonra vermiştir. 0 da, Allah'tan bu makamı soyuna da verme-sini istemiş, Allah da bu yüce makamı, sadece ibrahim'in soyundan adil olan kimselere vereceğini bildirmiş ve onlara risalet ve nübüvvetin işareti olan kitap ve hikme-tin yanı sıra büyük bir hükümranlık (imamet ve önderlik) da vermiştir ve böylece İbrahim'in duası kabul olmuştur. Nitekim ibrahim'in soyundan bazılarının, örneğin Yusuf, Davud ve Süleyman'ın nübüvvet makamının yanı sıra, hükümet, liderlik ve toplum önderliği makamına da se-çildiğini görmekteyiz.

Bu açıklama ile, imamet makamının nübüvvet ve risalet makamından ayrı bir makam olduğu ve sorumlu-lukları ve yetkilerinin genişliği hasebiyle de oldukça de-ğerli ve yüce bir makam olduğu ortaya çıkmaktadır.

İmamet Makamının Yüceliği

Buraya kadar söylediğimiz sözlerden şu husus iyice açıklığa kavuşmuş oldu: Nebi ve resul, nübüvvet ve risaletin taşıyıcısı olmasi hasebiyle sadece hatirlatmada bulunmak ve yol göstermekle mükelleftir. Ancak nebi veya resul, eğer imamet makamına ulaşırsa, daha üstün bir sorumluluk üstlenerek ilâhî programları hayata ge-çirmek, örnek ve mutlu bir toplum yaratmak için mu-kaddes şeriatın emirlerini icra etmek ve ümmetini iki ci-hanlarının saadetini temin edecek bir yola sevk etmekle görevli kılınır.

1- Nisâ, 54

94                                  Cevaplıyoruz

Açıktır ki böyle önemli bir görevi üstlenip gereğini yerine getirmek, büyük bir manevîgücü, özel bir liyakati, dayanılmaz zorluklarla baş etmeyi, nefsanî eğilimlere boyun eğmemesi ve Allah yolunda büyük fedakârlıklar yapmayi ve sabretmeyi gerektirir ve ilâhî bir aşk olmak-sızın, ilâhî rızayı her şeyin üstünde tutmaksızın asla bu görev başarıyla yerine getirilemez. Bu yüzden yüce Allah, Ibrahim Peygamber'i pekçok dayanılmaz imtihandan geçirdikten sonra ömrünün son yıllarında imamet makamma getirmiştir. Yine bu yüzden Allah-u Tealâ, büyük İslâm Peygamberi gibi örnek ve seçkin bir şahsiyeti, ümmetin imameti ve önderliği makamına getirmiş, top-lumun önderliğini ve yönetimini ona ihsan etmiştir.

Nübüvvet ve İmamet Arasında BirGereklilikVar Mıdır?

Burada şöyle bir soruyla karşılaşıyoruz: "Acaba nü-büvvet makamına ulaşan her peygamberin mutlaka imam olmasi gerekir mi veya imamet makamma ulaşan bir kimsenin mutlaka peygamber olmasi gerekir mi?

Her iki sorunun da cevabı olumsuzdur. Şimdi vahiy mantığı ışığında bu konuyu aydınlatmaya çalışalım.

Talut ve onun zalim Calut ile savaşması hakkında nazil olan ayetlerden anlaşıldığına göre, Hz. Musa'nm ve-fatmdan sonra yüce Allah, nubuwet makammi, isminin Şemuil olduğu söylenen bir peygambere; imamet, on-derlik ve hükümet işini de Talut'a vermiştir. Şimdi olayın detayına geçelim.

Hz. Musa (a.s) vefat ettikten sonra İsrailoğullan'n-dan bir grup, kendi dönemlerinin peygamberine şöyle dediler: "Bize bir hükümdar seç ki, onun komutasmda Allah yolunda savaşalım." Peygamberleri, onlara şöyle dedi:

"Allah, Talut'u size hükümdar olarak görev-lendirmiştir, dedi. Onlar, 'Biz hükümdarlığa on-dan lâyık iken ve ona bol bir mal verilmemiş-

İmametin Risaletten Üstün Oluşu              95

ken, o, bize hükümdar olmaya nasıl lâyık olabi-lir?' dediler. Peygamberleri, 'Allah, onu size ter-cih etmiş, bilgice ve vücutça onun gücünü ar-tırmıştır. Allah, mülkünü (hükümdarlığı) diledi-ğine verir. Allah, herşeyi kaplar ve bilir.1 dedi."1

Yukarıdaki ayetten şu önemli hususular anlaşılmak-tadır:

1- Bazen birtakim sebepler, nübüvvet makamı ile i-mamet ve yöneticilik makamının birbirinden ayrilmasim ve nübüvvet makamının birine, hükümet ve yöneticilik makamının da başka birine verilmesini gerektirebilir; her biri, kendisine verilen makama lâyık görülebilir. Bu iki makamm birbirinden ayn olmasimn mümkün olduğu içindir ki İsrailoğulları, "Ey Peygamber! Sen ondan daha lâyıksın." diye itiraz etmemişler, "Biz ondan daha lâyı-ğız." diye itirazda bulunmuşlardır.

2- Talut'a verilen makam, Allah tarafmdan kendisine verilmiş bir makamdi. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:

"Allah, Talut'u size hükümdar olarak görev-lendirmiştir."

Yine şöyle buyurmuştur:

"Allah, onu size tercih etmiştir."

3- Talut'un ilâhî makam ve mevkii, ordu komutanh-ğında özetlenmiyordu. Bilâkis o, Israiloğullan'nın hü-kümdarı idi. Zira Allah-u Tealâ "hükümdar olarak" bu-yurmuştur. Yani, Allah onu devlet başkanı ve yöneticisi kılmıştı. Gerçi o gün bu yöneticilikten maksat, Allah yo-lunda cihatta Israiloğullan'na önderlik yapmak idi; ama o, bulunduğu makam itibariyle devleti ilgilendiren diğer işleri yapma yetkisine de sahiptir. Nitekim ayetin so-nunda şöyle buyurmuştur:

1- Bakara, 247

96                                  Cevaplıyoruz

"Allah, mülkünü (hükümdarlığı) dilediğine ve-rir."

4- Toplumu yönetme ve ümmete imamet ve önder-lik yapma makamının en önemli şartı, geniş bir ilme sa-hip olmak ve gerekli bedensel ve ruhsal güce sahip ol-maktır. Özellikle bu şart, o zamanlarda ordusuyla birlikte hareket ve çaba içinde olması gereken yöneticiler için daha da gerekliydi.1

Bütün bu verilen bilgilerden, nübüvvet ve imamet makamları arasında bir ayrılmazlık ve gerekliliğin söz konusu olmadığı ortaya çıkmaktadır. Buna gore, nübüv-vet makamına ulaşan birisinin ümmetin yöneticilik gö-revini üstlenecek imamet makamına sahip olmamasi veya Allah tarafmdan toplumu idare ve yönetmekle go-revlendirilmiş olduğu hâlde peygamber olmamasi pekâ-lâ mümkündür. Elbette bazen yüce Allah, her iki maka-mı, her ikisine de liyakatı olan tek bir kişiye de verebilir. Nitekim Kur'ân-ı Mecid, şöyle buyurmuştur:

"Allah'ın izniyle onları bozguna uğrattılar ve Davud, Calut'u öldürdü. Allah, ona hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti."2

1-  Üstat Cafer Sübhanî'nin "Menşur-i Cavid-i Kur'ân" adlı eserinden iktibas.

2- Bakara, 251

Hz. Ali'nin (a.s) Hilâfetinin Delili                97

Soru : 16

ALİ B. EBÎTALİB'İN (A.S) HZ. PEYGAMBER'İN (S.A.A) VASİSİ VE HALİFESİ OLDUĞUNUN DELİLİ NEDİR?

Cevap: Önceden de belirttiğimiz gibi Şia, hilâfet ma-kaminin ilâhî tayin ile oluşu hususunda köklü bir inanca sahiptir. Bu bağlamda Şia, Hz. Peygamber'den sonra imamet makammm bazı açılardan nübüvvet makamma benzediğine inanmaktadır. Nasıl ki peygamberi Allah tanıtıyorsa, aynı şekilde peygamberin vasisi de aziz ve yüce Allah tarafmdan tayin edilmelidir.

Allah Resulü'nün (s.a.a) hayat tarihi de, bu ilkeye tamkhk etmektedir. Zira Hz. Peygamber çeşitli yerlerde Ali'yi (a.s) kendi halifesi olarak tayin etmiştir. Biz burada sadece üç örneğini vermekle yetineceğiz:

1- Bi'setin Başlangıcında

Hz. Peygamber (s.a.a), Allah tarafmdan, "En yakin akrabalanm uyar."1 ayeti gereğince akrabalarını tevhid dinine davet etmekle görevlendirilince, akrabalanm top-ladi ve onlara hitaben şöyle buyurdu:

"Her kim bana bu yolda yardımcı olursa, o benim vasim, vezirim, yardimcim ve halifem olacaktir."

Hz. Peygamber'in (s.a.a) ifadesi şöyledir:

1-Şuarâ,214

98                                  Cevaplıyoruz

"Sizden kirn kardeşim, vezirim halifem ve içinizdeki vasim olmak üzere bana bu işte yar-dımcı olur?"

Bu melekutî çağrıya olumlu cevap veren tek kişi, Ebu Talib oğlu AN (a.s) oldu. Bunun üzerine Allah Resulü akrabalarına dönerekşöyle buyurdu:

"Şüphesiz bu benim kardeşim, vasim ve içi-nizdeki halifemdir, onu dinleyin ve ona itaat e-din."1

2- Tebûk Savaş'ında

Hz. Peygamber (s.a.a) Ali'ye şöyle buyurdu:

"Harun Musa'ya göre ne idiyse, sen de bana göre o olmak istemez misin? Yalniz benden sonra peygamber yoktur."2

Hz. Peygamber (s.a.a) bu sözüyle şunu söylemek is-tiyordu: Nasıl ki Harun, Musa'nm halifesi ve vasisi idiyse, sen de benim halifem ve vasimsin.

3- Hicret'in Onuncu Yilmda

Allah Resulü (s.a.a) Veda Haccı'ndan dönerken Ga-dir-i Hum denen yerde Ali'yi (a.s) kalabahk bir topluluk içinde Müslümanların ve müminlerin velisi olarak tamtti ve şöyle buyurdu:

"Ben kimin mevlâsı isem, bu AM de onun mev-lâsıdır."

Burada dikkat edilmesi gereken bir husus, Hz. Pey-gamber'in (s.a.a) sözünün başlangıcında, "Ben size ken-di nefsinizden daha ev/â değil miyim?" diye buyurmasi

1- Tarih-i Taberî, c.2, s.62-63; Tarih-i Kâmil, c.2, s.40-41; Müs-ned-i Ahmed, c.l, s.lll; İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-u Nehc'il-Belâğa, c. 13, s.212-215

2-Siret-ü İbn-i Hişam, c.2, s.520; İbn-i Hacer, es-Savaik'ul-Muh-rika, 9. bab, 2. fasıl, s.121, Mısır, ikinci baskı.

Hz. Ali'nin (a.s) Hilâfetinin Delili               99

ve Muslumanlarm da hep birlikte onu tasdik etmiş olma-larıdır. Buna göre şöyle demek gerekir ki Hz. Peygam-ber'in, bu hadiste "mevlâ" kelimesinden maksadı, mü-minlere evlâ olma, onlar üzerinde yetki sahibi olma, on-ların işlerini idare etme makamıdır. Yine şu netice ah-nabilir ki Hz. Peygamber (s.a.a), kendi sahip olduğu evlâ-lık makamını AN (a.s) için de sabit kılmıştır. Nitekim o gün Hasan b. Sabit tarihî Gadir olayını şiire dökmüş ve şöyle haykır-mıştı:

Gadir-i Hum gününde seslendi nebileri Kulak verip dinledi cümlesi o serveri "Mevlânız kimdir" dedi, "ve de size peygamber?"

Sessiz kalan olmadı, haykırdılar beraber: "İlâh'ın Mevlâmızdır, sen de bizim nebimiz Velâyet karşıtına rastlamazsın şüphesiz." Işte o an seslendi: "Kalk ayağa ya AN! Benden sonra imamsm, sensin hidâyet yolu Ben kime me via isem, velisi AN onun Ona sidk ile uyun, onu gönülden sevin." Sonra "Allâh'ım!" dedi, "Sev Ali'yi seveni Ona düşman olanın, düşmanı ol İlâhi!"1

Burada Hz. Peygamber şöyle dua etti:

"Allahim, Ali'nin dostuna dost ol! Ona düş-man olana da düşman ol."

Gadir hadisi, Şia âlimlerinin yam sıra üç yüz altmış Ehlisünnet âliminin de naklettigi mutevatir hadislerden biridir.2 Bu hadis, çeşitli senetlerle yüz yirmi sahabîden nakledilir. Büyük Islam alimlerinden yirmi altı kişi de, bu hadisin senetleri ve kanalları hakkında müstakil kitap yazmıştır.

1- Harezmî el-Malikî, el-Menakıb, s.80; Sibt b. el-Cevzî el-Ha-nefî, s.20; Gencî eş-Şafiî, Kifayet'ut-Talib, s.17 ve diğer kaynaklar.

100                                Cevaplıyoruz

Müslümanların meşhur tarihçisi Ebu Cafer Taberî, bu hadisin senetlerini ve kanallarını iki büyük ciltte bir a ray a toplamıştır. Daha fazla bilgi için el-Gadir kitabına müracaat edebilirsiniz.

İmamlar Kimlerdir?                        101

Soru : 17

İMAMLAR KİMLERDİR?

Cevap: Hz. Peygamber (s.a.a), kendi hayatı döne-minde açık bir şekilde kendisinden sonra on iki kişinin hilâfet makamına ulaşacağını, bunların hepsinin Ku-reyş'ten olduğunu ve İslâm'ın onların hilâfeti sayesinde izzet içinde hüküm süreceğini bildirmişlerdir. Cabir b. Semure şöyle diyor:

"Allah Resulü'nün (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: 'İslâm, on iki halife sayesinde izzetini sürdürecektir.' Daha sonra bir şey söyledi ki ben işitmedim. Babama, Peygamber'in ne buyurdu-ğunu sordum. 0 bana, Peygamber'in; 'Hepsi de Kureyş'tendir.' buyurduğunu söyledi."1

İslâm tarihinde Şia'nın inanmış olduğu On Iki Imam dışında Islâm'ın izzetinin koruyucusu olan başka on iki halife bulmak imkânsızdır. Zira Hz. Peygamber'in tanıt-tığı on iki halife, kendisinden hemen sonra peş peşe ge-lecek olan halifeler olarak tanıtılmıştır.

Şimdi bu on iki kişinin kimler olduğuna bakalım: Eğer Ehlisünnet terminolojisinde "Hulefa-i Raşidîn" olarak adlandırılan dört halifeyi geçecek olursak, Islâm'ın izzetine sebep olan halifeler göze çarpmamaktadır. Emevî ve Abbasî halifelerinin hayat tarihi, buna açıkça tanıklık etmektedir. Ama kendi asirlannda takva ve sa-kmmanm en açık örnekleri olan Şia'nın On İki İmamı, Al-

1- Sahih-i Muslim, c.6, s.2, Mısır basimi.

102                                Cevaplıyoruz

Ian Resulü'nün sünnetinin koruyuculari olup sahabe, tâ-biîn ve sonraki nesillerin teveccühünü kazanmış, tarihçi-ler onlarin ilim ve güvenilirliğine tanıklık etmislerdir. On Iki Imam şunlardır: 1-Alib. EbîTalib

2- Hasan b. AN (Mücteba)

3- Hüseyin b. AN

4-AN b. Hüseyin (Zeyn'ül-Abidîn)

5- Muhammed b. AN (Bâkır)

6- Cafer b. Muhammed (Sadik)

7- Musa b. Cafer (Kâzım) 8-AN b. Musa(Riza)

9- Muhammed b. AN (Taki) 10-AN b. Muhammed (Naki)

11- Hasan b. AN (Askerî)

12- İmam Mehdi (Kaim). Ki İslâm hadisçilerince Hz. Peygamber'den mütevatir olarak nakledilen hadislerde ondan, "Vaat ediImiş Mehdi" olarak bahsedilmiştir.

Isimleri Allah Resulü'nün (s.a.a) diliyle de ifade edi-len bu büyük önderlerin hayatları hakkında bilgi edin-mek için aşağıdaki kitaplara müracaat edebilirsiniz:

1-Tezkiret-u Havass'il-Ümmet

2- Kifayet'ul-Eser

3- Vefeyat'ul-A'yan

4- Ayan'uş-Şia (Bu kitap, Seyyid Muhsin Emin Amu-lî tarafından kaleme alınmış olup, yukandaki kitaplardan daha kapsamlıdır.)

İmamlarm Masum Oluşu                      103

Soru : 18

NEDEN IMAMLARINIZI MASUM KABUL EDİYORSUNUZ?

Cevap: Tümü Hz. Peygamber'in Ehlibeyti'nden olan Şia Imamlan'nın masum oluşu hakkında birçok delil mevcuttur. Biz onların arasından sadece birine işaret ediyoruz:

Şiî ve Sünnî âlimlerin nakline göre Hz. Peygamber (s.a.a), hayatmin son günlerinde şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz ben size iki değerli şey bırakıyo-rum: Allah'ın Kitabı ve Ehlibeyt'im. Bu ikisi ha-vuzda (Kevser havuzunda) yanima gelinceye kadarasla birbirinden aynlmazlar."1

Burada dikkat edilmesi gereken nükte şudur: Şüp-hesiz Kur'ân-ı Mecid, her türlü hata ve yanlışlıktan gü-vendedir. Göndereni Allah, getireni Cebrail, algilayam Resulullhah (s.a.a) olan bir vahiyde hata ve yanlışlık söz konusu olabilir mi? Oysa her üçünün de masumluğu gü-neş gibi açıktır. Ve bütün Müslümanlar Hz. Peygamber'i vahyi algilamada, korumada ve tebliğde her türlü gü-nahtan masum bilmekteler. Açıktır ki, Allah'm Kitabi böyle gerçek ve sağlam bir masumluga sahipse, bu de-

1- Hâkim, el-Müstederek, c.3, s.138; es-Savaik'ul-Muhrika, 11. bab, birinci fasıl, s.149; Kenz'ül-Ummal, c.l, Bab'ul-İ'tisam bi'l-Kitap ve's-Sünne'de, s.44; Müsned-i Ahmed, c.5, s.182 ve 189'da ve benzeri diğer kitaplarda buna yakm anlamda başka hadisler mevcuttur.

104                                Cevaplıyoruz

mektir ki Peygamber'in Ehlibeyti de hertürlü sürçmeden ve yanlışlıktan masumdur. Zira bu hadiste Peygamber'in Ehlibeyt'i ümmetin rehberliği ve irşadı cihetinde Kur'ân'ın dengi olarak gösterilmiştir. Bu da gösteriyor ki onlar da, tıpkı Kur'ân gibi hata ve yanlışlıktan, günah ve batıldan masumdurlar.

Başka bir tabirle; masum olmayan bir kişi veya kişi-lerin Allah'm Kitabi'nm dengi sayilmasimn anlami yok-tur.

Ehlibeyt Jmamlari'mn masum oluşlarının en açıkşa-hidi, Hz. Peygamber'in şu buyruğudur:

"Bu ikisi, havuzda yamma gelinceye kadar asla birbirinden aynlmazlar."

Eğer Peygamber'in Ehlibeyti sürçmelere karşı gü-vende olmazlar ve bazı durumlarda yanlışlığa düşecek o-lurlarsa, hiçbir şekilde batılın sızmasına imkân olmayan Kur'ân'dan ayrılmış, yoldan sapmış olurlar. Oysa Resul-i Ekrem şiddetle bunu reddetmiştir.

Elbette Hz. Peygamber'in sözündeki Ehlibeyt'ten maksat, Peygamber'in bütün nesebî ve sebebî akrabala-rı değildir. Zira onların tümünün sürçmelerden masum ol-madığı bilinen birgerçektir.

0 hâlde Ehlibeyti'nden sadece belli bir grup böyle bir iftihara ulaşmış ve bu makam ve mevki, onlardan ancak sayih bir gruba nasip olmuştur. Onlar da, hiç kuşkusuz Ehlibeyt (a.s) İmamları'dır ki, tarih boyunca ümmetin yo-lunu aydınlatmış, Hz. Peygamber'in sünnetinin ve şeria-tının koruyucusu olmuşlardır.

İtretim Mi, Sünnetim Mi?                      105

Soru : 19

"VE İTRETİM" TABİRİ Mİ DOĞRUDUR, YOKSA "VE SÜNNETİM"TABİRİMİ?

Muhaddisler, meşhur Sekaleyn hadisini iki şekilde nakletmiş, hadis kaynaklarında ona yer vermişlerdir. Şimdi hangisinin daha doğru olduğuna bakalım:

a) "Allah'm kitabi ve itretim Ehlibeyt."

b) "Allah'm kitabi ve sünnetim."

Cevap: Hz. Peygamber'den (s.a.a) nakledilen sabit ve sahih hadis, "ve Ehlibeyt'im" lafzıdır. "Ehlibeyt'im" ye-rine "sünnetim" lafzının geçtiği rivayet, senet açısından batıldır, kabul edilemez. Buna mukabil, "ve Ehlibeyt'im" tabirinin geçtiği hadis, senet açısından sıhhatin en üst seviyesindedir.

"Ve Ehlibeyt'im" Hadisinin Senedi

Bu metni iki büyük muhaddis nakletmiştir: 1- Muslim kendi Sahih'inde Zeyd b. Erkam'dan şöyle nakleder:

Allah Resulü (s.a.a) bir gün Mekke ve Medine ara-smdaki Hum göletinin yanında bir hutbe okudu ve bu hutbede Allah'a hamd u senada bulunduktan ve insanla-ra nasihat ettikten sonra şöyle buyurdu:

"Bilin ki ey insanlar! Şüphesiz ben de bir in-sanım. Yakında Rabbimin elçisi bana gelecek ve ben de onun davetine icabet edeceğim. Ben

106                                Cevaplıyoruz

sizin aranızda iki değerli şey bırakıyorum. Onla-rın birincisi, içinde hidayet ve nur bulunan Allah-'ın kitabıdır. 0 hâlde Allah'ın kitabını tutun ve ona sarilm."

Hz. Peygamber, insanlan Allah'm kitabına sarılmaya terğib ve teşvik ettikten sonra şöyle buyurdu:

"(Ve ikincisi ise) Ehlibeyt'imdir. Sizlere Ehli-beyt'im hakkında Allah'ı hatirlatinm. Sizlere Eh-libeyt'im hakkında Allah'ı hatirlatinm. Sizlere Ehlibeyt'im hakkında Allah'ı hatirlatinm."1

Bu metni Daremîde kendi Sünen'inde nakletmiştir.2 Hemen belirtmeliyiz ki, her iki naklin senedi güneş gibi açık ve ortadadir ve hiçbirinin senedinde en ufak bir şek ve şüphe bulunmamaktadır.

2- Tirmizî, bu metni "itretim ve Ehlibeyt'im" lafziyla nakletmiştir. Hadisin metni şöyledir:

"Ben sizin aranızda, sarıldığınız müddetçe ben-den sonra asla sapmayacağınız iki şey bırakıyo-rum. Biri diğerinden daha büyüktür. (Bu iki şey) gök ile yer arasında sarkıtılmış bir ip olan Allah'm kitabi ve itretim Ehlibeyt'imdir. Bu ikisi ha-vuzda yamma gelinceye kadar asla birbirinden ayrilmazlar. 0 hâlde o ikisine karşı nasıl dav-randığınıza iyi bakm."3

Görüldüğü gibi "Sihah" ve "Sünen" yazarlarmdan olan Muslim ve Tirmizî, bu hadisi "Ehlibeyt" lafziyla nak-letmiştir. Bu da, bizim görüşümüzü ispatlamaya yeter.

Ayrica her ikisinin senedi de, tartışma götürmeye-cek kadar sağlam ve muteberdir.

1- Sahih-i Muslim, c.4, s.1803, h. 2408. Abdulbaki basi-mi.

2- Daremî Sünen, c.2, s.431-432.

3- Sünen-i Tirmizî, c.5, s.663, hadis: 37788

İtretim Mi, Sünnetim Mi?                      107

"Ve Sünnetim" Metninin Senedi

"Ehlibeyt'im" lafzı yerine "sünnetim" lafzının yer al-dığı rivayet, senedinin zayif olmasimn yanında Emevîle-rin uşakları tarafından uydurulduğu ortada olan uydu-rulmuş bir hadistir.

1- Hâkim Nişaburî el-Mûstedrek adlı kitabmda aşa-ğıdaki senetle mezkur metni nakletmiştir: İsmail b. Ebî Üveys, Ebî Ûveys'ten, o Sevr b. Zeyd ed-Deylemî den, o İkrime'den, o da

İbn-i Abbas'tan nakleder; Hz. Peygamber (s.a.a) şöy-le buyurdu:

"Ey insanlar! Şüphesiz ben sizin aranızda iki değerli şey bırakmış bulunuyorum. Onlara sarıl-dığınız müddetçe asla sapmazsınız: Allah'ın ki-tabı ve Peygamberi'nin sünneti."1

Bu metnin senedinin afeti, senedin başında yer alan baba ve oğuldur. Bu iki kişi, Ismail b. Ebî Üveys ile Ebu Üveys'dir. Bu baba ve oğlun güvenilir oldukları söylen-mediği gibi yalan söylemek ve hadis uydurmakia da suç-lanmışlardır.

Bu İkisi Hakkında Rical Âlimlerinin Söyledikleri

Hafız Mezzî, Tehzib'ul Kemal adlı kitabmda İsmail ve babasi hakkmda rical ilminin araştırmacılarından şöyle nakletmektedir: "Yahya b. Muin (ki rical ilminin büyük âlimlerindendir) şöyle diyor: 'Ebu Üveys ve oğlu zayıftır-lar.' Yine Yahya b. Muin'den şöyle dediği nakledilmiştir: 'Bu iki kişi, hadis çalarlar.' Yine İbn-i Muin, Ebu Üveys'in oğlu hakkmda, 'Ona güvenilmez.' demiştir."

"Nesaî, oğul hakkmda, '0 zayıftır ve güvenilir değil-dir.' demiştir. Ebu'l-Kasım Lalekaî şöyle demiştir: Nesaî

1- Hâkim, el-Mûstedrek, c.l, s.93.

108                                Cevaplıyoruz

onun aleyhinde çok şey söylemiştir ve hadisinin terk edilmesi gerektiğini ifade etmiştir."

"Rical âlimlerinden olan İbn-i Adiy şöyle demiştir: İbn-i Ebî Üveys, dayısı Malik'ten hiç kimsenin kabul et-mediği ilginç hadisler rivayet etmiştir."1

İbn-i Hacer, Feth'ul-Barî adlı eserinin önsözünde şöy-le demiştir: "Nesaî'nin kendisi hakkındaki cerhinden do-layı İbn-i Ebî Üveys'in hadisine asla itibar edilmez."2

Hafız Seyyid Ahmed b. Sıddık, "Feth'ul-Melik'il-A-liyy" adlı kitabında, Seleme b. Şeyb'den şöyle nakletmekte-dir: "İsmail b. Ebî Üveys'ten şöyle dediğini işittim: Medine ehli bir konuda iki gruba ayrılınca, ben hadis uyduruyo-rum."3

Buna gore oğul (Ismail b. Ebî Üveys) hadis uydur-makla suçlanmıştır. Nitekim Ibn-i Muin, onun yalancı ol-duğunu söylemişti. Bundan da öte, onun naklettiği hadisler Sahih-i Muslim, Tirmizî ve diğer sahih kitapların hiçbirinde nakledilmemiştir.

Baba (Ebu Üveys) hakkında ise Ebu Hatem Râzî'nin el-Cerhu ve't-Ta'dil adlı kitabında söylemiş olduğu şu söz yeterlidir: "Onun naklettiği hadis yazılır, ama delil ve hüccet olarak kabul edilmez. Hadisi sağlam ve güçlü değildir."4

Yine Ebu Hatem, İbn-i Muin'den, Ebu Üveys'in güve-nilir olmadığını nakletmiştir.

Dolayısıyla, senedinde bu iki kişinin bulunduğu rivayet ("ve sünnetim" hadisi) sahih değildir. Kaldı ki bu rivayet, sahih ve sabit olan öteki hadisle muhalefet için-dedir.

1- Hafız Mezzî, Tehzib'ul-Kemal, c.3, s.127

2-  İbn-i Hacer Askalanî, Feth'ul-Barî'nin Önsözü, s.391, Dar'ul-Marife basımı

3- Hafız Seyyid Ahmed, Feth'ul-Melik'il-Aliyy, s.15

4- Ebu Hatem Razî, el-Cerh-u ve't-Ta'dil, c.5, s.92.

İtretim Mi, Sünnetim Mi?                      109

Dikkat edilmesi gereken bir konu da, bu hadisi nak-leden Hâkim Nişaburî'nin, hadisin zayıflığını itiraf etmiş olmasıdır. Bu yüzden hadisin senedini düzeltmeye kal-kışmamıştır. Sadece içeriğinin sihhati hususunda bir şa-hit zikretmiştir ki, o şahit de senet açısından zayıftır ve itibar edilecek gibi değildir. Bu açıdan hadisi güçlendire-ceği yerde onu daha da zayıf kılmaktadır.

Şimdi, Hâkim Nişaburî'nin zayıf şahidine bir baka-lim:

"Ve Sünnetim" Hadisinin Ikinci Senedi

Hâkim Nişaburî, aşağıda zikredilecek olan senetle, merfu'1 olarak Ebu Hureyre'den şöyle nakletmektedir: "Şüphesiz ben sizin aranızda öyle iki şey bı-rakmışım ki, onlardan sonra asla sapmazsimz: Allah'm kitabını ve sünnetimi. Bu ikisi, havuzda yamma gelinceye kadar asla birbirinden ayril-mazlar."2

Bu metni Hâkim şu senetle nakletmiştir:

Zabbî (Dabbî),

Salih b. Musa et-Talhî'den, o

Abdulaziz b. Refî'den, o

Ebu Salih'ten,o da

Ebu Hureyre'den.

Bu hadis de, önceki hadis gibi uydurma bir hadistir. Hadisin senedinde Salih b. Musa et-Talhîyer almış ki, ri-cal âlimlerinin büyükleri onun hakkmda hiç de iyi şeyler söylememişler.

Yahya b. Muin onun hakkmda şöyle diyor: "Salih b. Musa, güvenilir birisi değildir."

1-  Ravisi tarafindan masuma isnat edilmeyen hadise "merfu' hadis" denir.

2- Hâkim, el-Müstedrek, c.l, s.93

110                                Cevaplıyoruz

Ebu Hatem Râzî şöyle diyor: "Onun hadisi zayif ve münkerdir. 0 birçok münker (yadsınan) hadisi güvenilir kimselerden nakleder."

Nesaî şöyle diyor: "Onun hadisi yazılmaz." Başka bir yerde ise şöyle diyor: "Onun hadisi terk edilmiştir."1

İbn-i Hacer, Tehzib'ut-Tehzib adli kitabmda şöyle ya-zıyor: "İbn-i Hibban der ki: 'Salih b. Musa, güvenilir kim-selere öyle sözler isnat eder ki, asla onların sözlerine benzemez.' Sonunda da şöyle der: 'Onun hadisi hüccet değildir.' Ebu Nuaym de, 'Onun hadisi terk edilmiştir. Sü-rekli münker hadis nakleder.' der."2

Yine İbn-i Hacer, et-Takrib adli kitabmda şöyle di-yor: "Onun hadisi terk edilmiştir."3

Zehebî el-Kaşif adli kitabmda şöyle diyor: "Onun hadisi zayıftır (sağlam değildir)."4

Yine Zehebî, Mizan'ul-ltidal adli eserinde söz konusu hadisi ondan nakletmiş ve şöyle demiştir: "Bu hadis, onun münker (yadsman) hadislerindendir."5

"Ve Sünnetim" Hadisinin Üçüncü Senedi

İbn-i Abdulbirr, et-Temhid6 adli kitabmda, bu metni aşağıda zikredilen senetle nakletmiştir: Abdurrahman b. Yahya, Ahmed b. Said'den, o Muhammed b. İbrahim ed-Dubeylî'den, o AN b. Zeyd el-Feraizî'den, o el-Huneynî'den, o Kesir b. Abdullah b. Amr b. Avf'dan, o

1- Hafız Mezzî, Tehzib'ul-Kemal, c.13, s.96

2- İbn-i Hacer, Tehzib'ut-Tehzib, c.4, s.255

3- İbn-i Hacer, et-Takrib, tercüme, no: 2891

4- Zehebî, el-Kaşif, tercüme, no: 2411

5- Zehebî, Mizan'ul-İ'tidal, c.2, s.302

6- et-Temhid, c.24, s.331

111

İtretim Mi, Sünnetim Mi?                 

babasından, o da dedesinden.

Imam Şafiî, Kesir b. Abdullah hakkında şöyle diyor: "O yalanın temellerinden biridir."1

Ebu Davud şöyle diyor: "O yalancilardan biridir."2

Ibn-i Hibban şöyle diyor: "Abdullah b. Kesir, baba-smdan ve dedesinden temelden yalan olan bir hadis mec-muasi nakletmektedir. 0 mecmuadan ve Abdullah'-tan hadis nakletmek haramdır. Ancak şaşkınlığı ifade etme veya eleştirme amacıyla olursa, o başka."3

Nesaî ve Darekutnî şöyle diyorlar: "O'nun hadisi terk edilmiştir."

imam Ahmed şöyle diyor: "0, hadisleri yadsman ve itimat edilmeyecek bir şahıstır." İbn-i Muin de ayni go-rusted ir.

Ne ilginçtir ki İbn-i Hacer, et-Takrib adh kitabmda onun hakkında sadece, "zayıftır" cümlesiyle yetinmiş ve onu yalancihkla itham eden kimseleri aşırılıkla suçla-mıştır. Oysa rical ilminin önde gelenleri, onu yalancihk ve uydurmacihkla itham etmişlerdir. Hatta Zehebî, "Onun hadisi zayif ve temelsizdir." demiştir.

Senetsiz Nakil

Malik, el-Muvatta adh kitabmda bu metni senetsiz olarak ve mürsel bir şekilde nakletmiştir. Bilindiği üzere böyle bir hadis hiçbir değertaşımamaktadır.4

Bu inceleme, açıkça şu gerçeği ispat etmektedir: "Ve sünnetim" hadisi, uydurmacadan başka bir şey de-ğildir. Emevî sarayına bağımlı ve yalancı raviler, onu, sa-

ri.- İbn-i Hacer, Tehzib'ut-Tehzip, c.8, s.367, Dar'ul-Fikr ba-sımı, Tehzib'ul-Kemal, c.24, s.138

2- age.

3- İbn-i Hibban, el-Mecruhin, c.2, s.221

4- Malik, el-Muvatta1, s.889, hadis: 3

112                                Cevaplıyoruz

hih olan "ve itretim" (ve Ehlibeytim) hadisinin karşısında uydurmuşlardır. Bu yüzden din bilginleri, hatipler ve earn i imamlarimn Hz. Peygamber'in söylemediği bir hadisi terk edip, onun yerine insanlan Hz. Peygamber'in doğru hadisiyle, yani Müslim'in "ve Ehlibeyt'im" şeklinde, Tir-mizî'nin ise "ve itretim ve Ehlibeytim" şeklinde naklettiği sahih hadisle tanıştırmaları, dinî öğrencilerin de hadis ilmini öğrenmeye yönelmeleri, sahih hadisi zayif hadis-ten ayirt etmeleri gerekir.

Son olarak hatirlatmak gerekir ki, Hz. Peygamber'in "Ehlibeyt'im" lafzindan maksadi, onun soyudur ve bun-lar; Hz. Fatima, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin gibi kişilerdir. Zira Muslim, Sahih'inde1 ve Tirmizî, Sünen'inde2 Ay-şe'den şöyle nakletmişlerdir:

"Allah ancak siz Ehlibeyt'ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz kilmak ister."3 ayeti, Ümmü Seleme'nin evinde Peygamber'e (s.a.a) nazil oldu. Peygamber (s.a.a), Fati-ma, Hasan ve Hüseyin'i çağırdı. Onların üzerine bir örtü örttü. Ali de, Hz. Peygamber'in arkasinda duruyordu. Hz. Peygamber, onu da örtüyle örttü ve şöyle buyurdu: "Allah'ım! Bunlar, benim Ehlibeytimdir; onlardan her türlü pisliği gider ve onlari tertemiz kill" Ümmü Seleme; "Ben de onlardan miyim ey Allah'ın Resulü?" dedi. Hz. Peygamber; "Sen ye-rinde dur (örtünün altina girme)] Sen hayir iize-resin." buyurdu.4

Sekaleyn Hadisinin Anlami

Hz. Peygamber'in (s.a.a), Ehlibeyt'i Kur'ân'ın yanında zikretmesinden ve her ikisini de Allah'm ümmet arasın-

1- Muslim, Sahih, c.4, s.1883, hadis: 2424.

2- Tirmizî, 5/663

3- Ahzâb, 33

4-  Hasan b. Ali es-Sakkaf, Sahih-u Sıfat-i Salât'in-Nebî (s.a.a), s. 289-294'den alınmıştır.

İtretim Mi, Sünnetim Mi?                   113

daki hücceti olarak nitelendirmesinden iki sonuç çıkara-biliriz.

1- Peygamber'in Ehlibeyt'inin sözleri, tıpkı Kur'ân gi-bi delildir ve gerek itikadî, gerekse fıkhî turn dinî konu-larda onların sözüne tutunmak, onlar tarafmdan bir delil olduğu takdirde başkalarına başvurmamak gerekir.

Müslümanlar, her ne kadar Hz. Peygamber'in ölü-münden sonra hilafet ve ümmetin siyasî işlerinin idaresi konusunda iki gruba bölünmüş ve her grup kendisi için bir mantık geliştirmiş, bir delil ileri sürmüşse de, en azından Ehlibeyt'in ilmî liderliği konusunda ihtilâf etme-meleri gerekir. Çünkü Sekaleyn hadisinin sihhati husu-sunda Müslümanlar arasında görüş birliği vardır ve bu hadis inançlar ve hükümler konusunda basvurulacak ilmî merciin Kur'ân ve Ehlibeyt olduğunu bildirmektedir. E-ğer İslâm ümmeti sırf bu alanda bu hadisle amel edecek olursa, hiç şüphesiz ihtilâf sahası çok daha küçülecek ve İslâmîvahdet çok daha kapsamlı hâle gelecektir.

2-  Kur'ân, Allah'ın kelâmı olması hasebiyle hata ve yanlışlıktan korunmuştur. Yüce Allah onun hakkmda; "Önünden de, arkasindan da batil ona gelmez. 0 hikmet sahibi, övülmeye lâyık olan Allah katindan indirilmedir."1 buyurduğu hâlde, onda hata olabileceğine ihtimal veri-lebilir mi?!

Kur'ân hatadan korunmuş olduğuna göre, o hâlde onun dengi olarak zikredilen Ehlibeyt de hatadan ko-runmuş olmalıdır. Zira hatalı şahıs veya şahısların, Kur-ân'ın dengi olması mümkün değildir.

Böylece bu hadis, aym zamanda Ehlibeyt'in hertürlü sürçmeden ve hatadan masum olduğunun da şahididir. Elbette masum olmanm, peygamber olmayi gerektir-mediğine de dikkat edilmelidir. Bir insan pekâlâ günah-lardan masun olduğu hâlde peygamber olmayabilir.

1- Fussilet, 42

114                                Cevaplıyoruz

Nitekim Hz. Meryem (a.s), "Ey Meryem! Allah seni seçti, temizledi ve dünya kadınlarından üstün kıldı."1 ayeti hükmünce her türlü gün ah tan masumdur, ama peygamber değildir.

1-AI-i İmrân,42

Hasan ve Hüseyin Resulullah'm Evlâtları Mıdır? 115

Soru : 20

NEDEN ŞİÎLER, ALİ B. EBÎ TALİB'İN OĞULLARINI (HASAN

VE HÜSEYİN'İ -A.S-) ALLAH RESULÜ'NÜN (S.A.A)

EVLÂTLARI SAYIYORLAR?

Cevap: Tefsir, tarih ve hadis kitaplarmi incelediği-mizde, bu sözün Şiîlere mahsus olmadığı, bilâkis çeşitli İslâm fırkalarına mensup bütün Müslüman araştırmacı-ların bu konuda görüş birliği içinde oldukları ortaya çık-maktadır.

Şimdi Kur'ân-ı Mecid'e, hadislere ve meşhur müfes-sirlerin sözlerine dayanarak bu konunun açık delillerini gözden geçirelim.

Esasen Kur'ân-ı Kerim, bir insanın sulbünden dünya-ya gelen çocukları onun evlâtları olarak kabul ettiği gibi, aynı şekilde onun erkek veya kız çocuklarından dün-yaya gelen kimseleri de onun evlâtları olarak kabul etmekte-dir.

Kitap ve sünnet açısından bu konuda birçok kanıtlar vardır ki, onlardan bazıları şunlardır:

1- Kur'ân-ı Mecid, aşağıdaki ayette Hz. İsa'yı, Ibrahim Halil'in evlâtlarından saymaktadır. Oysa İsa, Mer-yem'in oğludur ve anne tarafından Hz. İbrahim'e ulaş-maktadır:

"Ona (İbrahim'e) İshak ve Yakub'u bağışladık. Her birini doğru yola ilettik. Daha önce de Nuh'u doğru yola ilettik. Onun (İbrahim'in) soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Ey-yub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u da doğru yola ilettik. Biz iyi işler ya-

116                             Cevaplıyoruz

panlara böylece karşılık veririz. Zekeriya'yı, Yah-ya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı da (doğru yola ilettik.) Hepsi de iyilerden idi."1

Müslüman bilginler, mezkur ayeti, imam Hasan ve İmam Hüseyin'in Allah Resulü'nün çocukları ve zürriyeti olduğu hususuna açık bir delil olarak kabul etmişlerdir.

Örnek olarak onlardan birine işaret ediyoruz: Celâ-luddin Suyutîşöyle nakleder:

"Bir gün Haccac, Yahya b. Ya'mur'u yamna ça-ğırttı ve ona şöyle dedi: 'Bana ulaşan haber-lere göre sen Hasan ve Hüseyin'in Peygamber'in zürriyetinden olduğunu ve bunu Allah'm Kita-bı'nda bulduğunu söylüyorsun. Oysa ben Kur'ân'ı baştan sonra okudum ve böyle bir şey görme-dim.' Yahya b. Ya'mur ona şöyle dedi: 'Sen En'âm Suresi'ndeki şu ayeti okumadm mi?: '0-nun soyun-dan Davud'u ve Süleyman'ı. Yahya'yı ve İsa-yı. da (doğru yola ilettik).' Haccac, 'Evet okudum.' dedi. Yahya ona şöyle dedi: 'Kur'ân-ı Kerim burada İsa'yı İbrahim'in soyundan say-mıştır. Oysa İsa'nın babası yoktu ve anne tara-fından İbrahim'e ulaşıyordu.' Haccac, 'Doğru söylüyorsun.' dedi."2

Söz konusu ayetten ve Kur'ân müfessirlerinin bu hu-sustaki sözlerinden açıkça anlaşıldığı gibi, sadece Şiîler değil, bütün Müslüman bilginler, imam Hasan ve imam Hüseyin'in Allah Resulü'nün evlâtları ve zürriyeti olduğu-nu kabul etmektedirler.

2- Söz konusu iddiamızın doğruluğuna kanıt olabile-cek Kur'ân ayetlerinden biri de, Âl-i İmrân Suresi'ndeki Mübahale ayetidir. Şimdi de Mübahale ayetini ve mü-fessirlerin bu konudaki sözlerini aktaralım:

1- En'âm, 84-85

2-  ed-Dürr'ül-Mensûr, c.3, s.27, En'âm Suresi'ndeki söz konusu ayetin tefsiri, Beyrut basımı,

Hasan ve Hüseyin Resulullah'm Evlâtları Mıdır? 117

"Sana gelen ilimden sonra, bu hususta kim seninle tartışacak olursa, de ki: 'Gelin oğulları-mızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarını-zı, canlarımızı ve canlanmzi çağıralım, sonra la-netleşelim de, Allah'm lânetinin yalancılara ol-masim dileyelim."1

Müfessirler şöyle diyorlar:

"Mübahale ayeti diye meşhur olan bu ayet, Hz. Peygamber'in Necran Hiristiyanlannin baş-kanlarıyla tartışması ve onlann inat edip hakki kabul etmemeleri üzerine nazil olmuştur. Pey-gamber, Allah'm izniyle AM b. Ebî Talib, Fatıma-t'üz-Zehra, Hasan ve Hüseyin ile birlikte lânet-leşmeye çıktılar. Hıristiyan büyükleri, Peygamber'in, Ehlibeyt'i ile birlikte lânetleşmeye çıktığı-nı görünce korktular ve Allah Resulü'nden, lâ-netleşmekten vazgeçmesini istediler. Peygam-ber de bunun üzerine onlann teklifini kabul eti ve onlarla bir anlaşma imzalayarak bu olaya son verdi."

Her iki Şiî ve Sünnî fırkanın bilginleri, Mübahale gü-nü Müminlerin Emiri AN, Fatımat'üz-Zehra, İmam Hasan ve İmam Hüseyin'in Hz. Peygamber ile birlikte olduğu hususunda görüş birliği içindedirler.

Bu da gösteriyor ki, Allah Resulü'nün sözündeki "o-ğullarımız"dan maksat, İmam Hasan ve İmam Hüseyin'-dir. Böylece söz konusu ayette, Hasan ve Hüseyin'in Hz. Peygamber'in (s.a.a) çocukları sayıldığı açıkça ortaya çık-maktadır.

Hatırlatmak gerekir ki müfessirler, Mübahale ayeti-nin tefsiriyle ilgili çok sayıdaki hadisleri naklettikten sonra, bu anlayışın doğru olduğunu teyit ederler. Biz ör-nek olarak onlardan bazısına işaret ediyoruz:

1-AI-i İmrân,61

118                             Cevaplıyoruz

a) Celâluddin Suyutî, Hâkim, İbn-i Mürdeveyh ve Ebu Nuaym'den naklen Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini nakleder:

"Ayette geçen 'canlarımız'dan maksat, Ali b. Ebî Talip'tir. 'Oğullarımız'dan maksat Hasan ve Hüseyin'dir. 'Kadınlarımız'dan maksat da, Fatı-ma'dır."1

b)  Fahruddin Razî, kendi tefsirinde yukarıdaki hadisi naklettikten sonra şöyle der:

"Bil ki, bu hadis, tefsir ve hadis ehlinin doğru-luğu hakkında görüş birliği içinde olduğu bir ha-distir."

Sonra da şöyle ekler:

"Söz konusu ayet, Hasan ve Hüseyin'in Pey-gamber'in çocukları olduğunun kanıtıdır. Zira Peygamber (s.a.a), oğullarını çağıracağını vaat e-dip Hasan ve Hüseyin'i çağırmıştır. Buna gore, Hasan ve Hüseyin'in Peygamber'in oğulları ol-ması gerekmektedir."2

c) Ebu Abdullah Kurtubî kendi tefsirinde şöyle der:

"Ayetteki 'oğullarımız' kelimesi, kızların oğul-larına da oğul denildiğini göstermektedir."3

3- Allah Resulü'nün sözleri de, İmam Hasan ve İmam Hüseyin'in Hz. Peygamber'in çocukları olduğunun en açık kanıtıdır. Burada Hz. Peygamber'in bu husustaki iki sözüne işaret ediyoruz:

a) Allah Resulü, Hasan ve Hüseyin hakkında şöyle buyurmuştur:

"Bu ikisi, benim oğullarımdır. Kim onları se-verse, beni sevmiştir."1

1- ed-Dürr'ül-Mensûr, c.2, s.39, söz konusu ayetin tefsiri, Beyrut basımı.

2- Mefatih'il-Gayb, c.2, s.488, birinci baskı, Mısır, H. 1388

3- el-Camiu Li Ahkâm'il-Kur'ân, c.4, s.104, Beyrut basımı.

Hasan ve Hüseyin Resulullah'm Evlâtları Mıdır? 119

b) Yine Hz. Peygamber (s.a.a), Hasan ve Hüseyin'e işaret ederek şöyle buyurmuştur:

"Bu iki oğlum, benim dünyadaki iki reyha-nim-dir."2

1-  İbn-i Asakir, Tarih-u Medinet-i Dimeşk, Tercümet'ül-İmam'il-Hüseyin (a.s), s.59, hadis: 106, birinci baski, Beyrut, H. 1400

2- age. s.62, hadis: 112.

Hz. Mehdi Kimdir?                           121

Soru : 21

ÂL-İ MUHAMMED'İN MEHDİ'Sİ KİMDİRVE NEDEN ONUN ZUHURUNU BEKLEMEKTESİNİZ?

Cevap: Semavî dinlerin görüş birliği içinde olduğu konulardan biri, ahir zamanda zuhur edecek olan "Ev-rensel Muslih" meselesidir. Sadece İslâm toplumu değil, Yahudi ve Hıristiyan toplumlar da, dünyaya adaleti yaya-cak kimsenin beklentisi içindedirler. Eski Ahit ve Yeni Ahit kitaplarına müracaat edildiğinde, bu hakikat açıkça görülür.1

Bu hususta İslâm muhaddislerinin naklettiği üzere Hz. Peygamber'in şöyle bir sözü vardır:

"Eğer zamandan sadece bir gun kalsa bile, Allah, benim Ehlibeyt'imden, yeryüzü zulümle dolduğu gibi onu adaletle dolduracak birini gönderecektir."2

Buna gore, daha önce de işaret edildiği gibi, böyle bir muslihin varlığına inanmak, semavî dinlerin ittifak ettiği bir husustur. Ehlisünnet'in Sahih ve Müsned kitap-larında "Vaat Edilmiş Mehdi" hakkında çok sayıda hadis

1- Eski Ahit, Davud'un Mezmurları, 96 ve 97. mezmur ve Danyal Peygamber'in Kitabı, 12. bab.

Yeni Ahit, Matta İncili, 24. bab; Markos İncili, 13. bab; Luka İncili, 21. bab ("Mev'udî Ki Cihan Der İntizar-i Ûst" kita-bından naklen)

2-   Ebu Davud, Sahih, c.2, s.207, Mısır baskısı, el-Matbaat'ut-Ta-ziyye; Yenabi'ul-Mevedde, s.432 ve Nur'ul-Ebsar, 2. bab, s.154

122                                Cevaplıyoruz

nakledilmiştir. Ayrıca Şiî ve Sünnî hadisçiler ve araştır-macılar, onun hakkında çok kitap yazmışlardır.1

Bu hadislerin tümünde Hz. Mehdi için sayılan özellik-ler ve alâmetler, sadece Şia'nın on birinci imamı olan Hasan Askerî'nin2 oğlu Hz. Mehdi'ye tatbik etmektedir. Bu hadisler esasınca o hazret, Hz. Peygamber'in adını taşımakta,3 ümmetin on ikinci imamı4 ve Ebu Talib oğlu AM oğlu Hüseyin'in5 torunlarındandır.

Vadedilmiş Mehdi, Allah'ın emriyle Hicrî 255 yılında dünyaya gelmiş ve şu anda diğer insanlar gibi, fakat ta-nınmaz birşekilde hayatını sürdürmektedir.

Hemen şunu da hatırlatalım ki, böylesine uzun bir ömür, bilime aykırı olmadığı gibi vahiy mantığıyla da çe-lişmemektedir. Günümüz bilim dünyası, insanın daha uzun yaşama kabiliyetine sahip olduğuna ve bazı afetle-rin önüne geçilmesi durumunda bunun gerçekleşebile-ceğine inanmakta ve bunun yollarını aramaktadır. Ayrı-ca tarih de, bazı insanların çok uzun süre yaşadıklarına tanıklık etmektedir. Kur'ân-ı Kerim, Nuh Peygamber hak-kında şöyle buyurmuştur:

1-  Örneğin, el-Beyan fi Ahbar-i Sahib'iz-Zaman, Muham-med b. Yûsuf b. Gencî Şafiî'nin eseri; el-Burhan fi Alâmet-i Mehdiyy-i Ahir'iz-Zaman, Mutakki Hindîdiye meşhur olan AM b. Hisamuddin'in eseri ve el-Mehdi ve'l-Mehdeviyye, Ahmed Emin Mısrî'nin eseri.

Şia âlimleri ise bu konuda çok sayıda kitap yazmışlardır ki, onları saymak mümkün değildir. Örneğin, el-Melâhim ve'l-Fiten vs.

2- Yenabi'ul-Mevedde, 76. bab; Menakıb'de Cabir b. Abdullah el-Ensarî'den nakledilir.

3- Sahih-i Tirmizî, c.2, s.46, Dehli basımı, yıl 1342; Müsned-i Ah-med, c.l, s.376 Mısır basımı, yıl 1313

4- Yenabi'ul-Mevedde, s.443

5- Yenabi'ul-Mevedde, s.432

Hz. Mehdi Kimdir?                           123

"Andolsun ki biz Nuh'u kendi kavmine gön-derdik. 0, bin yildan elli yik eksik bir sure onla-rın arasında kaldı."1 Yunus Peygamber hakkmda da şöyle buyurmuştur:

"Eğer (Allah'ı) tesbih edenlerden olmasay-di, tekrar diriltilecekleri güne kadar balığın karnın-da kalacakti."2

Nitekim Kur'ân açısından ve bütün Müslümanlarının ittifakiyla Hızır Peygamber (a.s) ve isa Peygamber (a.s) hâlâ hayattadirlar ve yaşamlarını surdurmektedirler.

1- Ankebût, 14

2- Sâffât, 144

Ric'at Nedir?                                125

Soru : 22

RİC'AT NEDİR VE NEDEN RİC'ATA İNANIYORSUNUZ?

Cevap: "Ric'at", Arap dilinde "geri dönme" anlamın-dadir ve kavram olarak da "bir grup insanın ölümden sonra ve kıyametten önce geri dönüşü"nü ifade etmek-tedir. Bu olay, vadedilmiş Mehdi'nin (a.s) evrensel hare-ketiyle ayni zamanda meydana gelecektir.

Böyle bir şey, aklen mümkün olmasimn yamnda va-hiy mantığıyla da çelişmemektedir. Çünkü:

1-  Islam ve diğer İlâhî dinler açısından insanın cev-herini (tözünü), "nefis" diye de adlandırılan soyut ruh teşkil etmekte ve beden yok olduktan sonra varlığını ko-ruyup ebedî hayatını sürdürmektedir.

2-  Öte yandan Kur'ân açısından yüce Allah mutlak kadirdir ve hiçbir engel O'nun gücünü sınırlayamaz.

Bu iki kısa ön bilgi ışığında ric'at meselesinin aklen oldukça mümkün bir şey olduğu ortaya çıkmaktadır. Zi-ra hiç şüphesiz insanlardan bir grubun geriye dönüşü, onların ilk yaratışından daha zor değildir.

0 hâlde onları ilk olarak yaratan Allah, şüphesiz on-ları yeniden geri döndürmeye de kadirdir.

Vahiy mantığı esasınca önceki ümmetler arasında da, ric'atın bazı örneklerini bulabilmek mümkündür. Kur'ân-ı Kerim, bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Hani; 'Ey Musa! Biz Allah'ı apaçık görme-dikçe sana iman etmeyiz.' demiştiniz de ba-kıp durur olduğunuz hâlde, sizi yıldırım çarpmıştı.

126                                Cevaplıyoruz

Sonra ölümünüzün ardından, bel-ki şükredersiniz diye sizi tekrar diriltmiştik."1

Başka bir yerde İsa Mesih Peygamber'in (a.s) dilin-den şöyle buyurmaktadır:

"Allah'in izniyle ölüleri diriltirim."2

Böylece Kur'ân-ı Kerim, sadece ric'atın mümkün ol-duğunu doğrulamakla kalmamakta, bir grup insamn bu dünyadan göçtükten sonra yeniden geriye döndüğünü, bunun fiilen gerçekleştiğini de ortaya koymaktadir.

Bunlara ilâve olarakşimdi nakledeceğimiz iki ayette de, insanlardan bir grubun ölümden sonra ve kiyamet kopmadan once geriye döndürüleceğine işaret edilmek-tedir:

"insanlann bir türlü ayetlerimize inan-miyor olmalan sebebiyle, (azap vaadine ilişkin) o söz onların üzerine vaki olacağı zaman, onlara yer-den kendileri ile konuşacak bir dâbbe (canlı) çı-karırız. 0 gün ki, her ümmetin arasından ayetle-rimizi yalanlayanlardan bir bölüğü haşrederiz de onlar tutuklamrlar."3

Bu iki ayetin kiyametten once vuku bulacak olan ric'at meselesine delil sayilmasimn anlaşılması için aşa-ğıdaki noktaları göz önünde bulundurmak gerekir:

1- Islâm müfessirleri, bu iki ayetin kıyamet ile ilgili olduğunu ve birinci ayetin kiyamet öncesi alâmetlerden birini beyan ettiğini söylemektedirler. Nitekim Celâlud-din Suyutî, ed-Dürr'ül-Mensûr adlı tefsirinde İbn-i Ebî Şeybe aracılığı ile Huzeyfe'den naklettiği rivayete göre, Dâbbet'ul-Arz'ın çıkışı, kiyametten once meydana gele-cek olan olaylardan birisidir.4

1- Bakara, 55-56 2-ÂI-i İmrân,49

3- Neml, 82- 83

4- ed-Dürr'ül-Mensûr, c.5, s.177, Neml, 82. ayetin tefsiri.

Ric'at Nedir?                                127

2-  Hiç şüphesiz, kıyamet günü bütün insanlar haş-rolacaktır, her ümmetin arasından belli bir grup değil. Kur'ân, kıyametteki haşir olayının genelliği ve kapsayıcı-lığı oluşu hakkında şöyle buyurmaktadır:

"Bu, bütün insanların toplanacağı gündür."1

Başka bir yerde ise şöyle buyurmaktadır:

"0 gün ki dağları yayarız da yeri açıkça orta-ya çıkmış görürsün ve onları haşrede-riz de hiç-birini terk edilmiş bırakmayız."2

Buna göre, kıyamet günü bütün insanlar haşrolacak-tır ve bu, belli bir gruba özgü bir durum olmayacaktir.

3-  Mezkur iki ayetten ikincisi, açık bir şekilde her ümmetten belli bir grup ve belli bir topluluğun haşrola-cağını bildirmektedir, bütün insanların değil. Zira bu ayet-i şerife şöyle buyurmaktadır:

"0 gün ki her ümmetin arasından ayetlerimi-zi yalanlayanlardan bir bölüğü haşre-deriz."

Bu cümle, açık bir şekilde bütün insanların haşrol-mayacağına delâlet etmektedir.

Sonuç

Bu üç kısa ön bilgiden çıkan sonuç şudur: Söz konu-su ikinci ayette belirtildiği üzere, Allah'ın ayetlerini inkâr eden insanlardan belli bir grubun dirilişi ve haşrolu-şu olayı, kıyametin kopmasından önce vuku bulacak bir olaydır. Çünkü kıyamet günündeki haşir, bütün insanları kapsayacak ve belli bir grupla sinirli kalmayacaktir.

Bu açıklama ile, ölümden sonra ve kiyametten once insanlardan belli bir grubun geri döneceği yönündeki inancımız ispatlanmış olmaktadır ki, buna "ric'at" diyo-ruz.

1-  Hud, 103. ed-Dürr'ül-Mensûr, c.3, s.349'da ayetteki o "gün"den maksadın kıyamet günü olduğunu söylemiştir.

2- Kehf, 47

128                                Cevaplıyoruz

Bu doğrultuda, Kur'ân'ın dengi ve ilâhî vahyin mü-fessirleri olan Hz. Peygamber'in Ehlibeyti de insanlan bu konuda aydmlatmaya çalışmışlardır. Biz ihtisara riayet amacıyla onların iki sözüne işaret etmek istiyoruz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Allah'ın günleri üçtür: Kaim'in (Mehdi'nin -a. s.-) günü, ric'at günü ve kıyamet günü."

Başka bir sözünde şöyle buyuruyor:

"Bizim yeniden dönüşümüze inanmayanlar, bizden değildir."

Burada şu iki önemli noktaya da değinmeden ede-meyeceğiz:

1- Ric'at'm Hikmeti

Ric'at'ın amaçları üzerinde düşündüğümüz zaman, bu olayın amaçları arasında iki yüce amaca rastlamak-tayız. Birincisi, İslâm'ın gerçek azamet ve yüceliği ile küfrün alçaklığını ortaya koymak; ikincisi ise, imanli ve iyi insanları ödüllendirip kâfirleri ve zalimleri cezalan-dirmak.

2- Ric'at Olayimn Tenasüh (Reenkarnasyon) Olayından Farklı Oluşu

Şia inanışındaki "ric'at" meselesinin "tenasüh (reenkarnasyon)" inancıyla hiçbir ilişkisi yoktur. Çünkü tena-süh görüşü, kıyameti inkâra dayalı, evrenin sürekli bir dönüşüm hâlinde olduğunu savunan ve her dönemin bir önceki dönemin tekrarı olduğuna inanan bir görüştür.

Bu görüşe göre, her insanın ruhu ölümden sonra yeniden dünyaya geri döner ve başka bir bedene intikal eder. Eğer ruh geçmiş dönemde iyilerdenmişse, sonraki dönemde zevk ve sefa içinde yaşayacak bir bedende yer alır. Eğer kötülerdenmişse, sonraki dönemde zorluklar içinde yaşayacak bir bedende yer alır. Bu geri dönüş, onun kıyameti hükmündedir.

Ric'at Nedir?                                129

Oysa ric'ata inananlar, Islâm'daki kıyamet ve ahiret inancma iman etmekte ve bir bedenden ayrılmış bir ruhun başka bir bedene intikalinin muhal olduğuna inan-maktadirlar.1 Sadece bir grup insanın kıyametten once bu dünyaya geri döneceğine, hikmetlerinin ve maslahat-lannm temin edilmesinden sonra da yeniden ebedî yur-da intikal edeceğine, daha sonra da kıyamet günü diğer insanlarla birlikte dirileceğine inanmaktadırlar. Bunda da asia bir ruhun bir bedenden ayrildiktan sonra başka bir bedene intikal etmesi söz konusu değildir.

1- Sadr'ul-Müteellihîn, el-Esfar, c.9, bab, 8, fasil, 1, s.3'de, tenasüh inancının reddinde şöyle diyor:

"Bir bedenden ayrılmış (kopmuş) bir ruh cenin durumunda veya başka bir durumda olan başka bir bedene taalluk edecek olursa, ikisinden birinin (ruhun) bilkuwe, diğerinin ise (bedenin) bilfiil ol-masi gerekir. Bu durumda bir şeyi bilfiil yapan şey, aym zamanda onun bilkuwe olmasimn da sebebi olur. Bu ise muhaldir. Çünkü ruh ile be-den arasm-daki terkip (bileşim), ittihadı sağlayan doğal bir bi-leşimdir ve doğal bileşim, birisi bilfiil, diğeri ise bilkuv-ve olan iki şey arasında imkânsızdır.

Hz. Peygamber'e Salâvat Getirme             131

Soru : 23

NEDEN HZ. MUHAMMED'E SALÂVAT GÖNDERİNCE, ÂL-İ

MUHAMMED'İ DE ONA ATFEDİYOR VE "ALLAHUMME

SALLİ ALÂ MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED"

DİYORSUNUZ?

Cevap: Kesin bir şekilde bilindiği gibi Hz. Peygam-ber'in (s.a.a) bizzat kendisi, kendisine salât ve selâm görider me şeklini Müslümanlara öğretmiştir. Nitekim; "Allah ve melekleri Peygamber'e salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât ve selâm getirin."1 ayeti nazil olunca Müs-lümanlar, nasıl salât ve selâm göndereceklerini sordu-lar. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

"Bana eksik salâvat göndermeyin."

Yine sordular: "Peki nasıl salâvat gönderelim?" Hz. Peygamber buyurdu ki:

"Şöyle deyiniz: Allahumme salli alâ Muhammed ve alâ Âl-i Muhammed."2

1- Ahzâb, 56

2-  İbn-i Hacer, es-Savaik'ul-Muhrika, 11. bab, 1. fasil, s.146, Mısır, Mektebet'ül-Kahire, ikinci baskı. Bunun benzeri bir hadis de, ed-Dür'ül-Mensûr, c.5, Ahzâb Suresi'nin 56. aye-tinin tefsirinde, Abdur-rezzak, İbn-i Ebî Şeybe, Ahmed, Buharî, Muslim, Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî, İbn-i Mace ve İbn-i Mürdeveyh gibi hadisçilerden naklen Kâ'b b. Ucre aracılığıyla Hz. Peygamber'den (s.a.a) nakledilmiştir.

132                                Cevaplıyoruz

Peygamber'in Âl'inin (Ehlibeyt'inin) makamı öyle bir makamdır ki, Şafiî kendi şiirinde şöyle demektedir: "Ey Allah Resulü'nün Ehlibeyti, sevginiz Allah'ın indirdiği Kur'ân'da Allah tarafından birfarzdir.

Kadrinizin yüceliği hakkmda şu yeterlidir ki Size Salâvat göndermeyenin namazı batıl-dir."1

1- es-Savaik'ul-Muhrika, 11. bab, s.148, 1. fasıl; Şebravî, el-İthaf, s.29; Hamzavî Malikî, Meşarik'ul Envar, s.88; Zerkanî, el-Mevahib ve Sabban, el-İs'af, s.119

Ezanın Şekli                                133

Soru : 24

NEDEN EZAN OKURKEN, ALİ'NİN (A.S) VELÂYETİNE TANIKLIK EDİYORSUNUZ?

Cevap: Bu soruya cevap olarak aşağıdaki hususlara dikkat edilmesi gerekir:

1- Şia fakihlerinin tümü, geniş veya muhtasar fıkıh kitaplarında, Ali'nin (a.s) velâyetine şahadette bulunma-nm ezan ve ikamenin (kametin) bir parçası olmadığını açık bir şekilde beyan etmiş ve hiç kimsenin bu şahadeti ezan veya ikamenin bir parçası olarak okuma hakkma sahip olmadığını dile getirmişlerdir.

2- Ali (a.s), Kur'ân açısından Allah'ın velilerinden biri sayılır ve şu ayette müminler üzerindeki velâyeti açıkça beyan edilmiştir:

"Sizin veliniz ancak Allah, O'nun Resulii ve namaz kılıp rükû hâlinde, zekât veren mümin-lerdir."1

Ehlisünnet'in Sahih ve Müsned kitaplarında yer alan rivayetler, bu ayetin rükû hâlinde yüzüğünü fakire bağış-layan Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu açıkça beyan etmektedir.2

1- Mâide, 55

2- Bu ayetin bu hususta nazil oluğu burada zikredilmeye-cek kadar çoktur. Dolayısıyla burada bu sayısız kaynaklardan sadece birkaçına işaret ediyoruz: (1) Tefsir-i Taberî, c.6, s.186. (2) Cesass, Ahkâm'ul-Kur'ân, c.2, s.542. (3) Tefsir-i Beyzavî, c.l, s.345. (4) ed-Dürr'ül-Men-sûr, c.2, s.293

134                                Cevaplıyoruz

Bu ayet, AN (a.s) hakkmda nazil olunca, Hasan b. Sabit, bu olayı şu şekilde şiirleştirdi:

"Rükû hâlinde bağışta bulunan, sensin Canlar sana feda, ey rükû edenlerin en ha-yırlısı!

Velâyetin en hayırlısını Allah senin hakkında indirmişti.

Ve onu şeriatların sağlam hükümlerinde be-yan etti."

3- Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

"Ameller, niyet iledir." (Yani, amellerin haki-kat ve mahiyetini insanın niyeti belirler.)

Buna göre Hz. Ali'nin (a.s) velâyeti, Kur'ân'ın açıkça beyan buyurduğu hakikatlerden biri olduktan, öte yan-dan söz konusu cümle, ezanın bir parçası olduğu niyetiy-le söylenmedikten sonra, bu hakikati Hz. Peygamber'in risaletine tanıklığın yanı sıra dile getirmenin ne sakınca-sı olabilir?

Burada hatırlatılması gereken bir konu da şudur: Eğer söz konusu cümleyi ezana ilâve etmek hoş değilse ve bu açıdan Şia kınanacaksa, o zaman aşağıdaki şu iki husus nasıl tevil ve tevcih edilecek?:

1- Sahih tarihin tanıklık ettiği üzere "Hayye alâ hayri'l-amel" (En hayırlı amele koşun) cümlesi de ezanın bir parçasıdır.1 Oysa ikinci halifenin hilâfeti döneminde, insanların, namazın en hayırlı amel olduğunu duyunca artık cihada gitmeyecekleri düşüncesiyle bu cümle ezandan kaldırılmış ve bu hâliyle baki kalmıştır.2

1-     Kenz'ül Ummal, Kitab'us-Salât, c.4, s.266, Taberanî'den naklen: "Bilâl sabahları şöyle ezan okurdu: Hayye alâ hayrîl-amel (En iyi amele koşun)." bk. Sünen-i Beyhakî, c.l, s.424-425; Muvatta-i Malik, c.l, s.93

2-   Kenz'ül İrfan, c.2, s.158; es-Sırat'ul Mustakim ve Cevahir'ul-Ahbar-i ve'l-Âsâr, c.2, s.192; Kuşçî, Şerh'ut-TeEcrid İmamet bahsi, s. 484: "Ömer minbere çıkarak şöyle dedi: Ey

Ezanın Şekli                                135

2- "es-Salâtu hayrun mine'n-nevm" (Namaz uykudan daha hayırlıdır" cümlesi, Hz. Peygamber (s.a.a.) zamanmda ezanın bir parçası değildi, sonraları ezana ilâve e-dilmiştir.1

Bu yüzden Şafiî "el-Ümm" adlı kitabında şöyle diyor:

"Ben ezanda, 'es-Salâtu hayrun mine'n-nevm' (Namaz uykudan daha hayirlidir) denmesini hoş görmüyorum. Zira (ravilerden ve muhaddisler-den biri olan) Ebu Mahzure bunu (kendi hadi-sinde) zikretmemiştir."2

insanlar! Allah Resulü zamanmda şu üç şey vardı ve ben onları yasaklıyorum ve haram kılıyorum. Bunları yapan kimseleri de cezalandıracağım. Bunlar; kadının müt'a edilmesi, hac müt'ası (temettu haccmda umre irhammdan çıktıktan sonra kadınlarla birlikte olmak) ve 'Hayye alâ hayri'l-amel' cümlesi-dir."

1- Kenz'ül-Ummal, Kitab'us-Salât, c.4, s.270.

2- Delâil'us-Sıdk, c.3, ikinci bölüm, s.97'den naklen

Şia'nm Sahabe Hakkmdaki Görüşü              137

Soru : 25

ŞİA'NIN SAHABE HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ NEDİR?

Cevap: Şia'ya göre Hz. Peygamber'i (s.a.a) görme ve onunla birlikte olma şerefine nail olan kimseler, birkaç kısma ayrılmaktadır. Biz, bu kısımları açıklamaya geç-meden önce "sahabî" kavramının kısa bir tanımını yap-manın uygun olacağını düşünüyoruz.

Hz. Peygamber'in sahabîsi hakkında çeşitli tanımlar yapılmıştır ki, aşağıda onlardan bazısına değiniyoruz:

1- Said b. Müseyyib şöyle diyor:

"Sahabî, bir veya iki yıl Peygamber ile birlikte olan ve onunla birlikte bir veya iki savaşa katı-lan ve savaşan kimse demektir."1

2- Vakıdî şöyle diyor:

"Âlimlere göre, bir saatliğine olsa bile Peygamber'i gören, Islâm'a iman eden, din üzerin-de düşünüp ona gönül veren kimse, Peygamber'in ashabından sayılır."2

3- Muhammed b. Ismail Buharîşöyle diyor:

"Müslümanlardan Peygamber ile birlikte olan veya onu gören herkes, Peygamber'in ashabin-dan sayihr."3

4-Ahmed b. Hanbel şöyle diyor:

1- Üsd'ül-Gabe, c.l, s.ll-12, Mısır basımı

2- age.

3- age.

138                                Cevaplıyoruz

"Her kirn bir ay veya bir gün veya bir saat Peygamber ile birlikte olmuş veya Peygamber'i görmüş ise, ashaptan sayihr."1

Ehlisünnet âlimleri arasında "sahabenin adaleti" ke-sin bir ilke olarak kabul edilmiştir. Onlara göre, Hz. Peygamber ile birlikte olan herkes adildir.2

Biz, Kur'ân'ın aydınlatıcı ayetleri ışığında bu görüşü incelemeye, daha sonra Şia'nın bu konudaki vahiy man-tığından kaynaklanan görüşünü açıklamaya çalışacağız.

Tarih, Hz. Peygamber'in sahabîsi olarak on iki bin-den fazla kişinin adını kaydetmiştir. Bunlar arasında çok çeşitli simalar mevcuttur. Şüphesiz, Hz. Peygamber ile birlikte olmak, çok büyük bir şereftir ki bu insanlara na-sip olmuştur ve İslâm ümmeti her zaman onlara saygi gözüyle bakmıştır. Çünkü onlar, Islâm dininin öncüleri olmuşlar ve tarihte ilk kez İslâm'ın izzet ve şeref bayra-ğını dalgalandırmışlardır. Kur'ân-ı Kerim de, bu öncü bayraktarları övmüş ve şöyle buyurmuştur:

"Sizden, fetihten once malmi harcayan ve sa-vaşanlar, (ötekilerle) eşit değildir. Onların dere-cesi, (fetihten) sonra malını harcayan ve sava-şanlardan daha büyüktür."3

Fakat itiraf etmek gerekir ki Allah Resulü ile birlikte olmak, insanların mahiyetini değiştiren ve hepsini öm-rünün sonuna kadar sigortalayan ve adil kimseler kılan birsimya da değildir.

Bu meseleyi aydınlığa kavuşturmak için her şeyden önce bütün Müslümanların, hakkında ittifak ettiği Kur-ân'a yönelmemiz ve meselenin halli için bu semavî ki-taptan yardım dilememiz gerekir:

1- age.

2-  el-İstiab fi Esmai'l-Ashab, c.l, s.2, el-İsabe'nin hami-şinde, Üs-d'ül-Gabe, c.l, s.3, İbn-i Esir'den naklen

3- Hadîd, 10

Şia'nm Sahabe Hakkmdaki Görüşü              139

Kur'ân Açısından Sahabî

Kur'ân'a göre Hz. Peygamber'in huzuruna varma şe-refini elde eden ve Hz. Peygamber ile birlikte bulunan kimseler iki kısımdır:

Birinci Grup

Hz. Peygamber (s.a.a) ile birlikte olan bu grup, Kur'ân ayetlerinde övülen, methedilen ve İslâm'ın şevket ve devletinin temelini atan kimseler olarak anılan kim-selerden oluşur. Bu grup hakkında Allah'ın kitabı'nda yer alan bazı ayetleri zikrediyoruz:

1- İlk Öncüler

"Muhacirler ve ensardan İslâm'a ilkin i-man edip başkalarından öne geçenler ile, güzellikle onlara uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. Allah onlara, içinde temelli ve ebedî kalacakları, altlarından ırmaklar akan cen-netler hazırlamıştır. İşte bü-yük kurtuluş budur."1

2- Ağacın Altında Biat Edenler

"Andolsun ki Allah, ağaç altında sana biat ederlerken müminlerden hoşnut olmuştur. Gö-nüllerinde olanı da bilmiş, içlerine rahatlık ver-miş ve onları yakın bir fetih ile ödüllendirmiş-tir."2

3- Muhacirler

"(Allah'ın, Resulü'ne geri döndürdüğü bu mal-lardan Allah'ın payına düşen hisse) yurt-larından ve mallarından edilmiş olan, Allah'ın fazlı ve hoşnutluğunu arayan, Allah'a ve Resulü'ne yar-

1- Tevbe, 100

2- Fetih, 18

140                                Cevaplıyoruz

dim eden muhacir fakirler içindir. Doğru olanlar, onlardır."1

4- Fetih Ashabi

"Muhammed, Allah'in elçisidir. Onunla bera-ber olanlar, kâfirlere karşı sert, kendi aralannda merhametlidirler. Onları rükûa varır, secde eder ve Allah'in fazhm ve hoşnutluğunu arar görür-sün. Onlar, yüzlerindeki secde izi Me tammrlar."2

Ikinci Grup

Hz. Peygamber ile birlikte olan diğer grup ise iki yüz-lü ve hasta kalpli kimselerden oluşur. Kur'ân-ı Kerim, bu tür sözde sahabîlerin mahiyetini ifşa ederek, Hz. Pey-gamber'i onlara karşı uyarmıştır. Burada bu gruptan bir-kaç örnek vermek istiyoruz:

1- Tanınmış Münafıklar

"Ikiyüzlüler sana gelince, 'Şahadet ederiz ki sen, Allah'in elçisisin.' derler. Allah biliyor ki sen, O'nun elçisisin. Fakat Allah görüyor ki, ikiyüzlü-leryalan söylüyorlar."3

2- Tanınmamış Münafıklar

"Çevrenizdeki bedevîler ve Medineliler içinde ikiyüzlüler vardır. İkiyüzlülük, onların karakteri olmuştur. Sen onları bilmezsin; onları ancak biz biliriz."4

3- Hasta Kalpliler

"İkiyüzlüler ve kalplerinde hastalık olanlar, 'Allah ve Peygamberi bize sadece kuru vaatler-

1- Haşr, 8

2- Fetih, 29

3- Münâfıkûn Suresi 1. ayetten son ayete kadar

4- Tevbe, 101

Şia'nm Sahabe Hakkmdaki Görüşü            141

de bulundular.' diyorlardı."1

4- Günahkârlar

"(Çevrenizdeki bedevîler ve Medinelilerden) suçlarını itiraf eden bir başka kısmı da, iyi işlerle kötü işleri birbirine karıştır-mışlar. (İyi işlerinin yanında kötü işler de işlemişler.) Umulur ki Allah onların tövbesini kabul eder; 0 bağışlayan-dır, merhamet edendir."2

Kur'ân-ı Kerim'deki bu ayetlerin yaninda Hz. Pey-gamber'den de sahabeden bazilarmi kapsayan çok sayı-da hadis nakledilmiştir. Burada örnek olarak onlardan ikisini aktarıyoruz:

1- Ebu Hâzim, Sehl b. Sa'd'dan Hz. Peygamber'in (s.a.v) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Ben, Kevser Havuzu'nun başında sizleri bek-leyeceğim. Oraya gelen, ondan içer. Ondan içen, bir daha asla susamaz. Bazıları da orada bana gelirler ki, ben onları tanırım, onlar da beni ta-nırlar. Fakat sonra onlarla benim arama engel girer, bana ulaşamazlar."

Ebu Hâzim diyor ki:

"Ben bu hadisi okurken, Nu'man b. EbîAyyaş onu işitti ve şöyle dedi: 'Sehl'den böyle mi duy-dun?1 Ben, 'Evet' dedim. Nu'man dedi ki: 'Ben, Ebu Said-i Hudrî'nin bu hadisi şu ilâve ile naklet-tiğine tanığım: 'Ben derim ki: Onlar bendendir-ler.' Bana denir ki: 'Sen, bunların senden sonra neler yaptığını biliyor musun!' Bunun üzerine ben derim ki: Benden sonra (Allah'ın dini) değiş-tiren kimseler Allah'ın rahmetinden uzak olsun, uzak olsun!."3

1- Ahzâb, 12

2- Tevbe, 102

3-  İbn-i Esir, Cami'ul-Usul, c.ll, Kitab'ul-Havz fi Vurud'in-Nasi Aleyh, s.120, hadis: 7972.

142                                Cevaplıyoruz

Hz. Peygamber'in, "Ben onlan taninm, onlar da beni tanırlar." cümlesiyle, "Benden sonra (Allah'm dinini) de-ğiştiren kimseler" ifadesinden, bu kimselerin, bir müd-det kendisiyle birlikte olan ashabı olduğu anlaşılmakta-dır. (Bu hadisi, Buharî ve Muslim de rivayet etmişlerdir.)

Yine Buharî ve Muslim, Hz. Peygamber'in şöyle bu-yurduğunu rivayet etmişlerdir:

"Kıyamet günü ashabımdan bir grup -veya 'üm-metimden bir grup1 diye buyurdu- yanima gelirler. Fakat onlar Kevser Havuzu'ndan uzak-laştırılırlar. Ben, 'Allahım, bunla'r benim asha-bımdır!' derim. Allah, 'Sen, onlann senden sonra yap-tiklanni bilmiyorsun! Onlar, o ilk hâllerine (ca-hiliye dönemine)geri döndüler.' buyurur."1

Sonuç

Kur'ân ayetleri ve Hz. Peygamber'in sünneti, açık bir şekilde şu gerçeği gözler önüne sermektedir: Ashap ve Hz. Peygamber ile birlikte olma şerefine nail olan kimselerin tümü, aynı derecede ve aynı seviyede değillerdi. Onlann bir kısmı yaptıkları değerli hizmetlerle, İslâm fida-nının kök salıp dal-budak atmasına katkıda bulunan temiz, takvalı ve şerefli insanlar iken, diğer bir kısımı, daha ilk baştan ikiyüzlülük yapan hasta kalpli ve günah-kâr kimselerdi.2

Böylece Şia'nın, Hz. Peygamber'in ashabı hakkındaki görüşünün, Allah'ın Kitabı ve Peygamber'in sünnetinden kaynaklanan bir görüş olduğu ortaya çıkmaktadır.

1- İbn-i Esir, Cami'ul-Usul, c.ll, s.120, hadis: 7993.

2- Daha fazla bilgi için Kur'ân-ı Kerim'in Münafıkûn Sure-si'ne müracaat ediniz.

Şia'dan Maksat Nedir?                        143

Soru : 26

ŞİA'DAN MAKSAT NEDİR?

Cevap: "Şia", Arapça'da "takipçi" anlamındadır. Ni-tekim Kur'ân-ı Mecid, "Nuh'un takipçilerinden biri de, İb-rahim'dir."1 buyururken bu kelimeyi kullanmıştır. Ama Müslümanların terminolojisinde Şia, Hz. Peygamber'in (s.a.a.) vefatından önce kendi vasisini ve Müslümanların halifesini çeşitli münasebetlerde, ezcümle "Gadir" günü diye meşhur olan Hicrî onuncu yılın zilhicce ayının on se-kizinci gününde büyük bir topluluk arasmda belirledigine ve onu kendisinden sonraki dinî, ilmî ve siyasî makam olaraktayin ettiğine inanan grup için kullanılmaktadır.

Bilindiği üzere Hz. Peygamber'den sonra muhacirler ve ensar iki guruba ayrıldılar:

1- Bir grup Allah Resulü'nün (s.a.a) hilâfet konusunu görmezlikten gelmediğine, kendi halifesini tayin ettiğine ve bu halifenin aym zamanda kendisine ilk iman eden AM b. EbîTalip olduğuna inanıyordu.

Muhacirler ve ensann bir bölümünden oluşan ve başlarında Haşimoğullan'nın bütün şahsiyetleri ile Sel-man, Ebuzer, Mikdad, Habbab b. Erett gibi büyük sahabîler gelen bu grup, sonuna kadar bu inanç üzere baki kaldılar ve "Ali'nin Şia'sı" olarak adlandırıldılar.

Elbette bu adı, Hz. Peygamber henüz hayattayken Müminlerin Emiri Ali'nin takipçileri hakkında kullanmış-

1- Sâffât, 83

144                                Cevaplıyoruz

tır. Hz. Peygamber (s.a.a) AN b. EbîTalib'i göstererek şöy-le buyuımuştur:

"Canım elinde olan Allah'a andolsun ki, ki-

yamet günü kurtuluşa erecek olanlar, bu ve Şia-

sıdır."1

Buna göre Şia, Islâm'ın ilk yıllarında velâyet ve imamet makammm ilâhî bir tayin ile gerçekleşeceğine inandığı için bu isimle meşhur olan bir grup Müslümana verilen addir. Bu grup, günümüze kadar da Peygamber-'in Ehlibeyti'nin velâyet ve vasiyetine inanmakta ve onla-rın çizgisini takip etmektedir.

Böylece Şia'nın gerçek makam ve mevkii ortaya çık-makta ve Şia'nın daha sonraki yıllarda meydana geldi-ğini söyleyen bazı cahil veya kasith uydurmacilarm söz-lerinin temelsizliği açıklığa kavuşmaktadır. Şia tarihini daha geniş bir şeklide bilmek için, Asl'uş-Şia ve Usuluha, el-Müracaat ve A'yan'uş-Şia kitaplarına bakabilirsiniz.

2- Diğer bir grup ise, hilâfet makamının seçime da-yalı bir makam olduğunu savunmuş ve bu yüzden de E-bubekir'e biat etmiştir. Bu grup daha sonraları "Ehlisün-net" adıyla tanındı.

Sonuçta İslâm ümmeti arasında temel konularda birçok müşterek noktalar olmasına rağmen Hz. Pey-gamber'in hilâfeti ve vesayeti konusunda faklı görüşe sahip olan iki grup ortaya çıktı. Her iki grubun ilk çekir-değini de muhacirlerve ensarteşkil ediyordu.

1- Celâluddin Suyutî, ed-Dürr'ül- Mensûr, c.6, Beyyine, 7. ayetin tefsiri

Şia Hak İse, Neden Azınlıktadır?               145

Soru : 27

EĞER ŞİA HAK İSE, 0 HÂLDE NEDEN AZINLIKTADIR VE

DÜNYA MÜSLÜMANLARININ ÇOĞUNLUĞU ONU KABUL

ETMEMİŞTİR?

Cevap: Hak ve batıl, takipçilerinin azlığı veya çoklu-ğu Me tanınmaz. Bugün dünyada Müslümanların, Islâm'ı kabul etmeyenlere oranı, beşte bir veya altıda bir civa-rındadır. Uzakdoğu sakinlerinin çoğunluğunu putperest, inekperest ve tabiat ötesini (metafiziği) inkâr eden kim-seler oluşturmaktadır.

Çin, bir milyardan fazla nüfusuyla, Yaratıcı'yı inkâr eden komünizmin merkezlerinden biridir. Bir milyara yakın nüfusu ile Hindistan halkının çoğunluğunu ineğe tapanlarve putperestlerteşkil etmektedir.

Görüldüğü gibi çoğunluk, asla hak olmanın nişanesi sayılamaz. Hatta Kur'ân-ı Kerim, genellikle çoğunluğu kınamakta ve bazı azınlıkları övmektedir. Bu hususta örnek olarak bazı ayetlere dikkatinizi çekmek istiyoruz: "Onlann çoğunu şükreder bulmayacaksın."1 "Mescid-i Haram'ın mütevvellîleri, ancak tak-va sahibi kimselerdir. Fakat onların ço-ğu bunu bilmez."2

"Kullarından pek azı şükredendir."3

1- A'râf, 17 2-Enfâl,34 3- Sebe', 13

146                                Cevaplıyoruz

Buna göre gerçekçi bir insan, asla inancimn takipçi-lerinin azlığından endişeye kapılmamalı, çokluğuyla da böbürlenmelidir. Aksine, akıl çırağını yakmalı ve onun ışığından yararlanmalıdır.

Adamin biri, Müminlerin Emiri Hz. Ali'ye (a.s) şöyle arz etti: "Cemel Savaşı'nda senin muhalif-lerin, nispî çoğunluğu teşkil ettikleri hâlde nasıl batıl olabilirler?!"

Imam (a.s) şöyle buyurdu: "Hak ve batıl, kişilerin sayısıyla tamnmaz. Sen hakki tani, ehlini de tamrsin; batih tani, eh-lini de tamrsin."

Bu nedenle, bir Müslüman'a yakışan, bilimsel ve mantiksal bir yaklaşımla bu meseleyi inceleyip, "Bilme-diğin şeyin ardına düşme."1 ayetinin ışığıyla hareket et-mektir.

Ayrica, her ne kadarŞia nüfusu Ehlisünnet'ten az ol-sa da, kapsamli ve dakik bir sayım yapılacak olursa gö-rülecek ki, dünya Müslümanlarının dörtte birini Şiîler oluşturmakta ve dünya yaşadığı bölgelerin hemen hep-sinde varlıklarını sürdürmektedirler.2

Yine tarihin bütün dönemlerinde, Şiîler arasından meşhur bilginler, yazarlar ve eser sahipleri çıkmıştır. Hatta Islâmî bilimlerin birçoğunun kurucuları da Şiîler olmuştur. Örnek olarak; "nahiv" ilminin kurucusu Ebu'l-Esved-i Duelî, "aruz" ilminin kurucusu Haul b. Ahmed, "sarf" ilminin kurucusu Muaz b. Muslim b. Ebî Sare el-Kufî ve "belâgat" ilminin öncülerinden Ebu Abdillah Mu-hammed b. İmran Kâtib-i Horasanî'yi (Merzbanî) sayabi-liriz.3

1- İsrâ, 36

2- Daha fazla açıklama için bk. A'yan'uş-Şia, c.l, 12. ba-his, s.194

3- Bu konuda Seyyid Muhammed Sadr'ın Te'sis'uş-Şia ad-lı eserine bakınız.

Şia Hak İse, Neden Azınlıktadır?               147

Tümünün sayılması oldukça zor olan Şia âlimlerinin sayısız telifleri ve eserleri hakkmda daha fazia bilgi sa-hibi olabilmek için "ez-Zeria İlâ Tesanif'iş-Şia" adlı değer-li esere müracaat edebilirsiniz. Şia'nın büyük şahsiyetle-rini tanımak için "A'yan'uş-Şia" kitabına, Şia'nın tarihçesi hakkmda bilgi edinmek için de, "Tarih'uş-Şia" adlı kitaba başvurabilirsiniz.

Müt'a Nikâhı                                149

Soru : 28

MÜT'A NİKÂHINDAN MAKSAT NEDİR VE ŞİA NEDEN ONU HELÂL BİLİYOR?

Cevap: Nikâh, karı-koca arasındaki evlilik bağı de-mektir. Ne var ki bu bağ, bazen daimî şekilde inşa edilip, nikâh akdi sırasında onun için bir sınır belirlenmez; bazen de geçici şekilde inşa edilip, nikâh akdi sırasında onun için bir sure belirlenir ve her ikisi de şer'î evlilik ola-rak yapılır. Aralarındaki ayırıcı fark, birinin daimî diğeri-nin geçici olmasıdır, başka bir şey değildir. Aşağıda sa-yacağımız hususların müt'a nikâhında şart ve geçerli oluşu, bunu açıkça ortaya koymaktadır:

1-  Evlenecek olan kadın ile erkeğin evlenmelerinde akrabalık, hısımlık veya başka bir nedenden kaynakla-nan şer'î bir sakınca bulunmamalıdır. Aksi takdirde ni-kâhları batıldır.

2- Iki tarafın da razı olduğu mihir, nikâh akdinde zik-redilmelidir.

3- Evliliğin müddeti belli olmalıdır.

4- Şer'î akit yapılmalıdır.

5- Onlardan doğan çocuk, onların meşru çocuğudur. Daimî evlilikte doğan çocuklar için nüfus kâğıdı alındığı gibi, müt'a nikâhı sonucu doğan çocuklar için de nüfus kâğıdı alınmalıdır. Bu konuda daimî evlilik ile geçici evlilik arasında hiçbir fark yoktur.

6- Çocukların nafakası babaya aittir ve çocuklar an-ne ve babalarından miras alırlar.

150                                Cevaplıyoruz

7- Geçici evlilik müddeti sona erince, eğer kadın menopoza girmiş değilse (âdetten kesilmemişse), iddet beklemelidir. Iddet süresi sırasında hamile olduğu anla-şılırsa, doğum yapıncaya kadar her türlü evlilikten sa-kınmalıdır.

Bunların dışında daimî evliliğin diğer hükümleri de müt'a nikâhında aynen geçerlidir. Sadece, müt'a nikâhı toplumsal bir zaruretten dolayı teşri edildiği için, bu evlilik türünde kadının nafakası erkeğin üzerine farz değil-dir. Bir de, eğer nikâh akdi okunurken miras alma şartını koşmazsa, kocasından miras alamaz. Şüphesiz, bu iki fark da, nikâhın mahiyetini değiştirecek derecede önem arz etmemektedir.

Hepimizin de inandığı gibi Islâm dini, Insanların bü-tün ihtiyaçlarını temin eden son ve ebedî ilâhî dindir. Günümüzde eğitimini sürdürmek amacıyla uzun yıllar yabancı bir ülkede veya şehirde yaşamak zorunda olan ve sınırlı imkânları sebebiyle de daimî evlilikyapamayan bir genç, önünde üç yol görür ve bunlardan birini seçmek zorunda kalır:

1- Bekâr kalmak.

2- Fesat ve fuhuş bataklığına düşmek.

3- Zikredilen çerçevede evlenilmesi şer'an caiz olan bir kadınla belli bir süreliğine evlenmek.

Birinci şıkkı seçenlerin genellikle yenilgiye uğradık-larını hemen hatırlatmalıyız. Çünkü her türlü cinsel iliş-kiyi terk edip sabretmeyi başarabilen insanların sayısı parmakla sayılacak kadar azdır.

İkinci yolu seçen kimselerin akıbeti ise, bozulma ve sefalettir. Yaptıkları iş de, İslâm'a göre haram birfiildir.

Dolayısıyla geriye sadece, İslâm'ın insanlığa önerdi-ği ve Hz. Peygamber zamanında da uygulanıp, daha son-raları bazıları tarafından yasaklanan üçüncü yol kalmak-tadır.

Burada müt'a nikâhından korkanlar ve onun meşru olmadığını sananların üzerinde iyice düşünmelerini iste-

Müt'a Nikâhı                             151

diğimiz bir husus var. 0 da şudur: Bütün İslâm fa-kihleri, mahiyet bakımından müt'a nikâhıyla hiçbir farkı olma-yan bir şeyi daimî nikâhta kabul etmişlerdir. Şöyle ki: İs-lâm fakihlerine göre, daimî nikâh ile evlenen eşlerin bir yıl, daha az veya daha çok bir sure sonra boşanmaları, nikâhın sıhhatine bir zarar vermez.

Şüphesiz böyle bir evlilik, görünürde daimî, gerçekte ise geçicidir. Bu tür daimî nikâhın müt'a nikâhından far-kı, müt'anın hem görünürde, hem de gerçekte sınırlı ve geçici olması, bu evliliğin ise görünürde daimî ve kalıcı, gerçekte ise sınırlı ve geçici oluşudur.

Bütün İslâm fakihlerinin kabul ettiği bu tür daimî ev-liliği caiz görenler, nasıl olur da müt'a nikâhının şer'î ve caiz olduğu hususunda korkuya kapılmakta ve endişeye düşmektedirler?!

Buraya kadar verilen bilgiler ışığında müt'a nikâhı-nın mahiyetiyle tanışmış olduk. Şimdi ise müt'a nikâhı-nın helâl oluşunun ve onanmasının delilleriyle aşina ol-maya çalışacağız. Burada konu iki aşamada ele alına-caktır:

1-  Müt'a nikâhının Islâm'ın ilk yıllarında meşru olu-şu.

2-  Bu şer'î hükmün Allah Resulü zamanında nesh-edilmediği.

Müt'a nikâhının meşru oluşunun açık delili, şu ayet-tir:

"Kadınlardan faydalandığınıza mukabil, ka-rarlaştırılmış olan ücretlerini verin."1

Bu ayette yer alan kelimeler, geçici evlilik hakkında nazil olduğunun apaçık bir kanıtıdır. Zira:

1- Ayette "istimta'" (faydalanmak) lafzı kullanılmış-tır. Bu kelimeden ilk akla gelen, geçici nikâhtır. Eğer da-

1- Nisâ, 24

152                                Cevaplıyoruz

imî nikâh kastedilmiş olsaydı, bir karine ile birlikte kul-lanılması gerekirdi.

2-  Ayette "ucurehûnne" (ücretlerini) ifadesi kulla-nılmıştır. Bu da, ayette müt'a nikâhından söz edildiğini göstermektedir. Çünkü daimî nikâhta "mihr" ve "sadak" kelimeleri kullanılır.

3- Şiî ve Sünnî müfessirler, söz konusu ayetin müt'a nikâhı hakkında nazil olduğunu beyan etmişlerdir.

Celâluddin Suyutî, ed-Dürrü'l-Mensûr adlı tefsirinde, İbn-i Cerir ve Süddî'den, söz konusu ayetin müt'a hak-kında nazil olduğunu nakleder.1

Keza Ebu Cafer Muhammed b. Cerir-i Taberî kendi tefsirinde Süddî, Mücahid ve Ibn-i Abbas'tan bu ayetin geçici nikâh hakkında nazil olduğunu nakleder.2

4- Sahihler, Müsnedler ve hadis külliyatları sahipleri de, bu gerçeği hakikati kabul etmişlerdir. Örneğin, Muslim b. Haccac kendi Sahih'inde, Cabir b. Abdillah ve Se-leme b. Ekva'dan şöyle dediklerini rivayet eder:

"Allah Resulü'nün münadisi, dışarı çıkarak şöy-le seslendi: Allah Resulü, kadınlardan fayda-lan-manıza -yani onlarla müt'a yapmanıza- izin vermiştir."3

Bu konuda Sihahlerde ve Müsnedlerde bu yazımıza sığmayacak kadar çok hadis vardır. Buna gore, Hz. Pey-gamber'in zamanında müt'a nikâhımn meşru oluşu, İslâm âlimleri ve mufessirlerinin kabul ettiği bir husustur.4

1- ed-Dürr'ül-Mensûr, c.2, s.140, söz konusu ayetin tefsirinde

2- Cami'ul-Beyan fi Tefsir'il-Kur'ân c.5, s.9

3- Sahih-i Muslim, c.4, s.130, Mısır basımı.

4- Örnek olarak bu kaynaklardan bazısını hatırlatalım: (1) Sahih-i Buharî, Bab-ı Temettu'. (2) Müsned-i Ahmed, c.4, s.436 ve c.3, s.356. (3) Malik, el-Muvatta,î c.2, s.30. (4) Sünen-i Beyhakî, c.7, s.306. (5) Tefsir-i Taberî, c.5, s.9. (6) İbn-i Esir, en-Nihaye c.2, s.249. (7) Tefsir-i Râzî, c.3, s.201. (8) Tarih-i İbn-i Hallikan, c.l, s.359. (9) Cessas, Ah-kâm'ul-Kur'ân, c.2,

Müt'a Nikâhı                                153

Şimdi bakalım, müt'a ayetinin içeriği neshedilmiş midir? Çünkü müt'a nikâhının Hz. Peygamber'in zama-nında meşru oluşu hususunda şüphe eden birini bul-mak, oldukça zordur. Dolayısıyla asıl araştırılması gere-ken konu, bu hükmün neshedilip edilmediği konusudur.

Rivayetlere ve İslâm tarihine bakılacak olursa, ikinci halifenin hilâfeti dönemine kadar Müslümanlar arasında yaygın bir şekilde bu ilâhî hükme göre amel ediliyordu. Fakat ikinci h a life bazı maslahatlardan dolayı bunu ya-sakladı.

Muslim b. Haccac, kendi Sahih'inde naklettiği üzere İbn-i Abbas ile İbn-i Zübeyr, kadınlarla müt'a yapmak ve temettu' haccında umre ihramından çıkıp hac ihramına girmeden önce kadınlardan faydalanmak konusunda ih-tilâfa düştüler. Cabir b. Abdullah şöyle diyor:

"Biz, Peygamber (s.a.a) ile birlikte her ikisini de yapıyorduk. Daha sonra Ömer, bizi bu iki iş-ten sakındırdı ve ondan sonra artık bu iki işe ge-ri dönmedik."1

Celâluddin Suyutî, kendi tefsirinde Abdurrezzak, Ebu Davud ve İbn-i Cerir aracılığı Me Hakem'den şöyle nakle-der:

Hakem'e, "Müt'a ayeti neshedilmiş midir?" diye sorulduğunda, "Hayır." dedi ve ekledi: "Ali (a.s), 'Eğer Ömer müt'ayı yasaklamasaydı, şaki (bedbaht) insandan başka hiç kimse zina et-mezdi.' demiştir."2

Ali b. Muhammed Kuşçî de şöyle diyor:

s.178. (10) Ragib, el-Muhazarat-i, c.2, s.94. (11) Suyutî, el-Cami'ul-Kebir, c.8, s.293. (12) İbn-i Hacer, Fethu'l-Barî, c.9, s.141.

1-  Sünen-i Beyhakî, c.7, s.206 ve Sahih-i Muslim c.l, s.395

2- ed-Dürr'ül-Mensûr, c.2, s.140, müt'a ayetinin tefsiri.

154                                Cevaplıyoruz

"Ömer b. Hattap, minberin üzerinden şöyle seslendi: Ey insanlar! Üçşey Resulullan'ın zama-mnda vardi, ama ben onlan yasakhyorum, ha-ram kihyorum ve onlan yapanlan cezalandin-rım. Bu üç şey, kadınlarla müt'a yapmak, hacda kadmlardan faydalanmak ve [ezan ve kamette] 'Hayye alâ hayri'l-amel' demek."1

Hatırlatmak gerekir ki bu konudaki hadisler, burada zikredemeyeceğimiz kadar çoktur.2

Yine hatirlatmak gerekir ki müt'a, nikâh ve evlilik türlerinden biridir. Çünkü nikâh ve evlilik daimî ve geçici diye ikiye ayrihr. Bu bakımdan, geçici nikâhla evlenilen kadın, insanın eşi ve zevcesidir. Tabiatiyla bu evlilik de, Kur'an'daki evlilik ile ilgili ayetlerin kapsammdadir.

Eğer Kur'ân, "Onlar, eşleri ve cariyeleri dışında, mah-rem yerlerini herkesten korurlar."3 diye buyuruyorsa, zik-redilen şartlar çerçevesinde geçici evlilik yapan kadın da ayette istisna edilen eşlerin kapsamı altındadır. Yani, müt'a nikâhıyla evlenilen kadın, kişinin eşi ve hanımıdır. Dolayısıyla "eşleri" ifadesi onu da kapsamaktadir.

Eğer Mü'minûn Suresi'ndeki mezkur ayet, cinsel i-lişkinin cevazını kadmlardan iki gruba, yani eşler ve cari-yelere münhasır kılıyorsa, geçici nikâhla nikâhlanmış olan kadm da, birinci grubun, yani eşlerin içindedir. Bu yüzden Mü'minûn Suresi'ndeki söz konusu ayetin, Nisâ

1- Kuşçi, Şerh-u Tecrid, İmamet, bahsi, s.484

2-  Daha fazla bilgi edinmek için aşağıdaki kaynaklara müracaat ediniz: (1) Müsned-i Ahmed, c.3, s.356 ve 363. (2) Cahiz, el-Beyan ve't-Tebyin, c.2, s.223. (3) Cassas, Ahkâm'ul-Kur'ân, c.l, s.342. (4) Tefsir-i Kurtubî, c.2, s.370. (5) Sarahsi Hanefi el-Mebsut, Kitab'ul-Hac, Bab-u'l-Kur'ân. (6) İbn-i Kayyim, Zad'ul-Mead, c.l, s.444. (7) Kenz'ül-Ummal, c.8, s.293. (8) Müsned-i Ebî Davud, s.247. (9) Tarih-i Taberî, c.5, s.32. (10) Taberî, el-Müstebin. (11) Tefsir-i Razî, c.3, s. 200-202. (12) Tefsir-i Ebu Hayyan, c.3, s.218

3- Mü'minûn, 5-6

Müt'a Nikâhı                                155

Suresi'ndeki müt'a ayetini neshettiğini iddia eden kim-selere şaşmak elde değil. Kaldı ki herkesin de bildiği gi-bi, nasih ayetin mensuh ayetten önce nazil olmuş olması gerekir. Oysa buradaki vakıa tam tersinedir. Çünkü nasih olduğu sanılan Mü'minûn Suresi Mekkî'dir, yani Hz. Peygamber Medine'ye hicret etmeden çok önce Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur; müt'a ayetini içinde ba-rındıran Nisâ Suresi ise Medenî'dir, yani Hz. Peygamber-'in Medine'ye hicretinden sonra Medine-i Münevve-re'de nazil olmuştur.

Şimdi soruyoruz: Mekkî bir surede yer alan bir ayet, nasıl olur da Medenî bir surede yer alan bir ayeti nesh-edebilir?

Müt'a ayetinin Hz. Peygamber zamanında nesh-edil-mediğine tanıklık eden diğer apaçık bir delil de, müt'a hükmünün Hz. Peygamber zamanında neshedildiğini in-kâr eden sayısız hadislerdir.1

Son olarak şunu da hatırlatmak gerekir ki Sekaleyn Hadisi gereğince ümmetin hidayet önderleri ve Kur'ân'ın ayrılmaz denkleri olan Ehlibeyt İmamları da, müt'a ni-kâhının meşru olduğunu ve neshedilmediğini açık bir şekilde bildirmişlerdir.2

Islâm'ın her zaman beşer toplumlarının sorunlarını halledebilme gücüne sahip olma özelliği de, mezkur şartlara riayet edildiği takdirde böyle bir nikâhın meşru oluğunu teyit etmektedir. Zira bugün gençlerin fesat ve fuhuş bataklığından kurtulma yollarından biri, hiç kuş-kusuz şartları çerçevesinde yapılan geçici evliliktir.

1- ed-Dürr'ül-Mensûr, c.2, s.140-141, müt'a ayetinin tefsi-ri.

2- Vesail'uş-Şia, c.14, Kitab'un-Nikâh, Müt'a baplarından birinci bab, s.436

Toprağa Secde Etmenin Nedeni                 157

Soru : 29

NEDEN ŞİÎLER, TOPRAĞASECDE EDERLER?

Cevap: Bazıları, toprağa veya şehitlerin toprağına secde etmenin, onlara tapınma anlamında olup ve bir tür şirk olduğunu zannederler.

Bunlar, "Allah için secde etmek" ile "toprağın üzeri-ne secde etmek" kavramlarını birbirine karıştırdıkları için böyle bir zanna kapılmışlardır. Oysa bu iki kavram arasında apaçık bir fark vardır.

"Allah için secde etmek" demek, Allah için secdeye kapanarak O'na ibadet etmek demektir. Oysa "toprağın üzerine secde etmek" demek, aim toprağa koyarak Allah için secdeye kapanmak demektir. Daha açık bir ifa-deyle; biz, toprağa secdeye kapanarak gerçekte Allah'a secde etmekteyiz.

Aslında bütün Müslümanlar, Allah için secde ettikle-rinde, belli birşeylerin üzerine secde ederler. Meselâ, Al-lah'ın evini ziyaret eden Müslümanların tümü, Mes-cid-i Haram'ın taşları üzerine secde ederler. Fakat amaçları, Allah'a secde etmekten başka bir şey değildir.

Bu açıklama ile anlaşılmış oldu ki toprağa, bitkiye ve benzeri şeylere secde etmek, onlara ibadet etmek an-lamında değildir. Aksine, toprağa secde etmek, Allah'ın azameti karşısında toprak haddine kadar küçülerek Allah'a secde etmek, Allah'a tapmak anlamındadır.

Öte yandan Kur'ân-ı Kerim şöyle buyuruyor:

158                                Cevaplıyoruz

"Göklerde ve yerde kim varsa, hepsi Allah'a secde eder."1

Hz. Peygamber (s.a.a.) de şöyle buyuruyor:

"Yeryüzü bana secde yeri ve temizleyici ki-lınmıştır."2

Buna göre, "Allah için secde etmek" Me "yere veya birtoprak parçası üzerine secde etme"nin hiçbir çelişkisi yoktur. Çünkü toprağa, bitkiye ve benzeri şeylere secde etmek, tek olan Allah karşısında küçülme, alçalma ve eğilmenin doruk noktasının sembolüdür.

Burada Şia'nın görüşünün daha iyi anlaşılması için, büyük önderimiz İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şu hadisine işaret etmek yerinde olacaktır:

Hişam b. Hakem şöyle diyor: İmam Cafer Sa-dık'a (a.s), üzerine secde edilmesi doğru olan şeyi sordum. İmam şöyle buyurdu: "Secde, sade-ce top-rağa ve yenilecek ve giyilecek şeyler dı-şında yerden biten şeyler üzerine olmalıdır." Ben şöyle arz ettim: "Fedan olayım, bunun sebebi nedir?" İmam şöyle buyurdu: "Secde, yüce Allah-'ın karşısında huzu demektir. Dolayısıyla da yenilecek ve giyilecek şeyler üzerine secde etmek doğru değildir. Zira dünyaya tapan kimseler, yi-yecek ve giyeceklerin kölesidirler. Oysa secdeye kapanan insan, Allah'a ibadet etmektedir. Dola-yısıyla da alnını, dünyanın süslerine aldanan dünyaperestlerin tap-tığı bir şeyin üzerine koy-ması doğru değildir. Bir de toprağa secde etmek, daha faziletlidir. Çünkü toprağa secde etmek, yüce Allah karşısında huzu ve tevazuu daha iyi ve daha açık bir şekilde gösterir."3

1- R'ad, 15

2- Sahih-i Buharî, Kitab'us-Salât, s.91

3- Bihar'ul-Envar, c.85, s.147, İlel'üş-Şerayi'den naklen.

Toprağa Secde Etmenin Nedeni               159

Bu açık söz, yüce Allah karşısında huzu hâletiyle daha çok uyumlu olduğu için toprağa secde edildiğinin açık bir kanıtıdır.

* * *

Burada şöyle bir soru daha gündeme geliyor: Neden Şiîler, toprağa veya bazı bitkilere secde etme hususunda bu kadar ısrarcı davranıyorlar ve başka şeylere secde etmiyorlar?

Bu soruya cevap olarak da şöyle diyoruz: Bir ibade-tin aslının, mukaddes İslâm şeriatı tarafından belirlen-mesi gerektiği gibi, parçalarının, şartlarının ve keyfiyeti-nin de şeriatın açıklayıcısı, yani Hz. Peygamber (s.a.a) tarafından açıklanması gerekir. Zira Kur'ân-ı Kerim'in açık beyanı gereğince, müminler, her konuda Resulul-lah'ı örnek almalıdırlar.

Şimdi bakalım, Peygamberimiz nelerin üzerine secde ediyordu. Bu hadisleri araştırdığımızda, Hz. Peygam-ber'in (s.a.a) toprağa veya hasır gibi yerden biten şeylere secde ettiğini görüyoruz. Yani, tıpkı Şia'nın inandığı gibi. İşte size bazı örnekler:

1- Islâm hadisçilerinden bir grup, kendi Sahih ve Müsned kitaplarında, Hz. Peygamber'in (s.a.a) yeryüzünü secde yeri olarak tanıttığı bir sözünü aktarmışlardır. Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

"Yeryüzü bana secde yeri ve temizleyici kı-lınmıştır."1

Burada "teşri edildi" anlamında olan "cuile" (kılındı) kelimesi, açıkça bunun Islâm dininin takipçileri için ilâhî bir hüküm olduğunu göstermektedir. Böylece toprağa, taşa ve yeryüzünü teşkil eden diğer parçalara secde etmenin meşru olduğu ispat edilmiş olmaktadır.

1- Sünen-i Beyhakî, c.l, s.212, Bab'ut-Teyemmüm Bi's-Said'it-Tayyib; Sahih-i Buharî, c.l, Kitab'us-Salât, s.91; İbn-i Teymiyye, İkti-za'us-Sırat'il-Mustakim, s.332

160                                Cevaplıyoruz

2- Hadislerin bir bölümünde, Hz. Peygamber'in Müs-lümanlara secde esnasmda alinlarim toprağa koymala-rını emrettiği bildirilmektedir. Nitekim (Hz. Peygamber'in eşi) Ümmü Seleme, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu-nu rivayet etmiştir:

"Yüzünü Allah için toprağa koy."1

Hz. Peygamber'in sözünde geçen "terrib" sözcüğün-den iki önemli husus anlaşılmaktadır: Bir, insan secde esnasmda almni toprağa koymalıdır. Iki bu iş, emredil-miş olduğu için yapılması gerekli olan bir iştir. Zira "terrib" kelimesi, toprak anlamma gelen "turab" kelime-sinden türetilmiş bir emir kipidir.

3- Hz. Peygamber'in bu konudaki davranış biçimi de, bir başka açık delil konumundadır ve Müslümanların yo-lunu aydmlatmaktadir. Vail b. Hücrşöyle diyor:

"Peygamber(s.a.a)secdeye kapamnca, almni ve burnunu yere dayardi."2

Enes b. Malik, İbn-i Abbas, Hz. Peygamber'in eşle-rinden Aişe ve Ümmü Seleme ve muhaddislerden bir grup şöyle rivayet etmişlerdir:

"Peygamber (s.a.a), humreye (hurma lifinden örülmüş hasıra) secde ederdi."3

Hz. Peygamber'in ashabmdan olan Ebu Said-i Hudrî şöyle diyor:

"Peygamber'in yamna vardim ve o, hasinn üzerinde namaz kılıyordu."4

1-  Kenz'ül-Ummal, c.7, s.465, hadis: 19809, Kitab'us-Salât, es-Sücud ve Ma Yeteallaku Bih.

2-  Cessas, Ahkâm'ul Kur'ân, c.3, s.209 Bab'us-Sücud Ale'l-Vech.

3- Sünen-i Beyhakî, c.2, s.421, Kitab'us Salât, Bab'us Sa-lât, Ale'l-Humre

4- Sünen-i Beyhakî, c.2, s.421, Kitab'us Salât, Bab'us Sa-lât, Ale'l-Hasir

Toprağa Secde Etmenin Nedeni               161

Bu söz de, secdenin sadece yerden biten yenilme-yen ve giyilmeyen şeylere caiz olduğunu söyleyen Şia'nın görüşünü ispatlayan bir başka apaçık delildir.

4- Hz. Peygamber'in ashabının ve onlardan sonraki tâbiîn kuşağının da sözleri ve davranışları, Hz. Peygamber'in sünneti doğrultusundadır. Cabir b. Abdullah şöyle diyor:

"Peygamber ile birlikte öğlen namazını kılı-yordum. Şiddetli sıcaklık nedeniyle bir avuç ça-kıl alıyor ve soğusun diye elimde tutuyordum ki, sec-deye vardığım zaman alnımı onların üzerine koyayım."1

Daha sonra ravi şöyle ekliyor:

"Eğer üzerindeki elbiseye secde etmek caiz olsaydı, hiç kuşkusuz bu, çakıl taşlarını ele alıp saklamaktan daha kolay olurdu."

İbn-i Sa'd (Ö: H. 209) "et-Tabakat'ul-Kübra" adlı ese-rinde şöyle diyor:

"Mesruk b. Ecda', yolculuk esnasında gemide üzerine secde etmek için yanına bir kerpiç par-çası alırdı."2

Burada hatırlatmak gerekir ki Mesruk b. Ecda', tâbi-în kuşağından olup Ibn-i Mes'ud'un ashabından idi. et-Tabakat'ul-Kübra'nın sahibi, onu Hz. Peygamber'den Kûfe ehlinin ilk tabakasından ve Ebubekir, Ömer, Os-man, AN (a.s) ve Abdullah b. Mes'ud'dan rivayet eden kimselerden saymıştır.

Bu açık söz, üzerine secde etmek için yanında bir toprak parçası taşıyan kimseleri şirk ve bidat ile suçla-yan kimselerin sözlerinin temelsiz olduğunu ispat et-

1- Sünen-i Beyhakî, c.l, s.439, Kitab'us Salât, Bab'us Sa-lât, Bab fi't-Ta'cili Biha fi Şiddet'il-Harr

2- et-Tabakat'ul-Kübra, c.6, s.79, Mesruk b. Ecda'ın biyog-rafisi, Beyrut basımı

162                                Cevaplıyoruz

mekte ve İslâm tarihinin öncülerinin de bu işe teşebbüs ettiklerini göstermektedir.1 Nafi' şöyle diyor:

"Abdullah b. Ömer, secde esnasında alnını yere dayamak için sarığını anlından yukarı iter-di."2

Rezîn ise şöyle diyor:

"AN b. Abdullah b. Abbas bana şöyle yazdı: Ba-na Merve taşlarından bir parça gönder ki üzerine secde edeyim."3

5- Öte yandan Islam muhaddisleri, Hz. Peygamber'in secde esnasinda sanklanyla alinlanni kapatan ve böy-lece alinlanni yere değdirmeyen kimseleri bu işten sa-kındırdığını nakletmişlerdir. Salih Sebaîşöyle diyor:

"Peygamber efendimiz (s.a.a), yamnda secde eden bir adamm sarığının alnını kapattığını gör-dü. Bunun üzerine Peygamber (s.a.a) adamm sarığını kenara iterek almni açtı."

İyaz b. Abdullah el-Kureşî de şöyle diyor:

"Peygamber (s.a.a) sarığının bir köşesinin üzerine secde eden birini gördü. Eliyle ona san-ğını kaldırmasını ve almni yere koymasını işaret etti."4

Bu hadislerden de açıkça anlaşıldığı gibi yere secde etmenin gerekliliği, Hz. Peygamber'in zamamnda kesin-likle bilinen bir şeydi. Öyle ki Müslümanlardan biri, sarı-ğının bir köşesini alnını uzerine koymak üzere yere koy-

1-  Daha fazla bilgi için Allâme Eminî'nin "Siretuna" kita-bına müracaat ediniz.

2- Sünen-i Beyhakî, c.2, s.105, Kitab'us-Salât, Bab'ul-Keşf An'il-Secde fi's-Sücud, birinci baskı, Haydarabat Deken.

3- Ezrakî, Ahbar-u Mekke, c.3, s.151

4- Sünen-i Beyhakî, c.2, s.105

Toprağa Secde Etmenin Nedeni                 163

duğunda Allah Resulü'nün sakındırmasıyla karşılaşıyor-du.

6- Bir taraftan Sakaleyn hadisi gereğince Kur'ân'ın ayrılmaz dengi, öte yandan Peygamber'in Ehlibeyti olan Şia'nın Masum İmamları da, kendi sözlerinde, yere secde edilmesi gerektiğini açıkça bildirmişlerdir. Nitekim İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Yere secde etmek, ilâhî birfarz, (yerin parça-larından olan) humreye (hurma lifinden örülmüş hasıra) secde etmek ise Peygamber'in sünneti-dir."1

Başka hadisinde Imam Cafer Sadık (a.s) şöyle bu-yurmuştur:

"Sadece yere ve yerden biten, ama yenilip gi-yilmeyen şeye secde etmek caizdir."2

Sonuç

Zikredilen bütün bu delillerden açıkça şu ortaya çıkmaktadır: Sadece Peygamber'in Ehlibeyti'nin hadisle-ri değil, bizzat Allah Resulü'nün sünneti, ashabın ve tâbi-înin davranışları da, yere ve yenilen-giyilen şeyler dışında yerden biten şeylere secde etmenin gerekliliğine tanıklık etmektedir.

Kaldı ki, en azından yere ve yenilen-giyilen şeyler dı-şında yerden biten şeylere secde etmek caizdir. Oysa di-ğer şeylere secde etmek şüpheli ve ihtilâf konusudur. 0 hâlde kurtuluş yolu olan ihtiyat gereğince de, bu zikredilen şeylere secde etmek daha uygundur.

Son olarak şunu da hatirlatmak gerekir ki, bu konu fıkhî bir konudur ve bu tür fer'î/cüz'î konularda İslâm fa-kihlerinin farklı görüş belirtmeleri sıkça görülür. Dolayı-

1-  Vesail'uş-Şia, c.3, s.593, Kitab'us-Salât, Ebvab-u Ma Yüscedü Aleyh, hadis 7.

2-  Vesail'uş Şia c.3, s.591. Kitab'us-Salât, Ebvab-u Ma Yüscedü Aleyh, hadis 1.

164                                Cevaplıyoruz

sıyla böyle fıkhî bir ihtilaf hiçbir tedirginliğe ve endişeye sebep olmamalidir.

Zira bu türfikhî ihtilâflar, Ehlisünnet'in dört mezhebi arasında çokça görülmektedir. Örneğin Malikîler, burnu secde mahalline koymayi müstehap bilirken Han-belîler, bunu farz bilmektedir. Hatta bunu terk etmeyi, secdenin batıl oluş sebeplerinden saymaktadirlar.1

1- el-Fıkh-u Ale'l-Mezahib'il-Erbaa, c.l, s.161, Kitab'us-Salât, Mebhas'us-Sücud, Mısır basımı.

Haremin Kapı ve Duvarlarını Öpmek            165

Soru : 30

NEDEN ŞİÎLER HAREMİN KAPI VE DUVARLARINA TEBERRÜKEN EL SURER, ONLARI ÖPERLER?

Cevap: Allah'm veli kullarimn eserlerine teberrü-ken el sürmek ve bu amaçla onları öpmek, Müslümanlar arasında yeni ortaya çıkmış bir olay değildir. Bu davranış biçiminin izlerini, Resulullah'm (s.a.a) ve ashabimn ha-yatlannda da görmek mümkündür. Hatta sadece Hz. Peygamber'in ve ashabimn değil, önceki peygamberlerin de bu işe teşebbüs ettikleri görülmektedir.

Şimdi Kur'ân ve sünnet açısından Allah'm veli kulla-rının eserlerine teberrük amacıyla dokunmanın ve onları öpmenin meşru olduğunun delillerine bakalım:

1- Kur'ân-ı Kerim'de, doğru sözlü Yusuf'un, kendisini kardeşlerine tanıtıp onları affettiğini bildirdiğinde onlara şöyle dediğini okuyoruz:

"Benim bu gömleğimi götürün, babamın yü-züne sürün; görmeye başlar."1

Kur'ân, kıssanın devamını şöyle anlatıyor:

"Müjdeci geldiğinde, gömleği Yakub'un yü-züne attı; hemen gözleri açıldı."2

Kur'ân'ın bu açık beyanı, Allah'm peygamberi Yakub'un bir başka peygamberin (Yusuf'un) gömleğini teber-rüken yüzüne sürdüğünü ve hatta söz konusu gömleğin

1- Yûsuf, 93

2- Yûsuf, 96

166                                Cevaplıyoruz

onun gözlerinin yeniden görmesine vesile olduğunu ifa-de etmektedir.

Bu iki değerli peygamberin davranışının, tevhit ve Al-lah'a tapma çerçevesinin dışında olduğu söylenebilir mi?

2- Şüphesiz ki aziz İslâm Peygamberi, Allah'ın evini tavaf ederken Hacer-i Esved'e el sürüyor ve onu öpüyor-du. Buharî, kendi Sahih'inde şöyle diyor:

Bir adam, Abdullah b. Ömer'e, Hacer-i Esved'e dokunmanın hükmünü sordu. Ibn-i Ömer, o-na şöyle cevap verdi: "Ben, Allah Resulü'nün (s.a.v) Hacer-i Esved'e eliyle dokunduğunu ve onu öp-tüğünü gördüm."1

Eğer bir taşa dokunmak veya onu öpmek, Allah'a şirk koşmak olsaydı, tevhit münadisi Resulullah (s.a.a) asla böyle birşey yapmazdı.

3-  Sahih ve Müsned hadis kitaplarında ve tarih ve sünen kaynaklarında, ashabın Hz. Peygamber'in elbise, abdest suyu, su kabı ve benzeri eserlerinin mübarekliği-ne inanarak onlardan uğur umdukları hususunda çok sayıda rivayet vardır. Bu rivayetlere müracaat edildiğin-de, bu davranışın meşru ve sakıncasız oluşu hususunda en küçük birşüphe kalmamaktadır.

Bu konudaki rivayetlerin tamamını burada zikret-memiz mümkün olmadığı için örnek olarak onlardan bazısına değiniyoruz:

a) Buharî'nin kendi Sahih'inde naklettiği, Hz. Peygamber'in ve ashabının bazı özelliklerini açıklayan uzun bir rivayetin biryerinde şöyle deniyor:

"Hz. Peygamber abdest aldığında Müslüman-lar Peygamber'in abdest suyunu elde edebilmek için nerdeyse birbirlerini öldürüyorlardı."2

1- Sahih-i Buharî, c.2, Kitab'ul-Hac, Bab-u Takbil'il-Hacer, S.151-152, Mısır basımı.

2- Sahih-i Buharî, c.3, Bab-u Ma Yecuzu Min'eş-Şurut fi'l-İslâm, Bab'uş-Şurut fil-Cihad ve'l-Musalehe, s.195

Haremin Kapı ve Duvarlarını Öpmek            167

b) İbn-i Hacerşöyle diyor:

"Çocukları Peygamber'in yanına getiriyorlardı ve Peygamber onlan kutsuyordu."1

c) Muhammed Tahir Mekkîşöyle diyor:

Ümmü Sabit'ten şöyle dediği rivayet edilmiş-tir: "Allah Resulü bize geldi ve asılı olan kırbanın ağzından ayakta su içti. Ben kalktim ve kirbamn ağzını kestim."

Muhammed Tahir Mekkî daha sonra şöyle diyor:

"Bu hadisi Tirmizî rivayet etmiş ve sahih ve hasen olduğunu belirtmiştir. Bu hadisin şarihi de, Riyaz'us-Salihîn'de şöyle demiştir: "Ümmü Sabit, Peygamber'in ağzının değdiği yeri sakla-mak ve ondan uğur ve bereket ummak için kır-banın ağzını kesmiştir. Nitekim ashap, Allah Resulü'nün su içtiği yerden su içmeye çalışırlar-dı."2

d) Muslim, kendi Sahih'inde söyle rivayet ediyor:

"Medine hizmetçileri sabah namazı vakti o-lunca, su kaplanyla Peygamber'in yanına gelir-lerdi. Hz. Peygamber mübarek elini o su kapla-rından her birine ayrı ayrı sokardı. Bazen de so-ğuk bir sabah vakti Peygamber'in huzuruna va-rırlardı. Peygamber, yine de elini o kapların içine daldırırdı."3

1- el-İsabe, Hutbet'ul-Kitab. c.l, s.7, Mısır basımı

2- Muhamemd Takhir Mekkî, Teberrük'üs-Sahabe, birinci fasıl, s. 29, Ensarî'nin tercümesi

3- Sahih-i Muslim, c.l, Kitab'ul Fezal, Bab-u Kurb'un-Nebî Mi-n'en-Nas ve Teberrukuhum Bih, s.79. Daha fazla bilgi edinmek için aşağıdaki kaynaklara müracaat ediniz: (1) Sahih-i Buharî, Kitab'ul Eşribe. (2) Muvatta-i Malik, c.l, s.138, Peygamber'e Salâvat Gönderme Babı. (3) Üsd'ül-Gabe, c.5, s.90 (4) Müsned-i Ahmed, c.4, s.32. (5) el-lstiab, el-İsabe'nin hamişinde, c.3, s.631. (6) Feth'ul-Barî, c.l, s.281 ve 282

168                                Cevaplıyoruz

Böylece teberrük amacıyla Allah'ın veli kullarının eserlerini ziyaret etmenin, onlara yüz sürmenin, onları öpmenin cevazı ve Şiîlerin bu davranışları sebebiyle şirk ile suçlayan kimselerin tevhit ve şirkin anlamını doğru dürüst tahlil etmedikleri ortaya çıkmış oldu. Zira şirk ve Allah'tan başkasına tapmak, Allah'a tapmanın yanı sıra başka bir varlığı da ilâh kabul etmek veya Allah ile ilgili işleri ona izafe etmek ve onu kendi varlığında veya varlık âlemini etkilemede bağımsız ve Allah'tan müstağni ola-rak görmektir. Oysa Şia, Allah'ın veli kullarının eserlerini de tıpkı kendileri gibi Allah'ın yaratığı kabul etmekte ve bütün bunların hem varoluşlarında, hem de etkili oluşla-rında, hiçbir ortağı olmayan yüce Allah'a muhtaç oldu-ğuna inanmaktadır. Şia, sadece Allah'ın dininin öncüle-rine karşı duydukları saygıyı ve besledikleri katışıksız sevgilerini açığa vurmak için onların eserlerine saygı göstermekte, teberrük amacıyla onları ziyaret etmekte-dir.

Eğer Şiîler, Hz. Peygamber'in ve Ehlibeyti'nin harem-lerini ziyaret ederken onların türbelerini öpüyor, kapıla-rına, duvarlarına el sürüyorlarsa, bu, sadece Hz. Pey-gamber'e ve onun Ehlibeyti'ne duydukları aşk sebebiyle-dir. Bu, insanî bir duygu meselesidir ki, âşık bir insanın vücudunda tecelli eder.

Nitekim tatlı dilli birşairşöyle diyor:

"Selma diyarından geçtiğim zaman Taşı duvarları öptüm durmadan Gönlüme taht kuran, değildi diyar Duvarı öptüren, diyardaki yâr."

Namazlarm Üç Vakitte Kılmması               169

Soru : 31

NEDEN ŞİÎLER, BEŞ VAKİT NAMAZI ÜÇVAKİTTEKILARLAR?

Cevap: Ilkönce konunun anlaşılması için fakihlerin bu konudaki görüşlerini hatırlatmak gerekir:

1-  Bütün İslâm mezhepleri, Arefe'de öğle ve ikindi namazlarim öğle namazı vaktinde, Müzdelife'de de ak-şam ve yatsi namazlarim yatsi namazi vaktinde birlikte kilmamn caiz olduğu hususunda görüş birliği içindedir-ler.

2- Hanefîlere göre, öğle ve ikindi namazlarim bir vakitte, akşam ve yatsi namazlarim da bir vakitte kilmak, sadece Arefe ve Müzdelife'de caizdir, diğer yerlerde böy-le bir uygulamaya gidilmemelidir.

3-  Hanbelîler, Malikîler ve Şafiîlere göre, öğle ve ikindi namazlarim veya akşam ve yatsi namazlarim bir vakitte birlikte kilmak, bu adı geçen iki yer dışında yol-culukta da caizdir. Bu mezheplerden bazilan, iki namazi bir vakitte kılmayı, yağmur yağması, namaz kılan kim-senin hasta olması veya düşmandan korkması gibi zaru-ret durumlannda da caiz görürler.1

4- Şia mezhebine göre öğle ve ikindi namazlan ile akşam ve yatsi namazlanmn bir özel vakti, bir de ortak vakti vardir:

1- el-Fıkhu Ale'l-Mezahib'il-Erbaa, Kitab'us-Salât, el-Cem'u Bey-n'es-Salâteyn Takdimen ve Te'hiren bölümünden iktibas.

170                                Cevaplıyoruz

a) Öğle namazının özel vakti, şer'î öğle vaktinin (ze-val vaktinin) başlangıcından itibaren öğle namazı kılına-bilecek miktardaki zamandır. Bu müddet içerisinde sa-dece öğle namazı kılınabilir.

b)  Ikindi namazimn özel vakti, şer'î günbatımına sa-dece ikindi namazı kılınabilecek miktarda zaman kal-masmdan itibaren günbatımına kadardır.

c)  Öğle ve ikindi namazlarimn ortak vakitleri, öğle namazimn özel vaktinin bitiminden ikindi vaktinin özel vaktinin başlangıcına kadardır.

Şia'ya göre, bütün bu ortak vakit boyunca öğle ve ikindi namazlan birlikte kılınabilir. Fakat Ehlisünnet'e göre, şer'î öğlenin (zeval vaktinin) başlangıcından bir şe-yin gölgesinin kendi boyu miktannca uzaymcaya kadarki zaman öğle namazına mahsustur ve bu müddet içinde ikindi namazı kılınamaz. Ondan sonra da güneş batınca-ya kadar ikindi vaktidir ve bu vakit içinde öğle namazı kı-Imamaz.

d)  Akşam namazimn özel vakti, şer'î günbatımımn başlangıcından üç rekât namaz kılınabilecek zamana kadardır. Bu sınırlı müddet içinde sadece akşam namazı kılınabilir.

e) Yatsı namazimn özel vakti, şer'î gece yarısına sadece yatsı namazı kılınabilecek miktarda zaman kalma-sından itibaren gece yarısına kadardır. Bu kısa müddet zarfında sadece yatsı namazı kılınabilir.

f)  Akşam ve yatsı namazlarimn ortak vakitleri, ak-şam namazimn özel vaktinin bitiminden yatsı namazimn özel vaktinin başlangıcına kadardır.

Şia'ya göre, bütün bu ortak vakit boyunca akşam ve yatsı namazlan birlikte kılınabilir. Fakat Ehlisünnet'e gore, günbatımımn başlangıcından, batıdaki kızıllığın zeva-line kadar akşam namazı vaktidir. Yatsı namazını bu müddette kılmamak gerekir. Batıdan şafağın zevalinden şer'î gece yarısına kadar da yatsı namazı vaktidir ve ak-şam namazım bu vakitte kılmak doğru değildir.

Namazlarm Üç Vakitte Kılmması             171

Sonuç şudur: Şia'nın görüşüne göre, şer'î öğlen vakti girdikten sonra öğle namazını kılıp, hemen ardından da ikindi namazını kılabiliriz ya da ikindi namazını özel vak-tinin başlangıcına kadar bekleyerek öğle namazını ikindi namazının özel vakit girmeden kılıp, hemen ardından ikindi namazını kılabiliriz. Böylece öğle ve ikindi namaz-larını birleştirmiş oluruz. Elbette öğle namazını zevalden sonra ve ikindi namazını da bir şeyin gölgesinin kendi boyu miktarınca uzadığı zaman kılmak müste-haptır. Aynı şekilde, şer'î günbatımı gerçekleştiğinde akşam namazını kılıp, hemen ardından dayatsı namazını kılabi-liriz ya da akşam namazını, yatsı namazının özel vakti-nin öncesine kadar erteleyerek yatsı namazının özel vakti girmeden akşam namazını kılıp, ardından da yatsı namazını kılabiliriz. Böylece akşam ve yatsı namazlarını bir arada kılmış oluruz. Gerçi akşam namazını şer'î gün-batımından sonra ve yatsı namazını da batıdaki kızıllığın zevalinden sonra kılmak müstehaptır.

Fakat Ehlisünnet'e göre, öğle ve ikindi namazları ile akşam ve yatsı namazlarını mutlak şekilde her yerde ve her zamanda bir arada kılmak caiz değildir. Dolayısıyla da tartışma konusu, iki namazm her zaman ve her me-kânda bir arada kilinmasimn caiz olup olmadığıdır. Yok-sa, Arefe ve Müzdelife'de olduğu gibi, bazı durumlarda bunun caiz olduğu tartışma konusu değildir.

5- Bütün Müslümanlar, Hz. Peygamber'in iki namazı bir arada kıldığı hususunda görüş birliği içindedirler. Fakat bunun yorumu hususunda iki görüş vardır:

a) Şia diyor ki:

Bundan maksat, öğle namazimn vakti girdi-ğinde öğle namazı kılındıktan sonra ikindi na-mazmm da kılınabileceği ve aynı şekilde akşam namazimn vakti girdiğinde akşam namazı kılın-diktan sonra yatsi namazimn da kılınabileceğini göstermektir. Bu uygulamanın zaman, mekân veya belli şartlara bağlılığı söz konusu değildir, her yerde ve her zaman caizdir.

172                                Cevaplıyoruz

b) Diğerleri ise diyorlar ki:

Bundan maksat, öğle namazını vaktinin so-nunda, ikindi namazim da vaktinin ewelinde kılmak suretiyle, aynı şekilde akşam namazını vaktinin sonunda, yatsi namazim da vaktini ba-şında eda etmek suretiyle iki namazı birleştir-mektir.

Şimdi konunun aydınlığa kavuşması için bu konu-daki hadisleri inceleyip, hadisler ışığında Şia'nın mı, yoksa başkalarının mı haklı olduğunu göreceğiz.

İşte Hadisler

1- Hanbelîlerin imamı Ahmed b. Hanbel, kendi Müs-ned'inde Cabir b. Zeyd'den şöyle rivayet etmektedir: Ca-bir b. Zeyd şöyle diyor:

"İbn-i Abbas'tan şöyle dediğini işittim: 'Pey-gamber (s.a.a) ile sekiz rekâtı (öğle ve ikindi namazlarım) ve yedi rekâtı (akşam ve yatsı na-mazlarım) birlikte kıldım.' Ben (Cabir b. Zeyd), Ebu Şe'sa'ya dedim ki: 'Ben, Allah Resulü'nün öğle namazını ertelediğini, ikindi namazim he-men ar-dından kıldığını düşünüyorum. Aynı şe-kilde, akşam namazını ertelediğini ve ardından yatsı namazını kıldığını düşünüyorum.' Ebu Şe'sa da, 'Ben de öyle düşünüyorum.' dedi."

Bu rivayetten, açık birşekilde Hz. Peygamber'in öğle ve ikindi namazları ile akşam ve yatsı namazlarını bir arada, ara vermeksizin kıldığı anlaşılmaktadır.1

2-Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Şakik'ten şu rivaye-ti nakletmektedir:

"Ibn-i Abbas, ikindi namazından sonra bize konuşma yaptı. Konuşmasını o kadar uzattı ki, güneş battı ve yıldızlar ortaya çıktı. Insanlar na-maz için seslendiler. Bu arada BenîTamim kabi-

1- Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c.l, s.221

Namazlarm Üç Vakitte Kılmması               173

lesinden birisi, habire namaz namaz diye ses-lendi. Bunun üzerine Ibn-i Abbas, öfkelenerek şöyle dedi: Sen, Peygamber'in sünnetini bana öğretmek mi istiyorsun? Ben, Allah Resulü'nün öğle Me ikindi namazlanni ve akşam Me yatsi namazlanm bir arada kıldığına şahit oldum."

Abdullah diyor ki: "Bu konuda benim içimde bir şüphe doğdu. Dolayısıyla da Ebu Hüreyre ile görüşünce kendisine bu konuyu sordum. 0 da İbn-i Abbas'ın bu sözünü teyit etti."1

Bu rivayette sahabeden iki kişi, Abdullah b. Abbas ile Ebu Hüreyre, Hz. Peygamber'in öğle namazı ile ikindi namazim ve aynı şekilde akşam namazı ile yatsi nama-zmi bir arada kıldığına ve İbn-i Abbas'ın da Hz. Peygamber'in sünnetine uyduğuna tanıklık edilmektedir.

3-  Malikîlerin imamı Malik b. Enes, el-Muvatta adh kitabında şöyle yazmaktadır:

"Allah Resulü (s.a.a), düşman korkusu veya yolculuk olmaksizm öğle ve ikindi namazlanm bir arada, akşam ve ikindi namazlanm da bir arada kıldı."2

4-  Malik b. Enes, Muaz b. Cebel'den şöyle rivayet etmektedir:

"Allah Resulü, öğle ve ikindi namazlan ile ak-şam ve yatsi namazlanm bir arada kılardı."3

5-  Malik b. Enes, Nafi'den ve o da Abdullah b. Ö-mer'den şöyle rivayet etmektedir:

1- Müsned-i Ahmed, c.l, s.251

2-   Muvatta-i Malik, Kitab'us-Salât, s.125, hadis: 178, üçüncü baskı, Beyrut; Sahih-i Muslim, c.2, s.151, Bab'ul-Cem'i Beyn'es-Salâteyn fi'1-Hazer, Beyrut basimi.

3-   Muvatta-i Malik, Kitab'us-Salât, s.124, hadis: 176, üçüncü bas-kı, Beyrut, H. 1403; Sahih-i Muslim, c.2, s.152, Mısır basimi.

174                                Cevaplıyoruz

"Allah Resulü (s.a.a), yolculukta acele etti-ğinde, akşam ve yatsı namazlanm birlikte kilar-di."1

6-  Malik b. Enes, Ebu Hüreyre'den şöyle rivayet et-mektedir:

"Peygamber-i Ekrem, Tebûk Seferi'nde öğle ve ikindi namazlanm birlikte kılardı."2

7-  Malik b. Enes, el-Muvatta adh kitabmda Nafi'den şöyle rivayet etmektedir:

"Emirler, akşam ve yatsi namazlanm yağmur-lu havada bir arada kıldıkları zaman, Abdullah b. Ömer de iki namazi bir arada kılardı."3

8- Malik b. Enes, AM b. Hüseyin'den naklen şöyle yaz-maktadir:

"Peygamber, gündüzün bir yolu katetmek is-tediğinde öğle ve ikindi namazlanm birlikte ki-lardi. Geceleyin bir yolu katetmek istediğinde de akşam ve yatsi namazlanm bir arada kılardı."4

9- Muhammed Zerkanî, el-Muvatta'nın şerhinde Ebu Şe'sa'dan şöyle rivayet etmektedir:

"Abdullah b. Abbas, Basra'da öğle ve ikindi namazlanm birlikte kıldı, ikisi arasında hiçbir şey yapmadı. Akşam ve yatsi namazlanm da birlikte kıldı ve ikisi arasmda da hiçbir şey yapma-dı."5

10-  Zerkanî, Taberanî'den ve o da İbn-i Mes'ud'dan şöyle rivayet etmektedir:

1-   Muvatta-i Malik, Kitab'us-Salât, s.125, hadis: 177, üçüncü bas-kı, Beyrut.

2- Muvatta-i Malik, Kitab'us-Salât, s.124, hadis: 175.

3- age. s.125, hadis: 179.

4- age. s.125, hadis: 181.

5-  Zerkanî'nin Muvatta-i Malik Şerhi, c.l, Bab'ul-Cem'i Beyn'es-Salâteyn fi's-Sefer-i ve'l-Hazer, s.294, Mısır basimi.

Namazlarm Üç Vakitte Kılmması              175

"Peygamber-i Ekrem, öğle ve ikindi namazla-nm birlikte kıldı. Akşam ve yatsi namazlanm da birlikte kıldı. Bu hususta kendisine sorulunca da şöyle buyurdu: Böyle yaptım ki ümmetim sıkın-tıya düşmesin."1

10- Muslim b. Haccac, Ebu Zübeyr vasıtasıyla Said b. Cübeyr'den, o da Abdullah b. Abbas'tan şöyle rivayet etmiştir:

"Peygamber, Medine'de korku ve yolculuk söz konusu olmaksizm öğle ve ikindi namazlan-nı bir arada kıldı."2

Daha sonra İbn-i Abbas, Hz. Peygamber'in bu işten maksadı hakkında şöyle demektedir:

"Zira Peygamber, ümmetinden hiç kimsenin zahmete ve sıkıntıya düşmesini istemiyordu."3

12- Muslim, kendi Sahih'inde, Said b. Cübeyr'den ve o da İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet etmektedir:

"Peygamber-i Ekrem, Medine'de öğle ve ikindi namazları ile akşam ve yatsi namazlanm bir ara-da kıldı. Hiçbir korku ve yağmur da söz konusu değildi."4

Daha sonra Said b. Cübeyr şöyle diyor:

İbn-i Abbas'a, "Peygamber, neden böyle bir şey yaptı?" diye sordum. İbn-i Abbas şöyle dedi: "Çünkü o, ümmetinden hiç kimsenin zahmete ve sıkıntıya düşmesini istemiyordu."5

13-  Ebu Abdillah Buharî, Sahih'inde "Bab-u Ta'hir'iz-Zohr İle'1-Asr (Öğle Namazını İkindiye Eerteleme)" başlığı

1- age. s.294

2-   Sahih-i Muslim, c.2, s.151, Bab'ul-Cem'i Beyn'es-Salâteyn fi'l-Hazer, Mısır basimi.

3- age. mezkur hadisin altmda

4- age. s.152

5- age. s.152, mezkur hadisin altmda

176                                Cevaplıyoruz

altında bir babı (bölümü) bu konuya ayırmıştır ki bu baş-lığın1 kendisi, öğle namazının ertelenebileceğini ve ikin-di vaktinde iki namazm bir arada kılınabileceğini gös-termektedir. Buharî, bu babda şu rivayeti nakletmekte-dir:

"Peygamber (s.a.a), Medine'de yedi rekâtı, yani akşam ve yatsi namazlanm ve sekiz rekâtı, yani öğle ve ikindi namazlanm birlikte kıldı."2

Bu rivayetteki ifade akışından sadece öğle namazını erteleyip ikindi vaktinde kilmamn cevazı değil, Hz. Pey-gamber'e uyarak akşam namazını da erteleyip yatsi namazimn vaktinde kilmamn cevazı açıkça anlaşılmak-tadır.

14-  Buharî, bu yüzden Sahih'inin başka bir yerinde şöyle diyor:

Abdullah b. Ömer, Ebu Eyyub Ensarîve Abdullah b. Abbas şöyle demişlerdir: "Peygamber, ak-şam ve yatsi namazlanm birlikte kıldı."3

15-  Muslim b. Haccac, kendi Sahih'inde şöyle yaz-maktadir:

Adamm birisi Ibn-i Abbas'a, "Namaz!" dedi. İbn-i Abbas bir şey demedi. 0 yine, "Namaz!" dedi. Ibn-i Abbas yine sustu. 0 şahıs tekrar, "Namaz!" dedi. İbn-i Abbas yine bir şey demedi. Dördüncü defa "Namaz!" deyince İbn-i Abbas şöyle dedi: "Annesi olmayasica! Sen bize nama-zı öğret-mek mi istiyorsun? Oysa biz Peygam-

1-   Sahih-i Buharî, c.l, s.110, Kitab'us-Salât, Bab-u Te'hir'iz-Zohr İle'l-Asr, Mısır Basımı, Emiriyye nüshası, H. 1314

2- age.

3- Sahih-i Buharî, c.l, s.113, Kitab'us-Salât, Bab-u Zikr'il-İşa, Mısır Basımı, H. 1314

Namazlarm Üç Vakitte Kılmması               177

ber'in zamamnda iki namazi bir araya toplardik ve ikisini birlikte kılardık."1

16- Muslim şöyle rivayet etmiştir:

Peygamber-i Ekrem, Tebûk Gazvesi yolculu-ğunda namazlan bir arada kıldı. Öğle ve ikindi namazlan ile akşam ve yatsi namazlanm bir araya topladi. Said b. Cübeyr şöyle diyor: "Ibn-i Abbas'a bunun sebebini sorunca şöyle dedi: Peygamber, ümmetinin sıkıntıya düşmesini is-temedi."2

17- Muslim b. Haccac, Muaz'ın dilinden şöyle rivayet etmektedir:

"Tebûk Savaşı'na Hz. Peygamber ile birlikte çıktık. Peygamber, öğle ve ikindi namazlan ile akşam ve yatsi namazlanm birlikte kıldı."3

18-  Malik b. Enes, el-Muvatta' adlı kitabında şöyle yazmaktadır:

Ibn-i Şehab, Salim b. Abdullah'a şöyle sordu: "Öğle ve ikindi namazlan, yolculukta bir arada kılınılabilir mi?" Salim şöyle dedi: "Evet, hiçbir sakıncası yoktur. Sen, Arefe günü insanların (iki namazi bir arada kıldığını) görmüyor musun?"4

Hatırlatılmak gerekir ki Müslümanlar, Arefe günü Arafat'ta öğle ve ikindi namazlannin öğlen vaktinde ara vermeden kilmmasim caiz görmektedirler. Burada Salim b. Abdullah şunu söylemek istiyor: "Arefe günü iki na-maz bir arada kılındığı gibi, Arefe günü dışında da iki namaz bir arada kilmabilir."

1-   Sahih-i Muslim, c.l, s.153, Bab'ul-Cem'i Beyn'es-Salâteyn fi'1-Hazer

2- Sahih-i Muslim, c.2, s.151, Mısır basimi.

3- age. s.152

4- Muvatta-i Malik, s.125, hadis: 180, Üçüncü baskı, Bey-rut.

178                                Cevaplıyoruz

19- Muttakî Hindî, Kenz'ül-Ummal adlı kitabında soyle diyor:

Abdullah b. Ömer şöyle diyor: "Peygamber-i Ekrem, ikâmet hâlindeyken ve yolculukta değil-ken, öğle ve ikindi namazlari ile akşam ve yatsı namazlarını birlikte kıldı." Bunun üzerine bir a-dam, İbn-i Ömer'e, "Peygamber neden böyle yap-tı?" diye sordu. İbn-i Ömer, ona şu cevabı verdi: "Ümmetinden iki namazı birarada kılmak isteyen birisi sıkıntıya düşmesin diye."1

20-Yine Kenz'ül-Ummal'daşöyle okumaktayiz:

Cabir b. Abdullah diyor ki: "Peygamber (s.a.a), öğle ve ikindi namazlarını bir ezan ve iki kamet ile bir arada kıldı."2

21- Keza Kenz'ül-Ummal'da şöyle rivayet edilmistir:

Cabir b. Abdullah şöyle diyor: "Hz. Peygamber Mekke'deyken güneş battı ve Peygamber, ak-şam ve yatsı namazlarını Seref'te3 birlikte kıl-dı."4

22-  Yine Kenz'ül-Ummal'da İbn-i Abbas'tan şöyle nakledilmektedir:

"Peygamber-i Ekrem, Medine-i Münevvere'de öğle ve ikindi namazlari ile akşam ve yatsi na-mazlarını bir arada kıldı. Oysa ne sefer hâlin-deydi ve ne de yağmur yağıyordu." Ravi diyor ki: "İbn-i Abbas'a, 'Peygamber, neden iki namazi bir arada kıldı?' diye sorunca, Ibn-i Abbas şöyle

1-    Kenz'ül-Ummal, Kitab'us-Salât, el-Bab'ur-Rabi' fi Selât'il-Mu-safir, Bab'ul-Cem', c.8, s.246, birinci baskı, Haleb, H. 1391

2-    Kenz'ül-Ummal, Kitab'us-Salât, el-Bab'ur-Rabi' fi Selât'il-Mu-safir, Bab'ul-Cem', c.8, s.247, birinci baski, Haleb

3- Seref, Mekke'nin dokuz mil ötesinde bulunan bir böl-gedir. (Kenz'ül-Ummal, mezkur hadisin altında zikredilmiştir.)

4-    Kenz'ül-Ummal, Kitab'us-Salât, el-Bab'ur-Rabi', fi Salât'il-Mu-safir, Bab'ul-Cem', c.8, s.247, birinci baski, Haleb.

Namazlarm Üç Vakitte Kılmması               179

cevap verdi: Zira Peygamber, ümmetine kolaylık sağlamak istiyordu."1

Sonuç

Burada zikredilen rivayetler ışığında, Şia'nın iki na-mazı bir arada kılma konusundaki görüşünün sıhhatine tanikhk eden bu açık delillerin genel bir değerlendirme-sini yapahm:

1- Bir Vakitte Iki Namazi Bir Arada Kılmak, İşi Kolaylaştırmak ve Insanları Sıkıntıya Sokmamak Içindir

Rivayetlerin birçoğu şu gerçeğe tanıklık etmektedir: Öğle ve ikindi, keza akşam ve yatsi namazlannin bir arada kilinmasma cevaz verilmemesi, Müslümanları sı-kmtiya sokar. Bu yüzden Hz. Peygamber, Müslümanlara bir tür kolaylık sağlamak için iki namazm bir vakitte ki-lınmasını caiz etmiştir. Bu hususta onuncu, on altmci, on dokuzuncu ve yirmi ikinci hadislere müracaat ediniz.

Açıktır ki, eğer mezkur rivayetlerden maksat, Ehli-sünnet'in dediği gibi, öğle namazının, vaktinin sonlann-da (bir şeyin gölgesinin kendi boyunca uzadığı zamana yakm bir zamanda), ikindi namazimn da vaktinin baş-langıcında kilmmasi, yani her iki namazm, birlikte kilm-mış olmakla beraber, kendi vakitleri çerçevesinde kılın-ması olsaydı, böyle bir şey, kolaylık sebebi olmaz, hatta daha çok zahmete ve meşakkate sebep olurdu. Oysa iki namazi bir arada kilmaktan maksat, işlerde kolaylık sağlamaktır.

Bu açıklamamızdan anlaşıldı ki, iki namazi bir arada kilmaktan maksat, iki namazi ortak vakitlerinin her-hangi bir diliminde bir arada kılmaktır, yoksa birini vak-

1- Kenz'ül-Ummal, Kitab'us-Salât, el-Bab'ur-Rabi', Bab'ul-Cem', c.8, s.247.

180                                Cevaplıyoruz

tinin sonunda, diğerini de vaktinin başlangıcında kılmak değildir.

2- Arafat'ta Iki Namazm Bir Arada Kılınış Şekli, Iki Namazm Nasil Bir Arada Kılınacağını Beyan Etmektedir

Bütün Islam mezhepleri, Arafat'ta öğle ve ikindi namazlannin bir vakitte kilinmasim caiz bilmektedirler.1 Öte yandan bazı rivayetlerin bir kısmı, başka yerlerde iki namazi bir arada kilmamn, tıpkı Arafat'ta iki namazi bir arada kilmak gibi olduğuna ve bu açıdan Arefe günüyle diğer günlerin veya Arafat topraklarıyla diğer toprakların arasmda hiçbir farklılığın söz konusu olmadığına tanıklık etmektedir. Bu hususta on sekizinci hadise müracaat ediniz. Buna göre, nasil ki Arefe günü bütün Müslüman-ların ittifakıyla öğlen vaktinde öğle ve ikindi namazlanm bir arada kilmak caiz ise, ayın şekilde diğer günlerde de iki namazi bir arada kilmak caizdir.

3-Yolculukta Iki Namazm Bir Arada Kılınış Şekli, Iki Namazm Nasil Bir Arada Kılınacağını Beyan Etmektedir

Bir yandan Hanbelî, Malikî ve Şafiî fakihler, iki namazm yolculukta bir arada kilinmasim caiz görmüşler, öte yandan mezkur rivayetler, bu konuda sefer (yolcu-luk) ile hazar (memlekette olma ve ikâmet hâli) arasmda hiçbir fark olmadığını ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) hem seferde, hem de hazarda iki namazi bir arada kıldı-ğını açıkça beyan etmektedir.

Bu konuda üçüncü, on birinci, on üçüncü, on doku-zuncu ve yirminci hadislere müracaat ediniz. Buna göre, nasil ki yolculukta iki namazm bir arada kilmmasi (Şia'-

1- el-Fıkhu Ale'l-Mezahib'il-Erbaa, Kitab'us-Salât, el-Cem'u Bey-n'es-Salâteyn Tekdimen ve Te'hiren

Namazlarm Üç Vakitte Kılmması             181

nın dediği şekilde) caiz ise, aynı şekilde ikâmet hâlinde de iki namazi bir arada kilmak caizdir.

4- Zaruret Hâlinde Iki Namazm Bir Arada Kılınış Şekli, Ihtiyar Hâlinde de Iki Namazm Nasil Bir Arada Kılınacağını Beyan Etmektedir

Sahih ve Müsned diye amlan hadis kaynaklannda yer alan çok sayıdaki rivayetler, Hz. Peygamber'in ve as-habimn yağmur yağma, düşmandan korkma ve hastahk gibi zaruret durumlarmda iki namazi (Şia'nın dediği gibi) birlikte ve bir vakitte kihyor olduklanni bildirmektedir. Bu yüzden de çeşitli Islam mezheplerinin fakihleri, bazi zaruri hâllerde bunun caiz olduğuna fetva vermişlerdir. Oysa söz konusu rivayetler, bu açıdan zaruret hâli ile ih-tiyar hâlinin farklı olmadığını ve Hz. Peygamber'in, yağ-mur ve düşman korkusu olmadığı zamanlarda da iki namazi bir arada kıldığını açıkça beyan etmektedir.

Bu konuda üçüncü, on birinci, on ikinci ve yirmi ikin-ci hadislere müracaat ediniz.

5- Hz. Peygamber'in Ashabimn Davranışı, İki Namazm Bir Arada Kılınış Şeklini Beyan Etmektedir

Söz konusu rivayetler arasmda, Hz. Peygamber'in ashabmdan birçoğunun iki namazi bir vakitte ve birlikte kıldığını bildiren rivayetlere rastlamaktayız. Nitekim Abdullah b. Abbas, akşam namazını hava karanncaya ve yıldızlar belirinceye kadar ertelemiş, her ne kadar diğer-leri kendisine namazi hatırlattıysa da onlara itina et-memiş, sonunda akşam ve yatsı namazını gece bir mik-tar geçtikten sonra birlikte kılmış ve itiraz edenlere şöyle cevap vermiştir: "Ben, Peygamber'in de böyle namaz kıldığına şahit oldum." Ebu Hureyre de, Ibn-i Abbas'm bu sözünü teyit etmiştir. Bu konuda ikinci, yedinci, doku-zuncu ve on beşinci hadislere müracaat ediniz.

182                                Cevaplıyoruz

Mezkur rivayetler ışığında İbn-i Abbas'ın, Şia'nın de-diği şekilde iki namazı birinin vaktinde kıldığı hususunda hiçbirşüphe kalmamaktadır.

6- Hz. Peygamber (s.a.a) Sireti, iki Namazm Bir Arada Kılınış Şeklini Beyan Etmektedir

Yirmi birinci hadisten açıkça anlaşılıyor ki Hz. Peygamber, akşam olduğunda Mekke'de oldukları hâlde akşam namazını Mekke'nin dokuz mil ötesindeki Seref bölgesine varıncaya kadar ertelemişlerdir. Sonra da ak-şam ve yatsi namazim birlikte ve bir vakitte kılmışlardır. Açıktır ki Hz. Peygamber, akşam namazimn vakti girer girmez Mekke'den hareket etmiş olsalar dahi, o günün şartlarında Seref bölgesine ulaşıncaya kadar gecenin bir bölümü geçmiş olmalıdır. Bu da demektir ki Hz. Peygamber, akşam ve yatsi namazlanm yatsi vaktinde birlikte eda etmişlerdir.

Tümü Ehlisünnet'in Sahih ve Müsned adlı hadis kaynaklanndan nakledilen bu rivayetlerin bütününden, Şia'nın dediği şekilde her zaman, her mekân ve her şart-ta öğle ve ikindi namazları ile akşam ve yatsi namazlanm bir vakitte kilmamn caiz olduğu ortaya çıkmaktadır.

Şia'nm Fıkıh Kaynakları                      183

Soru : 32

ŞİA FIKHININ KAYNAKLARI NELERDİR?

Cevap: Şia, Allah'ın Kitabı'na ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) sünnetine uyarak şer'î hükümleri çıkarmak, orta-ya koymak için aşağıdaki şu dört temel kaynaktan isti-fade etmektedir:

1-Allah'ınKitabı

2-Sünnet

3- İcma

4- Akıl

Bu adı geçen kaynaklar arasında Allah'ın Kitabı ve Peygamber'in sünneti, Şia fıkhının en temel kaynağı ko-numundadır ve bu ikisi hakkında kısaca birkaç söz et-mek istiyoruz:

Allah'ın Kitabı Kur'ân

Şia mektebinin takipçileri, Kur'ân'ı, fıkıhlarının en temel ve sağlam kaynağı ve ilâhî hükümleri tanıma öl-çüsü olarak kabul etmektedirler. Zira Şia imamları, İs-lâm'ın semavî kitabı olan Kur'ân'ı, fıkhî hükümleri elde etmek için en yüce kaynak olarak tanıtmışlardır. Şöyle ki her görüş, Kur'ân'a göre değerlendirilmeli ve Kur'ân ile örtüştüğü ve uyuştuğu takdirde kabul edilmelidir. Ak-si takdirde ondan yüz çevrilmelidir.

Şia'nın altıncı önderi İmam Cafer Sadık (a.s), bu ko-nuda şöyle buyurmuştur:

184                                Cevaplıyoruz

"Kur'ân ile uyumlu olmayan hersöz, temelsiz birsözdür."1

Yine İmam Cafer Sadık (a.s), Hz. Peygamber'den şöyle nakletmektedir:

"Ey insanlar! Benden size gelen her söz, eğer Allah'ın Kitabı'yla uyum içindeyse, onu ben söy-lemişimdir; eğer onunla uyum içinde değilse, onu bensöylememişimdir."2

Bu iki hadis, çok net bir şekilde Şia önderlerinin nezdinde şer'î hükümleri elde etmenin en sağlam kay-nağının Müslümanların semavî kitabı olduğunu ortaya koy-maktadır.

Sünnet

Allah Resulü'nün (s.a.a) sözleri, davranışları ve onay-ları anlamında sünnet, Şia fıkhının ikinci kaynağıdır ve Peygamber'in Ehlibeyti'nden olan imamlar, müstakil olarak Hz. Peygamber'in sünnetinin ve ilimlerinin aktarı-cıları olarak kabul edilirler. Elbette Hz. Peygamber'in sözleri, diğer sağlam yollardan elde edildiği takdirde de yine Şia tarafından kabul görmektedir.

Burada iki noktayı tartışmak ve incelemekgerekir:

Hz. Peygamber'in (s.a.a) Sünnetine Sarılmanın Delilleri

Şia İmamları, takipçilerine Kur'ân'ı tavsiye etmenin yanı sıra, onlara Hz. Peygamber'in (s.a.a) sünnetini de tavsiye etmişlerdir. Kitap ve sünneti birlikte övmüşlerdir. Nitekim İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Size bir söz ulaştığında, eğer Allah'ın Kita-bı'nda veya Peygamber'in sözlerinde onun bir

1-  Usul'ül-Kafi, c.l, Kitab-u Füzl'il-İlm, Bab'ul-Ehzi Bi's-Sünneti ve Şevahid'il-Kitab, hadis: 3.

2- age. hadis: 5.

Şia'nm Fıkıh Kaynakları                      185

kanıtını bulursanız, kabul edin. Aksi takdirde o söz, onu getiren kimseye daha lâyıktır."1

Keza İmam Muhammed Bâkır (a.s), Hz. Peygamber-'in sünnetine sarılmayı, tüm şartları haiz bir fakihin te-mel şartı saymış ve şöyle buyurmuştur:

"Gerçek fakih, dünyadan yüz çeviren, ahirete rağbet eden ve Peygamber'in (s.a.a) sünnetine sarılan kimsedir."2

Şia'nın büyük önderleri, Hz. Peygamber'in sünneti hakkında işi o dereceye vardırmışlardır ki, Allah'ın Kitabı ve Hz. Peygamber'in sünnetine muhalefeti, küfür sebebi olarak kabul etmişlerdir. Imam Cafer Sadık (a.s) bu ko-nuda şöyle buyurmuştur:

"Her kim, Allah'ın Kitabı'na ve Muhammed'in (s.a.a) sünnetine muhalefet ederse, şüphesiz kâfir olur."3

Böylece anlaşılıyor ki Şia, diğer İslâm fırkalarından daha çok Hz. Peygamber'in sünnetine değer vermekte ve Şia'yı, Hz. Peygamber'in sünnetine itina gösterme-mekle itham eden kimselerin sözleri temelsiz ve mes-netsizdir.

Ehlibeyt'in (a.s) Hadislerine Sarılmanın Delilleri

Şia'nın, Hz. Peygamber'in Ehlibeyti'nin (a.s) hadisleri hakkındaki görüşünün açıklığa kavuşması için şu iki ko-nuyu incelememizgerekir:

a) Masum Imamlar'ın hadislerinin mahiyeti

b)  Hz. Peygamber'in Ehlibeyti'ne sarılmamn lüzumu ve itibarının delilleri

1-  Usul'ül-Kafi, c.l, Kitab-u Fazl'il-İlm, Bab'ul-Ehzi Bi's-Sünneti ve Şevahid'il-Kitab, hadis: 2.

2- age. hadis: 8.

3- age. hadis: 6.

186                                Cevaplıyoruz

Şimdi apaçık deliller ışığında sözü fazla uzatmadan her iki konuyu incelemeye geçelim:

Allah Resulü'nün (s.a.a) Hadislerinin Mahiyeti

Şia açısından sadece âlemlerin Rabbi olan Allah, in-sanlık toplumu için kanun koyma ve yasama hakkına sahiptir. Allah, mukaddes şeriatın hüküm ve kanunlarını Hz. Peygamber'i vasıtasıyla tüm insanlara ulaştırmış ve Allah Resulü insanlar Me Allah arasmda yegane vahiy ve yasama aracıdır. Buna göre, eğer Şia, Ehlibeyt'in hadis-lerini de kendi fikhinm kaynaklarmdan biri kabul ediyor-sa, bu, Hz. Peygamber'in sünneti karşısında onlara bir asalet ve bağımsız bir değer atfettigi anlammda değildir. Bilâkis Ehlibeyt'in hadislerinin itiban, Allah Resulü'nün (s.a.a) sünnetini beyan ettiği sebebiyledir.

Buna göre, Şia'nın Masum Jmamlan, kendilerinden birsöz söylemezler. Onların söyledikleri, Hz. Peygamber'in sünnetinden başka bir şey değildir.

Burada bu sözü ispat etmek için Ehlibeyt'in bazi ha-dislerini aktarmayı uygun görüyoruz:

1- İmam Cafer Sadık (a.s), kendisine soru soran bi-rine şöyle buyurmuştur:

"Sana verdiğim her cevap, Hz. Peygamber'-den-dirve biz kendimizden birşeysöylemeyiz."1

Yine şöyle buyurmuştur:

"Benim sözüm, babamın (İmam Bâkır'ın), babamın sözü ise dedemin (imam AN b. Hüse-yin'in) sözüdür. Dedemin sözü de Hüseyin b. Ali'-nin, Hü-seyin'in sözü de Hasan b. Ali'nin, Hasan-'ın sözü de Müminlerin Emiri Ali'nin, onun sözü de Allah Resulü'nün ve Allah Resulünün sözü de Aziz ve Celil olan Allah'm sözüdür."2

1- Cami-u Ehadis'iş-Şia, c.l, s.129

2- age. s.127

Şia'nm Fıkıh Kaynakları                      187

İmam Muhammed Bâkır (a.s), Cabir'e şöyle buyur-muştur:

"Babam, dedemden; o da Allah Resulü'nden (s.a.a), o da Cebrail'den (a.s), o da Aziz ve Celil olan Allah'tan bana bildirmiştir. Benim sana söylediğim hersöz bu senet iledir."1

Bu hadisler ışığında Hz. Peygamber'in sünnetinden ibaret olan Şia Imamlan'nın hadislerinin mahiyeti açıklı-ğa kavuşmuş oldu.

Hz. Peygamber'in Ehlibeyti'ne Sarılmanın Lü-zumu ve İtibarının Delilleri

Şiî ve Sünnî muhaddislerin naklettikleri çok sayıdaki hadislere göre, Hz. Peygamber (s.a.a.), kendinden sonra iki değerli miras bırakmış, bütün Müslümanları bu iki mirasına uymaya davet etmiş, insanların hidayet ve sa-adetinin bu ikisine sarılmanın tekelinde bulunduğunu ve sözü edilen bu iki değerli mirasın Allah'ın Kitabı Kur'ân ile Peygamber'in Ehlibeyti ve İtreti olduğunu bildirmiştir.

Burada örnek olarak bu hadislerden bazılarını nak-lediyoruz.

1- Tirmizî, kendi Sahih'inde Cabir b. Abdullah Ensa-rî'den Allah Resulü'nün (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Ey insanlar, ben sizin aranızda, kendisine sarıldığınız müddetçe asla sapmayacağınız bir şey bırakıyorum: Allah'ın Kitabı'nı ve itretim olan Ehlibeyt'imi."2

2- Yine Tirmizî, adı geçen kitabında şöyle yazmakta-dır: Allah Resulü (s.a.v)şöyle buyurmuştur:

"Ben sizin aranızda, kendisine sarıldığınız müd-detçe bundan sonra asla sapmayacağınız bir

1- age. s.128

2- Sahih-i Tirmizî, Kitab'ul-Menakıb, Bab-u Menakıb-ı Ehl-i Bey-t'in-Nebî, c.5, s.662, hadis: 3786, Beyrut basımı.

188                                Cevaplıyoruz

şey bırakıyorum ki, biri diğerinden daha büyük-tür: Gökte yere doğru sarkıtılmış bir ip olan Al-lah'ın Kitabı ile itretim olan Ehlibeyt'imi. Bu ikisi, havuzda yanıma gelinceye kadar asla birbirin-den ayrılmazlar. Benden sonra bu ikisine nasıl davrandığınıza iyi bakın."1

3-  Muslim b. Haccac, Sahih'inde Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletmektedir:

"Ey insanlar! Ben de bir beşerim. Yakında Al-lah'ın elçisi (Azrail) bana da gelecek ve ben ona icabet edeceğim. Ben, sizlere iki değerli şey bı-rakıyorum. Onların birincisi, Allah'ın Kitabı'dır. Onda hidayet ve nur vardır. 0 hâlde Allah'ın Ki-tabı'na sarılın."

Peygamber, daha sonra insanları Kur'ân'a teş-vik etti ve şöyle buyurdu: "İkincisi ise Ehli-beytimdir. Ehlibeytim hakkında sizlere Allah'ı hatırlatıyorum. Ehlibeytim hakkında sizlere Al-lah'ı hatırlatıyorum. Ehlibeytim hakkında sizlere Allah'ı hatırlatıyorum."2

4-  Bir grup muhaddis, Hz. Peygamber'in şöyle bu-yurduğunu rivayet etmişlerdir:

"Şüphesiz ben sizlere iki değerli emanet bı-rakıyorum. Bunlar, Allah'ın Kitabı ve Ehlibeyt-'imdir. Şüphesiz onlar, havuzda yanıma gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmazlar."3

Hatırlatmak gerekir ki, bu konudaki hadisler burada zikredilemeyecek kadar çoktur. Büyük araştırmacı Sey-

1- age. s.663, hadis: 3788.

2-Sahih-i Muslim, c.7, Bab-u Fezail-i AM b. EbîTalib, s.122 -123, Mısır basımı.

3- Müstedrek-i Hâkim, c.3, s.148; es-Savaik'ul-Muhrika, 11. bab, 1. fasıl, s.149. Aşağıda zikredilen kitaplarda da buna yakın sözler yer almıştır: Müsned-i Ahmed, c.5, s.182 ve 189; Kenz'ül-Ummal, c.l, Bab'ul-İ'tisam Bi'l-Kitabi ve's-Sünne, s.44

Şia'nın Fıkıh Kaynakları                      189

yid Mir Hamid Hüseyin, bu hadisin senetlerini Abeka-t'ul-Envar adlı altı ciltlik kitabında bir a ray a toplamıştır.

Mezkur hadislerden açıkça anlaşıldığı üzere, Allah'ın Kitabi ve Hz. Peygamber'in sünnetinin yanında, Pey-gamber'in Ehlibeyti'ne sarılmak ve onlara uymak, İslâm-'ın zarurî hükümlerinden biridir. Onların sözlerini terk etmek ise, insanın sapmasına ve dalâlete düşmesine sebep olur.

Burada ortaya çıkan soru şudur: İtaatleri Allah Resu-lü'nün emriyle bizlere farz olan Peygamber'in Ehlibeyti kimlerdir? Bu konunun anlaşılması için rivayetlere da-yanarak Peygamber'in (s.a.a) Ehlibeyti'nin anlamını ince-lemeye çalışalım:

Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehlibeyti Kimlerdir?

Yukandaki hadislerden açıkça anlaşıldığı üzere, Hz. Peygamber, bütün Müslümanları Ehlibeyti'ne uymaya davet etmiş, onlan Allah'm Kitabi'mn yamnda, kendisin-den sonra insanların başvuracağı kaynak olarak gös-termiş ve büyük bir açıklıkla şöyle buyurmuştur:

"Kur'ân ve İtret, asla birbirinden ayrılmazlar."

Buna gore, Hz. Peygamber'in Ehlibeyti, Allah Resu-lü'nün (s.a.a) kendilerini Kur'ân'ın dengi olarak tanıtması hasebiyle ismet makamma sahip olan ve İslâm öğretile-rinin berrak kaynağından faydalanan kimselerdir. Zira aksi takdirde onlar da Allah'm Kitabı'ndan ayrılmış olur-lardi. Oysa Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

"Kur'ân ve Ehlibeyt, havuzda yanima gelince-ye kadar asla birbirinden ayrilmayacaktir."

Böylece Ehlibeyt'i (a.s) dakik olarak tanimamn za-rureti ve onların -sadece tümü Hz. Peygamber'in (s.a.a) itretinden olan Şia Imamlan'na uyarlanabilecek- belirgin sifatlanni tanimamn gerekliliği ispat edilmiş olmaktadır.

Şimdi büyük Islâm muhaddislerinin rivayetleri ışı-ğında bu konudaki delillerimizi beyan edelim:

190                                Cevaplıyoruz

1-  Muslim b. Haccac, Sekaleyn hadisini beyan ettik-ten sonra şöyle demiştir:

Yezid b. Hayyan, Zeyd b. Erkam'a şöyle sordu: "Peygamber'in (s.a.a) Ehlibeyti kimlerdir? Onlar, Peygamber'in eşleri midir?" Zeyd b. Erkam ce-vap olarak şöyle dedi: "Hayır (öyle değildir)! Al-lah'a yemin olsun ki, kadm belli bir zaman er-kek ile birlikte olur, daha sonra adam kansim boşar, kadm babasimn evine, kavminin arasma geri dö-ner. Peygamber'in Ehlibeyti'nden mak-sat, Peygamber'in ash ve bağlısı olduğu kimse-lerdir ki, Peygamber'den sonra onlara sadaka haramdir."1

Bu rivayet, açık bir şekilde kendilerine sarilmamn tıpkı Allah'm Kitabı'na sarılmak gibi farz olan, Hz. Peygamber'in Ehlibeyti'nden maksadm, Hz. Peygamber'in eşleri olmadığına tanıklık etmektedir. Aksine Hz. Peygamber'in Ehlibeyti, cismanî intisabın yam sira, Hz. Pey-gamber'e manevî bağlılık hususunda da özel bir liyakate sahip olan kimseler olmahdirlar ki, böylece onları Allah'm Kitabi'mn yanında dünya Müslümanları için bir kay-nak olarak göstermek mümkün olsun.

2-  Peygamber-i Ekrem (s.a.a), Ehlibeyt'in sadece si-fatlanm beyan etmekle kalmamış, onların sayısını da açıklayarak on iki kişi olduklarını bildirmiştir.

Nitekim Muslim, Cabir b. Semure'den şöyle rivayet etmektedir:

Hz. Peygamber'in (s.a.a) şöyle buyurduğunu işittim: "Islam, on iki halifeyle aziz kalacaktir." Daha sonra bir şey söyledi ki ben anlamadim. Babama, Peygamber'in ne buyurduğunu sor-

1- Sahih-i Muslim, c.7, s.123, Bab-u Fezail-i AM b. Ebî Talib, Mısır basimi.

Şia'nm Fıkıh Kaynakları                   191

dum. Bana Peygamber'in şöyle buyurduğunu söyledi: "Onların tümü Kureyş'tendir."1

Yine Muslim b. Haccac, Allah Resulü'nün (s.a.a) şöy-le buyurduğunu rivayet etmektedir:

"İnsanların işleri, kendilerine on iki imam hâkim olduğu müddetçe bir düzen içinde ola-caktır."

Bu iki hadis, Şia'nın, "Şia'nın On İki İmamı, Hz. Pey-gamber'den sonra insanların gerçek önderleridir." sözü-nün apaçık bir kanıtıdır. Zira İslâm'da, Peygamber'in Eh-libeyti'nden olan On Iki Imam dışında Allah Resulu'nden hemen sonra kesintisiz olarak Müslümanların işlerinin mercii ve İslâm'ın izzet ve şevketinin sebebi olan başka on iki halife bulmak mümkün değildir.

Çünkü Müslümanların literatüründe "raşit halifeler" diye bilinen "dört halife"den geçecek olursak, Ümeyye-oğulları ve Abbasoğulları'ndan olan diğer yöneticiler, ta-rihin de tanıklık ettiği kötü davranışlarıyla İslâm ve Müs-lümanlar için bir utanç sebebi olmuşlardır.

Buna göre, Hz. Peygamber'in Kur'ân'ın dengi ve dünya Müslümanlarının merci makamı olarak tanıttığı Ehlibeyt'ten maksat, Hz. Peygamber'in itretinden olan on iki imamlardır ve bu imamlar, Allah Resulü'nün sün-netinin koruyucuları ve ilminin taşıyıcılarıdırlar.

3- Müminlerin Emiri AM b. Ebî Talib (a.s) de, Müslü-manların önderlerinin Haşimoğullan'ndan olduğunu söy-lemiştir.

Bu da, Şia'nın Ehlibeyt'in kimler olduğu hususundaki sözünün doğruluğunun apaçık bir kanıtıdır.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:

"İmamlar, Kureyş'ten ve Kureyş'in Haşimî bo-yundandır. Onlardan başkasına rehberlik yakış-maz, velâyete onlardan başkası lâyık değildir."1

1- Sahih-i Muslim, c.6, s.3, Mısır basımı.

192                                Cevaplıyoruz

Sonuç

Zikredilen rivayetlerin bütününden şu iki hakikat ortaya cikmaktadir:

1- Hz. Peygamber'in Ehlibeyti'ne sarilmak ve onlara tâbi olmak, Allah'in Kitabi'na itaat gibi farzdir.

2- Kur'ân-ı Kerim'in dengi ve dünya Müslümanlarının merci makami olarak tanitilan Allah Resulü'nün Ehlibey-ti aşağıdaki özelliklere sahiptir:

a) Onların hepsi Kureyş'ten ve Haşimoğulları boyun-dandir.

b)  Onlann hepsi, Allah Resulü ile öyle bir yakınlığa sahiptir ki onlara sadaka haramdir.

c)  Onlann hepsi, ismet makamma sahiptir. Aksi takdirde pratik olarak Kur'ân-ı Kerim'den ayn olmalan gerekirdi. Oysa Hz. Peygamberşöyle buyurmuştur:

"Bu Kur'ân ve itretim, Kevser Havuzu'nun ba-şında yanıma gelinceye kadar birbirinden asla ay-nlmazlar."

d)  Onlar, on iki kişidir ve Allah Resulü'nden sonra birbiri ardinca Muslumanlarm onderleri ve velileridirler.

e) Hz. Peygamber'in (s.a.a) bu on iki halifesi, İslâm-'ın gittikçe artan izzet ve şevketinin sebebidir.

Hadislerden elde edilen bu sıfatlar göz önünde bu-lundurulduğu takdirde, Hz. Peygamber'in Müslümanlara uymayı tavsiye ettiği Ehlibeyt'ten maksadimn, Şia'nın fıkhî hükümlerini tanımada kendilerine uymak ve tâbi olmakla övündüğü, Hz. Peygamber'in itretinden olan On Iki Imam olduğu gerçeği gün gibi ortaya cikmaktadir.

1- Nehc'ül-Belâğa, 144. hutbe

Ebu Talib'in İmam                           193

Soru : 33

EBU TALİB, DÜNYADAN İMANLI Ml GİTTİ Kİ ONU ZİYARET EDİYORSUNUZ?

Cevap: Abdulmuttalib'in oğlu, Müminlerin Emiri-nin değerli babası ve Hz. Peygamber'in amcasi olan Ebu Talib, Şia'ya göre Allah Resulü'nün peygamberliğine iman eden, Islâm'ın ilk yillarmdaki sorunlarda ve çık-mazlarda Hz. Peygamber'in yâr ve yardımcısı olan bir kimsedir.

Ebu Talib'in Ailesi

Ebu Talib, reisliğini Hz. Peygamber'in dedesi ve İb-rahim Halil'in mektebinin kahramam olan Abdulmuttalib'in üstlendiği bir ailede gözlerini dünyaya açtı. Arap Yarimadasi tarihinde yapilacak az bir araştırma ile, Abdulmuttalib'in, hayatimn en buhranh ve tehlikeli şartla-nnda dahi Allah'a ibadetten ve tevhit dinini savunmak-tan el çekmediği ortaya çıkmaktadır.

Nitekim Ebrehe, fil binicilerinden oluşan büyük or-dusuyla Kâbe'yi yıkmak için Mekke'ye doğru hareket et-tiği sırada, yolda Abdulmuttalib'in bazi develerine el koydu. Abdulmuttalib, develerini almak için Ebrehe'nin yanma gelince, Ebrehe şaşkınlık içinde ona şöyle dedi:

"Deveni geri almak yerine neden ordumun geri dön-mesini ve Kâbe'yi yıkmaktan vazgeçmemi istemiyor-sun?"

Abdulmuttalib, ona Allah'a iman ve itimat dolu bir ruhla şöyle cevap verdi:

194                                Cevaplıyoruz

"Ben devenin sahibiyim; Kâbe'nin de onu sa-vunacak birsahibi vardir."1

Daha sonra Abdulmuttalib, Mekke'ye döndü. Mek-ke'nin kapısındaki halkaya tutunarak şöyle dedi:

"Allah'ım! Onlara karşı senden başka kimse-ye ümidim yoktur. Allah'ım! Kendi güvenlik ha-remini bu düşmanlardan koru. Bu evin düşman-ları seninle savaşmaktalar. Onları, evini harap etmekten ahkoy."2

Bu ve benzeri güzel sözler, Ebu Talib'in babası Ab-dulmuttalib'in güçlü imanını ve bir olan Allah'a inandığı-nı gösteren açık bir kanıttır. Bu yüzden Yakubî kendi ta-rihinde Abdulmuttalib hakkında şöyle yazmıştır:

"Abdulmuttalib, putlara tapmayı reddetmiş ve Aziz ve Celil olan Allah'ı birlemiştir."3

Şimdi bu Allah'a tapan mümin babanın, oğlu Ebu Talib hakkında ne düşündüğüne bir bakahm:

Abdulmuttalib Açısından Ebu Talib

Tarihin kesitleri arasmdan net olarak görüldüğü gibi, gelecekten haber veren bazı aydın kalpli kişiler, Ab-dulmuttalib'i Hz. Peygamber'in parlak geleceğinden ve nübüvvetinden haberdar kılmışlardı.

Seyf b. Zî Yezn, Habeşistan hükümdarlığını ele ge-çirdiğinde Abdulmuttalib, bir heyet başkanlığında onun yanına vardı.

Yaptığı güzel bir konuşmadan sonra Habeşistan hü-kümdarı, değerli bir peygamberin, onun soyundan dün-yaya geleceğini müjdeledi ve onun özellikleri hakkında kendisine şöyle dedi:

1- Kâmil-i İbn-i Esir, c.l, s.261, Mısır basımı, H. 1348

2- age.

3- Tarih-i Yakubî, c.2, s.7, Necef basımı.

Ebu Talib'in İmam                           195

"Onun adi Muhammed'dir -Allah'm salât ve selâmı onun (ve Ehlibeyti'nin) üzerine olsun-. Babasi ve annesi ölecektir. Dedesi ve amcasi onun bakimmi üstlenecektir."1

Daha sonra bu geleceğin peygamberinin sifatlanni daha fazla açıklayarak ona şöyle dedi:

"0, Rahman olan AliaIVa ibadet edecek, şey-tana engel olacak, ateşleri söndürecek, putları kıracaktır. Onun sözleri, hak ve batılı ayıracak; hükmü, adalet üzere olacak; iyiliği emredecek ve onu yapacak; kötülükten sakındıracak ve onu ortadan kaldıracaktır."2

Daha sonra Abdulmuttalib'e şöyle dedi:

"Şüphesiz, sen o peygamberin dedesisin."3

Abdulmuttalib, bu güzel müjdeyi işittikten sonra şü-kür secdesinde bulundu ve bu mübarek çocukla ilgili olarakşöyle dedi:

"Benim çok sevdiğim bir oğlum vardı. Onu Ve-heb b. Abdulmenaf'ın kızı Amine ile evlendir-dim. 0 hanımın dünyaya getirdiği çocuğu Mu-hammed olarak adlandırdım. Bir müddet sonra babasi ve annesi dünyadan göçtü. Ben ve am-cası (Ebu Ta-lib) onun bakimmi üstlendik."4

Bu sözlerden açıkça anlaşıldığı üzere Abdulmuttalib, o yetim çocuğun geleceğinden haberdar idi ve bu yüzden de kendisinden sonra onun bakimmi en değerli oğlu Ebu Talib'e bırakmış ve diğerlerini bu eşsiz saadetten mah-rum kılmıştı.

Buradan da anlaşıldığı üzere Ebu Talib, mümin ve muvahhit babasmm gozunde öyle yüce bir iman ve takva

1- Siret-ü Halebî, c.l, s.136 ve 137, Mısır basımı ve c.l, s.114 ve 115, Beyrut basimi.

2- age.

3- age.

4- age. c.l, s.137, Mısır basımı

196                                Cevaplıyoruz

makamma sahipti ki onu, Hz. Peygamber'in bakımı için lâyık görmüştü.1

Şimdi daha fazla açıklama için Ebu Talib'in mümin olduğunu açıkça gösteren delilleri sayalım:

Ebu Talib'in İmanının Delilleri

1- Ebu Talib'in İlmî ve Edebî Eserleri

İslâm bilginleri ve tarihçileri, Ebu Talib'ten çok güzel kasideler nakletmişlerdir. Ebu Talib'in bu ilmî ve edebî eserlerinden, onun gerçek imanını anlamak mümkündür. Biz, bu sayısız kasidelerden bazılarına değiniyoruz:

"Iyi insanlar bilmelidir ki, Muhammed de, Mu-sa ve İsa gibi peygamberdir / 0 ikisinin sahip olduğu semavî aydınlığa o da sahiptir / Hepsi de, Allah'ın emriyle insanları hidayet eder ve on-ları günahlardan korurlar."2

"Bilmiyor musunuz, bize göre Muhammed de, tıpkı Musa gibi semavî kitaplarda adı geçen bir peygamberdir ve Allah'ın kulları arasında onun özel bir sevgisi vardır. Allah'ın sevgiye mazhar kıldığı birine zulmetmek reva olur mu?!"3

"Yüce Allah, Peygamberi Muhammed'i yüce kılmıştır. Dolayısıyla da Allah'ın en yüce yaratığı, Ahmed'dir. Allah, makamını yüce kılmak için onun adını kendi adından türetmiştir. Arşın sa-

1- Daha fazla ilgi için bk. Siret-ü Halebî, c.l, s.134, Mısır basımı; Siret-ü İbn-i Hişam, c.l, s.189, Beyrut bısımı; Ebu Talib Mümin-ü Kureyş, s.109, Beyrut basımı ve et-Tabakat'ul-Kübra, c.l, s.117, Beyrut basımı.

2-  el-Hücce, s.57. Bu kasidenin benzeri ise, Müstedrek-i Hâkim, c.2, s.623, Beyrut basımında mevcuttur.

3-  Tarih-i İbn-i Kesir, c.l, s.42; İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-u Nehc'il-Belâğa, c.14, s.72, ikinci baskı.

Ebu Talib'in İmam                           197

hibi Allah, Mahmud'dur (övülmüştür), peygam-beri ise Muhammed'dir."1

"Ey Allah'm Resulü! Ben toprağın altında ya-tıncaya kadar düşmanlar sana zarar veremez-ler. 0 hâlde korkma ve görevli olduğun şeyi aşi-kâr kıl. Müjdele ve gözleri aydınlat. Sen, beni kendi dinine davet ettin, ben de bildim ki, sen benim hayrımı istiyorsun ve davetinde samimî ve güvenilirsin. Ben açıkça bildim ki, Muham-med'in (s.a.a) dini, dünya dinlerinin en iyisidir."2

"Ey Allah'ın üzerimdeki şahidi! Şahit ol ki ben, Ahmed Peygamber'in dini üzerindeyim. Her kim dinde sapsa da, (bilin ki) ben hidayet üzereyim."3

Ebu Talip, hayatının son günlerinde aşağıdaki sözle-riyle Kureyş büyüklerine Allah Resulü'nü (s.a.a) tam ola-rak desteklemelerini tavsiye etmiştir:

"Dört kişiye iyilik peygamberine yardımcı ol-malarını tavsiye ediyorum: Oğlum Ali'ye, kabi-lemizin büyüğü Abbas'a, her zaman Peygamber-'i savunan Allah'ın aslanı Hamza'ya ve oğlum Cafer'e. Peygamber'e yâr ve yardımcı olun ve sizler -anam ve çocuklarım size feda olsun- sure kli Allah Resulü için düşmanlar karşısında kalkan olun."4

1- İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-u Nehc'il-Belâğa, c.14, s.78, ikin-ci baskı; Tarih-i İbn-i Asakir, c.l, s.275; Tarih-i İbn-i Kesir, c.l, s.266; Tarih'ul-Hamis, c.l, s.254

2- Bağdadî, Hazanet'ul-Edeb, c.l, s.261; Tarih-i İbn-i Kesir, c.3, s.42; İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-u Nehc'il-Belâğa, c.14, s.55, ikinci baskı; Feth'ul-Barî, c.7, s.153-155; el-İsabe, c.4, s.116, Mısır basımı, H. 1358; Divan-u EbîTalib, s.12

3- İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-u Nehc'il-Belâğa, c.14, s.78, ikinci baskı, Divan-u EbîTalib, s.75

4-   İbn-i Şehraşub Mazenderanî, Müteşabihat'ul-Kur'ân, Hac Suresi'nin, "Allah mutlaka kendine yardım edene yardım eder." ayetinin tefsiri.

198                                Cevaplıyoruz

Garazsız ve insaf sahibi olan her insan, Ebu Talib'in Allah'a ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) risaletine olan imanim ve inancını bütün açıklığıyla gözler önüne seren bu edebî eserleri gördükten sonra, Şia'nın, Ebu Talib'in gerçek bir imana sahip olduğu yönündeki sözünün doğruluğunu an-lar ve bazı yazarların birtakım özel siyasî amaçlarla Kureyş'in mümini, Allah Resulü'nün amcası ve İslâm'ın ilk zor yillarmda dinin en büyük destekleyicisi olan Ebu Talib hakkmdaki sebepsiz ithamlan sebebiyle üzülür.

2- Ebu Talib'in Hz. Peygamber'e Karşı Davranışları, Onun İmanını Göstermektedir

Bütün meşhur Islâm tarihçileri, Ebu Talib'in Allah Resulü hakkmdaki eşsiz fedakârlıklarını nakletmişlerdir. Bu fedakârlıklar, Ebu Talib'in köklü imanının en açık de-lilidir. Ebu Talib, İslâm'ı savunmak ve Hz. Peygamber'i (s.a.a) korumak uğruna "Ebu Talib Deresi"nde üç yıl ab-luka altında yaşamayı Kureyş'e başkanlık etmeye tercih etti ve Müslümanlara yönelik ekonomik ambargo kal-kmcaya kadar onlann yamnda kahp, o dayaml-maz şart-larda bütün zorluklara göğüs gerdi.1

Bütün bunların yamnda Ebu Talib, değerli oğlu Ali'-den, her zaman Hz. Peygamber'in (s.a.a) yamnda olma-sim ve Islam'm ilkyillarmdaki bütün zorşartlara rağmen hiçbir zaman ondan ayrilmamasim istemiştir.

İbn-i Ebi'l-Hadid el-Mu'tezilî, Nehc'ül-Belâğa Şerhi'n-de, Ebu Talib'in, oğlu Ali'ye (a.s) şöyle buyurduğunu nak-letmiştir:

1- Daha fazla bilgi edinmek için aşağıdaki kaynaklara müracaat ediniz: (1) Siret-ü Halebî, c.l, s.134, Mısır basimi. 2) Tarih'ul-Hamis, c.l, s.254- 253, Beyrut basimi. (3) Siret-ü İbn-i Hişam, c.l, s.189, Beyrut basimi. (4) ibn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-u Nehc'il-Belâğa, c.14, s.52, ikinci baski. (5) Tarih-i Yakubî-i Ev-vel, c.2, Necef basimi. (6) el-İsa-be, c.4, s.115, Mısır basimi. (7) et-Tabakat'ul-Kübra, c.l, s.119, Beyrut basimi, H. 1380.

Ebu Talib'in İmam                           199

"Allah Resulü, seni sadece iyiliğe davet eder. 0 hâlde sürekli onunla birlikte ol."1

Ebu Talib'in Hz. Peygamber'e (s.a.a) yaptığı bütün bu hizmetler ve İslâm'ı savunma yolunda gösterdiği riyasız fedakârlıklar, onun Allah'a ve Peygamberi'ne olan imani-nın apaçık göstergesidir. Bundan dolayıdır ki büyük Islam âlimi Ibn-i Ebi'1-Hadid, Ebu Talib'in Allah Resulü'nü ve onun getirdiği temiz dini koruma ve savunma yolunda üstlendiği hayatî rolü hakkında şu beyitleri söylemiştir: "Eğer Ebu Talib ve oğlu olmasaydı, asla İslâm dini kıvama erişemezdi. Ebu Talib, Mekke'de Pey-gamber'i (s.a.a) savunup korudu; oğlu ise Medi-ne'de onun için korkusuzca ölüm girdaplarına daldı. Ne boş konuşan cahiller, ne de gerçekleri görmezden gelen âlimler, Ebu Talib'in azameti-ne zararverebilirler."2

3- Ebu Talib'in Vasiyeti, Onun İmanının Açık Bir Göstergesidir

İslâm dünyasının meşhur tarihçileri, -örneğin Halebî kendi Siret'inde ve Muhammed Diyarbekrî, Tarih'il-Hamis-de- Ebu Talib'in son sözlerinde kavmini Allah Resulü'ne yardıma çağırdığını ve şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:

"Ey akrabalarım! Muhammed'in dostu ve ta-kipçileri olun ve onun hizbini savunun. Allah'a yemin olsun ki, her kim onun hidayet nuruna tâ-bi olursa, saadete erişir. Eğer hayatım devam etseydi ve ecel bana mühlet verseydi, şüphesiz ondan zorlukları ve sıkıntıları giderirdim."

Ebu Talib, bu sözleri söyledikten sonra canını Yara-tıcı'ya teslim etti.3

1- İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-u Nehcil-Belâğa, c.14, s.53, ikinci baskı

2- age. s.84

3- Tarih'ul-Hamis, c.l, s.300-301, Beyrut basımı ve Siret-ü Hale-bî, c.l, s.391, Mısır basımı

200                                Cevaplıyoruz

4- Allah Resulü'nün Ebu Talib'e Gosterdigi Sevgi, Ebu Talib'in Imanimn Apaçık Bir Delilidir

Allah Resulü (s.a.a), çeşitli münasebetlerde, amcası Ebu Talib'i övmüş ve ona karşı dostluğunu ve sevgisini açığa vurmuştur. Bunlardan sadece iki örnek veriyoruz:

a)  Tarihçilerden bir grup, Hz. Peygamber'in Akil b. Ebî Talib'e şöyle buyurdugunu rivayet etmislerdir:

"Ben, seni iki açıdan dolayı seviyorum: Birin-cisi, benimle olan akrabalığından do lay ı, ikincisi de, amcamin (Ebu Talib'in) seni sevdiğini bildi-ğimden dolayı."1

b) Halebî, kendi Siret'inde, Hz. Peygamber'in (s.a.a), amcasi Ebu Talib'in yüce makammi övdüğünü ve şöyle buyurdugunu nakletmiştir:

"Ebu Talib hayatta olduğu müddetçe, Kureyş kâfirleri, bana ciddî bir eziyet etmeye cesaret edemediler."2

Açıktır ki, Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ebu Talib hak-kmdaki sevgisi ve onun yüce makammi övmesi, Ebu Talib'in ihlâs dolu imanimn apaçık bir kanıtıdır. Zira Allah Resulü, Kur'ân ayetlerinin de açıkça belirttiği gibi, sadece müminleri severdi, kâfirlere ve müşriklere karşı sert davranırdı. Kur'ân-ı Kerim, bu konuda şöyle buyur-muştur:

"Muhammed, Allah'ın elçisidir. Onunla birlik-

te olanlar, kâfirlere karşı sert, kendi aralannda

merhametlidirler."3

Başka bir ayette de şöyle buyurmuştur:

"Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir top-luluğun, babaları veya oğulları veya kar-deşleri ya

1- Tarih'ul-Hamis, c.l, s.163, Beyrut basimi ve el-İstiab, c.2, s.509

2- Siret-ü Halebî, c.l, s.391, Mısır basımı

3- Fetih, 29

Ebu Talib'in İmam                           201

da akrabalan olsa bile Allah'a ve Peygamberi'ne karşı gelenlere sevgi beslediklerini görmezsin. İşte Allah, imam bunların kalplerine yazmıştır."1

Bu ayetler göz önünde bulundurularak Hz. Peygam-ber'in Ebu Talib'e gösterdiği sevgiye ve çeşitli münase-betlerde ondan övgüyle bahsetmesine dikkat edildiğin-de, Ebu Talib'in Allah'a ve Resulü'ne (s.a.a) karşı yüce bir iman mertebesinde bulundugu hususunda hiçbir şek ve şüphe kalmamaktadır.

5- Allah Resulü'nün Ashabimn Tanıklığı

Allah Resulü'nün (s.a.a) ashabmdan bir grup da, E-bu Talib'in gerçekten iman ettiğine taniklik etmişlerdir. Şimdi onlardan bazı örnekleri aktarmak istiyoruz:

a) Cahil bir adam, Müminlerin Emiri Ali'nin (a.s) hu-zurunda, Ebu Talib hakkında çirkin bir ithamda bulunun-ca, Imam AN (a.s), yüzünde öfke belirtileri görüldüğü bir hâlde şöyle buyurdu:

"Sus! Allah ağzını kırsın. Muhammed'i pey-gamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, eğer babam (Ebu Talib) yeryüzündeki bütün günahkârlara şefaat etmek isterse, Allah kesin-likle onun şefaatini kabul eder."2

Başka bir yerde ise şöyle buyurmuştur:

"Allah'a andolsun ki Ebu Talib Abdumenaf b. Abdulmuttalib, mümin ve Müslüman idi, Kuryeş kâfirleri Haşimoğullan'na düşmanlık etmesinler diye imanını gizliyordu."3

Imam Ali'nin (a.s) bu sözleri, sadece Ebu Talib'in güçlü imanını teyit etmekle kalmamakta, hatta onun Al-

1-  Mücâdele, 22. ayet. Mümtehine, 1. ayet; Tevbe, 23. ayet ve Mâide, 54. ve 81. ayetler de bu anlama delâlet etmek-tedirler.

2- el-Hiiccet, s.24

3- age.

202                                Cevaplıyoruz

lah'm veli kullarmdan biri olduğunu ve Allah'm izniyle başkalarına şefaat edebileceğini ortaya koymaktadır.

b) Ebuzer-i Gıfarî, Ebu Talib hakkında şöyle demiştir:

"Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin olsun ki Ebu Talib, Müslüman olmadan dün-yadan göçmedi."1

c)  Abbas b. Abdulmuttalib ve Ebu Bekir b. Ebî Ku-hafe'den de çeşitli senetlerle şöyle dedikleri rivayet edilmiştir:

"Ebu Talib, 'Lâ ilâhe illallah ve Muhammedün Resulullah' demeden dünyadan göçmedi."2

6- Ehlibeyt Açısından Ebu Talib

Bütün Ehlibeyt Imamlan, Ebu Talib'in güçlü imanını açıkça beyan etmişlerdir ve çeşitli münasebetlerde Hz. Peygamber'in bu fedakâr yardımcısını savunmuşlardır. Biz bunlardan sadece iki hususa değinmekle yetiniyoruz:

a) imam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Eğer Ebu Talib'in imam terazinin bir kefesi-ne, bu insanlann imam da diğer kefesine bırakı-lacak olursa, Ebu Talib'in imam ağır gelir."3

b)  imam Cafer Sadik (a.s), Allah Resulü'nün (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmektedir:

"Ashab-ı Kehf, (birtakim maslahatlardan do-layi) imanlanm gizleyip, kâfir olduklanm izhar ettiler. Allah da onlara iki kat mükafât verdi. Ebu Talib de, (bazi maslahatlardan dolayi) ima-

1- İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-u Nehc'il-Belâğa, c.14, s.71, ikinci baski

2- el-Gadir, c.7, s.398, 3. baski, Beyrut, H. 1378, Vekî'in tefsirinden naklen

3- İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-u Nehc'il-Belâğa, c.14, s.68, ikinci baski ve el-Hiiccet, s.18

Ebu Talib'in İmam                        203

mm ve Müslüman olduğunu gizleyip, şirki izhar etti. Allah da ona iki kat mükafât verdi."1

Bütün bu söylenen delillerden, Ebu Talib'in aşağıda-ki şu makamlara sahip olduğu açıkça anlaşılmaktadır:

1- Allah'a ve Hz. Peygamber'e güçlü bir iman

2- Allah Resulü'nü riyasız destekleme ve koruma ve İslâm yolunda fedakârlık gösterme

3- Hz. Peygamber'in yanında eşsiz bir sevgiye sahip olma

4- Allah nezdinde şefaat makamına sahip olma Böylece hakkında çirkin ithamların temelsiz olduğu

ortaya çıkmaktadır.

Yapılan açıklamalar ışığında iki gerçek aydınlığa ka-vuşmaktadır:

1-  Ebu Talib'in imam, Allah Resulü (s.a.a), ashabi, Müminlerin Emiri ve Ehlibeyt İmamları tarafından kabul görmüştür.

2- Ebu Talib hakkında ileri sürülen yakışıksız itham-ların hiçbir temeli ve dayanağı yoktur ve ithamlar, Ehlibeyt ve Ebu Talib Oğulları ile savaş hâlinde olan Ü-meyyeoğulları ve Abbasoğullan'ndan bir grubun tahrikle-riyle siyasî amaçlarla ortaya atılmıştır.

Şimdi Hz. Peygamber'in (s.a.a) o eşsiz yardımcısının şahsi-yetini küçültmek için düşmanlarının sarıldığı ve "Zahzah Hadisi" diye meşhur olan rivayeti incelemeyi ve Kur'ân'ın ayetleri Hz. Peygamber'in (s.a.a) kesin sünneti ve selim aklın yol göstericiliği ışığında bu rivayetin temelsiz olduğunun delillerini ortaya koymayı uygun görü-yoruz:

1- İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-u Nehc'il-Belâğa, c.14, s.70, ikin-ci baskı ve el-Hüccet, s.17 ve 115

204                                Cevaplıyoruz

Zahzah Hadisi'nin Etüdü

Buharîve Muslim gibi bazı yazarlar, Süfyan b. Said-i Sevrî, Abdulmelik b. Umeyr, Abdulaziz b. Muhammed Deraverdî ve Leys b. Sa'd gibi ravilerden naklen aşağı-daki iki hadisi Hz. Peygamber'e isnat etmişlerdir:

a)  "Ebu Talib'i ateş katmanları arasında gördüm ve onu bir zahzaha1 (çukura) naklettim."

b)  "Belki kıyamet günü Ebu Talib'e şefaatim fayda verir de onu, derinliği incik kemiklerine kadar olmakla birlikte beynini kaynatan ateşten bir zahzaha (çukura) koyarlar."2

Gerçi daha önce açıkladığımız, Ebu Talib'in imanim ortaya koyan apaçık deliller ve sayısız hadisler ışığında bu büyük iftiranın (Zahzah Hadisi'nin) temelsizliği açık bir şekilde anlaşılmaktadır; lâkin konunun daha da açık-lığa kavuşması için şimdi Zahzah Hadisi'ni iki açıdan in-celemeye çalışacağız:

1- Hadisin senetlerinin temelsiz oluşu

2-  Hadisin yüce Allah'ın Kitabı ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) sünnetine aykırı oluşu

Zahzah Hadisi'nin Senetlerinin Temelsiz Oluşu

Daha önce de beyan edildiği üzere, Zahzah Hadisi'nin ravileri, Süfyan b. Said-i Sevrî, Abdulmelik b. U-meyr, Abdulaziz b. Muhammed Deraverdî ve Leys b. Sa'd'dir.

Şimdi muhaddislerin durumlanm inceleyen Ehlisün-net ricalcilerinin bu konudaki sözlerine dayanarak bu şahısların durumunu araştıralım:

1-  Zahzah, derinliği insan boyundan az olan çukur anla-mindadir.

2- Sahih-i Buharî, c.5, Ebvab-u Menakıb, Bab-u Kıssat-i Ebî Ta-lib, s.52, Mısır basimi ve c.8, Kitab'ul-Edeb, Bab-u Kunyet'il-Müşrik, s.46

Ebu Talib'in İmam                        205

a) Siifyan b. Said-i Sevrî

Ehlisünnet'in meşhur rical bilgini, Ebu Abdullah Mu-hammed b. Ahmed b. Osman Zehebî, Süfyan b. Said-i Sevrî hakkında şöyle diyor:

"Süfyan, zayıf ravilerden uydurma hadisleri naklederdi."1

Bu söz, Süfyan-ı Sevrî'nin zayıf ve meçhul kişilerden birçok hadis naklettiğini ve bu yüzden naklettiği hadisle-re itibar edilmeyeceğini açık bir şekilde ortaya koymak-tadir.

b) Abdulmelik b. Umeyr

Zehebî, Abdulmelik b. Umeyr hakkında şöyle yazıyor:

"Ömrü uzadı ve hafızası bozuldu. Ebu Hatem, onun hakkında, 'Hafız değildir, hafıza gücü de-ğişmiştir.1 der. Ahmed b. Hanbel, onun hakkm-da, 'Abdulmelik b. Umeyr, zayıf ve çok yanlış ya-pan biridir.' der. Ibn-i Muin, 'Abdulmelik b. U-meyr, doğru olmayan hadisleri sahih olan hadis-lerle karıştırmıştır.' der. İbn-i Heraş, 'Şu'be, on-dan razı değildi.' der. Kevsec de, Ahmed b. Han-bel'den, Abdulmelik b. Umeyr'i şiddetle zayıf say-dığını nakleder."2

Bu sözlerden anlaşıldığı kadanyla Abdulmelik b. U-meyr, aşağıdaki sıfatlara sahip biriydi:

1- Hafızası zayıf ve unutkan.

2-  Rical ilmi literatüründe zayıf, yani rivayetlerine itimat edilemez biri.

3- Çokyanlışyapan.

4- Doğru olmayan rivayetleri sahih rivayetlerle karış-tıran.

1- Zehnebî Mizan'ul-İtidal, c.2, s.169, birinci baski, Beyrut, H. 1382

2- Mizan'ul-İtidal, c.2, s.660, birinci baski, Beyrut

206                                Cevaplıyoruz

Açıktır ki, sözü edilen bu sıfatlardan her biri, tek ba-şına Abdulmelik b. Umeyr'in hadislerinin temelsiz oldu-ğunu göstermeye yetmektedir. Kaldı ki bütün bu zaaf ve eksiklikler, onda bir arada toplanmıştır.

c) Abdulaziz b. Muhammed Deraverdî

Ehlisünnet'in rical alimleri onu, unutkan ve hafızası zayif bir kimse olarak kabul etmiş ve rivayetlerinin delil olarak gösterilemeyeceğini söylemişlerdir.

Ahmed b. Hanbel, Deraverdî hakkında şöyle diyor: "Hıfzından rivayet ettiği zaman temelsiz ve il-gisiz sözler söyler."1

Ebu Hatem de onun hakkında şöyle diyor:

"Onun rivayeti, delil olarak gösterilemez."2

Ebu Zeraa da, onu kötü hafızalı biri olarak tanıtmış-tır.3

d) Leys b. Sa'd

Ehlisünnet'in rical âlimlerinin kitaplarına müracaat ettiğimizde, adı Leys olan bütün ravilerin tamnmayan, meçhul ve zayıf kimseler olduğunu ve naklettikleri ha-dislere itimat edilemeyeceğini görmekteyiz.4

Leys b. Sa'd da, bu zayif ve takvasiz kimselerden biri idi ki, hadis dinlemede ve kimlerden hadis rivayet etme hususunda titiz davranmazdi.

Yahya b. Muin onun hakkında şöyle diyor:

"Leys b. Sa'd, hem kendilerinden rivayet etti-ği kimseler hususunda, hem de hadisi dinleme hususunda müsamahakâr davranan biri idi."5

1- age. s.634

2- age.

3- age.

4- Mizan'ul-İtidal, c.3, s.420-423 birinci baski, Beyrut

5- age. s.423

Ebu Talib'in İmam                         207

Nebati de, onu zayıf kimselerden saymıştır ve adma sadece zayıf ravileri tanıttığı "et-Tezlil Ale'l-Kâmil" adlı kitabında yer vermiştir.1

Bütün bu söylenenlerden, açıkça, Zahzah Hadisi'nin asıl ravilerinin, son derece zayif kimseler olduklan ve on-lara itimat etmenin mümkün olmadığı ortaya çıkmakta-dır.

Zahzah Hadisi'nin Metni, Kitap ve Sünnete Aykırıdır

Zahzah Hadisi'ne göre, Allah Resulü, Ebu Talib'i ateş yığınları arasından a test en bir çukura naklederek azabı-nın hafiflemesine sebep olmuş veya kıyamet günü ona şefaat etmeyi arzu etmiştir. Oysa Kur'ân-ı Kerim ve Hz. Peygamber'in sahih sünnetine göre, azabın hafiflemesi ve Hz. Peygamber'in şefaati, sadece müminler ve Müs-lümanlar hakkında geçerlidir. Dolayısıyla da eğer Ebu Talip kâfir olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.a) onun azabim hafifletemez veya ona şefaatte bulunamazdı. Böylece Ebu Talib'in kâfir olduğunu söyleyenler açısından da Zahzah Hadisi'nin içeriğinin temelsiz olduğu ortaya çık-maktadır.

Şimdi bu konunun Allah'm Kitabi ve Peygamber'in (s.a.a) sünnetindeki apaçık delillerini birlikte gözden ge-çirelim.

a) Kur'a-i Kerim, bu hususta şöyle buyuruyor:

"Kâfirlere cehennem ateşi vardır. (Orada) ne ölümlerine hükmedilir ki ölsünler, ne de kendi-lerinden cehennemin azabı hafifletilir. İşte her kâfiri böyle cezalandırırız."2

b)  Hz. Peygamber'in (s.a.a) sünneti de, kâfirler için şefaatin söz konusu olmadığını bildirmektedir. Nitekim Ebuzer-i Gıfarî, Allah Resulü'nden (s.a.a) şöyle rivayet etmiştir:

1- Şeyh'ul-Ebtah, s.75 ve Mizan'ul-İtidal, c.3, s.423

2- Fâtır, 36

208                                Cevaplıyoruz

"Benim şefaatim, ümmetimden Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayanlara ulaşacaktır."

0 hâlde, Ebu Talib'in kâfir olduğunu söyleyenlerin naklettiği Zahzah Hadisi'nin metni de temelsizdir, esas-tan yoksundur ve de Kitap ve sünnete aykırıdır.

Sonuç

Bütün bu söylenenler ışığında Zahzah Hadisi'nin, hem senet açısından, hem de metin ve içerik açısından temelsiz ve itibardan yoksun olduğu ve delil olarak gös-terilemeyeceği açık birşekilde ortaya cikmaktadir.

Böylece Ebu Talib'in güçlü imanını lekelemek için sığınılan en güçlü kale yıkılmış oluyor ve Hz. Peygamber-'in (s.a.a) sadık dostu Kureyş Mümini'nin nuranî yüzü ortaya çıkıyor.

Takiyyenin Ölçüsü                         209

Soru : 34

TAKİYYE NEDİR?

Cevap: Takiyye, dinî, manevî veya dünyevî zararları önlemek için kişinin muhalifler karşısında imanını veya inancını gizlemesi demektir. Bu anlamda takiyye, her Müslümanın şer'î görevlerinden biridir ve bunun kökü Kur'ân'a dayanmaktadır.

Kur'ân Açısından Takiyye

Kur'ân-ı Kerim'in birçok ayetinde takiyye konusuna değinilmiştir ki, biz burada onlardan bazısına yer vere-ceğiz:

a) "Müminler, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah ile hiçbir ilişkisi kalmaz. Ancak ta-kiyye ederek onlardan korunmanız icap e-diyorsa, o başka."1

Bu ayet, açık bir şekilde müminlerin kâfirleri dost edinmelerinin caiz olmadığını, ancak can korkusu ve teh-likeleri önleme söz konusu olduğu zaman zahirde onlara dostluk izharında bulunabileceklerini ifade etmektedir.

b)   "Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse -kalbi iman ile dolu olduğu hâlde (inkâ-ra) zorlanan başka-. Fakat kim kalbini kâfirliğe

1-AI-i İmrân,28

210                                Cevaplıyoruz

açarsa, Allah katından bir gazap onlaradır ve onlar için büyük bir azap vardir."1

Müfessirler, mezkur ayetin nüzul sebebiyle ilgili ola-rakşöyle demişlerdir:

"Bir gün Ammar b. Yasir, anne ve babasiyla birlikte kâfirlerin eline düştüler. Kâfirler, onlar-dan İslâm'dan el çekmelerini istediler ve onlan küfür ve şirke zorladılar. Ammar'm dışındakiler, Allah'ın birliğine ve Hz. Peygamber'in risaletine tanıklıkta bulundular. Bu yüzden onlardan bazı-ları şehit edildi, bazilan da Islâm düşmanları ta-rafından işkenceye tâbi tutuldu. Fakat Ammar, kalbî isteğine rağmen takiyye edip, kâfirlerin dediği şeyleri dile getirdi ve serbest bırakıldı. Allah Resulü'nün (s.a.a) yanına vardığında dile ge-tirdiği sözlerden dolayı endişeye kapılıp üzüldü. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a), ona teselli verdi ve mezkur ayet de bu konuyla ilgili olarak nazil oldu."2

Bu ayetten ve müfessirlerin sözlerinden; cam koru-mak, maddîve manevîzararların önüne geçmek için Hz. Peygamber'in zamanında da kalbî inancın gizli tutuldu-ğu ve Islâm'ın buna rıza gösterdiği anlaşılmaktadır.

Şia Açısından Takiyye

Zalim Ümeyyeoğulları ve Abbasoğulları devletleri ta-rih boyunca Şiîlere karşı savaş ilân ettikleri ve onları öl-dürmeye kalkıştıkları3 için Şiîler, Kur'ân'ın emri doğrul-

1- Nahl, 106

2-  Celâluddin Suyutî, ed-Dürr'ül-Mensûr, c.4, s.131, Bey-rut.

3-  Şiîlerin Ümeyyeoğulları ve Abbasoğulları tarafından acımasızca katledilişi hakkında bilgi edinmek için, Ebu'l-Ferec-i İsfahanî'nin Makatil'ut-Talibiyyin, Allâme Eminî'nin Şüheda'ul-Fazile ve Muhammed Cevad Muğniye'nin eş-Şia ve'l-Hâkimûn adlı eserine bakınız.

Takiyyenin Ölçüsü                           211

tusunda takiyye etmiş, gerçek inançlarını gizlemiş, böy-lece o zor şartlarda hem kendi canlarını ve hem de diğer Müslüman kardeşlerinin canlarını kurtarmışlardır.

Açıktır ki, baskı ve istibdat ortamında Şia'yı yok ol-makla tehdit eden zulüm fırtınası karşısında takiyyeden başka bir kurtuluş yolu yoktu. Dolayısıyla da eğer zalim padişahlar ve onların kuklaları, Şiîlere düşmanlık etme-seler, onları acımasızca katletmeyi bir devlet politikası olarak sürdürmeselerdi, Şia'nın takiyye yapması için hiç bir neden olmazdı.

Ayrıca hatırlatmak gerekir ki takiyye, Şia'ya özgü bir şey değildir. Diğer Müslümanlar da, Handler ve her türlü haramı işleyen zalim iktidarlar gibi bütün İslâm mezhep-lerine muhalif olan kan içici zalimler karşısında, karşı koyma gücüne sahip olmadıkları takdirde, takiyye kal-kanına sığınırlar ve canlarını koruyabilmek için kalbî inançlarını gizli tutarlar.

Buna göre, eğer büyük İslâm toplumunun bütün üyeleri birbiriyle anlaşır, birlik, beraberlik ve uyum içinde yaşarlarsa, Müslümanlar arasında takiyye yapmak için bir ortam ve neden kalmaz.

Sonuç

Bütün bu söylenenlerden şu sonuçlar elde edilmek-tedir:

1- Takiyye, Kur'ân kökenli bir ilkedir ve ashabın dav-ranışları, Hz. Peygamber'in (s.a.a) de bu davranışları te-yit etmesi, takkiyenin caiz olduğu ve İslâm'ın ilk yılların-da gerçekleştiğini göstermektedir.

2- Şia'nın takiyye yapmasının sebebi, Şiîleri acıma-sızca katleden ve Şia mezhebini yok etmekle tehdit eden zulüm fırtınaları idi.

3-  Takiyye, Şiîlere mahsus bir şey değildir; diğer Müslümanlar arasında da mevcuttur.

4-  Takiyye, Müslümanların canlarının korunmasını amaçladığı için, sadece kâfirlerin ve müşriklerin karşı-

212                                Cevaplıyoruz

sında değil, karşı konulamayan veya kendisi ile mücade-le etme şartları oluşmayan her zalimin karşısında yarar-lamlacak bir ilkedir.

5- Islâm toplumu üyelerinin anlaşma içinde olmaları hâlinde, Müslümanlar arasında takiyye için bir neden kalmaz.

Vitir Namazı                             213

Soru : 35

ŞİA'YA GÖRE VİTİR NAMAZI FARZ Ml?

Cevap: Vitir namazi, Müslümanlar ve Allah Resulü'-ne (s.a.a) tâbi olan kimseler için kılınması müstehap olan gece nafile namazlarmdan biridir. Ne var ki Şia fakihleri, Kitap ve sünnet ışığında, Hz. Peygamber'e özel birtakım şeylerden bahsetmişler ki, onlardan biri de, vitir namazimn Hz. Peygamber'e farz oluşudur.

Allâme Hillî, "Tezkiret'ul-Fukaha" adlı kitabında yak-laşık yetmiş şeyin Hz. Peygamber'in (s.a.a) özelliklerin-den olduğunu yazmakta ve sözünün başlangıcında şöyle demektedir:

Ümmetine değil de, sadece Allah Resulü'ne (s.a.a) farz olan şeyler ise birkaç tanedir: 1- Misvak kullanmak 2-Vitir namazi 3- Kurban kesmek.

Nitekim Allah Resulü'nün (s.a.a) şöyle buyur-duğu rivayet edilmiştir:

"Size değil, bana üç şey farz kılınmıştır: Misvak kullanmak, vitir namazi ve kurban kesmek."1

Buna göre, Şia açısından vitir namazi, sadece Hz. Peygamber'e (s.a.a) farzdır, diğer Müslümanlara ise müs-tehaptır.

1- Tezkiret'ul-Fukaha, c.2, Kitab'un-Nikâh, Dördüncü Önsöz

-----------------------
Bu kitap www.islamkutuphanesi.com tarafından programlanmıştır.
Dualarınızda bizleri unutmayın lütfen.