KISACA HZ. ALİ (A.S)’IN HAYATI VE FAZİLETLERİ

 

Hz. Ali (a.s), Resulullah (s.a.a)’in vasisi, halifesi ve Şia İmamlarının ilk İmamıdır. Hz. Ali (a.s), Amm’ul- Fil’in 30. yılının on üçüncü günü,[1] bazı rivayetlere göre Zilhicce ayının yedinci günü[2] Kabe’de dünyaya geldi.

Değerli babası, Ebu Talib, annesi ise Esed kızı Fatıma’dır. Zeyd ve Haydar da onun diğer mübarek isimlerindendir.[3] İki meşhur künyesi de Ebu’l Hasan ve Ebu Turab’dır.[4] Hazretin hiç kimsenin ortak olmadığı kendisine has lakabı ise “Emir’ul- Muminin”dir; Murtaza, Hadi, Sıddık, Faruk, Veli, Şahid...de onun yüzlerce lakaplarından sadece bir kaç tanesidir.[5]

Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s)’ın çocukluk dönemi, Resulullah (s.a.a)’in çocukluk döneminin geçtiği evde geçmiştir; o evde büyüyüp olgunlaşmıştır. Bu büyük şahsiyetlerin her ikisi de Ebu Talib’i bir baba ve yönetici olarak tanıyorlardı; Esed kızı Fatıma’ya da anne diyorlardı.[6]

Bu iki yüce şahsiyet arasındaki köklü ailevi bağlılık, Resulullah (s.a.a)’in Hz. Ali’yi iyi eğitmesi ve onu özel lütuflarından yararlandırması için uygun bir zemin hazırlamıştı.

Hz. Ali (a.s)’ın kendisi o değerli lütufları şöyle anıyor:

“Çocuktum henüz, o beni bağrına basar, yatağına alırdı;... beni koklardı; lokmayı çiğner, ağzıma verir yedirirdi... Ben de her an, devenin yavrusu,nasıl anasının ardından giderse, onun ardından giderdim;o her gün bana huylarından birini öğretir ve ona uymamı buyururdu. Her yıl Hıra dağına çekilir, kulluğa koyulurdu. Onu ben görürdüm, başkası görmezdi.” [7]

On üç yıl böylece geçti, Resulullah (s.a.a) İnzar ayetinin[8] nazil olmasıyla kendi akrabalarını İslam’a davet etmekle görevlendi. Muhammed bin Cerir-i Taberi, Hz. Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu naklediyor:

“Resulullah (s.a.a) beni çağırdı ve şöyle buyurdu: “Ya Ali! Allah-u Teala, kendi yakınlarımı inzar etmemi (uyarıp korkutmamı) emretmiştir. Sen bizim için bir yemek yap. Sonra Abdulmuttalib oğullarını, onlarla konuşmam için bir araya topla da iletmekle görevli olduğum şeyi onlara ileteyim.”

Ben de Resulullah’ın emri üzere onları bir araya topladım, Resulullah (s.a.a) onlara hitaben şöyle buyurdular: “Allah-u Teala, sizi O’na davet etmekle beni görevlendirmiştir. Sizlerden hanginiz, aranızda benim kardeşim, vasim ve halifem olmak istiyor?” Orada bulunanların hepsi sustular. Onların hepsinden yaşta küçük olmama rağmen; “Ya Resulellah, ben senin yardımcın olmak istiyorum” dedim. Resulullah (s.a.a) elini benim boynuma koyarak şöyle buyurdu: “Bu şahıs, benim sizin aranızdaki kardeşim, vasim ve halifemdir; sözünü dinleyin ve emirlerine uyun.” [9]

Böylece İslam’ın yaldızlı tarihinde Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s) ilk müslüman olarak tanınmış oldu. Nitekim Zeyd bin Erkam ve İbn-i Abbas’ın tanıklığıyla Hz. Peygamber’in aleni davetinden önce de Hz. Ali müslümandı.[10]

Buna ilaveten Hz. Ali’nin hilafet ve vesayeti, “Gadir-i Hum” günü diğer müslümanlara da açıkça beyan edildi.

İslam’ın aşikar olmasıyla Kureyişlilerin Resulullah’a karşı eziyetleri de başladı, bu baskı ve eziyetler hicret zamanına kadar devam etti. Tarihin tanıklığıyla bu müddet içerisinde Resulullah’ın en büyük yardımcı ve destekçisi, Hz. Ali’nin babası Ebu Talib olmuştur. Ebu Talib Kureyşin büyüğü olmasına rağmen hiçbir zaman Resulullah’ı Kureyişlilere teslim etmedi. Oğulları Ali ve Caferi ve kardeşi Hamza’yı ona yardımcı olmaya ve sürekli onun yanında bulunmaya davet etti.[11]

Bi’setin onuncu yılında Ebu Talib’in ölümüyle, Kureyşin Müslümanlara olan baskı ve eziyetleri daha da arttı. Resulullah’a küstahlık yapmaya başladılar ve defalarca onu öldürmek istediler. Nihayet her kabileden bir kaç genç toplanıp hep birlikte ansızın Hazrete saldırarak onu kılıçla öldürmeyi kararlaştırdılar.[12]

Resulullah (s.a.a), İlahi vahiy ile onların bu komplosundan haberdar oldu ve gece vakti Mekke’yi terk etmesi emredildi. Bu yüzden Hz. Ali’yi çağırarak o gece (Leylet’ul- Mebit) kendi yerinde yatmasını ondan istedi. Hz. Ali de canı gönülden kabul edip onun yerinde yattı.[13]

Kureyş gençleri sabaha doğru yalın kılıçla Resulullah’ın evine saldırdılar. Ama içeriye girdiklerinde Hz. Ali’yi, Peygamber (s.a.a)’in yatağında gördüler. Bu esnada çok sinirli olduklarından dolayı Hz. Ali’yi Mescid’ul- Haram’a çekip kısa bir tutuklamadan sonra serbest bıraktılar.[14]

Allah-u Teala bu eşsiz fedakarlığı takdir ederek şu ayeti nazil etti:

“İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını arayıp kazanmak amacıyla canını satır.”[15]

Bu ayet birçok Şia ve Ehl-i Sünnet müfessirlerinin görüşüne göre Hz. Ali (a.s)’ın fedakarlığı ve makamı hakkında nazil olmuştur.[16]

Resulullah (s.a.a)’in Medine’ye hicretinin peşice, Hz. Ali (a.s) da o şehre gitti. Hicretin ikinci yılında Hz. Fatimet’üz- Zehra ile evlendi.[17] Bir yıl sonra da ilk çocuğu olan İmam Hasan (a.s) dünyaya geldi.[18]

Medine’de İslami bir toplumun oluşmasıyla İslam’la küfür arasında çok önemli savaşlar oldu. O önemli savaşlardan ilki Bedir savaşı idi. Bu savaş hicretin on sekizinci ayında vuku buldu.[19] Onun ardıca da Uhud, Handek, Hayber, Tebuk vb. savaşlar baş gösterdi.

Tarih kitaplarının yazdığına göre Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s), Tebuk savaşı hariç bu savaşların hepsinde İslam ordusunun sancaktarı idi.[20]

Hz. Ali (a.s) Bedir savaşında düşman ordusundan yirmi bir kişiyi öldürdü.[21] Öldürdükleri kişiler arasında Muaviye’nin dedesi Utbe, dayısı Velid ve kardeşi Hanzele de vardı.[22] Uhud savaşında ise (örnek olarak diyoruz) Kureyş bayraktarlarından dokuz kişiyi yere serdi. Bu savaşta bedeninden yetmiş yara alarak son ana kadar Hz. Peygamberi savundu. Oysa İslam ordusundan bir kaç kişi hariç diğerleri firar edip dağa sığındılar. Cebrail (a.s), Hz. Ali’nin bu fedakarlığını görünce bir kaç defa: “Zulfikardan başka kılıç, Ali’den başka da yiğit yoktur.”dedi.[23]

Handek gazvesinde, Arapların ünlü kahramanı Amr bin Abduved’i ağır bir darbeyle yere serdi. Bu çok değerli zaferle, düşman ordusunun kalbine büyük bir korku saldı. Resulullah (s.a.a) o darbeyi şöyle değerlendirdi:

“Ali’nin Handek günündeki darbesi, ümmetimin kıyamete dek bütün amellerinden daha üstündür.” [24]

 Hayber savaşında, bayrağı ilk önce Ebu Bekir, sonra da Ömer eline alıp meydana çıktı; ama bir zafer elde etmeksizin geri döndüler. Resulullah (s.a.a) çareyi, bayrağı Hz. Ali’ye vermekte gördü. Bu yüzden şöyle buyurdu:

“Yarın bayrağı öyle bir kişiye vereceğim ki, o Allah’ı ve Resulünü seviyor; Allah ve resulü de onu seviyorlar.”

Sa’d bin Ebi Vakkas şöyle diyor:

Biz o kişinin kim olduğunu görmemiz için ayağa kalktık. Bu esnada Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ali’yi benim yanıma çağırın.” Hz. Ali gözleri ağrıdığı halde Peygamber (s.a.a)’in yanına geldi. Hz. Peygamber, ağzının mübarek suyunu onun gözlerine sürerek bayrağı onun eline verdi. Allah-u Teala Hayber’i onun eliyle fethetti.[25]

Nihayet Hz. Ali (a.s)’ın hayatının en kritik anları olan hicretin 10. Yılı Zilhicce ayının 18. günü yetişti. O gün Hz. Peygamber (s.a.a), yüz bin kişiyi aşan büyük bir toplulukla Haccet-ul Veda yolculuğundan dönüyordu. Gadir-i Hum’a vardıklarında şu Tebliğ ayeti nazil oldu:

“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O’nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz, Allah, kafir olan bir topluluğu hidayete eriştirmez.” [26]

Bu kader belirleyici ayetin nazil olmasıyla 120 binden oluşan kervanın durdurulması emredildi. Onların hepsi, Resulullah (s.a.a)’in çevresinde toplandılar. Resulullah (s.a.a) namaz kıldıktan sonra fasih bir hutbe okudu. Sonra Hz. Ali’nin elinden tutup kaldırarak şöyle buyurdu:

“...Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır. Allah’ım, onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol.” [27]

Müslümanlar grup grup Hz. Ali’yi kutlamak ve ona biat etmek için yanına müşerref oluyorlardı. Ömer de İmam (a.s)’ın yanına gelerek şöyle dedi:

“Ey Ebu Talib oğlu Ali, ne mutlu sana! Sen benim ve her müminin mevlası oldun

Daha sonra Allah-u Teala İkmal ayetini indirdi:

“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçip-beğendim.” [28]

* * *

Gadir olayından yaklaşık yetmiş gün bir zaman geçtikten sonra Resulullah (s.a.a) vefat etti. Emir’ul- Muminin Ali (a.s), Hz. Peygamber’in kefen ve defin işleriyle meşgul oldu. Ama diğer bir grup, bu fırsattan yararlanarak kendi aralarından halife seçmek için Beni Sakife denilen bir yerde toplandılar. Kargaşa ve tartışmalardan sonra Ebu Bekir’i halife olarak seçtiler. Halk grup grup ona biat etmeye başladı. Hz. Ali ve yaranlarından bazıları Ebu Bekir’e biat etmekten kaçındılar. Ebu Bekir Ömer’e; “Ali ve yaranlarının peşice git onlardan biat al; biat etmezlerse onlarla savaş” diye emretti.

 Ömer de kendisiyle ateş getirip[29] biat için evden çıkmadıkları takdirde evi yakacağına dair yemin etti![30] Öyle de oldu... Hz. Ali’nin, evinin kapısını yakarak biat etmesi için zorla evinden dışarı çıkardılar; hamile olan eşi Hz. Fatıma (a.s)’ı da kapıyla duvar arasında sıkıştırıp Muhsin ismindeki çocuğunu daha dünyaya gelmeden öldürdüler.[31]

Emir’ul- Muminin Ali (a.s) o gön İslam ve Müslümanların maslahatını korumak için kıyam etmedi. Ama Hz. Fatıma’nın yardımıyla, aldanan Müslümanlara hakkı tebliğ etmeye başladı ve onların İlahi görevlerini bir kez daha hatırlattı. Ama artık iş işten geçmişti. Hz. Ali (a.s) yapa yalnız kalmıştı, tek yardımcısı olan aziz eşi Fatıma (a.s)’ı da elden vermişti. Bunca musibetler, Resulullah’ın vefatından 75 veya 90 gün geçmeksizin vuku bulmuştu.

* * *

Hilafet 25 yıl boyunca üç kişinin (Ebu Bekir, Ömer, Osman) eline geçti. İmam (a.s) bu müddet içerisinde hükümetten uzak olduğu halde ümmeti hidayet etmekle meşgul oldu, halifelerin yanlış hareketlerini onlara hatırlattı, ülkenin iç ve dış dini sorunlarını cevaplandırdı, Kur’an’ı bir araya toplamaya ve mahrumları özellikle Beni Haşim’i himaye etmeye koyuldu. Bir cümlede diyecek olursak; dini korumak için gece-gündüz çaba sarf etti.[32]

Hz. Ali’nin vücudunun yıldızı üç halife döneminde de öyle parladı ki, Ebu Bekir yaptığından pişmanlık duydu.[33] Ömer ve Osman; “Eğer Ali olmasaydı helak olurduk” diyerek onun makamına itiraf ettiler.[34]

Osman’ın hilafeti döneminde, hilafet tezgahında zulüm ve fesadın artması, halkın incinmesi ve rahatsızlığına yol açtı; öyle ki, bu yüzden Hicri 35’de Osman’ın evini muhasaraya alıp onu öldürdüler. Sonra Hz. Ali’nin kapısına gelerek, onun hükümeti kabul etmesini ısrarla istediler. Hz. Ali (a.s) hilafete yetişme olayını şöyle anlatıyor:

“...Derken, halkın benim etrafıma, sırtlanın boynundaki kıllar gibi üşüşmesi kadar beni üzen bir şey olmadı; her yandan, birbiri ardınca çevreme üşüştüler; bir derecede ki, kalabalıktan Hasan’la Hüseyin, ayaklar altında kalacaktı neredeyse. Koyunların ağıla üşüşmesi gibi çevreme toplandılar, bu kargaşada elbisem bile yırtılmıştı...

Ama şunu da bilin ki, ant olsun tohumu yarana, bu topluluk biat için toplanmasaydı, Allah’ın, zalimin doyup zulmetmemesi, mazlumun aç kalmaması hakkında bilginlerden aldığı ahd-ü peyman olmasaydı hilafet devesinin yularını sırtına atardım; ümmetin sonuncusunu, ilkinin kasesiyle suvarır giderdim. Siz de anlamışsınızdır ki, şu dünyanızın değeri, bir dişi geçinin aksırığındaki burnunun sümüğünden de değersizdir bence.” [35]

Emir’-ul Muminin Hz. Ali (a.s), halkın isteğini kabul ederek zahiri hilafet makamını üstlendi; halk da ona biat etti. Sonra valilerini şehirlere gönderdi, Zübeyr ve Talha da şehirlere gönderilecek olan valilerdendi, ama memur oldukları yere gönderilmeden makamlarını kaybettiler. Çünkü onlar, Hz. Ali (a.s)’ın elinden valilik makamı hükmünü aldıklarında; “Bu sıla-i rahimden dolayı Allah sana mükafat versin”dediler. İmam (a.s) bu sözden rahatsız olup; “Müslümanların önderliğinin sıla-i rahimle ne ilişkisi vardır” diyerek valilik hükmünü onlardan geri aldı.[36]

Talha ve Zübeyr artık kendileri için bir yer ve makam görmeyince, Allah’ın evini (Kabe’yi) ziyaret etmek bahanesiyle Aişe’nin oturduğu Mekke şehrine gidip Aişe’yi, Osman’ın kanını Hz. Ali’den almaya tahrik ettiler.

Onlar bu iş için Basra’yı seçtiler, kendileriyle birlikte büyük bir topluluğu da oraya çektiler. Hz. Ali (a.s) muhaliflerin hareketinden haberdar olunca, yaranlarından dört yüz kişiyle birlikte o şehre gidip savaş çıkmasını önlemek için çok çaba sarf etti. Ama onlar Hz. Ali’nin sözünü kabul etmeyerek Hicretin 36. yılının Cemadi’l- Evvel ayında Cemel savaşını başlattılar. Nakisin’lerin (biatlerini bozanların) bu savaşı, Cemel savaşı olarak adlandı. Çünkü Aişe’nin kecavesi bir devenin üzerinde idi.[37] Onun taraftarları, onun etrafını sarmışlardı. Nihayet Aişe’nin devesi yere düşürülerek ordusu dağılıp Aişe mağlup oldu. Hz. Ali (a.s)’ın emriyle Aişe Medine’ye gönderildi. Ama İmam (a.s)’ın kendisi Medine’ye gitmedi. Hicretin 36. yılının Recep ayında Kufe şehrine döndü.[38]

Bu savaştan sonra, Hicri 37’de vaki olan Sıffin savaşına hazırlandı. Bu savaşı Kasitin (zalim)lerin baş elemanı olan Muaviye başlattı. Muaviye ikinci halife zamanından itibaren Şam hükümetinin valisi idi. Hz. Ali (a.s)’ın zahiri hükümeti döneminde onunla biat etmekten kaçındı ve kendi adına halktan biat aldı. O, Osman’ı mazlum halife tanıtarak kendisini onun kanının sahibi olarak göstermeye çalıştı. İmam (a.s) hakkında öyle bir tebligat yaptı ki, Sıffin’de Şamlı bir genç Hz. Ali’nin namaz kılmadığını söylemişti.[39]

Velhasıl Hz. Ali (a.s), Muaviye’nin ordusuna karşı koymak için Kufe’den ayrıldı. Fırat nehri, Kerbela, Sabat, Enbar ve Rıkka şehirlerinden geçerek Şam topraklarından olan Sıffin’e ayak bastı, orada savaş ateşi tutuştu ve bu savaş dört ay sürdü. Bu savaşta Hz. Ali (a.s)’ın ordusu Muaviye’nin ordusuna galip geldi; öyle ki, Muaviye atını alıp kaçmak istedi. Amr bin As ona; Nereye? diye sordu. Muaviye; “Durumun nasıl olduğunu görüyorsun, şimdi düşüncen nedir? dedi. Amr bin As cevaben şöyle dedi: “Bir yoldan başka kurtuluş yoktur; o da şudur ki, Kur’an’ları kaldırıp onları Kur’an’a davet etmelisin.” Muaviye’nin ordusu Kur’an’ları kaldırıp; “Sizi Allah’ın kitabına davet ediyoruz” dediler. Emir’ul- Muminin Ali (a.s); “Bu bir hiledir, bir aldatmadır, onlar Kur’an ehli değillerdir,[40] natık Kur’an benim.” [41] buyurdular.

Bununla birlikte Amr bin As’ın hilesi, Hz. Ali’nin ordusundan bazıları arasında etkili oldu. Onlar Emir’ul- Muminin Ali (a.s)’ı hakemiyeti kabullenmeye mecbur ettiler. Hz. Ali tarafından (bir grup ashabın tahmiliyle) Ebu Musa Eş’ari, Muaviye tarafından ise Amr bin As savaşın kaderini belirlemek için tayin edildiler. O ikisi birbiriyle istişare ettikten sonra Hz. Ali ve Muaviye’yi kendi makamlarından uzaklaştıracaklarını kararlaştırdılar. İlk önce Ebu Musa’yı minbere çıkardılar, o cehaletle Hz. Ali’yi makamından azletti. Sonra Amr bin As minbere çıkıp aldıkları kararın aksine şöyle dedi: “Ben bu yüzüğü parmağıma taktığım gibi Muaviye’yi kendi yerinde baki bırakıyorum. Amr bin As’ın hilesi ile halkın içerisinde tekrar kargaşa ve ihtilaf çıktı; bu iki şahıs Kur’an hükmüyle hakemlik yapmadılar diyerek kavga edip dağıldılar.

Hakemiyeti Hz. Ali (a.s)’a tahmil eden grup, bu planlarının suya düştüğünü görünce tekrar İmama karşı muhalefet etmeye kalkıştılar; Hz. Ali’ye; “Allah’ın emrine dönmemiz için neden kılıçla bizi doğrultmadın?!” diye itiraz etmeğe başladılar; “La hükme illa lillah” (Hüküm verme ancak Allah’a aittir) diyerek slogan attılar.[42] Hz. Ali (a.s) onların bu sözünü duyunca şöyle buyurdu: “Hak bir sözdür; ama onunla batıl kastediliyor.” [43]

Kendilerine “Havariç” veya “Marikin” (dinden çıkanlar) denilen bu grup, Kufe’den çıkıp Kufe’nin yakınında yer alan “Harvra” denilen bir köyde toplandılar. Onlar Hz. Ali’nin emirlerine karşı çıktılar. İmam (a.s)’ın dostu ve memuru olan Abdullah bin Habbab ve onunla birlikte olanları katlettiler. Nihayet hicretin 39. yılında, alevi hükümeti karşısında “Nehrevan” savaşının ateşi körüklendi. Bu savaşta on kişi hariç onların hepsi kılıçtan geçirildi. Ama İmam (a.s)’ın ordusundan sadece bir kaç kişi şehit düştü.[44]

Bu fitneden sonra, Havariç’den üç kişi Mekke’de toplanıp Müslümanların siyasi durumları hakkında bazı sinsi müzakerelerden sonra, Hz. Ali, Muaviye ve Amr bin As’ı öldürmeyi kararlaştırdılar. Bu üç kişiden Abdurrahman bin Mulcem, Hz. Ali’yi öldürmeyi üstlendi; bu uyumsuz komployu uygulamak için Kufe’ye doğru hareket etti. Ramazan ayının 19. Gününün şafak vakti zehirli kılıcıyla Hz. Ali (a.s)’ın kafasına ağır bir darbe indirdi.[45] İmam Zeyn’ul- Abidin (a.s)’ın buyurduğuna göre o darbe, İmam (a.s) secdegahta iken onun mübarek başına indirildi.[46]

Emir’ul Muminin Ali (a.s), o mel’unun darbesinin isabetinden sonra şöyle buyurdu: “Fuztu ve Rabb’il Ka’be!” (Ka’be’nin Rabbine ant olsun ki, kurtuluşa erdim!)[47]

İmam Ali (a.s) iki gün kendi evinde yattıktan sonra, hicretin 40. yılı Ramazan ayının yirmi birinde şahadete erişti.[48]

Hz. Ali (a.s)’dan birçok konularda, çok değerli hikmetli sözler nakledilmiştir. Nehc’ul- Belağa kitabı o sözlerden sadece bir bölümüdür. Nehc’ul- Belağa kitabı üç bölümden ibarettir: Hutbeler, Mektuplar ve Hikmetler (Kısa sözler). Bu kitap edebiyat kitaplarının en seçkinlerindendir. Nehc’ul- Belağa’ya 210’dan fazla şerh ve açıklamalar yazılmış ve bugünün çeşitli dillerine tercüme edilmiştir.

Hz. Ali (a.s)’ın çocuklarının sayısını, otuz üç[49], otuz iki[50], yirmi dokuz[51], yirmi sekiz[52] ve yirmi yedi[53] yazmışlardır. Elbette o çocuklar çeşitli annelerden dünyaya gelmişlerdir.

Hz. Fatıma (a.s)’dan beş çocuğu olmuştur; isimleri şunlardır: Hasan (a.s), Hüseyin (a.s), Zeyneb (a.s), Ümmü Gülüsüm (a.s) ve Muhsin. Muhsin, mel’unlar tarafından anne karnında öldürülmüştür.

Ümm’ül- Benin’den de Kerbela’da şehit düşen dört çocuğu olmuştur. Adları şunlardır: Abbas (a.s), Cafer, Osman ve Abdullah.

Havle-i Hanefiyye’den de Muhammed-i Hanefiyye dünyaya gelip değerli babasının yaranlarından sayılmaktadır.


 

      Hz. Ali (a.s)’ın Makamı

 Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

 “Ali bendendir; ben de Ali’denim.” [54]

 Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Ali bana nispet, bedenimdeki başım gibidir.” [55]

Resulullah (s.a.a) buyurmuşlar ki:

“Ali insanların en üstünüdür; bunu kabul etmeyen kafirdir.” [56]

Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuşlar ki:

“Ali, yaratıkların en iyisidir.” [57]

Zeyd Ali’den, Ali Hüseyin’den, Hüseyin de Ali bin Ebu Talib’den, Resulullah’ın bir kılı tutarak şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:

“Kim senden olan bir kılı incitirse (senin kılına dahi dokunursa) beni incitmiştir, beni inciten Allah’ı incitmiştir; O’nu incitene Allah’ın laneti olsun.” [58]


 

Hz. Ali (a.s)’ ın Faziletleri

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Eğer ormanlar kalem, deniz mürekkep, cinler hesap eden, insanlar katip olurlarsa, Ali bin Ebi Talib’in faziletlerini sayamazlar.” [59]

Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Allah-u Teala, kardeşim Ali’ye sayılmayacak kadar çok faziletler vermiştir. Kim onun faziletlerinden birini, ona ikrar ettiği halde zikrederse, Allah-u Teala onun geçmişte ve son zamanda işlediği günahlarını affeder. Kim onun faziletlerinden birini yazarsa, melekler sürekli olarak o yazıdan bir eser kaldıkça ona mağfiret dilerler. Kim onun faziletlerinden birini dinlerse, Allah Teala, onun işitmek yoluyla işlediği günahlarını bağışlar. Kim onun faziletlerinden olan bir yazıya bakarsa, Allah Teala, onun bakmak yoluyla işlediği günahlarını affeder.” [60]

 

Hz. Ali (a.s)’ın Sevgisi

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Müminin amel defterinin başlığı, Ali bin Ebi Talib’in sevgisidir.” [61]

Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuş ki:

“Ali’nin sevgisi imandır; buğzu ise küfürdür.” [62]

Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuşlar ki:

“Kim Ali’yi severse beni sevmiştir; kim Ali’ye buğz ederse bana buğz etmiştir.” [63]

 Resulullah (s.a.a) yine buyurmuştur ki:

“Ya Ali! Halk arasındaki misalin, Kur’ân’daki “Kulhu vellahu ehed” (İhlas) suresine benzer; kim onu bir defa okursa, adeta Kur’ân’ın üçte birini okumuştur; kim onu iki defa okursa, adeta Kur’ân’ın üçte ikisini okumuştur; kim onu üç defa okursa, adeta Kur’ân’nın hepsini okumuştur. Ya Ali, sen de böylesin! Kim seni kalbiyle severse, imanın üçte birini elde etmiştir; kim kalbi ve diliyle seni severse imanın üçte ikisini elde etmiştir; kim seni kalbi, dili ve eliyle severse imanın hepsini elde etmiştir. Beni hak olarak peygamber gönderen Allah’a ant olsun ki, eğer yeryüzünün ehli, gök ehli gibi seni sevmiş olsaydı, Allah onlardan bir kişiyi bile ateşle azap etmezdi.” [64]

Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuş ki:

“Ya Ali! Müminden başkası seni sevmez; münafıktan başkası da sana buğz etmez.” [65]

 

Hz. Ali (a.s)’ın Mahbubiyeti

Enes bin Malik şöyle diyor:

Hz. Peygamber’in yanında kebap olmuş bir kuş vardı; onu yemeden önce şöyle dua etti: “Allah’ım, senin yanında en sevimli olan kulunu bana gönder de bu kuşu benimle yesin.” Derken Ali bin Ebi Talib geldi; onu Peygamber’le beraber yediler.” [66]

Bu hadis “Hadis-i Tayr” olarak meşhurdur. Şia ve Ehl-i Sünnet alimlerinin çoğu onu rivayet etmişlerdir. Bazı şairler bu hadisle ilgili şiirler de söylemişlerdir...[67]

 

Hz. Ali (a.s)’ın Velayeti

 Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:

“Ali bin Ebi Talib’in velayeti benim kalemdir; kim kaleme girerse azabımdan kurtulur.” [68]

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Miraç gecesi beni göğe götürdüklerinde Peygamberleri topladılar, ben de onlarla beraber oturdum. Bir melek gelerek bana şöyle dedi : Allah-u Teala buyuruyor ki; “Bu peygamberlerden ne üzere gönderildiklerini sor.” “Ne üzere gönderildiniz?”diye sorduğumda; “Senin velayetin ve Ali bin Ebi Talib’in velayeti üzere gönderildik” dediler.” [69]

 

Hz. Ali (a.s)’ın Hilafeti

Sa’d bin Ebi Vakkas şöyle diyor:

“Resulullah (s.a.a), Tebuk gazvesinde Hz. Ali’yi (Medine’de) kendi yerine halife tayin etti. Bunun üzerine Hz. Ali; “Ya Resulellah, beni kadın ve çocuklar arasında mı halife ettin?” dediğinde, Hz. Peygamber şöyle buyurdular: “Acaba bana olan nispetinin Harun’un Musa’ya olan nimeti gibi olmasına razı olmuyor musun? Şu farkla ki, benden sonra peygamber yoktur.” [70]

Bu hadis “Menzilet” hadisi olarak meşhurdur. Bu hadis en sahih ve sabit hadislerdendir. Hz. Ali’nin imameti için en büyük delillerdendir.

 

Hz. Ali (a.s)’ın Vasiliği

Resulullah (s.a.a) buyurmuşlar ki:

“Her peygamberin vasi ve varisi vardır; benim vasi ve varisim ise Ebu Talib oğlu Ali’dir.” [71]

İnzar ayeti Resulullah (s.a.a)’e nazil olduğunda Hazret akrabalarını yemeğe davet etti. Yemeklerini yedikten sonra ayağa kalkarak şöyle buyurdular:

“Ey Abdulmuttalip oğulları! Allah Teala, beni bütün halka genel olarak ve size de özel olarak peygamber göndermiş ve bana “yakın akrabalarını korkut” emrini vermiştir. Ben de sizi dile hafif gelen ama terazide ağır olan iki söze davet ediyorum. Eğer onları kabul ederseniz Arap ve gayri Araba hakim olursunuz ve bütün ümmetler sizin emriniz altında olurlar; onlarla cennete girer ve onlarla cehennem ateşinden kurtulursunuz. O iki söz; ‘Allah’tan gayri bir mabudun olmadığına ve benim de onun elçisi olduğuna şehadet getirmektir.’ Her kim bu konuda (herkesten önce) benim davetimi icabet eder ve bu risaleti gerçekleştirmemde bana yardımcı olursa benim kardeşim, vasim, vezirim, varisim ve benden sonra halifem olacaktır.”

O mecliste hazır bulunanlardan, on yaşında olan Hz. Ali (a.s)’dan başka hiç kimse cevap vermedi. Resulullah (s.a.a) bu sözü üç kez tekrarladı. Her üç defasında da Hz. Ali’den başka O’nun davetini kabul eden olmadı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) orada hazır olan cemaata şöyle buyurdular: “Bu (Ali), sizin aranızda benim kardeşim, vasim ve halifemdir.” [72]

 

Hz. Ali (a.s)’ın Hakkaniyeti

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Ali Kur’ân iledir; Kur’ân da Ali iledir. Bunlar Kevser havuzunun başında bana gelinceye dek birbirlerinden ayrılmazlar.” [73]

Resulullah (s.a.a) buyurmuşlar ki:

“Allah Teala Ali’ye rahmet etsin. Allah’ım, hakkı, o nereye döndüyse onunla döndür.” [74]

Resulullah (s.a.a) buyurmuş ki:

“Ali’den ayrılan benden ayrılmıştır; benden ayrılan ise Allah’tan ayrılmıştır.” [75]

Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuşlardır ki:

“Ali hak iledir; hak da Ali iledir. Bunlar kıyamet günü havuzun başında yanıma gelinceye dek birbirlerinden ayrılmazlar.” [76]

 

Hz. Ali (a.s)’ın İlmi

Resulullah (s.a.a) bu hususta şöyle buyurmuştur:

“Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır; ilim isteyen o kapıdan gelmelidir.” [77]

Bu hadis mütevatir ve kesin olan hadislerdendir. Allame-i Emini, El- Gadir kitabında Ehl-i Sünnet alimlerinden 143 kişinin bu hadisi naklettiklerini yazmıştır. [78]

Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Ümmetimin en alimi Ali’dir.” [79]

Emir’ul- Muminin Hz. Ali de şöyle buyurmuştur:

“Kur’ân’da olan her ayeti Resulullah’a okudum, O da onun manasını (tefsirini) bana öğretti.” [80]

Hz. Ali (a.s)’dan şöyle nakledilmiştir:

“Gaip sırlarını benden sorun; çünkü ben peygamber ve elçilerin ilminin varisiyim.” [81]

Ehl-i Sünnet ve Şia alimleri Hz. Ali’nin şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:

“Beni kaybetmeden önce istediğiniz şeyi benden sorun. Allah’a ant olsun ki, eğer fetva kürsüsünde oturursam Tevrat ehli arasında Tevrat’ın hükmü ile, İncil ehli arasında İncil ile, Zebur ehli arasında Zebur ile ve Kur’ân ehli arasında Kur’ân’la fetva veririm. Öyle ki eğer Allah Teala o kitapları konuşturmuş olursa ‘Ali doğru dedi, bizde nazil olan hükme göre fetva verdi’ derlerdi.” [82]

Hz. Ali (a.s)’ın sorulara çok çabuk cevap vermesi herkesi şaşırtıyordu. Bir gün Ömer şöyle dedi: “Ya Ali, beni şaşırtan, bütün ilmi, fıkhi ve siyasi ilimleri çok iyi bilmen değildir, benim asıl şaşırdığım şey senin çok çabuk ve beklemeden cevap vermendir. Hz. Ali (a.s) onun bu sözüne karşılık şöyle buyurdu: “Ey Ömer, bu elimde kaç parmak vardır?” Ömer; “Beş parmak vardır” dedi. İmam (a.s); “Öyleyse neden bu sorunun cevabında düşünmedin?” Ömer; “Bu açıktır, düşünmeğe gerek yoktur” dediğinde, Hz. Ali (a.s); “Bütün meseleler de benim yanımda beş parmak gibi açıktır.” buyurdular.[83]

 

Hz. Ali (a.s)’ın Hz. Peygamber (s.a.a) İle Kardeşliği

Abdullah bin Ömer şöyle diyor:

“Resulullah (s.a.a), ashabı arasında kardeşlik akdi okudu, Ali gözlerinden yaşlar aktığı halde gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah, ashabın arasında kardeşlik akdi yaptın; ama benimle hiç kimse arasında kardeşlik akdi yapmadın!” Resulullah (s.a.a) ona şöyle buyurdular: “Sen dünya ve ahirette benim kardeşimsin.” [84]

Bu hadis “Muahat veya Uhuvvet Hadisi” olarak meşhurdur. Bu manada, Şia ve Ehl-i Sünnet kitaplarında hadisler oldukça çoktur. Bu çeşit hadisler, Hz. Ali’nin diğer sahabelerden çok üstün olduğunu göstermektedir. Çünkü Resulullah (s.a.a), ahlak ve diğer yönlerden birbirine benzeyenleri, birbirleriyle kardeş yapıyordu.[85]

 

Hz. Ali (a.s)’ın Zühdü

Hz. Ali (a.s), Basra valisi olan Osman bin Huneyf’e bir mektup yazarak şöyle buyurdu:

“Ben sizin İmamınız olmama rağmen iki eski elbise ve iki ekmekle yetiniyorum. Eğer istesem en iyi elbiseleri giyip buğday ve baldan yapılmış en iyi yemekleri yiyebilirim. Ama nefsim bana galip gelemez. Acaba halkın; “O İmam ve halifedir” demesiyle yetinip yoksulların üzüntülerinde ortak olmayayım mı?” [86]

Abdullah bin Abbas şöyle diyor:

Zikar’da Emir’ul- Muminin Hz. (a.s)’ın yanına vardım, Hazret ayakkabısını dikiyordu. Bana; “Bu ayakkabının değeri kaçtır?” diye sordu. Onun bir değeri yoktur dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdular: “Allah’a ant olsun ki, o benim için, bir hakkı ayakta tutmak veya bir batılı yok etmek hariç size emir olmamdan daha sevimlidir.” [87]

Hz. Ali (a.s) bazen şöyle buyuruyordu: “Bu abaya o kadar yamak attırmışım ki, artık onu yamayandan utanıyorum.” [88]

 

Hz. Ali (a.s)’ın İbadeti

Çok ibadet ettiğinden Zeyn’ul- Abidin lakabı kendisine verilen Ali bin Hüseyin (a.s)’a; “Senin ibadetin ceddin Hz. Ali’nin ibadetine oranla nasıldır? dediklerinde şöyle buyurdular: “Benim ibadetim, ceddim Hz. Ali’nin ibadeti yanında, onun ibadetinin Resulullah (s.a.a)’in ibadeti yanında olduğu gibidir.” (Yani benim ibadetim nere onun ibadeti nere!)[89]

Hz. Ali (a.s)’ın cariyesi Ümmü Said’e; “Hz. Ali Ramazan ayında mı daha çok ibadet ederdi yoksa başka aylarda mı?” diye sorduklarında; “Hz. Ali (a.s) her gece dua ve ibadetle meşguldü, Ramazan ve diğer aylar O’nun için eşitti” dedi.[90]

Hz. Ali (a.s) farz namazlara ilaveten müstahapları da kılıyordu; kesinlikle gece namazını terk etmezdi; hatta savaş zamanlarında bile ondan gaflet etmiyordu. Leylet’ul- Herir gecesinde sabaha yakın ufuğa bakıyordu, İbn-i Abbas; O taraftan endişede misin, düşman o semtte mi saklanmıştır? dediğinde; “Hayır, namaz vaktinin ulaşıp ulaşmadığına bakıyorum” buyurdular.[91]

Hz. Ali (a.s) Allah’a şöyle yakarıyordu: “Allah’ım, cezandan korkarak ve sevabını umarak sana ibadet etmedim; fakat seni ibadet için layık görüp ibadet ettim.” [92]

 

Hz. Ali (a.s)’ın Tevazusu

İmam Sadık (a.s)’dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s) ev için odun topluyordu, su getiriyordu, evi süpürüyordu; Faıima (a.s) ise el değirmeniyle un öğütüyordu, hamur yapıyordu ve yemek pişiriyordu.” [93]

İmam Hasan’ül- Askeri (a.s)’dan şöyle nakledilmiştir:

“Bir gün bir mümin babayla oğlu Hz. Ali (a.s)’ın evine geldiler. İmam (a.s) onların ayağına kalktı, onları ağırladı ve onları evin baş tarafında oturtup kendisi de onların karşısında oturdu. Daha sonra yemek getirmelerini emretti, yemek getirildiğinde; babayla oğul o yemekten doyasıya yediler. Daha sonra (İmam’ın hizmetçisi) Kanber, ellerini yıkamaları için bir leğenle ibrik ve ellerini kurulamaları için de bir havlu getirdi. Kanber babanın eline su dökmek için ileri gelince, Hz. Ali (a.s) hemen ibriği onun elinden alıp kendisi onun eline su dökmek istedi. Ama adam kendisini yere atarak şöyle dedi: “Ya Emir’el- Muminin! Allah beni görüyor, sen elime su dökmek mi istiyorsun!?” İmam (a.s); “Kalk otur, elini yıka; Allah Teala seni de ve senden farkı olmayan kardeşini de görüyor...” Nihayet adam yerden kalkıp İmam’ın onun eline su dökmesine razı oldu. İmam (a.s); “Eğer Kanber eline su dökseydi, nasıl ellerini rahatça yıkayacaktınsa öylece rahat bir şekilde ellerini yıka” buyurdular. Adam ellerini yıkadıktan sonra İmam (a.s) ibriği oğlu Muhammed-i Hanefiyye’ye verip şöyle buyurdular: “Oğlum! Eğer bu oğul babası olmadığı bir zamanda yanıma gelmiş olsaydı mutlaka onun eline su dökerdim. Ama Allah Teala oğulla baba bir yerde olduklarında onların aynı seviyede olmasını istememektedir. Baba babanın eline su döktü, oğul da oğlun eline su döksün.” İmam (a.s)’ın bu sözü üzerine Muhammed-i Hanefiyye de oğlun eline su döktü.” [94]

İmam Cafer’us- Sadık (a.s) babasından şöyle naklediyor:

“Hz. Ali (a.s), zimmi (İslam’ın sığınağında olan) bir adamla yol arkadaşı oldu.

Zimmi- “Ey Allah’ın kulu! Nereye gitmek istiyorsun?” dedi.

Hz. Ali - “Kufe’ye”  buyurdular.

Zimmi adam, Kufe yolunu bırakıp başka bir yola girince Hz. Ali (a.s) da onunla birlikte o yola koyuldu.

Zimmi - “Sen Kufe’ye gitmek istemiyor muydun?”

Hz. Ali- “Evet.”

Zimmi - “Öyleyse yolunu terk ettin.”

Hz. Ali- “Biliyorum.”

Zimmi- “Bunu bildiğin halde, neden yolunu bırakıp da benimle geldin?”

Hz. Ali- “Arkadaştan ayrılınca onu uğurlamak için onunla gitmek güzel arkadaşlığın kemalindendir, Peygamberimiz bize böyle emretmiştir.”

Zimmi - “Böyle mi emretmiştir?”

Hz. Ali- “Evet.”

Zimmi - “İşte onun bu güzel amellerinden dolayı halk ona uymuştur. Ben senin dininde olduğuma dair seni tanık tutuyorum.”

Zimmi adam Hz. Ali (a.s)’la birlikte Peygamber (s.a.a)’in yanına dönüp Müslüman oldu.” [95]

 

Hz. Ali (a.s)’ın Bağış ve Cömertliği

Osman’ın ölümünden sonra Arap bir adam Hz. Ali (a.s)’ın yanına gelerek; “Benim birçok hastalığım vardır; nefes darlığı, cahillik ve fakirlik” dedi. Hz. Ali (a.s) da cevaben şöyle buyurdular: “Hastalığı tabibe, cahilliği alime, fakirliği ise zenginin yanına götür.” O adam; “Siz hem tabip, hem alim ve hem de zenginsiniz” dedi. İmam (a.s) onun bu sözü üzerine hizmetçilerine şöyle buyurdular: “Ona, 1000 dirhem hastalığını iyileştirmesi, 1000 dirhem durumunu düzeltmesi ve 1000 dirhem de cahilliğini gidermesi için toplam 3000 dirhem verin.” [96]

Ebu’s- Seadat, “Fezail’ul- İtret” kitabında şöyle diyor:

Bir rivayete göre Hz. Ali (a.s) müşriklerden biriyle savaşıyordu. Bu esnada müşrik; “Ey Ebu Talib oğlu, kılıcını bana bağışla” dedi. Hz. Ali (a.s) kılıcını ona doğru atınca müşrik; “Hayret! Ey Ebu Talib’in oğlu, böyle bir anda kılıcını bana mı veriyorsun?” dedi. Hz. Ali (a.s); “Ey filani! Sen bana el açtın, el açanı geri çevirmek cömertlikten değildir” buyurunca, kafir olan adam kendisini toprağa attı ve; “Din ehlinin davranışı işte böyledir” diyerek Hz Ali (a.s)’ın ayaklarını öpüp Müslüman oldu.[97]

 

Hz. Ali (a.s)’ın Şecaat ve Yiğitliği

İmam Seccad (a.s) Yezid’in önünde kendisini tanıtırken Hz. Ali (a.s)’ın sıfat ve faziletlerini sayarak şöyle buyurdular:

“Ben öyle bir adamın oğluyum ki, herkesten daha cesaretli ve yiğit idi; iradede herkesten daha güçlü idi; savaşta bir aslan gibi düşmanı öldürüyordu; kuru otlarda esen bir kasırga gibi onları dağıtıyordu.” [98]

Allame İbn-i Ebi Cumhur el- İhsai şöyle naklediyor:

“Cabir-i Ensari şöyle rivayet etmiştir: Basra’da (Cemel Savaşında) Hz. Ali (a.s)’la birlikte idim. Yetmiş bin kişi bir kadınla (Aişe ile) toplanmışlardı, savaştan kaçan her insanın; “Ali beni hezimete uğrattı”, yaralanan her şahsın; “Ali beni yaraladı”, can veren herkesin; “Ali beni öldürdü” dediklerini gördüm. Ordunun sağ kolunda olduğumda Hz. Ali’nin sesini duyuyordum; sol kolunda olduğumda yine onun sesini duyuyordum. Talha’nın can verdiği an onun yanından geçerken; “Kim bu oku sana attı” dediğimde; “Ali bin Ebi Talib attı” dedi. Bunu duyunca; “Ey Bilkıys ve İblis hizbi! Ali ok atmamıştır, onun elinde sadece kılıç vardır” dedim. Talha dedi ki: “Ey Cabir! Ali’nin göğe çıktığını, yere indiğini, doğudan ve batıdan geldiğini görmüyor musun? Doğu ile batıyı bir şey yapmıştır, süvariye yetiştiğinde onu mızrak vs. şeyle dürtüyor; biriyle karşılaştığında onu öldürüyor, yaralıyor ve yüzüstü yere seriyor veya; “Ey Allah’ın düşmanı öl” dediğin de o adam ölüyor, ondan hiç kimse kurtulamıyor.” [99]

Savaşlardan birinde Hz. Ali (a.s)’ın komutanları İmama: “Eğer yenilgiye uğrarsak sizi nerede bulabiliriz?” diye sorduklarında şöyle buyurdular: “Beni nerede bıraktıysanız ben  oradayım, oradan başka bir yere ayrılmam.” [100]

 

Hz. Ali (a.s)’ın Heybeti

Hz. Ali (a.s)’a; “Rakiplerine nasıl galip geldin?” dediklerinde; “Karşılaştığım herkes, bana kendi aleyhine yardım etti.” buyurdular.

Seyyid Rezi; “Hz. Ali (a.s) bu sözüyle, heybetinin karşı tarafın kalbine korku düşürdüğüne işaret etmiştir.”[101] diyor.

Hz. Ali (a.s) meydanda dolaşırken soluklar kesilirdi. Ona hamle eden herkes çok çabuk ölümü tatardı. Süfyani Sevri şöyle diyor: “Hz. Ali (a.s) müslümanların arasında çelik bir dağ gibiydi; kafir ve münafıklar için ise kuvvetli bir rakipti. Allah müslümanların izzet ve yüceliğini, kafirlerin ise zillet ve aşağılığını O’nun eline vermişti.”[102]

 

Hz. Ali (a.s)’ın Güç ve Kudreti

Enes, Ömer bin Hattap’tan şöyle naklediyor: Hz. Ali (a.s), beşikte iken bir yılanın ona doğru hareket ettiğini görünce, ellerini kundakta bağlı olmasına rağmen kundaktan çıkarıp yılanın boynundan tuttu, yılana bir bakıp parmaklarını ona geçirdi ve sıkarak onu öldürdü. Annesi onu o halde görünce bağırıp yardım diledi, bu sese akrabaları toplandı. Sonra annesi Ali’ye; “Şüphesiz sen bir haydar (aslan)sın” dedi.[103]

Hz. Ali (a.s)’ın şecaat ve kolunun gücünü düşmanları bile methetmiştir. İki parmağıyla Halid bin Velid’in boğazını sıkıştırdığı ve Halid bin Velid’in neredeyse ölmek üzere olduğu muşhurdur.[104]

Hz. Ali (a.s) Uhud savaşında, Beniabduddar kabilesinin savaşçılarını öldürdükten sonra o kabileden Sevap adlı bir köle Peygamberi öldürmek için yemin etti. Bu köle çok iri cüsseli ve kuvvetliydi. Müslümanlar korkuya kapılarak onunla savaşmaktan çekindiler. Ama Hz. Ali (a.s) onun karşısına çıkarak ona öyle bir darbe vurdu ki, belinden ikiye böldü; öyle ki üst bölümü yere düştü ve alt bölümü ise ayakları üstünde kalmıştı. Her iki ordu Hz. Ali’nin bu vuruşundan hayretler içerisindeydi ve müslümanlar gülüyorlardı.[105]

 

Hz. ALİ (a.s)’ın İmanı

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

 “Eğer yer ve gökler terazinin bir kefesine, Ali’nin imanı da diğer kefesine bırakılırsa, Ali’nin imanı daha ağır basar.” [106]

Hz. Ali (a.s)’ın “Kumeyl Duası” adıyla meşhur olan duası, O’nun güçlü iman ve yakinini göstermektedir. Yine O’nun korku ve ümit içeren Sabah Duası ve diğer dua ve yakarışları O’nun teveccüh ve ihlasının göstergesidir. Zarar bin Zamre Muaviye’nin yanına geldiğinde Muaviye; “Ali’yi bana tarif et” dediğinde Zarar İmam (a.s)’ın özelliklerinden bir kısmını Muaviye’ye beyan ettikten sonra şöyle dedi:

“Hz. Ali geceleri (ibadet için) çok az uyuyordu; gece ve gündüzleri çok Kur’an okuyordu; canını Allah yoluna adamıştır; Allah’ın azameti karşısında göz yaşı döküyordu; kendisini bizden saklamazdı; bizden altın dolu keseler toplamazdı; yakınlarına şefkatli idi; cefakarlara (kendisine zulmedenlere) sert davranmazdı; gecenin zil karanlığında O’nu, kendisini yılan vurmuş bir insan gibi büküldüğünü ve üzüntülü bir fert gibi Allah korkusundan ağladığını ve şöyle dediğini görürdün:

 “Ey dünya, bana mı cilve yapıyorsun, beni mi kendine meftun etmek istiyorsun? Heyhat! Benim sana ihtiyacım yoktur; sana üç talak vermişim; artık sana dönmem mümkün değildir.” Sonra şöyle buyuruyordu: “Ah azığın azlığından, seferin uzunluğundan, yolun zorluğundan!”

Muaviye bunları duyunca kendisini tutamayıp ağlamaya başladı ve; “Ey Zarar yeter, Allah’a ant olsun ki, Ali öyleydi, Allah ona rahmet etsin” dedi.[107]

 

Hz. Ali (a.s)’ın Allah Katındaki Şanı

Uzun bir hadiste Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bugün, şimdiye kadar hiç kimseye söylemediğim bir sözü söyleyeceğim, o da şu ki; bir defasında Resulullah (s.a.a)’den benim için mağfiret dilemesini istedim. “Mağfiret dileyeceğim” buyurdu. Sonra kalkıp namaz kıldı, elini duaya kaldırdığında şöyle dediğini duydum: “Allah’ım, Ali’nin senin katındaki hakkı hürmetine Ali’yi bağışla.” Ya Resulullah! Bu nasıl duadır dediğimde, Resulullah (s.a.a); “Allah katında senden daha değerli biri var mıdır ki onun vasıtasıyla Allah’tan şefaat dileyeyim?” buyurdular.” [108]

 

Hz. Ali (a.s)’ın İhlası

İbn-i Şerhaşup “Menakıb” Kitabında şöyle naklediyor: Hz. Ali (a.s) Amr b. Abdevud’u yere serince onun başını hemen bedeninden ayırmadı. Huzeyfe Hz. Ali’yi bu işinden dolayı tenkit edince Resulullah (s.a.a); “Sus ey Huzeyfe, Ali duraklamasının sebebini açıklayacaktır.” buyurdu. Hz. Ali (a.s) Resulullah (s.a.a)’in yanına geldiğinde Resulullah (s.a.a) ona, Amr b. Abdevud’un başını bedeninden ayırmadaki duraklamasının sebebini sordu. Hz. Ali cevaben şöyle dedi: “Amr bin Abdevud anneme küfretti ve yüzüme tükürdü, onu kendi nefsim için öldürmemden korktum, bundan dolayı öfkemin yatışması için onu bıraktım, daha sonra Allah için onu öldürdüm.” [109]

 

Hz. Ali (a.s)’ın Hilmi

Resulullah (s.a.a)’den şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Eğer hilim, bir kişi şeklinde olursa, mutlaka Ali olur.” [110]

Hz. Ali (a.s) bir köleyi defalarca çağırdığı halde cevap vermediğinden dolayı dışarı çıkıp onu kapının önünde görünce; “Seni cevap vermemeye sürükleyen sebep nedir?” diye sordu. Köle cevaben; “Senin cezalandırmandan güvende olmamdır” dedi. İmam (a.s) onun bu sözü üzerine; “Hamd Allâh’a ki beni, yaratıklarının emin bildiği kimselerden kıldı. Git, sen Allah rızası için artık hürsün.”  buyurdular.[111]

 

Hz. Ali (a.s)’ın Adaleti

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Benim elim ve Ali’nin eli, adalette eşittir.” [112]

Yine buyurmuştur ki:

 “Ali, Allah’ın ahdine daha vefalı olanınızdır; Allah’ın emri için daha çok kıyam edeninizdir; daha çok adaletlininizdir; daha çok eşit böleninizdir; Allah katında fazileti daha büyük olanınızdır.” [113]

Hz. Ali (a.s) hak ve adalet adamı idi. Bu meselede öyle ciddi idi ki, kendi çocuğunu zenci bir köle ile aynı seviyede görüyordu. Mazlumların hakkını almak için kendi memurlarını sorgulayıp onlardan zalim olanları cezalandırıyordu. Bu yüzden şöyle buyuruyordu: “Benim yanımda güçsüz fakirler, azizdir; zalimler ise hakirdirler.” [114]

Hz. Ali (a.s) kendisini Allah’ın karşısında sorumlu görüyordu, hedefi adaleti icra etmekti. Sosyal adalete riayet ederdi, hatta en yakınları ile başkaları arasında bir fark koymazdı. Akil, O’nun kardeşi olmasına rağmen Beyt’ul- Maldan kendi hakkından fazla bir şey alamadı. İmam (a.s)’ın kendisi bu konuda şöyle buyuruyor:

“...Allah’a ant olsun, (kardeşim) Akili fakir olarak gördüm. Sizin malınızdan (beytülmal) üç kilo buğday istedi ve çocuklarını yüzleri solmuş zayıf bir halde gördüm. Benden ısrarla buğday istiyordu. O’nun sözlerine kulak asıp dinimi satacağımı sandı. Sonra bir demiri kızartıp ibret alsın diye ona yaklaştırdım. Acıdan bağırdı, neredeyse O’nun sıcaklığından yanacaktı. Dedim Ey Akil, analar yasında ağlasın! Sen bu küçük acıya dayanamayıp bağırıyorsun, ben nasıl cehennem ateşine tahammül edeyim?”

Bundan daha ilginç şudur ki, bir adam (münafık olan Eş’as b. Kays) geceleyin bir hediye kaba koyup yanıma getirdi, adete yılanın ağzının suyuyla hamur edilmişti. Ona; ‘Bu hediye mi, zekat mı, yoksa sadaka mı?’ diye sordum. Eğer sadaka ise biz Ehl-i Beyt’e haramdır, dedim. O da; ‘Hediyedir, zekat ve sadaka değildir’ diye cevap verdi.

Ona dedim ki, annen ölümünde ağlasın! Acaba Allah’ın dini yoluyla gelip beni aldatmak mı istiyorsun? Acaba deli mi olmuşsun yoksa; (Ali’yi aldatmak için) boş sözler mi diyorsun?

Allah’a ant olsun eğer yedi göğü bütün altındakilerle bana verseler ve bir karıncanın ağzından arpa samanını alarak “Allah’a isyan et” deseler, bu işi yapmam. Bu dünyanız benim yanımda çekirgenin ağzında olan yaprak dALİ gibi değersizdir. Ali’nin bu geçici dünya mALİ ve lezzetleriyle ne işi vardır!” [115]

 

Hz. Ali (a.s)’ın Mürüvvet ve Yiğitliği

İbn-i Ebi’l Hadid şöyle diyor: Muaviye’nin ordusu Fırat kıyısını kuşattıklarında Muaviye şöyle dedi: Onları, Osman’ı susuzluktan öldürdükleri gibi susuzluktan öldürün. Hz. Ali ve ashabı; “Su içmemize mani olmayın” dediklerinde onlar cevaben; “Allah’a ant olsun ki, size bir damla dahi su vermeyeceğiz; İbn-i Affan (Osman)’ın öldüğü gibi siz de susuzluktan öleceksiniz.” dediler.

 İmam (a.s), ashabının susuzluktan helak olacağını görünce, Muaviye’nin ordusuna ağır bir saldırı düzenleyip bir çoklarını öldürdükten sonra onları kendi yerlerinden uzaklaştırarak suyu ele geçirdiler. Artık Muaviye’nin ordusu susuz kalmış oldu. Hz. Ali (a.s)’ın ashabı; “Ya Emir’el Muminin! Onlar seni sudan men ettikleri gibi sen de onları sudan men et, susuzluk kılıcıyla onları öldür, artık savaşa gerek duymayasın!” dediklerinde Hz. Ali (a.s): “Hayır, Allah’a ant olsun ki, ben onların yaptığı gibi yapmayacağım; Fırat’tan su almaları için onlara müsaade edin” buyurdular.[116]

 

Hz. Ali (a.s)’ın Yiyecek ve Giyeceği

İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Allah’a ant olsun ki, Hz. Ali (a.s) köleler gibi yemek yiyor ve onlar gibi toprağın üstünde oturuyordu. İki gömlek alıyordu, onlardan en iyisini kölesine veriyordu. Eğer elbisesinin kolu ve eteği uzun olsaydı onu kesiyordu. Beş senelik hilafetinde taş üstüne bir taş koymayıp altın ve gümüş biriktirmedi. Halka ekmek ve et veriyordu, kendisi ise arpa ekmeği yiyordu. Allah Teala’nın beğendiği iki işle karşılaştığında en zorunu seçiyordu. Bin köleyi kendi emeği ile alıp serbest bıraktı. Hiç kimse onun yaptığı işi yapmaya kadir değildi.” [117]

Abdullah bin Ebi Rafi şöyle diyor:

Hz. Ali (a.s) yemek yerine, tuz veya sirkeyle yetiniyordu. Bundan biraz iyisini getirdiklerinde, sebze veya az bir deve sütüne kanaat ediyordu. Et çok az yiyor ve şöyle buyuruyordu: “Karnınızı, hayvanların kabirleri yapmayın.” [118]

Adiy bin Hatem şöyle diyor:

Bir gün Hz. Ali’nin yanına gittiğimde O’nun yemek yediğini gördüm. Yemeği sadece biraz arpa ekmeği, su ve tuzuydu. Bunun üzerine; “Ey Müminlerin Emiri! Siz gündüzleri bu kadar zahmet çekmenize ve geceleri de bu kadar ibadet etmenize rağmen yediğiniz yemek bu kadar mıdır?” dediğimde şöyle buyurdular: “Nefsin azmaması için, onu böyle bir riyazete alıştırmak gerekir.” Sonra şöyle buyurdu: “Nefsi, kanaatla zayıf ve hasta kıl; eğer böyle yapmazsan, senden hakkından daha fazlasını ister.” [119]

 

Hz. Ali (a.s)’ın İsmi

Yezid bin Ka’neb şöyle diyor:

Biz kendi gözümüzle Ka’be’nin arka taraftan yarıldığını ve Eset kızı Fatıma’nın Kabe’nin içerisine girip gözümüzden kaybolduğunu gördük, sonra Kabe’nin duvarı birleşerek eski halini aldı. Biz Kabe’nin kilidini açmak istedik ama açılmadı. Bunun üzerine bu işin Allah tarafından olduğunu anladık. Fatıma dört gün sonra ellerinde Hz. Ali (a.s) olduğu halde Kabe’den çıkıp geldi ve şöyle dedi: “...Ben Allah’ın evine girdim. Cennet meyvelerinden ve yapraklarından yedim; dışarı çıkmak istediğimde ise bir münadi bana şöyle seslendi:

“Ey Fatıma! O’nun ismini Ali koy. Zira O Ali (yüce)’dir ve Aliyy’ul- A’la olan Allah Teala buyuruyor ki: Ben O’nun ismini kendi ismimden aldım, O’nu kendi sıfatlarımla sıfatlandırdım ve O’na ilmimin sırrını öğrettim. Putları benim evimde kıracak olan O’dur ve benim evimin üzerinde ezan okuyup beni ululayacak olan O’dur. O’nu sevip emirlerine uyan kimseye ne mutlu! O’na düşman olup emirlerine karşı çıkan kimseye de yazıklar olsun!” [120]

İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Eğer benim yüz oğlan çocuğum olsaydı, onların hepsinin ismini Ali koymak isterdim.” [121]

 

Hz. Ali (a.s)’ı Anmak

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Ali’yi anmak, ibadettir.” [122]

Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Meclislerinizi, Ebu Talib oğlu Ali’yi anmakla ziynet edin.” [123]

 

Hz. Ali (a.s)’ın Fesahat ve Belagatı

İnsanın konuşması, mantık ilmi bakımından insanı diğer yaratıklardan ayıran bir özelliktir. Yüce Allah (c.c) onu kendi hikmetiyle insana bir özellik olarak vermiştir. Nutuk ne kadar güzel olursa dinleyicilerde daha etkili olur. İslam’ın zuhuruna yakın cahiliyet döneminde Arabistan’da İmre’ul- Kays gibi çok fasih adamlar sihirli şiirler söylüyorlardı. Ama Hz. Ali (a.s)’ın fesahati bütün Arap fasihlerini şaşırtmış ve hayrete düşürmüştü. Bu yüzden de O’na Nutkun Emiri diyorlardı.[124]

Sünni alimlerinden olan İbn-i Ebi’l- Hadid diyor ki; “Hz. Ali fasih ve belagatlı konuşanların üstadı ve rehberidir. O’nun kelamının Allah’ın kelamından aşağı ve mahlukun kelamından da yukarı olduğunu diyorlar. Bütün güzel konuşma üstatları, hitabeyi O’nun hutbe ve sözlerinden öğrenmişlerdir. Bunun ispatı Nehc’ul- Belağa’yla anlaşılır. Zira ashaptan güzel konuşma yeteneğine sahip hiçbir kimse, O’nun onda veya yirmide birini bile yazamamıştır.” [125]

Hz. Ali (a.s)’ın söz ve nutku herkesi hayret içerisinde bırakmıştır. İbn-i Şehraşub’un nakline göre Peygamber (s.a.a)’in ashabı camide oturup ilmi ve edebi meseleler üzerinde sohbet ediyorlardı. Bu arada oradakilerden biri; “Arap dilinde, elif harfi olmayan kelime çok azdır” dedi. Hz. Ali (a.s) da orada idi.; kalkıp içinde elif olmayan 700 kelimeli bir hutbe okudu. Başka bir hutbesi daha vardır ki, noktalı harf onun içinde yoktur.

Şu açıktır ki, düşünmeksizin elifsiz ve noktasız 700 kelimelik bir hutbe okuyan kimsenin fesahat ve belagatta ve Arap edebiyatında ne kadar güçlü olduğu herkesin malumudur.

 

Hz. Ali (a.s)’ın Sabrı ve Tahammülü

Hz. Resulullah (s.a.a) kendisinden sonraki meydana gelecek fitneleri ve olayları Hz. Ali (a.s)’a haber verdi ve ona sabır ve tahammüllü tavsiye etti. Hz. Ali (a.s) da dinin korunması için yirmi beş yıl sabretti. Hz. Ali (a.s)’ın kendisi bu hususta şöyle buyuruyor: “Çok defalar hakkımı almak için bu kavimle savaşmak istedim; ama Peygamber (s.a.a)’in vasiyeti ve dinin korunması için hakkımdan vazgeçtim.” [126]

Hangi sabır bundan daha büyük olabilir ki, Halid bin Velid gibi haddini bilmez adamlar İmamın evine zorla girmiş ve O’nu Ebu Bekir’e biat etmesi için mescide zorla götürmüşlerdir. Oysaki eğer kılıcını eline almış olsaydı, Arabistan’da hiçbir muhalif baki bırakmazdı.

Nakledildiğine göre, Hz. Ali (a.s)’ı zorla camiye götürdüklerinde Yahudi bir adam şehadet getirip müslüman oldu. Sebebini sorduklarında şöyle dedi: “Ben bu adamı tanıyorum. Bu adam savaşa gelince bütün savaşçıların kalbine korku düşüyor ve vücutları titriyordu. Bu adam Hayber kalesini fethetti, kalenin demir kapısını bir kaç adam açıp kapatıyordu, ama o yalnız başına onu bir defada kaldırdı. Ama şimdi bir kaç hakir adamın karşısında sessiz durmuş; bu durum hikmetsiz değildir; O’nun tahammülü din içindir; çünkü bu din hak olmasaydı, O sabretmezdi. Böylece İslam’ın hak din oluşu bana sabit oldu ve müslüman oldum.” [127]

Hz. Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra sürekli olarak ruhu sıkıntıdaydı ama sabırdan başka hiçbir çaresi yoktu. İbn-i Ebil Hadid’in nakline göre Hz. Ali (a.s) bir adamın; “Ben mazlumum” sesini duyunca şöyle buyurdular: “Gel benimle seslen ki, ben sürekli mazlumdum.” [128]

Hz. Ali (a.s) Peygamberden sonraki mazlumiyetini Şıkşıkıyye hutbesinde açıkça şöyle beyan etmiştir: “...Gördüm ki sabretmek daha doğru; sabrettim; ama gözünde diken ve boğazında kemik kalmış birisi gibi sabrettim. Mirasımın yağma edildiğini görüyordum...”

 

Hz. Ali (a.s)’ın Cennet ve Cehennemi Bölmesi

Abdullah bin Haris babasından, o da Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s)’dan şöyle buyurduğunu naklediyor: “Pegamber (s.a.a)’in yanına gittim; Ebu Bekir ve Ömer de Hazretin yanında idiler. Resulullah (s.a.a) ile Aişe’nin arasında oturdum. Aişe bana; “Benimle Resulullah’ın dizleri üzerinden başka oturacak bir yer bulamadın mı?” dedi. Resululah (s.a.a) onun bu sözüne karşılık şöyle buyurdular:

“Sussana ya Aişe! Ali hakkında beni incitme; O dünya ve ahirette benim kardeşimdir; O Emir’ul- Muminin’dir; Allah Teala kıyamet günü onu sırat köprüsü üzerinde oturtacaktır; kendi dostlarını cennete, düşmanlarını ise cehenneme sokacaktır.” [129]

Mufazzal bin Ömer İmam Sadık (a.s)’dan şöyle buyurduğunu naklediyor: “Hz. Ali (a.s) buyurdular ki: Ben Allah’ın, cennetle cehennem arasını bölen kuluyum; ben en büyük farukum (hakla batılın arasını ayıranım)...” [130]

Bir gün Harun İmam Rıza (a.s)’a şöyle dedi: “Ya Ebe’l- Hasan! Ceddin Emir’ul- Muminin Ali bin Ebi Talib’den bana haber ver; Hangi delil ve sebepten dolayı O cennetle cehennemi bölendir? Bu söz sürekli olarak zihnimi meşgul etmektedir.” İmam Rıza (a.s) cevaben şöyle buyurdular: “Ey müminlerin emiri! Babanın dedelerinden, onların da Abdullah bin Abbas’tan şöyle naklettiklerini görmemiş misin?: Resulullah (s.a.a)’den duydum ki şöyle buyuruyordu: ‘Ali’nin sevgisi imandır, buğzu ise küfürdür.” Memun; “Evet görmüşüm” dedi. İmam Rıza (a.s); ‘İşte bu, cennetle cehennemin bölünmesidir; bundan dolayıdır ki Hz. Ali (a.s) cennetle cehennemi bölendir.” Memun İmam (a.s)’ın bu sözü üzerine; “Ya Ebe’l- Hasan, Allah beni senden sonra yaşatmasın; tanıklık ediyorum ki sen Resulullah’ın ilminin varisisin.” dedi.

Ebu Salt-ı Herevi diyor ki: İmam Rıza (a.s) evine döndükten sonra; “Ey Resulullah’ın oğlu! Memun’a ne kadar da güzel cevap verdiniz!” dediğimde İmam (a.s) şöyle buyurdular:

“Ben onun kabul edeceği bir yolla konuştum. Ant olsun Allah’a, babamdan duydum ki babaları vasıtasıyla Hz. Ali (a.s)’dan şöyle naklettiler: ‘Ya Ali! Sen kıyamet günü cennetle cehennemi böleceksin; ateşe diyeceksin ki; Bu (adam) benimdir, bu da seninindir.” [131]


 

 

 


 


 [1] - İrşad, c1,s.5. Fusul’ul- Muhimme, s.30.

[2] - Emali-yi Tusi, s.709.

       [3] - Mean’il- Ahbar, s.59-120.

[4] - Menakıb-i İbn-i Meğazili, s.8.

[5] - Menakıb-i Harezmi,s.8.

[7] - Nehc’ul- Belağa, h.192.

[8] - Şuara/214.

[9] - Tarih-i Taberi, c.2,s.62.

[10] - İstîab, c.3,s.1090.

[11] - Şerh-i Nehc’ul- Belağa-i İbn-i Ebi’il- Hadid, c.14,s.76.

[12] - Tarih-i Yakubi, c.1, s.355-356.

[13] - Tabakat-i İbn-i Sa’d, c.1, s.228.

[14] - Tarih-i Taberi, c.2, s.101.

[15] - Bakara/207

[16] - Şevahid’ut- Tenzil, c.1,s.123. Şerh-i Nehc’ul- Belağa-i İbn-i Ebi’l- Hadid, c.13, s.262.

[17] - Muruc’uz- Zeheb, c.2, s.295.

[18] - Kafi, c.1, s.461.

[19] - Fusul’ul- Muhimme, s.53.

[20] - Zehair’ul- Ukba, s.75.

[21] - Fusul’ul- Muhimme, s.53.

[22] - Nehc’ul- Belağa, mektup: 64.

[23] - Şerh-i Nehc’ul- Belağa-i İbn-i Ebi’l- Hadid, c.14,s.250.

[24] - Yenabi’ul- Mevedde, s.137.

[25] - Bkz. Menakıb-i İbn-i Meğazili, s.180. Hasais’un- Nesai, s.36. Saffet’us- Saffe, c.1,s.131. Sahih-i Muslim, c.5, s.23. Menakıb-i Harezmi, s.60. Riyaz’un- Nazire, c.3, s.152.

[26] - Mâide/67.

[27] - Zehair’ul- Ukba, s.67. Menakıb-i İbn-i Meğazili, s.18.

[28] - Mâide/3. Menakıb-i İbn-i Meğazili, s.19. Şevahid’ut- Tenzil, c.1,s.203.

[29] - İkd’ul- Ferid, c.3,s.273.

[30] - Tarih-i Taberi, c.2,s.443.

[31] - İsbat’ul- Vasiyye, s.124.

[32] - Nakş-i Eimme der İhya-i Din, c.14,s.16-87.

[33] - El-İmame ve’s- Siyase, s.18. Şerh-i Nehc’ul- Belağa-i İbn-i Ebi’l- Hadid, c.2,s.46.

[34] - Yenabi’ul- Mevedde, s.70. el-Gadir, c.8,s.214.

 

[35] - Nehc’ul- Belağa,hutbe:3.

[36] - Tarih-i Yakubi, c.2,s.75-77.

[37] - Arapçada deveye Cemel diyorlar.

[38] - Tarih-i Yakubi, c.2,s.78-83.

[39] - El-Mi’yar’ul- Muvazine, s.160.

[40] - Tarih-i Yakubi, c.2,s.87-88.

[41] - Yenabi’ul- Mevedde, s.69.

[42] - Tarih-i Yakubi, c.2,s.88-93.

[43] - Nehc’ul- Belağa, hikmet:198.

[44] - Tarih-i Yakubi, c.2,s.93.

[45] - Mekatil’ut- Talibiyyin, s.43-49.

[46] - Emali-yi Tusi, s.365.

[47] - Yenabi’ul- Mevedde, s.65.

[48] - Mekatil’ut- Talibiyyin, s.54.

[49] - Tezkiret’ul- Havas, s.57.

[50] - Zehair’ul- Ukba, s.116.

[51] - Menakıb-i Harezmi, s.287.

[52] - İrşad-ı Mufid, c.2,s.354.

[53] - Fusul’ul- Muhimme, s.141.

[54] - Tezkiret’ul- Havas, s.42. Menakıb-i İbn-i Meğazili,s.222. Hasais-u Nesai, s.78.

[55] - Menakıb-i İbn-i Meğazili, s.92. Zehair’ul- Ukba, s.63. Yenabi’ul- Mevedde, s.185.

[56] - Kenz’ul- Ummal, c.11,s.625.

[57] -  Şevahid’ut- Tenzil, c.2,s.471. Menakıb-i Harezmi, s.62.

[58] - Şevahid’ut- Tenzil, c.2,s.147. Menakıb-i Harezmi, s.235. Emali-yi Saduk, s.271.

[59] - Menakıb-i Harezmi, s.2 ve 235.

[60] - Menakıb-i Harezmi, s.2. Emali-yi Saduk, s.119.

[61] - Menakıb-i İbn-i Meğazili, s.243. Yenabi’ul- Mevedde, s.91,125,284. Tarih-i Bağdat, c.4,s.410.

[62] - Yenabi’ul- Mevedde, s.55.

[63] - 63- Müstedrek’us- Sahihayn, c.3,s.130. İstîab, c.3,s.1101.

[64] - 64- Yenabi’ul- Mevedde, s.125.

[65] - 65- Sahih-i Muslim, c.1, s.120. İstîab, c.3,s.1100.

[66] - Zehair’ul- Ukba, s.61. Hasais’un- Nesaî, s.34. Menakıb-i Harezmî, s.59. Menakıb-i İbn-i Meğazilî, s.156.

[67] - Bkz. El-Gadir, c.2,s.218. Bihar’ul- Envar, c.38,s.348.

[68] - Şevahid’ut- Tenzil, c.1,s.170. Emali-yi Saduk, s.195.

[69] - Tefsir-i Ebu’ul- Futuh, c.10,s.92. Şevahid’ut- Tenzil, c.2,s.223. Menakıb-i Harezmî, s.221.

[70] - Zehair’ul- Ukba, s.63. Menakıb-i Harezmî, s.59. Mustedrek-u Ala’s- Sahihayn, c.3,s.133.

[71] - Menakıb-i İbn-i Meğazilî, s.201. Menakıb-i Harezmî, s.42. Riyaz’un- Nazire,c.2,s.138.

[72] - Tarih-i Taberi, c.2, s.217. İrşad-ı Mufid, c.1, bölüm: 7. Yenabi’ul- Mevedde, s. 105

[73] - Mustedrek-u Ala’s- Sahihayn,c.3,s.124.

[74] - A.K. s.125. Menakıb-i Harezmî,s.56.

[75] - Menakıb-i Harezmî, s.57.

[76] - Tarih-i Bağdat,c.14, s.321.

[77] - Menakıb-i İbn-i Meğazilî, s.80.

[78] - Bkz. el-Gadir, c.6,s.61.

[79] - Yenabi’ul- Mevedde, S.70.

[80] - Şevahid’ut- Tenzil, c.1,s.43.

[81] - Yenabi’ul- Mevedde, bab14, s.69.

[82] - Hz. Ali Kimdir?, s.236.(Fazlullah Kompani)

[83] - A. K. s.238.

[84] - Zehair’ul- Ukba, s.66. Menakıb-i İbn-i Meğazilî,s.37.

[85] - Bkz. Bihar’ul- Envar, c.38,s.330. el-Gadir,c.3,s.112.

[86] - Nehc’ul- Belağa, mektup: 45.

[87] - Nehc’ul- Belağa, hutbe:33.

[88] - Nehc’ul- Belağa, hutbe: 159.

[89] - Şerh-i Nehc’ul- Belağa-i İbn-i Ebi’l- Hadid,c.1,s.27.

[90] - Hz. Ali Kimdir?, s.231.

[91] - A. K. s.230.

[92] - Bihar’ul- Envar, c.41,s.14.

[93] - Bihar’ul- Envar, c.41, s.54.

[94] - Bihar’ul Envar, c.41, s.55, hadis:55.

[95] - Bihar’ul- Envar, c.41,s.53.

[96] - Cami’ul- Ahbar, s.162.

[97] - Bihar’ul- Envar, c.41,s.69.

[98] - Bihar’ul- Envar, c.45, s.138.

[99] - El- Mecla, s.410.

[100] - Hz. Ali Kimdir?, s.242.

[101] - Nehc’ul- Belağa, hutbe:318.

[102] - Hz. Ali Kimdir?, s.244.

[103] - Bihar’ul- Envar, c.41,s.274.

[104] - Hz. Ali Kimdir?, s. 243.

[105] - Muntehe’l- A’mal.

[106] - Ğayet’ul- Meram, s.509. Fezail’ul- Hamse, c.1,s.191.

[107] - Emali-yi Saduk, meclis: 91, hutbe: 2.

[108] - Şerh-i Nehc’ul- Belağa-i İbn-i Ebi’l- Hadid, c.20,s.316.

[109] - Müstedrek’ul- Vesail, c.3,s.202.

[110] - Feraid’us- Simtayn, c.2,s.68.

[111] - Bihar’ul- Envar, c.41,s.48,49.

[112] - Menakıb-i Ali bin Ebu Talib, s.129. ( M. İbn-i Meğazili)

[113] - Feraid’us- Simtayn, c.1,s.176.

[114] - Hz. Ali Kimdir?, s.259

[115] - Nehc’ul- Belağa, Söz: 215.

[116] - Nehc’ul- Belağa-i İbn-i Ebi’l- Hadid,c.1,s.23.

[117] - Emali-yi Saduk, Meclis: 47, H. 14.

[118] - Bihar, c.41, s.148. Yenabi’ul- Mevedde, bab: 51, s.150.

[119] - Bihar’ul- Envar, c.40, s.345.

[120] - Bihar’ul- Envar, c.35, s.8. Keşf’ul Ğumme, s.19.

[121] - Kafi, c.6,s.19.

[122] - Menakıb-i İbn-i Meğazilî, s.206. Menakıb-i Harezmî, s.261.

[123] - Bihar’ul- Envar, c.38,s.199.

[124] - Hz. Ali Kimdir?, s.252.

[125] - Nehc’ul- Belağa-i İbn-i Ebi’l- Hadid, c.1, s.12.

[126] - Hz. Ali Kimdir?, s.246.

[127] - A. K.

[128] - A. K.

[129] - Bihar’ul- Envar, c.39, s.194.

[130] - Bihar’ul- Envar, c.39, s.198.

[131] - Bihar’ul- Envar, c.39 s.193.