İMAM MEHDİ (A.S) İLE İLGİLİ ÖYKÜLER
1- İmam Mehdi (a.s) ile Mülakat
Allame Meclisi (r.z) babasından
şöyle naklediyor:
Bizim zamanımızda Emir İshak
Esterabadi (r.z) isminde çok mümin ve salih bir şahıs vardı. Kırk defa
yaya olarak hacca gitmişti. Halk arasında tayyül arz (bir anda kaç
fersah yolu kat eden) lakabıyla meşhur olmuştu. Bir yıl İsfahana geldi.
İsfahana geldiğinden haberim olunca görüşüne gittim. Hal hatır
sorduktan sonra ona; Acaba gerçekten sizin tayyül arzınız mı vardır?
Çünkü halk arasında böyle meşhur olmuştur dedim.
Cevaben şöyle dediler:
Bir yıl Mekkeye azim oldum, hac
kafilesiyle bir konağa vardık, o konaktan Mekkeye yedi veya dokuz konak
(elli fersahtan fazla) bir mesafe vardı. Ben bazı sebeplerden dolayı
kafileden geriye kalmıştım, yavaş-yavaş tamamıyla onlardan ayrı düştüm.
Asıl caddeyi kaybettiğimden dolayı şaşkınlık içerisinde kalmıştım.
Susuzluk beni öyle etkilemişti ki, diri kalacağımdan artık ümidimi
kesmiştim. Birkaç defa; Ey Salih! Ey Eba Salih! (Ey İmam-ı Zaman!) Beni
caddeye hidayet et diye feryat ettim.
Bu sırada uzaktan bir şebeh
(karartı) gördüm, düşünceye daldım! Kısa bir süreden sonra o şebeh
yanımda hazır oldu. Buğday renkli, güzel simalı ve temiz elbiseli bir
genç olduğunu gördüm. Siması büyük bir şahsiyet olduğunu gösteriyordu,
bir deveye binmişti, yanında da bir su kabı vardı. Ona selam verdim, o
da selamın cevabını verdikten sonra; Susuz musun? diye sordu.
Ben de; Evet susuzum dedim. Su kabını bana verdi, ben de o sudan içtim.
Sonra; Kafileye yetişmek istiyor musun? dedi. Ben de evet
dedim.
Sonra beni devenin arkasına
bindirdi, birlikte Mekkeye doğru hareket ettik. Ben her gün Hırz-i
Yemani duasını okurdum, yine o duayı okumakla meşgul oldum. Duanın bazı
cümlelerinin yanlış olduğunu tezekkür verip şöyle oku diyordu.
Birkaç dakika geçmeksizin bana;
Burayı tanıyor musun? diye sordu. Bakınca Mekke olduğunu gördüm.
İniniz! diye emrettiler. İndiğimde geri dönüp gözlerden
kayboldu. Bu esnada onun İmam Mehdi (a.s) olduğunun farkına vardım.
Ondan ayrılmama ve onunla birlikte
olup da onu tanımadığımdan dolayı çok üzüldüm. Yedi gün geçtikten sonra,
bizim kafilemiz Mekkeye ulaştı.
Kafilemizde olanlar, benim sağ
kalmamdan ümitlerini kestikten sonra birden beni Mekkede gördüler. İşte
bu yüzden halk arasında tayyül arz sahii olmakla meşhur oldum.
Allame Meclisi (r.a) bu hikayeyi
nakl ettikten sonra, babasının şu sözünü de ekliyor: Hırz-ı Yemani
duasını onun yanında okudum, yanlış yerlerini düzeltti, onu nakil ve
tashih etmeyi bana icazet verdiğinden dolayı da Allaha şükür ediyorum.[1] 2- Hamamcı Ebu Racih ve İmam Zaman (a.s)
Neceful- Eşrefin yakınlarında
yer alan Hille şehrinin muhlis şiilerinden olan Ebu Racih, o şehrin
umumi hamamlarından birisinin sorumlusu idi. Bundan dolayı o şehrin
halkının çoğu onu tanıyorlardı. O zaman Hille şehrinin valisi Mercan
Sağir isminde bir şahıs idi. Bazı kimseler, Ebu Racih-i Hemmaminin
Resulullah (s.a.a)in münafık ashabından bazılarına dil uzattığını ona
söylediler. Vali o şahısın ihzar edilmesini emretti.
Onu getirdiklerinde onun suratına
o kadar yumruk ve tekme vurdular ki, dişleri yerinden çıktı! Dilini
çıkarıp çuvaldızla deldiler, (bıçakla) burnunu kestiler, onu çok vahim
bir halde bir grup gaddar kimselere teslim ettiler. O zalimler de onun
boynuna bir ip atıp Hille şehrinin sokak ve caddelerinde dolaştırdılar!
Bedeninden o kadar kan aktı ki,
artık yürümeye gücü kalmadı, onun yaşayabileceği ümit edilmiyordu. Vali
onu öldürmek isteğinde, orada hazır olanlardan bazıları şöyle dediler:
O yıpranmış yaşlı bir kişidir,
yeterince cezalandırılmıştır, ister istemez çok geçmeksizin ölecektir,
siz onu öldürmekten vazgeçiniz.
Ama ertesi günü halk, onun namaz
kılmakla meşgul olduğunu görünce şaşırıp kaldılar; her açıdan salimdi,
dişleri kendi yerinde idi, bedeninin yaraları iyileşmişti, o yaralardan
hiçbir eser göze çarpmıyordu. Hayretle şöyle dediler: Nasıl kurtuldun, sanki sana hiç dayak atmamışlar?!
Ebu Racih cevaplarında şöyle dedi:
Ben ölüm yatağına düştüğümde,
hatta dilimle mevlam Hz. Veliyy-i Asr (a.s)dan yardım dileyecek bir
gücüm bile kalmamıştı; bundan dolayı kalbimde O Hazrete tevessül ettim,
Ondan yardım diledim. Gece tam karanlık çöktüğünde, aniden evim
aydınlandı! O anda gözüm mevlam İmam Zaman (a.s)ın cemalına ilişti,
İmam (a.s) öne gelip mübarek elini yüzüme çekerek şöyle buyurdu:
Kalk! Ailenin geçimini temin
etmek için dışarı çık; Allah Teala sana şifa verdi!
Şimdi sağlığımın yerinde olduğunu
sizler de görüyorsunuz.
Onun sağlık ve bu ilginç
durumunun haberi çok geçmeksizin her tarafa yayıldı. Hillenin valisi
kendi memurlarına, Ebu Racihi onun yanına ihzar etmelerini emretti. Onu
getirdiklerinde vali, Ebu Racihin kıyafetinin tamamiyle değişmiş
olduğunu, yüzü ve bedenindeki onca yaralardan hiçbir eser kalmadığını
gördü; dünkü Ebu Racih ile bugünkü Ebu Racih kesinlikle kıyas
edilemezdi!
Vali bu durumu görünce, onun
kalbine bir korku düştü; o bu olaydan o kadar etkilendi ki, artık ondan
sonra (çoğu Şia olan) Hille halkına karşı tavırları tamamen değişmiş
oldu.
Hille valisi önceleri, Hillede
İmam Zaman (a.s)ın Makamıyla meşhur olan yere geldiğinde, o kutsal
mekana saygısızlık yapması için alay edercesine kıbleye sırt
çeviriyordu. Ama bu olaydan sonra, o kutsal mekana gelip kıbleye doğru
dizleri üstünde oturuyordu ve Hille halkına saygılı davranıp onların
yanlışlıklarını görmezlikten geliyor, iyi iş yapanlara da yardımcı
oluyordu. Bununla birlikte ömrü çok uzun sürmedi.[2]
3- GİZLİ BİR
GÖREV
Ebu Eyyub-i Ensarinin oğullarından ve İmam Ali Naki (a.s) ile İmam Hasan Askeri (a.s)ın şia ve komşularından olan Buşr bin Süleyman şöyle diyor:
Bir gün İmam Ali Naki (a.s)ın
hizmetçilerinden olan Kufur, benim yanıma gelerek; İmam (a.s) seni
huzuruna çağırıyor dedi. Ben İmam (a.s)ın huzuruna varıp karşısında
oturduğumda Hazret şöyle buyurdular:
Ey Buşr! Sen Ensarinin
oğullarındansın; öyle bir aileden ki, Medinede Hz. Peygambere yardım
etmeye kalktılar ve biz Ehl- i Beytin sevgisi sizin ailenizde devam
etmiştir; işte bu yüzden siz bizim güvendiğimiz insanlardansınız. Şimdi,
fazilet sayılacak olan ve onu yapmakla da diğer şiilerden üstün olacağın
tamamıyla gizli bir iş ile seni görevlendiriyorum.
Daha sonra İmam (a.s), Rumi yazısı
ve diliyle bir mektup yazıp (ağzını) mühürleyerek bana verdi ve
içerisinde iki yüz yirmi altın bulunan sarı bir kese de çıkarıp şöyle
buyurdular:
Bu altın keseyi al ve Bağdata
doğru hareket et, filan günün sabahı Fırat köprüsünün kenarında hazır
ol. Esirleri taşıyan kayıklar oraya yetiştiğinde, bir grup cariyeleri
satmak için getirdiklerini göreceksin.
Beni Abbas ordusunun vekillerinden
bir grup insanlar ve Arap gençlerinden de birkaç kişi, cariye almak için
oraya toplanmış olacaklar, onlardan her biri cariyelerden en iyisini
almaya gayret edecektir.
Bu esnada sen de, Ömer bin Zeyd
(köle satan) isminde olan bir şahısı gözetim altında tut. Bu şahıs, şu
özellikte olan bir cariyeyi, satmak için müşterilere sunacaktır; onun
bir özelliği de; iki ipek elbise giymiş olması, namahremlerden şiddetle
kaçınması ve hiçbir kimsenin ona yaklaşarak yüzüne bakmasına izin
vermemesidir. O sırada onun perde arkasından ağlayarak Rumca şöyle
dediğini duyacaksın: Vay benim halime! İsmet örtüm yırtıldı ve
şahsiyetim yok oldu.
Müşterilerden biri köle satana;
Ben onu üç yüz dinara alıyorum; çünkü onun iffet ve hicabı beni, onu
almaya daha çok teşvik etti diyecektir.
Cariye de ona diyecek ki: Benim
sana rağbetim yoktur, Hz. Süleymanın kıyafetine girsen, onun haşmet ve
saltanatına sahip olsan dahi ben seni istemiyorum; kendi malına acı,
paranı boşuna harcama!
Köle satan adam da diyecek ki:
Sen hiçbir müşteriye razı olmuyorsun, öyleyse ne yapmak gerekir? Ben
seni satmaya mecburum.
Cariye de diyecek ki: Neden acele
ediyorsun? Bırak kalbimin istediği bir alıcı bulunsun.
Bu sırada köle satanın yanına
giderek şöyle de: Büyüklerden biri, Rumi hattı ve diliyle bir mektup
yazmıştır; o mektupta asalet, necabet, sahavet ve diğer ahlaki
özelliklerini açıklamıştır. Şimdi bu mektubu cariyeye ver de o mektubu
yazanın ahlaki özelliklerinden haberdar olsun. Eğer razı olursa, ben bu
mektup sahibinden taraf, bu cariyeyi onun için almaya vekaletim vardır.
Buşr şöyle diyor: Ben İmam
(a.s)ın huzurundan ayrılarak Bağdata doğru hareket ettim ve İmam
(a.s)ın emirlerinin hepsini yerine getirdim. Mektup cariyenin eline
geçince mektubu okudu ve sevinçten şiddetle ağladı. Sonra Ömer bin
Zeyde dönerek şöyle dedi:
Beni bu mektup sahibine
satmalısın, benim ona alakam vardır. Allaha and olsun ki, eğer beni ona
satmazsan kendimi öldürürüm ve sen de benim ölümümden sorumlu olursun.
İşte bu durum, benim onun fiyatı
hakkında fazla konuşmamama sebep oldu. Nihayet mevlamın bana verdiği
miktara anlaştık. Ben paraları ona verdim, o da çok sevinmiş olan
cariyeyi bana teslim etti. Ben o hanım efendiyle birlikte, onun için
Bağdatta kiraladığım eve gittik. Cariye sevinçten rahat edemiyordu, İma
(a.s)'ın mektubunu cebinden dışarı çıkarıp sürekli öpüyordu; onu
gözlerinin üzerine bırakıp yüzüne sürüyordu.
Bu halini görünce dedim ki: Ey hanım efendi! Ben senin bu hareketine şaşırıyorum; sahibini görmediğin ve tanımadığın bir mektubu nasıl öpüyorsun? Şöyle dedi: Ey Peygamberin oğlunun makamı hakkında ilmi az olan zavallı! Hakikatin sana aşikar olması için sözümü canı gönülden dinle:
Mutlu Bir Kızın İlginç Macerası
Benim ismim Melekedir, Yuşuanın
kızıyım, babam Rum şahının oğludur; annem ise Hz. İsanın vasisi olan
Şemun Safanın evlatlarından ve İsa peygamberin yarenlerinden
sayılmaktadır. Hayret verici çok ilginç maceramı şimdi sana anlatacağım:
Ben on üç yaşında iken büyük babam
(Rum şahı), beni kardeşi oğluyla evlendirmek istedi. Hz. İsa (a.s)ın
havarilerinin neslinden olan üç yüz dini lider ve ruhbanı, ülkenin
büyükleri ve ileri gelenlerinden yedi yüz kişiyi, ordu komutanları ve
yüksek makamlardan ise dört bin kişiyi evlilik töreni için davet etti.
Rum İmparatorunun sarayında, davet edilenlerin katılımıyla benim
görkemli evlenme törenim başlamış oldu. Bu sırada, cevahirlerle süslenen
şaha mahsus bir taht, sarayın ortasında kırk sütun üzerine yüksek bir
yere bırakıldı. Damadı özel bir törenle tahtın üzerine oturttular, onun
baş kısmına salipler (haçlar) taktılar, hizmetçiler hizmet etmeye
başladılar, oskoflar da damadın çevresini bir halka gibi sardılar.
Hıristiyan inançlarına, dinine uygun bir şekilde evlilik akdini okumak
için İncilleri açtılar. Bu esnada aniden salipler yukarından aşağı
döküldüler, tahtın ayakları kırılmış oldu. Şanssız damat yere yıkılıp
bayıldı; oskofların yüzlerinin rengi kaçtı, bedenleri titremeye başladı.
Oskofların büyüğü babama dönerek şöyle dedi.
Şahım! Bu hadise, Hıristiyan
mezhebinin ve İmparatorluk dininin yok olmasının bir belirtisidir. Böyle
bir işi yapma; bizi
de bu uğursuz merasimi yapmaktan mazur gör.
Büyük babam da bu vakıayı, uğursuzluğa yorumladı. Bununla birlikte tekrar tahtın ayaklarının yapmalarını, salipleri (haçları) yerlerine asmalarını, şansı dönmüş damadın kardeşini tahtın üzerinde oturtmalarını emretti. Her nasıl olursa olsun beni evlendirerek bu uğursuzluğun onların ailesinden yok olması için tekrar akit merasiminin düzenlenmesini istedi.
Düğün Töreni Tekrar Bozuldu
Rom İmparatorunun emriyle tekrar
meclisi süslediler; haçlar yerine asıldı; mücevherlerle süslü taht,
ayakları üzerine konuldu; yeni damat tahtın üzerine oturtuldu; ordu ve
ülke büyükleri bu evlilik merasiminin yapılması için hazırlandılar. Ama
Hıristiyanlık dinine göre evlilik akdini okumaları için İncilleri
açtıklarında aniden önceki vahşetli hadise tekrarlanmış oldu; haçlar
yere döküldü, tahtın ayakları kırıldı, kötü şanslı damat tahttan yere
düşerek bayıldı, konuklar dehşete uğrayarak dağıldılar, düğün meclisi,
yine evlilik akdi okunmaksızın bozulmuş oldu, büyük babam da üzgün bir
şekilde saraydan çıkıp kendi haremine giderek perdeleri çekti.
Kader Belirleyici Rüya Ben de kendi odama gittim, gece olunca uyudum. O gece gördüğüm rüya benim gelecek kaderimi belirledi. Rüyamda gördüm ki; Hz. İsa (a.s), Şemun Safa ve havarilerden bir grup kimseler, büyük babamın köşkünde toplanmışlardı, tahtın yerinde de kendisinden nur saçan çok yüksek bir minber vardı.
Bu sırada Hz. Muhammed (s.a.a), O
Hazretin damat ve halifesi (Hz. Ali -a.s-) ve evlatlarından bir grup
kimseler, köşke girdiler. Hz. İsa (a.s), O Hazreti karşıladı, bağrına
basarak birbirlerine sarıldılar. O anda Hz. Muhammed (s.a.a) şöyle
buyurdular:
Ey Resulullah! Senin vasin
Şemunun kızı Melekeyi oğlum (İmam
Hasan Askeri a.s-) için istemeye gelmişim.
Hz. İsa (a.s) Şemuna bakarak
şöyle dedi:
Ey Şemun! Mutluluk sana
yönelmiş, bu mübarek evlilik için olumlu cevap ver; kendi soyunu Âl-i
Muhammed (s.a.a)in soyu ile aşıla!
Şemun; İtaat ederim dedi.
Daha sonra Hz. Muhammed (s.a.a),
minberin üzerinde oturup nikah akdinin hutbesini okudu ve beni oğluna
(İmam Hasan Askeriye) nikahladı.
Hz. İsa, havariler ve Hz. Muhammed (s.a.a)in evlatlarının hepsi bu evliliğe tanık oldular. Uykudan kalktığımda, canımdan korkarak uykumu babama ve dedeme anlatmadım; zira beni öldürmelerinden korktum. İşte bu yüzden rüyamdaki bu macerayı bir sır olarak sakladım. Bu rüyadan sonra, İmam Hasan Askeri (a.s)a olan sevgi ateşi, kalbimde öyle alevlendi ki, artık yemek ve içmekten kesildim. Yavaş yavaş zayıf ve takatsiz oldum, sonuçta hastalandım. Büyük babam, Rum memleketinde var olan doktorları, beni tedavi etmeleri için getirdi, ama hiçbirisinin bir yararı olmadı. Büyük babam, tedavilerden ümidini kesince şefkatle şöyle dedi: Ey gözümün nuru! Kalbinde yerine getirebileceğim bir arzun var mıdır?
Dedim ki: Şefkatli babam!
Kurtuluş kapılarını yüzüme kapalı görüyorum. Ama eğer senin zindanında
bulunan Müslüman esirlere işkence etmekten vazgeçip onları hapisten
serbest bırakırsanız, ümit ederim ki, Hz. İsa (a.s) ve annesi Meryem
bana şifa verirler.
Babam benim isteğimi kabul etti,
ben de zahirde biraz iyileştiğimi izhar ettim, yavaş-yavaş yemeğe
başladım. Babam çok sevindi, eskiye oranla Müslüman esirlere daha iyi
davranmaya çalıştı.
On Dört Geceden Sonra İkinci Rüya
On dört geceden sonra şu rüyayı
gördüm: Hanımların hanım efendisi Hz. Fatımatüz- Zehra (a.s), Hz.
Meryem ve cennet hurilerinden yetmiş bin kişi gelerek şeref verdiler.
Hz. Meryem bana bakarak; Dünya kadınlarının hanım efendisi olan bu
kadın, senin eşinin (büyük) annesidir. dedi.
Ben Hz. Fatıma (a.s)ın eteğinden
tutarak ağladım ve İmam Hasan Askeri (a.s)ın beni görmeye gelmemesinden
dolayı şikayet ettim.
Hz. Fatıma (a.s) şöyle buyurdular:
Sen Hıristiyan dininde olduğun
müddetçe, oğlum seni görmeye gelmeyecektir; bu bacım Meryem, senin
dininden Allaha sığınıyor. Eğer Allah-u Teala, Hz. İsa ve Meryemin
senden razı olmalarını ve oğlumun seni görmeye gelmesini istiyorsan,
Allahın birliğine ve babam Hz. Muhammedin risaletine ikrar et ve
şehadeteyni (yani eşhedu en lâ ilahe ilellah ve eşhedu enne Muhammeden
resulullah) söyle.
Bu kelimeleri söylediğimde Hz. Fatıma (a.s) beni bağrına bastı; böylece ruhum rahatladı, sağlık durumum düzeldi.
Sonra şöyle buyurdu:
Şimdi oğlum Hasan Askeriyi bekle; yakında onu
senin yanına göndereceğim.
Üçüncü Rüya ve Maşuku Görme O gün çok geç sona erdi, akşamın ulaşmasıyla, sevgiliyi görmeye muvaffak olabilmem için çabuk uyudum. Şansın iyiliğinden İmam Hasan Askeri (a.s)ı rüyamda görünce şikayet edercesine şöyle dedim: Ey kalbimin mahbubu! Neden bana cefa ettin, bu müddet içerisinde beni görmeye gelmedin? Ben canımı senin muhabbetin uğrunda telef ettim.
Buyurdular ki: Benim seni
görmeye gelmememin tek nedeni, senin Hıristiyan mezhebinde olman ve
müşriklerin dini üzere yaşamandı. Şimdi İslamı kabul ettiğinden dolayı,
ben her gece, Allah Teala bizi zahirde birbirimize kavuşturana dek seni
görmeye geleceğim.
O geceden şimdiye kadar, hiçbir
gece beni kendisini görmekten mahrum etmemiştir; sürekli rüya aleminde
onu görmeye muvaffak oluyorum.
Rum İmparatoru Kızının Esir Olma Macerası
Buşr şöyle diyor:
Meleke hanıma; Nasıl esaret
tuzağına düştünüz? diye sorduğumda şöyle cevap verdiler:
Gecelerin birinde, İmam Hasan
Askeri (a.s) rüya aleminde bana şöyle buyurdular:
Senin büyük baban, bugünlerde bir
orduyu Müslümanlara karşı savaşa gönderecektir; kendisi de orduyla
birlikte savaş cephesine gidecektir. Sen de cephe arkasında hizmet için
savaşa katılan kadınların elbisesini giy, tanınmayacak bir şekilde
hizmetkar kadınlarla birlikte, muradına ermen için cepheye doğru hareket
et.
Birkaç günden sonra Rum ordusu,
savaş cephesine doğru hareket etti, ben de İmam (a.s)ın buyurduğu
şekilde kendimi cephe arkasına ulaştırdım. Çok geçmeksizin savaş ateşi
alevlendi. Nihayet İslamın ön sıradaki askerleri bizi esir aldılar.
Daha sonra kayıklarla Bağdata doğru hareket ettik. Gördüğün gibi Fırat
nehrinin kıyısında kayıklardan indik. Şimdiye kadar benim Rum
İmparatorluğu şahının torunu olduğumu, senden başka hiçbir kimse
bilmiyor; sana da ben söyledim.
Savaş ganimetlerini böldüklerinde,
ben yaşlı bir adamın payına düştüm. O ismimi sordu; tanınmak
istemediğimden dolayı ismim Nercistir dedim.
Buşr sözünün devamında şöyle
diyor:
Nercise; Sen Rumlu olduğun
halde, nasıl Arapçayı böyle güzel biliyorsun? diye sordum.
Cevaben şöyle dedi:
Büyük babam, benim eğitimime çok özen gösteriyordu; çeşitli millet ve kavimlerin adap ve dillerini öğrenmemi istiyordu. Bundan dolayı, kendi tercümanı olan Arapça bilen bir kadına, Arapçayı gece- gündüz bana öğretmesini emretti. İşte bu yüzden Arapça dilini iyice öğrendim ve bu dille konuşmaya muvaffak oldum. Meleke Hatun ve Semavi Hediye Buşr şöyle devam ediyor:
Kısa bir bekleyişten sonra
Bağdattan Samirraya hareket ettik. Onu, İmam Ali Naki (a.s)ın yanına
götürdüm. İmam (a.s)
kısaca hal-hatır sorduktan sonra şöyle buyurdular:
Allah-u Teala, İslamın izzetiyle
Hıristiyanlığın zilletini ve Hz. Muhammed ile Ehl- i Beytinin azametini
nasıl size gösterdi?
Cevaben şöyle dedi:
Ey Peygemberin oğlu! Sizin
benden daha iyi bildiğiniz şey hakkında ben ne diyeyim!
İmam (a.s) daha sonra şöyle buyurdular:
İhtiram için sana hediye vermek
istiyorum; On bin altın mı, yoksa ebedi övünç ve şeref mayası olan
sevindirici müjdeyi mi vereyim; hangisini seçiyorsun?
Meleke: Bana evlat müjdesi
veriniz.
İmam (a.s): Dünyanın doğu ve
batısına malik olacak; yeryüzü zulüm ve adaletsizlikle dolduktan sonra
onu adaletle dolduracak olan bir evladı sana müjdeliyorum..
Meleke: Bu çocuğun babası
kimdir?
İmam (a.s):
Resulullah (s.a.a) falan zaman rüya aleminde,
seni torunu için istemiştir.
Daha sonra İmam (a.s) şöyle bir
soru sordu:
O gece Hz. Mesih (İsa -a.s-) ve
Onun vasisi, seni kimle evlendirdi?
Meleke: Senin oğlun
İmam Hasan Askeri ile evlendirdi.
İmam (a.s):
Onu tanıyor musun?
Meleke: Hz. Fatıma (a.s)ın
vesilesiyle Müslüman olduğum geceden itibaren
her gece
beni görmeye geliyordu.
Vuslat İçin Bekleyişin Sona Ermesi
Söz buraya yetiştiğinde İmam Naki
(a.s) hizmetçisine; Bacım Hakimenin buraya gelmesini söyleyin
buyurdular.
Hakime Hatun İmam (a.s)ın yanına
geldiğinde Hazret: Bacı! Beklediğim değerli hanım budur
dediler.
Hakime, İmam (a.s)ın bu sözünü duyur duymaz, Melekeyi kucaklayarak yüzünden öptü ve çok sevindi. Sonra İmam (a.s) şöyle buyurdular:
Bacı! Bu hanımı eve götür ve
dini meseleleri ona öğret. Bu yeni gelin, İmam Hasan Askeri (a.s)ın eşi
ve Kâim- i Âl- i Muhammed (s.a.a)in annesidir.
[3]
[1]
- Biharul-Envar, c. 52, s. 175
[2]
- Biharul-Envar, c. 52, s. 70.
[3]
- Biharul-Envar, c. 51, s. 4-10.
|