KISACA RESULULLAH (S.A.A)İN HAYATI
Resulullah (s.a.a), Fil
yılı, Rabiulevvel ayının on yedisinde (M.570de) Cuma günü şafak vakti
Mekke şehrinde dünyaya geldi.[1]
Resulullah (s.a.a)in değerli babası, Abdullah bin Abdulmuttalip bin
Haşim bin Abdumenaf idi; değerli annesi ise Veheb bin Abdumenafin kızı
Amine idi. Görüldüğü gibi her iki şahsiyetin akrabalık bağı Abdumenafda
birleşiyor.
Hz. Peygamberin mübarek
ismini, İlahi emir gereği Muhammed[2]
künyesini ise Ebul Kasım[3]
koydular.
İmam Bakır (a.s)ın
buyurduğuna göre, Hazretin doğumunun yedinci günü Ebu Talib, Peygamber
(s.a.a) için bir kurban kesti ve akrabalarını misafirliğe davet ederek
şöyle dedi : "Bu Ahmedin akikasıdır. Misafirler; Onun ismini neden
Ahmed koydun? diye sorduklarında Ebu Talib; Yer ve gök ehlinin
övgüsünden dolayı onun ismini Ahmed koydum. dedi.[4]
İşte bundan dolayı Emir-ul Müminin Ali (a.s), Hz. Resulullah (s.a.a)in
de, iki ismi bulunan Peygamberlerden olduğunu söylemiştir.[5]
Peygamber (s.a.a) henüz
daha dünyaya gelmeden babasını kaybetti;[6]
dünyaya geldikten sonra da onu süt emmesi için Halime-i Sadiyyeye
emanet ettiler. İbn-i Sadın yazdığına göre Halime Hazreti kucağına alır
almaz göğsü sütle doldu; öyle ki, Peygamber ve Halimenin açlıktan
uyumayan çocuğu da o sütten doydular.[7]
Peygamber (s.a.a) üç yaşına kadar annesi Aminenin
de gözetimiyle süt annesi Halimenin yanında kaldı, daha sonra Mekke
şehrine giderek kendi annesinin yanında yer aldı.
Peygamber (s.a.a) altı
yaşında iken annesi Amine ve bakıcısı Ümm-ü Eymenle birlikte
akrabalarını görmek için Medineye gittiler. Bir ay Medinede kaldıktan
sonra Mekkeye dönüşte Ebvaya (Cuhfeden 37 km. uzak)
ulaştıklarında Hazretin değerli annesi vefat edip orada defnedildi. Ümmü
Eymen Hz. Peygamberi Mekkeye götürdü, orada da Abdulmuttalip onun
sorumluluğunu üstlendi.[8]
Ama iki yıl sonra Abdulmuttalip de dünyadan göçtü.[9]
Onun vasiyeti gereğince Ebu Talib yeğeni Hz. Muhammed (s.a.a)in
sorumluğunu üstlendi.[10]
İbn-i Abbasın
naklettiğine göre Ebu Talib Hz. Peygamber ile öylesine ilgileniyordu ki,
gece ve gündüz ondan bir an olsun ayrılmıyordu, onu kendi yanında
yatırıyor ve onun hakkında kimseye güvenmiyordu.[11]
Resulullah (s.a.a) on
iki yaşında[12]
Ebu Talible birlikte Şama yolculuğa çıktı. Bu yolculukta Buheyra
isminde bir rahiple karşılaştılar. Buheyra, Mesihi (Hıristiyan)
alimlerinin en bilginlerindendi. Hz. Peygamberi görür görmez, Onun
ahir-uz zaman Peygamberi olduğunu hemen anladı. Buheyra Ebu Talibe
dönüp şöyle dedi: Önceki semavi kitaplarda bu gencin peygamberliğiyle
ilgili haber vardır."[13]
Resulullah (s.a.a)
erginlik çağına kadar Ebu Talibin evinde kaldı. Hazret ahlak, yiğitlik,
halkla geçinmek ve emanete riayet etmek bakımından öyle bir ahlaka
sahipti ki, halk ona Emin lakabını takmıştı.[14]
Resulullah (s.a.a) yirmi
yaşında iken Hilf-ul Fudul antlaşmasına katıldı. Bu antlaşma
Beni Haşim, Beni Zühre ve Beni Temim arasında yapılan en iyi antlaşma
idi. Bu antlaşma gereği mazlumlarım hakları zorbalardan alınacak ve
gereken yardımlar onlardan esirgenmeyecekti.[15]
* * *
Hz. Hatice asaletli ve serveti olan bir kadındı ve
erkekler vasıtasıyla ticaretle uğraşıyordu. Resulullah'ın doğru konuşan
ve emanettar biri olduğunu öğrenince O Hazrete, kölesi Meysere ile
birlikte ticaret yapmak için Şama gitmesini ve kendisine diğer
tacirlerden daha fazla pay vereceğini önerdi. Resulullah (s.a.a)
Haticenin bu önerisini kabul ederek onun malı ile Şama doğru yola
çıktı. O memlekette mallarını satıp işlerini bitirdikten sonra Mekkeye
doğru hareket etti. Mekkede ise oradan getirdikleri malları satıp,
öncekilere oranla iki kat veya daha fazla kâr elde etti. Üstelik Meysere
de yol boyunca Resulullahtan gördüğü hareket ve davranışları Haticeye
anlattı.
Hatice, birisi vasıtasıyla Resulullaha şöyle bir
mesaj gönderdi: Ey amca oğlu, aramızdaki akrabalık bağından ve kavmin
arasında yüce, şerefli, soylu, emanettar, iyi huylu ve doğru konuşan
biri olmandan dolayı seninle evlenmek istiyorum.
Haticenin bu evlenme
teklifi öyle bir zamanda oldu ki, Hatice o zamanlar nesep açısından en
köklü, şeref ve mal bakımından da bütün kadınların en üstünü idi; herkes
onunla evlenmek istiyordu, ama o hiç kimseyi kabul etmiyordu.[16]
Resulullah (s.a.a) Hz.
Haticenin evlenme teklifini kabul ederek amcalarını onu istemeye
gönderdi.[17]
Resulullah (s.a.a)
evlendiği zaman yirmi beş[18],
İbn-i Abbas ve bir grup diğer bilginlerin sözüne göre Hz. Hatice de
yirmi sekiz yaşında idi.[19]
Hz. Peygamber (s.a.a)in
Hz. Hatice ile evlenmesinden ikisi erkek, dördü kız olmak üzere toplam
altı çocuğu oldu. Erkeklerin isimleri; Kasım ve Tahir; kızların isimleri
ise Ümmü Gülsüm, Rukayye, Zeyneb ve Fatımadır.[20]
Hatice-i Kubra (a.s) Resulullah (s.a.a) ile ortak
yaşantısında çok fedakarlıklar yapmıştır. O bütün mal ve servetini aziz
eşinin ihtiyarına bırakmış ve bütün kadınlardan önce Hz. Resulullaha
iman etmişti. Resulullah (s.a.a) onun hakkında şöyle buyurmuştur:
O, insanlar kafir
olduğunda bana iman etti, halk beni tekzip ettiğinde o beni tasdik etti,
halk beni mahrum bıraktığında o kendi malıyla bana yardımda bulundu.[21]
* * *
Hz. Resulullahın
yaşantısının en hassas dönemi, 40 yaşına girdiği ve Recebin 27. günü
(M.610) peygamberliğe seçildiği andır.[22]
O zamandan itibaren üç yıl boyuca halkı gizlice İslama davet etti.[23]
Hz. Resulullaha ilk iman eden Emir-ul Müminin Hz. Ali olmuştur.[24]
Ondan sonra da Hz. Hatice iman etmiştir.
Bisetin üçüncü yılında Resulullah (s.a.a) halkı
açıkça İslama davet etmeye emr olundu. Bu emir gereği önce kendi
yakınlarını misafirliğe davet edip onlara şöyle buyurdu:
Allah-u Teala beni,
sizi Ona davet etmeye emretmiştir. İçinizden kim beni tasdik edip bu
işte bana yardımcı olursa, sizin aranızdaki kardeşim, vasim ve halifem
olacaktır.[25]
Teberinin yazdığına göre Ebu Talib oğlu Ali,
Peygambere yardımcı olacağını ilan eden tek şahıs idi. Peygamber
(s.a.a) de oradakilere şöyle buyurdu:
Bilin ki, bu şahıs,
benim sizin aranızdaki kardeşim, vasim ve halifemdir; onun sözlerini
dinleyin ve emirlerine itaat edin.[26]
Resulullah (s.a.a)
akrabalarını İslama davet ettikten sonra, halkın da putlarını bırakıp
sadece Allaha ibadet etmelerini istedi. Bu söz onlara çok ağır geldi;
az bir grup hariç hepsi Hazrete düşman olmaya başladılar. O kritik anda,
Mekkenin büyüğü ve Peygamberin amcası olan Ebu Talib, kardeşi oğlunun
yardımına koştu ve onu yalnız bırakmayacağına dair yemin etti.[27]
Gerçekten öyle de yaptı. Ebu Talib, hayatta olduğu müddetçe Kureyş Hz.
Peygamberi fazla incitemiyordu.
Kureyş büyükleri, Ebu Talibin koruması altındaki
Hz. Peygamberi tam baskı altına alamadıklarını görünce yeni Müslüman
olanları eziyet ve işkence etmeye başladılar. Peygamber (s.a.a),
Müslümanların Kureyşin zulüm ve eziyetinden kurtulmaları için onlara
Habeşistan'a hicret etmeleri için izin verdi.
Hicretin altıncı
yılında, Mekke müşrikleri, Peygamber (s.a.a)i öldürme kararı aldılar.
Bu yüzden Muhammed (s.a.a)i kendilerine teslim etmedikçe Beni Haşimle
muamele yapmayacaklarına ve onlardan evlenmeyeceklerine dair kendi
aralarında bir antlaşma imzaladılar. Bu antlaşmayı bir deri sayfasına
yazıp Kabenin duvarına astılar. Beni Haşim de canlarını korumak için
Peygamber (s.a.a) ile Şib-i Ebu Talib deresine sığındılar; üç
yıl boyunca orada kaldılar. Üç yıl sonra Allah-u Teala Peygamberine,
antlaşmayı Allah lafzı hariç karıncaların yediğini haber verdi.
Ebu Talib bu haberi Kureyişlilere iletti ve onlara; Eğer Muhammedin
söyledikleri doğru çıkarsa ne yaparsınız? diye sordu. Onlar da: Artık
el çekeriz dediler. Kureyşliler Kabeye gidip oraya astıkları
antlaşmanın Allah lafzı hariç karıncalar tarafından yenildiğini
görünce kendi antlaşmalarından vazgeçtiler. Bisetin onuncu yılında vuku
bulan bu olay neticesinde Mekke halkından birçok kimseler İslamiyeti
kabul ettiler. Böylece Beni Haşim Şib-i Ebu Talibden dışarı çıkabildi.[28]
Peygamber (s.a.a)
bisetin onuncu yılında iki büyük yardımcısı olan Hz. Ebu Talib ve Hz.
Haticeyi kaybetti,[29]
bu iki büyük şahsiyetin ölümü Hazrete çok ağır geldi, bundan dolayı o
yılın ismini Hüzün yılı koydu.[30]
İmam Zeynul- Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur:
Resulullah (s.a.a), Ebu
Talib ve Haticeyi kaybettiğinde artık Mekkede kalması güçleşmişti...
Allah-u Teala bundan dolayı Hz. Peygamberin, Mekkede yardımcısı
olmadığından orayı terk edip Medineye doğru hareket etmesini emretti.[31]
Ebu Talib merhum
olduktan sonra Kureyşin Peygambere eziyeti gittikçe fazlalaştı,
Hazrete defalarca ihanet edip Onun canına kıymak istediler.[32]
Mekke müşrikleri,
bisetin 13. yılı Darun Nedve denilen bir yerde toplanıp
Peygamberi öldürme kararı aldılar. Bu karara göre çeşitli kabilelerden
oluşan gençler hep birlikte Hazrete saldıracak ve kimin tarafından
öldürüldüğü bilinmeyecekti.[33]
Hz. Peygamber (s.a.a) İlahi vahiyle bu komplodan haberdar oldu ve
geceleyin Mekkeden ayrılarak Medineye doğru yola çıktı. Emirul-
Müminin Hz. Ali de Peygamber (s.a.a)in canını korumak için Onun
yatağında yattı.[34]
* * *
Peygamber (s.a.a),
Rabiul- Evvel ayının ilk günü Mekkeden ayrıldı ve aynı ayın 12. günü
Medinenin yakınlarında olan Kuba denilen yere vardı ve orada
yaklaşık on gün Hz. Aliyi bekledi.[35]
Bu müddet içerişinde de Kuba camisini yaptırdı.
Daha sonra Hz. Alinin gelmesiyle Medineye teşrif buyurdular .
Hz. Peygamberin hicreti ardınca Mekke
Müslümanları da yavaş-yavaş Medineye hicret etmeye başladılar.
Peygamber (s.a.a) Muhacir ve Ensar (Medine halkı) arasındaki samimiyet
bağını güçlendirmek için onların aralarında kardeşlik bağı oluşturdu.
Peygamber (s.a.a) bu teşebbüsü ile Medinede
İslami bir toplum oluşturmuş ve Muhacirlere yardım için de uygun bir
zemin hazırlamıştı.
Bu küçük İslam toplumunun kuruluşundan daha 19 ay
geçmemişken Müslümanlarla Mekke müşrikleri arasında savaş ateşi tutuştu.
İlk önemli ateş Bedir savaşı idi, onun peşi sıra Uhud,
Hendek, Hayber, Tebuk vb....savaşlar da vuku buldu.
Peygamber (s.a.a)in
savaşları iki çeşittir; birincisi, kendisinin katıldığı savaşlardır, bu
savaşlara Gazve denilir. Diğeri ise kendisinin katılmadığı
savaşlardır, bu savaşlara da Seriyye deniliyor. Gazvelerin
sayısının 28, seriyyelerin sayısının ise 38 tane olduğunu
söylemişlerdir.[36]
Bunca savaş, dokuz yıldan az bir zamanda vuku bulmuştur.
Bu gazve ve seriyyeler, Müslümanların Hicaz
topraklarında azamet ve güçlerinin aşikar olmasına ve birçok Arap
kabilelerinin Hz. Peygamberle barış antlaşmaları imzalamalarına sebep
oldu.
Bu antlaşmaların en önemlisi, Hudeybiye
antlaşması idi. Hz. Peygamber bu antlaşmayı, hicretin altıncı yılında
Mekke müşrikleriyle yaptı. Bu antlaşma, Hicaz toprağında nisbi bir
emniyet ve huzurun oluşmasına yol açtı ve diğer topraklarda da İslamın
yayılmasına bir ortam hazırladı.
Peygamber (s.a.a),
hicretin yedinci yılında İslamın geniş bir şekilde yayılmasını sağlamak
için birçok mektuplar yazmış ve bu mektupları İran, Rum, Habeş, Mısır,
Yemame, Bahreyn vb. ülkelerin kral ve padişahlarına göndererek kendi
mesajını onlara iletmiştir.[37]
Resulullah bu mektuplarda onları İslama davet ediyordu. Bu vesileyle
Hz. Peygamberin evrensel risaleti dünyanın her tarafına bildirilmiş ve
böylece İslamın mesajı uzak memleketlere de ulaşmıştır.
* * *
Hicretin sekizinci
yılının Ramazan ayında Mekke şehri Peygamber tarafından fethedildi.[38]
Resulullah (s.a.a) ordusuyla birlikte savaşmaksızın Mekke şehrine girdi,
ilk teşebbüsünde Mekke halkının hepsini affetti ve Kabede bulunan üç
yüz atmış putu oradan temizledi[39]
ve sonra minbere çıkarak şöyle buyurdu:
Ey insanlar! Allah
Teala cahiliyet tekebbürünü ve atalarla övünmeyi sizin aranızdan
temizledi. Bilin ki siz Ademdensiniz, Adem de balçıktandır. Bilin ki,
Allahın en iyi kulları Ondan korkan ve günah işlemeyendir.[40]
Resulullah (s.a.a), Mekkede kısa bir müddet
kaldıktan sonra Medineye doğru hareket etti. Bir kaç aydan sonra, Rum
ordusunun İslam ülkelerine saldırıp o topraklarda ilerlemeyi
amaçladıklarını öğrendi. Hazret bu haberi öğrenir öğrenmez İslam
ordusunun, Rum ordusuna karşı koymak için Şam sınırlarına doğru hareket
etmelerini emretti, kendisi de ordunun komutanlığını üzerine aldı. Uzun
bir mesafeyi kat ettikten sonra Hicretin dokuzuncu yılının Şaban ayında,
Şam sınırında bulunan Tebuk topraklarına ulaştılar. Ama
Rumlulardan hiçbir eser yoktu. Çünkü Rum ordusu, Hz. Peygamberin
komutanlığındaki İslamın güçlü ordusunun hareketinden haberdar olmuş ve
Müslümanlar karşısında yenilgiye uğramak korkusundan aldıkları
kararlarından vazgeçmişlerdi.
Resulullah (s.a.a) düşman tehlikesinin olmadığını
görünce ordunun Medineye dönmesini emretti. Tebuk ismiyle meşhur olan
bu gazve Hz. Peygamberin en son gazvesi sayılmaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.a)in
Hicaz topraklarındaki en fazla muvaffakiyet elde ettiği yıl, hicretin
dokuzuncu yılıdır. Çünkü o yılın hac merasiminde müşriklerden beraat
ilan edildi.[41]
Bu önemli mesele, Kurban Bayramında Emirul- Müminin Hz. Ali vasıtasıyla
düşmanlara duyuruldu ve onlara, İslama karşı tavırlarını belirlemeleri
için dört ay mühlet verildi. Bu beraatin ilanı neticesinde çeşitli
kabilelerin elçileri Medineye doğru akın etmeye başladılar. Hepsi Hz.
Peygamberin huzuruna gelip İslamı kabul ettiklerini veya İslamın
gölgesinde yaşamaları için cizye ödemeye hazır olduklarını ilan ettiler.
O yıl çok fazla elçinin Medineye akın etmesinden
dolayı o yıla Ammul- Vefud (Elçiler Yılı) ismini vermişlerdir.
Böylece puta tapma adet ve geleneği Hicaz toprağından silinmiş ve yerine
tevhid dini yerleşmiştir.
* * *
Resulullah (s.a.a),
hicretin onuncu yılında hac amellerini yapmak için Mekkeye yolculuk
yapmaya hazırlandı. Müslümanlar da bu haberi duyunca, hac amellerini
doğru bir şekilde kamil olarak öğrenmek için yolculuğa hazırlandılar.
Resulullah (s.a.a) Zilkade ayının sonuna dört gün kala Medineden
ayrıldı, Zilhiccenin dördüncü günü ise Mekkeye vardı.[42]
Hac amellerini yaptıktan sonra Müslümanlarla birlikte o şehirden ayrıldı
ve Medineye doğru yola koyuldu. Yüz yirmi bin civarında olan hac
kervanı Cuhfe denilen yere yetiştiğinde Hz. Peygamber
tarafından kervanın durdurulması emredildi. Hazret namazını kıldıktan
sonra Gadir-i Hum kenarında bir hutbe okudu, sonra Hz. Alinin
elinden tutarak yüksek bir sesle şöyle buyurdu:
Ben kimin mevlası isem
Ali de onun mevlasıdır...
[43]
Bu vakıa, Zilhiccenin on sekizinci günü vuku
buldu. Hz. Peygamberin halife tayin etme işi birkaç defa çeşitli
yerlerde tekrarlanmıştır.
Hz. Peygamber (s.a.a)
Haccetul- Veda yolculuğundan sonra ömrünün son günlerini yaşıyordu,
nihayet hicretin on birinci yılı Sefer ayının yirmi sekizinde fani
dünyadan ayrılıp ebedi yurda göç etti.[44]
Hz. Peygamber (s.a.a)in
Haticeden altı çocuğu vardı, onların isimlerini daha önce zikrettik.
Mariyeden de İbrahim isminde bir oğlu vardı. Hazretin, Fatıma (a.s)
hariç bütün evlatları kendi hayatı döneminde vefat ettiler.[45]
Hz. Peygamberin nesli, Hz. Fatımadan devam etti.
* * *
Resulullah (s.a.a)in Makamı
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Allah-u Teala Muhammed (s.a.a)den
daha üstün ve daha hayırlı bir varlık yaratmamıştır.
[46]
İmam Sadık (a.s) da
şöyle buyurmuştur: Allah-u Teala, Peygamberlere bağışladığı her
şeyi, Hz. Muhammede de bağışlamıştır.
[47]
İmam Kazım (a.s) da
buyurmuş ki: Hz. Muhammed (s.a.a), Allah Tealanın mebus kıldığı
her peygamberden daha bilgili idi.
[48]
Resulullah (s.a.a)in Evrensel Risaleti
Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
De ki: Ey insanlar, ben
sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan, kendisinden başka tanrı
bulunmayan, yaşatan, öldüren Allahın elçisiyim.[49]
Yine Allah-u Teala buyuruyor ki:
Biz seni ancak bütün
insanlara bir müjdeci ve uyarıcı-korkutucu olarak gönderdik.[50]
Resulullah (s.a.a)in Son Peygamber Oluşu
Allah-u Teala buyuruyor ki:
Muhammed, sizin
erkeklerinizden hiç birinin babası değildir; fakat o, Allahın elçisi ve
peygamberlerin sonuncusudur.[51]
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur:
Muhammed (s.a.a)in
şeriatı, kıyamet gününe kadar nesh olmayacaktır ve Ondan sonra kıyamet
gününe kadar da bir peygamber gelmeyecektir.
[52]
Resulullah (s.a.a)in Zühdü
Hz. Ali (a.s) bu hususta şöyle buyurmuştur:
Resulullah (s.a.a),
yerde yemek yerdi, kul gibi otururdu, ayakkabısını kendisi tamir ederdi,
elbisesini kendisi yamardı, eğersiz merkebe binerdi; biri daha varsa
ardına bindirirdi. Evinin kapısına, üstünde resimler bulunan bir perde
asılmıştı; zevcelerinden birine; Şunu kaldır; zira ona baktıkça dünya
ziynetlerini hatırlıyorum buyurmuştu. Dünyayı gönlünden çıkarmıştı; onu
anmayı hatırından geçirmezdi. Dünyayı o kadar gözden çıkarmıştı ki, ne
gönül bağlayacağı güzel bir elbisesi vardı, ne de üstüne oturacağı bir
sergisi.
[53]
Resulullah (s.a.a)in Emanettarlığı
İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyordu:
Emanetleri sahiplerine
geri verin. Çünkü Resulullah (s.a.a) iğne ve ipliği bile sahibine geri
verirdi.
[54]
Resulullah (s.a.a)in İsmi
Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyordu:
Evladınızın ismini
Muhammed koyduğunuzda ona ihtiram edin, meclislerde ona yer açın,
ona
surat asmayın.
[55]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu:
Bizim bir evladımız
olduğunda onun ismini mutlaka Muhammed koyarız; yedi gün geçtiğinde
istesek değiştiririz, istemesek aynen öyle kalır.
[56]
Peygamber (s.a.a)e Salavat
Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
Hiç şüphesiz, Allah ve
melekleri Peygambere salat etmektedirler. Ey iman edenler, siz de ona
salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.[57] İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
Peygamber (s.a.a)
anıldığında, ona çok salat edin. Çünkü kim ona bir defa salat ederse
Allah-u Teala ona bin salat eder...
[58]
Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
Kim bana bir yazıda
salat yazarsa, ismim o yazıda olduğu müddetçe melekler sürekli olarak
ona mağfiret dilerler.
[59]
Salavat çeşitli şekillerde söylenebilir, ama en
meşhur olanı, teşehhütte de sürekli söylediğimiz şu cümledir:
Allahumme salli ala Muhammedin ve al-i Muhammed.
Şunu da hatırlatalım ki, Peygamberin âlini
söylemeksizin Ona salat etmek, yani Sallallahu aleyhi ve sellem
demek doğru değildir. Hazretin kendisi böyle bir salavatı nehy etmiş ve
onu doğru bilmemiştir. Doğrusu şudur: Sallallahu aleyhi ve âlihi ve
sellem
Allahım! Muhammed ve al-i Muhammede salat eyle
ve onların ferecini yakınlaştır.
Resulullah (s.a.a)in Tevazusu
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
Resulullah (s.a.a) bir
eve girdiğinde, meclisin en aşağı kısmında otururdu.
[60]
Enes bin Malik şöyle diyor:
Resulullah (s.a.a)
hastaların ziyaretine giderdi, cenazeleri teşyi ederdi, kölenin davetini
kabul ederdi, merkebe binerdi, Hayber, Beni Kureyza ve Beni Nadir günü
(onlarla savaştığı günler) yularlı bir merkebe binmişti, altında liften
bir palan vardı.[61]
İmam Sadık (a.s)ın şöyle buyurduğunu
nakletmiştir:
Resulullah (s.a.a)
mebus olduğu günden dünyadan göçene dek, bir yere dayanarak yemek
yemedi, köleler gibi yemek yerdi, onlar gibi otururdu.
Neden böyle yapıyordu
dediklerinde; Allah Tealaya tevazu etmek için. buyurdular.[62]
İmam Sadık (a.s) Resulullah (s.a.a.)in şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir:
Ben ölene kadar beş
şeyi, benden sonra sünnet olması için terk etmem: Kölelerle yerde yemek
yemeği, semerli merkebe binmeyi, keçiyi elimle sağmayı, yünlü elbise
giymeyi ve çocuklara selam vermeyi.
[63]
Resulullah (s.a.a)in Sabrı
Emirul- Müminin Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
Bir Yahudinin Resulullah (s.a.a)den bir kaç
dinar alacağı vardı, Hazretten o parayı istedi. Resulullah (s.a.a);
Ey Yahudi, şimdi yanımda sana verecek bir param yoktur. buyurdu.
Yahudi; Ya Muhammed! Paramı vermedikçe senden ayrılmayacağım! dedi.
Resulullah (s.a.a) cevaben; Bu durumda ben de seninle birlikte
otururum! buyurdular.
Resulullah (s.a.a) onunla birlikte oturdu; öyle ki
öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını da orada kıldı.
Resulullah (s.a.a)in ashabı o Yahudiyi tehdit etmeye başladılar.
Resulullah (s.a.a) onlara bakıp şöyle buyurdu: Onunla ne işiniz
vardır? Ashap: Ya Resulullah! Bu Yahudi seni hapsetmiştir!
Resulullah (s.a.a) onlara cevap olarak; Allah Teala beni, bir zimmi
veya başka birisine zulüm yapmak için mebus etmemiştir.
buyurdular.
Gün yükseldiğinde Yahudi
adam şöyle dedi: Allahtan başka bir ilah olmadığına ve Muhammedin de
Onun kulu ve elçisi olduğuna tanıklık ediyorum; malımın bir şatrı
(yarısı) Allah yolu içindir. Allaha ant olsun ki, sana karşı böyle
davranmam, sırf senin Tevrat'taki vasfını sende görmem içindi. Ben senin
Tevrattaki vasfını okumuştum. Onda şöyle yazılmıştı: Abdullah oğlu
Muhammed Mekkede dünyaya gelecektir, Tıybeye (Medineye) hicret
edecektir, sert ve katı kalpli değildir, sövmez ve çirkin söz ağzına
almaz. Ben Allahtan başka bir İlahın olmadığına, senin de Onun
elçisi olduğuna şehadet ediyorum. Bu benim malımdır, Allah nerede
emretmişse onu orada harca.[64]
Resulullah (s.a.a)in Cesareti
Hz. Ali (a.s)dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bedir savaşında biz
(sıkıya düştüğümüzde) Resulullaha sığınıyorduk; O, düşmana hepimizden
daha yakındı; Hazret o gün herkesten daha güçlü idi.
[65]
Enes bin Malik şöyle rivayet etmiştir:
Resulullah (s.a.a),
insanların en şecaatlisi, en güzeli ve en cömerdi idi. Bir gece Medine
halkı bir vahşete kapıldı, derken sese doğru hareket ettiler. Resulullah
(s.a.a) de onlarla karşılaşıp Ebu Talhanın atına binmiş ve kılıcını
boynuna asmış olduğu halde şöyle buyuruyordu: Korkmayınız! O ses,
denizin (dalgalarının) sesidir!
[66]
Resulullah (s.a.a)in Ümmetine Karşı Şefkati
Enes bin Malik şöyle diyor:
Resulullah (s.a.a),
ashaptan birini üç gün görmediğinde, onu sorup araştırırdı, eğer sefere
gitmiş olsaydı onun hakkında dua ederdi, ama eğer hasta olmuş olsaydı o
zaman onun ziyaretine giderdi.[67]
İbn-i Abbas şöyle diyor:
Resulullah (s.a.a)
konuştuğunda veya Ondan bir şey sorduklarında, iyice kavramaları için
sözünü üç defa tekrarlardı.[68]
Cerir bin Abdullah da şöyle diyor:
Resulullah (s.a.a),
evlerinden birine girdi, derken o ev (ashapla) dolup taştı, ben de evin
dışarısında oturdum. Resulullah (s.a.a) beni görünce elbisesini büküp
bana atarak; Onun üzerinde otur buyurdular. Ben de onu yüzüme sürüp
öptüm.[69]
Selman-i Farisi de şöyle diyor:
Bir gün Resulullah
(s.a.a)in evine gittim, Hazret bir yastığa dayanmıştı, derken onu
yaslanmam için bana atarak şöyle buyurdular: Ya Selman! Kim bir
Müslüman kardeşinin yanına gittiğinde, kardeşi ona ikramda bulunur ve
rahat etmesi için ona yastık verirse, Allah Teala onun günahlarını
bağışlar.
[70]
Cabir bin Abdullah da şöyle diyor:
Resulullah (s.a.a)
yirmi bir savaşa katıldı, ben o savaşlardan on dokuzuna bizzat kendim
şahit oldum, ama ikisine katılamadım. Bazı savaşlarda Hazretle
beraberdim. Bir gece altımdaki devem çöktü, artık hareket etmedi.
Resulullah (s.a.a) insanların en arkasında hareket ediyordu. Güçsüz
insanları arkasına bindirip onlar için dua ediyordu. Bana yetiştiğinde,
benim ah vah ettiğimi görünce; Bu adam kimdir? diye sordu. Ben;
Anam babam sana feda olsun Ya Resulellah, ben Cabir bin Abdullahım
dedim. Ne olmuş? diye sordu. Cevaben; Devem yorulmuştur, artık
hareket etmiyor dedim. Resulullah (s.a.a); Asan var mı?diye sordu.
Evet vardır dedim. Hazret o asayla deveyi kaldırdı, onu sürdü ve daha
sonra onu yatırıp; Bin dedi. Ben de ona binip o deveyle hareket
ettim, benim devem onlardan ileri geçiyordu. O gece Resulullah (s.a.a)
yirmi beş defa bana mağfiret diledi. Daha sonra; Baban Abdullahın
ne kadar evladı vardır, acaba borcu da var mıdır? diye sordu...[71]
Resulullah (s.a.a)in Oturuşu
Yine İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur
Resulullah (s.a.a)
oturduğunda genellikle kıbleye doğru oturuyordu.
[72]
Bir gün adamın birisi camiye girdi, Resulullah
(s.a.a) ise yalnız oturmuştu, Hazret o adam için yer açtı (veya yerinden
kımıldadı). O adam Resulullahın bu hareketini görünce; Ya Resulellah!
Yer geniştir dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:
Müslümanın, Müslüman
kardeşinin üzerindeki olan hakkı, onun kendi yanında oturmak istediğini
gördüğünde onun için yer açmasıdır (veya yerinden kımıldamasıdır.)
[73]
Resulullah (s.a.a)in Yemek Yiyişi
Mevaliydus- Sadikayn kitabında şöyle yazılmıştır:
Resulullah (s.a.a) yemek yerken ailesi ve
hizmetçisiyle birlikte yiyordu; onu davet eden bir kimseyle yemek
yediğinde de onların yediğinden yiyordu. Bir misafir geldiğinde de
misafiriyle birlikte yemek yiyordu. Önüne sofra açıldığında da şöyle
diyordu: Bismillah, Allahumme icalha nimeten meşkureten,
tesilu biha nimetel- cenneti. (Allahın adıyla, Allahım onu
(o yemeği) şükredilmiş nimet kıl ve bizi onunla cennet nimetine
kavuştur.)
Yine yemek yediğinde kendi önünden yiyordu, namaz
kılanın namazda oturduğu gibi dizlerini ve ayaklarını toparlayarak
oturuyordu; fakat bir dizi diğerinden yüksekte idi ve buyuruyordu ki:
Ben kullar gibi yemek yiyorum ve onlar gibi oturuyorum.
Sıcak yemek yemezdi, soğuduktan sonra yerdi ve
şöyle buyuruyordu: Allah Teala bize sıcak yiyecek vermemiştir, sıcak
yemeğin bereketi yoktur. Öyleyse onu soğutun.
Resulullah (s.a.a) üç parmakla yemek yiyordu,
kendi önündekinden yerdi, başkalarının önündekilerden yemezdi, sağ
eliyle yerdi, yemeklerden etli yemeği daha çok severdi; Et duyu ve
görü gücünü artırır; et, dünya ve ahirette yiyeceklerin en üstünüdür
buyuruyordu.
Kabağı da severdi;
Kabak kardeşim Yunusun ağacıdır diyordu. Ama sarımsak ve soğan
yemezdi. Karpuz ve özellikle et yediği zaman ellerini güzel bir şekilde
yıkardı, sonra elindeki kalan suyu yüzüne sürerdi. Mümkün olduğu kadar
yalnız yemek yemezdi. Bir gün ashaba; Sizin en kötü olanınızı size
bildireyim mi? diye sordu. Ashap; Evet dediklerinde şöyle
buyurdular: Sizin en kötünüz; yalnız yemek yiyen, kölesini döven ve
yardımını esirgeyendir.
[74]
Resulullah (s.a.a)in Su İçişi
Resulullah (s.a.a) su içmek istediğinde
Bismillah derdi, suyu yudum-yudum içerdi, bir iki yudum içtikten
sonra durup Allaha hamd ederdi; her su içmesinde üç defa Bismillah,
üç defa da Elhamdülillah derdi. Suyu emerek içerdi, bir solukta
içmezdi. Bir şey içtiğinde soluk alıp vermezdi, soluk almak istediğinde
kabı uzaklaştırırdı, sonra soluk alırdı. Avucuyla da su içerdi,
Avuçtan daha güzel kap yoktur buyururdu.
Bir gün, sütle bal
karıştırılmış bir şerbet getirdiklerinde onu içmekten sakındı. Daha
sonra şöyle buyurdu: Ben onu haram etmiyorum, ama yarın dünya
artığıyla iftihar etmeği de sevmiyorum; tevazu etmeyi seviyorum; kim
Allah için tevazu ederse Allah onu yüceltir.
[75]
Resulullah (s.a.a)in Güzel Koku Kullanması
Resulullah (s.a.a) kendisine misk ve amber
sürüyordu; öyle ki onun yağı başında parlıyordu. Karanlık gecede kendisi
görülmeden kokuyla tanınırdı; bu Peygamber (s.a.a)dir diyorlardı.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
Resulullah (s.a.a),
yemeğe harcadığından daha çok güzel kokuya harcardı.
[76]
İmam Bakır (a.s) da buyurmuştur ki:
Resulullah (s.a.a)
kendisine sunulan her güzel kokuyu kullanır ve şöyle buyururdu: Onun
kokusu güzel, mahmili ise hafiftir (taşınması kolaydır); Benim lezzetim
kadın ve güzel kokudadır; güzümün ışığı ise namaz ve oruçtadır.
[77]
Resulullah (s.a.a)in Aynaya Bakması
Resulullah (s.a.a), aynaya bakarak saçını tarayıp
düzeltiyordu, bazen de suya bakarak düzeltiyordu; ailesine süslenmekten
daha çok ashabı için kendisine çeki-düzen veriyordu. Bir gün Aişe
Resulullah (s.a.a)in kovadaki suya bakarak saçını tarayıp düzelttiğini
görünce şöyle dedi: Babam anam sana feda olsun ya Resulullah! Kovadaki
suya bakıp da saçını mı tarayıp düzeltiyorsun; oysa sen peygamber ve
yaratıkların en üstünüsün? Resulullah (s.a.a) cevabında şöyle
buyurdular:
Allah-u Teala kulunun,
kardeşlerinin yanına gittiğinde onlar için hazırlanıp süslenmesini
seviyor.
[78]
Resulullah (s.a.a)in Elbise Giyişi
Resulullah (s.a.a) yeni
bir elbise giydiğinde Allaha hamd ediyordu, çıkardığında ise önce sol
kolundan çıkarıyordu. Daha sonra bir fakiri çağırarak eski elbiselerini
ona veriyordu. Resulullah (s.a.a)in iki elbisesi vardı, biri Cuma
gününe mahsustu, diğeri ise başka günler içindi. Resulullah (s.a.a)in
bir bezi ve bir de mendili vardı, abdestten sonra o mendille yüzünü
kuruluyordu; mendil olmadığında ise üzerindeki rıdasının bir tarafıyla
bu işi yapıyordu.[79]
Bazı hadislerde ise abdestten sonra yüz ve ellerin
havlu veya mendille kurulanmamasının müstahap olduğu zikredilmiştir;
hatta İmam Sadıktan nakledilen hadise göre böyle bir abdesttin
sevabının diğerine nispet otuz kat daha fazla olduğu da vurgulanmıştır.
Ama Ayetullah Hameneyi gibi bazı müçtehitlerin fetvasınca; abdestten
sonra el ve yüzlerin, insanın kendisine mahsus olan havlu veya mendille
silinmesinin hiçbir sakıncası yoktur.
Resulullah (s.a.a)in Davranışı
İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
Bir gün bir Yahudi, Resulullah (s.a.a)in yanına
gelerek Selamun aleykum yerine Samun aleykum (ölüm
sana) dedi. Aişe de Resulullahın yanında idi. Resulullah (s.a.a) de
Aleyke (Sana da) diye cevap verdiler. Daha sonra başka
birisi gelip aynı sözü söyledi. Resulullah (s.a.a) de onun arkadaşına
verdiği cevabın aynısını ona da verdi. Daha sonra başka birisi geldi, o
da aynı sözü dedi ve arkadaşlarına verilen cevabı aldı. Bu sırada Aişe
sinirlenip şöyle dedi: Ölüm, gazap ve lanet size olsun ey Yahudi
topluluğu, ey maymun ve domuzun kardeşleri!
Resulullah (s.a.a) Aişeye şöyle buyurdular:
Ya Aişe! Eğer sövmek tecessüm etseydi, kötü tecessüm ederdi; yumuşaklık
neye bırakıldıysa onu süsledi ve onun makamını yüceltti.
Aişe; Ya Resulullah!
Onların es- samu aleykum (ölüm size) dediğini duymadınız mı?
dediğinde de Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: Evet duydum, ama
onlara verdiğim cevabı sen duymadın mı? Aleykum (size de) diye cevap
verdim. Eğer bir Müslüman size selam verirse es-selamu aleykum diye
cevabını verin, ama eğer bir kafir selam verirse sadece aleykum
söyleyin.
[80]
Bahrus- Sakka şöyle diyor:
Bir gün İmam Sadık (a.s) bana şöyle buyurdu:
Ey Bahr! Güzel ahlak insanı mesrur eder (neşelendirir). Daha sonra
da buyurdular ki: Medine halkından birisinin elinde olan hadisi sana
söyleyeyim mi? Ben de; Evet buyurun dedim. İmam (a.s) şöyle
buyurdular:
Bir gün Resulullah (s.a.a) camide oturmuştu,
Ensardan birisinin cariyesi gelip Resulullahın elbisesinin bir
kenarından tuttu, Resulullah da onun için ayağa kalktı, ama bir şey
demedi, o cariye de bir şey demedi. Bu amel üç defa tekrarlandı,
dördüncü defasında yine Resulullah (s.a.a) onun için yerinden kalktı, o
cariye bu defasında Hazretin arkasında yer almıştı, derken Resulullahın
elbisesinden biraz kesip götürdü.
Halk o cariyeye; Allah belanı versin, bu yaptığın
iş ne idi? Resulullahı üç defa yerinden kaldırdın, hiçbir şey de Ona
söylemedin, O da sana bir şey söylemedi, ihtiyacın ne idi?!
Cariye cevaben şöyle dedi:
Bizim bir hastamız
vardır, hastanın şifa bulması için ailem, Resulullahın elbisesinden
biraz kesip onlara götürmemi benden istediler. Ben de Resulullahın
elbisesinden tutup ondan biraz kesmek istediğimde beni görüp ayağa
kalktılar, ben de, O beni gördüğü halde Onun elbisesinden bir şey
kesmekten utandım ve Onunla konuşmak da istemiyordum! Bundan dolayı
öyle yaptım[81]
Resulullah (s.a.a)in Musafahası
Resulullah (s.a.a) bir
kimseyle musafaha ettiğinde (tokalaştığında), o elini bırakmadıkça
Hazret elini bırakmazdı; insanlar bunun farkına vardıklarında ise rahat
etmesi için elini diğer eliyle onun elinden çıkarıyordu.[82]
İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:
Bir gün Resulullah
(s.a.a) Huzeyfe ile karşılaştı, Hazret ona elini uzattı, o da elini geri
çekti. Resulullah (s.a.a) bu durumu görünce; Ey Huzeyfe! Ben elimi
sana uzattım, sen ise elini geri çektin! buyurdular. Huzeyfe
cevaben şöyle dedi: Ya Resulellah! Benim senin eline rağbetim vardır
(onu tutmak istiyorum), ama ben cenabetliyim, cenabetli olduğum halde
elimin senin eline dokunmasını sevmiyorum. Resulullah (s.a.a) onun bu
sözüne karşılık şöyle buyurdular: Müslümanlar birbirleriyle
karşılaşırken musafaha ettiklerinde günahlarının, ağacın yapraklarının
dökülmesi gibi döküldüğünü bilmiyor musun?
[83]
Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
Birbirinizle
karşılaştığınızda, selam verin ve musafaha edin, ayrıldığınızda ise
birbirinize mağfiret dileyerek ayrılın.
[84]
Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
Musafaha edin; çünkü
musafaha kinleri giderir.
[85]
Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuşlardır ki:
Kadının, mahrem olmayan
bir kimseyle musafaha yapması (tokalaşması) câiz değildir; bir elbisenin
arkasından olursa (sıkmamak şartıyla) o başka.
[86]
Resulullah (s.a.a)in Oruç Tutuşu
İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
Resulullah (s.a.a)
peygamberliğe seçildiğinde o kadar oruç tutuyordu ki halk; "Peygamber
iftar etmiyor." diyorlardı. Daha sonra bir gün oruç tutup bir gün iftar
etmeğe başladı. Daha sonra Pazartesi ve Perşembe günlerini oruç
tutuyordu. Daha sonra ayda üç gün oruç tutmaya başladı: Ayın ilk başında
Perşembe günü, ortasında Çarşamba günü ve sonunda ise Perşembe günü. Ve
şöyle buyuruyordu: Bu şekil oruç tutmak, bütün günleri oruç tutmakla
eşittir.
[87]
Anbesetul- Abid şöyle diyor:
Resulullah (s.a.a)
ömrünün sonuna dek Şaban ve Ramazan ayının oruçlarını tutardı ve her
ayda üç gün oruç tutmayı ise ihmal etmezdi; şöyle ki ayın ilk
Perşembe'sini, ortasındaki ilk Çarşamba'yı ve son Perşembe'yi oruç
tutmakla geçirirdi.[88]
Resulullah (s.a.a)in Mizahı ve Gülüşü
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
Peygamber (s.a.a)
insanları sevindirmek için onlarla şaka ve mizah yapardı.
[89]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyordu:
Ben şaka yapıyorum, ama
hakkın dışında bir şey söylemiyorum.
[90]
Muammer bin Hallad şöyle diyor:
Bir gün Hz. Ali (a.s)a; Canım sana feda olsun,
insan akrabalarıyla birlikte olduğu zaman aralarında bazı sözler
geçiyor, mizah edip gülüyorlar dedim. İmam (a.s); Eğer olmazsa
sakıncası yoktur! buyurdular. İmamın; Eğer olmazsa
sözünden sövmek ve yalanın olmamasının gerektiğini düşündüm. (Yani
incitici sözler olmazsa sakıncası yoktur.)
Daha sonra buyurdular
ki: Resulullah (s.a.a)in yanına bazen bir göçebe Arap gelip hediye
veriyordu, yerinden hareket etmeden; Hediyemin değerini ver diyordu.
Resulullah (s.a.a) de gülüyordu. Resulullah (s.a.a) gamlı ve kederli
olduğunda; Göçebe Arap ne yaptı? Keşke yine yanımıza gelse.
buyuruyordu.
[91]
İhtiyar bir kadın,
Resulullaha; Cennete gitmem için bana dua ediniz dediğinde Resulullah
(s.a.a); Yaşlı kadınlar cennete gitmeyecektir buyurdular. Kadın
bu sözü duyunca ağlamaya başladı, Resulullah (s.a.a) gülüp şöyle
buyurdu: Allah Tealanın şu sözünü duymamış mısın?: Gerçek şu ki,
biz onları (cennetteki kadınları) yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip
yarattık. Onları hep bakireler olarak kıldık.[92]
Yani Allah Teala onları gençleştirir.[93]
Yine bir gün Resulullah
(s.a.a) yaşlı olan Eşceî bir kadına; Ya Eşcei! Yaşlı kadın cennete
girmeyecektir. buyurdular. Bilal onun ağladığını görünce, onun
durumunu Resulullaha iletti. Bunun üzerine Resulullah; Zenci de
öyledir; o da cennete girmeyecektir. buyurdular. Hazretin bu
sözünden dolayı ikisi de oturup ağlamaya başladılar. Abbas da onların
ağlamalarını görüce onların durumunu Resulullaha anlattı. Resulullah
(s.a.a) de Abbasa; Yaşlı erkek de öyledir, o da cennete
girmeyecektir buyurdular. Resulullah (s.a.a) daha sonra onlara dua
edip kalplerini hoş etti ve şöyle buyurdu: Allah-u Teala onları daha
güzel bir şekilde yaratacaktır, onlar nurlu gençler olarak cennete
gireceklerdir.
[94]
Bir gün bir kadın
Resulullah (s.a.a)in yanına gelerek kocasından söz etti. Resulullah
(s.a.a); Senin kocan, gözlerinde beyazlık olan mıdır? diye
sordu. Kadın; Hayır, gözlerinde beyazlık yoktur dedi. Kadın
Resulullahın bu sözünü kocasına anlattı, kocası da; Resulullah mizah
etmiş, doğru söylemiştir; acaba gözümün beyazlığının siyahından daha çok
olduğunu görmüyor musun? dedi.[95]
Halid-i Kasrînin dedesi
bir kadını öptü, o kadın da gelip onu Resulullaha şikayet etti, o adamı
çağırdıklarında o da o kadının sözünü teyit ederek şöyle dedi: Eğer o
kadın kısas yapmak istiyorsa (ben hazırım) kısas yapsın! Resulullah
(s.a.a) ve ashabı onun bu sözünden dolayı güldüler. Resulullah (s.a.a) o
adama; Sakın bir daha bu işi yapma buyurdular. O adam da;
Vallahi yapmayacağım dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) onun
suçunu affetti.[96]
Resulullah (s.a.a)
Suheybin hurma yediğini gördüğünde ona; Gözün ağrı yaptığı halde
hurma mı yiyorsun? dedi. Suheyb cevaben; Ya Resulullah! Ben onu bu
tarafından çiğniyorum, oysa gözüm o taraftan ağrı yapıyor! dedi. Onun
bu sözü üzerine Resulullah (s.a.a) güldüler.[97]
Yunus-u Şeybani şöyle
diyor: İmam Cafer-i Sadık (a.s) bana; Birbirinizle mizah ve latife
yapıyor musunuz? diye sordu. Ben de; Çok az dedim. Bunun üzerine
İmam (a.s) şöyle buyurdular: Mizah ve latife yapın; çünkü bu iş
güzel ahlakın nişanesidir, sen bununla kardeşini sevindirmiş olursun.
Resulullah (s.a.a) de birini sevindirmek ve neşelendirmek için onunla
mizah ve lâtife yapardı.
[98]
İmamlar birçok hadislerde de halkı şaka yapmaktan
sakındırmışlardır. Hatta Şaka küçük bir sövgüdür
buyurmuşlardır. Eğer şaka tahkir, alay etme, başkalarını incitme, onlara
gülme ve saçma-sapan sözlerle olursa kesinlikle böyle bir şey şaka doğru
değildir ve yapılmamalıdır. Ama eğer diğerlerinin kalbini hoş etmek,
onları üzüntüden çıkarmak, dertlerini unutturmak için mizah ve lâtife
yoluyla yapılmış olursa bunun sevabı bile vardır.
Resulullah (s.a.a)in Adap ve Ahlakı
Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
Şüphesiz sen, pek büyük
bir ahlak üzerindesin.[99]
Yine Allah-u Teala buyuruyor ki:
Allahdan bir rahmet
dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın
onlar çevrenden dağılır giderlerdi.[100] İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
Resulullah (s.a.a)
konuştuğunda bakışlarını ashabı arasında bölüyordu; ona buna (herkese)
eşit olarak bakıyordu.
[101]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
Resulullah (s.a.a),
kesinlikle ayaklarını ashabının önünde uzatmazdı.
[102]
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
Resulullah (s.a.a),
daima güler yüzlü, yumuşak huylu ve mütevazı idi; kaba, sert, bağıran,
sövüp sayan, ayıp arayan ve boş yere çok öven birisi değildi.
[103]
Yine İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
Resulullah (s.a.a) bir
eve gittiğinde, meclisin en aşağı kısmında otururdu.
[104]
İbn-i Şehraşub Menakıb kitabında şöyle diyor:
Bazı alimler, Resulullah (s.a.a)in adap ve
ahlakını hadislerden derleyerek bir araya toplamışlardır; onlar
şunlardır:
Resulullah (s.a.a) herkesten daha hekim, daha
halim, daha şecaatli, daha adil ve daha şefkatli idi. Eli, kendisine
helal olmayan kadına kesinlikle dokunmamıştır. İnsanların en cömerdi
idi; hiçbir dirhem ve dinar onun yanında kalmadı; eğer bir şey artmış
olsaydı ve onu da verecek bir kimse bulamasaydı, onu muhtaçlara
ulaştırmadıkça gece rahat edemezdi. Allahın verdiği rızktan, bir yılın
azığından çok götürmezdi; hurma ve arpanın en düşüğünü kendisi için
alırdı, geri kalanı Allah yolunda verirdi. Kim ondan bir şey isteseydi
ona bağışta bulunurdu. Yerin üzerinde otururdu; yerin üzerinde yatardı,
yerin üzerinde yemek yerdi; ayakkabı ve elbisesini kendisi yamardı; evin
kapısını kendisi açardı; kendisi koyun sağardı; devenin sütünü sağmak
için kendisi onun ayağını bağlardı; hizmetçisi el değirmenini
çevirmekten yorulduğunda, onunla el değirmeni çevirirdi; abdest suyunu
geceleri kendisi hazırlardı; sürekli başını aşağı eğip susardı; halkın
huzurunda dayanarak oturmazdı; ailesinin işlerinde onlara yardım ederdi;
eti kendisi doğrardı; yemeğe oturduğunda köleler gibi otururdu; yemekten
sonra parmaklarını yalardı; kesinlikle geğirmezdi; hür ve kölenin
davetini kabul ederdi; bir yudum süt olsa bile hediyeyi kabul ederdi ve
onu yerdi; ama sadaka yemezdi; gözünü bir adamın yüzüne dikmezdi.
Allah için sinirlenirdi,
kendisi için sinirlenmezdi; açlıktan karnına taş bağlardı; evde her ne
hazırlanırdıysa onu yerdi; hiçbir şeyi geri çevirmezdi; iki elbise (üst
üste) giymezdi; Yemen malı aba, yünden olan geniş cüppe, pamuk ve keten
olan elbiseler giyerdi; elbiselerinin çoğu beyazdı; başına sarık
sarardı; gömleği sağ taraftan giyerdi; Cuma günü için özel elbisesi
vardı; yeni bir elbise giydiğinde eskisini fakirlere verirdi; bir abası
vardı, nereye gitse onu ikiye katlayıp üzerinde otururdu; sağ elinin
küçük parmağına gümüş yüzüğü takardı; kavunu severdi; kötü kokulardan
hoşlanmazdı; abdest alırken dişlerini misvakla temizlerdi; bir hayvana
bindiğinde hizmetçisi veya başkalarını da kendi arkasına alırdı; at,
katır veya merkepten mümkün olan her ne varsa ona binerdi; merkebe
eğersiz binerdi; (bazen) ayak yalın, abasız ve sarıksız yürürdü;
cenazeleri teşyi ederdi; şehrin en uzak yerinde olsa bile hastanın
ziyaretine giderdi; fakir ve yoksullarla beraber otururdu; onlarla yemek
yerdi; kendi eliyle onlara yedirirdi; ilim ehli ve güzel ahlaklı
kimselere ikramda bulunurdu; her kavmin büyüğüne iyilik ederek
kalplerini ısındırıyordu; akrabalarına ihsan ederdi, Allahın emrettiği
hususlar hariç onların bazılarını bazılarına tercih etmezdi; kimseye
zorluk çıkarmazdı; özür dileyenin özrünü kabul ederdi. Kuranın nazil
olduğu ve öğüt verme zamanı hariç sürekli tebessüm ederdi; kahkahasız da
gülerdi; hizmetçilerinin yeme, içme ve giyimlerinde başlarına
dikilmezdi; kimseye sövmezdi; hiçbir kadın veya hizmetçiye lanet
etmezdi; kimseyi kınamazdı; ancak, "o işi terk et." derdi; bir
ihtiyaçtan dolayı yanına gelen her hür, köle ve cariyenin ihtiyacını
karşılamak için kalkıp onlarla giderdi; sert ve katı kalpli değildi;
çarşıda (tartışınca) sesini çok yükseltmezdi; kötüye, kötüyle karşılık
vermezdi; ama bağışlayıp affederdi. Karşılaştığı herkese selam verirdi;
kim bir iş için onun yanına gelmiş olsaydı, o çıkıp gidene kadar
sabrederdi; bir kimsenin elinden tuttuğunda (merhabalaştığında) o elini
çekmedikçe, elini çekmezdi; bir müslümanla karşılaştığında musafaha
ederdi; oturup kalktığında Allahın zikriyle kalkardı; namaz kılarken
bir adam onun yanına geldiğinde namazını kısa keserek ona yönelip;
Bir ihtiyacın mı vardır? diye sorardı; (tevazu veya yoksulların
ona kolayca olaşabilmesi için) meclisin baş tarafında değil, sonunda
(yani kapı önünde) otururdu; genellikle kıbleye doğru otururdu; onun
yanına gelen kimseye ikram ederdi; hatta bazen elbisesini bile onun
altına sererdi; arkasındaki yastığı onun arkasına bırakarak onu
kendisine tercih ederdi; neşe ve gazap halinde hakkın dışında bir şey
söylemezdi; av etinden yerdi, ama av avlamazdı...
[105] [1] - İkbalul- Amal, c.3, s.121. [2] - Kafi, c.8,s.301. [3] - Tabakat, c.1,s.106. [4] - Kafi, c.6,s.34. [5] - Uyun-u Ahbarur- Rıza, c.1,s.245. [6] - Kısasul- Enbiya-i Ravendi, s.316. [7] - Tabakat, c.1,s.111. [8] - Tabakat, c.1,s. 112-117. [9] - Sire-i İbn-i İshak, s.68. [10] - El- İsabe, c.4,s.115. Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c.1,36. [11] - Kemalud- Din, c.1,s.172. [12] - Tabakat-i İbn-i Sad, c.1,s.121. [13] - Sire-i İbn-i İshak, s.73. Sire-i İbn-i Hişam, c.1,s.191. Tarih-i Teberi, c.2,s.32. [14] - Tabakat-i İbn-i Sad, c.1,s.128. [15] - Tabakat-i İbn-i Sad, c.1,s.128. [16] - Sire-i İbn-i İshak, s.81. Tarih-i Teberi, c.2,s.34. [17] - Tarih-i İbn-i Esir, c.2,s.40. [18] - Misbahul- Müteheccid, s.732. [19] - Keşful- Ğumme, c.2,s.136. Fusulul- Muhimme, s.147. Ensabul- Eşraf, c.1,s.98.Şezeratuz- Zeheb, c.1,s.14. [20] - El- Hisal, c.2,s.404. Kurbul- Esnad, s. 9. Tarih-i Yakubi, c.2,s.340. [21] - İstiâb, c.2,s.721. Usdul- Ğabe, c.7, s.84. el-İsâbe, c.4, s.62. Tezkiretul- Havas, s.303. [22] - Kafi, c.4,s.149. [23] - Kemalud- Din, c.3,s.345. [24] - İstiâb, c.3,s.1090-1095. [25] - Tarih-i Teberi, c.2,s.62. [26] - Tarih-i Teberi, c.2,s.62. [27] - El-Huccet-u Alaz- Zahib, s.249. [28] - Tarih-i Yakubi, c.1,s.350. [29] - Tabakat, c.1,s.125. [30] - Kısasul- Enbiya, s.317. [31] - Kafi, c.8,s.340. [32] - Tarih-i Yakubi, c.1,s.355. [33] - Tarih-i Yakubi, c.1,s.358. [34] - Tabakat, c.1,s.228. [35] - Kafi, c.8,s.339. [36] - Sire-i İbn-i Hişam, c.4,s.256. [37] - Sire-i İbn-i Hişam, c.4,s.254. [38] - Emali-yi Tusi, s.342. Tefsir-i Ayyaşi, c.2,s.73. [39] - Emali-yi Tusi, s.336. [40] - Kafi, c.8,s.246. [41] - Tefsir-i Ayyaşi, c.2,s.72. [42] - Kafi, c.4,s.245. [43] - Zehairul- Ukba, s. 67. Menakıb-i İbn-i Meğazili, s.18. [44] - Biharul- Envar, c.22,s.514-531. [45] - Biharul- Envar, c.22,s.151. [46] - Kafi, c.1,s.440. [47] - Kafi, c.1,s.225. [48] - Kafi, c.1,s.226. [49] - Araf/158. [50] - Sebe/28. [51] - Ahzab/40. [52] - Uyun-u Ahbarur- Rıza, c.2,s.80. [53] - Nehcul- Belağa, hutbe: 160. [54] - Mecmuâtul- Verram,c.1,s.20. [55] - Sahifetur- Rıza (a.s), s.88. [56] - Kafi, c.6,s.18. [57] - Ahzab/56. [58] - Kafi, c.2,s.492. [59] - Muniyetul- Murid, s.347. [60] - Biharul- Envar, c.16,s.240. [61] - Biharul- Envar, c.16,s.229. [62] - Biharul- Envar, c.16,s.229. [63] - Biharul- Envar, c.16,s.215. [64] - Biharul- Envar,c. 16,s. 216. [65] - Biharul- Envar,c. 16,s. 232. [66] - Biharul- Envar,c. 16,s. 232. [67] - Biharul- Envar, c. 16,s. 233. [68] - Biharul- Envar, c. 16,s. 235. [69] - Biharul- Envar,c. 16,s. 235. [70] - Biharul- Envar, c.16, s.235. [71] - Biharul- Envar, c.16,s.233. [72] - Biharul- Envar, c.16,s.240. [73] - Biharul- Envar, c.16,s.240. [74] - Biharul- Envar, c.16,s.241-246. [75] - Biharul- Envar, c.16,s.246-247. [76] - Biharul- Envar, c.16, s.248. [77] - Biharul- Envar, c.16,s.248-249. [78] - Biharul- Envar, c.16,s.248-249. [79] - Biharul- Envar, c.16,s.251. [80] - Biharul- Envar, c.16,s.258, hadis: 43. [81] - Biharul- Envar, c.16, s.264. [82] - Biharul- Envar, c.16, s.260. [83] - Biharul- Envar, c.16, s.269, hadis: 83 [84] - Mizanul- Hikme, c.5, s.354. [85] - Biharul- Envar, c.78, s.243. [86] - Kenzul- Ummal, hadis: 25346. [87] - Biharul- Envar, c.16,s.270. [88] - Biharul- Envar, c.16, s.271. [89] - Mekarimul- Ahlak, c.1,s.59. [90] - Mekarimul- Ahlak, c.1,s.58. [91] - Biharul- Envar, c.16, s.259, hadis: 45. [92] - Vâki / 35-36. [93] - Biharul- Envar, c.16, s.295. [94] - Biharul- Envar, c.16, s.295. [95] - Biharul- Envar, c.16, s.294. [96] - Biharul- Envar, c.16,s.295. [97] - Biharul- Envar, c.16, s.296. [98] - Biharul- Envar, c.16, s.298. [99] - Kalem/4. [100] - Kafi, c.2,s.671. [101] - Kafi, c.2,s.671. [102] - Âl-i İmran/159. [103] - Mekarimul- Ahlak, c.1,s.45. [104] - A.K. c.1,s.66. [105] - Biharul- Envar, c.16, s.226-228.
|