KISACA İMAM RIZA (A.S)IN
HAYATI
Aziz babası, İmam Musa bin Cafer (a.s)dır; abide ve takvalı
annesi ise Tüktem, Necme, Tahire[2]
ve Selame[3]
isimleriyle meşhurdur.
İmam Rıza (a.s)ın mübarek ismi Ali, künyesi ise
Ebul Hasandır; Rıza, Sabır, Fazıl[4],
Vefiy, Reziy[5],
Veliy, Zekiy[6]
de Onun lakaplarındandır.
İmam Rıza (a.s)ın görkemli dönemi, Hicri 183ten itibaren başlamıştır.
O zamanlar siyasi hükümet Bağdatta Harun Raşidin elinde idi. Bu Abbasi
halifesinin hükümet sistemi, diktatörlük esasına dayalıydı. Onun
memurları, maliyet (vergi) almak için halka işkence yapıyor,[7]
sürekli Fatıma (a.s)ın evlat ve Şiilerini kılıçtan geçiriyorlardı.[8]
Nitekim onların büyüğü olan İmam Musa bin Cafer (a.s)ı yıllarca
Basra ve Bağdatta hapsettiler ve sonunda O İmamı zehirleterek şehit
ettiler.
Harun Reşit, çılgınca zulüm ve haksızlıklarına ilaveten, yabancıların
fikir ve düşüncelerini, özellikle Yunan felsefesini, halkın ilgisini
yabancıların ilmine çekmek ve Ehl-i Beyt ailesini ilmi inzivada bırakmak
için Müslümanların ilmi havzalarında yayıyordu. Ebubekr-i Harezmi (Ö:
383), Abbasilerin özellikle Harunun tavırları hakkında Nişabur
halkına yazdığı bir mektubunda şöyle yazıyor:
Harun, nübüvvet ağacını kestiği ve imamet fidanını kökünden kazıdığı
bir halde öldü... Hidayet İmamlarından biri ve Mustafa (s.a.a) ailesinin
büyüklerinden bir büyük şahsiyet öldüğünde cenazesini teşyi edecek ve
kabrini alçı ile düzeltecek bir adam bulunmuyordu. Ama bir palyaço veya
maskaracı veya kendilerinden olan bir katil öldüğünde kadı ve hakimler
cenazesini teşyi etmeye hazır olur, vali ve yöneticiler onun ağıt
toplantısına katılırlardı. Maddeci ve Sofistiler onların ülkesinde
emniyet içerisinde yaşıyorlardı, Felsefi ve Manevi (Manevi bir tarikat
ismidir) kitaplarını tedris eden kimselere dokunmuyorlardı. Ama Şii olan
herkesi katlediyor ve oğlunun adını Ali koyanın kanını döküyorlardı.[9]
İmam Rıza (a.s), Müslümanlara hakim olan siyasi ortamı göz önünde
bulundurarak işin evvelinde kendi imametini alenen açıklamadı; fakat Şia
ve dostlarıyla ilişkileri vardı. Ama bir kaç yıl geçtikten sonra Harun
Raşidin hükümeti, çeşitli grupların ayaklanmasıyla zayıf bir duruma
düştü. İmam Rıza (a.s) bu fırsattan yararlanarak kendi imametini Medine
şehrinde aleni etti; itikadî ve içtimaî meselelerde halkın sorunlarını
gidermeye başladı. İmam (a.s)ın kendisi şöyle buyuruyor: Ben
Medinede idim, bir katıra binip o şehrin sokaklarında dolaşıyordum; o
şehrin halkı ve diğer kimseler, ihtiyaçlarını benden istiyorlardı, ben
de onların ihtiyaçlarını gidermeğe çalışıyordum... ve mektuplarım
şehirlerde geçerliydi.
[10]
Diğer bir sözünde de şöyle buyuruyor:
Ben ceddim Resulullah
(s.a.a)in hareminde oturuyordum, bir gurup alim de orada dini meseleler
hakkında konuşuyorlardı, onlardan biri bir meselede aciz kalınca hepsi
bana yöneliyor, sorularını benden soruyorlardı, ben de cevaplarını
veriyordum.
[11]
i i i
Horasan bölgesinde hükümet aleyhine ayaklananları yatıştırmak için o
bölgeye gitmiş olan Harun Raşid, Hicri 193te Horasanda ölerek Tus
(Meşhed)un Senabad bölgesinde defnedildi.[12]
Harunun ölümünden sonra hilafet hakkında onun oğulları Emin ve Memun
arasında ihtilaf çıktı. Emin Bağdatta kudreti ele geçirdi, Memun da
Mervde (Horasanda) hilafet tahtına oturdu .[13]
Bu
iki kardeş arasındaki ihtilaf beş yıl sürdü. Nihayet hicri 198de
Memunun ordusu Bağdata saldırarak Emini katlettiler.[14]
Böylece İslami ülkelerin yönetimi Memunun eline geçti. Ama Harunun
zulümlerinden rahatsız olan Alevi ve seyitler, onun oğullarının
hükümetinden de razı değillerdi. Hicaz, Irak ve Yemen bölgelerinde
Memunun hükümeti aleyhine ayaklandılar.[15]
Onlar hükümetin, Peygamber (s.a.a)in Ehl-i Beytinin eliyle
yönetilmesini istiyorlardı.
Memun, onların kıyamını durdurmak ve Şialar arasında kendine bir yer
edinmek için, onların büyüğü ve önderi olan İmam Ali bin Musa er-Rıza
(a.s)ı Horasana davet etmeyi ve İmamın onun teşkilatında görünmesiyle
hükümetinin İmam Rıza (a.s) tarafından teyit edildiğini halka ilka
etmeği tasarladı.
Bu
yüzden Memun, İmam (a.s)a birçok davet mektupları gönderdi. Ama her
defasında İmamın olumsuz cevabıyla karşılaştı. Memun durumun böyle
olduğunu görünce İmamı tehdit etmeye başladı. İmam Rıza (a.s) Memunun
kendisinden el çekmeyeceğini görünce, Şiilerin kanlarının dökülmesini
önlemek için Hicri 200de Horasana doğru hareket etti.[16]
İmam Rıza (a.s) Medineden ayrılmadan önce, ceddi Resulullah (s.a.a) ile
vedalaşmak için Onun haremine gitti, Resulullah (s.a.a)in kabrini bir
kaç kez ziyaret etti, her defasında yüksek sesle ağlıyordu.[17]
Sonra İmam Cevad (Muhammed Taki) (a.s)ı yanına alarak tüm vekil ve
temsilcilerine Onun emirlerine uymalarını ve Ona karşı muhalefet
etmekten sakınmalarını emretti; aynı zamanda İmam Cevad (a.s)ın
kendi vasisi olduğunu da ashabından güvendiği kişilere açıkladı.[18]
i i i
İmam Rıza (a.s)ın Horasana hareket edeceği yol, Memunun emri
doğrultusunda Basra, Ahvaz ve Fars şehirlerinden geçiyordu; Kufe ve Kum
şehirlerinden geçmeleri yasaklanmıştı.[19]
Çünkü Memun, İmam Rıza (a.s)ın o şehirlerden geçerken oradaki Şialara
kendi durumunu açıklayacağından korkuyordu.
Velhasıl, İmam Rıza (a.s) uzun bir mesafeyi kat ettikten sonra Nişabura
vardı; o şehrin halkı ve alimleri tarafından sıcak bir şekilde
karşılandı.
Maliki mezhebinden olan bir muhaddis ve fakih olan İbn-i Sabbağ (Ö: 855)
şöyle yazıyor: Ebu Zera-yi Razi ve Muhammed bin Eslem-i Tusi, hadis,
rivayet ve dirayet ehli olan pek çok alimlerle birlikte Ali bin Musa
er-Rıza (a.s)ın huzuruna varıp şöyle dediler:
Ey şanı yüce seyyid, ey İmamların evladı, pâk olan babalarının ve kadri
yüce dedelerinin hakkı hürmetine, mübarek yüzünü bize göster ve
babalarının ceddin Resulullah (s.a.a.)den duyarak naklettikleri bir
hadisi bize rivayet et; biz de seni onunla analım.
İmam (a.s.) katırını durdurdu ve hizmetçilerine, gölgeliği tahtırevandan
bir kenara itmelerini emretti. Böylece İmam (a.s.), mübarek cemaliyle
orada bulunanların gözlerini aydınlattı, halk durup İmam (a.s.)a
bakıyor, bazıları feryat ediyor, bazıları ağlıyor, bazıları da İmamın
bineğinin ayaklarını öpüyordu; ağlama ve sevinç sesleri birbirine
karışmıştı. Nihayet alim ve fakihler halka hitaben yüksek bir sesle
şöyle dediler: Ey millet! Susun ve size faydası olacak sözü iyice
dinleyin, ezberleyin... Bu esnada İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdular:
Babam Musel- Kazım
babası Caferüs- Sadıktan, o da babası Muhammed Bakırdan, o da babası
Zeynül- Abidin Aliden, o da babası Kerbela şehidi Hüseyinden, o da
babası Ali bin Ebu Talibden şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir; Habibim
ve gözümün nuru olan Resulullah (s.a.a) bana buyurdular ki; Cebrail bana
şöyle dedi: Rabbul- izzeti Subhanehu ve Teala şöyle buyuruyor: La
ilahe illellah kelimesi benim kalemdir, öyleyse kim bu kelimeyi
derse, kaleme girmiş olur; kaleme giren kimse de, azabımdan amanda kalır
(kurtulur).
Sonra tekrar gölgeliği tahtırevanın üzerine atıp kendi yoluna devam
etti.[20]
Ravi diyor ki, katır biraz ilerlediğinde İmam (a.s) yüksek bir sesle
bize şöyle buyurdu: O kelimenin şartlarını gözettiğiniz takdirde
Allahın azabından kurtulursunuz; ben de onun şartlarındanım.
[21]
O
önemli olayda, kalem ve hokkaları ile mezkur hadisi yazanların sayısının
yirmi bin kişi üzerinde olduğu kaydedilmiştir.[22]
Fazl bin Ruzbehan (Ö: 927) Şafii mezhebi alimlerinden olup İmamet
meselesini reddetme hakkında İbtal-u Nehcul- Batıl[23]
kitabını yazmasına rağmen zikrettiğimiz hadis hakkında şöyle demiştir:
O hadis, son derece değerli bir hadis olup senetleri de yüksek derecede
sahihtir.[24]
Sözünün devamında şöyle diyor: Muhakkiklerin dediğine göre, bu hadis
öyle sahih bir senede sahiptir ki, eğer onun senedini (senedinde geçen
isimleri), deli ve hasta olan bir adama okurlarsa şifa bulur.
Yine şöyle ekliyor: Nuh bin Mensur-i Samani isminde olan Horasan
şahlarından biri, bu senetleri söz konusu hadisle yazıp onun kabrine
bırakmalarını vasiyet etti. Bu hakir ve fakir kul da (kendisini
kastediyor), o hadisin senetlerinin, eceli yetişmeyen hastaya okunarak
şifa verdiğini denemişim. Hasta olup bu kulun yanına gelenlere o senedi
okumuşum, okuduğum gün, o hadisin senedinde yer alan kimselerin yüzsuyu
hürmetine şifa bulmuşlardır; bu, benim gibi fakirin tecrübe ettiği
şeylerdendir.[25]
i i i
İmam Rıza (a.s), Nişabur ve diğer bir kaç şehri geçtikten sonra,
Memunun bulunduğu başkent Merve yetişti ve onun tarafından ihtiramla
karşılandı.
Memun, siyasi planlarını uygulamak için geniş çaplı bir faaliyet
başlattı. Memun ilk önce şöyle dedi: Ben hilafetten kenara çekilmeyi ve
bu makamı sana vererek sana biat etmeyi düşünüyorum.
Ama İmam Rıza (a.s) bu öneriyi kabul etmeyerek şöyle buyurdular:
Eğer bu hilafet seninse
ve Allah (c.c) tarafından sana verilmişse, onu kendinden uzaklaştırıp
başkalarına vermen câiz değildir. Ama eğer hilafet senin değilse, o
zaman da kendi malın olmayan bir şeyi bana vermen câiz ve doğru
değildir.
[26]
Memun bu önerisinden vazgeçmedi, bu müzakereler tam iki ay sürdü.[27]
Sonunda Memun, hilafet teklifinden vazgeçip veliahtlığı İmama önerdi ve
tam bir küstahlıkla şöyle dedi: Allaha and olsun ki, eğer veliahtlığı
da kabul etmezsen seni onu kabul etmeğe mecbur ederim, kabul etmediğin
takdirde ise boynunu vurdururum.[28]
İmam Rıza (a.s), veliahtlık makamını kabul etmekten başka bir çaresinin
kalmadığını görünce, bir takım şartlarla onu kabul etmek zorunda kaldı;
o şartları şöyle açıkladı:
Ben veliahtlığı şu
şartlarla kabul ediyorum; Devlete ait işlerde emr ve nehy etmeyeceğim,
fetva ve hüküm vermeyeceğim, vali tayin etmeyeceğim, kimseyi makamından
almayacağım, hükümette olan bir şeyi değiştirmeyeceğim, beni bunların
hepsinden muaf kılacaksın.
[29]
İmam Rıza (a.s)ın bu şartları zikretmesi, Memunun hükümetinin şeri
bir hükümet olmadığını, ülkenin hiçbir siyasi işine karışmayacağım
buyurması ise o hükümetin İslami bir yönetimle idare edilmediğini
göstermektedir. Velhasıl veliahtlık makamı, hicretin 201. yılının
Ramazan ayında resmi bir şekilde ilan edildi ve Memun bu olayı ülkenin
her tarafına tebliğ etti,[30]
İmam Rıza (a.s)ın adına para bastırdı, kızı Ümmü Habibeyi Ona
nikahladı ve Abbasilerin alameti olan siyah elbise ve bayrakları yeşile
dönüştürdü.[31]
Gerçi bu olay, az da olsa Alevi ve Şiilerin gam ve üzüntüsünü giderdi.
Ama Abbasileri öfkelendirip onların daha çok bulunduğu yer olan Bağdatı
sarstı.[32]
i i i
Şunu da hatırlatmamız gerekir ki, İmam Rıza (a.s), Memunun riyakar
hükümetine karşı koyması ve onun kültürel siyasetlerini bozguna
uğratması için veliahtlığı kabul etmekle kendi canını ölüm tehlikesinden
koruması gerekiyordu. Çünkü Memun, babası Harun gibi o günün İslami
ülkesini Yunan vb. ülkelerin küframiz düşünceleriyle doldurmuş ve
yabancıların kültürünü yaygınlaştırmaya çalışmıştı; öyle ki ilhadi şüphe
ve küframiz fikirler artık dillere düşmüştü.
Kadı Said bin Endülüsi (Ö: 462) şöyle diyor: Hilafet, Abbasilerin
yedinci halifesi olan Harun Raşidin oğlu Memunun eline geçince, dedesi
Mensurun başlattığı şeyi tamamladı ve Rum sultanları ile ilişkiler
kurarak onlardan felsefi kitaplar istedi; onlar da ellerinde olan
kitapları Memuna gönderdiler. Memun da uzman mütercimler bularak o
kitapları (Arapçaya) tercüme etmelerini emretti. Mütercimler de var
güçleriyle o kitapları tercüme ettiler. Daha sonra Memun, halkı o
kitapları okuyup okutmaya teşvik etti. Memunun kendisi ise filozoflarla
oturup onların münazara ve müzakerelerinden lezzet alıyordu.[33]
Dineveri (Ö: 282) de şöyle diyor: Memun, İklidusun kitabını Rumlulardan
ele geçirip onun tercüme ve izahatının yapılmasını emretti. Memun
hilafeti boyunca, edyan ve mektepler arasında münazara meclisleri
düzenliyordu.[34]
Memunun, yabancıların kitaplarını, özellikle Yunan felsefesini
Müslümanların arasında yaymaktan maksadı, Ehl-i Beyt ailesine halkın
teveccühünü azaltmak ve buna ilaveten Abbasilerin o mübarek ailenin
karşısındaki ilmi eksikliklerini örtbas etmek ve Abbasi hükümetinin
temellerini gittikçe takviye etmekti.
Ama İmam Rıza (a.s), Ehl-i Beyt ailesinin alimi ve İmamı olarak Abbasi
hükümetinin sinsi siyasetine karşı koymuş ve saray alimleriyle çeşitli
konularda münazara yaparak dinin hakikatlerini muhafaza etmiştir.
Ebu Salt-i Herevi şöyle diyor: Memun, İmam Rıza (a.s)ı halkın gözünden
düşürmek ve onlara; İmam Rıza artık dünyaya yönelmiştir demesi için
veliahtlık makamını zorla İmama verdi. Bu işin, İmam (a.s)ın halkın
yanında makam ve azametinin daha da artmasına sebep olduğunu görünce,
İmam Rıza (a.s)ı ilmi yönde mağlup etmek ve onu halkın yanında küçük
düşürmek için çeşitli şehirlerden İmamla tartışmaları için büyük alimler
davet etti.
Ama İmam (a.s)ın karşısına çıkan her Yahudi, Mesihi, Mecusi, Saibi,
Berahimei... ve Müslüman fırkaların alimleri, İmamla tartışınca mağlup
olarak geri dönüyorlardı. Bu durumu gören halk; Allaha and olsun ki O
(İmam Rıza), hilafete Memundan daha layıktır. diyordu.[35]
i i i
Arz ettiğimiz gibi İmam Rıza (a.s), veliahtlığı kabul etme şartlarını
zikretmek ve kendi zamanının büyük alim ve filozoflarını mağlup etmekle
Memunun uğursuz planlarını etkisiz hale getirdi ve bir kez daha Ehl-i
Beyt mektebinin hakkaniyetini herkese ilan etmiş oldu.
Memun, durumun bu açıdan da kendi zararına tamam olduğunu ve Bağdattaki
Abbasiler arasındaki kargaşa ve rahatsızlıkları görünce, başkenti
Mervden Bağdata intikal ettirmeyi düşündü. Memun, Abbasi ve Arap
emirleri yanında itibar kazanmak için İranlı veziri olan Fazl bin
Sehli, Serahs şehrinde öldürttü.[36]
İmam Rıza (a.s)ı da Tusda ortadan kaldırmak için bir meclis düzenledi,
o mecliste İmam (a.s)ı zehirleterek şehit etti.[37]
İmam Rıza (a.s)ın pâk cenazesi, o gurbet diyarda Senabad köyüne
(şimdiki Meşhed) götürülerek Harun Raşidin kabrinin kıble tarafında
toprağa verildi.[38]
Meşhur görüşe göre, İmam Rıza (a.s), hicretin 203. yılının Sefer
ayının sonunda şahadete erişmiştir.[39]
İmam Rıza (a.s)ın Cevad
lakabıyla tanınan Muhammed isminde sadece bir oğlu vardı;[40]
O da Şiilerin dokuzuncu İmamı olan Muhammed Taki (a.s)dır.
i i i İMAM RIZA (A.S)IN FAZİLETLERİ
Hilafet ve Vasiliği
İmam Rıza (a.s) da diğer masum İmamlar gibi Resulullah (s.a.a)in tayini
ve açıklaması ile ve babası İmam Musa Kazım (a.s)ın Onu halka
tanıtması ile imamet makamına atanmıştır. Bu hususta bazı rivayetleri
naklediyoruz:
Mahzumî şöyle diyor:
İmam Musa bin Cafer (a.s) bizi yanına çağırtıp; Sizi ne için
çağırdığımı biliyor musunuz? diye sordu. Biz de; Hayır,
bilmiyoruz dedik. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdular: Bu
oğlum -İmam Rızaya işaret etti- benim vasim ve halifemdir...
[41]
Mansur bin Yunus diyor ki:
Bir gün Musa bin Cafer (a.s)ın huzuruna gittim; İmam (a.s) bana; Ya
Mansur! Bugün ne yaptığımı biliyor musun? diye sordu. Ben;
Hayır, bilmiyorum dediğimde İmam (a.s) şöyle buyurdular: Ben bugün
oğlum Aliyi vasim ve kendimden sonra halifem kıldım; Onun yanına git,
bu makamından dolayı Onu tebrik et ve bunu sana emrettiğimi Ona
bildir.
Mansur diyor ki, İmam Musa bin Cafer (a.s)ın bu emri doğrultusunda İmam
Rıza (a.s)ın yanına gidip Onu bu makamından dolayı tebrik ettim ve
baban böyle yapmamı bana emretmiştir dedim.[42]
Davud-u Rıkkî şöyle diyor:
İbrahimin babası İmam Musa Kazıma; Canım sana feda olsun, ben artık
yaşlanmışım, senden sonra kimin İmam olacağını bana söyle dediğimde,
İmam (a.s), Ebul- Hasanir- Rıza (a.s)a işaret ederek; Bu benden
sonra sizin sahibinizdir. buyurdular.[43]
Süleyman-i Mervzî de şöyle diyor:
İmam Musa bin Cafer (a.s)ın yanına vardım; kendisinden sonra Hüccetin
(İmamın) kim olduğunu sormak istiyordum. Ama İmam (a.s) ben sorumu
sormadan şöyle buyurdular: Ey Süleyman! Oğlum Ali (Rıza) benim vasim
ve benden sonra insanların hüccetidir; O, oğullarımın en üstünüdür. Eğer
benden sonra yaşayacak olursan, Şiilerimin ve velayet ehli kimselerin
yanında halifemi soracak olurlarsa buna tanıklık et.
[44]
Makam ve Mevkisi
İmam Musa Kazım (a.s) oğullarına şöyle buyuruyordu:
Bu kardeşiniz (Ali bin
Musa er-Rıza), Muhammed Ehl-i Beytinin alimidir. Öyleyse Ona dininizle
ilgili sorular sorun, dediklerini alın. Babam Cafer bin Muhammed
defalarca bana şöyle buyurdular: Şüphesiz Muhammed Ehl-i Beytinin alimi
senin sulbündedir; keşke ben Onu görebilseydim; O, Emirul Muminin
Alinin adaşıdır.
[45]
Memun, İmam Rıza (a.s) hakkında şöyle diyordu:
O, yeryüzü ehlinin en üstünü, en alimi ve en abididir (en çok ibadet
edenidir .)
İlim ve Bilgisi
İbrahim bin Abbas şöyle diyor:
Ben İmam Rıza (a.s)dan bir şey sorulup da Onun bilmediğini ve o güne
kadar da geçmiş tarihi Ondan daha iyi bilen birini görmedim. Memun her
şeyden soru sorarak İmamı imtihan ediyordu, ama İmam (a.s) hepsinin
cevabını veriyordu. Bütün söz, cevap ve misalleri Kurandan idi.
Kuranı üç günde bir hatmediyor ve şöyle buyuruyordu:
İstesem üç günden daha
çabuk Kuranı hatmederim; ama okuduğum her ayet hakkında ve neyin
hakkında nazil olduğunu düşünmeden geçmiyorum.
[46]
Ebu Salt-i Herevi şöyle diyor:
Ali bin Musa er-Rıza (a.s)dan daha alim birini görmedim. Onu gören her
alim de benim dediğim gibi demiştir. Memun, bütün din ve mezhep
alimlerini toplayarak İmam Rıza (a.s)la tartışmaları için bir meclis
düzenledi. İmam Rıza (a.s) onların hepsini mağlup etti; öyle ki onlar,
İmamın üstünlüğünü ve kendi acizliklerini itiraf etmekten başka
çareleri kalmadı.[47]
Ebu Salt-ı Herevi şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s)ın şöyle buyurduğunu duydum:
Ben Medinede Ravza-i
Mutahharada oturuyordum, birçok alimler de birbirleriyle
tartışıyorlardı, birisi bir meselede aciz kaldığında hepsi bana
yönelirlerdi, meseleyi bana sorurlardı, ben de o meselenin cevabını
verirdim.
Ebu Salt-ı Herevi yine şöyle naklediyor:
Muhammed bin İshak bin Musa bin Cafer babasından, Musa bin Cafer
(a.s)ın çocuklarına şöyle buyurduğunu nakletti:
Bu kardeşiniz Ali bin
Musa er-Rıza, Âl-i Muhammedin alimidir; öyleyse dininiz hakkında Ondan
soru sorun, size dediği şeyi belleyin. Şüphesiz ben Ebu Cafer bin
Muhammed (babam İmam Bakır -a.s-)den defalarca bana şöyle buyurduğunu
gördüm:
Şüphesiz Âl-i
Muhammedin alimi senin sulbündedir; keşke ben onu görebilmiş olsaydım;
O Emirul- Muminin Alinin adaşıdır.
[48]
Bütün Lisanları Bilmesi
Ebu Salt-i Herevi şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s), halkla kendi lisanlarıyla konuşuyordu. Allaha and
olsun ki insanların en fasihi idi; her lisan ve lügati herkesten daha
iyi biliyordu. Bir gün İmam (a.s)a; Ey Resulullahın oğlu! Senin her
dil ve lügati bunca ihtilaflı olmasına rağmen bilmene şaşırıyorum
dediğimde şöyle buyurdular:
Ey Eba Salt! Ben
Allahın yaratıklarına olan hüccetiyim, Allah Teala insanların lisan ve
lügatlerini bilmeyen bir kimseyi insanlara hüccet kılmaz.
Emirul-Muminin Hz. Ali (a.s)ın; Allah Teala faslul- hitap bize
verilmiştir diye buyurmuş olduğu sözü duymamış mısın? Faslul-Hitap
(Hitapları ayırt edebilme) lisan ve lügatleri bilmekten başka bir şey
midir?
[49]
Cafer bin Ebu Talip evlatlarından olan Süleyman şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s)la birlikte bir duvarın kenarında durmuştuk. Bu esnada
bir serçe İmam (a.s)ın önüne gelip ıstırapla ötmeğe başladı. İmam (a.s)
bana; Bu serçenin ne dediğini biliyor musun? diye sordu.
Ben cevaben; Allah, resulü ve resulünün oğlu daha iyi biliyorlar
dedim.
İmam (a.s) buyurdular ki: O serçe şöyle diyor: Bir yılan yuvamdaki
yavrumu yemek istiyor. Öyleyse kalk, şu asayı al eve girerek yılanı
öldür!
Süleyman diyor ki; Asayı alıp eve girdim, bu esnada evde dolaşan bir
yılan gördüm ve hemen onu öldürdüm.[50]
Alçak Gönüllülüğü ve
Tevazusu
Yasir-i Hadim şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s) yalnız kaldığında, küçük ve büyük bütün akrabalarını
toplayarak onlarla konuşup sohbet ederdi, onlara şefkatli davranırdı.
Sofraya oturduğunda, büyük küçük bütün aile fertlerini, hatta hayvana
bakan ve hacamat yapanları bile sofrası başına oturtuyordu.[51]
Bir gün İmam Rıza (a.s) hamama gitti, bir adam İmama; Bana kese sür
dedi. İmam (a.s) da onu keselemeğe başladı. Bu arada başkaları İmam
(a.s)ı o adama tanıttılar; o adam özür dilemeğe başladı. Ama İmam (a.s)
onun kalbini hoş ederek ona kese sürüyordu.[52]
Abdullah bin Cafer, Belh ahalisinden olan bir adamdan şöyle dediğini
naklediyor:
İmam Rıza (a.s)ın Horasan yolculuğunda, O Hazretle birlikte idim. Bir
gün sofrasını getirmelerini istedi; sofrayı açtıklarında, hizmetçi ve
kölelerini kendisiyle yemek yemeleri için sofranın başına topladı. Bunun
üzerine; Canım sana feda olsun, bunların sofrasını ayırırsanız daha iyi
olur dedim.
İmam (a.s) benim bu sözümü duyunca şöyle buyurdular: Sus, herkesin
Rabbi birdir, anne babası birdir; mükafat ve ceza da amellere göredir.
[53]
Muaşeret Adabı
İbrahim bin Abbas şöyle diyor:
Ben İmam Rıza (a.s)ın, herhangi bir kelimeyle birisini incittiğini ve
bir adamın sözünü yarıda kestiğini kesinlikle görmedim. İmam Rıza (a.s)
hiçbir kimseyi, gücü dahilinde olduğu ihtiyaçları karşılamaksızın geri
çevirmezdi, ayaklarını kimsenin önünde uzatmazdı, onun karşısında bir
yastığa dayanmadı. Onun hizmetçi ve kölelerden birine sövdüğünü ve
birisi yanında tükürdüğünü kesinlikle görmedim. Kahkahayla güldüğü
görülmezdi, gülmesi tebessüm idi.[54]
Nadir Hadim şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s), bizden herhangi birimiz yemek yediğinde, yemeğimizi
bitirmedikçe bizi hizmete almazdı (bize bir iş yaptırmazdı).[55]
Zikir ve İbadeti
Reca bin Ebi Zahhak şöyle diyor:
Allaha and olsun ki, İmam Rıza (a.s)dan daha takvalı, bütün
vakitlerinde Allahı Ondan daha çok anan ve Allahdan Onun kadar çok
korkan bir kimseyi görmedim.[56]
İbrahim bin Abbas şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s), geceleri az yatardı, çoğu geceleri sabaha kadar ibadet
ve zikirle geçirirdi, çok oruç tutardı, her ay üç gün oruç tutmayı
kaçırmazdı ve Her Ay üç gün oruç tutmak, (sevap açısından) bütün
günleri oruç tutmak gibidir buyuruyordu.
İmam Rıza (a.s), gizlide çok iyilik yapar ve sadaka verirdi; bunların
çoğunu karanlık gecelerde yapıyordu. Fazilette onun gibi birisini
gördüğünü iddia eden kimsenin sözüne inanmayın.[57]
Reca bin Ebu Zahhak şöyle diyor:
Memun, beni İmam Rızayı Medineden Merve götürmekle görevlendirdi ve
gece-gündüz Onu gözetmemi emretti. Ben Medineden Merve kadar İmam
Rızayla birlikte idim... İmam (a.s) sabah namazını kılıp selam
verdiğinde, musallada oturup gün çıkana kadar Allaha zikir ve dua
etmekle meşgul oluyordu; Peygambere ve âline salat ve selam
gönderiyordu. Sonra secdeye kapanıyordu, gün yükselene kadar öylece
secdede kalırdı...
Cömertlik ve Bağışı
Uzun boylu garip bir adam İmam Rıza (a.s)ın yanına gelerek şöyle dedi:
Ey Resulullahın oğlu, selamun aleykum. Ben sizi, babanızı ve
ceddinizi sevenlerdenim, hacdan dönmüşüm, yol param tükenmiş, beni
vatana ulaştıracak bir şeyim kalmamıştır. Eğer mümkünse beni vatana
ulaştıracak bir şey lütfederseniz minnettar olurum. Şehrime ulaştığımda
bana verdiğiniz malın karşılığını sizden taraf yoksullara sadaka
veririm; çünkü ben fakir birisi değilim. İmam (a.s); Allah sana
rahmet etsin, otur. buyurdu...
Daha sonra kalkıp bir odaya girdi, kapının üst tarafından elini uzatarak
Horasanlı adama; Bu iki yüz dinarı al, kendine yol azığı et, onunla
teberrük et ve benden taraf da onun karşılığını sadaka vermen
gerekmez... diye buyurdular.
Horasanlı adam parayı alıp gittiğinde İmam (a.s) o odadan çıkıp geldi.
İmam (a.s)a; Neden para alınca sizi görmemesi için böyle davrandınız?
dediklerinde şöyle buyurdular; Onun ihtiyacını karşıladığımdan
dolayı, utanması ve eziklik hissetmesinden korktum...
[58]
İbn-i Şehraşub Menakıb kitabında şöyle nakletmiştir:
İmam Rıza (a.s), Horasanda bir Arefe günü bütün malını yoksullara
bağışladı. Fazl bin Sehl; Bu garamet (büyük zarar) değil midir?
dediğinde şöyle buyurdular: Hayır, bu ganimettir (bir yatırımdır);
kendisiyle mükafat ve keramet aradığın bir şeyi sakın garamet sayma.
[59]
İmam Rıza (a.s) yemek istedi, yemek geldiğinde bir tepsi getirerek
sofrasının yanına koyup yiyeceği yemeklerin en güzelini alıp onun
içerisine bıraktı; sonra onun fakirlere verilmesini emretti. Daha sonra;
Fela iktehamel- akabe ayetini okuyup şöyle buyurdular:
Allah Teala biliyor ki, her insan bir köle azat etmeğe kadir değildir;
işte bundan dolayı (yoksullara yemek vermekle) cennete ulaşabilmeleri
için onlara bir yol karar kılmıştır.
[60]
Misafiri Ağırlaması
Abdullah-i Bağdadi bazılarından şöyle naklediyor:
Bir gün İmam Rıza (a.s)a bir misafir geldi. İmam (a.s) bir gece onunla
konuştuğu esnada lamba bozuldu, misafir olan adam elini uzatıp onu
düzeltmek istedi, fakat İmam (a.s) onu bırakmayarak kendisi onu
düzeltti. Daha sonra şöyle buyurdu:
Biz, misafirlerimizi
hizmete almayan bir kavimiz.
[61]
İşçinin Ücretine Dair
Tavsiyesi
İmam Rıza (a.s)ın dostlarından olan Süleyman-i Caferi şöyle diyor:
Bazı işler için İmam Rıza (a.s)la birlikte idim, işim bittiğinde evime
dönmek istedim. Ama İmam (a.s); Bu gece bizim yanımızda kal
buyurdular.
Ben de İmamla birlikte Onun evine gittim. İmam (a.s), hizmetçileriyle
birlikte yabancı birisinin de bina yapımında çalıştığını görünce; Bu
kimdir? diye sordu.
Hizmetçileri; Bize yardım ediyor, ona ücret olarak bir şey vereceğiz.
dediler.
İmam (a.s): Ücretini tayin etmiş misiniz? diye sordu.
Hizmetçiler: Hayır, tayin etmemişiz; her ne verirsek kabul eder.
dediler.
İmam (a.s) bu durumdan çok rahatsız olup sinirlendi. Ben İmamın bu
durumunu görünce; Canım sana feda olsun, rahatsız olma. dediğimde İmam
(a.s) şöyle buyurdular:
Ben defalarca onlara
demişim ki, bir kimsenin ücretini tayin etmeden onu çalışması için
getirmeyin. Şunu bil ki, bir kimse ücreti tayin edilmeden işlerse,
ücretinden üç kat fazlasını da versen, yine ücretinin az verildiğini
zanneder. Ama eğer anlaştığın ücretten fazla ona bir şey bağışlamış olur
isen, her ne kadar az da olsa sana teşekkür eder.
[62]
İsrafa Karşı Çıkışı
İmam Rıza (a.s)ın hizmetçisi Yasir şöyle diyor:
Bir gün İmam (a.s), çocukların elma yiyip onu iyice bitirmeden
attıklarını görünce şöyle buyurdular: Subhanellah! Eğer sizin
ihtiyacınız yoksa, bazı kimselerin buna ihtiyacı vardır; öyleyse onu
ihtiyacı olan kimselere verin.
[63]
Abdestte Yardımdan
Sakınması
Hassan-ı Veşşa şöyle naklediyor:
Bir gün İmam Rıza (a.s)ın yanına vardım, Hazretin önünde bir ibrik
vardı, onunla abdest almak istiyordu, yanına yaklaşarak eline su dökmek
istedim, fakat İmam bu işten sakınarak; Ya Hasan! Bu işten vazgeç.
diye buyurdular.
Ben; Neden eline su dökmekten beni nehy ediyorsun; benim sevap
kazanmamdan mı hoşlanmıyorsun? dediğimde İmam (a.s) şöyle buyurdular:
Sen sevap kazanıyorsun, oysa ben günah işlemiş oluyorum.
Neden böyle olur? dediğimde de şöyle buyurdular:
Allah Tealanın şu sözünü duymamış mısın?:
Kim Rabbine kavuşmayı ümit
ediyorsa, iyi amel yapmalıdır ve Rabbinin ibadetine kimseyi ortak
koşmamalıdır. Ben
şimdi namaz için abdest alıyorum, namaz da ibadettir; öyleyse onda bir
kimsenin benimle ortak olmasını sevmem.
[64]
Cenazeyi Teşyi Etmesi
Musa bin Seyyar şöyle diyor:
Ben İmam Rıza (a.s) ile birlikte idim, Tus şehrinin duvarlarına
yaklaşmıştık, bir ağlama sesini duyduk, o sesin peşice gittik, derken
bir cenazeyle karşılaştık, gözüm cenazeye iliştiğinde İmam (a.s)ın
atından indiğini gördüm. Sonra cenazeye doğru gelip onu kaldırdı, kuzu
kendisini annesine yapıştırdığı gibi İmam (a.s) da kendisini ona
yapıştırıyordu. Daha sonra bana yönelerek şöyle buyurdular:
Ey Musa bin Seyyar! Kim
bizim dostlarımızdan birini teşyi ederse, annesinden doğduğu gün gibi
günahtan dışarı çıkmış olur; öyle ki asla bir günahı kalmaz.
Musa bin Seyyar şöyle ekliyor:
Cenazeyi kabrin kenarına bıraktıklarında mevlam İmam Rızayı cenazenin
tarafına gidip halkı bir kenara ittiğini, cenazeye yaklaşıp elini onun
göğsüne bırakarak şöyle dediğini gördüm:
Ey filan oğlu filan!
Seni cennetle müjdeliyorum, bu saatten sonra artık sana bir korku
yoktur.
Ben İmama; Canım sana feda oldun, sen bu adamı tanıyor musun? Halbuki
sen, Allaha and olsun ki bugüne kadar bu bölgeye asla gelmemişsin!
İmam (a.s) cevaben buyurdular ki:
Ey Musa bin Cafer!
Şialarımızın amellerinin her gün sabah ve akşam biz İmamlara sunulduğunu
bilmiyor musun? Eğer onların amellerinde bir kusur olursa, Allah
Tealadan onun affedilmesini isteriz; ama eğer onların işlerinde bir
yücelik görürsek, Allah Tealadan onlar için mükafat dileriz.
[65]
Din Alimleriyle Münazarası
Şianın büyük alimlerinden olup 1000 yıl önce yaşayan Şeyh Saduk (r.a),
rivayetin metnindeki senetle Hasan bin Muhammed en- Nevfilîden şöyle
naklediyor:
Memun, Fazl bin Sehle; Caslik[66],
Resul- Calut[67],
Rüusus- Saibin[68],
Horbuzul- Ekber[69],
Nestas-i Rumi[70]
gibi çeşitli mezhep ve din alimlerini bir araya toplamasını emretti.
Fazl bin Sehl de onları bir araya topladı. Sonra onların toplandığını
Memuna bildirdi. Memun da onları yanına getirmesini emretti. Onlar
Memunun yanına gelince, Memun onlara hoş geldiniz diyerek sözlerine
şöyle başladı:
Ben sizi hayır bir şey için toplamışım, amcam oğluyla münazara
yapmanızı istiyorum. Sabah olunca hepiniz yanıma gelin, kimse gelmekten
çekinmesin.
Onlar da; Ey müminlerin emiri! Başımız üstüne, yarın erken sizin
yanınıza geleceğiz inşaallah. dediler.
Hasan bin Muhammed en-Nevfilî şöyle ekliyor:
Biz İmam Rıza (a.s)ın yanında oturup konuşuyorduk. İmamın işleriyle
ilgilenen Yasir yanımıza gelerek şöyle dedi: Ey efendim! Müminlerin
Emiri size selam iletip şöyle dedi: Kardeşin sana feda olsun, çeşitli
din ve milletlerin büyükleri benim yanımda toplanmıştır, eğer onların
sözlerini duymak istiyorsan, yarın erken bizim yanımıza gel; eğer gelmek
istemiyorsan zorlanma, istediğin takdirde biz senin yanına geliriz.
İmam Rıza (a.s) cevaben Yasire şöyle dedi: Benim selamımı ona ilet
ve ona de ki; maksadını anladım, ben yarın erken sizin yanınıza
geleceğim inşaallah Teala.
Nevfilî diyor ki; Yasir gittiğinde İmam Rıza (a.s) bana buyurdular ki:
Ey Nevfilî! Sen
Iraklısın, Iraklılar zeki olur, Memunun çeşitli din ve akait alimlerini
bir araya toplaması hakkında görüşün nedir?
Ben cevaben; Canım sana feda olsun, sizi imtihan etmek ve ilminizin
seviyesini öğrenmek istiyor. dedim...
İmam (a.s): Acaba onların benim delilimi batıl etmelerinden mi
korkuyorsun?
Nevfilî: Hayır, Allaha and olsun ki asla bundan korkum yoktur, senin
onlara galip olmanı ümit ediyorum.
İmam (a.s): Ey Nevfili! Memunun ne zaman pişman olacağını bilmek
istiyor musun?
Nevfili: Evet.
İmam (a.s): Ben Tevrat ehli ile Tevratlarıyla, İncil ehli ile
İncilleriyle, Zebur ehli ile Zeburlarıyla, Saibiler ile kendi İbrani
dilleriyle, Horbuzanla Farsça dili ile, Rumlularla kendi dilleri ile,
Makalat Ashabıyla kendi lügatleriyle istidlal edip onları mahkum ederek
delillerini çürüttüğümde ve kendi inançlarından vazgeçip benim sözüme
uydukları zaman, Memun bu işinden pişman olup oturduğu makamın onun
hakkı olmadığı anlayacaktır...
Sabah olunca İmam (a.s) onların bulunduğu yere gitti... Memun İmama
iltifat edip saygı gösterdi. Daha sonra Caslike dönerek onun İmamla
tartışmasını istedi. Caslik şöyle dedi: Ey müminlerin Emiri! Benim kabul
etmediğim bir kitap ve inanmadığım bir peygamberle ihticaç edecek olan
bir kimseyle ben nasıl tartışa bilirim?
İmam Rıza (a.s); Ey Hıristiyanlı! Eğer İncilinle senin aleyhinde
delil getirsem, kabul edecek misin? diye sordu.
Caslik; Evet, istemesem de kabul edeceğim; İncilin dediğini hiç inkar
edebilir miyim?
Sora İmam (a.s) onunla İncil ile, Resul-Calutla Tevrat ile, Zebur ehli
ile Zeburla İslam Peygamberinin hak olduğunu geniş delillerle
ispatladı, onlar da İmamın sözünü teyit ettiler. Başkalarıyla da
tartıştı, onları da güçlü delillerle susturmaya mecbur kıldı. Daha sonra
şöyle buyurdular:
Ey cemaat! Eğer sizin
aranızda muhalif olup da sorusu olan varsa, sorusunu utanmadan ve
çekinmeden sorsun!
Bu
esnada Kelam ilminde eşi olmayan İmran-i Sabi şöyle dedi:
Ey alimler! Eğer Onun kendisi beni sora sormaya davet etmeseydi soru
sormayacaktım. Çünkü ben Kufe, Basra, Şam ve Cizreye gidip o bölgelerin
alimleriyle konuşup tartışmışım; ama kimse Allahın vahdaniyetini bana
ispatlayamamıştır...
İmam (a.s), Allahın birliğini ispatlayıcı delilleri detaylı bir şekilde
onun için beyan ettiğinde, İmran, İmamın delilleriyle ikna olup şöyle
dedi:
Ey efendim, dediklerini anlayıp kanaat getirdim, şehadet ederim ki
Allah Teala, senin vasf ettiğin şekildedir; hidayet ve hak bir dinle
peygamberliğe seçilmiş olan Muhammed de Onun kuludur.
İmran daha sonra kıbleye yönelerek secdeye kapandı ve müslüman oldu.
Mütekellimler İmran-i Sabinin sözünü duyunca artık bir şey soramadılar.
Bu tartışmadan sonra Memun kalkıp İmam (a.s)la birlikte evin içine
gittiler, halk da dağıldı.[71]
Bayram Namazı Kıldırışı
Hicri 202 (M: 818.) yılının Ramazan veya kurban bayramlarının birinde
Memun, İmam Rıza (a.s)dan halka bayram namazını kıldırmasını istedi.
İmam (a.s) özür dilemesine rağmen Memun isteğinden vazgeçmedi. Nihayet
İmam (a.s) Memunun ısrarını ve bu işten vazgeçmeyeceğini görünce şöyle
buyurdular:
Eğer ben bayram namazı
kıldıracak olursam, ceddim Resulullah (s.a.a) ve Emirul- Muminin Ali
(a.s) gibi namaz kıldırmak için dışarı çıkacağım.
Memun İmam (a.s)ın bu sözünü kabul edip; İstediğin şekilde namaz için
dışarı çıkabilirsin dedi. Memun komutanlarına, hizmetçilerine ve diğer
insanlara bayram günü İmam Rızanın evinin önünde hazır olmalarını
emretti.
Bayram gününün sabahı, güneş doğmadan önce cadde ve sokaklar İmam
Rızanın nasıl bayram kıldıracağını merak eden insanlarla dolup
taşmıştı, hatta kadın ve çocuklar bile oraya gelmişlerdi. Hepsi İmam
Rıza (a.s)ın dışarı çıkmasını bekliyorlardı.
Komutanlar da ordularıyla birlikte, atlarına bindikleri bir halde İmam
(a.s)ın evinin önünde durmuşlardı.
İmam Rıza (a.s) bayram guslü yapıp beyaz bir gömlek giydiler, pamuktan
örülen beyaz bir imameyi başına bırakıp imamenin bir ucunu göğüslerine,
öbür ucunu ise arkalarına sarktılar; kendilerine bir miktar koku sürüp
eline bir asa alarak yanındakilere; Ben nasıl yaparsam siz de öyle
yapın. buyurdular. Daha sonra şalvar ve elbisesinin eteğini
çemremiş bir halde ayak yalın yola çıkıp hareket etmeğe başladılar.
Biraz yürüdükten sonra durup göğe bakarak; Allah-u Ekber! diye
tekbir getirdiler. Tekbir sesini duyan herkes bir ağızdan tekbir
getirdi...
Memunun komutan ve adamları, İmam (a.s)ı bu halde görünce, onlar da
bineklerinden aşağı inerek ayakkabılarını ayaklarından çıkarıp yalın
ayakla yürümeğe başladılar.
İmam (a.s) bir müddet namazgaha doğru yürüdükten sonra, tekrar tekbir
getiriyorlardı. Her yandan gelip toplanan halk da bir ağızdan tekbir
getiriyordu. Herkes ağlamaktaydı; heyecan içindeydi. Adeta bütün şehir
İmam (a.s)la beraber yürümekte ve tekbir getirmekteydi.
Fazl bin Sehl durumu böyle görünce, Memunun yanına vararak halkın bu
durumunu ona anlatarak şöyle dedi: Eğer durum böyle devam ederse, ne
olacağı bilinmez!
Memun bir adamı İmamın yanına göndererek; Size zahmet verdik, siz geri
dönün diye ricada bulundu. İmam (a.s) da ayakkabılarını isteyip onları
giyerek evine döndü.[72]
Halk da böylece Memunun, İmam (a.s) hakkındaki söylediği sözlerin yalan
ve gösteriş için olduğunu ve kendi siyasi hedeflerine ulaşmaktan başka
bir hedefi olmadığını anlamış oldu.
İleri Görüşlülüğü
Muhammed bin Sinan şöyle diyor:
Harunnun hilafeti döneminde İmam Rıza (a.s)a; Siz kendinizi imametlik
hususunda meşhur edip babanızın yerinde oturmuşsunuz; oysa Harunnun
kılıcından kan damlıyor!
İmam (a.s) onun bu sözüne karşılık şöyle buyurdular:
Beni bu işe pervasız
eden Resulullah (s.a.a)in; Eğer Ebu Cehl benim başımdan bir kıl
azaltırsa ben peygamber değilim. şeklindeki buyurmuş olduğu sözdür. Ben
de şöyle diyorum: Eğer Harun benim başımdan bir kıl eksiltirse, şahit
olun ki ben İmam değilim!
[73]
Durum İmam Rıza (a.s)ın buyurmuş olduğu gibi oldu. Harun İmama bir
tehlike yöneltmeğe kesinlikle fırsat bulamadı. Harun İranın doğusunda
vuku bulan kargaşalardan dolayı, ordusuyla Horasana gitmeğe mecbur
oldu, nihayet Hicri 193te Tusda ölerek, İslam ve müslümanlar onun
meşum vücudundan güvende kalmış oldular.
Safvan bin Yahya şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s) babasının vefatından sonra öyle sözler buyurdular ki,
biz Hazretin canından korktuğumuzdan Ona şöyle dedik: Büyük bir sözü
aşikar ettiniz, biz bu tağuttan (Harundan) sizin canınız için
korkuyoruz.
İmam (a.s) bizim bu sözümüze karşılık şöyle buyurdular:
O (Harun), her ne kadar
çaba sarf etse de, bana ulaşacak bir yolu yoktur.
[74]
Rıza Adlandırılmasının
Sebebi
Muhammed bin Nasr-i Bezenti şöyle diyor:
Ben İmam Muhammed Taki (a.s)a; Muhalifleriniz, babanız İmam Aliyyur-
Rızaya, veliahtlığı kabul ettiğinden dolayı Rıza lakabını
Memun ona verdi diyorlar dedim.
İmam (a.s) şöyle buyurdular:
Allaha and olsun ki
yalan söylüyorlar, gerçek yoldan sapıyorlar. O lakabı Allah Teala ona
vermiştir; çünkü O, gökte Allahın sevdiği, yerde Resulullahın ve Ondan
sonra da masum İmamların razı oldukları kişidir.
Arz ettim: Peki, geçmiş atalarınız Allahın sevgilileri, resulünün ve
İmamların razı oldukları kişiler değil miydi; neden yalnız babanız Rıza
diye anılıyor?
İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
Dost ve taraftarları
ondan razı oldukları gibi muhalif ve düşmanları da Ondan razı oldular;
bu rızalık, atalarından hiçbirine nasip olmadı. İşte bundan dolayı babam
Rıza diye anılmış oldu.
[75]
Dualarının İcabete
Erişmesi
Muhammed bin Fuzayl şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s) Arafatta durup dua ediyordu, daha sonra başını aşağı
salıverdi. Neden böyle yaptınız? dediklerinde şöyle buyurdular:
Ben, Bermek ailesi
aleyhinde, babama yaptıkları zulümden dolayı beddua ettim, Allah Teala
da işte bugün benim onların hakkındaki duamı kabul etti.
İmam (a.s)ın eve dönmesinden uzun bir zaman geçmeksizin Harun, Bermeki
ailesinden olan Cafer ve Yahyayı yakalatıp onları cezalandırdı ve
ailelerinin durumu tamamıyla değişip zelil bir duruma düştüler.[76]
Müfessir olan Muhammed bin Kasım İmam Hasan Askeri (a.s)dan şöyle
naklediyor:
Memun, Ali bin Musa er-Rıza (a.s)ı kendine veliaht ettiğinde, bir
müddet yağmur yağmadı. Bundan dolayı Memunun etrafında bulunan ve İmam
Rıza (a.s)ın muhaliflerinden bazıları şöyle dediler: Ali bin Musa
er-Rıza bu bölgeye geldiğinden beri gökten yağmur yağmamıştır; Allah
Teala yağmurunu esirgemiştir.
Bu
haber Memuna yetişince rahatsız olup İmam Rıza (a.s)dan istiska
(yağmur isteme) namazını kıldırmasını rica etti. İmam (a.s) da Pazartesi
günü kıldıracağını bildirdi...
İmam (a.s) Pazartesi günü toplu bir cemaatla çöle çıktı. Herkes İmama
bakıyordu. İmam (a.s) minbere çıkarak Allaha hamd-u sena ettikten sonra
şöyle dua etti:
Allahım! Ey Rabbim!
Sen biz Ehl-i Beytin hakkını büyük kıldın ki, sen emrettiğin şekilde
halk bize tevessül etsin, senin fazl, rahmet, ihsan ve nimetini umsun ve
arasınlar. Öyleyse onlara kendi yararlı yağmurunu gönder; yağmurunun
başlangıcı bu çölden evlerine döndükten sonra olsun.
Allaha and olsun ki, İmamın bu duasından hemen sonra rüzgar esmeğe
başladı, bulutlar oluştu, gökte şimşek ve yıldırım çakmağa başladı, halk
yağmurdan kaçmak için harekete geçti. Ama İmam (a.s); Ey insanlar!
Sakin olun, safları bozmayın, bu bulutlar filan şehre gidiyor
buyurdular. İmam (a.s)ın buyurduğu gibi bulutlar gelip geçti yağmur da
yağmadı.
Daha sonra şimşekli ve yıldırımlı bir bulut daha geldi, yine halk
yerlerinden kalkıp hareket etmek istediler. Yine İmam (a.s); Ey
cemaat! Sakin olun, bu bulut da sizin için değildir, filan şehre
gidiyor; o şehrin halkına yağacaktır. buyurdular.
On
bulut böylece ard arda gelip geçti. İmam (a.s) da her defasında; Bu
bulut sizin için değildir, filan şehirlere gidiyor, siz yerinizde durun,
hareket etmeyin. buyuruyordu. Nihayet, on birinci kez bir bulut
daha aşikar oldu. İmam (a.s) bu defasında şöyle buyurdular:
Allah Teala işte bu
bulutu sizin için göndermiştir, öyleyse Ona bu lütfünden dolayı
şükredin, şimdi kalkın evlerinize gidin; bu bulut evlerinize ulaşmadıkça
yağmayacak, evlerinize yetiştikten sonra yağacaktır.
İmam (a.s) bu sözleri buyurduktan sonra minberden aşağı indi, halk da
evlerine doğru hareket etti. Bulut öylece durmuştu, oradaki halk
evlerine yetişmedikçe yağmadı. Onlar evlerine yetiştikten sonra öyle
şiddetli yağdı ki, havuzlar, çukurlar, nehirler dolup taştı. Halk
Resulullahın oğlunu (İmam Rızayı), Allahın Ona bağışlamış olduğu bu
kerametinden dolayı tebrik etmeğe başladılar.
Daha sonra İmam (a.s) toplanmış olan halkın arasına gelerek Allahtan
çekinmeği, Onun nimetlerinin kadrini bilmeyi, bu nimetleri karşısında
Ona şükretmeği, müminlerin birbirlerine yardımda bulunmalarını vs.
şeyleri onlara hatırlatarak onlara öğüt ve nasihatte bulundu...[77]
Veliahtlığının Hikmeti
Reyyan bin Salt şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s)ın yanına varıp şöyle dedim: Ey Resulullahın oğlu,
halk diyor ki; Ali bin Musa er-Rıza dünyada zahit olmasını izhar
etmesine rağmen veliahtlığı kabul etti. İmam (a.s) cevaben şöyle
buyurdular:
Allah biliyor ki, ben
veliahtlığı isteyerek kabul etmedim; onu kabul etmekle ölüm arasında
muhtar kılınınca kabul etmeyi ölüme tercih ettim. Yazıklar olsun onlara,
acaba onlar, Yusuf (a.s)ın zaruretten dolayı peygamber ve resul
olmasına rağmen Mısır padişahının hazinelerinin yöneticiliğini üstlenmek
zorunda kaldığını ve bundan dolayı da onun; Beni (bu) yerin (ülkenin)
hazineleri (mali ve ekonomik kaynakları) üzerinde (bir yönetici) kıl.
diye buyurduğunu bilmiyorlar mı?
[78]
Ben de zaruretten
dolayı, ölüme yönelmişken zor ve ikrah üzere veliahtlığı kabul etmek
zorunda kaldım. Ben bu işe öyle bir şekilde girdim ki, girmemle çıkmam
aynı idi. Öyleyse şikayet Allahadır ve O, (en iyi) yardım
dilenilecektir.
[79]
Ziyareti
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur:
Bilin ki kim, Allahın
farz kıldığı hakkımı ve itaatimi tanıdığı halde beni ziyaret ederse, ben
ve babalarım kıyamet günü onun şefaatçileri oluruz.
[80]
İmam Rıza (a.s) buyurmuştur ki:
Dostlarımdan her kim,
hakkımı tanıdığı halde beni ziyaret ederse, kıyamet günü ona şefaatçi
olurum.
[81]
İmam Cevad (a.s) da şöyle buyurmuştur:
Kim
babamın kabrini ziyaret ederse, cennet ehli olur.
[82]
Yine İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur:
Kim babamın kabrini
Tusda (Meşhed), onun hakkını
tanıdığı halde ziyaret ederse, cenneti ona garanti veririm.
[83]
Bir rivayette şöyle geçer:
İmam Rıza (a.s)ın hakkını tanımak; Onun itaati farz olan bir İmam
olduğunu bilmek ve O Hazretin garip ve şehit olduğuna yakin etmektir.[84]
İmam Hadi (a.s) da şöyle buyurmuştur:
Kimin Allaha bir
haceti olursa, gusül etmiş olduğu halde ceddim Rıza (a.s)ın kabrini
Tusda ziyaret etsin, kabrinin başı ucunda iki rekat namaz kılsın ve
namazın kunutunda hacetini Allahtan istesin. Allah Teala onun, günah ve
akrabalarla ilişkiyi kesmek dışındaki dua ve isteklerini kabul eder.
İmam Rıza (a.s)ın kabrinin olduğu yer, cennet bukalarından
(mekanlarından) bir bukadır; Allah Teala, o bukayı ziyaret eden her
mümini, cehennem ateşinden kurtararak cennete götürür.
[85]
Duası
Reyyan bin Salt şöyle diyor:
Ben Ali bin Musa er-Rıza (a.s)dan bazı kelimelerle dua ettiğini duydum,
onların hepsini ezberledim; her zorluk ve sıkıntıda onu okuduğumda,
Allah Teala bana kolaylık ve genişlik verdi; o dua şudur: Allahumme ente sikatî fi kulli kerbin ve ente recaî fi kulli şiddetin ve ente lî fi kulli emrin nezele bî sikatun ve uddetun. Kem min kerbin yezufu fiyhil hiyletu ve toyi fiyhil umuru ve yahzulu fiyhil kariybu vel beiydu ves sadiku ve yeşmetu fiyhil eduvvu, enzeltuhu bike ve şekevtuhu ileyke, rağiben ileyke fiyhi ammen sivake ve ferrectehu ve keşeftehu ve kefeyteniyhi, fe-ente veliyyo kulli nimetin ve sahibu kulli hacetin ve münteha kulli rağbetin. Felekel- hamdu kesîren ve lekel- mennu fazilen. Bi-nimetike tetimmus- salihatu. Ya marufen bilmarufi marufen veya men huve bilmarufi mevsufun. Enilnî min marufike marufen tuğniynî bihi an marufi men sivake; bi-rahmetike ya erhamer- rahimin.
Allahım! Her gam ve
kederde güvencem, her sıkıntı ve zorlukta ümidim ve başıma gelen her
musibette sığınağım ve hazırlığım sensin. Kalpleri tazif eden, kurtuluş
yollarını kapatan, işleri aciz bırakan (etkisiz hale getiren), yakını,
uzağı ve arkadaşı kaçıran ve düşmanı sevindiren nice gam ve musibetler
vardır ki, başkalarından ümidimi kesip sana yönelerek onları sana
şikayet ettim. Bu gam ve üzüntüyü sen giderdin, onları sen izale ettin,
onlara karşı sen bana yettin. Öyleyse sen, her nimetin velisi, her
hacetin sahibi ve her dileğin nihayetisin. O halde bütün hamd ve övgüler
sana mahsustur, büyük minnet ve ihsanlar senindir; senin nimetinle
iyilik ve doğruluklar kamil olur. Ey marufuyla maruf (ihsanıyla ihsan
sahibi) olan ve ey marufla tavsif edilen! Marufunla beni marufuna
ulaştır, onunla beni başkasının marufundan müstağni kıl; kendi rahmet ve
merhametin hürmetine ey rahmedenlerin en merhametlisi!
[86]
Bu
dua, az bir farkla Bedir savaşında Peygamber (s.a.a)den[87]
ve Aşura günü İmam Hüseyin (a.s)dan da duyulmuştur.[88]
[1] - Bihar, c. 49, s. 9 ve 10. Kafi, c. 1, s. 486. İrşad, c. 2, s. 247. [2] - Uyun-u Ahbarur- Rıza, c. 1, s. 14. [3] - El- Mecd-u fi Ensabit- Talibiyyin, s. 126. [4] - Uyun-u Ahbarur- Rıza, c. 2, s. 250. [5] - Keşful- Ğumme, c. 3, s. 50. [6] - Fusulul- Muhimme, s. 244. [7] - Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 362. [8] - İkdul- Ferid, c. 2, s. 44. [9] - Resail-i Harezmi, s. 79. [10] - Uyun-u Ahbarur- Rıza, c. 2, s. 167. [11] - Keşful- Ğumme, c. 3, s. 107. [12] - Tarih-i Taberi, c. 8, s. 338, 344, 355. [13] - A.k. c. 8, s. 365. [14] - A.k. c. 8, .478. [15] - Tarih-i Taberi, c. 8, s. 527. Mekatilut- Talibiyyin, s. 422-453. [16] - Kafi, c. 1, s. 488. [17] - Uyun-u Ahbarür Rıza, c. 2, s. 217. [18] - İsbatul- Vasiyye, s. 224. [19] - Uyun-u Ahbarur- Rıza, c. 2, s. 149. [20] - Fusulul- Muhimme, s. 253 ve 254. [21] - Yenabiul- Mevedde, s. 364 ve 385. Emali-yi Saduk, s. 208. Uyun-u Ahbarur- Rıza, c. 2, s. 135. [22] - Fusulul- Muhimme, s. 254. [23] - Şia alimlerinden olan Kadi Nurullah-i Şuşteri (Ö: 1019) İhkakul-Hak ve İzhakul-batıl kitabını, Fazl bin Ruzbehanın kitabının reddinde yazmıştır. Bundan dolayı feci bir şekilde şehit edilmiştir. Bkz. İhkakul Hak, s. 159. (Ayetullah Meraşi-yi Necefinin bu kitaba yazdığı mukaddime.) [24] - Mihman Name-yi Buhara, s. 342. [25] - Vesiletul- Hadim, s. 217. [26] - Uyun-u Ahbarur- Rıza, c. 2, s. 149. [27] - A.K. s. 149. [28] - A.K. s. 140. [29] - Kafi, c. 1, s. 489. Uyun, c. 2, s. 15. İrşad, c. 2, s. 260. [30] - Tarih-i Taberi, c. 8, s. 554. [31] - Vefeyatul- Ayan, c. 2, s. 432. Tarih-i İbn-i Esir, c. 4, s. 162. [32] - Et-Tenbih-u vel- İşraf, s. 302. [33] - Muhtasar-u Tarihud- Duvel, s. 136. [34] - Ahbarut- Tival, s. 401. [35] - Uyun-u Ahbarur- Rıza, c. 2, s. 239. [36] - Tarih-i Taberi, c. 8, s. 565. [37] - Uyun-u Ahbarur- Rıza, c. 2, s. 243. [38] - A.K. s. 248. [39] - İlamul- Vera, s. 303. Tarih-i İbn-i Esir, c. 4,s. 178. Nurul- Ebsar, s. 160. [40] - İsbatul- Vasiyye, s. 230. Keşful- Ğumme, c. 3, s. 92. [41] - İlamul- Vera, s. 304. [42] - Biharul- Envar, c. 49, s. 14. [43] - A. K. c. 49, s. 15. [44] - A. K. c. 49, s. 15. [45] - İlamul- Vera, s. 315. [46] - Keşful- Ğumme, c. 3, s. 106. İlamul- Vera, s. 314. Uyun-u Ahbarur- Rıza, c. 2,s. 180. Emali-yi Saduk, s. 525. [47] - Keşful- Ğumme, c. 3, s. 107. İlamul- Vera, s. 315. [48] - Biharul- Envar, c. 49, s. 100. [49] - A. K. c. 49, s. 87. [50] - A. K. c. 49, s. 88. [51] - A. K. c. 49, s. 99. Menakıb-ı Şehraşub, c. 4, s. 362. [52] - A. K. c. 49, s. 101. Menakıb, c. 8, s. 230. [53] - Uyun-u Ahbarur- Rıza, c. 2, s. 159. [54] - A.K. s. 184. İlamul- Vera, s. 314. [55] - Kafi, c. 6, s. 298. [56] - Uyun-u Ahbarur- Rıza, c. 2, s. 180. [57] - A.K. s. 184. İlamul- Vera, s. 314. [58] - A. K. c. 49,s. 101.h.19. Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c. 4, s. 360. [59]- İhkakul-Hak, c. 12,s. 356. Müntehel- A mal, c. 2, s. 467. [60] - Bihar, c. 49, s. 97, h.11. [61] - A. K. c. 49, s. 102. Kafi, c. 6, s. 283. [62] - A. K. c. 49, s. 106. Kafi, c. 5, s. 288. [63] - A. K. c. 49, s. 102, H.21. [64] - A. K. c. 49, s. 104, H.30. [65] - A. K. c. 49, s. 98. [66] - Hıristiyan oskofların reisi. [67] - Yahudi alimlerin reisi. [68] - Melek veya yıldıza tapanların, ya da Hz. Yahyanın dinine mensup olanların büyükleri. [69] - Ateşe tapanların kadısı. [70] - Rumlu tabip) ve mütekellimler (akait ilminde üstat olanlar. [71] - Bihar, c. 49, s. 173, h. 12. Bu rivayet çok uzun olduğundan dolayı biz onu özet olarak aktardık. [72] - İrşad-ı Mufid, s. 213-214. Uyun, c. 2, s. 148-149. [73] - Kafi, c. 8, s. 257. [74] - A. K. c. 1, s. 487. [75] - Uyun, c. 1, s. 24, H.1. [76] - Uyun, c. 2, s. 54, H.1. Bihar, c. 49, s. 85, H.4. [77] - Uyun, c. 2, s. 383. B.41. H.1. Bu rivayet çok uzun olduğundan dolayı onu özet olarak aktardık. [78] - Yusuf/55. [79] - Uyun-u Ahbarur- Rıza, c. 2, s. 139. Emali-yi Saduk, s. 68. İleluş- Şerayi, s. 239. [80] - Men La Yahzuruhul- Fakih, c. 2, s. 584 ve 585. Uyun-u Ahbarur- Rıza, c. 2, s. 257. Emali-yi Saduk, s. 62. [81] - Emali-yi Saduk, s. 104. Uyun-u Ahbarur- Rıza, c. 2, s. 258. Men La Yahzuruhul- Fakih, c. 2, s. 583. [82] - Kamiluz- Ziyarat, s. 303 ve 304. [83] - Men La Yahzuruhul- Fakih, c. 2, s. 583. Uyun-u Ahbarur- Rıza, c. 2, s. 256. [84] - Bkz. Men La Yahzuruhul- Fakih, c. 2, s. 584. Uyun-u Ahbarur- Rıza, c. 2, s. 259. Emali-yi Saduk, s. 105. [85] - Uyun-u Ahbarur- Rıza, c. 2, s. 262. Emali-yi Saduk, s. 471. [86] - Emal-yi Şeyh Mufid, 273. Emali-yi Şeyh Tusi, c. 1, s. 33. [87] - Muhecud- Davat, s. 69. [88] - Tarih-i Taberi, c. 5, s. 423. İrşad, c. 2, s. 69.
|