Mürsel:
BismillahirrahmanirrahimSayın
Abdullah b. Revaha kardeşim.
Selamun aleykum!
Uzun bir beklemenin ardından bilahare intizar ve merakımızı giderip kısmi de olsa bize cevap verdiğiniz için teşekkür ederim. Bu zaman zarfında cevapların gecikmesini hayra yorumlayıp her halde Abdullah kardeşimiz titiz, dikkatli, etraflı bir çalışmayla bizi aydınlatıp yazılarımızda ortaya koyduğumuz hususlara detaylı, delil ve senetlere dayanarak mantıklı ve doyurucu cevaplar vermeye çalışıyor; tabii olarak da böyle bir çalışma uzun bir zaman alır diye düşünüp hemen her gün siteye göz gezdirip sabırsızla cevabınızı bekliyorduk. Fakat büyük bir teessüfle (ve özür dileyerek) söylemeliyim ki bunca aradan sonra gelen cevap beni tam anlamıyla hayal kırıklığına uğratmıştır. Zira ben etraflı, doyurucu ve özellikle konunun her aşamasında adım adım bizzat Sünni kaynakları referans gösterip ortaya koyduğumuz hususlar üzerinde yoğunlaşarak, aynı kıstaslara dayanan cevaplar beklerken bazı cüzi hususlar hariç benim ortaya koyduğum hususlar göz ardı edilip es geçilerek kendi bildiğini okuma taktiği uygulanmış ve belgeli olarak cevapladığımız bir çok konuda tekrarı mükerrerattan başka hiçbir şey ortaya konulmamıştır. En çok üzüldüğüm husus ise gerçekten bir alime değil bir avama bile yakıştıramadığım, ilmi ölçülerden uzak kendi koyduğunuz ve üstelediğiniz üslubu, yani duygusallıktan uzak kalma prensibini çiğneyerek duygusal, hatta hamaset fışkıran ve kışkırtıcı, yer yer aşağılayıcı tabirlerle yazınızı süslemeniz!!! Okuyucularımız bunu bir mübalağa olarak algılamasınlar diye ben tabirinizi aynen buraya aktarıyor ve hükmü sizin ve okuyucuların insaf ve hükmüne bırakıyorum:
"Müslümanların Mut'aya karşı çıkmaları ve bu işin kaldırılması için gayrete gelmeleri, zamanımızda en elzem vazifedir.
Bazı insanlar, genelevini meşru gördükleri gibi, Mut'a ve muvakkat nikahı da meşru görürler. İslam dîninde zinanın her çeşidi ve her sureti haram kılınmıştır. Acaba Şîa akımına girip, onların sapık fikirlerini yaymak bir maharet midir?!
Ey Müslüman Türk gençleri!.. Varlığınız; namusu korumak ve zinayı kaldırmak, fuhşa karşı çıkmak içindir. Eğer Şîa'nin modern fuhuş işlemesine ortak olursanız, Allah korusun memleketinizi, mukaddesatınızı çiğnemiş olursunuz."
Muhterem, bari cihat fermanı da verip kendinizi rahatlatsaydınız bir kere! Ve hitabeyi takdim ettiğiniz "Müslüman Türk gençliği" de Mut'a'ya inanan herkesi tuttukları yerde boğazlasaydılar; siz de onların sevabına ortak olsaydınız!!!
Bütün bunları rahatlıkla söyleyebiliyor; ardından da "Sizi tenzih ediyorum" diyorsunuz. Benim de sapık (!!) bir Caferi Şiası olduğumu, Mut'aya inandığımı ve gördüğünüz gibi onu savunduğumu bildiğiniz halde bu tenzihi nasıl yapabiliyorsunuz acaba; onu merak ediyorum?!
Bu nasıl bir mantıktır muhterem kardeşim? Farz edelim ki bizim getirdiğimiz deliller sizin açınızdan tutarlı olmasın; ama siz de biliyorsunuz ki bu bir fıkhi-ictihadi mes'eledir. Acaba bir müctehid elindeki delillerden hareketle bir konuda başka bir müctehidin görüşüne ters bir fetva ve görüş ortaya koyduğunda ona böyle mi tavır takınılır?! İctihad Ehl-i Sünnet mantığında hatta iki müctehidin arasında kanlı savaşlara bile yol açtığında, her iki müctehid de mazur görülüyorsa (Muaviye ve Hz. Ali'nin arsındaki savaşta olduğu gibi) böylesine bir fıkhi mes'elede aykırı düşünen kimseler hakkında bu denli tavizsiz ve hamasi davranmak, tahkir ve küçümseme yoluna gitmek, hangi akli veya dini ölçüyle bağdaşır?!
Yazınızı okuduğumda, arkadaş bu muhterem bana mı cevap veriyor, yoksa başkasına mı? Demekten de kendimi alamadım ve acaba gerçekten benim verdiğim cevabı bir kere olsun baştan sona dikkatlice okumuş da mı cevap veriyor, yoksa okumadan veya tam okumadan mı? Diye tereddüde kapılmadım dersem yalan olur.
Muhterem kardeşim, beni sözlerinizi (veya verdiğiniz hadisleri) cımbızlamakla itham ediyorsunuz. Halbuki sizin bu meselenin, üzerinde durduğunuz tek boyutu, nesh olayıydı ki, verdiğiniz hadislerin hepsine teker teker, ister senet isterse muhteva açısından inceleyerek cevap vermekle kalmamış, sizin vermediğiniz bir çok ravinin rivayeti de yine aynı üslupla incelenmiş ve cevap verilmiştir. Sizin önceki yazınızda rivayetlerini naklettiğiniz raviler şunlar: 1- Sebra 2- Hz. Ali 3- Seleme ibn-il Ekva' 4- Hasan-ül Basri 5- Ebu Hureyre. Biz Hasan-ül Basri'nin dışında diğer ravilerin rivayetlerini hepsini ele alıp incelemiş bulunuyoruz. Hasan-ül Basri'ninkine gelince, onun mürsel bir rivayet olduğunu zaten sizin kendiniz kaydetmişsiniz. Mürsel bir rivayete delil olarak istinad edilemiyeceğini sizin de bişmiş olmanız gerekir.
Evet biz sadece sizin verdiğiniz rivayetlerle yetinmeyip şu ravilere dayandırılan rivayetleri de ele alarak teker teker, hem muhteva hem de sened açısından inceleyip cevaplarını verdik. 1- Abdullah b. Ömer 2- Enes b. Malik 3- Cabir b. Abdillah 4- Ebuzer elĞıfari 5- Ömer b. Hattab 6- Zeyd b. Halid elCuheni 7- Sahl b. Sa'd 8- Ka'b b.Malik el-Ensari 9- Sa'lebe b. Hakem el-Leysi 10- Haris. Üstelik (sizin yaptığınızın tam aksine) bizzat Sünni kaynaklara ve Sünni rical âlimlerinin görüşlerine istinad edilerek. Keşke siz de bir zahmet edip, hepsinde değil en azından bir iki yerde aynı mantığı güdüp 'Arkadaş bak bu delilin veya ileriye sürdüğün bu görüş, sizin şu prensibinize, rivayetinize veya rical âliminizin görüşüne göre yanlış, çürük ve zayıftır' deseydin de bir nebze olsun inandırıcı ve ikna edici olsaydın!
Peki muhterem, sen bizzat kendi kaynaklarınızdan verilen onca delil ve referansı göz ardı edip inanmadığın halde, sadece, kendi kaynaklarınızdaki diğer rivayetlerle bile ters düşen bazı rivayetleri öne sürerek bizi nasıl ikna edebilir, inandırabilirsiniz? Allah aşkına bunun bir mantığı var mı?
Bakın biz bir sürü Kur'ani ve Nebevi referansa dayanarak (ki bunların en önemlilerinden birisi ümmetin dalaletten korunma garantilerini Kur'an ve Ehl-i Beyt olarak bildiren meşhur ve mütevatir "Sekaleyn" hadisidir), evet bunca müşterek referansa dayanarak Resulullah'tan (s.a.a.) sonra Ehl-i Beyt'in söz ve davranışlarını kendimize hüccet bilip bu vesileyle başkalarından kendimizi müstağni görmemize rağmen hiçbir zaman, Sünni kardeşlerimize kaynaklarımızdaki binlerce Ehl-i Beyt hadisini referans ve delil olarak göstermiyoruz, göstermeyiz de. Zira haklı olarak diyebilir ki "Arkadaş ben onlara inanmıyorum. En azından, onların doğruluğu bana sabit değildir." Bu yüzden ihtilafi konuların hemen hepsinde veya çoğunda, bu kardeşlerimizin bizzat kendi kaynaklarından delil sunmaya çalışıyoruz. Ezcümle Mut'a konusunda da aynı şeyi yapmışızdır ki tarafsız bir gözle yazımızı gözden geçiren herkes bunu teslim eder.
Bütün bunları gördükten sonra ve herkesin gözü önünde olan o geniş ve belgeli cevaptan sonra; yeniden cevap verip vermeme hususunda bir müddet tereddüt içerisinde kaldım. Zira bu aşamadan sonra aynı mantıkla devam edecek bir müzakerenin bir fayda getirmeyeceğini ve gittikçe boş cedelleşmelere bile sürüklenebileceğimizi düşünüyordum. Fakat iki şey yeniden ve belki de son defa cevap yazmaya itti beni. Birincisi yanlış anlaşılmaya mahal vermemek, ikincisi ise siteye giren bazı kardeşlerin benden cevap istemeleri. Evet biz aslında Mut'a hakkındaki önceki yazımızı cevap olarak büyük ölçüde yeterli görüyoruz ve okuyucu kardeşlerimizi o yazıyı eğer okumamışlarsa ve bu konuları tarafsız bir gözle araştırmayı merak ediyorlarsa dikkatlice okumalarını tavsiye etmekle birlikte bu yazımızda da bazı tekmili bilgiler ve cevaplar vererek artık bu konuyu noktalamk istiyoruz.
Siz Abdullah kardeşimden de istirhamım, haşiyeye çıkıp başka şeylerle uğraşmanın yerine önce kendi kaynaklarınızdaki bu tenakuzları halletmenizdir. Aksi takdirde hiç bir zaman inandırıcı olmaz ve (kendi tabirinizle) hakkın zuhur u buruz etmesine yardımcı olamazsınız aziz kardeşim.
Fakat siz aynı üslubunuzu devam ettirmek istiyorsanız, aynı ölçü ve kıstaslarla hareket etmek istiyorsanız, o zaman birbirimizi ve daha önemlisi başkalarını boşuna oyalamanın bir anlamı yoktur. Herkes kendi bildiği ve inandığı yola gitsin, boş yere de birbirimizi (Allah korusun) incitmeyelim. Nasıl olsa bir gün doğrular karşımıza çıkacaktır İnşaallah; burada da olmasa, öbür tarafta muhakkaktır!!
Şimdi geçen yazımıza tamamlayıcı niteliğini taşıyan ve sizin son yazınızda ortaya koyduğunuz bazı hususları da dikkate alarak değinmek istediğimiz bazı hususlar:
1- Mut'ayla ilgili delil olarak verdiğimiz Nisa, 24. ayete verdiğiniz cevaba yönelik evvela şunu söylemeliyim ki biz bu ayetin Mut'a hakkında olduğunu yine sadece kendi kaynaklarımıza dayanarak değil bir çok Sünni kaynaklara, aynı zamanda bir çok sahabi ve tabiinin, yine bir kısım Sünni müfessirlerin görüşlerine dayanarak teyid ettirdik. Şimdi diyeceksiniz ki eğer o müfessirler bu ayetin Mut'a hakkında olduğunu söylüyorlarsa, o zaman neden Mut'aya inanmıyorlar? Cevabı şudur ki onlar bu ayetin Mut'a hakkında olduğunu kabul etmelerine rağmen ayetin sonradan nesh edildiğini zannediyorlar. Biz ise nesh olayı bölümünde bunun cevabını vermiş ve nesh edilmediğini ispatlamaya çalışmışız.
Saniyen ayetin Mut'a hakkında olmadığını savunanların bizim istidlalimize karşı ortaya koydukları en önemli itirazlarını da birer birer ortaya koyup cevaplandırdık. önceki yazımızda. Sizin ortaya koyduğunuz dört cihete gelince, diyorsunuz ki:
1. "...O halde onlardan hangisiyle faydalandıysanız..." mealindeki ayet-i kerimede ayet =faydalanmaktan maksat, nikaha dayalı olan faydalanmaktır. Tabiî ki nikahın şartı da müebbed olmasıdır. Aksi takdirde zinanın meşruiyetine, daha doğrusu modernleşmesine ve modalığına fetva verilmiş olur.
Cevap: Muhterem kardeşim, tabi ki faydalanmaktan maksat nikaha dayalı faydalanmaktır. Ancak nikahın şartı da müebbed olmasıdır sözünüz, nikahın sadece daimi nikahtan ibaret olduğu önyargısına dayanmaktadır. Evet daimi nikahta, adından da belli olduğu gibi müebbed olması şarttır. Ancak geçici nihahta bu böyle değildir. O halde bu bizim ayete dayalı istidlalimize cevap değil, bizzat Mut'a nikahının aslının meşru olup olmadığıyla ilgilidir. Zaten bahsimizin de ana mihverini bu konu oluşturmaktadır. Siz nikahın sadece daimi nikah olduğunu iddia ediyorsunuz, biz ise getirdiğimiz delillerle bunun böyle olmadığını ispatlamaya çalışıyoruz. "Sebbit-il arş, sümme unquş."
2. Aynı ayetin başında, şer'an ma'ruf ve muayyen olan nikahtan bahsedilmiştir. Ayetin ortasında = "faydalanma"yı, ma'ruf olan nikahtan başkası zannetmek, Kur'an-i Hakîm'in hükmünü değiştirmekten ibaret olur.
Cevap: Bu itirazınızı önceki yazımızda cevaplamış bulunuyoruz. Oradaki açıklamalarımız dikkate alındığında görülecektir ki aslında ayetteki "istimta" kelimesini Mut'a nikahı olarak algılamazsak o zaman bir çok mahzurla karşılaşmış oluruz. Nitekim büyük Ehl-i Sünnet müfessiri Fahruddîn er-Râzî bunları fark etmiş olacak ki, el-Cessâs'ın (bizim de naklettiğimiz) itirazlarından bazılarını naklettikten sonra, "Bunlar boş sözlerdir! Burada en iyisi şunu söylemektir: Biz Mut'anın mübah idiğini inkâr etmiyoruz. Sadece bunun nesh edilmiş (hükmü kaldırılmış) olduğunu söylüyoruz!" diyerek ayetin Mut'a nikâhı hakkında açık olduğu ve bundan kurtulmanın ise "nesh"e gitmek olacağı üzerinde genişçe duruyor. (et-Tefsîr-ül Kebir: X, 53 )
3. Ayet-i kerimede "mehir", "ücret"le ifade edilmiştir. Binaenaleyh "...ücretini takdir edildiği..." sözünden murad, nikah mukabilinde tayin edilen mehirdir; oynaşma, flört ve modernleşmiş zinanın ücreti değildir. Nitekim En-Nisa' 25, yine EI-Maide 5, EI-Ahzab 50, EI-Mümtehine 10. ayetlerinde nikahta verilecek olan '"mehir", "ücret" kelimesiyle isimlendirilmiştir. Binaenaleyh Mut'anın ücreti kastedilmemiştir. Bu takdirde, En-Nisa' suresinin 24. ayetindeki harfi, şart manasındadır. Yani meşru nikahla tayin edilen mehrin, zifafa girmeden evvel, zifafa girmek murad edildiği zaman verilmesi emredilmiştir...
Cevap: Bu itirazınızın cevabı da önceki yazımızda ayetten bahsedilirken geniş bir şekilde verilmiştir. Korkunç bir cüretkarlıkla Mut'a nikahını (haşa) modernleşmiş zina olarak nitelemenize ise orada da cevap vermiştik; daha sonra da Allah'ın izniyle üzerinde duracağız inşaallah.
4. Peygamber sallallahu aleyhi (alihi) ve sellem, bazı gazvelerinde zarurete mebnî Mut'aya cevaz verdiyse de, bilahare, yani veda haccında onu kaldırdı. Nitekim "Ey insanlar, gerçekte ben kadınlardan faydalanmakta size izin vermiştim. Gerçekte Allah Teala kıyamet gününe kadar bunu haram kılmıştır. Kimin yanında kadınlardan bir şey olursa, peşi bırakılsın. (Önceden) onlara verdiğiniz bir şeyi almayınız." buyurmuştur.
Cevap: Bu cevabınızın da yine ayete istidlalle bir alakası yoktur. Resulullah'ın (sizin tabirinizle haşa) flört ve modern zinaya zarurete mebni önce izin verip, bilahare de yasakladığını (!!!) belirten bu rivayetin tahlilini ise hem sened, hem de muhteva açısından önceki yazımızın ilgili bölümünde yaptığımız için tekrara gerek görmüyoruz.
2- Yazınızın bir yerinde "Mut'an'ın Resulullah tarafından değil 2. Halife tarafından yasaklandığını söylemek korkunç bir hatadır" diyorsunuz. Muhterem (sizin göstermeğe çalıştığınızın tam aksine) biz bunu kendi kafamızdan çıkarmış değiliz; sizin gibi sadece kendi kaynaklarımıza dayandırarak da söylemedik; bizzat Sünni kaynaklara ve rivayetlere dayanarak ortaya koyduk. Eğer bu, gerçekten (sizin deyişinizle) korkunç bir hata ise, bu hataya herkesten önce sizin kendi kaynaklarınız düşmüştür demektir. Ama siz bir türlü görmek istemiyorsanız, o başka mesele! Siz önce kendi probleminizi ve çelişkilerinizi kendi aranızda çözün, ondan sonra başkalarına sıra gelsin.
Biz burada aynı şeyleri tekrarlayarak okuyucularımızı mecburen yoracağımız için onlardan özür diliyoruz. Evet geçen yazımızda bu konuda yazımızın "Mutaya Cevaz Verenlerin Sünnet'ten Delilleri" bölümünde geniş bilgi vermiştik. Şimdi biz Mut'anın Resulullah'ın zamanında Efendimiz'in irtihaline kadar, hatta 1. Halife'nin zamanında bile uygulandığını daha sonra II. Halife zamanında yasaklandığını gösteren bazı belgeleri tekrar buraya aktarıp bu sefer gözünüzden kaçmasın diye, en azından okuyucularımızın dikkatini çekmek için büyük harflerle yazıyoruz. Benim okuyucu kardeşlerden istirhamım, bu rivayetleri okuduktan sonra onları Abdullah kardeşin bu konuda söyledikleriyle karşılaştırıp değerlendirme yapmalarıdır. Tekrar vurguluyorum, her rivayetin sonunda verdiğimiz kaynaklar lütfen göz ardı edilmesin.
Mut'a nikâhının caiz olduğuna dair Sünni kaynaklardan pek çok delil var. Allah'ın Resûlü (s.a.a) hayattayken bu nikâhın uygulandığına ve daha sonra da kaldırılmadığına dair hadisler şu sahâbîler aracılığıyla bizlere ulaşıyor:
1. Abdullâh b. Mes'ûd: O şöyle anlatıyor: "ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) İLE BİRLİKTE GAZA EDİYORDUK. YANIMIZDA KADINLAR(IMIZ) YOKTU. (CİNSEL ARZULARIMIZ İYİCE BASTIRMAYA BAŞLAYINCA) "ACABA KISIRLAŞSAK MI!?" DEDİK. ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) BİZİ BUNDAN MENETTİ; ARDINDAN BİZE BİR ELBİSE KARŞILIĞINDA BELLİ BİR ZAMANA KADAR BİR KADINLA EVLENMEMİZE (MUT'AYA) İZİN VERDİ VE "EY İMAN EDENLER! ALLAH'IN SİZE HELAL KILDIĞI ŞEYLERİ HARAM KILMAYIN..." AYETİNİ OKUDU."
(Ahmed: I, 420, 432, 450; Buhârî: tef. Mâide, 9, nikâh, 8; Müslim: nikâh, 11; el-Beyheqî, VII, 200~201)
2. Câbir b. Abdillâh:
a) Hz. Câbir umre yapmak üzere Medîne'ye geldiğinde kendisine bir takım sorular soruluyor. İş Mut'aya gelince şu cevabı veriyor: "EVET, ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A), EBÛBEKR VE ÖMER ZAMANINDA İSTİMTÂ' (MUT'A) YAPTIK."
(Ahmed: III, 380; Müslim: nikâh, 15)
b) "BİZ ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) VE EBÛBEKR ZAMANINDA BİR AVUÇ KURU HURMA VE UN MUKABİLİNDE İSTİMTÂ' YAPARDIK. NİHAYET ÖMER, AMR B. HUREYS HADİSESİNDEN ÖTÜRÜ BUNDAN NEHYETTİ."
(Ahmed: III, 304; Müslim: nikâh, 16)
c) Birisinin gelerek Abdullâh b. Zübeyr ile Abdullâh b. Abbâs'ın her iki Mut'ada da ihtilâfa düştüklerini söyleyince, Hz. Câbir, İbn Abbâs'ı haklı buluyor ve konuya şöyle açıklık getiriyor: "BİZ ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) İLE BİRLİKTE HER İKİSİNİ DE YAPTIK. SONRA ÖMER BİZE BUNLARI YASAKLADI; O YÜZDEN BİR DAHA YAPAMADIK."
(Saîd b. Mansûr, es-Sünen:I, 218; Ahmed: III, 325, 356, 363; Müslim: hac, 212, nikâh, 15; el-Beyheqî, VII, 204 Aynı mahiyette biraz daha detaylı rivâyet için bk. Ahmed: I, 52, III, 298; Müslim: hac, 145; el-Cessâs, III, 96; el-Emînî, el-Ğadîr: VI, 207, 209~211)
3. Câbir b. Abdillâh ve Seleme b. Ekva': Her ikisi de diyor ki: "BİZ BİR ORDU İÇİNDEYDİK. ALLAH'IN RASÛLÜ'NÜN (S.A.A) BİR HABERCİSİ GELDİ VE DEDİ Kİ: ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) SİZE MUT'A YAPMANIZ İÇİN İZİN VERDİ; MUT'A YAPABİLİRSİNİZ."
(Ahmed: IV, 47, 51; Buhârî: nikâh, 32; Müslim: nikâh, 13~14)
4. Ebû Said el-Hudrî: "BİZ ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) ZAMANINDA BİR ELBİSE MUKABİLİNDE MUT'A YAPARDIK."
(Ahmed: III, 22 el-Heysemî "İsnadı sahih" diyor. el-Mecma': IV, 486)
5. Abdullâh b. Abbâs: "HİÇ ŞÜPHESİZ, MUT'A MÜTTAKÎLERİN (TAKVÂ SAHİBİ OLANLARIN) İMAMI, YANİ ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) ZAMANINDA YAPILIRDI..."
(bk. Müslim: nikâh, 27; el-Beyheqî, VII, 205)
6. Sa'd b. Ebî Vaqqâs: Kendisine Mut'anın hükmü sorulduğunda "BİZ ONU YAPTIK." CEVABINI VERİYOR.
(Ahmed: I, 181 Müslim'in şartlarına göre sahih isnadla rivâyet ediyor.)
7. Esmâ bt. Ebîbekr: Müslim el-Qurrî anlatıyor: ABDULLÂH B. ABBÂS'A MUT'ANIN HÜKMÜNÜ SORDUM; RUHSAT VERDİ. HALBUKİ ABDULLÂH B. ZÜBEYR BUNDAN NEHYEDERDİ. İBN-İ ABBÂS DEVAMLA "İŞTE İBN ZÜBEYR'İN ANNESİ (ESMÂ BT. EBÎBEKR); ALLAH'IN RASÛLÜ'NÜN (S.A.A) BUNA RUHSAT VERDİĞİNİ ANLATIP DURUYOR!" BUYURDU. BİZ DE (ANNESİNİN) YANINA GİTTİK. (MESELEYİ SORDUĞUMUZDA) ŞÖYLE DEDİ: "ŞÜPHESİZ ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) BUNA RUHSAT VERDİ."
(Ahmed: VI, 348; Müslim: hac, 194~195)
Hadisin bazı rivâyetlerinde (Ahmed:VI, 348; Müslim:hac, 194) "Mut'a" yerine "hac Mut'ası" tabiri kullanılıyor. Bu ise doğru değil. Çünkü hadisimizi Müslim el-Qurrî'den Şu'be almış; ondan da üç kişi rivâyette bulunmuş: 1.Ravh b. Ubâde 2.Abdurrahmân b. Mehdî 3.Muhammed b. Ca'fer el-Varakânî. Bunlardan sadece Ravh "hac Mut'ası" tabiriyle rivâyet ediyor. Muhammed b. Ca'fer "hac Mut'ası" ve "nikâh Mut'ası" arasında tereddüt ederken, Abdurrahmân b. Mehdî hiç tereddüt etmeden "nikâh Mut'ası" tabiriyle naklediyor.
Ravh ile Muhammed'in her ikisi de hâfıza ve zabt sağlamlığı bakımından Abdurrahmân'ın eline su dökemez. Özellikle Ravh, her ne kadar Buhârî ile Müslim'in ortak râvîlerinden olsa da, hâfızasının iyi olmadığını söyleyenler var: Abdurrahmân b. Mehdî, Affân b. Müslim, Nesâî, Ebû Hâtim bunlardan sadece bir kaçı. (ez-Zehebî, el-Mîzân:II, 59) Buradan Ravh'ın "hac Mut'ası" derken yanılıp hata ettiği anlaşılıyor. Bilhassa Ebû Dâvûd et-Tayâlisî'nin rivâyetinde açıkça "kadın Mut'ası" denmesi bunu gösteriyor.
(el-Müsned: 227; el-Emînî, VI, 209)
Kaldı ki, İbn-i Abbâs ile İbn-i Zübeyr arasında geçen meşhur tartışmanın "Mut'a nikâhı"yla alâkalı olduğu herkesçe malum.
(bk. Müslim: nikâh, 27 (Hz. Cabir'den gelen c şıklı rivâyet)
Bu hadiste geçen kelimenin "Mut'a nikâhı" olduğunu şu rivâyet de gösterir: Esmâ bt. Ebîbekr'in oğlu Urve b. Zübeyr, Abdullâh b. Abbâs'a demiş ki: "Mut'aya izin verirken hiç Allah'tan korkmaz mısın!?" İbn Abbâs "(GİT) ANNENE SOR EY KÜÇÜK URVE!" demiş. Urve "AMA EBÛBEKR İLE ÖMER BUNU YAPMAMIŞLAR!" deyince İbn Abbâs şunu söylemekten kendini alamamış: "GÖRÜYORUM Kİ, ALLAH SİZİ AZABA SOKMADIKÇA BUNDAN VAZGEÇMEYECEKSİNİZ. BEN SİZE ALLAH'IN RASÛLÜ'NDEN (S.A.A) BAHSEDİYORUM; SİZ İSE BANA EBÛBEKR İLE ÖMER'DEN BAHSEDİYORSUNUZ!"
(Abdürrazzaq ile İbn Abdilberr gayet sahih bir isnadla tahric ediyorlar. bk. İbn'ül-Qayyim, Zâd'ül-Meâd: I, 213; el-Emînî, VI, 208; et-Taberî'nin rivâyetinde ise Urve: "Oysa Ebûbekr ile Ömer'in bunu yasakladığını biliyorsun!" diyor. bk. el-Emînî, VI, 211~212)
8. İmrân b. Husayn: "ALLAH'IN KİTABINDA "MUT'A AYETİ" NAZİL OLDU; ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) DE ONU BİZE EMRETTİ. DAHA SONRA BUNU NESHEDEN BİR AYET NAZİL OLMADIĞI GİBİ, ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) DE VEFATINA DEK BİZİ ONDAN MENETMEDİ. (YALNIZ) ONDAN SONRA BİR ADAM (ki bunun 2.Halife Ömer b. Hattab olduğunda ittifak vardır) ÇIKIP KENDİ DÜŞÜNCESİYLE DİLEDİĞİNİ SÖYLEDİ."
(Buhârî: tef. Baqara, 24; Müslim: hac, 172, 173)
İmrân'dan Mut'arrif b. Abdillâh b. eş-Şıhhîr'in rivâyetinde ise "hac Mut'ası"ndan bahsediliyor. (bk. Ahmed: IV, 429, 434, 436, 438, 439; Buhârî: hac, 36; Müslim: hac, 165~171; Dârimî: menâsik, 17; Nesâî: hac, 49, 50; Tirmizî: hac, 11; İbn Mâce:menâsik, 40; el-Cessâs, I, 357)
Mut'arrif ise her ne kadar Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin çok itimad ettiği, Buhârî ile Müslim'in ortak râvîlerinden olsa da, bizce o sâbıkalı bir râvî! Zira İmam Ali'ye (a.s) kin ve nefret ile dolu olduğu biliniyor Mut'arrif'in. (bk. İbn Ebil-Hadîd, Şerhu Nehc'il-Belâğa: IV, 94)
Allah'ın Rasûlü (s.a.a) bir çok hadislerinde Ali'ye yalnız münafıkların buğz edeceğini haber veriyor. (bk. Ahmed: I, 84, 95, VI, 292; Müslim:îmân, 131; Nesâî: îmân, 19, 20, el-Hasâis, 97~99; Tirmizî:menâqıb, 20; İbn Mâce:muqaddime, 11; Hâkim, Ulûm'ül-Hadîs:180)
Allah'ın Rasûlü (s.a.a) tarafından "münâfık" olarak değerlendirilen bir kimsenin rivâyetine ne değer verilebilir ki!?
9. Semîr Şöyle diyor: "BİZ ALLAH'IN RASÛLÜ (S.A.A) ZAMANINDA MUT'A YAPARDIK."
(İbn Mende sahih bir isnadla rivâyet ediyor. bk. İbn Hacer, el-İsâbe: II, 81; el-Emînî, VI, 221); İbn Hacer, bunun muhtemelen "Semura b. Cündeb" olduğunu söylüyor; el-İsâbe: II, 81)
10. Ömer b. Hattâb: II. Halife'nin bizzat kendisinden gelen sözler, konumuzun en çarpıcı bölümünü oluşturuyor. İşte onun sözleri:
a) Hz. Câbir'in anlattığına göre II. Halife şöyle diyor: "ŞÜPHESİZ, ALLAH, RASÛLÜ'NE (S.A.A) DİLEDİĞİ ŞEYİ DİLEDİĞİ SEBEPLERLE HELAL KILIYORDU. KUR'AN DA YERLİ YERİNCE NAZİL OLDU. HAC VE UMREYİ ALLAH İÇİN TAMAMLAYIN. BUNU DA ALLAH'IN EMRETTİĞİ ŞEKİLDE YAPIN. BU KADINLARLA MUT'A YAPMAYI DA KESİN ARTIK! ŞAYET BANA BİR KADINLA SÜRELİ NİKÂH KIYAN BİRİSİ GETİRİLİRSE, ANDOLSUN ONU TAŞLARLA RECMEDERİM."
(bk. Müslim: hac, 145; el-Cessâs, III, 96; el-Emînî, VI, 210~211)
b) Hz. Câbir'den gelen bir başka rivâyete göre (23) 2. Halife şöyle diyor: "Kur'an, işte bu Kur'an, Allah'ın Rasûlü (s.a.a) ise o (bildiğiniz) Rasûl! Allah'ın Rasûlü (s.a.a) zamanında iki Mut'a vardı: Biri hac Mut'ası, öteki ise kadın Mut'ası."
(Ahmed: I, 52, III, 298)
c) Hz. Câbir'den gelen bir başka rivâyete göre Ömer hilafete geçtiğinde halka hitaben şöyle dedi: "Allah'ın Rasûlü (s.a.a) işte o (bildiğiniz) Rasûl; Kur'an ise bu Kur'an! Kuşkusuz Allah'ın Rasûlü (s.a.a) zamanında iki Mut'a vardı ki ben bunları yasaklıyorum ve yapanları cezalandıracağım!: Birisi Mut'a nikâhı, ki bir kadınla belli bir süreye kadar evlenen bir adamı ele geçirirsem, andolsun onu taşlarla yok ederim! Öteki ise hac Mut'ası."
(el-Beyheqî (VII, 206) Müslim'in şartlarına göre sahih ve sağlam bir isnadla rivâyet ediyor. ayr. bk. el-Emînî, VI, 210)
d) Ebû Qılâbe Abdullâh b. Yezîd el-Cermî anlatıyor: Ömer halka hitaben şöyle dedi: "İki Mut'a var ki Allah'ın Rasûlü (s.a.a) zamanında vardı; ancak ben onları yasaklıyor ve (yapanları) cezalandıracağım!!!: Hac Mut'ası ve kadın Mut'ası."
(Saîd b. Mansûr (I, 218~219) Buhârî ile Müslim'in şartlarına göre sahih bir isnadla rivâyet ediyor.)
II. Halife Ömer'den gelen bu söz gayet meşhur ve isnadları gayet sahih. Kitaplar bu sözle dolu. Bunu Ebû Sâlih, et-Tahâvî, İbn Cerîr et-Taberî, İbn Asâkir vb. tahric ediyor ve hemen her eser bu söze yer veriyor. bk. el-Cessâs, I, 362, 364~365, III, 102; es-Serahsî, el-Mebsût: IV, 27; İbn Qudâme, VII, 571~572; İbn'ül-Qayyim, II, 184; er-Râzî, V, 167, X, 50, 52~53; el-Qurtubî, II, 270;
Bir başka rivâyette şöyle diyor: "Üç şey var ki Allah'ın Rasûlü (s.a.a) zamanında vardı; ama ben şimdi onları haram kılıyor ve yasaklıyorum: Hac Mut'ası, nikâh Mut'ası ve (ezandaki) "Hayye alâ hayr'il-amel" cümlesi."
(el-Ensârî, el-Fevâtih:II)
e) Ömer b. Hattâb hac Mut'ası için de şunları söylüyor: "Allah'ın kitabında bulunduğu ve Rasûlü de yaptığı halde sizlere "hac Mut'ası"nı yasaklıyorum!!!"
(bk. Nesâî: hac, 50 = İsnadı Buhârî ile Müslim'in şartlarına göre sahihtir.)
f) Saîd b. Müseyyib diyor ki: "Ömer iki Mut'ayı yasakladı: Kadın Mut'ası ve hac Mut'ası."
(Saîd b. Mansûr (I, 218) ile İbn Ebî Şeybe (bk. es-Süyûtî, ed-Dürr'ul-Mensûr:II, 140; el-Emînî, VI, 211) sahih bir isnadla rivâyet ediyor.)
Son olarak Rağıp İsfahani'nin "El-Muhazarat" isimli kitabının 93. sayfasında naklettiği bir olayı aktarmakta da fayda görüyoruz; o diyor ki:
"Yahya b. Eksem Basralı bir şeyhe 'Mut'anın cecazı konusunda kime uydun?' diye sorunca, adam: 'Ben bu konuda Ömer b. Hattab'a uydum' cevabını verir. Yahya 'Nasıl olur da Ömer'e uyduğunu söyleyebilirsin; halbuki onun bu konuda en şiddetli tavır takınan kimse olduğu bellidir?' deyince adam şu cevabı verir: 'Zira sahih habere göre Ömer minbere çıkarak şöyle demiştir: 'Allah'ın Resulü size iki Mut'ayı helal kılmıştı; ben ise onları size yasaklıyor ve onları yapanları cezalandıracağım.' İşte biz onun bu konudaki şehadetini kabul ediyor, yasaklamasını ise kabul etmiyoruz!!"
Hatırlatma: Yukarıda zikrettiğimiz hadislerden bazılarının tabiri gerçi mutlaktır ve sonradan nesh edilip edilmediğine değinmeden Resulullah'ın zamanında Mut'anın uygulandığını ortaya koymaktadır; ancak büyük bir kısmı bunun Resulullah'ın hayatı boyu, hatta daha sonrada bir müddet devam ettiği Ve II. Halife tarafından yasaklandığı hususunda hiçbir tevile yer bırakmayacak kadar açık ve nettir.
Peki muhterem kardeşim, Sahih-i Müslim, Sahih-i Buhari, Tirmizi, Sünen-i Nesai, Sünen-i İbn-i Mace, Sünen-i Ahmed b. Hanbel, Taberi, Beyhaki, el-İsabe, Tahavi, el- Cessas, Sarahsinin el-Mebsut'u, Razinin Tefsiri, Kur'tubi'nin tefsiri, Sünen-i Darimi, , Müstedrek-i Hakim, ed-Dürr-ül Mensur, Zad-ül Mead gibi verdiğimiz onca kaynak, Sünni kaynağı değil mi?
Şimdi siz bunları kabul edersiniz veya etmezsiniz; o sizin ve kaynaklarınızın sorunudur. Bize gelince, biz zaten Resulullah'ın emanetleri ve ilim-irfanın gerçek varisleri olan, Ümmetin Resulü tarafından, ümmetin dalaletten korunma garantisi olarak tanıtılan "Ehl-i Beyt'in" bu konudaki görüş ve rivayetleriyle tatmin olmuş durumdayız. Sünni kaynaklardaki bu görüşü te'yid eden bu rivayetler ise bu itminan ve yakinimizi bir kat daha artırmıştır. Bu iki tarikin müşterek görüşünü bırakıp da bunlara ters düşen ve çoğunun senedinin zayıflığı, hatta bir çok Sünni rical alimlerince te'yid edilen rivayetleri (ki bunları naklederken her birisinin senedi üzerinde de durmuştuk) kabul etmeği en hafif tabiriyle ihtiyata aykırı buluyoruz.
3- Diyorsunuz ki yazınızın bir diğer bölümünde: "Sahabeden bazılarının bunu yapmaları (Mut'a yapmalarını veya onun cevazına hükmetmelerini kast ediyorsunuz herhalde) Resulullahın yasaklamasını duymamalarından kaynaklanmıştır!!" Elinsaf be kardeşim. Siz sırf mezhebinizin görüşünü bir türlü te'vil edebilmek ve kaynaklarınızdaki çelişkiyi tabii gösterebilmek için böyle bir şeyi nasıl söyleyebiliyorsunuz?! Bu adamlar dağın başında değil Medine'de ve Allah'ın Resulü'nün yanı başında yaşadıkları halde böyle önemli bir yasaktan nasıl bihaber kalabilirler?! Kaldı ki bu kadar önemli bir konuda, yani ihmal durumunda insanların zinaya sürüklenebileceği böylesine hassas bir konuda bu tebliğ, bir kısım sahabeye, hem de en meşhur sahabeden bir kısmına ulaştırılmamıştır öyle mi?! Eğer böyle önemli bir konuda İlahi bir tebliğ, bizzat Medine'de yaşayanlardan bir kısmına mübhem kalabiliyorsa, o zaman diğer bazı konularda durum daha vahimdir demek ki (haşa)!
Evet burada size göre Mut'anın yasaklanmasından bihaber (!!) kalan sahabe ve tabiinden bazılarının sadece isimlerini tekrar vermekle yetinip kararı okuyucularımızın hür vicdanına ve İslami insafına bırakıyorum. (Bunları geniş bir şekilde ve kaynaklarıyla birlikte okumak isteyen kardeşler, önceki yazımızın II. Bölümünün III. Kısmına müracaat edebilirler.)
a) Mut'anın Cevazına hükmeden Sahabilerden Bazıları:
1. Mü'minlerin Emîri İmam Ali (a.s)
Not: Hz. Ali'den Mut'anın yasaklandığına dair nakledilen ve sizin hem önceki yazınızda, hem de en son cevabınızda delil olarak gösterdiğiniz rivayetin cevabını ilgili bölümde geniş bir şekilde zikretmişiz; eğer zahmet edip de gözden geçirseydiniz, belki de yeniden kendinizi zahmete sokup onu bize delil olarak göstermezdiniz.
2. Abdullâh b. Abbâs
Not: İbn-i Abbas'ın kendi görüşünden sonradan vazgeçtiği iddiasına da önceki yazımızın ilgili bölümünde detaylı bir şekilde cevap verilmiştir. (Maalesef bunu da yine boşuna tekrar etmişsiniz.)
3. Abdullâh b. Mes'ûd
4. Câbir b. Abdillâh el-Ensârî
5. Ebû Saîd el-Hudrî
6. Seleme b. Ekva'
7. Imrân b. Husayn
8. Sa'd b. Ebî Vaqqâs
9. Semîr
10. Übey b. Ka'b
11. Muâviye b. Ebî Süfyân
12. Amr b. Hureys
13. Seleme b. Ümeyye b. Halef
14. Rabîa b. Ümeyye b. Halef
15. Ma'bed b. Ümeyye b. Halef
16. Esmâ binti. Ebîbekr
b) Tâbiîler:
1. Tâvûs b. Keysân
2. Saîd b. Cübeyr
3. Atâ b. Ebî Rabâh
4. İbn Cüreyc
5. Mücâhid b. Cebr
6. Safvân b. Ya'lâ b. Ümeyye
7. Hâlid b. Muhâcir b. Hâlid
8. İsmâîl es-Süddî el-Kebîr
9. Mekke ve Yemen Fukahâsı: (Mâlikîlerin en güçlü hadis ve fıkıh alimlerinden İbn Abdilberr ile İbn Rüşd aynen şunu söylüyorlar: "Abdullâh b. Abbâs'ın Mekke ve Yemen'de bulunan bütün öğrencileri Mut'a nikâhının helal olduğuna inanıyordu.")
Müfessir el-Qurtubî de "Mekkelilerin sık sık Mut'a yaptıklarını" söylüyor.
Demek ki Mekke ve Yemen'de Mut'aya cevaz veren ve bizzat uygulayan hadis ve fıkıh alimlerinin sayısı belli değil! Şamlı Abdurrahmân el-Evzâ'î'nin şu sözüne bakılırsa, bu fetva tüm Hıcâz bölgesini kapsamış durumda: "Hıcâz ulemasına ait şu beş görüşün terkedilmesi gerekir!... 3. Kadınlarla Mut'a nikâhının cevazı..."
Değerli okuyucularımız bu sahabi ve tabiinin görüşlerinin kaynakları için (eğer okumamışlarsa) lütfen yazımızın II. Bölümüne, Resulullah'ın Ehl-i Beyti'nin görüşleri için ise I. bölüme ve Ehl-i Beyt mektebinin ilgili kaynaklarına müracaat etsinler.
Evet Abdullah kardeşimin bir çok Ehli Sünnet alimi gibi, kendilerine bizzat kendi kaynaklarından naklettiğimiz onca hadise ve Mut'anın caiz olduğu görüşünde olan, hatta ona amel eden bunca sahabi ve tabiiye karşı verdiği cevap onların bu hükmün kaldırıldığından bihaber kaldığıdır!! (Karar sizin.)
Bu konuda artık sözü daha fazla uzatmaya gerek görmediğimiz için merak eden kardeşlerimizi önceki yazımızın ilgili bölümünü (eğer okumamışlarsa) tekrar dikkatlice gözden geçirmeğe davet ediyor ve son olarak İbn-i Hacer el-Asqalânî'in bu konuda söylediği bir sözünü aktarıp kararı okuyucularımıza bırakıyorum; o diyor ki:
"Mut'anın Sebra hadisiyle ebediyyen haram kılınmış olmasına, Câbir'in "Hz. Peygamber, Ebûbekr ve Ömer zamanında Mut'a yaptıklarına dair" rivâyeti ters düşmekte. Zira Peygamber'den (s.a.a) sadır olan "ebedî tahrîm"den bir grup sahâbînin haberdar olmaması çok uzak bir ihtimal! "Onlara Mut'anın neshedildiği haberi ulaşmamıştır" iddiası, her ne kadar bir "zorlama" ise de, ebedî haramlığı açıkça ifade eden Sebra hadisi, bizi bu zorlama iddiayı kabul etmeye zorluyor! Her hâl ü kârda bizler, Şâri'den bize ulaşan hükümlerle amel etmek zorundayız!!!" (bk. eş-Şevkânî, VII, 230)
Tabi İbn Hacer'in bahsettiği Sebra hadisini ise önceki yazımızda ister sened isterse muhteva açısında geniş bir şekilde incelemiştik.
4- Yazınızın başından sonuna kadar sık sık zina kelimesini kullanıp (haşa) Mut'a'nın bir zina olduğu mesajını insanların belleğine kazımaya çalışmışsınız. Gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum; insan sözünün nereye varacağını hiç düşünmez mi kardeşim?
Peki hiç kendinize sormadınız mı Server-i kainat Efendimiz (s.a.a) geçici ve zaruret olarak da olsa (haşa sümme haşa) insanların flört etmesine, modern zina yapmasına mı (sizin yer yer sıkılmadan kullandığınız tabire göre) cevaz vermişti?! Hem de fetih günü veya veda haccı gibi uzun bir zamana kadar?! (Allah'ım, sürçmelerden sana sığınıyoruz!)
Saniyen eğer gerçekten Mut'a nikahı (haşa) zina ise bunu yapanların şerî haddi hak etmeleri gerekir. Acaba bunu söyleyen, böyle bir fetva veren fakih veya imamı tanıyor musunuz dört mezhep içerisinde? (Bunun böyle olmadığını bizzat Sünni İmamların dilinden ve de yine Sünni kaynaklardan aktarmıştık; ama siz diğer çoğu hususlarda olduğu gibi bunu da görmemiş veya görmezlikten gelmişsiniz; isteyen kardeşlerimiz, önceki yazımızın IV. bölümünün "B" şıkkına müracaat edebilirler.)
5- Yine sık sık üstelediğiniz bir husus da, Mut'anın haramlığı hakkında ümmet ve Müslümanların icma ettiği iddiasıdır. Sözünüzün zahirinden açıkça anlaşıldığı üzere, siz Mut'anın cevazına inanan Caferileri ümmetin ve Müslümanların dairesi içerisinde görmüyorsunuz demek ki; aksi taktirde böyle bir icmayı iddia etmek abes olurdu. Eğer böyle düşünmüyorsanız, o zaman bu icma muammasını bize de çözün; hayır öyle düşünüyorsanız, yani bizi ümmet dairesinin dışında görüyorsanız, o zamanda hakkımızda böyle düşünenleri adil Allah'a havale etmekten başka yapacak bir şeyimiz yoktur... Kaldı ki bu mantığa göre Mut'aya inandıkları, hatta amel ettikleri sabit olan bir kısım sahabe, tabiin ve etba-ı tabiini ve Ehl-i Beyt'i, ümmetin neresine koyduğunuzu merak ediyorum?!
Öte yandan Mut'aya inandığı için Şia'yı sapıklıkla suçlamanız (bilincinde olun veya olmayın), buna inanan ve isimlerini yukarıda zikrettiğimiz bir sürü sahabe ve tabiini, bunların başında da Resulullah'ın pak ve mutahhar Ehl-i beyti'ni de (haşa) aynı şeyle suçlamak demektir. (Allah'ım, sana sığınıyoruz!)
6- Yazınızda Mut'anın haramlığıyla ilgili bazı akli deliller getirmeği de ihmal etmemişsiniz. Evvela Eş'ari mantıktan hareketle eşyada ve İlahi emir ve nehiylerde akli hüsün ve kubuh aramanın yanlış olduğuna inananların bir takım hükümler için akli deliller, gerekçeler getirmeğe çalışmaları ilginç ve aynı zamanda bir çelişkidir bizce. Saniyen ben bir önceki yazımda Ehl-i Sünnet'in ileri sürdüğü bir çok akli delili de zikredip geniş bir şekilde cevaplamıştım. Fakat kendi görüşümüz için akli delil getirmekten özellikle kaçınmıştım. Sebebi ise belki bazıları, "Arkadaş senin aklın öyle diyor, benimki ise başka türlü" diyebilirler endişesiydi. Gerçi bizim bu konudaki asıl delillerimiz Kur'an ve Sünnet'tendir (hem de sizin kendi kaynaklarınıza istinaden); fakat madem siz kendi görüşünüz için bize akli delil sıralamaya çalışmışsınız, artık ben de tam aksi yönde bazı akli deliller getirmekte bir beis görmüyorum. İşte size Mut'a nikahının yerine ve şartlarına göre ne kadar gerekli ve zaruri bir İlahi hüküm olduğuna dair bazı akli delillerimiz:
1. Bilindiği gibi Allah insanı bir erkek ve bir dişiden yaratmıştır. Bu yaratılanlar da, erkek yada dişi olmaları hasebiyle "cinsel arzu ve istek" denen şehevî bir olguya sahiptir. Erkek ile dişide bulunan bu duygu tamamen fıtrîdir; yaratılıştan gelir. Yüce yaratıcı bunu böyle dilemiştir.
Doğuştan gelen bu duygu; cinsel arzu ve istek, şöyle yada böyle mutlaka karşılanacaktır. Aksi halde yaratılışa aykırı tutum içine girilir! Bunun bir kadınla "bir ömür boyu" bir arada kalarak giderilmesi daimi evlilikle mümkün olursa o yola baş vurulur. Ama eğer bu, bir takım sebeplerden dolayı mümkün olmazsa, ömür boyu kendini mahrum bırakıp bunun ruhi ızdırap ve sıkıntılarını çekmeğe mecbur olmak diye bir akli zorunluluk olamaz. Fıtrat dini olan aziz İslam'ın buna da mutlaka bir çözüm yolu getirmesi gerekir ve getirmiştir de. Yeter ki bunun bir düzenlemesi, bir kuralı olsun ve soyda karışım olmasın.
2. Bir kişi bazı sebeplerden dolayı dâimî nikâhla evlenip çoluk çocuk sahibi olmak istemeyebilir. Böyle insanlar çoktur. Süreli nikâhın kapısını tamamen kapattığınız zaman, bu adam ya zinaya sürüklenecek, yada süreyi içinde saklı tutup evlenecek; sonra da eşini boşayacak. Bu durumda o kadına, varsa çocuklarına yazık olmaz mı? Halbuki baştan karşılıklı rıza ile, hukuk dairesinde süreli evliliklerine izin verilse, bu iki sakıncadan hiç birisi yaşanmayacak.
3. Genç bir delikanlı, genç yaşta dâimî nikâhla evlenip de eve bağımlı kalmak ve hemen çoluk çocuğa karışmak istemeyebilir. Bu gencin fıtrî cinsel duyguları da bastırıyorsa, bunu "oruç tut"makla avutamazsınız. Önünü iki yoldan birine açacaksınız: Geçici evlilik yada gayr-ı meşrû, başıboş cinsel ilişki, yani zina!
4. Yıllarca evinden, eşinden ayrı kalmak zorunda kalan bir kişi düşünün: Bu insan ya ikinci bir dâimî evlilik yapacak, yada evlilik dışı cinsel ilişkide bulunacak, zinaya düşecek! Ekonomik şartlar yada ikinci bir dâimî evliliğin sorumlulukları kendine ağır geliyorsa ne yapacak? Bu adamın zinaya düşmesine göz mü yumulacak?
5. Kadınların erkeklere oranla çok daha fazla olduğu bir nüfus dağılımı düşünün: Bu durumda çözümünüz ne!? Belki çok evlilik diyebilirsiniz. Ama eğer bu da ya maddi bir takım sıkıntılardan dolayı veya ailelerde meydana gelebilecek huzursuzluklardan dolayı mümkün olmazsa ne olacak? Bu kadınların da cinsel ihtiyaçlarının olduğunu inkar etmiyorsanız; ya onları ömür boyu "kuma"lığa mahkum edeceksiniz, ya başıboş bir cinsel bataklığa iteceksiniz, yada kendisine cinsel duygularını bastırması için tavsiye ve telkinlerde bulunacaksınız! Allah aşkına; bunlardan hangisi gerçek çözüm?
6. Kadın tarafından kaynaklanan bir takım sebeplerle çocukları olmayan ve mutlaka çocuk sahibi olmak isteyen, ama ikinci bir dâimî evliliği de maddi veya manevi açıdan kaldıramayacak bir baba düşünün. Siz de biz de biliyoruz ki bir çok aileler böyleki durumlarda çocuklarını kısır eşini boşamaya ve onu çileli bir hayata itmeğe zorlayıp başka bir kadınla evlenmeğe zorluyorlar. Böyle birisi için Mut'a nikâhından daha güzel bir çözümünüz var mı?
Bu aklî ve toplumsal sebepleri / gerekçeleri daha da çoğaltabiliriz. Bütün bunları bir tarafa iter, erkek ve dişideki fıtrî duyguları görmezden gelirseniz; gençliği iki toplumsal bataklıktan birine mahkum edersiniz: Bunlardan birisi cinselliği tümüyle ortadan kaldırmayı amaçlayan geçici bir "ruhbanlık", diğeri ise "cinsel komünizm", yani genel evleridir. (Şimdilerde çoğu "elbette müslümanım!" diyen pek çok gencin neden genel evlere mübtelâ olduğunu varın sizler düşünün...)
Bugün hemen her şehre kurulan genel-evlerin gençlerle dolup taşmasını nasıl izah edersiniz!? Bu gençlerin içinde İslâmî kaygısı olmayanlar elbette az değil; ama hepsi mi öyle? Hepsi mi Kâfir ve imansız? Çoğu Müslüman evlâdı olan bu gençlerin o batağa düşmelerinin sebebi ne?
Mü'minlerin Emîri İmam Ali (a.s) ve onun has arkadaşı ve öğrencisi Abdullâh b. Abbâs ne kadar da doğru söylemiş: "Şayet Ömer Mut'ayı yasaklamasaydı; bedbaht kimsenin dışında kimse zina etmezdi!" (Tefsir-i Taberi, C.5, S.9)
Keşke siz muhterem kardeşim de hamiyyete gelip Mut'a hakkında "Müslüman Türk gençliği"ne o hitabeyi verme yerine bu kadar fesad yuvaları ve çevrelerinde bataklığa düşmeleri hakkında öğüt ve nasihatta bulunsaydınız; nasihattan da öte çözüm yolları önerme yoluna gitseydiniz!
7- Bizce, sizin özelde ve Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin genelde düştükleri hata, önce kesin bir şekilde nikahın sadece daimi nikah olduğunu var sayıp ondan sonra Kur'an'da genel anlam da zikredilen bütün ayetleri bu yönde tefsir etmeye kalkışmanızdır. Arkadaş evet ki nikah ve akidsiz bütün ilişkiler haram, sifah ve zinadır; ancak biz Mut'anın da bir nikah olduğunu, akdinin bulunduğunu, iddetinin bulunduğunu ve bazı şeyler hariç daimi nikahla bir çok konuda müşterek olduklarını söylüyor ve buna delil gösteriyoruz.
Nikah'ta devamlılığın esas olduğunu söylerken de aynı hatayı yapıyorsunuz. Nikahın tarifini verirken rükünlerini beyan ederken de hep aynı hatayı yapıyorsunuz.
Bütün bunları söylerken hep nikahın bir türlü nikah olduğunu, onun da daimi nikahtan ibaret olduğunu var sayarak, daimi nikahın özelliklerini sıralıyorsunuz. Evet bu mantıkla tabi ki bu nikahın dışında kalan her şey zina ve sifah sayılacaktır.
Ancak biz bu mantıkla hareket etmeyi kesinlikle doğru bulmuyoruz. Daimi nikahla geçici nikahın müştereklerinin yanı sıra farklı yönlerinin de bulunduğunu söylüyor ve her birisinin kendi çerçeve ve dairesi içerisinde incelenip hikmet ve felsefesinin beyanına çalışılmalıdır. Yoksa daimi bir nikahtan beklenilenin geçiciden beklenilmesi tabi ki yanlış olur. Her birisinin kendisine göre teşrii sebepleri vardır.
Mut'ayla, daimi nikah arasında söz konusu olan hikmet ve felsefe farkını bir açıdan, tek evlilikle çok evlik arasındaki farka benzetmek mümkün. Hepimiz biliyoruz ki İslam'da ki çok evlilik olayı daha çok bir zaruret olayıdır. Bu zaruretler bazen kadın cinsi açısından söz konusu olur, bazen erkek açısından; bazen de toplumdaki zaruretlerden kaynaklanabilir. Kısacası insanlığın (ister normal ister zaruri) bütün dertlerine çözüm yolu getiren, insanların bütün fıtri ihtiyaçlarını karşılama vadinde bulunan mukaddes İslam dini, cinsel ve ailevi sorunların da her türüne çözüm yolları koymuştur. İşte bu problemler için verdiği birinci ve öncelikli reçete tabi ki daimi ve tek evliliktir. Ama her hasta için aynı reçete geçerli olmayabilir. Bu yüzden birinci reçete çözümü halletmeye yeterli olmuyorsa, başka tedavi yolları aranmalıdır. Bu yüzden manevi tabibimiz Allah ve Resulü bazı durumlar ve şartlar için de çok evlilik yolunu koymuş; bunun da yeterli olmadığı yerler için ise geçici nikahı ön görmüştür. Bu yüzden de önceki yazımızda da naklettiğimiz gibi Ehl-i Beyt İmamları Mut'anın bir zaruret hükmü olduğunu söylemiş ve ihtiyacı olmayan kimseleri ve normal şartlarda bulunan ve daimi nikahla problemini çözebilen kimseleri açıkça bundan sakındırmışlardır.
Evet nikah hakkında mutlak bir şekilde kendinize göre hep aynı hikmet ve felsefeleri sıralayıp Mut'ada olmadığı için de onun nikah olamayacağını, dolayısıyla zina hükmüne gireceğini ısrarla tekrarlayıp duran siz muhterem kardeşime sormak isterim: Mesela Hanefi fukahasının hemen hepsinin kabul ettiği hulle nikahına ne diyeceksiniz? Bu nikahta daimi nikahın hangi hikmet ve felsefesi söz konusudur Allah aşkına! Peki şimdi bu nikaha zina ve sifah diyebiliyor musunuz?!
Kaldı ki Mut'a hakkında bu kadar hassas davranan ve ona inanları neredeyse dinden çıkmış insanlar gibi görebilecek kimselerin, kendi alimlerinin fetvaları arasında bulunan Mut'adan beş beter (onların kendi mantığına göre elbette) fetvaları neden görmezler acaba?! Ben sözü bundan fazla uzatmamak ve tekrar-ı mükerrerat yapmamak için bu konuda örnek isteyen kimselere, önceki yazımızın son bölümüne müracaat etmelerini tavsiye ediyorum.
8- Yine "Nikah gizlilik kabul etmez" diyorsunuz.
Arkadaş Mut'anın illa da gizli yapılması gerektiği diye bir sözü kim söylemiştir? Hangi alim Mut'anın şartlarından birisinin de gizlilik olduğunu söylemiştir? Bazı insanlar bunu gizli tutmaya çalışıyorsa, bu onların şahsi tutumlarıdır; belki de sizin gibilerin buna zina ve gayri meşru bir ilişki olarak görmelerinden kaynaklanmaktadır. Yoksa eğer gerçek anlamda ilahi hükümler uygulanmış olsa, bunun da aynı daimi nikah gibi görülmesi ve kimsenin de bundan rahatsızlık duymaması gerekir. Nitekim Resullullah'ın zamanında bunu yapanlar, ne bunu saklıyorlardı ne de bundan bir utanç duyuyorlardı!! Siz maalesef bir çok konuda olduğu gibi toplumdaki yanlış bir uygulama ve tutumdan hareketle bunu bize bir delil olarak göstermeğe çalışıyorsunuz.
9- Yazınızın birkaç yerinde nikahta kadının velisinin izni olmadan nikahın doğru olamayacağını söylüyorsunuz. Evet bu Caferi fakihleri açısından da bakire kadınlar hakkında geçerlidir. Ancak bununla her halde Mut'ada böyle bir şey olmadığını vurgulamaya çalışıyorsunuz. Oysa ki Caferi müctehidler, nikahın ister daimi isterse geçici her iki kısmında da bu izin muteberdir ve velinin izni olmadan gerçekleşen Mut'a nikahı da batıldır demişlerdir. Eğer birileri bunu izinsiz yaparsa, bu onların yanlışıdır ve hükme olan cehaletlerinden kaynaklanmaktadır.
10- Mut'anın neshiyle ilgili de yine bir hayli bir şeyler yazmışsınız; ancak biz önceki yazımızda nesh olayını, ister Nisa-24. ayetin Mut'a hakkında nazil olduğunu kabul edip daha sonra nesh edildiğini iddia edenler, isterse neshi beyan eden bazı rivayetler açısından ele alıp geniş bir şekilde işlediğimiz için, tekrara gerek görmüyoruz. Merak eden kardeşlerimiz önceki yazımızın ilgili bölümüne müracaat edebilirler.
Ya Rabbi, bütün ön yargılardan arınarak doğruları görebilmek için hepimizin elinden tutup bize yardımcı ol; basiret gözlerimizi aç. Amin
Not: Hüsün kubuh olayına daha sonra cevap vermeğe çalışacağım inşaallah
Thursday June 14th 2001 06:48:00 PM
|