musa:
Bismillahirrahmanirrahim
Muhterem kardeşi Ökkeş deniz, Selamun aleykum'
Bilmukabele hürmet ve saygılarımıza sunduktan sonra, bizden Verdiğiniz
bir hadisin izahını istemişsiniz. Baş üstüne aziz kardeşim dilimin
döndüğü kadarıyla cevabınızı vermeğe çalışayım. Evvela
bahsettiğin hadis de Sünni kaynaklıdır. Ancak tabi birinci derece
kaynaklardan sayılmaz. Fakat takriben aynı sonucu veren başka bazı
hadisler değişik tabirler ve çeşitli senetlerle hadis kaynaklarında
nakledilmiştir. Ben inşaallah aşağıda bunlardan bazısını size
aktarmağa çalışıp onları hem sened hem de muhteva açısından
incelemeğe çalışacağım. Fakat ondan önce bir noktaya değinmek
istiyorum; o da şudur ki, bir çoğumuzun belki de yeni duyduğumuzdan
dolayı yadırgadığımız bu ve benzeri hadisler, sadece bir mezhebe ait
kaynaklarda değil, Müslümanlara ait çoğu kaynaklarda hem de muhtelif
ve bir çoğu sahih ve tartışma götürmez senetlerle nakledilmişlerdir.
Bu yüzden burada fırsattan istifade ederek sizin gibi iyi niyetli ve
samimi kardeşlere şu tavsiyede bulunmak istiyorum ki bir hadisi gördüğümüzde
önceden sahip olduğumuz ön bilgi ve yargılara ters düşse dahi hemen
inkar yoluna gitmeyip, bir mu'min insafıyla onların doğru olup olmadığını,
en azından kendi kaynaklarımızda yer alıp almadığını
incelemeliyiz. Eğer gerçekten asılsız olduğuna kanaat getirirsek, o
zaman red veya itiraz yoluna gidebiliriz. Olduğunda da kabul ederiz veya
etmeyiz o bizim kendi vicdani meselemizdir; ancak o zaman da o hadislerin
doğruluğuna kanaat getirip görüşlerini o istikamette düzenleyenlere
de darılma, kızma veya (Allah korusun) bazı ithamlarda bulunma hakkına
sahip değiliz tabi. Bunu da en azından onların bir ictihadı olarak
kabul etmek zorundayız. Bütün Müslümanların kabul ettiği ictihad da
bu değil mi zaten? Sahabeden bazılarının birbirleriyle farklı düşünce
ve uygulamaları, onları bir takım kanlı savaşlara, birbirlerini
lanetlemeye ve... götürdüğünde dahi bir ictihad farkı olarak kabul
edilip mazur görülüyorsa, başkalarının bir takım ayet ve hadislere
dayanarak ortaya koydukları bazı farklı görüşler sırf bizim görüşlerimize
aykırıdır diye neden yadırgansın, hor görülsün?! Yoksa bu ictihad
olgusu, sadece bazılarına mı ait bir haktır? Başkalarının böyle
bir hakkı yok mudur? Şimdi asıl konumuza geçelim:
“A L İ ’ Y İ S A D E C E
M Ü ’ M İ N L E R S E V E R”
Hz. Ali (kv) diyor ki:
“Taneyi yaran ve mahlukatı yaratan Allah’a yemin olsun ki; Allah'ın
Rasûlü (s)’nün “Beni sadece mü’minlerin seveceğine ve benden
sadece münafıkların nefret edeceğine” dair sözü var!”
Hadisin Tahrîci: Hadisimizi Süleyman b. Mihrân el-A’meş kanalıyla
Abdurrazzâq, İbn Ebî Şeybe (9130.htm), Ahmed (I,84,95, 128 ve el-Fedâil’de),
Müslim (îmân,131), Tirmizî (menâqıb,21), müellif (îmân,19,20), İbn
Mâce, (muqaddime, 11), Hâkim (el-Ma’rife:180), İbn Ebî Âsım, el-Humeydî,
Ebû Ya’lâ, İbn Hıbbân, Ebû Hâtim, Bezzâr, İbn Mende, Hatîb
el-Bağdâdî, Sibt b. el-Cevzî, İbn Meğâzilî vb. rivâyet ediyor.
(el-Emînî, III,183~185; Nâşir,101)
Hadisin Durumu: Hadisimizin bütün râvîleri gayet siqa. Üstelik hepsi
Buhârî ile Müslim’in ortak râvîlerinden. Dolayısıyla hadisimizin
isnadı Buhârî ile Müslim’in şartlarına göre sahih. Hadisimiz ayrıca
Âsım kanalıyla İbn Ebî Şeybe (9131.htm) tarafından sahih isnadla da
rivayet ediliyor.
İmam Ali diyor ki:
“Peygamber (s) “Beni sadece mü’minlerin seveceğine ve benden
sadece münafık olanların nefret edeceğine” dair teminat verdi.”
Hadisin Tahrîci ve Durumu: Hadisimizin tahrici ve durumu için bir önceki
hadisimize bk.
İmam Ali diyor ki:
“Peygamber (s)’in bana şöyle bir teminatı var:
“Seni sadece mü’minler sever, senden sadece münafık olanlar nefret
eder!”
Hadisin Tahrîci ve Durumu: Hadisimizin tahrici ve durumu için 97 nolu
hadisimize bakınız.
A Ç I K L A M A L A R
“Ali’yi sadece mü’minler sever, ondan sadece münafıklar nefret
eder” mealli hadisimiz; Ümmü Seleme annemiz, İbn Abbâs, Ebû Zerr
el-Ğıfârî, Imrân b. Husayn ve Abdullâh b. Hantab’dan da rivâyet
ediliyor. (1)
Bu üç hadisin isnadı zayıf olsa da, İmam Ali’den gelen hadisin
isnadının sahih olduğunda hiç şüphe yok. İbn Abdilberr “Sahâbeden
bir grup bu hadisi rivâyet etmiştir.” (2) derken İbn Ebil-Hadîd ise
şunları söylüyor: “Bu hak bir sözdür; çünkü iman ile Ali’ye
(a.s) nefret bir kalpte barınamaz!... Kısacası bu haber sahih
hadislerin bulunduğu kaynaklarda rivâyet ediliyor.” (3), “Hadis
alimlerince kendisinde kuşku olmayan sahih haberler, Peygamber (s)’in
Ali için bu sözü söylediği noktasında ittifak ediyor.” (4)
İmam Ali’nin fazileti hakkında sadece üç sahih hadisin varlığını
kabul eden İbn Hazm bile bunu o üç hadisin içine kattıktan (5) sonra
artık düşünmeye hacet var mı!?
Hadisimizden çıkan hükümler:
Allah'ın Rasûlü (s)’nden İmam Ali kanalıyla çok sahih bir isnadla
rivâyet edilen bu hadis, tarihi bir misyon üsleniyor; bizleri pek çok
konuda aydınlattığı gibi, sahâbeye, Kur’an ve Hadis dalında söz söylemiş
kimselere yaklaşım hususunda da elimize şaşmaz bir mihenk taşı
veriyor. Dolayısıyla hadisimizden çok önemli dört hüküm çıkıyor
karşımıza:
a. Ali’yi sevmek imana, ondan nefret etmek ise nifaka alamettir.
Hadisimiz, Ali’yi sadece ve yalnız mü’minlerin sevebileceğini, ona
yalnızca kalbinde iman olanların sevgi ve muhabbet duyacağını; buna
karşılık Ali’den sadece ve yalnızca münafık olanların nefret
edeceğini, ona yalnız kalbinde nifak tohumları bulunan kişilerin buğzedeceğini
açık bir dille ifade ediyor. Bu hususta yoruma bile hacet bırakmıyor.
Demek ki İmam Ali’yi sevmek imana, sevmemek ve ondan nefret etmek ise
nifaka ve münafıklığa alamet oluyor. Yani Ali’yi sevmek, ona yürekten
muhabbet duymak imanın; mü’min olmanın bir gereği. Aynı şekilde,
ona kin ve nefret duymak, ondan hoşlanmamak, ona düşman olmak da nifakın
belirtisi ve münafık olmanın gereği!
Şu halde, İmam Ali’yi sevmeyen, ondan hoşlanmayan, ona kin ve nefret
duyan, söven, la’net eden, ona karşı düşmanca duygular içinde
olan, ona kılıç çekip savaşan... kim olursa olsun; münafık sayılır!
En azından, münafıklığın en temel belirtilerinden birisine sahip
olmuş demektir.
Hem Allah'ın Peygamberi (s.a.a) bu konuda herhangi bir ayrıma da
gitmiyor. Dolayısıyla, sahâbeyi hadisimizin kapsamından bir şekilde
çıkarıp atmak imkansız! Allah’ın Elçisi görüldüğü gibi mutlak
bir ifade kullanarak böyle bir yanlışa yer ve mahal bırakmıyor.
Yeri gelmişken şunu da hatırlatmakta fayda var: Bu yargı bize ait bir
yorum yada yargı değil aziz kardeşim; bilakis Allah'ın Rasûlü
(s)’ne ait bir yargı. Dolayısıyla İlâhî irâdeye dayanan bir yargı!
Şu halde burada kimsenin kızmaya, darılmaya hakkı yok! Kızacak olan
gitsin (kızabilirse); Allah ve Rasûlü’ne kızsın!!! Kaldı ki, sahâbenin
de yaklaşımının bu şekilde olduğunu az sonra göreceğiz. Bir de önceki
yazımızda da hatırlattığımız gibi bunlar sadece belli bir grub ait
kaynaklarda da nakledilmemiştir ki hemen bunlar Şiilerin uydurmasıdır
denilsin!! (Maalesef bilgisizce bir çok konuda denildiği gibi.)
b. Nifak alametlerinden birisi de İmam Ali’ye ve Ehl-i Beyt’e düşman
olmaktır.
Bilindiği gibi, “nifak / münafıklığın alametleri” dendiğinde,
çoğunlukla aklımıza şu üç madde gelir:
* Yalan konuşmak,
* Verilen sözde durmamak ve
* Emanete sahip çıkmamak, ihanet etmek. (6)
Oysa Kur’an’da daha pekçok nifak alametine yer veriliyor. Peygamber
(s) bu hadisiyle nifak alametlerine bir madde daha ekliyor ve Ali’ye ve
Ehl-i Beyt’e düşmanlığın da nifak alameti olduğunu söylüyor.
Kaldı ki Allah'ın Rasûlü (s.a.a)) “Münafıklığın alametleri üçtür”
derken herhangi bir sınırlamada bulunmuş değil. Yani o hadisinde
sadece üç belirgin alamete yer veriyor.
Sahâbe de hayatlarında aynı yaklaşımı sergiliyordu. Onlar bir
kimsenin münafık olup olmadığını anlamak için Hz. Ali’ye olan
duygularını yoklarlardı. Eğer Ali ile arası pek iyi değilse hemen hükmü
verirlerdi.
“Biz münafık olanları Ali’ye olan buğz ve nefretlerinden tanırdık!”
diyen sahâbîlerden bazıları:
1. Ebû Saîd el-Hudrî : Sözünü Tirmizî (menâqıb,21), el-Cezerî,
İbn Merdeveyh, Ebû Nuaym vb. rivâyet ediyor. (el-Emînî,III,182)
2. Ebû Zerr el-Ğıfârî : Hâkim (III,129), Hatîb el-Bağdâdî ve el-Cezerî
rivâyet ediyor. (el-Emînî,III,182)
3. Câbir b. Abdillâh : Ahmed (el-Menâqıb’da), Taberânî ve Bezzâr
rivâyet ediyor. (İbn Abdilberr,III,46; el-Emînî,III,182)
4. Ebû Saîd Muhammed b. Heysem : el-Cezerî rivâyet ediyor. (el-Emînî,III,183)
5. Ebud-Derdâ : Sibt b. el-Cevzî yer veriyor.(el-Emînî,III,183)
6. Abdullâh b. Abbâs : Hatîb el-Bağdâdî (Târîhu Bağdâd:III, 153)
rivâyet ediyor.
7. Abdullâh b. Mesûd : İbn Murdeveyh rivâyet ediyor.
Demek ki Ali sevgisi o gün için bile adeta bir mihenk taşıydı; sahâbe,
Allah ve Rasûlü’ne olan imanlarında kimin samimi ve kimin sahtekâr
olduğunu Hz. Ali'ye olan yaklaşımlarıyla anlıyorlar; içlerindeki münafıkları
bu şekilde belirliyorlardı.
c. Hadisimiz, İmam Ali’nin gerçek bir “fârûk” olduğuna
delildir.
“Fârûk”un ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz. Yani hakkı batıldan
ayıran. İşte bu hadisler Hz. Ali'nin gerçek anlamda bir
"Faruk" olduğunu ve hakla batılı, iman ile nifakı
birbirinden ayıran bir ölçü olduğunu ispatlamakta ve Allah ve Rasulü’ne
iman ettiğini söyleyenler arasında; kimin mü’min ve kimin münafık
olduğu konusunda gerçek bir ayrım yapacak olanın Ali ve Ali sevgisi
olduğunu ifade etmektedir.
d. Ali ve Ehl-i Beyt ile arası iyi olmayandan hadis alınmaz.
Bir kimseden hadis alınabilmesi için onun fâsık olmaması gerektiği
herkesçe malum. Bu hususta kimsenin şüphesi yok. Allah'ın Peygamberi
(s.a.a) bu hadisiyle, İmam Ali’yi sevmemeyi, ona kin ve nefret duymayı...
nifak alametlerinden sayıyor. Nifak ise en büyük fâsıklıklardan, en
büyük günahlardan birisi.
Dolayısıyla İmam Ali ve Ehl-i Beyt ile arası pek iyi olmayan kim
olursa olsun; ondan hadis alınamaz. Hz. Peygamber'in hadisleri ona emanet
edilemez. Maksadımız gerçekten Peygamber (s)’e ve onun pâk
hadislerine emin yollarla ulaşmak ise, böyleleri aramızda köprü
olamazlar! Onlar bu şerefe katiyen layık değildir.
NOT : Hz. İmam’ın bu yüce faziletini kıskanan bazı çevreler, 1.
Halife Ebûbekr ile 2. Halife Ömer hakkında da benzer bir hadis düzmekte
pek geç kalmamışlar! “Ebûbekr ile Ömer’i sadece mü’minler
sever, onlardan sadece münafıklar nefret eder!” vb. mealli rivâyet şu
sahâbîler aracılığıyla Allah'ın Peygamberi (s)’ne dayandırılmış:
1. Enes b. Mâlik : İbn Adiy rivâyet ediyor. (ez-Zehebî,I,626; el-Münâvi,III,369)
İsnadında Hâzim b. Huseyn el-Humeysî var. İttifakla zayıf ve çürük
bir râvî. (7)
2. Ebû Hürayra : İbn Adiy rivâyet ediyor. (İbn’ül-Cevzî, el-Ilel:I,200;
ez-Zehebî,I,54) Senedinde İbrâhîm b. Mâlik el-Ensârî ile ondan rivâyet
eden Ahmed b. Îsâ el-Haşşâb var. İkisi de ittifakla çok zayıf ve
yalancı! (8)
3. Câbir b. Abdillâh : İbn Adiy Süleyman el-A’meş’ten itibaren
Abdurrahmân b. Mâlik b. Miğvel ve Muallâ b. Hilâl adlı iki râvî
kanalıyla rivâyet edilmiş. (ez-Zehebî,II,584,IV,153) Râvîlerin her
ikisi de zayıf ve yalancı! (9)
Görüldüğü gibi bu rivâyetlerin tamamı asılsız ve uydurma! Hiç
birisi itibar edilecek türden değil. Buna rağmen Şamlı ez-Zehebî (II,584)
Hz. Câbir’e yamanan rivâyetin ardından “Râvîsi yalancı; ama bu
doğru bir söz!” diyor. Fakat aynı duyarlılığı, Ümmü Seleme
annemizden gelen Ali ile ilgili hadiste gösteremiyor. O hadis hakkında
sadece “münker!” demekle yetiniyor!! (ez-Zehebî, II,454)
Onun yapması gereken; o sözü asıl Ümmü Seleme annemizden gelen hadis
hakkında söylemek idi. Ama o, hakkında gayet sahih hadisler olmasına
rağmen İmam Ali’ye bunu çok görüyor! Neden dersiniz acaba?!
Aslında sorunuzun cevabı olarak bu kadarını yeterli görüyoruz ama
yeri gelmişken aynı gerçeği üsteleyen diğer birkaç hadisi eklemeği
de uygun görüyoruz:
Zeyd Ali’den, Ali Hüseyin’den, Hüseyin de Ali bin Ebu Talib’den,
Resulullah’ın bir kılı tutarak şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:
“(Ey Ali,) kim senden olan bir kılı incitirse (senin kılına dahi
dokunursa) beni incitmiştir, beni inciten Allah’ı incitmiştir; O’nu
incitene Allah’ın laneti olsun.” (10)
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Müminin amel defterinin başlığı, Ali bin Ebi Talib’in
sevgisidir.” (11)
Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuşlar ki:
“Kim Ali’yi severse beni sevmiştir; kim Ali’ye buğz ederse bana buğz
etmiştir.” (12)
Resulullah (s.a.a) yine buyurmuştur ki:
“Ya Ali! Halk arasındaki misalin, Kur’ân’daki “Kulhu vellahu
ehed” (İhlas) suresine benzer; kim onu bir defa okursa, adeta Kur’ân’ın
üçte birini okumuştur; kim onu iki defa okursa, adeta Kur’ân’ın
üçte ikisini okumuştur; kim onu üç defa okursa, adeta Kur’ân’nın
hepsini okumuştur. Ya Ali, sen de böylesin! Kim seni kalbiyle severse,
imanın üçte birini elde etmiştir; kim kalbi ve diliyle seni severse
imanın üçte ikisini elde etmiştir; kim seni kalbi, dili ve eliyle
severse imanın hepsini elde etmiştir. Beni hak olarak peygamber gönderen
Allah’a ant olsun ki, eğer yeryüzünün ehli, gök ehli gibi seni
sevmiş olsaydı, Allah onlardan bir kişiyi bile ateşle azap etmezdi.”
(13)
Yahya b. Abdurrahman el-Ensari'den şöyle nakledilmiştir: Resulullah'ın
(s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum:
"Kim Ali'yi ister hayatında isterse öldükten sonra severse, güneş
doğup battığı müddetçe Allah onun için emniyet ve iman yazar. Kim
de Ali'yi ister hayatında isterse ölümünden sonra buğz ederse (ona
karşı düşmanlık beslerse, böyle bir kimsenin ölümü cahiliyet ölümü
sayılır..." (14)
Bu ve nakletmediğimiz daha nice hadislerden açıkça anlaşılan hakikat
şudur ki Ali düşmanlığıyla imanın bir arada toplanması imkansızdır.
Aklen ve mantıken de böyle bir şey mümkün olamaz. Zira Ali, Allah'ın
ve Resulünün sevgilisidir. Allah ve Resulü'nün onu sevdiğini bilen
mu'min birisi ona nasıl düşman kesilebilir? Eğer Ali'nin düşmanlığı
nifak alameti ise, nifak ile iman nasıl bir araya gelebilir?! Böyle bir
kimseye zahirde İslam'ın maslahatı için, Müslüman muamelesi yapılsa
dahi (Resulullah'ın kendi zamanındaki münafıklara karşı yaptığı
gibi) batında kesinlikle mu'min sayılmaz. Rabbim cümlemize doğruları
olduğu gibi öğrenip onlara ittiba etme cesaret ve samimiyetini lütfetsin.
Amin!
KAYNAKLAR:
1- 1. Ümmü Seleme annemiz : Hadisini İbn Ebî Şeybe (9131.htm), Ahmed
(VI,292 ve el-Menâqıb’da), Tirmizî (menâqıb,21), Taberânî, Beyheqî,
Sibt b. el-Cevzî, el-Cezerî, İbn Adiy vb. “...Ebün-Nasr Abdullâh b.
Abdirrahmân – Müsâvir el-Hımyerî – annesi – Ümmü Seleme”
kanalıyla rivâyet ediyor. (ez-Zehebî,II,453; el-Emînî,III, 185~186)
Ebün-Nasr Abdullâh ed-Dabbî siqa bir râvî. (bk. ez-Zehebî,II,453-454;
İbn Hacer, et-Taqrîb:I,405) Ancak Müsâvir ile annesinin durumu belli
olmadığı (bk. İbn Hacer, et-Taqrîb:II,248,536) için, hadisimizin
isnadı zayıf. Tirmizî herhalde diğer sahih hadislerle desteklendiği için
“hasen” diyor.
2. Abdullâh b. Abbâs : Hadisini Taberânî rivâyet ediyor. (el-Heysemî,
el-Mecma’: IX,133; el-Emînî,III,186)
3. Ebû Zerr : İbn Ebî Şeybe ile Deylemî rivâyet ediyor. (Şerafuddîn,188)
4. Imrân b. Husayn : Hadisini Taberânî (el-Heysemî,IX,133) ile et-Tahâvî
(Müşkil’ül-Âsâr:I,50) rivâyet ediyor.
5. Abdullâh b. Hantab : Ahmed (el-Menâqıb’ta) rivâyet ediyor. (el-Fîrûzâbâdî,
Fedâil’ül-Hamse:II,211)
2- el-İstîâb:III,37
3- Şerhu Nehc’il-Belâğa:XIX,173
4- Şerhu Nehc’il-Belâğa:IV,83 ayr. bk. VIII,119
5- el-Fisal:IV,147~148 Aynı sözü İbn Teymiyye de naklediyor:IV,86
6- Bu üç madde Peygamber (s)’e sahih yollarla dayanan şu hadisten alınmadır:
“Münafıklığın üç alameti vardır: 1. Konuştuğunda yalan söyler.
2. Verdiği sözde durmaz. 3. Kendisine verilen emanete ihanet eder.”
Hadis için bk. Ahmed:II,200,291,357,397,536; Buhârî:îmân,25,şehâdât,28,
vasâyâ, 8,edeb,69; Müslim:îmân,107-108; Tirmizî:îmân,14; Müellif:îmân,20
7- ez-Zehebî,I,626; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,209; el-Münâvi,III,369
8- İbn’ül-Cevzî, el-Ilel:I,200; ez-Zehebî,I,21-22,54,126
9- ez-Zehebî,II,584~585,IV,152-153; İbn Hacer
10- Şevahid’ut- Tenzil, c.2,s.147. Menakıb-i Harezmi, s.235. Emali-yi
Saduk, s.271.
11- Menakıb-i İbn-i Meğazili, s.243. Yenabi’ul- Mevedde,
s.91,125,284. Tarih-i Bağdat, c.4,s.410.
12- Müstedrek’us- Sahihayn, c.3,s.130. İstîab, c.3,s.1101.
13- Yenabi’ul- Mevedde, s.125.
14-(Üsd-ül Gabe (İbn-i Esir), C.6, s.101, el-İsabe (İbn-i Hacer),
C.6, S.335)
Thursday,
July 5th 2001 - 06:37:04 PM
|