Back Index Next

Osman b. Affan'ın sözleşmeyi yazması için kağıt kalem getirdiler. Abbad b. Bişr zırh giymiş, silâhlarla kuşanmış ve savaşa hazır bir hâlde Resulullah'ın (s.a.a) arkasında durmuş, Uyeyne ise zafer sarhoşluğuyla Resulullah'ın (s.a.a) karşısında oturmuş, ayaklarını uzatmıştı! O sırada Useyd b. Huzeyr içeri girdi. Uyeyne'nin bu terbiyesizliğini görünce bağırarak dedi ki: "Hey maymun herif! Ayaklarını topla. Sen Resulullah'ın (s.a.a) karşısında ayaklarını mı uzatıyorsun?! Vallahi eğer Resulullah (s.a.a) burada olmasaydı iki yanını mızrakla birbirine dikerdim." Sonra Resul-i Ekrem'e (s.a.a) dönerek şöyle dedi: "Ya Resulullah! Bu iş ilâhî bir emirse yerine getir; yok Allah'ın emri değilse, vallahi biz bunlara kılıcımızdan başka bir şey tattırmayacağız." Tekrar Uyeyne'ye dönerek, "Ne zamandan beri bizim mallarımıza göz diktin?" dedi. Useyd'in bu sözlerinden sonra Resul-i Ekrem (s.a.a) Sa'd b. Muaz'la Sa'd b. Ubâde'yi çağırtarak bir köşede onlarla müşavere etti. Onlar dediler ki: "Eğer bu iş Allah'ın emriyse yerine getir ve eğer kendi isteğinse yine biz senin emrine tâbiiz; fakat eğer bizim görüşümüzü istiyorsan, uygun görürsen bunlara kılıç darbesinden başka bir şey vermelim." Bunun üzerine Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Arapların birleşerek bizimle savaşa geldiğini görünce, onları sizinle savaşmamaya razı edeyim, dedim." Ama onlar dediler ki: "Ya Resulullah! Vallahi cahiliye döneminde bunlar yoksulluk ve açlıktan çöldeki fareleri yemek zorunda kalsalardı bile bizim malımıza tamah etmeye cüret edemezlerdi; bir tek hurma elde etmek için ya parasını verirlerdi ya da onu sadaka olarak verirdik onlara. Şimdi Allah Tealâ bize seni göndermiş, senin gibi bir peygamberle bizi şereflendirip, hidayet etmiştir; şu hâlde bu alçak ve liyakatsiz insanlara nasıl bir şey veririz?! Biz onlara kılıç darbesinden başka bir şey vermeyiz." Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a), "Anlaşmayı yırtın." buyurdu. Bu durumu gören Sa'd hemen yazılanları yırttı. Peşinden Uyeyn ve Haris yerlerinden kalktılar. Resulullah (s.a.a) hendeğin dışında da yüksek bir sesle onlara "Gidin." dedi, "Bizimle sizin aranızda yalnız kılıç hükmedecektir." Resul-i Ekrem, Hendek Savaşı'nda sahabelerle bu şekilde müşaverede bulundu. Resulullah'ın (s.a.a) sahabelerle konuşmasından, düşman ordusundaki kabileler arasında ihtilâf yaratmak istediği anlaşılmaktadır. Özellikle Resulullah (s.a.a) onlarla müzakeresinin sonunda yüksek sesle, "Gidin; bizimle sizin aranızda yalnız kılıç hükmeder." buyurmuş ve bu haber yayılarak Kureyş'e ulaşmış, böylece Gatafan kabilesiyle Kureyş arasına ihtilâf düşmüştü. Vakidî ve Makrizî bu olayın devamında şöyle eklerler: Resulullah (s.a.a) Nuaym b. Mes'ud'un, Kureyş'le Kureyze Oğulları kabileleri arasında ihtilâf düşürmesine müsaade etti. O da bu kabileler arasına ihtilâf düşürünce onların yenilgiye uğramasına sebep oldu.[490] Buraya kadar Resulullah'ın (s.a.a) sahabelerle müşavere etmesi sırasında müşavereden hedefinin, bu şekilde doğru görüşe varmak değil, geçmişte de olduğu gibi doğru oylama yöntemini pratik olarak ashaba öğretmek olduğu anlaşılmaktadır. Resul-i Ekrem'in (s.a.a) Bedir Savaşı'nda sahabelerle müşaveresi de bu hedefe yönelikti.

Çünkü Allah Tealâ çok önceden savaşın sonucunu ve düşmanın yenilgiye uğrayacağını Resul'üne bildirmiş, onların Kureyş'le savaşıp zafere ulaşacaklarını haber vermişti. Nitekim Resulullah (s.a.a) bunu müşavere toplantısının sonunda ashabına bildirmiş, Kureyş'in ileri gelenlerinin düşeceği yerleri bir bir onlara göstermiştir. Buna binaen, Resulullah'ın (s.a.a) bu savaşta müşavereden asıl hedefi, Müslümanlara, doğru müşavere yöntemini öğretmek, onları, görüşlerini emirleri altındakilere, "fermanımız budur." şeklinde bildiren zalim padişahların davranışlarından sakındırmaktı. Yukarıda zikri geçen ayetin baş tarafı da apaçık bir şekilde bunu bildirmektedir bize: Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için (Allah'tan) bağışlanma dile ve (savaşta gönüllerini almak için) iş konusunda onlarla müşavere et...[491]  O hâlde burada müşavere, yumuşaklık ve insanların gönlünü almanın en bariz örneklerinden biridir. Bu durum, ayetin başında geçtiği gibi, Allah Tealâ'nın rahmet ve lütfunun belirtisidir. Buna binaen, Resulullah'ın (s.a.a) müşavereden asıl hedefi, Uhud Savaşı'nda olduğu gibi, bazen Müslümanları ruhen eğitmek ve bazen yumuşaklık gösterip ashabın gönlünü almaktı. Uhud Savaşı'nda Resulullah (s.a.a) onların görüş ve isteğine göre davrandı; düşmanla savaşmak amacıyla Uhud'a doğru hareket etmek için savaş elbisesini giydi. O zaman Medine'den dışarı çıkarak düşmanla şehrin dışında savaşmaya ısrar eden Müslümanlar bu yaptıklarından pişman olarak, "Ya Resulullah! Sen neyi uygun görürsen onu yap; sana karşı muhalefet etmek bize düşmez." dediler. Fakat Resul-i Ekrem (s.a.a) onlara, "Ben daha önce dedim, ama siz kabul etmediniz; şimdi ise düşmanla savaşmak için savaş elbisesini giydikten sonra Peygamber'e yüce Allah kendisiyle düşman arasında hükmedinceye kadar onu çıkarması yakışmaz." cevabını verdi. Bu olayda Resulullah'la (s.a.a) ashabın arasında geçen konuşmalardan şu anlaşılmaktadır: Eğer Resulullah (s.a.a) ashabın ilk önerisini kabul etmeyip, düşmanla savaşmak için Medine dışına çıkmasaydı, bu hareket kötü sonuçlar doğurur, Müslümanların moralleri bozulur, vazifelerini yerine getirmede gevşeklik göstermelerine sebep olur ve artık düşmanla isteyerek savaşmazlardı. İşte bu yüzden Resulullah (s.a.a) doğru olmadığını bildiği hâlde onların görüşlerini kabul ederek savaş için Medine'den dışarı çıktı. Fakat Hendek Savaşı'nda Resulullah'ın (s.a.a) müşavereden hedefi müşrikleri yanıltmaktı. Resulullah (s.a.a) bu hareketiyle hedefine ulaşarak düşmana ağır bir darbe indirdi.

2- Biat İstidlalinin İncelenmesi

Daha önce söylenenlerden anlaşıldığı üzere biat, zor ve baskı uygulayarak ve kılıcın gölgesi altında değil, gönül rızasıyla yapılan bir alış veriş gibidir. Ve yine günah ve Allah'ın emrine ters düşen bir iş için ve günahkâr kimseye biat doğru değildir. Ayrıca İslâm'da Resulullah'tan (s.a.a) sonra alınan ilk biatin Ebu Bekir'e yapılan biat olduğu, Ömer'e yapılan biatin de Ebu Bekir'e yapılan biatin doğruluğuna dayandırıldığı açıklık kazandı. Çünkü Ömer'e, Ebu Bekir'in emri gereğince biat edilmiştir. Yine, Ömer'e biatin doğru olması temeli üzerine Osman'a biat de doğru olabilirdi. Çünkü Ömer halka, şûra üyelerini oluşturan Kureyş'ten Abdurrahman b. Avf'ın biat ettiği altı kişiden birine biat etmelerini, muhalefet edeni ise idam etmelerini emretmişti! Ve yine Ebu Bekir'e biatin, Benî Sâide Sakifesi'nde ortamın oluşturulmasıyla ve izdihamları Medine sokaklarını kapatan Eslem kabilesinin yardımı ve biatiyle gerçekleştirildiği ve onun hükümetinin bu şekilde tespit edildiği bilindi. Ebu Bekir'e biatten sakınanların Hz. Fâtıma'nın (s.a) evine sığınmaları bahanesiyle onun evini yakmaya kalkıştıkları, Hz. Fâtıma (s.a) hayatta olduğu müddetçe Haşim Oğulları’nın Ebu Bekir'e biat etmedikleri, cinlerin, Ebu Bekir ve Ömer'e biat etmediği için Sa'd b. Ubâde'yi kalbine gömdükleri iki okla öldürdükleri(!) açıklığa kavuştu.

Buraya kadar Medine'de alınan biati inceledik, fakat bu konu Medine sınırları dışında tamamen farklıydı. Çünkü Medine dışında Ebu Bekir'e biat etmeye, ona ve görevlendirdiği kişilere zekât ve vergi vermeye yanaşmayanlar, kendilerini celladın kılıcına teslim etmiş olur, çoluk çocukları esir edilir ve varına yoğuna el konulurdu!! Mürtet oldular diye Resulullah'ın (s.a.a) ashabından ve amillerinden olan Temim kabilesinden Malik b. Nüveyre'yle1 ailesinin ve diğer Arap kabilelerinin başlarına gelenler bunların en açık örneğidir. Şimdi bu konuda bahsedeceğiz.

Mürtet Olma veya Ebu Bekir'in Hilâfetinin Kabullenilmesi

 Malik b. Nüveyre[492] ve ailesi uyumuşlardı. Ansızın Halid b. Velid'in emrindeki askerler tarafından kuşatıldılar. Malik'le beraberindekiler korkudan silâha sarıldılar, askerler, "Biz Müslümanız." diye bağırdılar, onlar da, "Biz de Müslümanız!" cevabını verdiler. Askerler, "Doğru söylüyorsanız silâhınızı bırakın." dediler. Onlar silâhlarını bırakarak Halid'in askerleriyle birlikte namaza durdular.[493] Ama namazdan sonra Halid'in emrindeki askerler onları tutuklayıp Halid'in yanına götürdüler! Halid, Malik'in boynunu vurmalarını emretti. Bunun üzerine Malik, çok güzel olan karısına işaret ederek, "Bu kadın mı benim ölümüme sebep oluyor?" dedi. Halid, "İslâm'dan çıktığın için seni Allah öldürüyor!" cevabını verdi. Malik, "Biz Müslümanız ve dinine sadık kişileriz." dedi. Ama Halid'in bir işaretiyle emri yerine getirilmiş Dırar'ın kılıcı Malik'in boğazında sesi kesmiş ve başsız bedenini yere sermişti. Malik'in öldürülmesinden sonra Halid'in emriyle onunla arkadaşlarının başları bir kazana destek yapılarak yakılmıştı. Sonra Halid, daha Malik'in bedeni defnedilmeden, o gece onun genç eşiyle -iddet gözetmesini beklemeden- evlendi!!![494] Kinde kabilesinin mensuplarının da suçu şuydu: Ebu Bekir'in Kinde kabilesindeki görevlisi Ziyad b. Lübeyd el-Beyazî, o kabileden olan bir gencin çok sevdiği dişi bir deveyi zekât

olarak aldı. O genç her ne kadar Ziyad'ın o deveden vazgeçerek yerine başka bir deve almasını rica ettiyse de, Ziyad o deveye zekât diye işaret koymuş olması bahanesiyle kabul etmedi.[495]Genç yılgın ve ümitsiz bir hâlde Ziyad'ın yanından ayrılıp Kabile başlarından Harise b. Serake adlı birine yakınarak Ziyad b. Lübeyd'in, kendisinin çok sevdiği deveyi zekât olarak alıp ona işaret koyduğunu, dolayısıyla onun giderek Ziyad'la konuşmasını ve onun yerine başka bir deve almasını istedi. Harise kabul etti ve o gençle birlikte Ziyad'ın yanına giderek, "Ne olur bu gence lütufta bulun, onun devesinin yerine başka bir deve al" dedi. Ziyad, "O deveye zekât işareti koydum; bu imkânsızdır." dedi! Bu konuşmalardan sonra Ziyad'la Harise tartıştılar, sonuçta Harise öfkelenerek gidip zekât olarak alınan develerin içinden o gencin devesini çekip çıkararak o gence verdi ve "Deveyi al git; seni rahatsız eden olursa benim kılıcımla karşılaşır." dedi. Sonra Ziyad'a dönerek dedi ki: "Resulullah (s.a.a) hayatta olduğu müddetçe biz ona itaat

ediyorduk. Ondan sonra da onun Ehlibeyt'inden birisi başa geçecek olsaydı biz yine itaat ederdik; ama Ebu Kuhafe'nin oğluna itaat etmeyiz. Ebu Bekir'in bizim üzerimizde ne itaat hakkı vardır, ne de biat." Harise daha sonra okuduğu bir şiirde şöyle dedi: Aramızda oldukça itaat ettik Resulullah'a Hayret şu Ebu Bekir'e itaat edenlere! Kinde kabilesinin başlarından diğer biri olan Haris b. Muaviye de Ziyad'a dedi ki: "Sen bizi öyle birinin itaatine davet ediyorsun ki ona itaat ne bize farzdır ve ne de size." Ziyad, "Doğru söylüyorsun; ama biz hilâfete Ebu Bekir'i seçtik!" dedi. O sırada Haris şöyle dedi: "Söyle bakalım, nasıl oldu da siz Resulullah'ın (s.a.a) hilâfetine geçmeye herkesten evlâ olan Ehlibeyt'ini bıraktınız, oysa Allah Tealâ Kur'ân'da buyuruyor ki: "Akrabalar (mirasta) Allah'ın Kitabına göre, birbirlerine (mirasta) önceliklidir."[496] Ziyad, "Muhacir ve ensar kendileri için neyin daha hayırlı olduğunu senden daha iyi bilirler!" dedi. Haris dedi ki: "Hayır vallahi; Resulullah'ın Ehlibeyti'nin hilâfete geçmesine sizin kıskançlığınız engel oldu. Resulullah'ın ölümünden sonra birini ümmetine önderlik etmesi için yerine oturtmadığına kalbim tanıklık etmiyor."

Daha sonra sert bir şekilde öfkeyle Ziyad'a, "Bizim aksimize konuşuyor, soğuk demiri dövüyorsun; git buradan." dedi ve bu şiiri okudu:

İtaat edilecek olan tek kişi Resulullah'tır ki, geçip gitmiştir / Allah'ın salatı ona olsun, kendisinden sonra halife bırakmamış!!! Durumu müsait görmeyen Ziyad, zekât olarak almış olduğu develeri kendisinden önce Medine'ye gönderdi. Daha sonra kendisi Medine'ye giderek Ebu Bekir'le görüşüp olup bitenleri ona anlattı. Bunun üzerine Ebu Bekir onun emrine dört bin asker vererek Kinde kabileleriyle savaşa gönderdi. Ziyad Hadremût'a gitti ve yol üzerinde rastladığı Kinde kabilelerine baskın yapıp erkekleri kılıçtan geçiriyor, çoluk çocuklarını esir alıyordu. Ziyad, Benî Hind Kabilesi'ne saldırarak erkeklerden birçoğunu öldürdü kadınlarla çocuklarını esir etti. Yine her şeyden habersiz evlerinde uyumuş olan Benî Akil kabilesine de saldırdılar, kadınların feryadı, Ziyad ve beraberindekilerin amansız saldırısını erkeklere bildirmişti. Bu yıldırım hızıyla yapılan saldırıda kabilenin erkekleri Ziyad b. Lübeyd'in güçleri karşısında bir saat ancak dayanabildiler, sonunda kaçmak zorunda kaldılar. Ziyad da kadınlarla çocuklarını esir edip, varlarını yoklarını yağmaladı. Yine Ziyad gece yarısı Benî Hacer kabilesine saldırıp iki yüz kişiyi kılıçtan geçirdi, elli kişiyi zincire vurdu, çoluk çocuklarını esir etti, diğerleri de kaçtılar. Bu arada Kinde kabilelerinin başlarından biri olan Eş'as b. Kays, Ziyad'a karşı koydu, sonunda Tim şehrinde Ziyad'ı muhasara etti ve yağmaladığı bütün malları geri alarak sahiplerine verdi, esir alınmış olan kadınlarla çocukları da serbest bıraktı. Bu haberler Ebu Bekir'e ulaşınca Eş'as'a bir mektup yazarak onun hakkında lütufta bulunacağını vaat etti. Eş'as mektubu alınca

Ebu Bekir'in elçisine dönerek dedi ki: "Senin arkadaşın, kendisine muhalefet ettiğimiz için bizi küfürle suçlarken, neden suçsuz ailem ve  akrabalarımın kanını dökmüş olan arkadaşını küfürle suçlamadı?" Ebu Bekir'in elçisi, "Evet doğrudur." dedi: "Sen kâfir oldun; Allah seni Müslümanlara muhalefet etmenden dolayı kâfir saymıştır." Eş'as'ın amcasının oğullarından bir genç, bu sözleri duyunca yerinden fırlayarak bir kılıç darbesiyle Ebu Bekir'in elçisinin başını vurdu. Eş'as da onun bu hareketini överek onayladı! Fakat Eş'as'ın taraftarları onun bu hareketinden rahatsız olarak ondan yüz çevirdiler ve iki bin askerden başka diğerleri onu yalnız bıraktılar. Ziyad b. Lübeyd de kendisinin muhasara edilişini, Eş'as'ın taraftarlarından birinin halifenin elçisini öldürmesini ve diğer meseleleri Ebu Bekir'e bildirdi. Halife Müslümanlarla müşavere ederek Eş'as'a karşı yapılması gerekeni araştırdı. Ebu Eyyub Ensarî dedi ki: "Kindiler sayı bakımından çokturlar, birleşecek olurlarsa çok büyük bir güç oluştururlar. Bu yıl ordularının onları rahatsız etmesini engellersen onlar da seninle uzlaşabilirler ve gelecek yıl mallarının zekâtını kendi istekleriyle verirler." Ebu Bekir, "Vallahi onlar Resulullah'ın kendileri için tayin etmiş olduğundan devenin bir ayağının bağı kadar bile az verecek olurlarsa teslim oluncaya kadar onlarla savaşırım." dedi! Daha sonra İkrime b. Ebu Cehil'e bir mektup yazarak ondan Mekkelilerin yardımıyla Ziyad'ın yardımına koşmasını ve yol üzerindeki kabileleri de Eş'as'la savaşa ve kendilerine yardıma davet etmesini istedi. İkrime halifenin bu emriyle Kureyş'ten iki bin askerle, taraftarları ve aralarında sözleşme olan kabilelerle Ma'rib'e doğru hareket etti. Bu hareketten çok üzülen Diba ahalisi, "Akrabalarımız ve kendileriyle sözleşmemiz olan Kindîleri düşmanla baş başa bırakarak burada sessiz oturmamız yakışır mı bize?!" diyerek ayaklandılar ve hızlı bir hareketle hükümet merkezini işgal edip Ebu Bekir'in görevlisini oradan çıkardılar. Sonra İkrime'yi meşgul ederek onu akrabalarıyla savaşmaktan alıkoymaya karar verdiler. Bu haber Ebu Bekir'i çok öfkelendirdi.

Dolayısıyla İkrime'ye bir mektup yazarak yol üzerinde Diba ahalisine saldırarak iyice ezmesini ve esirlerini de Medine'ye göndermesini emretti. Bu emir üzerine İkrime Diba'ya saldırdı; amansız bir savaş yaptılar; sonunda İkrime Diba ahalisini muhasara etti. Diba ahalisi zekât vererek sulh etmek istediyse de İkrime bunu kabul etmeyip onların teslim olmaları gerektiğini söyledi! Onlar da teslim olmak zorunda kaldılar. İkrime zafer sarhoşluğuyla onların kalesine girdi, kabile başlarını ve ileri gelenlerin ellerini bağlayıp başlarını vurdu, kadınlarla çocuklarını esir etti, mallarına el koydu ve geri kalanlarını da Medine'ye gönderdi. Ebu Bekir esir düşen erkekleri idam edip kadınlarla çocukları da bölüştürmek istiyordu. Fakat Ömer, "Ey Resulullah'ın halifesi! Bunların hepsi Müslümandır ve gerçekten İslâm'dan çıkmadıklarına dair yemin etmektedirler." dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir onları zindana attı ve Ebu Bekir ölünceye kadar zindanda kaldılar.

Ömer halife olunca onları serbest bıraktı.  İkrime, Diba halkının işini bitirdikten sonra Ziyad'ın yardımına koştu. Eş'as da bu olayları duyunca sayı bakımından askerinin az olması nedeniyle Necir kalesine sığındı, kadınlarıyla taraftarlarını orada topladı. Eş'as'ın haberi, Ebu Bekir'in elçisinin öldürülmesiyle onun etrafından dağılanlara ulaşınca amca oğullarını düşmanın muhasarasında yalnız bıraktıkları için kendilerini kınadılar ve tekrar savaşmak için harekete geçtiler. Ziyad, Kindîlerin kendileriyle savaşmaya geldiğini haber alınca çok kızdı. Fakat İkrime dedi ki: "Sen Eş'as'la taraftarlarını muhasarada tut, Kindîlerle ben savaşayım." Ziyad, İkrime'nin görüşünü benimseyerek, "Fakat onları ele geçirirsen hiçbirini sağ bırakma." dedi. İkrime ise, "Ben bu yolda ne gerekiyorsa yapacağım." cevabını verdi. İkrime yola koyuldu. Nihayet Kindîlerle karşılaştılar. Aralarında kanlı ve zorlu bir savaş başladı. Savaş süresi içerisinde, sonunda kimin zafere ulaşacağı belli değildi. Diğer taraftan, Eş'as öylece Ziyad'ın muhasarasındaydı ve Kindîlerin son hareketinden haberi yoktu. Muhasaranın uzaması onunla taraftarlarını açlık ve susuzluktan dize getirmişti. Dolayısıyla Ziyad'dan kendisi, ailesi ve taraftarlarından yüce makama sahip on kişi için aman istedi. Eş'as'ın teslim olma şartları yazılıp imzalandı! Bu olaydan sonra, Ziyad, Eş'as'ın mektubunu İkrime'ye gönderdi. İkrime de onu Kindîlere göstererek Eş'as'ın teslim olduğunu haber verdi. Kindîler de bu haberi alınca İkrime'yle savaşmaktan vazgeçerek geri döndüler. Fakat Eş'as teslim olduktan sonra Ziyad kaleye girerek teslim olma şartlarını görmezlikten gelerek kaledeki savaşçıları tutup ellerini bağlayarak cellada teslim etti! Nihayet ona bütün esirleri Medine'ye göndermesini emreden Ebu Bekir'in mektubu ulaşınca geri kalanları zincirlere vurarak Ebu Bekir için Medine'ye gönderdi. [497] Ebu Bekir'e böyle biat edildi. Ömer'in, "Oldu bittiye gelen, hesap edilmemiş bir iş" olarak tanımladığı ve Ömer'le Osman'ın hilâfetlerinin dayandığı ve kendisiyle istidlal edilen biat budur.

3- Ashabın Ameliyle İstidlalin İncelemesi

Ashabın ameli, sîret ve davranışlarını delil olarak sunmak ancak, onun da Kur'ân-ı Kerim ve sünnet gibi başlı başına İslâm hükümlerinin kaynaklarından biri olması durumunda doğru olur. Resulullah hakkında inen "Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resulü'nde güzel bir örnek vardır."[498] "Peygamber size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının."[499] ayetlerin benzeri ashapla ilgili inmiş olsaydı, bu durumda onlarla istidlal yerinde olurdu; aksi durumda ashabın amel ve gidişatı bize hüccet olamaz. Ayrıca, sahabelerden hangilerine uymamız gerektiğini de bilemiyoruz! Çünkü onlardan bazılarının amel ve davranışları diğer bazılarının davranışıyla çelişmektedir. Ulema hilâfetin nasıl gerçekleşmesi ve kimin nasıl halife olması gerektiği konusunda ihtilâfa düşmüştür; bazıları, bir kişinin biatiyle hilâfetin gerçekleştiğine inanırken (Resulullah'ın amcası Abbas'ın, Hz. Ali'ye (a.s), "Uzat elini sana biat edeyim de halk da sana biat etsin." dediği gibi), bazıları, Ebu Bekir'e biatin aceleye ve oldu bittiye getirilen hesaplanmamış bir olay olduğunu söyleyen Ömer'in görüşünü kabul ediyor ve bazıları da, meşru ve hak halife olan Ali b. Ebu Talib'e kılıç çeken Muaviye'nin fetvasını benimsiyorlar!! Yukarıda söylediklerimizi göz önünde bulundurarak bu alanda daha fazla değerlendirmede bulunmaya gerek görmüyoruz. Emi-rü'l-Müminin Hz. Ali'nin (a.s) Nehcü'l-Belâğa'daki buyruğuyla yapılan istidlal ise şundan ibarettir:

Şûra, Biat ve Ashabın Ameliyle İstidlalde Delil Olarak Nehcü'l-Belâğa'nın Gösterilmesinin İncelemesi

Ehlisünnet ve Hilâfet Ekolü'nün bilginlerinden bazıları, şûra, biat ve ashabın amelini izlemenin doğruluğuna Seyyid Razî'nin Nehcü'l- Belâğa'nın Mektuplar bölümünde kaydetmiş olduğu bir rivayeti delil göstermektedirler. Nehcü'l-Belâğa'da, Hz. Ali'nin (a.s), Muaviye'ye hitaben yazmış olduğu bu mektup şöyledir: Ebu Bekir, Ömer ve Osman'a biat edenler aynı şekilde bana biat ettiler. Orada (Medine'de) olanların seçme hakkı yoktu, olmayanların da kabul etmemeye hakkı yoktur. Şûra, muhacir ve ensarın salahiyet alanındadır; onlar bir kişinin hilâfetinde ittifak eder, onu imam ve önder seçerlerse böyle bir seçim (Allah Tealâ'yı) memnun eder. Dolayısıyla, bir kimse, kusur arama ve bidat çıkarma bahanesiyle ona itaatsizlik ederse onu yola getirirler, biri kabul etmeyip direnirse, müminlerin yolundan başka bir yol tuttu, diye onunla savaşırlar. Allah Tealâ da onu sırt çevirdiği şeyde kendine bırakır.[500] Bunlar, Hz. Ali'nin (a.s) bu mektupta muhacir ve ensarın biat, şûra ve icmasıyla istidlal etmesinden dolayı, Hz. Ali'nin, bu yollarla hilâfet ve imametin gerçekleşebileceğini kabul ettiğine delil gösterirler. Buna cevabımız şudur: Seyyid Râzî, bazen Hz. Ali'nin (a.s) hutbe ve mektuplarından sadece fesahat ve belagatın en yüce mertebesinde bulduğu bölümü seçiyor, gerisini almıyordu. Seyyid Râzî, İmam'ın bu mektubunda da aynı yöntemi kullanmış, mektubun tamamını nakletmemiştir. Nasr b. Müzahim bu mektubun tamamını Sıffin adlı kitabında kaydetmiştir. Bu mektup şöyledir: Bismillahirrahmanirrahim Ama sonra, Medine'de bana yapılan biat, Şam'da seni de uymaya zorunlu kılar. Çünkü Ebu Bekir, Ömer ve Osman'a biat edenler, aynı şekilde bana da biat ettiler. Dolayısıyla orada olanların seçme, olmayanların ise itaatsizlik ve kabul

etmemeye hakkı yoktur. Şûra ve oylama muhacirlerle ensarın salahiyeti alanındadır; onlar bir kişinin hilâfetinde ittifak eder, onu imam ve önder seçerlerse, böyle bir seçim Allah Tealâ'yı hoşnut eder. O hâlde, kusur arama veya nefsi istekleri bahanesiyle onların emrine itaatsizlik edeni yola getirirler, kabul etmeyip direnirse de müminlerin yolundan başka bir yol tutmuş olduğu için onunla savaşırlar; Allah Tealâ da onu kendi isteğine bırakır ve onu kötü bir ikamet yeri olan cehenneme atar. Kesindir ki, Talha'yla Zübeyir bana biat ettikten sonra biatlerini bozdular; onların biatlerini bozmaları itaatsizlikti. Dolayısıyla, onlara zor gelse de hak yerine otursun ve Allah'ın isteği aşikâr olsun diye ben onlarla savaştım. O hâlde sen de diğer Müslümanların kabul ettiği şeyi kabul et; senin için daha çok istediğim şey, senin beladan uzak olmandır. Fakat eğer kendin kendini belaya düşürürsen bu durumda seninle savaşır ve Allah'tan sana karşı yardım dilerim.

Osman'ın katilleri hakkında da sözü uzattın! O hâlde sen de Müslümanların doğrultusunda ilerle ve onların hükmünü bana bırak da seninle onların arasında Allah'ın Kitabı üzerine hükmedeyim. Fakat senin tasarladığın, çocuğu sütten almak için kullanılan hiledir; çünkü kendi canıma andolsun, nefsin hevasını karıştırmadan ona akıl gözüyle bakacak olsaydın, Osman'ın kanında beni Kureyş'in en suçsuzu bulurdun. Şunu da bil ki sen Tulaka'dansın;[501] hilâfete ve müşavere toplantısına katılmaya lâyık olmayanlardansın. Şimdi ben, muhacirlerden imanlı bir kişi olan Cerir b. Abdullah'ı sana ve senin yolun üzerindeki diğer kumandanlara gönderdim. O hâlde sen de biat et. Allah'tan başka kuvvet sahibi yoktur.[502] Bu mektupta Hz. Ali (a.s), Muaviye'yle fikirdaşlarına, kendilerini kabul etmeye zorunlu bildikleri şeyle delil getirmektedir. Çünkü Hz. Ali (a.s), Muaviye'ye diyor ki: Medine'de bana yapılan biat, Şam'da da seni kabul etmeye zorunlu kılar. Nitekim Medine'de Osman'a yapılan biati de Şam'da olduğun hâlde kabul etmeye mecbur olmuştun. Aynı şekilde, Medine'de Ömer'e yapılan biat, orada olmayanları uymaya mecbur ettiği gibi bana yapılan biat de senin gibi Medine dışında olanları uymaya mecbur eder. İmam Ali (a.s), Muaviye ve onun Hilâfet Ekolü'nden olan fikirdaşlarına, o gün kendilerini kabul etmeye zorunlu gördükleri delillerle böyle cevap vermiştir. İnsanın karşısındakine, onun kabul ettiği yolla cevap vermesi gerektiği bütün insanların ittifak ettiği bir konudur. Diğer taraftan Hz. Ali'nin (a.s) mektubunda şöyle geçer: "Onlar bir kişinin hilâfetinde ittifak eder de onu imam ve önder seçerlerse bu seçim Allah'ı hoşnut eder (kâne zâlike lillah-i rızen)."[503] Bazı kitaplarda "seçenleri hoşnut eder anlamında" "Kane zâlike rızen" geçer. Bu durumda biat, oy verenlerin serbest olarak oy vermeleriyle olmalıdır, kılıç zoru, tehdit ve baskıyla değil!! Fakat, "Bu Allah'ı hoşnut eder." tabiri olursa, Hz. Ali'nin (a.s) evlâtları Hasan'la Hüseyin'in (aleyhimasselâm) de içinde bulunduğu ensar ve muhacirlerin hepsi bir konuda ittifak ederlerse şüphesiz Allah da ondan razı ve hoşnut olacaktır. Ayrıca, Hilâfet Ekolü mensupları, delil olarak İmam Ali'nin (a.s) Nehcü'l-Belâğa'daki bu buyruğunu gösterirken, Seyyid Râzî'nin o kitapta kaydettiği İmam Ali'nin (a.s) diğer buyruklarını neden unutmuş veya kendilerini unutmuşluğa vurmuşlardır?!

Örneğin Nehcü'l- Belâğa'nın Hikmetler bölümünde şöyle geçer: Hz. Ali (a.s) Benî Sâide Sakifesi'nde olup bitenleri duyunca şöyle sordu: Ensar ne dedi?, "Bir kişi sizden ve bir kişi de bizden halife seçilsin dediler." şeklinde cevap verdiler. İmam, "O hâlde neden Resulullah'ın (s.a.a), onların iyilerine iyilik edin, kötülerini ise affedin, buyurduğunu söylemediniz." dedi. "Bu ensara karşı nasıl delil olabilir?" diye sorduklarında, İmam, "Eğer ensarın hükümete geçmeye hakkı olsaydı, Resulullah'ın (s.a.a) bu konuda tavsiye etmesi yersiz olurdu." Buyurdu ve sonra, "Peki Kureyş ne dedi?" diye sordu. Dediler ki: "Hilâfet Resulullah'ın şeceresidir -onun için hilâfet bize düşer-." dediler! İmam Ali (a.s), "Şecereyle delil getirdiler; ama onun meyvesini[504] zayi ettiler!!" buyurdu. Veya Hz. Ali'nin (a.s) yine o bölümdeki şu buyruğu: Hayret! Resulullah'ın (s.a.a) halifesi olmak için sahabe olmak yetiyor da, hem sahabe, hem akraba olmak yetmiyor mu?!![505] Seyyid Râzî bunun peşinden İmam Ali'nin (a.s) bu konuda şöyle bir şiiri olduğunu söyler: Eğer şûrayla onlar halife olduysa, bu nasıl şûradır ki onda görüş sahipleri yoktu? Eğer Resulullah'la (s.a.a) akraba olman sebebiyle diğer rakiplerine delil getiriyorsan, Peygamber'e senden daha yakın olan başkaları var.Hz. Ali'nin (a.s) bu konudaki bütün buyrukları "Şıkşıkiyye" diye meşhur olan şu hutbesinde geçer: Andolsun Allah'a ki, Ebu Kuhafe'nin oğlu, onu bir gömlek gibi giyindi. Oysa daha iyi bilirdi o, ben hilâfete nispetle değirmen taşının mili gibiydim. Hilâfet benim çevremde dönerdi.Sel (Resulullah'ın (s.a.a) bilgisi) benden akardı. Hiçbir kuş, uçtuğum yere uçamazdı. Hilâfetle arama bir perde çektim; onu koltuğumdan silkip attım. Düşündüm; kesilmiş elimlehamle mi edeyim; yoksa bu kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Hem de öylesine bir körlük ki ihtiyarları tamamıyla yıpratır; çocuğu kocaltır; inanan da Rabbine ulaşıncaya dek bu zulmette zahmet çeker. Gördüm ki sabretmek daha doğru. Sabrettim; ettim ama gözümde diken vardı, boğazımda kemik vardı; mirâsımın yağmalandığını görüyordum. Birincisi (Ebu Bekir), onu falâna (Ömer'e) verip gitti (sonra A'şâ'nın şu beytini okudu:) "Bugün deveye binmişim; yolculuk zahmetine düşmüşüm / Câbir'in kardeşi Hayyan'la bulunduğum günle bugün kıyaslanır mı hiç?" Ne de şaşılacak şey ki yaşarken halkın kendisini bırakmasını teklif ederdi;[506] ölümünden sonra yerine öbürünü geçirdi. Bu iki kişi hilâfeti, devenin iki memesi gibi aralarında paylaştılar.

Back Index Next