Soru 1: Avlanma dairesinin ve bölgedeki çiftçilerin, otlak ve tarlaları korumak için avladıkları yabani domuzları, etlerini konserve yaparak Müslüman olmayan ülkelere ihraç etmek amacıyla satın almak caiz midir?
Cevap: Müşteri Müslüman olmasa da domuz etinin
insanların gıda olarak yararlanması amacıyla alım satımı haramdır. Fakat bunun
hayvan yemi veya yağının sabun yapımında kullanılması gibi insanlarca makul görülen
helâl ve ciddî bir menfaati varsa, bu durumda alım satımının sakıncası yoktur.
Soru 2: Domuz eti konservesi hazırlanan iş yerlerinde, gece eğlence kulüplerinde veya fesat ve fuhuş yuvalarında çalışmak caiz midir? Bu yolla elde edilen gelirin hükmü nedir?
Cevap: Domuz
eti ve içki satmak, gece kulüpleri, fesat ve fuhuş yuvaları, kumarhane ve
meyhane açmak ve çalıştırmak ve bunun gibi haram işlerle iştigal etmek caiz
değildir. Bu işlerden kazanç elde etmek haramdır ve şer'an insan bu işlerde
çalışarak aldığı ücretin sahibi değildir.
Soru 3: Domuz etini, içkiyi veya yenilmesi ve içilmesi haram olan herhangi bir şeyi, bunları helâl bilen birine satmak veya hediye etmek sahih midir?
Cevap:
İnsanın müşteri helâl bilse dahi, yenilmesi ve içilmesi
haram olan bir şeyi, yenmesi veya içilmesi amacıyla veya müşterinin bunları
yeme ve içmede kullanacağını bildiği hâlde satması veya hediye etmesi caiz değildir.
Soru 4: Gıda ve tüketim maddeleri satan bir kooperatif şirketimiz var; bu gıda maddelerinden bazılarının murdardan[1] veya yenilmesi haram olan şeylerden olduğunu göz önünde bulundurarak, bu mallardan elde edilen ve kooperatif üyelerine dağıtılan yıllık gelirin hükmü nedir?
Cevap: Yenilmesi haram olan gıda maddelerinin alım
satımı haramdır ve yapılan muamele batıldır; bundan elde edilen para ve
gelirler de haramdır ve bu gelirleri kooperatif üyelerine dağıtmak caiz
değildir. Kooperatif malları eğer bu haram mala karışmış ise bunların durumu,
kısımları, ayrıntıları ilmihâl kitaplarında kaydedilen, haram mala karışmış mal
hükmündedir.
Soru 5: Müslüman biri, Müslüman olmayan bir ülkede bir otel işletmeye açar ve bazı içki türlerini ve haram yiyecekleri satmak zorunda kalırsa, -çünkü bunları satmayacak olursa büyük çoğunluğu Hıristiyan olan o ülke insanları yemeğin yanında içki içtiklerinden içki sunmayan otele gitmeyeceklerdir- otel sahibinin bu haram şeylerden elde ettiği bütün gelirleri şer'î hâkime vermek niyetinde olduğu göz önünde bulundurularak bu işin onun için caiz olduğu söylenebilir mi?
Cevap: Müslüman
olmayan ülkelerde otel ve lokanta açmanın bir sakıncası yoktur. Fakat içki ve
haram yemekler satmak, müşteri bunları helâl bilse bile haramdır. Şer'î hâkime[2]
vermek kastıyla olsa bile, içki ve haram yemek karşılığında para almak caiz
değildir.
Soru 6: Yenilmesi haram olan su hayvanları sudan canlı olarak dışarı çıkarılırsa murdar hükmünde midirler ve bunların alım satımları haram mıdır? Acaba bunların insan yiyeceği dışında -kuş ve hayvan yemi olarak veya sanayi alanlarında kullanılması amacıyla- alım satımı caiz midir?
Cevap: Sudan diri olarak dışarı çıkarılan ve karada can veren
deniz hayvanları, balık türünden iseler murdar sayılmaz. Genel olarak,
yenilmesi haram olan bir şeyi, müşteri, yenilmesini helâl bilse bile, yenilmesi
için satmak caiz değildir. Fakat yemenin dışında bunlardan tıp, sanayi, kuşları
ve diğer hayvanları beslemek vb. işlerde yararlanılması gibi insanlarca makul
görülen helâl menfaatleri olursa, bu amaçla alım satımlarının sakıncası yoktur.
Soru 7: Aralarında şer'î usullere göre kesilmeyen hay-vanın eti de bulunan gıda maddelerini taşımak caiz midir? Bu yiyecekleri, yenilmesini helâl bilen bir kimseye taşımakla helâl bilmeyen bir kimseye taşımak arasında herhangi bir fark var mıdır?
Cevap: Şer'î usullere göre kesilmeyen hayvanın
etini yemekte kullanmak isteyen birine taşımak caiz değildir; bu konuda
müşterinin onun yenmesini helâl bilmesiyle helâl bilmemesi arasında herhangi
bir fark yoktur.
Soru 8: Kandan kazanç elde eden kimseye kan satmak caiz midir?
Cevap: İnsanlarca makul görülen meşru bir yarar için
kan satmanın sakıncası yoktur.
Soru 9: Müslüman birinin, küfür beldelerinde, gayrimüslimlere domuz eti veya murdar et gibi yenilmesi haram olan şeyler ihtiva eden yiyecekler veya alkollü içkiler sunması caiz midir? Bunun aşağıdaki durumlarda hükmü nedir?
a) Bu gıda maddeleri ve alkollü içkiler kendisine ait değilse ve bunların satımından da kendine herhangi bir kâr sağlamıyorsa ve bu adamın işi sadece onları helâl yiyecek maddeleriyle birlikte müşteriye sunmak olursa.
b) Müslüman olmayan biriyle o iş yerine ortak ise, Müslüman ortak helâl şeylere ve gayrimüslim ortak da alkollü içkilere ve haram yiyeceklere sahip ise ve her biri ayrı ayrı kendi malının kârını alıyorsa.
c) Sahibi Müslüman veya gayrimüslim olan, haram yiyecekler ve alkollü içkiler satılan yerde sadece sabit bir ücretle çalışırsa.
d) Haram yiyecek ve alkollü içkiler satılan yerde işçi veya ortak olarak çalışıyor, fakat şahsen bunların alım satımıyla uğraşmıyorsa ve mallar da kendisine ait değilse ve orada sadece gıda maddelerinin hazırlanıp satılmasına katkıda bulunuyorsa; müşteriler de alkollü içkileri satış yerinde içmiyorlarsa, bu durumda onun işinin hükmü nedir?
Cevap: Sarhoş edici alkollü içkileri ve haram
yiyecekleri sunmak ve satmak, bunların satıldığı yerlerde çalışmak, bunların
yapımına, alım satımına katkıda bulunmak ve bu konuda başkasının emrini yerine
getirmek şer'an haramdır. Bunda o kimse ister günlük işçi olarak çalışsın,
ister sermayeye ortak olsun, haram gıda maddeleri ve alkollü içecekler ister
tek başına sunulsun veya satılsın, ister helâl olan yiyeceklerle birlikte
satılsın ve yine o kimsenin işi ister kâr payı veya ücret almak suretiyle
olsun, ister bedava çalışsın, aralarında fark yoktur ve şer'an haramdır. Bu durumda
iş sahibi veya ortağının Müslüman veya gayrimüslim olması, Müslüman veya
gayrimüslim müşteriye sunulması veya satılması arasında hiçbir fark yoktur.
Genel olarak her Müslüman'a, yenilmesi haram olan yiyeceklerin yenilmesi
amacıyla ve sarhoş edici alkollü içkilerin içilmesi amacıyla yapımından, alım
satımından ve bunlardan gelir sağlamaktan sakınması farzdır.
Soru 10: İçki taşıyan kamyonları tamir etmek suretiyle gelir elde etmek caiz midir?
Cevap: Kamyonlar sadece içki taşımak için kullanılıyorsa,
onların tamiriyle uğraşmak caiz değildir.
Soru 11: Bir ticaret şirketinin gıda maddesi satan şubeleri
var; fakat gıda maddelerinden bazılarının yenilmesi şer'an haramdır (ithal
edilen murdar etleri gibi); dolayısıyla şirketin mallarından bir bölümü şer'î
açıdan haram mal sayılır. Sorum şudur: İhtiyaçlarımızı, malının bir kısmı
helâl, diğer bir kısmı haram olan bu şirketin şubelerinden almamız caiz midir?
Eğer caizse, meçhul'ül-malik olması nedeniyle bu satıcıya verdiğimiz paranın
bakiyesini alabilmek için şer'î hâkimden izin almaya gerek var mı? Eğer izin
almaya gerek varsa, acaba ihtiyaçlarını bu gibi yerlerden satın alan kimselere,
paralarının bakiyesini almalarına müsaade ediyor musunuz?
Cevap: Şirketin malları arasında haram mal olduğu
genel olarak biliniyorsa, bir kimse şirketin bütün mallarını satın almadığı
sürece, ihtiyacı kadarını o şirketten karşılamasının bir sakıncası yoktur. Buna
göre bütün halkın ihtiyaç duyduğu malları bu şirketten satın almasında bir
sakınca yoktur. Bunun gibi müşteri, şirketin malının tamamını satın almadığı ve
satın aldığı eşyanın içerisinde haram mal olduğunu bilmediği durumda, şirkete
verdiği paranın bakiyesini almasının sakıncası yoktur. Şirketten aldığı malı ve
para bakiyesini kullanmada şer'î hâkimden izin almasına gerek yoktur.
Soru 12: Gayrimüslim ölülerin cesetlerini yakmakla
uğraşmak ve bunun karşılığında ücret almak caiz midir?
Cevap: Gayrimüslimlerin cesetlerini yakmak haram
değildir; dolayısıyla bu işle uğraşmanın ve bunun karşılığında ücret almanın
sakıncası yoktur.
Soru 13: Çalışacak gücü ve imkânı olan birisinin, insanlardan dilenmesi ve onların verdikleriyle geçinmesi caiz midir?
Cevap: Dilencilikle iştigal etmesi uygun değildir.
Soru 14: Kadınların kuyumcular çarşısı ve başka yerlerde mücevher satarak gelir elde etmesi caiz midir?
Cevap: Şer'î sınırları gözetirse, sakıncası yoktur.
Soru 15: Haram işlerde kullanılacak olan evleri, özellikle putlara tapmak için kullanılan bazı odaları süslemenin (dekorasyonunu yapmanın) hükmü nedir? Acaba dans etmede vb. şeylerde kullanılma ihtimali olan salonlar inşa etmek caiz midir?
Cevap: Şer'an haram olan işlerde kullanmamak şartıyla
evlerin süslenmesinin, kendi başına bir sakıncası yoktur. Ama puta tapılan
odanın dekorasyonunu yapmak; örneğin eşyalarını dizmek, putun bırakılması için
yer hazırlamak vb. işler şer'an caiz değildir. Şer'an haram olan işlerde
kullanılan bir yer inşa etmek caiz değildir; fakat haram işlerde
kullanılacağına sadece ihtimal vermek o salonu inşa etmeye engel oluşturmaz.
Soru 16: Hapis ve polis karakolu içeren belediye binası inşa edip zalim devlete teslim etmek caiz midir? Acaba bu inşaatlarda çalışmak caiz midir?
Cevap: Belediye için
özellikleri sıralanan bina inşa etmenin sakıncası yoktur. Yeter ki, orada zulüm
mahkemelerinin düzenlenmesi ve suçsuz insanların hapsedilmesi için bir ceza evi
kurulması amacını taşımasın. Orayı inşa edene göre de orasının normalde bu işler
için kullanılma ihtimali söz konusu değilse, bu durumda binanın inşası için
ücret almanın da sakıncası yoktur.
Soru 17: Ben seyircilerin karşısında boğa güreşi yapıyorum. Güreşi seyreden müşteriler de bana hediye olarak bir miktar para veriyorlar; acaba bu iş caiz midir?
Cevap: Bu iş, şer'an yerilen ve kınanan bir
fiildir; fakat seyircilerin verdikleri hediyeleri, herhangi bir şart koşulmadan
onların istek ve rızalarıyla verilmişse, almanın sakıncası yoktur.
Soru 18: Bazıları orduya ait olan askerî elbiseler satıyorlar, onlardan bu elbiseleri satın almak ve bu elbiselerden yararlanmak caiz midir?
Cevap:
Onların bu elbiseleri yasal bir yoldan elde ettiklerine veya bu elbiseleri
satmaya izinli olduklarına ihtimal verilirse, bu elbiseleri satın almanın ve
kanunlara aykırı olmayan yerlerde kullanmanın sakıncası yoktur.
Soru 19: Halkın asayişini bozsun veya bozmasın pat-layıcı maddeler kullanmanın, üretmenin ve alış verişini yapmanın hükmü nedir?
Cevap: Başkalarına rahatsızlık ve zarar verirse
veya malı boşuna harcamak (israf) sayılırsa ya da İslâm Cumhuriyeti nizamının
kanunlarına aykırı olursa, caiz değildir.
Soru 20: İran İslâm Cumhuriyeti'nde polis, trafik polisi, gümrük memuru ve maliye memuru olmanın hükmü nedir? Acaba bazı rivayetlerde geçen, "İnsanların işlerini devlete rapor eden (istihbaratçı) ve vergi tahsil eden maliye ve gümrük memurlarının duası kabul olmaz." rivayeti bunları da kapsar mı?
Cevap: Kanunlara, kurallara uygun olduğu takdirde
onların yaptığı işin herhangi bir sakıncası yoktur. Zahiren rivayette geçen
"memur ve vergi tahsil edenler" sözünden zalim ve tağutî rejimlerin
hizmetinde görev yapanlar kastedilmiştir.
Soru 21: Bazı kadınlar ailelerinin geçimlerini sağlamak için kuaförlerde çalışıyorlar; acaba bu iffetsizliğin yayılmasına bir sebep veya İslâm toplumunun iffetini tehdit eden bir iş değil mi?
Cevap: Kuaförlük yapmanın, kadınları süslemenin ve
bunun için ücret almanın herhangi bir sakıncası yoktur. Ancak süslenen kadınlar
süslerini namahrem erkeklere göstermek amacı gütmemelidirler.
Soru 22: Şirketlerin aracılık yapmak, iş sahipleriyle işçileri ve ustaları uzlaştırmak karşılığında ücret almalarının hükmü nedir?
Cevap: Mubah bir iş karşılığında ücret almanın sakıncası
yoktur.
Soru 23: Tellallın aldığı ücret helâl midir?
Cevap: Tellallık mubah bir iş karşılığında ve
birinin isteği üzere yapılırsa, ücret almanın sakıncası yoktur.
Soru 24: İlahiyat fakültesinde fıkıh ve usul dersi veren hocaların aldıkları maaşın hükmü nedir?
Cevap: -Özellikle fakültede bulunmak ve sınıfı
idare etmek- karşılığında maaş almanın sakıncası yoktur. Çünkü bunları öğretmek
farz-ı kifayedir ve farz-ı kifaye de maaş almaya engel oluşturmaz.
Soru 25: Şer'î hükümleri öğretmenin hükmü nedir? İnsanlara şer'î hükümleri öğreten din adamlarının bu iş karşısında ücret almaları caiz midir?
Cevap: Helâl ve haram hükümleri öğretmek özü itibariyle
farz olduğu için buna karşılık ücret almak caiz değilse de, (öğretim için)
belli bir yere gitmek gibi öğretimin aslından sayılmayan ve şer'an insana farz
olmayan ön hazırlıklar için ücret almanın sakıncası yoktur.
Soru 26: Devlet dairelerinde ve müesseselerde cemaat namazı kıldırmak, dinî irşad ve tebliğde bulunmak karşısında aylık maaş almak caiz midir?
Cevap: Gidiş geliş masrafları veya mükellefe
şer'an farz olmayan hizmetler karşısında ücret almasının şer'an sakıncası
yoktur.
Soru 27: Cenazeyi yıkamak karşılığında ücret almak caiz midir?
Cevap: Müslümanın cenazesini yıkamak ibadettir ve
farz-ı kifayedir. Yıkamanın kendisi karşılığında ücret almak caiz değildir.
Soru 28: Nikâh akdini okumak karşılığında ücret al-mak caiz midir?
Cevap: Sakıncası yoktur.
Soru 29: Çoğu okullarda yaygın bir şekilde satranç oynandığı dikkate alındığında acaba satranç oynamak veya satranç oynamayı öğretmek için kurs vermek caiz midir?
Cevap: Satranç eğer
mükellefe göre günümüzde ku-mar aletlerinden sayılmıyorsa, ortada bir bahis
yoksa, oynanmasında sakınca yoktur.
Soru 30: İnsanı eğlendiren şeylerle oynamanın ve bu cümleden iskambil oynamanın hükmü nedir? Acaba ortada bahis olmadan eğlenmek için iskambil kağıdıyla oynamak caiz midir?
Cevap: Örfen (halk arasında) kumar aleti sayılan
şeylerle oynamak, ortada bahis olmasa ve sırf eğlenmek için bile olsa mutlak
suretle haramdır.
Soru 31: Aşağıdaki hususlar baz alınarak satrancın hükmü nedir?
a) Satranç taşlarının yapımı ve alım satımı.
b) Bahisli ve bahissiz olarak satranç oynamak.
c) Satranç öğretmek için merkezler açmak, umumî yerlerde veya özel yerlerde oynamak ve insanları satranç oynamaya teşvik etmek.
Cevap: Mükellefe göre satranç taşları günümüzde
kumar aleti olarak kabul edilmiyorsa, bu durumda şer'-an satranç malzemeleri
yapmanın, alım ve satımının, bahis olmadan oynamanın sakıncası yoktur; bu durumda
satranç öğretmenin de sakıncası yoktur.
Soru 32: Matematik Öğretim Müdürlüğü tarafından satranç yarışmalarının onaylanması, satrancın kumar aletlerinden olmadığını gösterir mi? Ve acaba mükellef buna güvenebilir mi?
Cevap: Ahkâm mevzularını belirlemede ölçü, mükellefin
kendisinin teşhisi veya o konuda kendisi için şer'î bir delilin bulunmasıdır.
Soru 33: Dış ülkelerde, gayrimüslimlerle satranç ve bilardo gibi aletlerle oyunlar oynamanın hükmü nedir? Ve ortada bahis olmaksızın bu aletleri kullanma ücreti olarak para vermenin hükmü nedir?
Cevap: Önceki hükümlerde satranç ve kumar aletleriyle
oynamanın hükmü açıklandı. Bu aletlerle İslâmî ve gayri İslâmî ülkelerde
oynamak ve yine bu aletlerle Müslüman veya kâfir biriyle oynamak arasında
hiçbir fark yoktur. Kumar aletlerinin alım satımı ve bunlar için para harcamak
da caiz değildir.
Soru 34: Bazıları, bir gelir elde etmek, kazanmak, kaybetmek, kumar kastı ve ortada hiçbir bahis olmaksızın sırf vakit geçirmek ve eğlence için kağıt (iskambil) oynuyorlar; acaba bu kişiler haram işlemiş sayılırlar mı? Eğlenmek için kağıt oynanan yerlere gitmenin hükmü nedir?
Cevap: Örfen kumar aleti sayılan iskambil kağıdı oyunu
mutlak olarak haramdır. İnsanın kendi iradesiyle kumar veya kumar aletleri ile
oynanan toplantılara katılması caiz değildir.
Soru 35: İskambil kağıtlarını ortada bahis olmadan, sırf ilmî ve dinî anlamlar içeren düşünce oyunlarında kullanmak caiz midir? Yarışma ve bahislerde de kullanılabilecek ve özel bir şekilde dizildiğinde motosiklet, araba vb. bazı şekiller oluşturulan kağıtlarla oynamanın hükmü nedir?
Cevap:
Halk arasında kumar aletlerinden sayılan kartlarla oynamak hiçbir durumda caiz
değildir. Ama ortada bahis olmadan örfen kumar aletlerinden sayılmayan
kartlarla oynamanın sakıncası yoktur.
Genel
olarak, mükellefin kumar aletlerinden olduğunu teşhis ettiği veya içinde bahis
olan herhangi bir şeyle oynamak hiçbir
durumda caiz değildir. Kumar aletlerinden sayılmayan herhangi bir şeyle ortada
bahis olmaksızın oynamanın sakıncası yoktur.
Soru 36: Ceviz, yumurta ve şer'an malî bir değeri olan diğer şeylerle oynamanın hükmü nedir? Acaba çocukların bu gibi şeylerle oynaması caiz midir?
Cevap: Kumar olarak oynanırsa ve ortada bahis olursa
şer'an haramdır. Bu durumda kazanan, kazandığı ve karşı taraftan aldığı şeye
sahip olamaz. Fakat oynayanlar bulûğ çağına erişmemişlerse, şer'an mükellef değillerdir
ve kazandıkları şeyi karşı taraftan almaya hakları olmamakla birlikte onlar
için hiçbir mükellefiyet yoktur.
Soru 37: Kumar aleti olmayan şeylerle oynarken nakit para ve diğer şeyler üzerine bahse girmek caiz midir?
Cevap: Kumar aletleriyle olmasa bile, oyunda
bahse girmek caiz değildir.
Soru 38: Bilgisayarda iskambil kâğıdı vb. kumar a-letleriyle oynamanın hükmü nedir?
Cevap: Kumar aletleriyle oynamak hükmündedir.
Soru 39: Bazı bölgelerde kumar aleti sayılan ve bazı bölgelerde ise kumar aleti sayılmayan şeylerle oynamak caiz midir?
Cevap: Her iki bölgede de örfün görüşünü gözetmek
gerekir; yani eğer bir şey daha önce her iki bölgede kumar aleti sayılıyor
idiyse ve günümüzde sadece bir bölgede kumar aleti sayılıyorsa, o şeyle oynamak
şimdi de haramdır.
Soru 40: Helâl müziği haram müzikten ayıran şey nedir? Acaba klasik müzik helâl midir? Bu konuda bize bir ölçü verebilir misiniz?
Cevap: Örfe göre günah ve eğlence meclislerine uygun
olan eğlendirici ve coşturucu müzik haramdır. Bu alanda klasik müzikle diğer müzikler arasında hiçbir fark yoktur.
Mevzunun teşhisi mükellefin örfî görüşüne bırakılmıştır. Böyle olmayan müziğin
bir sakıncası yoktur.
Soru 41: Dinî kurum ve müesseselerce sakıncasız olduğu söylenen kasetleri dinlemenin hükmü nedir? Keman, viyola ve ney gibi müzik aletlerini kullanmanın hükmü nedir?
Cevap: Söz konusu kasetleri dinlemenin caiz olması,
mükellefin kendi teşhisine bağlıdır; mükellef eğer kasetin, eğlence
meclislerine uygun neşelendirici müziği içermediği ve içinde batıl sözler de
olmadığı sonucuna varırsa, onu dinlemesinin sakıncası yoktur. Dolayısıyla, sırf
bir dinî kurum ve müessese tarafından sakıncasız olduğunun söylenmesi, onun
mubah olması için şer'î bir delil teşkil etmez. Müzik aletlerini, eğlence ve
günah meclislerine uygun olan coşturucu ve eğlendirici müziklerde kullanmak
caiz değildir; ama bu aletlerden makul amaçlar için helâl olarak yararlanmanın
sakıncası yoktur. Örneklerin teşhisinde ölçü, mükellefin kendi görüşüdür.
Soru 42: Neşelendirici ve eğlendirici müzikten maksat nedir? Neşelendirici ve eğlendirici müziklerle diğer müzikleri ayırt etmenin yolu nedir?
Cevap: Neşelendirici ve eğlendirici müzik, sahip
olduğu özellikleri nedeniyle insanı Allah Tealâ'dan ve ahlâkî erdemlerden
uzaklaştıran, lâubalîliğe ve günaha sürükleyen müziktir. Mevzunun teşhisinde
örfe baş vurulması gerekir.
Soru 43: Müzik hakkında hüküm verirken çalgıcın kişiliğinin, çalgı yerinin ve amacının etkisi var mıdır?
Cevap: Haram müzik, eğlence ve günah meclislerine
uygun olan, olumsuz yönde insanı etkileyen, coşturan ve neşelendiren müziktir;
bazen çalgıcın kişiliği veya çalgıyla söylenen söz, çalgı yeri ve diğer şartlar,
müziğin, haram olan eğlendirici ve coşturucu müziğin veya bir başka haramın
kapsamına girmesinde etkili olabilir; örneğin bu özellikler, fesadın bunu
izlemesi sonucunu doğurabilir.
Soru 44: Müziğin haram oluşundaki ölçü, onun sadece coşturucu ve neşelendirici oluşu mudur, yoksa bunun yanında tahrik edici ve heyecanlandırıcı oluşunun da etkisi var mıdır? Eğer müzik, dinleyenleri kederlendirir veya ağlatırsa hüküm nedir? Müzik ve çalgı aletlerinin eşliğinde gazel okumanın ve dinlemenin hükmü nedir?
Cevap: Bunda ölçü, müziğin çalınmasının niteliği
ile birlikte onun bütün özelliklerinin dikkate alınması; eğlence ve günah
meclislerine uygun olan coşturucu ve eğlendirici müziklerden olup olmadığıdır.
Bu durumda, tabiatı gereğince eğlendirici ve neşelendirici türden müzik, ister
heyecanlandırıcı olsun, ister olmasın, ister dinleyiciyi kederlendirsin ve
ister ağlatsın böyle bir müzik haramdır. Müzik aletleri eşliğinde okunan
gazeller, günah ve fesat meclislerine uygun olan müzik hâlini alırlarsa, onları
söylemek ve dinlemek haramdır.
Soru 45: İslâm fıkhına göre haram olan teganni nedir? Acaba sadece insan sesiyle sınırlı mıdır, yoksa müzik aletlerinden çıkan sesleri de içerir mi?
Cevap: Teganni, insanın, dalgalandırarak
gırtlaktan çıkardığı, günah ve fesat meclislerine uygun coşturucu sesidir. Sesi
bu şekilde gırtlakta dalgalandırarak çıkarmak ve onu dinlemek haramdır.
Soru 46: Düğün törenlerinde kadınların müzik aletlerinden olmayan kaplara ve diğer araçlara ritimle vurmaları caiz midir? Ses, meclisten dışarı çıkar ve erkekler de duyarsa hüküm nedir?
Cevap: Bunların caiz olması nasıl kullanıldıklarına
bağlıdır. Eğer geleneksel düğün törenlerinde yaygın olduğu şekilde kullanılır,
tahrik edici-coşturucu olmaz ve herhangi bir fesada ve günaha yol açmazsa
sakıncası yoktur.
Soru 47: Kadınların, düğün törenlerinde tef çalmasının hükmü nedir?
Cevap: Eğlendirici ve neşelendirici makamlar çalmak
amacıyla müzik aletlerini kullanmak caiz değildir. Fakat düğün törenlerinde
kadınların kendi aralarında şarkı-türkü söylemelerinin caiz olması uzak bir
ihtimal değildir.
Soru 48: Haram nitelikli teganni ile okunan müziği evde dinlemek caiz midir? Eğer insan bundan etkilen-mezse hüküm nedir?
Cevap: İster evde yalnız başına olsun, ister
başkalarının yanında olsun ve ister etkilensin, ister etkilenmesin, bu tür müzikleri
dinlemek her hâlükârda haramdır.
Soru 49: Daha mükellefiyet yaşına yeni erişen bazı gençler, İran İslâm Cumhuriyeti'nin resmî radyo ve televizyon kanallarından yayınlansa bile, mutlak suretle müziğin haram olduğuna fetva veren bir müçtehidi taklit etmektedirler; bu konuda hüküm nedir? Acaba ve-liyy-i fakih, dinlenilmesi helâl olan bir müziğin dinlenmesine müsaade etmiş olursa, hükümet hükümlerine istinaden verilen bu müsaade [hükümet yetkisini kullanarak müsaade etmesi] müziklerin caiz olması için yeterli midir, yoksa onların kendi müçtehitlerinin fetvalarına uygun olarak mı hareket etmeleri gerekir?
Cevap: Müzik dinlemenin caiz oluşu veya olmayışına
fetva vermek hükümete ait verilen bir hüküm değildir; bu, fıkhî bir hükümdür.
Bu konuda her mükellefin kendi taklit merciinin fetvasına uyması farzdır. Fakat müzik eğer eğlence, günah ve fesat
meclislerine uygun olan coşturucu türden değilse ve herhangi bir günaha da yol
açmıyorsa, haram olması için bir neden yoktur.
Soru 50: İlmihâl kitaplarında kullanılan "müzik ve teganni"den maksat nedir?
Cevap: Teganni, sesi eğlence meclislerine uygun olarak
boğazda titretmektir. Bu, hem söyleyene, hem de dinleyene haram olan bir günahtır.
Müzik ise, müzik aletleri çalmaktır; bu da eğer günah meclislerinde yaygın
olduğu şekilde olursa, hem çalana ve hem de dinleyene haramdır. Ama bu şekilde
değilse, özü itibariyle caizdir ve hiçbir sakıncası yoktur.
Soru 51: Sahibi sürekli müzik kaseti dinleyen bir yerde
çalışıyorum ve dolayısıyla istemeden bunları dinlemek zorunda kalıyorum; acaba
benim için bu caiz midir?
Cevap: Eğer kasetler eğlence ve günah meclislerine uygun olan
eğlendirici teganni ve müzik parçaları içeriyorsa,
onları dinlemek caiz değildir. Fakat o iş yerinde bu-lunmak zorunda iseniz, oraya gidip çalışmanızın sakın-cası
yoktur; bununla beraber istemeyerek duymak zorunda olsanız bile, bu tür
müzikleri dinlememeniz gerekir.
Soru 52: İran İslâm Cumhuriyeti radyo ve televizyon kanallarından yayınlanan müziklerin hükmü nedir? İmam Humeyni'nin (r.a) mutlak surette müziğin helâl olduğunu açıkladığı söylenmektedir; acaba bu doğru mudur?
Cevap: İmam
Humeyni'nin (r.a) müziğin mutlak surette helâl olduğunu söylediği yalan ve
iftiradır. İmam Humeyni (r.a) eğlence ve günah meclislerine uygun olan
eğlendirici ve neşelendirici müzikleri haram bilmekteydi; nitekim bu hususta
bizim de görüşümüz aynıdır. Fakat görüş farklılıkları, mevzunun teşhisinden
kaynaklanmaktadır; çünkü mevzunun teşhisi mükellefin kendisine bırakılmıştır;
dolayısıyla bazen çalgıçla dinleyicinin teşhisi farklı olabilir. Bu durumda
mükellefe göre günah meclislerine uygun olan eğlendirici müziği dinlemesi
haramdır. Fakat şüpheli müziklerin helâlliğine hükmedilir. Ve bir müziğin sırf
radyo ve televizyondan yayınlanması, onun helâl ve mubah oluşuna dair şer'î
delil teşkil etmez.
Soru 53: Bazen radyo ve televizyondan, bence eğlence ve günah meclislerine uygun olan müzikler yayınlanmaktadır; acaba bunları dinlemekten kaçınmam ve diğerlerini de engellemem gerekir mi?
Cevap: Sizce o müzikler, eğlence ve günah meclislerine
uygun olan eğlendirici ve neşelendirici türdense, onları dinlemeniz caiz
değildir. Fakat münkerden neh-yetme açısından diğerlerini sakındırmanız,
onların da söz konusu müziğin, haram müzik türünden olduğu hususunda sizinle
aynı görüşü paylaştıklarını bilmenize bağlıdır.
Soru 54: Batı ülkelerinde üretilen eğlendirici müzikleri ve tegannileri dinlemenin ve dağıtmanın hükmü nedir?
Cevap: Eğlence ve günah meclislerine uygun olan
eğlendirici ve neşelendirici müziğin çalınması ve dinlenmesinin haram oluşunda,
diller ve üretilen ülkeler a-rasında hiçbir fark yoktur; dolayısıyla günah
nitelikli te-ganni veya haram müzikleri içeriyorlarsa, bu tür kasetlerin
dağıtımı, alım satımı ve dinlenmesi caiz değildir.
Soru 55: Kadın ve erkeğin ister enstrüman eşliğinde olsun, ister olmasın radyo veya kasetten şarkı-türkü söylemelerinin hükmü nedir?
Cevap: Eğlence meclislerine uygun olarak söylenen
şarkı-türkü şer'an haramdır. İster erkek söylesin, ister kadın, ister canlı
olsun, ister kasetten, ister müzik aletleri eşliğinde olsun, ister olmasın,
şarkı-türkü söylemek ve dinlemek caiz değildir.
Soru 56: Cami gibi mukaddes mekânlarda makul ve helâl hedef ve amaçlarla müzik çalmanın hükmü nedir?
Cevap: Eğlence ve günah meclislerine uygun eğlendirici
ve neşelendirici müzik çalmak caminin dışında da olsa ve yine makul helâl
amaçlar taşısa bile mutlak olarak caiz değildir. Fakat mukaddes yerlerde bazı
münasebetler gereği müzik nağmeleri eşliğinde inkılap marşları vb. okumak ve söylemek,
o yerin saygınlığıyla çelişmezse ve örneğin cami gibi yerlerde namaz kılanları
rahatsız etmezse, sakıncası yoktur.
Soru 57: Enstrüman ve özellikle "santur" (kanuna benzer bir müzik aleti) çalmayı öğrenmenin bir sakıncası var mı? Diğerlerini buna teşvik etmenin hükmü nedir?
Cevap: Fesat ve günaha yol açmadığı takdirde haram
olmayan müzik aletlerini makul ve mubah amaçla inkılap marşlarında, dinî
marşlarda, yararlı kültürel vb. programlar uygulamada kullanmanın sakıncası
yoktur. Bu amaçla bir enstrümanı çalmayı öğrenmenin ve öğretmenin özü itibariyle
bir sakıncası yoktur.
Soru 58: Kadının, teganni ile okuduğu şiiri veya başka sözleri dinlemenin hükmü nedir? Bu konuda dinleyenin genç veya yaşlı, erkek veya kadın olması hükmü değiştirir mi? Dinleyen kişi kadının mahremi olursa hüküm nedir?
Cevap: Kadının sesi, eğlence meclislerinde
yapıldığı gibi teganniyle çıkmazsa, dinleyen de lezzet alma kastıyla dinlemezse
ve herhangi bir fesada ve olumsuzluğa da yol açmazsa onu dinlemenin sakıncası
yoktur; yukarıdaki durumlar arasında da hiçbir fark yoktur.
Soru 59: Ülkelerin millî mirası olan geleneksel ve yerel müzikler haram mıdır?
Cevap: Örfte, halk arasında günah meclislerine uygun
haram müziklerden sayılan her şey mutlak suretle haramdır; bu hususta ülkeler
arasında ve geleneksel mü-ziklerle diğerleri arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 60: Bazen Arapça yayın yapan radyolardan bazı müzikler yayınlanmaktadır; Arapça'yı dinleme şevkiyle bunlara kulak vermek caiz midir?
Cevap: Günah ve eğlence meclislerine uygun müzikleri
dinlemek mutlak suretle haramdır; sırf Arapça dinleme şevki, bunları dinlemeyi
şer'an helâl kılmaz.
Soru 61: Müzik aletleri eşliğinde olmadan nağmeli şiir okumak ve okununca eşlik etmek caiz midir?
Cevap: Müzik aletleri eşliğinde olmasa bile
teganni ile söylenen müzik parçaları haramdır. Müzik parçaları derken
fıskufücur meclislerine uygun olacak şekilde teganniyle söylenen sözleri
kastediyoruz. Fakat şiir okumanın ve tekrarlamanın özü itibariyle hiçbir sakıncası
yoktur.
Soru 62: Müzik aletlerinin alım satımının hükmü nedir? Bunları kullanmanın sınırı nedir?
Cevap: Eğlendirici olmayan müzikler çalmak amacıyla
ortak amaçlı (hem helâl müzikler ve hem de haram müzikler için) kullanılan
müzik aletlerinin alım satımının sakıncası yoktur.
Soru 63: Duayı, Kur'ân'ı ve ezanı müzik parçası gibi teganniyle okumak caiz midir?
Cevap: Sesi günah ve eğlence meclislerine uygun
şekilde teganniyle çıkarmak, mutlak olarak hatta dua, Kur'ân, ezan, mersiye vs.
okurken bile haramdır.
Soru 64: Günümüzde müzik, üzüntü, ıstırap, cinsel sorunlar ve kadınlardaki cinsel isteksizlik gibi bazı psikolojik hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır; bunun hükmü nedir?
Cevap: Güvenilir ve uzman bir doktorun, hastanın
tedavisinin müzikten yararlanmaya bağlı olduğuna dair kesin görüş belirtmesi
durumunda hastanın tedavisinin gerektirdiği miktarda müzikten yararlanmasının
sakıncası yoktur.
Soru 65: Eğlence meclislerine uygun olan müziği dinlemek insanın eşine eğilimini artırırsa, hüküm nedir?
Cevap: Sırf eşine eğiliminin artması amacını
gütmesi, bu nitelikteki müziği dinlemek için şer'î bir ruhsat olamaz.
Soru 66: Kadının, çalgıçların kadınlardan oluştuğu bir grup eşliğinde, kadınlar için konser vermesinin hükmü nedir?
Cevap: Konser vermek, teganniyle ve coşturucu nitelikte
olmazsa ve ona eşlik eden müzik de haram olan eğlendirici türden olmazsa, özü
itibariyle sakıncalı değildir.
Soru 67: Eğer müziğin haram oluşunda ölçü, neşelendirici ve günah meclislerine uygun oluşu ise, bu durumda bazı insanları ve hatta mümeyyiz olmayan yani iyiyle kötüyü ayırt edemeyen çocukları coşturan marş ve müziklerin hükmü nedir? Acaba kadınların teganni ile okudukları müptezel, bayağı kasetler, coşturucu olmazsa yine haram mıdır? Sürücülerinin genellikle bu gibi kasetler kullandığı umumî taşıtlara binen yolcuların ne yapması gerekir?
Cevap: Teganniyle çıkarılan neşelendirici ses ve
o-kunan müzik, nitelik veya içerik ya da çalgıcın çalgı aletlerini kullanırken
veya şarkıcının okurken sergilediği özel durum itibariyle eğlence ve günah
meclislerine uygun müzik türünden olursa, bu, bunu dinlediğinde coşmayan kimse
için bile haramdır. Haram olan coşturucu müzik okunduğunda ve çalındığında,
taşıtlardaki bütün yolcuların bunları dinlemekten sakınmaları ve diğerlerini bu
münkerden sakındırmaları gerekir.
Soru 68: Erkeğin kendi helâlinden lezzet almak amacıyla yabancı bir kadının teganniyle söylediği haram müziği dinlemesi caiz midir? Acaba eşlerin birbirleri için haram nitelikli müzik söylemeleri caiz midir? Allah Teala'nın müziği, günah ve eğlence meclisleriyle iç içe olduğu ve bunların birbirlerinden ayrı tutulamayacağından dolayı haram kıldığı ve dolayısıyla tapınılmaktan başka bir amaca yönelik olabileceği düşünülemeyen heykel yapıp satmanın haram oluşu gibi, müziğin de haram oluşu, günah ve eğlence meclislerinin haram olmasından kaynaklandığı söylenmektedir; bu görüş doğru mudur? Buna binaen, acaba günümüzde bu şart ve sebebin olmayışı haramın kalkmasını gerektirmez mi?
Cevap: Eğlence ve günah meclislerine uygun olarak
teganniyle söylenen müzik, mutlak olarak, hatta kadının kocası için ve erkeğin eşi
için olsa bile haramdır. İnsanın eşinden lezzet almak istemesi, günah nitelikli
müziği dinlemesini mubah kılmaz. Dinimizde teganni ile müzik söylemenin, heykel
yapmanın vb. şeylerin haram oluşu şeriata taabbütle ispatlanmıştır ve Ehlibeyt
fıkhındaki sabit hükümlerdendir. Bu gibi hükümler, varsayımlara dayanan
ölçülere, psikolojik ve toplumsal etkileşimlere bağlı değildir. Bu gibi şeyler,
haram niteliğini korudukça haramdırlar ve her hâlükârda onlardan kaçınmak gerekir.
Soru 69: Görünüşte milî marşlar niteliğinde olan ve örfte de milî marşlar olarak bilinen bazı müzikler var; fakat bunları söyleyen kişinin marş kastıyla mı, yoksa eğlence ve coşturucu müzik kastıyla mı söylediğini bil-miyoruz. Bu tür müzikleri dinlemenin hükmü nedir? Bunları söyleyen kişinin Müslüman olmadığı, fakat söylediği sözlerin vatan sevgisini aşıladığını ve insanı vatanın işgali karşısında direnmeye sevk ettiği dikkate alındığında bunları dinlemenin hükmünü açıklar mısınız?
Cevap: Dinleyiciye göre örf açısından
eğlendirici ve neşelendirici bir nitelik taşımazsa, bunları dinlemenin hiçbir
sakıncası yoktur; söyleyenin niyetinin ve söylediği sözlerin içeriğinin bu konuda
hiçbir etkisi yoktur.
Cevap:
Söz konusu müziği dinlemesi haram olmasına rağmen bu meslekte çalışmasının
sakıncası yoktur. Dinlemekten sakınma kaydıyla, çaresizlik durumlarında haram
müzik meclislerine girmesi caizdir; bu durumda elinde olmaksızın bu müzikleri
duymasının sakıncası yoktur.
Soru 71: Acaba sadece müziği dinlemek mi haramdır,
yoksa onu elinde olmayarak duymak da mı haramdır?
Cevap: Eğlendirici ve neşelendirici haram müziği
duymak, dinlemek hükmünde değildir. Fakat bazı yerlerde örfe göre duymak da
dinlemek sayılmaktadır.
Soru 72: Günah ve eğlence meclislerinde yaygın olmayan aletlerle, bir müzik enstrümanı eşliğinde Kur'ân okumak caiz midir?
Cevap: Kur'ân-ı Kerim'in ayetlerini güzel bir
şekilde ve Kur'ân'ın şanına yakışır nağmelerle okumanın sakıncası yoktur; hatta
haram olan teganni haddine ulaşmaması kaydıyla tercih edilir bir şeydir; fakat
müzik enstrümanı eşliğinde Kur'ân okumak şer'an doğru değildir.
Soru 73: Milat (doğum) günleri vb. törenlerde darbuka çalmanın hükmü nedir?
Cevap: Müzik ve çalgı aletlerini eğlence ve
günah meclislerine uygun olan coşturucu ve neşelendirici nitelikte kullanmak
mutlak suretle haramdır.
Soru 74: Öğrencilerin, Eğitim Bakanlığı'nın marş ekipleri ve bando takımlarında kullandıkları müzik aletlerinin hükmü nedir?
Cevap: Örf açısından hem helâl, hem de haramda
kullanılabilecek müzik aletlerini eğlendirici olmamak kaydıyla helâl amaçlarla
kullanmak caizdir; fakat örfen sadece haramda kullanılan ve eğlenceye has
aletlerden sayılan müzik aletlerini kullanmak caiz değildir.
Soru 75: Müzik aletlerinden sayılan "santur" aleti i-mal etmek ve bir meslek olarak ondan kazanç elde etmek caiz midir? Acaba bu sanayiyi geliştirmek ve çalgıçları bu aleti çalmaya teşvik etmek için yatırım yapmak ve yardım etmek caiz midir? Geleneksel müziği yaymak ve ihya etmek amacıyla ülkenin geleneksel müziklerini öğretmek caiz midir?
Cevap: Millî veya inkılâp marşları icra etmek ve herhangi yararlı
ve helâl bir işte müzik çalmak için çalgı aletlerinin kullanımı, günah ve fesat
meclislerine uygun olan coşturucu sınıra ulaşmadığı sürece sakıncası yoktur.
Bunun gibi aynı amaçla çalgı aletlerinin yapımı, öğretim ve öğreniminin kendi
başına bir sakıncası yoktur.
Soru 76: Hangi aletler eğlendirici sayılır ve kullanılması hiçbir durumda caiz değildir?
Cevap: Helâl menfaati olmayan ve genelde eğlendirici,
coşturucu ve fesada sevk edici alanlarda kullanılan aletler.
Soru 77: Haram içeren ses kasetlerini kopyalayarak çoğaltma karşılığında ücret almak caiz midir?
Cevap: Dinlenmesi haram olan kasetlerin kopyalanması ve bunun
karşılığında ücret alınması caiz değildir.
Soru 78: Düğün törenlerinde oynanan halk oyunları caiz midir? Bu törenlere katılmanın hükmü nedir?
Cevap: Dans etmek, eğer şehveti tahrik eder veya haram
bir işi gerektirir veya fesada yol açarsa caiz değildir. Dans toplantılarına
katılmaya gelince, eğer diğerlerinin haram işini onaylamak anlamına gelir veya
haram bir işi gerektirirse, bu da caiz değildir; bunların dışındaki durumlarda
sakıncası yoktur.
Soru 79: Müzik çalınmaksızın kadınlar toplantısında dans etmenin hükmü nedir? Eğer haramsa iştirak edenlerin toplantıyı terk etmeleri farz mıdır?
Cevap: Genel olarak dans etmek, eğer şehveti tahrik
eder veya haram bir işi ya da bir fesadın ortaya çıkmasını gerektirecek
nitelikte olursa haramdır. Bu durumda, haram bir işe itiraz olarak dans edilen
yeri terk etmek, münkerden, kötülüklerden alıkoymak doğrultusundaysa farzdır.
Soru 80: Erkeğin erkek için, kadının kadın için veya erkeğin kadınlar arasında veya kadının erkekler arasında halk oyunları sergilemesinin hükmü nedir?
Cevap: Şehveti uyandıracak, haram bir işe veya fesada,
günaha yol açacak nitelikte olursa veya kadın yabancı erkekler arasında dans
ederse haramdır.
Soru 81: Erkeklerin toplu olarak dans etmelerinin hükmü nedir? Televizyondan veya diğer yerlerde küçük kızların dansını seyretmenin hükmü nedir?
Cevap: Dans etmek şehveti uyandıracak nitelikte
olur veya haram bir fiili gerektirirse haramdır; dans seyretmek ise, eğer
günahı işleyeni onaylamak anlamına gelmez, onu günah işleme hususunda
cesaretlendirmez ve başka bir fesada ve olumsuzluğa da yol açmazsa, sakıncası
yoktur.
Soru 82: Kadının kadın için ve erkeğin de erkek için dans etmesinin hükmü nedir? Toplumsal adetlere saygıdan dolayı düğün törenine gidiliyorsa, bu durumda dans edilme ihtimali bulunduğu sebebiyle, gitmenin şer'an bir sakıncası var mıdır?
Cevap: Genel olarak dans etmek, eğer şehveti uyandıracak
nitelikte olur veya haram bir işi ya da bir fesadı gerektirirse haramdır. Fakat
dans edileceği muhtemel olan düğün törenlerine katılmak, haram işleyen kimseyi
onaylamak anlamına gelmez ve harama düşmeye de sebep olmazsa sakıncası yoktur.
Soru 83: Kadının kocası için ve erkeğin de karısı için
dans etmesi haram mıdır?
Cevap: Herhangi bir harama düşmeden kadının kocası
için ve erkeğin karısı için dans etmesinin sakıncası yoktur.
Soru 84: Anne ve babaların, çocuklarının düğün tö-renlerinde
dans etmeleri caiz midir?
Cevap: Haram dans türünden olursa, babaların
veya annelerin evlâtlarının düğün töreninde de olsa dans etmeleri haramdır.
Soru 85: Evli bir kadın, kocasının haberi ve izni olmadan
düğün törenlerinde yabancı erkeklerin karşısında dans ediyor. Bu hareketi birkaç
defa tekrarlamıştır. Kocasının bu hususta marufu emretmesi ve münkerden
sakındırması etkili olmamıştır; bu konuda ne yapmak gerekir?
Cevap: Bir kadının yabancı erkeklerin karşısında
dans etmesi mutlak olarak haramdır. Kadının, kocasının izni olmadan evden
dışarı çıkması da yine özü itibariyle haram olup bu iş kadının kocasına karşı
serkeşlik etmesi (naşize[3])
anlamına gelir ve onun nafaka hakkından mahrum bırakılmasına yol açar.
Soru 86: Kadınların, müzik çalınan köy düğünlerinde erkeklerin önünde oynamalarının, dans etmelerinin
hük-mü nedir? Bu konuda ne yapmak gerekir?
Cevap: Kadınların yabancı erkeklerin önünde dans
etmeleri ve bir fesada sebep olan ve şehveti uyandıran her türlü dans haramdır.
Müzik aletleri kullanmak ve dinlemek eğlendirici ve neşelendirici nitelikte
olursa haramdır. Bu durumlarda mükelleflerin vazifesi münker-den alıkoymaktır.
Soru 87: Mümeyyiz (iyiyle kötüyü ayırt edebilen) erkek
veya kız çocuğunun kadınların veya erkeklerin toplantısında dans etmesinin
hükmü nedir?
Cevap: Bulûğ çağına ermemiş çocuk, ister erkek olsun,
ister kız olsun mükellef değildir; fakat bulûğ çağına ermiş olanların onları
dans etmeye teşvik etmeleri genel ahlâka uygun değildir.
Soru 88: Dans öğretim merkezleri açmanın hükmü nedir?
Cevap: Dans öğretmek için merkezler açmak ve dans
etmeyi yaymak İslâmî düzenin hedefleriyle çelişmektedir.
Soru 89: Erkeklerin, kendilerine mahrem olan kadınların
ve kadınların da kendilerine mahrem olan erkeklerin önünde dans etmelerinin
hükmü nedir? Bu mahremliğin, soy yakınlığından dolayı nesebî veya evlenme yoluyla
sıhrî mahremlik olması bir şeyi değiştirir mi?
Cevap: Haram olan dans ister erkek için olsun, ister
kadın için olsun ve ister mahremlerin önünde olsun, ister mahrem olmayanların,
her halükârda haramdır; bunların arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 90: Düğün törenlerinde bastonla yapılan ve
kav-gayı temsil eden gösteri caiz midir? Eğer bu oyun müzik aletleri eşliğinde
yapılırsa hüküm nedir?
Cevap: Eğlendirici spor oyunu niteliğinde olursa
ve bu kavga gösterisinin insan hayatına bir zarar vermesinden korkulmazsa özü
itibariyle sakıncası yoktur. Fakat eğlendirici ve neşelendirici nitelikle müzik
aletlerini kullanmak hiçbir durumda caiz değildir.
Soru 91: Kol kola
girip ritimle dans etmenin (elleri birbirine kenetleyip ayakları yere vurarak
belli bedensel hareketler ve sıçramayla birlikte gerçekleşen, ritimli ve güçlü
bir ses oluşturan folklor oyununun) hükmü nedir?
Cevap: Bu hareket dans hükmündedir. Dolayısıyla
eğer şehveti uyandırır veya insanı coşturacak ve tahrik edecek şekilde müzik
aletlerinin eşliğinde yapılırsa ya da bir fesada yol açarsa haramdır; bu
niteliklere sahip değilse sakıncası yoktur.
Soru 92: Doğum günleri ve düğün törenleri gibi kadınlar
arası toplantılarda kadınların alkış tutturmaları caiz midir? Eğer caiz ise,
toplantıdaki alkış seslerini yabancı erkekler duyarsa hüküm nedir?
Cevap: Normal şekilde alkışlamanın, yabancı erkekler
duysalar bile herhangi bir fesada yol açmadığı takdirde sakıncası yoktur.
Soru 93: Ehlibeyt İmamlarının doğum günleri, vahdet
haftası[4]
ve bi'set günü münasebetiyle düzenlenen programlarda Hz. Peygamber ve
Ehlibeyt'ine salavatlarla birlikte sevinçle alkış çalmanın hükmü nedir? Bu gibi
programların cami, devlet daireleri ve kurumlarındaki mescitlerde ve hüseyniye
gibi ibadet yerlerinde düzenlenmesinin hükmü nedir?
Cevap: Genel olarak normal hâlde böyle mübarek
veladet programlarında veya birini teşvik etmek veya onaylamak için
alkışlamanın haddizatında bir sakıncası yoktur. Fakat dinî merasimlerin,
özellikle cami, hüseyniye ve mescitlerde düzenlenen programların salavat ve
tekbirlerle süslenmesi ve böylece salavat ve tekbirlerin sevabına kavuşulması
daha uygundur.
Soru 94: Tesettürsüz namahrem kadının resmine bakmanın
hükmü nedir? Televizyonda kadının tasvirine bakmanın hükmü nedir? Acaba bu
konuda Müslüman kadınla Müslüman olmayan ve yine canlı yayınla paket program arasında
bir fark var mıdır?
Cevap: Namahrem kadının fotoğrafına bakmak,
namahrem kadının kendisine bakmak hükmünde değildir; dolayısıyla eğer şehvetle
bakılmaz ve bir fitneye düşmekten korkulmazsa ya da bakan kişinin tanıdığı
Müslüman bir kadının resmi olmazsa sakıncası yoktur. Farz İhtiyat (zorunlu olan
kaçınma), televizyondan yapılan canlı yayında namahrem kadının tasvirine bakma-mayı
gerektirir. Fakat televizyondan yayınlanan paket programlarda, şehvet kastı ve
günaha düşmek korkusu olmamak kaydıyla namahrem kadının tasvirine bakmanın
sakıncası yoktur.
Soru 95: Uydudan izlenebilen televizyon programlarını
seyretmenin hükmü nedir? Fars Körfezi sahilinde yer alan ülkelere yakın olan
vilayetlerde yaşayanların bu ülkelerin televizyonlarını izlemelerinin hükmü
nedir?
Cevap: Batı uyduları aracılığıyla yayınlanan programlar ve komşu
ülkelerin çoğunun televizyon programları sapık düşünceleri öğrettiği,
gerçekleri saptırıp gizlediği, fesat ve günah programlarını içerdiğinden ve
bunları seyretmek genellikle sapıklığa, fesada ve haram işlere sevk ettiğinden
dolayı onları seyretmek caiz değildir.
Soru 96: Radyo ve televizyondan yayınlanan komedi
programları dinlemenin veya seyretmenin sakıncası var mıdır?
Cevap: Komedi piyes ve gösteri programlarını dinlemenin
ve seyretmenin sakıncası yoktur. Ancak bu programlarda bir mümine hakaret
düzeyinde alay ediliyorsa caiz olmaz.
Soru 97: Düğünde hicabımı tamamen koruyamadığım bir
durumdayken birkaç tane fotoğrafım çekildi. Bu fotoğraflar şimdi arkadaşlarımın
ve akrabalarımın yanındadır. Bu fotoğrafları onlardan toplamam farz mıdır?
Cevap: Fotoğrafınızın başkalarının yanında bulunması
bir fesada yol açmıyorsa veya bir fesada sebep olabilir, ama fotoğrafların
onların eline geçmesinde sizin bir rolünüz olmamışsa ya da fotoğrafları diğerlerinden
toplamanız çok zor olursa, bu konuda herhangi bir yükümlülüğünüz yoktur.
Soru 98: Kadınların namahrem olan dinî liderlerin ve
şehitlerin fotoğraflarını öpmesinin bir sakıncası var mıdır?
Cevap: Genel olarak bir şahsın fotoğrafı, onun
kendisi gibi değildir; dolayısıyla, şehvet kastı ve günaha düşme korkusu yoksa
saygı, teberrük veya sevgiyi belirtmek için namahrem erkeğin fotoğrafını
öpmenin sakıncası yoktur.
Soru 99: Sinema filmlerinde ve diğer yerlerde tanımadığımız
çıplak veya yarı çıplak kadınların fotoğraflarına bakmak caiz midir?
Cevap: Fotoğraf ve filmlere bakmak, namahremin
kendisine bakmak hükmünde değildir. Dolayısıyla şehvetle olmayıp bir günaha
bulaşma ve fesada yol açma durumu söz konusu olmadığı takdirde şer'an sakıncası
yoktur. Fakat şehveti uyandıran çıplak fotoğraflara genellikle şehvet kastıyla
bakıldığından ve bu açıdan günahın ön hazırlığı olduğundan dolayı bunlara bakmak
haramdır.
Soru 100: Düğün törenlerinde kadınların kocalarının
izni olmadan fotoğraf çektirmeleri caiz midir? Eğer caiz ise fotoğraf
çektirirken hicaplarını tamamen korumaları farz mıdır?
Cevap: Sırf fotoğraf çektirmek için kocanın
iznini almak zorunlu değildir. Fakat fotoğrafı yabancı bir erkeğin görmesi
muhtemelse ve hicabını tamamen korumaması bir fesada sebep olabilecekse, bu
durumda tamamen hicabını koruması farzdır.
Soru 101: Kadınların erkeklerin güreşini seyretmeleri
caiz midir?
Cevap: Güreş, bizzat güreş meydanına gidilerek veya
televizyon ve benzeri şeylerden canlı olarak seyredilirse veya lezzet ve zevk
almak için olursa ya da fesattan ve günaha düşülmekten korkulursa caiz
değildir; aksi durumda sakıncası yoktur.
Soru 102: Düğün töreninde gelin, başına ince ve açık
renkli bir örtü örterse, yabancı bir erkeğin onun fotoğrafını çekmesi caiz
midir?
Cevap: Fotoğraf çekerken yabancı bir kadına bakmaktan
dolayı ortaya çıkan haram durum söz konusuysa caiz olmaz. Aksi takdirde bir
sakıncası yoktur.
Soru 103: Hicapsız kadının, mahremleri arasında fotoğrafını
çekmenin hükmü nedir? Filmin banyo ve baskısı esnasında yabancı erkeğin bu
fotoğraflara bakma ihtimali varsa hüküm nedir?
Cevap: Kadına bakıp fotoğrafını çeken erkek onun
mahremlerindense, fotoğrafını çekmesinde herhangi bir sakınca yoktur ve yine
onu tanımayan fotoğrafçı tarafından o filmlerin banyosu ve baskısının yapılmasının
da sakıncası yoktur.
Soru 104: Bazı gençler, bazı geçersiz mazeret ve delillerle
müstehcen resimlere bakmaktalar; bunun hükmü nedir? Bu gibi resimlere bakmak
şehvetin biraz yatışmasına sebep olur ve neticede haramdan korunmalarında
etkili olursa; bunun hükmü nedir?
Cevap: Fotoğrafa şehvetle bakılırsa ve fotoğrafa
bakıldığında şehvetin uyanacağı bilinirse veya fesattan ve günaha düşmekten
korkulursa, bu iş haramdır. Başka bir harama düşmekten kaçınmak gerekçesi,
şer'an haram olan bir işi yapmak için geçerli bir mazeret teşkil etmez.
Soru 105: Film çekimi için müzik çalınan ve dans edilen
törenlerde bulunmanın hükmü nedir? Erkeğin erkekler ve kadının da kadınlar
arası eğlencelerde film çekmesinin hükmü nedir? Düğün törenlerinde çekilen
filmlerin o aileyi tanıyan veya tanımayan bir erkek tarafından montajının hükmü
nedir? Bu filmlerin bir kadın tarafından montaj edilmesinin hükmü nedir? Bunlara
film müziği monte etmek caiz midir?
Cevap: Günah nitelikli şarkı-türkü, haram müziği dinlemeyi
veya haram olan diğer bir işi yapmayı gerek-tirmezse, törenlerde bulunmanın,
erkeğin erkekler toplantısında ve kadının da kadınlar toplantısında film çekmesinin sakıncası yoktur. Fakat erkeğin kadınlar
top-lantısında veya kadının erkekler toplantısında çekim yapması, onlara
lezzetle bakmayı gerektirir veya başka fesatlara yol açarsa caiz değildir. Düğün
törenlerine ait filmlerde, günah meclislerine özgü coşturucu müziklerden haz
almak da haramdır.
Soru 106: İran İslâm Cumhuriyeti televizyonundan
yayınlanan (yerli ve yabancı) filmleri izlemenin ve müzikleri dinlemenin hükmü
nedir?
Cevap: Dinleyici ve seyirciye göre radyo veya
televizyondan yayınlanan bu müzik, eğlence ve günah meclislerine özgü
eğlendirici ve neşelendirici müziklerdense veya televizyondan yayınlanan filmi
izleme insanı fesada sevk ediyorsa, şer'an bu müzik ve filmleri dinlemek ve
izlemek caiz değildir. Bunların sırf İslâm Cumhuriyeti radyo ve televizyon
kanallarından yayınlanması, caiz olduklarına dair şer'î bir delil teşkil etmez.
Soru 107: Resul-i Ekrem'e (s.a.a), Emir'ül-Müminin Ali'ye
(a.s) ve İmam Hüseyin'e (a.s) nispet edilen resimleri hazırlama ve satmanın ve bunların
resmî dairelere asılmasının hükmü nedir?
Cevap: Bunun özü itibariyle şer'an bir sakıncası yok-tur.
Fakat örfen onları küçük düşürmek sayılabilecek, onların saygınlığını
zedeleyecek ve onlara saygısızlık etmeye sebep olacak nitelikleri içermemeleri
ve onların şanlarıyla çelişmemeleri şarttır.
Soru 108: Şehveti uyandıracak müptezel, bayağı kitap
ve şiirler okumanın hükmü nedir?
Cevap: Bunlardan kaçınmak gerekir.
Soru 109:
Televizyonlar veya canlı yayın yapan uydu kanalları, Batı toplumlarındaki
toplumsal konuları anlatan birtakım programlar yayınlıyorlar; bu filmler kadın
ve erkeklerin sınırsızca bir arada bulunmaları ve gayri-meşru ilişkiler gibi
fasit, sapık düşünceleri yaymaktadır ve bazı müminleri etkilemektedir; bu durumda
bu filmlerden etkilenme ihtimali olan kimselerin bunları seyretmesinin hükmü
nedir? Acaba bu filmler, tenkit etmek, olumsuzluklarını ortaya koymak ve
insanlara bunları seyretmekten sakınmayı nasihat etmek amacıyla seyredilirse
hüküm değişir mi?
Cevap: Bunların lezzet alma kastıyla
seyredilmesi caiz değildir. Yine etkilenme ve fesada düşme endişesi olursa,
caiz değildir. Fakat ehil olan, bunlardan etkilenmeyeceğinden ve fesada
düşmeyeceğinden emin olan kimsenin bunları tenkit etmek, tehlikelerini ve olumsuzluklarını
insanlara anlatmak için seyretmesinin sakıncası yoktur. Tabi ki eğer bu konuda
uyulması gereken kurallar varsa, onlara uyulmalıdır.
Soru 110:
Başı ve boynu açık, makyajlı bayan televizyon sunucusunun saçlarına bakmak caiz
midir?
Cevap: Lezzet almak kastı olmaz, günaha ve fesada
düşmekten endişe duyulmaz ve yayın da canlı değilse, ona bakmanın sakıncası yoktur.
Soru 111: Evli bir erkeğin şehveti uyandıran filmlere
bakması caiz midir?
Cevap: Şehveti uyandırmak amacıyla bakarsa veya
bakması şehvetin uyanmasına sebep olursa caiz değildir.
Soru 112: Harama düşürmeyeceği göz önünde bulundurularak
evli erkeklerin kendi hamile karısıyla doğru ilişkide bulunmalarını öğreten
filmleri seyretmelerinin hükmü nedir?
Cevap: Bakıldığında genellikle şehveti uyandıran
bu gibi filmleri seyretmek caiz değildir.
Soru 113: Yer yer çirkin sahneleri olan video filmlerini
kontrol ederken müstehcen sahnelerini sansür edip geri kalan kısmını sunmak
amacıyla seyretmenin hükmü nedir?
Cevap: Islâh etmek, kötü ve saptırıcı sahnelerini san-sür
etmek amacıyla filme bakılacaksa, bu işi üstlenen kimsenin harama
düşmeyeceğinden emin olması kaydıyla sakıncası yoktur.
Soru 114: Eşlerin evde video kasetlerinden seks filmlerini
seyretmeleri caiz midir? Omurilik sinir sistemi kopmuş biri eşiyle ilişkide
bulunabilmek için şehvetini tahrik etmek amacıyla bu filmleri seyredebilir mi?
Cevap: Video kasetinden seks filmlerini
izleyerek şehveti uyandırmak caiz değildir.
Soru 115: İnkılabın zafere kavuşmasından sonra üretilen,
kadınların eksik hicapla rol oynadığı ve bazı durumlarda kötü eğitsel örnekler
içeren İran filmlerini izlemenin hükmü nedir?
Cevap: Şehvet ve zevk almak kastı olmazsa ve ahlâkî
fesada düşmeye de sebep olmazsa bu filmleri izlemenin haddizatında sakıncası
yoktur. Fakat film yapımcılarının İslâm'ın yüce öğretileriyle çelişen filmleri üretmek
ve hazırlamaktan kaçınmaları gerekir.
Soru 116: Dinî müesseselerin onayladığı filmleri dağıtmanın
ve başkalarına sunmanın hükmü nedir? Ve yine bu müesseseler tarafından
onaylanan müzik kasetlerini üniversitelerde dağıtmanın hükmü nedir?
Cevap: Mükellefin kanaatine göre film ve kasetler
örfen günah nitelikli şarkı-türkü veya eğlence ve günah meclislerine özgü
eğlendirici ve neşelendirici müzikler içeriyorsa, bunları dağıtmak, diğerlerine
sunmak, seyretmek ve dinlemek caiz değildir. Bunların sırf bazı ilgili
dairelerce onaylanmış olması, mükellefin mevzunun teşhisindeki görüşü, onları
onaylayanların görüşüyle çeliştiği sürece mükellefe şer'î bir hüccet teşkil
etmez.
Soru 117: Yabancı kadınların resimleri bulunan ve elbise
modelleri seçmek için kullanılan kadın elbiseleri model dergilerini
alıp-satmanın ve yanında bulundurmanın hükmü nedir?
Cevap: Bu dergilerde sırf yabancı kadınların
resimlerinin bulunması onların alımını, satımını ve elbise modelleri seçiminde
kullanımını engellemez; ancak bu resimler ahlâkî fesat çıkaracak bir nitelikte
olursa caiz olmaz.
Soru 118: Film kameralarının alım satımı caiz midir?
Cevap: Haram işlerde kullanmak amacı ve niyeti taşımadığı
takdirde film kameralarının alım satımının sakıncası yoktur.
Soru 119: Müptezel, bayağı video filmlerini ve yine
video cihazını alıp-satmanın ve kiralamanın hükmü nedir?
Cevap: Filmler eğer şehveti uyandıracak, sapıklık ve ahlâkî
fesada sebep olacak müstehcen görüntüleri veya günah nitelikli şarkı-türkü ya
da eğlence ve günah meclislerine özgü eğlendirici ve neşelendirici müzikleri içerirse
bunların üretimi, alım satımı, kiralanması ve bu a-maçla yararlanmak için video
kiralanması caiz değildir.
Soru 120: Yabancı radyoların yayınladığı haberleri,
ilmî ve kültürel programları dinlemek caiz midir?
Cevap: Ahlâkî fesat ve fikrî sapmalara sebep olmazsa,
sakıncası yoktur.
Soru 121: Uydudan yayınlanan televizyon programlarını
izlemek için uydu anteni satın almak, bulundurmak ve kullanmak caiz midir? Eğer
bu cihaz bedava olarak elde edilirse hüküm nedir?
Cevap: Uydu anteninin sadece televizyon programlarını
izlemek için kullanılan bir alet olduğunu ve televizyon programlarının bir
bölümünün haram bir bölümünün de helâl olduğunu dikkate alırsak uydu, hem helâlde
ve hem de haramda kullanılan müşterek aletler hükmünde olur. Dolayısıyla, haram
amaçlarda kullanılacak olursa alım satımı ve bulundurulması haramdır; ancak
helâl amaçlarda kullanılacak olursa caizdir. Fakat bu alet kullanıcılarına
haram programları çok kolay bir şekilde izlemeleri için zemin hazırladığından
ve bazen onu bulundurmak başka fesatlara yol açtığından alım satımı ve evde
bulundurulması haramdır; ancak biri, o-nu haramda kullanmayacağından emin
olursa, onu elde etmesinin ve evde bulundurmasının fesat ve olumsuz yönleri de
yoksa bu durumda sakıncası yoktur. Fakat bu konuda bir kanun varsa, ona uyulması
gerekir.
Soru 122: Ülke dışında yaşayan bir kimsenin İslâm
Cumhuriyeti kanallarını izleyebilmek için uydu cihazı satın alması ve satması
caiz midir?
Cevap: Bu cihaz her ne kadar helâl amaçlarda kullanılma
özelliğine sahip olan müşterek aletlerdense de çoğunlukla haram amaçlarda
kullanıldığından ve ayrıca evde kullanılmasının diğer fesat ve olumsuz yönleri
olduğundan dolayı, bu cihazı haramda kullanmayacağından ve onu evde kurmasının
hiçbir fesat çıkarmayacağından emin olan kimse dışında hiç kimsenin satın alması
ve onu evde kullanması caiz değildir.
Soru 123: Eğer uydu anteni İran İslâm Cumhuriyeti'nin
kanallarıyla birlikte, Körfez ülkeleri veya Arap ülkelerinin haber kanalları ve
bazı yararlı programları ve bütün Batılı müstehcen kanalları da çekerse hükmü nedir?
Cevap: Televizyon programlarını izlemek için bu
gibi cihazları kullanmanın caiz olmasının ölçüsünü önceki meselede açıkladık.
Bu alanda Batı kanallarıyla diğer kanallar arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 124: Batı ülkeleri veya Fars körfezinde yer alan
ve öteki komşu ülkeler tarafından uydu aracılığıyla yayınlanan ilmî, Kur'ân'la
ilgili vb. programlardan haberdar olmak için uydu anteni kullanmanın hükmü nedir?
Cevap: İlmî ve Kur'ân programları vb.lerini dinlemek
ve izlemek için mezkur cihazı kullanmanın her ne kadar kendiliğinden sakıncası
yoksa da Batılı ülkelerin ve komşu ülkelerin çoğunun uydu kanalıyla yayınladıkları
programların içeriği genellikle insanlara sapık düşünceleri aşıladığından,
hakikatleri tahrif ettiğinden, ayrıca fesat ve günah programları içerdiğinden
-kaldı ki ilmî ve Kur'ân programlarını izlemek bile çoğu zaman fesada ve harama
düşmeye sebep olmaktadır- bu programları izlemek için uydu cihazı kullanmak
şer'an haramdır. Ancak sadece yararlı ilmî programlar veya Kur-ân programları
vb. olur ve hiçbir fesada ve harama düş-meyi gerektirmezse bunun sakıncası
yoktur; ayrıca bu konuda bir kanun varsa ona uyulması gerekir.
Soru 125: Mesleğimiz radyo ve televizyon anteni tamirciliğidir.
Son zamanlarda uydu anteni kurmam ve tamir etmem için bize bir çok müracaatlar
oldu, bu hususta ne yapmamız gerekiyor? Bu cihazın parçalarının alım satımının
hükmü nedir?
Cevap: Bu gibi cihazlar haramda kullanılıyorsa
-ki genellikle böyledir- veya bunu elde etmek isteyen kişinin onu haramda
kullanacağını biliyorsanız, bu durumda onu alıp satmak, parçalarını dizmek,
kurmak, onu tamir etmek ve parçalarını satmak caiz değildir.
Soru 126: Sinema filmlerinde gerektiğinde, din âlimlerinin
ve hâkimlerin elbise ve üniformalarını kullanmak caiz midir? Geçmiş ve
günümüzdeki ulemanın şanını ve saygınlıklarını koruyarak ve İslâm dininin
saygınlığını gözeterek, onlar hakkında onları kötülemeyen ve onlara hiçbir şekilde
noksanlık getirmeyen irfanî ve dinî senaryolar yazmak ve bu nitelikte filmler
üretmek caiz midir? Özellikle hedefimizin, İslâm dininin yüce değerlerini
sunmak veya İslâm ümmetinin imtiyazı sayılan irfan mefhumunu ve asil kültürü
beyan etmek, düşmanların müptezel ve bayağı kültürüne karşı mücadele etmek; tüm
bunları, özellikle genç nesil için çekici ve etkili sinema diliyle anlatmak
olduğunu göz önünde bulundurarak hükmü açıklar mısınız?
Cevap: Sinemanın bir aydınlatma ve bilinçlendirme
aracı olduğunu göz önünde bulundurarak, gençlerin ve diğer kesimlerin fikrî
seviyesini yükseltmek, İslâm kültürünü yaymak ve halkı şuurlandırmak doğrultusunda
kullanılabilecek her şeyin çekiminin yapılmasının ve sunulmasının sakıncası
yoktur. Bu yöntemlerden biri din âlimlerinin kişiliğini ve özel hayatlarını
tanıtmak, bunun gibi diğer bilginlerin, manevî makam sahiplerinin ve onların
özel hayatlarının tanıtılmasının sakıncası yoktur; ancak onların şanını,
saygınlığını ve özel hayatlarının saygınlığını gözetmek farzdır ve bunlardan, İslâm'la
çelişen mefhumları yaymak için yararlanmamak gerekir.
Soru 127: Ölümsüz Aşura faciasını canlandıracak ve
İmam Hüseyin'in (a.s), uğruna şehit olduğu büyük hedefleri ortaya koyacak bir
öykü ve hamasî filmi yapmak istiyoruz; ancak bu filmde İmam Hüseyin (a.s) sıradan
bir insan olarak gözle görünmeyecek; film çekiminde, üretim ve ışıklandırmada imam
nurani bir kişi olarak görüntülenecek; acaba böyle bir filmin yapımı ve İmam
Hüseyin aleyhi's-selâm'ın kişiliğinin bu şekilde ortaya konması caiz midir?
Cevap: Film eğer güvenilir kaynaklara dayanarak, mevzunun
kutsallığını korumak, İmam Hüseyin'in (a.s), ashabının ve ehlibeytinin (hepsine
selâm olsun) yüce makam ve mevkisini gözetmek şartıyla yapılırsa sakıncası
yoktur; fakat mevzunun kutsallığını, İmam Hüseyin'in (a.s) ve ashabının
(hepsine selâm olsun) saygınlığını onlara yakışır bir şekilde korumak oldukça
zordur; dolayısıyla bu konuda ihtiyat edilmesi gerekir.
Soru 128: Sinema ve tiyatroda rol icabı erkeğin kadın
elbisesi ve kadının da erkek elbisesi giymesinin hükmü nedir? Ve yine kadının
erkek sesini ve erkeğin de kadın sesini taklit etmesinin hükmü nedir?
Cevap: Fesada yol açmadığı takdirde, rol icabı
ve özel kişilerin özelliklerini anlatabilmek için karşı cinsin elbisesini
giymenin ve sesini taklit etmenin caiz olması, uzak ihtimal değildir.
Soru 129: Erkeklerin de seyrettikleri tiyatro ve gösterilerde
kadınların krem ve makyaj malzemeleri kullanmalarının hükmü nedir?
Cevap: Eğer makyajı mükellefin kendisi veya bir
kadın tarafından ya da mahremlerinden biri tarafından yapılırsa ve herhangi bir
fesada da yol açmazsa sakıncası yoktur; aksi durumda caiz olmaz. Ancak makyaj yapılan
yüzün mahrem olmayan erkekler karşısında örtülmesi gerekir.
Soru 130: Canlı varlıkların (hayvanların, insanların)
ve bitkilerin resmini çizmenin, portresini yapmanın, be-bek ve heykel yapmanın
hükmü nedir? Bunların alım satımının,
muhafazasının ve fuarda sergilenmesinin hük-mü nedir?
Cevap: Cansız varlıkların resmini çizmenin,
portresini ve heykelini yapmanın sakıncası yoktur. Yine canlı varlıkların
resmini ve portesini kabartmadan çizmenin ve heykelini kamil olmamak kaydıyla
yapmanın sakıncası yoktur. Fakat insanların ve hayvanların heykelini tam olarak
yapmak sakıncalıdır. Ancak resim ve heykellerin alım satımının, muhafazasının
ve fuarda sunul-masının sakıncası yoktur.
Soru 131: Yeni ders metotlarında, öz güven adında bir
ders var. Bu dersin bir bölümü heykeltıraşlıktır. Bazı hocalar, el işleri adı
altında öğrencilere bez parçaları veya başka şeylerle bebek veya köpek, tavşan
ve benzerlerinin heykelini yaptırıyorlar; bu eşyaları yapmanın hük-mü nedir?
Hocaların öğrencilere bu işi yapmayı emretmelerinin hükmü nedir? Acaba bu
heykellerin azalarının tam olarak yapılıp yapılmamasının hükümde bir etkisi var
mıdır?
Cevap: Örfen azası tam olan hayvanın heykeli sa-yılmazsa
veya öğrenciler mükellefiyet yaşına girmemişlerse, sakıncası yoktur.
Soru 132: Çocukların ve gençlerin Kur'ân'daki kıssaları
resimle anlatmalarının hükmü nedir? Örneğin çocuklardan Ashab-ı Fil veya Hz.
Musa (a.s) için denizin yarılması vb. kıssaları resimle anlatmalarını istemenin
hükmü nedir?
Cevap: Bu işin kendiliğinden bir sakıncası
yoktur. Fakat hakikatler ve olaylara uygunluk arz etmeli ve tam olarak
anlatılmalıdır. Gerçekleri olduğundan farklı açıklamaktan veya olayları
anlatırken saygınlığını çiğneyecek şeylerden kaçınılması gerekir.
Soru 133: Özel makinelerle bebek yapmak veya insan ve
diğer canlıların heykelini yapmak caiz midir?
Cevap: Bunların makineyle yapımı insanın doğrudan
eylemine dayanmazsa sakıncası yoktur; aksi durumda sakıncalıdır.
Soru 134: Ziynet eşyalarını heykel şeklinde yapmanın
hükmü nedir? Heykelin yapımında kullanılan maddenin, hükmün haram oluşunda
etkisi var mı?
Cevap: Bir kişinin tek başına canlı varlıkların
heykelini tam olarak yapması caiz değildir; bu hususta heykellerin yapıldığı
maddelerin birbirlerinden farkı yoktur. Bu maddelerin ziynet için ya da başka
şeylerde kullanılması arasında bir fark yoktur.
Soru 135:
Oyuncak bebeklerin el, ayak ve baş gibi azalarını yerlerine yerleştirmek haram
olan heykel yapımı kapsamına girer mi? Bu işe heykel yapmak denir mi?
Cevap: Sırf azaları yapmak veya yerlerine yerleştir-mek,
canlı varlıkların heykelini yapmak sayılmaz; dolayısıyla sakıncasızdır. Ama bu
azaları insan veya başka bir canlının şeklini tam olarak gösterecek biçimde birleştirmek,
şer'an haram olan heykeltıraşlık kapsamına girer.
Soru 136: Bazılarının, uzuvlarına resimler çekerek
yaptırdıkları ve yıkamakla çıkmayan, kalıcı dövmenin hükmü nedir? Acaba bu
dövme gusül ve abdestin sıhhatini engelleyen bir mani sayılır mı?
Cevap: Dövme yaptırmak haram değildir; dövme
sonucu derinin altında kalan izler suyun deriye ulaşmasını engellemez.
Dolayısıyla uzuvlarda dövme olsa da gusül ve abdest sahihtir.
Soru 137: Meşhur ressamlardan olan bir karı-kocanın
mesleği sanat eseri tabloları onarmaktır. Bu tablolardan bir çoğu Hıristiyan
topluluğunu göstermekte, bazısında haç resmi, Hz. Meryem (aleyhe's-selâm) ve
Hz. İsa'nın (aleyhi's-selâm) resimleri var. Çeşitli kurumlar, şirketler ve bazı
kişiler kilise tarafından, eskime veya başka sebeple bir bölümü yok olan bu
tabloları onarmaları için bu ressamlara getiriyorlar; acaba bu karı-kocanın bu
tabloları onarmaları ve bunun karşılığında para almaları caiz midir? Çoğu
tabloların bu türden olduğunu, bu tabloları onarmak bu çiftin tek geçim kaynağı
olduğunu ve bunların İslâm öğretilerine bağlı olduklarını göz önünde
bulundurarak hükmü açıklar mısınız?
Cevap: Sanat eseri olan tabloları onarmanın bir sakıncası
yoktur. Hatta Hıristiyan topluluğunu tavsif etse veya Hz. İsa (aleyhi's-selâm)
ve Hz. Meryem'in (aley-he's-selâm) timsallerini içerse bile sakıncası yoktur.
Ve yine bu iş karşısında ücret almanın, bu işi geçim kaynağı edinmenin de sakıncası
yoktur. Ancak bu iş, batılı ve sapık düşünceleri yaymak amacıyla olursa veya
peşi sıra başka fesatları gerektirirse caiz olmaz.
Soru 138: Göz bağcılığı [illüzyonizmi] öğrenmek, öğretmek
ve seyretmenin ve el çabukluğuna dayanan oyunlarla uğraşmanın hükmü nedir?
Cevap: Göz bağcılığı öğrenmek ve öğretmek haram-dır.
Ama göz bağcılık [illüzyonizm] türünden olmayan ve el çabukluğuna dayanan
oyunlar sakıncasızdır.
Soru 139: Gayıptan haber veren cifir, remil, nücum vb.
ilimleri öğrenmek caiz midir?
Cevap: Bu ilimlerin günümüzde halk arasındaki kalıntıları
genellikle gaybı bilmek ve gayıptan haber vermek konusunda itminan ve güvence
verecek nitelikte değillerdir. Ancak bir fesadı olmazsa cifir ve remil ilimlerini
doğru bir şekilde öğrenmenin sakıncası yoktur.
Soru 140: Büyücülüğü öğrenmek ve büyü yapmak caiz
midir? Ve yine ruhları, melekleri ve cinleri çağırmanın hükmü nedir?
Cevap: Sihirbazlık ilmi ve bu ilmi öğrenmek şer'an haramdır.
Ancak meşru ve makul amaçla olursa sakıncası yoktur. Ama ruhları, melekleri ve
cinleri çağırmaya gelince hüküm, yerine göre, araç ve amaçlara göre değişir.
Soru 141: Ruh ve cinleri teshir etmek, emrine almak
suretiyle hastaları tedavi eden kişilere müminlerin müracaat etmelerinin, onların
ancak hayır işler yaptıklarına kesin inandıkları takdirde hükmü nedir?
Cevap: Şer'an helâl olan yollarla yapılması durumunda
bunun özünde bir sakıncası yoktur.
Soru 142: Küçük taşlarla fala bakmak ve bu yolla para
kazanmak şer'an caiz midir?
Cevap: Yalan haber vermek caiz değildir. Aslında bu
tür şeylerin şer'î bir dayanağı yoktur.
Soru 143: Hipnotizma
yapmak caiz midir?
Cevap: Makul bir amaçla ve ipnotize olan kimsenin
rızasıyla olursa ve yine haram bir işi de gerektirmezse sakıncası yoktur.
Soru 144: Bazıları tedavi amacıyla değil, sadece insanın
ruhsal gücünü göstermek amacıyla hipnotizmaya başvururlar; acaba bu caiz midir?
Ve acaba bu alanda tecrübeli, ama uzman olmayan kişilerin bu işi yapmaları caiz
olur mu?
Cevap: Genel olarak hipnotizmayı öğrenmek ve ondan
yararlanmak, normalde insanlarca makul görülen helâl ve kayda değer bir amaçla
olursa, hipnotizma da yapay uykuya dalacak kişinin rızasıyla ve ona kayda değer
bir zararı olmaması kaydıyla sakıncası yoktur.
Soru 145: Piyango biletlerinin alım satımının ve mükellefin
bu yolla kazandığı ikramiyenin hükmü nedir?
Cevap: Piyango biletlerinin alım satımı caiz değildir. Bu yolla
ikramiye kazanan kişi, kazandığı ikramiyenin şer'an sahibi olamaz ve onu almaya
hakkı yoktur.
Soru 146: "Armağan-ı behzistî" veya "huma-yi
rahmet" adında halk arasında dağıtılan yardım kampanyası biletleri almak,
onlar için para ödemek ve onların çekimlerine katılmanın hükmü nedir?
Cevap: Halktan bağış toplayarak hayır işlerde harcamak
amacıyla bilet dağıtmanın ve bağışta bulunanları kur'a çekimiyle teşvik etmenin
ve bu işe yönlendirmenin yasak olduğuna dair şer'î bir delil yoktur ve yine
hayır işlere iştirak etmek amacıyla bu biletleri elde etmek için para ödemenin
de bir sakıncası yoktur.
Soru 147: Biri sahip olduğu bir arabayı talih deneme
yoluyla çekilişe sunuyor. Şöyle ki, müsabakaya katılan kişi, belli bir tarihte
belli bir fiyat üzerine çekiliş yapılacak olan bileti satın alıyor. Halktan bir
grubun katılması ve katılma süresinin dolmasıyla çekiliş yapılıyor. Çekilişi
kazanan ve adına ikramiye çıkan kişi oldukça pahalı olan arabayı teslim alıyor.
Acaba çekiliş yoluyla bu şekilde araba satmak şer'an caiz midir?
Cevap: Çekilişe katılıp kur'ada adı çıkan kişiye arabayı
satmak ve alma-satma muamelesi eğer çekilişten sonra gerçekleşirse sakıncası
yoktur. Ancak satıcının, kur'aya katılmak için kendisine ödemede bulunan kişilerin
parasını kullanması, malı batıl yolla yemek sayılır; dolayısıyla onların
paralarını geri vermesi farzdır.
Soru 148: Halkın geneline yönelik hayır işlere yardım
toplamak amacıyla bağış senedi satmak caiz midir? Şöyle ki, bu işin sonunda kur'a
çekilecek, toplanan paralardan bir miktarı hediye olarak kur'ada kazananlara
verilecek ve geri kalan para ise, umuma ait hayır işler için kullanılacaktır.
Cevap: Bu işi "satış" olarak nitelendirmek
yanlıştır. Ancak hayır işler için bağış senetleri yayınlamanın ve halkı bu işe
teşvik etmek için ismi kur'adan çıkanlara hediye vermeyi vadetmenin sakıncası
yoktur. Ancak insanların bu senetleri hayır işlere katkıda bulunma niyetiyle
almaları gerekir.
Soru 149: Piyango (loto) biletleri satın almak caiz
midir? Bunun özel bir şirkete ait olduğu ve kârının %20'sinin kadınlara ait
hayır kurumlarına ödendiği göz önünde bulundurulduğunda hükmü nedir?
Cevap: Piyango biletlerinin şer'an malî bir
değeri yoktur ve bu biletler kumar aletleri hükmündedirler. Dolayısıyla
bunların alım satımı caiz değildir. Bu biletleri alanların kazandıkları
ikramiyeler de helâl değildir.
Soru 150: Banka müşterilerinden bazıları, işlerinin
çabuk yapılması ve kendilerine daha iyi hizmet verilmesi için banka
çalışanlarına bahşiş adı altında bir miktar para veriyorlar. Banka çalışanları
eğer onların beklentilerini yerine getirmeyecek olurlarsa müşterilerin onlara hiçbir
şey vermeyecekleri göz önünde bulundurularak onların verdiği bu malı almanın
hükmü nedir?
Cevap: Memurların
müşterilerin işlerini yapmak için istihdam edildiği ve hizmeti karşılığında
maaş aldığı işi yapmak için müşterilerden bir şey alması caiz değildir. Nitekim
müşterilerin de, isteklerini yerine getirmeleri için memurlara nakit para vb.
şeyler vererek onları tamaha sevk etmeleri caiz değildir; çünkü bu iş fesada
yol açacaktır.
Soru 151: Banka müşterilerinden bazıları yaygın adet
üzere kendi istekleriyle memurlara bayramlık hediye vermekteler ve görevlilere
bayramlık hediye vermediği takdirde kendisine iyi bir hizmet verilmeyeceğine inanmaktalar;
bu hususta hüküm nedir?
Cevap: Bu gibi hediyeler, banka hizmetlerinde
müş-teriler arasında ayrıcalığa yol açar ve
sonuçta fesada ve diğerlerinin haklarının zayi olmasına sebep olursa,
müşteriler memurlara böyle hediyeler vermemelidirler ve memurlar da bu
hediyeleri kabul hakkına sahip değiller.
Soru 152: Memurun, her ne kadar yapmış olduğu iş
karşılığında herhangi bir beklentisi yoksa da, teşekkür ve takdir etmek amacıyla
kendisine verilen bir hediyeyi almasının hükmü nedir?
Cevap: İş ortamında ve müracaat edenler tarafından verilen
hediye en tehlikeli şeylerden biridir ve bundan mümkün olduğu kadar sakınmanız
dünya ve ahiretiniz için daha uygundur. Bu hediyeleri almak, ancak hediye-yi verenin, memurun kabul etmekten sakınmasına
rağ-men ısrar etmesi ve sonunda bir şekilde hediye etmesi durumunda
caizdir; o da işi yaptıktan sonra, ön görüşme ve beklentisi olmadan olursa.
Soru 153: Müracaat edenlerin kendi rıza ve istekleriyle
devlet memurlarına verdikleri nakit para, yiyecek vb. hediyelerin hükmü nedir?
Veren kişinin bir iş beklentisi olsun veya olmasın rüşvet olarak memurlara verdiği
malların hükmü nedir? Memur rüşvete tamah ederek kanuna aykırı bir iş yaparsa
hükmü nedir?
Cevap: Saygıdeğer memurlar, müracaat eden herkese
kanunlara ve bulundukları dairenin kurallarına uygun olarak hizmet vermek
zorundadırlar ve hangi adla olursa olsun müracaat edenlerden herhangi bir
şekilde hediye kabul etmeleri caiz değildir. Çünkü bu iş, kendilerine karşı
kötü zanda bulunulmasına ve fesada sebep olur ve tamahkâr insanları kanunları
çiğnemeye ve diğerlerinin haklarını zayi etmeye teşvik ve tahrik eder. Rüşvete
gelince; rüşvetin hem alana ve hem verene haram olduğu açıktır. Rüşvet alan
kişinin aldığı şeyi sahibine iade etmesi farzdır ve rüşvet aldığı şeyi asla
kullanamaz.
Soru 154: Bazı çalışanların bazen müracaat edenlerden
işlerini yapmak için rüşvet istedikleri görülmektedir; bu durumda onlara rüşvet
vermek caiz olur mu?
Cevap: Devlet dairelerine müracaat eden hiç kimsenin,
müracaat edenlere hizmet vermekle yükümlü olan devlet çalışanlarına işi için
kanunsuz bir para veya hizmet vermeleri caiz değildir. Nitekim vazifeleri halkın
işlerini yapmak olan devlet çalışanlarına da müracaat edenlerin işlerini
yapmalarına karşılık gayri kanunî herhangi bir şey istemeleri ve almaları caiz
değildir. Onların bu yolla elde ettikleri malı kullanmaları da caiz olmaz. O
malı sahibine iade etmeleri gerekir.
Soru 155: İnsan kendi hakkını alabilmesi için rüşvet
verebilir mi? Bu hareketin bazen başkaları için sıkıntı doğuracağı dikkate
alınırsa -örneğin hak sahibinin başkalarından öne geçirilmesi gibi- hükmü
nedir?
Cevap: Başkalarını rahatsız etmese, onlar için
sıkıntı doğurmasa bile rüşvet vermek ve almak caiz değildir. Hele bir de haksız
yere başkalarını rahatsız ederse durum açıktır.
Soru 156: İnsan yasal bir işini yaptırmak için devlet
dairelerinin birinde görevli memurlara kanunî ve şer'î işini yapmada kolaylık
göstermeleri amacıyla bir miktar para verme zorunda kalırsa -çünkü bu meblağı
vermediği takdirde o görevlilerin işini yapmayacaklarına inanıyor- acaba buna
rüşvet denilir mi? Acaba bu iş haram sayılır mı? Yoksa idarî işinin yapılması
için kendisini para vermek zorunda bırakan zorunluluğun, rüşvet olgusunu
ortadan kaldırdığı, dolayısıyla bu fiilin haram olmadığı söylenebilir mi?
Cevap: Halka hizmet sunmakla görevli olan dairedeki
memurlara, müracaat edenler tarafından işlerinin yapılması için verilen -ve kesinlikle
idarî fesat çıkmasına sebep olan- para veya her türlü mal, şer'î açıdan haram
sayılır ve zorunluluk bahanesi ona bu fiili işleme izni vermez.
Soru 157: Kaçakçılar, kanuna aykırı işlerine göz yum-maları
için bazı görevlilere bir miktar para veriyorlar ve isteklerini reddetmeleri
durumunda görevlileri ölümle tehdit ediliyorlar; bu durumda görevliler nasıl
davranmakla yükümlüdürler?
Cevap: Kaçakçıların kanuna aykırı işlerine göz yum-mak
karşılığında para almak caiz değildir.
Soru 158: Maliye müdürü, vergi muhasebe memurundan bir
şirket için belirlenmiş vergi miktarını azaltmasını istiyor. Bu gibi durumlarda
bu memurun, müdürün emirlerine itaat etmesi farz mıdır? Bunu kabul etmediği
takdirde bazı sorunlarla
ve zor durumlarla karşılaşacağını bildiğini göz önünde bulundurarak hükmü
açıklar mısınız ve acaba memurun bu emre uyması karşısında bir miktar para alması
caiz midir?
Cevap: Bu gibi işlerde kanunun belirlediği kural
ve kaidelere göre davranmak gerekir, buna aykırı davranmak caiz değildir. Bu
ister bir para karşılığında yapılsın, ister bedava, fark etmez.
Soru 159: Bazı satıcılar sattıkları malın, kesinleşen
fiyatına ekleme yapmaksızın sırf irtibat kurmak ve ilişkiyi devam ettirmek
maksadıyla resmî daire ve şirketlerin satın alma görevlilerine birtakım mallar
veriyorlar. Verilen malların satıcı ve satın alma görevlileri açısından hükmü
nedir?
Cevap: Satıcının böyle bir malı satın alma memuruna
vermesi ve satın alma memurunun da bunu alması caiz değildir. Satın alma
memurunun, aldığı bütün malları, görevlisi olduğu şirket veya dairelere teslim
etmesi gerekir.
Soru 160: Resmî veya özel şirketlerde, vazifesi, çalıştığı
daire ve şirketin ihtiyaçlarını alış veriş merkezlerinden temin etmek olan
memur veya işçi, satıcıya, satıştan elde edilen kârdan yüzdelik bir oranı kendisine
ver-mesini şart koşabilir mi? Onun böyle bir kârı alması caiz midir? Kendinden
üst sorumlu böyle bir şarta izin verirse
hüküm nedir?
Cevap: Satın alma memurunun böyle bir şart koşması
sahih değildir; o kendisi için şart koştuğu kârı alamaz. Üst sorumlu da böyle
bir şarta izin veremez; onun bu konuda verdiği izin ve müsaade geçersizdir.
Soru 161: Daire veya şirketin ihtiyaçlarını satın alma
sorumlusu olan bir kişi, pazarda belli
bir fiyatı olan bir şeyi, satıcıdan malî bir yardım almak hırsıyla daha yüksek
fiyata satın alırsa bu alış veriş sahih midir? Ve acaba bu adamın satıcıdan bundan
dolayı malî bir yardım alması caiz midir?
Cevap: Eşyayı pazardaki normal fiyattan fazlasına
satın alırsa veya eşyayı pazardan daha aşağı fiyata satın alması ve temin
etmesi mümkün olmasına rağmen pahalıya satın alırsa, yüksek fiyata yaptığı alış
veriş akd-i fuzulî (yetkisiz alış veriş) olup o hususta kanunî yetkilinin
iznine bağlıdır ve satın alma memuru hiçbir durumda alış veriş sebebiyle
satıcıdan kendisi için hiçbir şey alma hakkına sahip değildir.
Soru 162: İşi, resmî bir daire veya özel bir şirketin
ihtiyaçlarını satın alarak temin etmek olan bir kişi, çeşitli alış veriş
merkezleri olmasına rağmen bir tanışına giderek, eşyaları ondan almasına
karşılık kârdan belli bir yüzde almayı şart koşarsa:
a) Böyle
bir şartın şer'an hükmü nedir?
b) Bu
hususta teşkilatın üst sorumlusu
veya müdürünün izni olursa şer'î hüküm nedir?
c)
İlgili daireye, satıcı tarafından malın pazardaki normal fiyatından fazlası
önerilir ve anlaşma imzalanırsa hükmü nedir?
d) Bazı
satıcıların, faturada kaydedilen fiyatın dışında memura verdikleri payın
satıcıya ve memura oranla hükmü nedir?
e) Satın
alma memuru dairedeki görevine ilâveten herhangi bir şirketin pazarlayıcısı da
olursa ve daire için gerekli olan malları satın alırken o şirket için pazarlama
yaparsa, acaba o şirketin kârından kendisi için belli bir yüzde
alabilir mi?
f) Yukarıdaki
yollarla bir miktar kâr elde etmiş olan birisinin bu kâr
konusunda şer'î yükümlülüğü nedir?
Cevap:
a) Bunun şer'î bir yanı yoktur ve batıldır.
b)
Teşkilatın üst müdürü veya sorumlusunun bu husustaki izninin şer'î
ve kanunî bir yönü olmadığı için itibarsızdır,
geçerli değildir.
c)
Eğer pazardaki normal fiyattan yüksek olursa veya pazardan daha düşük fiyata
temin etmesi mümkün olursa, bu durumda yapılan anlaşma geçersizdir.
d)
Caiz değildir, memurun bununla ilgili aldığı her şeyi, alış veriş görevlisi
olduğu daireye vermesi gerekir.
e)
Hiçbir yüzdelik alma hakkı yoktur ve aldığı her şeyi ilgili daireye vermesi
gerekir ve yaptığı anlaşma, eğer dairenin çıkarlarına aykırı olursa temelden
batıldır.
f) Aldığı meşru olmayan malları, alış veriş görevlisi
olduğu daireye vermesi gerekir.
Soru 163: a) Sağlığı yerinde olan bir kadının, döllenmeyi
engelleyen araç ve gereçlerden yararlanarak geçici olarak hamile olmaktan
korunması caiz midir?
b) Döllenmeyi
engelleyen bir araç olarak bilinen, ancak şimdiye kadar hamileliği nasıl
önlediği anlaşılmayan bir aracın kullanılmasının hükmü nedir?
c)
Hamileliğin tehlikesinden korkan bir kadının daimî olarak hamileliği
engellemesi caiz midir?
d)
Genetik psikolojik ve bedensel hastalık veya sakat bebekler doğurmaya müsait
olan kadınların daimî olarak hamileliklerini önlemeleri caiz midir?
Cevap:
a) Kocasının
rızasıyla olursa sakıncası yoktur.
b) Nütfenin rahme yerleşmesinden sonra
düşmesine sebep olur veya avret yerine haram bir bakışı ve dokun-mayı
gerektirirse caiz değildir.
c) Varsayılan durumda hamileliği
engellemenin sakıncası yoktur; hatta hamilelik annenin hayatını tehlikeye
sokarsa kendi isteğiyle dahi hamile olması caiz değildir.
d)
İnsanlarca makul görülen bir amaçla ve kocasının izniyle olur ve kayda değer
bir zararı da olmazsa sakıncası yoktur.
Soru 164: Nüfus artışını önlemek için erkeklerin sperm
kanalını bağlamalarının hükmü nedir?
Cevap: Makul bir amaçla olur ve kayda değer bir
zararı da olmazsa, bunun haddizatında sakıncası yoktur.
Soru 165: Hamile olması kendisi için zararlı olmayan
sağlıklı bir kadının spermi dışarı akıtarak veya diyaf-ragam aleti veya ilaç
kullanarak ya da döl yatağı kanalını bağlayarak hamileliği önlemesi caiz midir?
Kocasının, spermi dışarı akıtmak dışında bu yollardan birini seçmesi için
kadını zorlaması caiz midir?
Cevap: Eşlerin rızasıyla meniyi dışarı akıtarak
hamileliği önlemenin esasen bir sakıncası yoktur. Ve yine makul bir amaçla
olur, kayda değer bir zarar söz konusu olamaz, kocasının izniyle olur ve avret
yerine haram olan dokunma ve bakışı da gerektirmezse başka yöntemlere başvurmak
da sakıncasızdır. Fakat kocası kadını buna zorlayamaz.
Soru 166: Yumurta
kanalını bağlatmak isteyen ha-mile kadının, ameliyat esnasında bu amacının da
gerçekleşmesi için doğumunu sezaryenle yapması caiz midir?
Cevap: Yumurta veya döl yatağı kanalını bağlatmanın
hükmü önceki hükümlerde geçti. Ama sezaryen ameliyatına gelince, bunun caiz
olması buna ihtiyaç duyulmasına veya hamile kadının talep etmesine bağlıdır.
Her durumda, sezaryen ameliyatı ve yumurta kanalını bağlatma esnasında yabancı
erkeğin kadına bakması ve dokunması, zaruret durumu müstesna, haramdır.
Soru 167: Kadının, kocasının izni olmadan hamileliği
önleyecek şeyleri kullanması caiz midir?
Cevap: Sakıncalıdır.
Soru 168: Dört çocuk sahibi bir erkek, sperm kanalını
bağlamaya teşebbüs etmiştir. Eşi kocasının bu işine razı olmazsa erkek günahkâr
sayılır mı?
Cevap: Bu iş karısının rızasına bağlı değildir;
erkeğin üzerine hiçbir şey lâzım gelmez.
Soru 169: İktisadî sorunlar
yüzünden ana rahmindeki çocuğu düşürmek caiz midir?
Cevap: Sırf iktisadî sorunlar ve sıkıntılar
nedeniyle çocuk düşürmek caiz değildir.
Soru 170:
Hamileliğin ilk aylarında doktor, kadını mu-ayene ettikten sonra hamileliği
devam edecek olursa annenin hayatının tehlikeye girebileceğini ve bebeğin dünyaya
sakat geleceğini söylüyor ve bu nedenle bebeği düşürmesini öneriyor; acaba bu
caiz midir? Ve acaba ruh bedene girmeden önce bebeği düşürmek caiz midir?
Cevap: Bebeğin sakat dünyaya gelmesi ihtimali,
ruh bedene girmeden önce olsa bile bebeği düşürmek için şer'î bir ruhsat teşkil
etmez. Ama hamileliğin devam et-mesi durumunda annenin hayatının tehlikeye
girmesinden korkulur ve eğer bu korku da güvenilir bir uzman doktorun sözüne
dayanırsa, ruh bedene girmeden önce bebeği düşürmenin sakıncası yoktur.
Soru 171: Uzman doktorlar yeni metotlardan ve gelişmiş
cihazlardan yararlanarak hamilelik esnasında bebeğin birçok kusurlarını teşhis
edebiliyorlar. Kusurlu bebeklerin dünyaya geldikten sonra karşılaştıkları zorlukları
göz önünde bulundurarak, güvenilir uzman doktorun kusurlu olarak dünyaya
geleceğini bildirdiği bebeği düşürmek caiz midir?
Cevap: Bebeğin sırf kusurlu
olarak dünyaya geleceği ve hayatında karşılaşacağı zorluklar nedeniyle bebeği
düşürmek hangi aşamada olursa olsun, caiz değildir.
Soru 172: Rahme yerleşen, alaka [kan pıhtısı] aşamasına
ulaşmayan -alaka olması yaklaşık kırk gün sürer- nütfeyi düşürmek caiz midir? Esasen
aşağıdaki merhalelerin hangisinde bebeği düşürmek haramdır?
a) Nütfe
rahme yerleştikten sonra
b) Alaka
[embriyo] merhalesinde
c) Mudğa
[bir çiğnem et] merhalesinde
d) Kemik
merhalesinde (ruh girmeden önce)
Cevap: Rahme yerleştikten sonra nütfeyi ve sonraki
aşamalarının hiçbirinde cenini düşürmek caiz değildir.
Soru 173: Kan
hastalıklarına tutulmuş eşlerden bazıları kusurlu genler taşımaktadırlar ve
dolayısıyla bu genleri çocuklarına aktarmaktadırlar. Bu çocukların ağır hastalıklara
tutulmaları ihtimali çok yüksektir ve böyle çocuklar doğdukları andan ölünceye
kadar daima meşakkatli, zor bir hayat sürerler. Örneğin, hemofili hastalarının
sürekli en küçük bir darbeyle şiddetli kanama sonucu ölmeleri veya felç
olmaları ihtimali var. Şimdi hamileliğin ilk haftalarında bu hastalığı teşhis
etmek mümkünken, acaba böyle durumlarda cenini düşürmek caiz midir?
Cevap: Eğer ceninin hastalığına dair bırakılan
teşhis kesin ise ve böyle bir bebeğe sahip olmak ve bakımını üstlenmek
katlanılmayacak derecede sıkıntı ve zorlukları gerektirirse, bu durumda bedene
ruh verilmeden önce bebeği düşürmek caizdir; fakat ihtiyat gereği diyeti verilmelidir.
Soru 174: Bebeği düşürmenin özü itibariyle hükmü
nedir? Hamileliği sürdürmek annenin hayatını tehlikeye sokarsa hüküm nedir?
Cevap: Cenini düşürmek şer'an haramdır ve hamileliği sürdürmesi
annenin hayatını tehlikeye düşürmesi müstesna, hiçbir durumda bebeği düşürmek
caiz değildir. Sadece bu durumda ruhun bedene girmesinden önce cenini düşürmek
caizdir. Fakat ruh bedene girdikten
sonra annenin hayatı tehlikeye girse bile bebeği düşürmek caiz değildir. Ancak
düşürmediği durumda hem annenin ve hem de
bebeğin ikisinin de hayatı tehlikeye girer de hiçbir şekilde bebeğin hayatını
kurtarmak mümkün olmazsa ve cenini düşürdüğü takdirde annenin hayatını
kurtarmak mümkün olacaksa, bu durumda ruh bedene girse bile bebeği düşürmek
caiz olur.
Soru 175: Zinadan meydana gelen yedi aylık bebeğini,
babasının isteği üzerine düşüren kadının diyet vermesi farz mıdır? Eğer farzsa
annesine mi, yoksa babasına mı farzdır? Ve bu durumda sizce diyetin miktarı ne
kadardır?
Cevap: Zinadan olsa bile kadının bebeği düşürmesi
haramdır. Babasının çocuğu düşürmesini istemesi, bebeği düşürmesi için geçerli
bir gerekçe teşkil etmez. Be-beği kadının kendisi düşürmüşse veya düşmesine yardımcı
olmuşsa diyet annesinin üzerine farzdır. Sorudaki durumda diyetin miktarı
tereddütlüdür. İhtiyat gereği musalaha etmek (anlaşmak) gerekir. Bu durumda
diyet, mirasçısı olmayan miras hükmündedir.
Soru 176: Kasıtlı olarak düşürülen iki buçuk aylık ceninin
diyeti ne kadardır? Ve bu diyeti kimin vermesi gerekir?
Cevap: Alaka [kan pıhtısı hâlinde] olursa diyeti
kırk dinardır. Mudğa [bir çiğnem et] olursa diyeti altmış dinardır. Daha et
bağlamamış kemik olursa diyeti seksen dinardır.[5]
Diyet miras basamakları gözetilerek bebeğin mirasçısına verilir. Fakat onun
düşürülmesinde doğrudan rolü olan mirasçı ondan pay alamaz.
Soru 177: Hamile kadın diş etlerini ve dişlerini tedavi
ettirmek zorunda kalır ve uzman doktorun teşhisine göre ameliyata gerek
duyulursa, uyuşturucu iğne ve film ışınları sebebiyle rahimdeki bebeğin sakat
kalacağı göz önünde bulundurularak bebeğin düşürülmesi caiz olur mu?
Cevap: Mezkur sebep cenini düşürmek için ruhsat
olamaz.
Soru 178: Rahimdeki cenin kesin olarak ölmek üzere
olursa ve o durumda rahimde kalması annesinin de hayatını tehlikeye düşürürse,
bu durumda cenini düşürmek caiz olur mu? Ve eğer kadının kocası böyle bir bebeği
düşürmeyi caiz bilmeyen bir müçtehidi taklit ediyorsa, kadın ve akrabaları ise
bu hâlde bebeği düşürmeyi caiz bilen müçtehidi taklit ediyorlarsa, bu durumda
erkeğin yapması gereken nedir?
Cevap: Sorudaki durumda, bebeğin tek başına ölümüyle
bebek ve annesinin birlikte ölümü söz konusu olduğuna ve bu ikisi arasında bir
seçim yapılması gerektiğine göre, bebeği düşürerek hiç olmazsa annesinin hayatını
kurtarmaktan başka çare yoktur. Bu takdirde kocası, eşinin bebeği düşürmesini
engelleyemez. Fakat imkân dahilinde öyle hareket etmek gerekir ki bebeğin
ölümünden hiç kimse sorumlu olmasın.
Soru 179: Müslüman olmayan bir erkekle hüküm veya
mevzuu bilmeyerek yapılan cinsel ilişki (vaty-i şüphe) veya zina sonucu meydana
gelen bebeği düşürmek caiz midir?
Cevap: Caiz değildir.
Soru 180: a) Şer'î eşlerden alınan sperm ve yumurtacıkla
gerçekleştirilen yapay döllenme caiz midir?
b) Eğer
buna cevaz varsa acaba bu uygulamanın doktorlar tarafından yapılması caiz
midir? Bu yöntemle dünyaya gelen bebek sperm ve yumurtacığın sahibi olan şer'î eşlere
mi aittir?
c) Bu operasyonun
temelden caiz olmaması durumunda, acaba evlilik hayatının sürmesi eğer bu uygula-maya
bağlı olursa bu özel durum, caiz olmama hükmünden müstesna tutulabilir mi?
Cevap:
a) Bu
işin kendi başına bir sakıncası yoktur. Fakat dokunmak ve bakmak gibi şer'an
haram olan ön hazırlıklardan kaçınmak farzdır.
b) Bu yöntemle dünyaya gelen bebek sperm ve
yumurtacığın sahibi olan eşlere aittir.
c)
Bu yöntemin temelden caiz olduğu yukarıda beyan edildi.
Soru 181: Kadının, döllenmek için gerekli olan yumurtacıktan
yoksun olmasından dolayı eşler bazen birbirlerinden ayrılmak zorunda kalıyorlar
veya bu hastalığın tedavisi imkânsız olduğundan ve çocuk sahibi olamamaları
nedeniyle ailevi veya ruhsal sorunlarla
karşılaşıyorlar. Bu durum dikkate alındığında acaba bilimsel yollarla erkeğin
spermiyle yabancı bir kadının yumurtacığından yararlanarak rahim dışında yapay
dölleme uygulanması ve döllenmiş nütfenin daha sonra erkeğin eşinin rahmine
aktarılması caiz midir?
Cevap: Bu işin kendisi her ne kadar sakıncasızsa da, ancak bu
yolla dünyaya gelen bebek sperm ve yumurtacığın sahiplerine aittir ve bu
bebeği, onu rahminde taşıyan kadının öz çocuğu kabul etmek zordur. Dolayısıyla
soyla ilgili şer'î hükümlerde ihtiyatın gözetilmesi gerekir.
Soru 182: Erkekten sperm alınıp öldükten sonra yapay dölleme
yöntemiyle eşinin yumurtacığıyla çiftleştirilerek yine eşinin rahmine aktarılması,
şer'an caiz midir? Acaba bu yolla dünyaya gelen bebek sperm sahibi erkeğin
çocuğu mudur ve şer'an ona mı ilhak olur? Ve acaba bu bebek sperm sahibinden
miras alabilir mi?
Cevap: Bu işin kendisinin sakıncası yoktur. Bu
yolla dünyaya gelen çocuk yumurtacık ve rahim sahibine ilhak olur ve sperm
sahibine ilhak olması da uzak bir ihtimal değildir. Fakat sperm sahibinden
miras alamaz.
Soru 183: Yabancı bir erkeğin spermini, çocuğu olmayan
bir erkeğin eşinin rahmine yerleştirmek yoluyla hamile olmasını sağlamak caiz
midir?
Cevap: Yabancı bir erkeğin spermiyle yapay yöntemle
kadının döllenmesinin şer'an sakıncası yoktur. Fakat bu işi yaparken ön
hazırlıklar sırasında şer'an haram olan bakmak ve dokunmak gibi haramlardan kaçınmak
gerekir. Her halükarda, bu yöntemle dünyaya gelen bebek o kadının kocasına
ilhak olmaz; bu bebek spermin sahibine ve yumurtacıkla rahim sahibi olan kadına
ilhak olur.
Soru 184: a) Kocası olan bir kadın yaise olması (menopoza
girmesi) veya başka sebeplerden dolayı yumurtacık üretmiyorsa, acaba kocasının
ikinci eşinden alınan yumurtacık ile kocasının sperminin çiftleştirilmesinden
sonra onun rahmine aktarılması caiz midir? Bu hususta, o kadının veya kocasının
ikinci eşinin daimî veya geçici nikâhla evlenmiş olması arasında bir fark var
mıdır?
b)
Çocuğun annesi bu kadınlardan hangisi olacak? Yumurtacık sahibi mi, yoksa bebeği
rahminde taşıyan kadın mı?
c) Bebeği
rahminde taşıyacak olan kadının yumurtacığının zayıf olması nedeniyle,
kocasının spermiyle çiftleştiğinde, bebeğin kusurlu olarak dünyaya gelmesinden
endişelenildiğinden, ikinci eşinin yumurtacığına ihtiyaç duyulursa, yine bu iş
caiz olur mu?
Cevap:
a) Şer'an bu işin kendisi sakıncasızdır. Bu
alanda kadınların o erkekle daimî veya geçici ya da birinin daimî ve diğerinin
geçici nikâhla evlenmiş olmaları arasında hiçbir fark yoktur.
b) Bu yolla dünyaya gelen çocuk sperm ve yumurtacık
sahiplerine ilhak olur ve bebeği rahminde taşıyan kadına ilhakı zordur. Bu
durumda o kadına karşı soydan kaynaklanan hüküm ve sonuçlar hususunda ihtiyatı
gözetmek gerekir.
c)
Bu iş özü itibariyle caizdir.
Soru 185: Aşağıdaki durumlarda kadının, ölen kocasının
spermiyle yapay dölleme yöntemiyle döllenişi caiz midir?
a)
Kocasının ölümünden sonra ve kadının iddeti bit-meden önce.
b)
Kocasının ölümünden sonra, kadının iddeti bittikten sonra.
c)
Birinci kocasının ölümünden sonra başka bir erkekle evlenirse, birinci
kocasının spermiyle döllenişi caiz midir? Ve acaba ikinci kocasının ölümünden
sonra birinci kocasının spermiyle döllenişi caiz midir?
Cevap: Bu uygulamanın özü itibariyle bir
sakıncası yoktur. Bu uygulamanın iddet bitmeden önce veya iddet bittikten sonra
olması arasında ve yine kadının evlenmiş olması veya evlenmiş olmaması arasında
hiçbir fark yoktur. Evlendiği durumda da yine birinci kocasının spermiyle
döllenişinin, ikinci kocasının ölümünden sonra veya hayatı sırasında gerçekleşmesi
arasında hiçbir fark yoktur; fakat ikinci kocası yaşıyor ise bu uygulama onun
izin ve müsaadesiyle yapılmalıdır.
Soru 186: Günümüzde rahim dışında döllendirilmiş
yumurtacıkları özel cihazlarda canlı olarak saklayıp ihtiyaç duyulduğunda onu
yumurtacık sahibinin rahmine yerleştirmek mümkündür; acaba bu iş caiz midir?
Cevap: Bu uygulamanın özü itibariyle hiçbir sakıncası
yoktur.
Soru 187: Bazı kişiler görünüşte her ne kadar erkek
olsalar da ruhen kadınlara has özelliklere sahiptirler ve tam olarak kadınlara
özgü cinsel eğilimleri taşımaktadırlar. Bu kişilerin cinsiyetlerini
değiştirmedikleri takdirde fesada bulaşacakları dikkate alındığında, acaba bu
kişilerin ameliyat yaptırarak tedavi olmaları caiz midir?
Cevap: Onların gerçek cinsiyetini keşfetmek ve ortaya
çıkarmak için böyle bir ameliyatın sakıncası yoktur. Ancak bu uygulama haram
bir fiili gerektirmemeli ve fesada yol açmamalıdır.
Soru 188: Hünsayı (er dişiyi) kadın veya erkeğe ilhak
etmek için cerrahî ameliyat yapmanın hükmü nedir?
Cevap: Bunun özü itibariyle hiçbir sakıncası yoktur;
fakat haram olan mukaddimelerden sakınmak farzdır.
Soru 189: Yeni keşifler yapmak amacıyla kalp ve atardamar
hastalıklarını incelemek ve bu alanda ders ver-mek için ölen kişilerin
kalplerini ve atardamarlarını elde edip muayene etmemiz ve araştırmamız
gerekiyor. Bir gün veya daha fazla bir zaman onların üzerinde araştır-ma
yapıldıktan sonra gömüldükleri dikkate alınırsa şu sorular gündeme gelmektedir:
a)
Müslümana ait ceset üzerinde bu tür incelemeler yapılabilir mi?
b)
Cesetten alınan kalp ve damarlar cesetten ayrı bir yere defnedilebilir mi?
c) Kalp
ve damarları ayrıca gömmenin zor olduğu göz önünde bulundurularak bunlar başka
bir cesetle defnedilebilir mi?
Cevap: Saygın bir canı kurtarmak veya toplumun
ihtiyaç duyduğu yeni bir tıp bilimini keşfetmek ya da insanların hayatını
tehdit eden bir hastalık hakkında bilgi edinmek anatomik inceleme veya otopsi
yapmayı gerektiriyorsa, insan cesedi üzerinde inceleme yapılmasının sakıncası
yoktur. Fakat imkân dahilinde bu iş için Müslüman ölünün cesedinden istifade
edilmemesi gerekir. Müslüman cenazenin cesedinden ayrılan organların sıkıntı
doğurmadığı ve başka bir mahzuru da olmadığı takdirde ait olduğu cesetle
birlikte defnedilmesi farzdır. Aksi durumda tek başına veya başka bir ölünün
cesediyle birlikte defnedilmesi caizdir.
Soru 190: Ölüm sebebinden örneğin zehirle mi, boğularak
mı, yoksa başka şekilde mi öldüğünden şüphe edilirse, ölüm sebebini araştırmak
için otopsi yapılabilir mi?
Cevap: Gerçeğin açığa çıkması buna bağlı ise, sakıncası
yoktur.
Soru 191: Histolojide [doku biliminde], bilgi edinmek
için hayatının çeşitli aşamalarında düşmüş cenini otopsi etmenin hükmü nedir?
Tıp fakültesinde anatominin zorunlu bir ders olduğu göz önünde bulundurarak hükmü
açıklar mısınız?
Cevap: Saygın bir canı kurtarmak veya toplumun
ihtiyaç duyduğu yeni tıbbî bilgiler edinmek ya da insan hayatını tehdit eden
bir hastalık hakkında bilgi edinmek, düşük cenini otopsi etmeyi gerektiriyorsa,
düşük cenin üzerindeki anatomik inceleme caizdir. Fakat mümkün olduğu kadar bu
iş için Müslümanlara ait olan veya Müslüman olduğuna hükmedilen düşük ceninden
yararlanılmamalıdır.
Soru 192: Müslüman bir ölüyü defnetmeden önce otopsi
yaparak vücudundaki platini pahalı ve az bulunur olmasından dolayı çıkarmak
caiz midir?
Cevap: Sorudaki durumda, eğer ölüye saygısızlık
sayılmazsa platini çıkarmanın sakıncası yoktur.
Soru 193: Tıp fakültesinde öğretimde yararlanmak
amacıyla ölülere ait kemikleri elde etmek için Müslüman olsun veya olmasın, ölülerin
mezarını açmak caiz midir?
Cevap: Bu iş için Müslümanların mezarını açmak
caiz değildir; ancak acil bir tıbbî ihtiyacı gidermek ve Müslüman olmayan bir
ölünün kemiklerini elde etmenin mümkün olmadığı durumlar müstesna.
Soru 194: Saçlarının yanmış olması nedeniyle insanların
arasına çıkmaktan rahatsız olan ve sıkıntı çeken bir kimsenin başına saç
ektirmesi caiz midir?
Cevap: Bu uygulamanın özü itibariyle bir
sakıncası yoktur. Ancak eti helâl olan hayvanın kılından veya insan saçından
olması gerekir.
Soru 195: Birisi bir hastalığa tutulur ve doktorlar
onu tedavi etmeye dair umutlarını yitirerek yakında öleceğini açıklarlarsa,
acaba ölmeden önce onun kalp ve böbrek gibi hayatî organlarının alınıp başka
birisinin bedenine nakledilmesi caiz midir?
Cevap: Organların alınması kişinin ölmesine sebep
olacaksa bu katletme hükmündedir; aksi takdirde kendi izniyle olması kaydıyla sakıncası
yoktur.
Soru 196: Ölen bir kişinin cesedinden atardamarı ve
diğer damarlarını alarak hasta birisinin bedenine nakletmek caiz midir?
Cevap: Ölen kişi hayattayken buna izin vermişse
veya ölümünden sonra velilerinin müsaadesiyle olursa ya da saygın bir canı
kurtarmak bu organ nakline bağlı ise sakıncası yoktur.
Soru 197: Genelde velilerinden izinsiz olarak cenazeden
alınan ve başka bir insanın bedenine aktarılan göz korneası için diyet vermek
farz mıdır? Eğer diyet farz ise bu durumda göz ve korneanın her birinin diyeti
ne kadardır?
Cevap: Müslüman ölünün bedeninden korneanın alınması haramdır ve
diyeti gerektirir; bunun diyeti elli dinardır. Fakat ölmeden önce bu iş için
rızası ve müsaadesi alınmışsa sakıncası yoktur ve diyeti de gerektirmez.
Soru 198: Savaşta hayalarından yaralanan ve bu nedenle
er bezi alınan ve kısır olan bir kişinin, cinsel gücünü ve erkekliğini
koruyabilmesi için hormon ilaçları kullanması caiz midir? Cinselliği
güçlendirmekle birlikte çocuk yapmak gücüne ulaşmanın tek çaresi başka birinden
haya alınarak ona intikal ettirmek olursa, bunun hükmü nedir?
Cevap: Bedenine haya
nakletmek mümkün olur da hayayı ekledikten sonra bedeninin canlı bir parçası hâline
gelirse, necaset ve taharet bakımından ve yine cinsiyeti güçlendirmek ve şer'an
çocuğun ona ilhak olması bakımından hiçbir sakınca yoktur. Nitekim cinsel gücü
ve erkekliği korumak için hormon ilaçları kullanmak da sakıncasızdır.
Soru 199: Hastanın hayatını kurtarmada böbrek naklinin
önemine binaen doktorlar, kendi istekleriyle böbreklerini hediye etmek veya
satmak isteyenler için bir böbrek bankası kurmak istiyorlar; bu durumda, insanın
böbreğini veya bedeninin herhangi bir organını kendi isteğiyle hediye etmesi
veya satması caiz midir? Zaruret durumunda bunun hükmü nedir?
Cevap: Mükellefin hayattayken böbreğini veya bedeninin
herhangi bir organını hastaların yararlanması için hediye etmesi veya satması,
kendisine kayda değer bir zararı yoksa sakıncasızdır; hatta bazen saygın bir
canı kurtarmak buna bağlı olur da kişi için hiçbir zorluğu veya zararı da yoksa
bu iş farz olur.
Soru 200: Bazı kişiler, beyinlerinin uğramış olduğu
tedavisi mümkün olmayan travmalar sonucu büsbütün beyinsel faaliyetlerini
kaybederek tam bir komaya girerler. Teneffüs edemez, fiziksel etki ve ışığa
karşı refleks gücünü yitirirler. Bu gibi durumlarda normale dönme ihtimali
yoktur. Sadece otomatik kalp atışları kalır ki bu da sunî teneffüs cihazı
yardımıyla gerçekleştirilir. Hastanın bu durumu birkaç saat veya en fazla birkaç
gün devam eder. Tıp biliminde her türlü iradî hareketi, duyu ve şuuru yok olan
bu duruma bitkisel hayat denir. Öte yanda hayatları, bitkisel hayat aşamasında
yaşayan insanlardan alınacak organlara bağlı olan birtakım hastalar var. Bu
durumda, öteki hastaların hayatını kurtarmak için bitkisel hayatta yaşayan
hastanın organlarından yararlanmak caiz midir?
Cevap: Başkalarının hastalığını tedavi etmek için soruda
açıklanan özelliklere sahip olan bedenin organlarından yararlanmak, onun
ölümünün çabuklaşmasına veya hayatını tamamen kaybetmesine sebep olacaksa caiz
değildir. Aksi durumda bu uygulama onun daha önce vermiş olduğu izinle olursa
veya saygın bir canın kurtuluşu, ihtiyaç duyulan organa bağlı olursa sakıncası
yoktur.
Soru 201: Ölümümden sonra bedenimden yararlanılması
için organlarımı hediye etmek istiyorum. Bu isteğimi sorumlulara bildirdim. Onlar da bu isteğimi vasiyetnamemde
kaydetmemi ve mirasçılarıma da bildirmemi söylediler. Acaba böyle bir hakka
sahip miyim?
Cevap: Başka birisinin hayatını kurtarmak veya
hastalığını tedavi etmek için ölünün organlarından yararlanılmasının sakıncası
yoktur. Bunu vasiyet etmeye de bir engel yoktur. Ancak birini küçük düşürecek
şekilde dudağını, burnunu, kulağını vb. kesmek veya kesilmesi örfen cenazenin
saygınlığının çiğnenmesi sayılan organlar müstesna tutulmalıdır.
Soru 202: Estetik ameliyatı yaptırmanın hükmü nedir?
Cevap: Bu fiilin özü itibariyle bir sakıncası yoktur.
Soru 203: Bedenin organlarını ihtiyacı olanlara satmak
caiz midir?
Cevap: Kayda değer bir zararı olmazsa sakıncası
yoktur; özellikle saygın bir canı kurtarmak buna bağlı olursa.
Soru 204: Askerî bir kurum tarafından insanların avretlerinin
muayene edilmesinin hükmü nedir?
Cevap: Kanunu gözetme veya tedavi gibi bir zaruretin gerektirmesi
dışında başkalarının avretini açmak, ona bakmak ve insanı başkalarının karşısında
avretini açmaya mecbur etmek caiz değildir.
Soru 205: "Zaruret" kelimesi, doktorun
kadına dokunması veya bakmasının caizliğinin şartı olarak sıkça
tekrarlanmaktadır; "zaruret" nedir ve sınırları nelerdir?
Cevap: Sorudaki durumda "zaruret"ten
maksat hastalığın teşhisi ve tedavisinin dokunma ve bakmaya bağlı olmasıdır;
zaruretin sınırları da ihtiyaç derecesi ve miktarına bağlıdır.
Soru 206: Bayan doktorun, muayene ve tedavi için
kadının avretine bakması ve dokunması caiz midir?
Cevap: Zaruret durumları dışında caiz değildir.
Soru 207: Erkek doktorun, hasta kadını muayene ederken
onun bedenine dokunması ve bakması caiz midir?
Cevap: Tedavi, bedenini erkek doktorun karşısında
açmasına, doktorun dokunmasına ve bakmasına bağlı o-lursa ve bayan doktora
müracaat ederek tedavi de müm-kün olmazsa bunun sakıncası yoktur.
Soru 208: Bayan doktorun, kadının avretine aynayla bakarak
muayene etmesi mümkün olduğu hâlde, direkt olarak bakmasının ve dokunmasının
hükmü nedir?
Cevap: Aynayla bakarak muayene etmek mümkünse ve
doğrudan bakmanın ve dokunmanın bir zarureti olmazsa, caiz değildir.
Soru 209: Hastayla aynı cinsten olmayan hemşirenin
(erkek veya kadın), tansiyonu ölçerken veya hastanın bedenine dokunmasını
gerektiren işleri yaparken tıbbî eldiven kullanması mümkün olmasına rağmen bu
işleri doktorların hastayı tedavi ederken kullandıkları eldiveni giymeden
yapması caiz midir?
Cevap: Tedavi için elbisenin üzerinden dokunmak
veya bu işi eldiven giyerek yapmak mümkün olursa, ay-nı cinsten olmayan
hastanın bedenine dokunmanın zarureti olmadığından bu iş caiz değildir.
Soru 210: Kadının estetik ameliyat yaptırması, erkek
doktorun ona bakmasını ve dokunmasını gerektirirse, caiz olur mu?
Cevap: Estetik ameliyat, hastalık tedavisi
sayılmadığından bu amaçla haram olan bakış ve dokunma caiz olmaz. Fakat bu
ameliyat yanık vb.lerini tedavi etmek için olursa ve bu da zorunlu olarak
doktorun dokunmasını ve bakmasını gerektirirse sakıncası yoktur.
Soru 211: Kadının avretine kocasından başkasının ve
hatta doktorun bile bakması mutlak olarak haram mıdır?
Cevap: Zaruret ve hastalığı tedavi etme dışında
kocasından başkasının, hatta doktorun ve hatta bayan doktorun bile kadının
avretine bakması haramdır.
Soru 212: Kadınların, bayan doktordan daha uzman olduğu
veya bayan doktora gitmeleri zor olduğu durumda kadın hastalıkları uzmanı olan
erkek doktora müracaat etmeleri caiz midir?
Cevap: Muayene ve tedavi eğer haram olan bakmayı
ve dokunmayı gerektirirse, kadınların erkek doktora müracaat etmeleri caiz
değildir. Ancak işinde uzman olan bayan doktora müracaat etmek mümkün değilse veya
çok zor olursa, bu durumda erkek doktora müracaat etmenin sakıncası yoktur.
Soru 213: Meninin tahlil ve muayene edilmesi için
doktorun emriyle istimna etmek (mastürbasyon) caiz midir?
Cevap: Tedavi buna bağlıysa ve bunun insanın eşi
vasıtasıyla gerçekleşmesi de mümkün değilse, tedavi için bunun sakıncası
yoktur.
Soru 214: Sünnet
etmek farz mıdır?
Cevap: Erkek çocukları sünnet etmek farzdır; ayrıca
hac ve umre tavafının sahih olması için de şarttır. Eğer bulûğ çağına kadar
sünnet olmamışlarsa, bu kendilerine farzdır.
Soru 215: Sünnet olmamış birisinin haşefesi[6]
tamamen açıktır [organın ucu deriyle kaplı değildir]. Bu durumda sünnet olması
farz mıdır?
Cevap: Erkeklik organında kesilmesi farz olan deri
doğuştan yok ise bu durumda farz olan sünnetin anlamı yoktur.
Soru 216: Kızlar için sünnet farz mıdır?
Cevap: Farz değildir.
Soru 217: Tıp Fakültesi öğrencileri (erkek veya kız)
öğrenmek amacıyla kendilerine namahrem olan şahısları bakmak ve dokunmak suretiyle
muayene etmek zo-rundadırlar. Bu muayeneler ders programlarından olup
öğrenciler tecrübe ve hazırlık kazanarak ileride hastaları tedavi etmek için
buna ihtiyaç duyarlar. Aksi takdirde gelecekte hastaların hastalığını teşhis
edemezler ve bu da hastanın geç iyileşmesine veya bazen ölmesine neden
olacaktır; bu durum göz önünde bulundurulduğunda acaba bu muayeneler caiz
midir?
Cevap: Bu iş, hastaları iyileştirmek ve
canlarını kurtarmak için uzmanlaşma ve tecrübe edinmenin gereklerinden ise
sakıncası yoktur.
Soru 218: Tıp fakültesi öğrencilerinin zaruret durumunda
namahrem hastaları muayene etmelerinin caiz olması hâlinde, bu zarureti kim ve
hangi makam teşhis edecektir?
Cevap: Şartları gözeterek zarureti teşhis etmek öğrencinin
görüşüne bağlıdır.
Soru 219: Öğrenim esnasında, bazen namahremleri
muayene etmek durumunda kalıyoruz; ancak bunun gelecek için gerekli olup olmadığını
bilmiyoruz. Fakat bu muayeneler fakültenin genel öğretim metotlarından biri
sayılıyor; hatta bazen öğrenciye hocası tarafından bir ödev olarak belirlenir.
Bu durumda bu gibi muayeneleri yapmamız caiz olur mu?
Cevap: Sırf tıbbî bir muayenenin ders programlarından
veya hocanın öğrenciye verdiği ödevlerden olması, onun dine aykırı bir şeyi
yapması için şer'an bir ruhsat gerekçesi sayılmaz. Bu hususta ölçü, insan hayatını
kurtarmak için bu öğrenime ihtiyaç duyulması veya zaruret gereği olmasıdır.
Soru 220: Tıp öğrenimi ve bu alanda uzmanlık kazanma
gerekçesiyle muayene edilen namahremlerin tenasül organıyla diğer organlarını
muayene etmek arasında bir fark var mıdır? Bazı öğrenciler, fakülteyi bitirdikten
sonra hastaları tedavi etmek için köylere ve uzak bölgelere gidecekler;
oralarda bazen kadınların doğumunda tıbbî yardımda bulunmak veya şiddetli kanamaları
önlemek gibi doğum sonrası olumsuz yan etkileri de tedavi etmek zorunda
kalacaklar; bunun hükmü nedir? Bu gibi kanamalara hemen müdahale edilmezse yeni
doğum yapan kadının hayatının tehlikeye gireceği açıktır. Bunları tedavi
etmenin yollarını öğrenmek için tahsil boyunca alıştırma yapmanın ve uzmanlık
kazanmanın gerekliliğine dikkat ederek hükmü açıklar mısınız?
Cevap: Zaruret durumunda, tenasül organıyla bedenin
diğer organlarını muayene etme arasında hüküm açısından hiçbir fark yoktur.
Genel ölçü, insanın hayatını kurtarmak için tıp okumaya ve bu alanda uzmanlaşmaya
olan ihtiyaçtır ve bu konuda zaruret miktarıyla yetinmek gerekir.
Soru 221: İster aynı cinsten olsun, ister olmasın, tenasül
organlarını muayene ederken doktor veya öğrencinin aynadan bakması gerektiği gibi
şer'î hükümler çoğu zaman gözetilmiyor. Biz de hastalıkları teşhis etmeyi
öğrenmek için onlara uymak zorundayız; bu konuda ne yapmamız gerekir?
Cevap: Tıp bilimini ve hastalıkları tedavi etme yollarını
öğrenmenin özü itibariyle haram olan muayenelere bağlı olduğu durumlarda bunun
bir sakıncası yoktur; ancak öğrenci, gelecekte insanların hayatını kurtarmak
gücüne sahip olmak için bu yolla tıbbî malumat elde et-menin gerekli olduğundan, gelecekte hastaların kendisine müracaat
edeceklerinden ve onların hayatlarını kurtarma sorumluluğunu üstleneceğinden
emin olması şarttır.
Soru 222: Tahsil dalıyla ilgili ders kitaplarımızda
yer alan yarı çıplak gayrimüslim erkek ve kadınların resimlerine bakmak caiz
midir?
Cevap: Lezzet ve şehvet kastıyla olmazsa ve bunun
bir fesada neden olmasından da endişelenilmiyorsa, sakıncası yoktur.
Soru 223: Tıp dalında okuyan üniversite öğrencileri,
tahsil boyunca öğrenim amacıyla tenasül organlarını sergileyen çeşitli film ve
fotoğraflara bakmaktalar; acaba bu caiz midir? Aynı cinsten olmayan kişilerin
avretine bakmanın hükmü nedir?
Cevap: Film ve fotoğraflara bakmak lezzet kastıyla
olmazsa ve harama düşülmesinden de endişelenilmezse, bunu kendi başına bir
sakıncası yoktur. Kesin olarak haram olan, aynı cinsten olmayan kişinin
bedenine bakmak ve ona dokunmaktır; başkalarının avretinin film veya
fotoğrafına bakmanın da sakıncası yok değildir.
Soru 224: Doğum esnasında kadın nelere dikkat etmelidir?
Doğum anında kadınlara yardımcı olan ebelerin, hemşirelerin avreti açmak ve
avrete bakmak konusunda nelere dikkat etmeleri gerekir?
Cevap: Kadın hemşirelerin, doğum esnasında herhangi
bir zaruret olmadan, kasıtlı olarak kadının avretine bakmaları caiz değildir.
Yine doktorun da zorunlu olmadıkça hasta kadının bedenine bakmaktan ve dokunmaktan
kaçınması gerekir. Kadın da eğer şuuru yerinde olursa ve kendisini örtme gücüne
sahip olursa kendisini örtmeli veya başka birinden bedenini örtmesini
istemelidir.
Soru 225: Üniversitede öğrenim için plastikten yapılmış
tenasül organı kullanılmaktadır; buna bakmanın ve dokunmanın hükmü nedir?
Cevap: Yapay alet ve avret, asıl avret hükmünde
de-ğildir; dolayısıyla ona bakmanın ve dokunmanın sakıncası yoktur. Ancak
lezzet kastıyla olursa veya şehveti tahrik ederse sakıncalıdır.
Soru 226: Batıda düzenlenen ilmî toplantılarda müzikle
tedavi, dokunmayla tedavi, dansla tedavi, ilaçla tedavi, elektrikle tedavi
hususunda araştırmalar sunulmaktadır. Bu araştırmalar bu güne kadar olumlu sonuçlar
da vermiştir. Acaba bu gibi araştırmaları yapmak ve onlarla ilgilenmek şer'an caiz
midir?
Cevap: Zikredilen alanlarda araştırma yapmak ve
hastalıkların tedavisinde onların ne kadar etkili olduğu hakkında denemeler
yapmak, şer'an haram olan işleri yapmayı gerektirmezse sakıncası yoktur.
Soru 227: Kadın hemşirelerin öğrenim gereği başka bir
kadının avretine bakmaları caiz midir?
Cevap: Hastalıkların tedavisi ve saygın bir canı
kurtarmak, avrete bakmayı gerektiren derslere bağlı olursa, caiz olur.
Soru 228: İnsan karşısına çıkacak konulara dair şer'î
hükümleri öğrenmezse günah işlemiş olur mu?
Cevap: Hükümleri öğrenmemesi sonucunda bir farzı
terk eder veya bir haramı işlerse, günah işlemiş olur.
Soru 229: Dinî ilimler öğrencisi, satıh[7]
merhalesini bitirdikten sonra derslerini devam ettirdiği durumda kendisinde
içtihat derecesine ulaşabilecek gücü görüyorsa,
bu durumda tahsilini içtihat derecesine kadar sür-dürmesi ona farz-ı ayn
olur mu?
Cevap: Şüphesiz dinî ilimler tahsil etmenin ve
yine içtihat derecesine ulaşıncaya dek tahsili sürdürmenin başlı başına çok
büyük bir fazileti vardır. Fakat kişinin sırf içtihat derecesine ulaşma gücüne
sahip olması, onun içtihat derecesine ulaşması için tahsilini sürdürmesini
farz-ı ayn kılmaz.
Soru 230: Usul-u din (dinin temel esasları) konusunda
insan hangi yollarla yakine ulaşabilir?
Cevap: Genellikle aklî delil ve burhanlarla yakine
ulaşılır. Ancak burhan ve deliller mükelleflerin idrak güçlerine göre değişir.
Her halükârda, insan başka bir yolla da yakine ulaşırsa, bu da yeterlidir.
Soru 231: İlim tahsilinde gevşek davranmanın, tembellik
etmenin ve yine vakti boşuna geçirmenin hükmü nedir? Acaba haram mıdır?
Cevap: Vakti boş yere ve batıl şeylerle geçirmenin
sakıncası vardır. Mükellef eğer öğrenciler için tahsis edilen imkânlardan
yararlanıyorsa, belirlenmiş ders programına uyması gerekir; aksi durumda aylık
maaş ve yardım gibi imkânlardan yararlanması caiz olmaz.
Soru 232: İktisat fakültesinde verilen dersler
arasında faizli borç, sanayi ve ticaret alanlarında faiz alma yöntemleri
üzerinde karşılaştırmalı dersler verilmektedir. Bu dersi vermenin ve bunun
karşılığında ücret almanın hükmü nedir?
Cevap: Sırf faizli borç hakkında ders vermek ve açıklamalarda
bulunmak haram değildir.
Soru 233: Dinî medreselerde felsefe dersi almak ve
vermek caiz midir?
Cevap: Bir kimse, felsefenin dinî inançlarını
sarsmayacağından emin olursa, onun felsefe dersi almasının ve vermesinin
sakıncası yoktur; hatta bazı durumlarda felsefeyi öğretmek ve öğrenmek gerekli
de olabilir.
Soru 234: "Şeytan Ayetleri" kitabı gibi
saptırıcı kitapların alım satımının hükmü nedir?
Cevap: Saptırıcı kitapların alım satımı ve
saklanması caiz değildir. Ancak bunları reddedecek ilmî güce sahip olan kimsenin
bunları cevaplamak amacıyla almasının sakıncası yoktur.
Soru 235: İnsan ve hayvanlar hakkında faydalı, ancak
hayalî olan hikayeleri öğretmenin ve anlatmanın hükmü nedir?
Cevap: Eğer belirtilerden hikayenin hayalî
olduğu anlaşılırsa, sakıncası yoktur.
Soru 236: Üniversite veya fakültelere gitmek, derse
gelen tesettürsüz kadınlarla karışık olarak bir arada bulunmayı gerektiriyorsa,
hüküm nedir?
Cevap: Öğretim ve öğrenim için eğitim-öğretim mer-kezlerine
gitmenin sakıncası yoktur. Fakat kadınların ve kızların örtülerini korumaları,
erkeklerin de haram bakışlardan ve fitne ve fesada düşmek endişesini barındıran
karma durumdan kaçınmaları gerekir.
Soru 237: Kadının, şer'an gerekli olan hicap ve iffetini
koruyarak yabancı bir erkeğin yardımıyla sürücü pistlerinde şoförlüğü öğrenmesi
caiz midir?
Cevap: Kadının hicap ve iffetini korumak ve
ifsat edici durumlara düşmekten emin olması şartıyla yabancı bir erkeğin yardım
ve kılavuzluklarıyla sürücülük öğrenmesinin sakıncası yoktur. Fakat bununla
birlikte kadının yanında mahremlerinden birinin bulunması daha iyidir; hatta
sürücülüğü yabancı erkeğin yerine bir kadının veya mahremlerinden birinin
aracılığıyla öğrenmesi daha uygundur.
Soru 238: Erkek öğrenciler okul ve üniversitelerde kız
öğrencilerle karşılaşmakta, okul arkadaşlığı nedeniyle ders alanında veya başka
konular üzerinde konuş-maktalar. Lezzet kastı olmaksızın bazı zamanlar şakalaşmakta
veya gülüşmekteler; acaba bu caiz midir?
Cevap: Kız öğrenciler hicaplarını korurlar ve lezzet
kastı da söz konusu değilse ve fesada düşmemekten emin iseler sakıncası yoktur;
aksi durumda caiz değildir.
Soru 239: Günümüzde İslâm dini ve Müslümanlar için
hangi bilimsel uzmanlık dallarını öğrenmek daha yararlıdır?
Cevap: Bilginler, üniversite öğrencileri ve
hocaların Müslümanların ihtiyaç duyduğu bütün ihtisas dallarını ve yararlı
bilimleri önemsemeleri, böylece yabancılara, özellikle İslâm ve Müslümanların
düşmanlarına muhtaç olmamaları gerekir. Bunların hangisinin daha yararlı ol-duğunun
teşhisi, mevcut şartları göz önünde bulunduracak ilgili sorumlulara aittir.
Soru 240: Başka dinleri ve inançları tanımak ve bu
hususta bilgi edinmek için saptırıcı kitapları ve diğer dinlerin temel kitaplarını
okumanın hükmü nedir?
Cevap: Sırf bu inançları tanımak ve onlar hakkında
daha fazla bilgi edinmek için bu tür kitapları okumanın caiz olduğuna hükmetmek
zordur. Ama bunlardaki dalaleti tanıma ve teşhis etme gücüne sahip olan ve kendisinin
haktan sapmayacağına emin olan ehil kişilerin bunları çürütmek ve reddetmek
amacıyla okumaları caizdir.
Soru 241: Çocukları, bazı sapık inançların da öğretildiği
okullara göndermek nasıldır? Onların bu derslerden etkilenmeyecekleri
varsayılırsa hüküm nedir?
Cevap: Onların dinî inançlarına yönelik bir
endişe duyulmaz, batılı yaygınlaştırmak da söz konusu değilse ve çocukların
saptırıcı, bozuk ve batıl konuları öğrenmekten kaçınmaları mümkün ise sakıncası
yoktur.
Soru 242: Dört yıldan beri tıp fakültesinde okumakta
olan bir üniversite öğrencisi dinî bilimlere çok fazla ilgi duymaktadır. Bu
konumdaki birisinin tıp tahsilini sürdürmesi farz mıdır, yoksa tıbbı bırakıp
dinî ilimlere yönelebilir mi?
Cevap: Öğrenci tahsil dalını seçmekte
serbesttir; fakat burada bir hususa dikkat etmek gerekir ki, dinî ilimler,
İslâm toplumuna hizmet sunmak gücüne sahip olmak açısından her ne kadar
önemliyse de, İslâm ümmetinin sağlığına yönelik hizmet sunmak, hastaları iyileştirmek
ve canları kurtarmak amacıyla tıp bilimi öğrenmenin de büyük bir önemi vardır.
Soru 243: Bir öğretmen sınıfta öğrencilerin karşısında
bir öğrenciyi cezalandırmıştır; öğrencinin öğretmenine misilleme yapması caiz
midir?
Cevap: Öğrencinin, öğretmen ve hocanın makamına
lâyık olmayan bir şekilde karşılık vermeye hakkı yoktur ve öğretmenin
saygınlığını ve sınıfın düzenini koruması farzdır; ancak kanunî yollara başvurabilir.
Nitekim öğretmenin de arkadaşlarının karşısında öğrencinin saygınlığını
gözetmesi ve İslâmî eğitim adabını gözetmesi farzdır.
Soru 244: Yurtdışından ülkeye giren veya yurtiçinde
yayınlanmış kitap ve makaleleri yayıncılarından izin almadan basmanın hükmü
nedir?
Cevap: Yurtdışında yayınlanan kitapları basmak veya
ofset yapmak bu ülkelerle yapılan anlaşmalara bağlıdır. Ancak yurtiçinde
yayınlanmış kitaplara gelince, ihtiyat gereği onların yeniden basımı için yayıncıdan
izin alınmak suretiyle hakkı gözetilmelidir.
Soru 245: Müellifler, mütercimler ve sanat eserleri sa-hipleri,
çektikleri zahmete karşılık olarak veya sarf et-tikleri çaba, zaman ve harcadıkları
maldan dolayı telif hakkı adıyla bir meblağ talep edebilirler mi?
Cevap: Onlar yayıncıya verdikleri bilimsel ve
sanatsal eserlerinin ilk veya orijinal nüshası karşılığında yayıncıdan
istedikleri miktarda para isteme hakkına sahiptirler.
Soru 246: Müellif, mütercim veya sanatçı, eserinin
birinci baskısı karşısında bir meblağ almış ve bununla birlikte sonraki
baskılarda da kendisinin hakkı olmasını şart koşmuşsa, acaba sonraki baskılarda
yayıncıdan bir şey talep edebilir mi? Bu meblağı almanın hükmü nedir?
Cevap: Birinci nüshayı teslim etmek için düzenlenen
anlaşma metninde sonraki baskılardan dolayı da bir meblağ almayı yayıncıya şart
koşmuşsa veya kanun bunu gerektiriyorsa sakıncası yoktur. Bu durumda yayıncının
şarta uyması farzdır.
Soru 247: Yazar ve müellif birinci baskıya izin verirken
sonraki baskılar için hiçbir şey söylememişse, bu durumda yayıncı yazardan yeniden
izin almadan ve ona herhangi bir meblağ ödemeden eseri tekrar basabilir mi?
Cevap: Baskı için aralarında yaptıkları anlaşma
sadece birinci baskıyla sınırlıysa, bu durumda farz ihtiyat gereği sonraki
baskılar için de onun hakkı gözetilmeli ve izin alınmalıdır.
Soru 248: Yazar yolculukta olur veya vefat ederse ya
da herhangi bir nedenden dolayı ortalıkta yoksa, bu durumda eserin yeniden
baskısı için kimden izin alınmalı ve bunun karşılığında ödenecek para kime
teslim edilmelidir?
Cevap: Yolculuktaysa yazarın vekiline veya şer'î
velisine (mallarını korumakla yetkili olan kişiye), öldüğü takdirde mirasçısına
müracaat edilmelidir.
Soru 249: Üzerlerinde "yayın hakları müellife
aittir" ibaresi kaydedilen kitapları sahiplerinden izin almaksızın basmak
caiz midir?
Cevap: Farz
ihtiyat gereği yeni baskıda müellif ve yayıncıdan izin alınarak onların
haklarının gözetilmesi gerekir.
Soru 250: Bazı Kur'ân ve ilâhî kasetlerinin üzerine
"çoğaltma hakları saklıdır" yazılmıştır; bu durumda, bu kasetleri çoğaltarak
başkalarının istifadesine sunmak caiz midir?
Cevap: İhtiyat
gereği kasetin kopyalanması ve ço-ğaltımı için asıl yayıncıdan izin alınmalıdır.
Soru 251:
Bilgisayar disketlerini kopyalamak caiz midir? Eğer haram ise, bu hüküm sadece
İran'da hazırlanan disketler için mi geçerlidir, yoksa yabancı disketleri de
kapsar mı? Bazı disketlerin içeriklerinin önemine binaen çok pahalı olduğu
dikkate alındığında hüküm nedir?
Cevap: Yurtiçinde üretilen bilgisayar disketlerinin
kopyalanması ve çoğaltımında ihtiyat gereği sahiplerinden izin alınarak
haklarının gözetilmesi gerekir. Yurtdışında üretilen disketler ise, anlaşmaya
bağlıdır.
Soru 252: İş yerlerinin ve şirketlerin ticarî isimleri
sa-dece onların sahiplerine mi aittir ve başkaları, iş yerleri ve şirketlerine
o isimleri koyamazlar mı? Örneğin birisi iş yerine soyadını koyarsa, o aileden
başka birisi de kendi iş yerine aynı ismi koyabilir mi? Veya başka bir aileden
olan birisi iş yeri için aynı ismi kullanabilir mi?
Cevap: Devlet açısından, ülkedeki kanunlar gereğince
şirketler ve iş yerlerinin ticarî isimleri, ilgili resmî makamlara daha önce
baş vurarak resmî bir taleple iş yerleri ve şirketlerine belli bir isim
takılmasını isteyen ve resmî kayıtlarda adlarına kaydedilen kimselere ait ise,
bu durumda başkalarının onlardan izin almaksızın o isimleri iktibas ederek
yararlanmaları caiz değildir; bu konuda o kimsenin, ad sahibinin ailesinden
olup olmaması arasında hiçbir fark yoktur. Aksi durumda başkalarının bu gibi isimlerden
yararlanmalarının hiçbir sakıncası yoktur.
Soru 253: Bazıları fotokopiciye bazı kitap veya belgeler
getirerek onların fotokopisinin çekilmesini isterler. Mümin bir kişi olan fotokopi
dükkanı sahibi o belgenin veya derginin bütün müminlere yararlı olduğuna inanarak
sahibinden izin almadan onların fotokopisini alabilir mi? Ve acaba kitap
sahibinin buna razı olmadığını bilirse hüküm değişir mi?
Cevap: İhtiyat gereği kitap veya belgelerin
sahibinden izin alınmaksızın fotokopileri çekilmemelidir.
Soru 254: Bazı müminler kasetçilerden video kasetleri
kiralıyor ve beğendikleri takdirde ulemadan bir çoğunun kayıt ve yayın hakkının
saklı olmadığı görüşüne da-yanarak izinsiz bir şekilde onları kaydediyor ve
kopya-lıyorlar; acaba bu iş caiz midir? Eğer caiz değilse, birisi kaydeder ve
kopyalarsa, bunu kasetçiye bildirmesi gerekir mi, yoksa kaydetmiş olduğu kaseti
silmesi yeterli midir?
Cevap: İhtiyat gereği sahibinin izni olmadan kasetin
kopyası alınmamalıdır; eğer izinsiz kopya almışsa, onu silmesi yeterlidir.
Soru 255: İsrail mallarını ithal etmek ve dağıtmak caiz
midir? Eğer zaruret gereği ithal edilmiş olursa, bu malları satmak caiz olur
mu?
Cevap: İslâm ve Müslümanların düşmanı olan gasıp
İsrail Rejimi'nin yararına olan muamelelerden sakınmak gerekir. İsrail'in,
yapım ve satımından yararlandığı malları ithal etmek ve dağıtmak hiç kimseye
caiz değildir. İslâm ve Müslümanlara zarar vermesi ve bir çok olumsuz yönleri
bulunması nedeniyle Müslümanların da İsrail mallarını satın almaları caiz değildir.
Soru 256: Tüccarların, İsrail mallarını ithal etmeleri
ve İsrail'e karşı uygulanan ekonomik ambargoyu kaldıran ülkelerde dağıtmaları
caiz midir?
Cevap: Aşağılık İsrail rejiminin yapım ve satımından
yararlandığı malları ithal etmek ve dağıtmaktan sakınmak farzdır.
Soru 257: Müslümanların, İslâm ülkesinde satılan İsrail
mallarını satın almaları caiz midir?
Cevap: Bütün Müslümanlara, üretim ve satım kârı, İslâm ve
Müslümanlarla savaş hâlinde olan Siyonistlere dönen malları satın almak ve
kullanmaktan sakınmak farzdır.
Soru 258: İslâm ülkelerinde İsrail'e tur düzenleyen seyahat
acenteleri açmak caiz midir? Müslümanlar bu acentelerden bilet satın alabilirler
mi?
Cevap: İslâm ve Müslümanlara zararlı olduğu için
bu iş caiz değildir. Bunun gibi Müslümanlarla savaş hâlinde olan düşman
İsrail'e karşı Müslümanlarca uygulanan ambargoyu ihlal eder mahiyette
teşebbüslerde bulunmak hiç kimseye caiz değildir.
Soru 259: Muhtemelen İsrail'i destekleyen Yahudi,
Amerikan ve Kanada şirketlerinin ürünlerini satın almak caiz midir?
Cevap: Bu ürünlerin alım ve satımları gasıp ve alçak
İsrail rejiminin güçlenmesine neden olur veya İslâm ve Müslümanlara karşı
düşmanlıklarında kullanılırsa, kimsenin onları satın alması ve satması caiz
değildir; aksi durumda sakıncası yoktur.
Soru 260: İsrail malları İslâm ülkelerine girdikten
sonra tacirlerin onların bir bölümünü satın alarak halka satmaları ve
dağıtmaları caiz midir?
Cevap: Bu işte bulunan fesatlar [Müslümanların çıkarına
ters düşen ve onlara zarar veren durumlar] nedeniyle onların bunu yapmaları
caiz değildir.
Soru 261: İslâmî bir ülkenin umumî ticaret merkezlerinde
İsrail malları sunuluyorsa, Müslümanların kendi ihtiyaçlarını İsrail'e ait
olmayan [başka ülkelerden ithal edilen] mallarla gidermeleri mümkün olmasına
rağmen İsrail mallarını satın almaları caiz midir?
Cevap: Her Müslümana, üretim ve satış kârları İslâm
ve Müslümanlarla savaş hâlinde olan Siyonistlere dönen malları satın almaktan
ve kullanmaktan sakınmak farzdır.
Soru 262: Müslümanların İsrail'e ait olduğunu anlayacak
olurlarsa ticarî malları satın almayacaklarını dikkate alan tüccarlar Müslüman
müşterilerin o malların İsrail'e ait olduğunu anlamamaları için Kıbrıs gibi ülkelerde,
İsrail mallarının üzerindeki etiket ve orijin belgesini değiştirerek bu ülkeler
aracılığıyla yeniden ihraç et-mektedirler. Böyle bir durum karşısında Müslüman
nasıl davranmalıdır?
Cevap: Müslümanlar bu gibi malları satın almaktan,
dağıtmaktan ve kullanmaktan kaçınmalıdırlar.
Soru 263: Amerika mallarının alım satımının hükmü
nedir? Fransa ve İngiltere gibi Batı ülkeleri de bu kapsama girer mi? Acaba bu
yükümlülük sadece İran'a mı özgüdür, yoksa başka ülkeleri de mi kapsar?
Cevap: Gayri İslâmî ülkelerden ithal edilen
malları satın almak ve kullanmak, İslâm ve Müslümanlara düş-man olan sömürgeci
kâfir rejimleri güçlendirirse veya onların İslâm ülkesine veya dünyanın dört
bir yanındaki Müslümanlara yönelik saldırıları için gereken maddî güçlerini
artırırsa, Müslümanların şer'an onları satın almak ve kullanmaktan sakınmaları
farzdır; bu konuda satın alınan mallar arasında ve yine İslâm ve Müslümanlara
düşman olan kâfir devletler arasında hiçbir fark yoktur ve bu hüküm sadece
İranlı Müslümanlarla sınırlı değildir.
Soru 264: Kârları kâfir devletlere dönen ve onların
güçlenmesine sebep olan kurumlarda ve iş yerlerinde çalışan kimseler ne
yapmalıdırlar?
Cevap: Kârları Müslüman olmayan ülkelere dönse
bile, meşru işlerle kazanç sağlamak özü itibariyle sakıncasızdır. Ancak bu
rejim İslâm ve Müslümanlarla savaş hâlinde olursa ve Müslümanların çalışmalarının
ürünleri bu savaşta kullanılırsa, bu kurumlarda çalışmak caiz olmaz.
Soru 265: İslâmî olmayan bir devlette görev alıp çalışmak
caiz midir?
Cevap: Bunun caiz olması alınan görevin özü itibariyle
caiz olmasına bağlıdır.
Soru 266: Arap ülkelerinden birinde trafik dairesinde
çalışan birisi trafik kurallarını çiğneyenlerin dosyalarını imzalayarak onları
cezaevine sevk etmekle sorumludur;
eğer dosyayı imzalayacak olursa trafik kurallarını çiğneyen kişi cezaevine
girecektir; acaba bu görevde bulunması caiz midir? Bu işi karşılığında
devletten aldığı maaşın hükmü nedir?
Cevap: Kamu düzenini ilgilendiren kurallar gayri
İslâmî bir devlet tarafından koyulmuş olsa da her yerde onlara uymak farzdır ve
helâl bir iş karşılığında maaş almanın da sakıncası yoktur.
Soru 267: Müslüman birinin Amerika veya Kanada
uyruğuna girmesinden sonra orduya katılması veya polis olması caiz midir? Ve
acaba belediye gibi devlet dairelerinde ve devlete bağlı kurumlarda çalışması
caiz midir?
Cevap: Bu iş fesada, bozgunculuğa yol açmaz, haram
bir işi yapmayı ve farz bir ameli terk etmeyi de gerektirmezse sakıncası
yoktur.
Soru 268: Zalim bir hükümdar tarafından atanan hâkimin
yargılaması ve hüküm vermesinin meşruiyeti var mıdır ve buna binaen ona itaat
farz mıdır?
Cevap: Bütün şartları haiz olan müçtehitten başkasının
-atama hakkı olan bir kimse tarafından atanmamışsa- hâkimlik ve yargı makamını
üstlenip insanların arasındaki davaları halletmeye kalkışması caiz değildir.
Halkın ona müracaat etmesi de caiz değildir ve onun vereceği hüküm de geçerli
değildir. Ancak zarurî haller müstesnadır.
Soru 269:
Şöhret elbisesinin ölçüsü nedir?
Cevap: Şöhret elbisesi, renginden veya dikiliş
özelliğinden dolayı veya eski olmasından ve başka nedenlerden dolayı kişinin
giymesi uygun olmayan, insanların karşısında giyecek olursa dikkat çekmesine ve
parmakla gösterilmesine sebep olan elbisedir.
Soru 270: Kadınların yürürken ayakkabılarını yere vurarak
çıkardıkları sesin hükmü nedir?
Cevap: Dikkatleri çekecek şekilde olmaz ve bir fesada
da yol açmazsa bunun özü itibariyle hiçbir sakıncası yoktur.
Soru 271: Kızlar koyu mavi renkli elbise giyebilirler
mi?
Cevap: Böyle bir elbise giymenin haddizatında
bir sakıncası yoktur. Ancak başkalarının dikkatini çekecek nitelikte olmaması
ve bir fesada yol açmaması gerekir.
Soru 272: Kadınların düğün vb. törenlerde vücut hatlarını
ortaya koyan dar, şeffaf ve açık elbiseler giymesi caiz midir?
Cevap: Kadın mahrem olmayan bir erkeğin bakmasından ve fesada yol
açmaktan ve fesada düşmekten güvende olursa sakıncası yoktur; aksi durumda caiz
değildir.
Soru 273: Mümin bir kadının parlak siyah ayakkabı
giymesi caiz midir?
Cevap: Sakıncası yoktur. Ancak rengi ve şekli namahremlerin
dikkatini çekecek veya parmakla gösterilmesine sebep olacak nitelikte olmamalıdır.
Soru 274: Kadınların başörtüsü, pantolon ve gömlek
gibi dışarıda giydikleri elbiselerinde sadece siyah rengi seçmeleri farz mıdır?
Cevap: Renk, model ve dikim özelliği bakımından kadının
elbisesiyle ilgili hüküm, ayakkabı hakkında yöneltilen bir önceki soruya
verilen cevapta belirtildiği gibidir.
Soru 275: Kadının örtü ve elbisesinin başkalarının
dikkatini çekecek veya şehveti uyandıracak nitelikte ol-ması; örneğin
dikkatleri çekecek bir şekilde çarşaf kullanması veya şehveti uyandıracak bir
renkte çorap veya kumaş bir elbise giymesi caiz midir?
Cevap: Kadının elbisesinin rengi, modeli veya
giyiniş tarzı yabancı erkeklerin dikkatini çekecek, fesada sebep olacak ve
günah işlemeye yol açacak biçimde ol-ması caiz değildir.
Soru 276: Erkeklerin, karşı cinse benzemek kastı olmaksızın
evde kadınlara ait elbiseyi ve kadının da erkeklere ait elbiseyi giymesi caiz
midir?
Cevap: Onu kendileri için sürekli kullanılan bir
elbise hâline getirmezlerse bir sakıncası yoktur.
Soru 277: Erkeklerin, kadınların iç çamaşırlarını sat-malarının
hükmü nedir?
Cevap: Ahlâkî ve toplumsal fesatlara sebep olmadığı
sürece sakıncası yoktur.
Soru 278: İnce çorap dokumak, almak ve satmak şer-'an
caiz midir?
Cevap: Kadınların onları yabancı erkeklerin karşısında
giymeleri kastıyla olmazsa bunları dokumanın, alıp satmanın sakıncası yoktur.
Soru 279: Evli olmayan kişilerin şer'î ölçüleri ve ahlâkî
kuralları gözeterek ticarî yerlerde kadın elbiseleri ve makyaj malzemeleri
satmaları caiz midir?
Cevap: Çalışmanın ve helâl kazanç elde etmenin caiz
oluşu şer'an insanların belli bir grubuna has değildir; İslâmî adap ve ölçüleri
koruyan herkese caizdir; fakat toplumun maslahatı dolayısıyla ticarî faaliyet
izni veya bazı meslek grupları için dairelerden veya sorumlu yerlerden çalışma
izni almanın özel birtakım şartları varsa, bu şartları gözetmek gerekir.
Soru 280: Erkeklerin zincir takmalarının hükmü nedir?
Cevap: Altından veya kullanılması kadınlara has olan
şeylerden üretilmişse, erkeğin takması caiz olmaz.
Soru 281: Üzerine yabancı fotoğraflar ve yazı basılmış
elbiseleri giymek caiz midir? Bu, Batı kültürünü yaymak sayılır mı?
Cevap: Toplumu ifsat edecek nitelikte olmadıkça bu
elbiseleri giymenin özü itibariyle bir sakıncası yoktur. Ancak bunun İslâm
kültürüyle çelişen yanlarıyla Batı kültürünü yaymak olup olmadığı örfün
görüşüne bırakılmıştır.
Soru 282: Son zamanlarda yabancı elbiselerin ithali,
alım satımı ve kullanımı oldukça yaygınlaşmıştır; Batı kültürünün İslâm İnkılabına yönelik saldırılarının arttığı göz önünde
bulundurulduğunda bunun hükmü nedir?
Cevap: Elbiselerin sırf gayri İslâmî ülkelerden
ithal edilmiş olması onların ithali, alım satımı ve kullanılması için sakınca
teşkil etmez. Fakat bunların arasından, giyilmesi İslâm ahlâkı ve iffetiyle
çelişen veya İslâm kültürüne düşman olan Batı kültürünü yaymak sayılan
giysileri ithal etmek, almak, satmak ve giymek caiz değildir. Bunu
engellemeleri için ilgili sorumlulara müracaat edilmesi gerekir.
Soru 283: Saç kestirmede Batı modellerini taklit etmenin
hükmü nedir?
Cevap: Bu gibi konularda haram oluşun ölçüsü İslâm
düşmanlarına benzemek ve onların kültürlerini yay-maktır. Bu mevzu çeşitli
ülkelere, zamanlara ve kişilere göre değişir; bu husus Batıyla sınırlı da değildir.
Soru 284: Okullarda öğretmenlerin, saçları İslâm adabıyla
çelişen ve Batılılara özgü biçimde kesilen veya yapılan, böylece kendilerini kâfirlere
benzeten öğrencilerin saçlarını tıraş etmeleri caiz midir? Ne kadar nasihat
edilse ve irşad edilseler de bunun yararının olmadığı ve okulda İslâmî görünümü
korudukları hâlde okuldan çıkar çıkmaz tiplerini değiştirdikleri göz önünde
bulundurulduğunda hüküm nedir?
Cevap: Öğretmenlerin öğrencilerin saçlarını tıraş et-meleri
uygun değildir; ancak okul yetkilileri öğrencinin bazı davranışlarının İslâm
adap ve kültürüne uygun olmadığını teşhis ederlerse bir baba gibi onlara öğüt
vermeleri, aydınlatmaları ve gerektiğinde durumlarını velilerine bildirerek bu
konuda onlardan yardımcı olmalarını istemeleri daha iyidir. Belirlenmiş eğitim
ve öğretim kurallarına uymak gerekir elbette.
Soru 285: Amerikan elbisesi giymenin hükmü nedir?
Cevap: Sömürgeci rejimlerin ürettiği elbiseleri
giymek, sırf İslâm düşmanlarının mamulü olması açısından bir sakınca doğurmaz.
Fakat bu iş düşmanın gayri İslâ-mî kültürünün yayılmasını beraberinde getirir veya
bu iş onların İslâm ülkelerini sömürmek ve istismar etmek yönünde iktisatlarını
güçlendiriyorsa ya da İslâm devletinin iktisadına zarar verici sonuçlar
doğuruyorsa sakıncalıdır; hatta bazı durumlarda caiz değildir.
Soru 286:
Kadınların devlet daireleri, bakanlıklar vs. tarafından misafirleri karşılamak
ve onlara çiçek sunmak için düzenlenen merasimlere katılmaları caiz midir? Kadınların
bu merasimlere katılmalarıyla ilgili olarak "İslâm toplumunda kadının
özgür ve saygın olduğunu göstermeyi amaçlıyoruz." şeklindeki tevil doğru
mudur?
Cevap: Yabancı heyetleri karşılama merasimlerine
katılmaları için kadınları davet etmenin bir gerekçesi yoktur. Ve eğer gayri
İslâmî kültürü yaymaya ve fesada sebep olursa caiz değildir.
Soru 287: Kravat takmanın hükmü nedir?
Cevap: Genel olarak gayrimüslimlerin elbiselerinden
sayılan ve giyilmesi çürümüş Batı kültürünün yayılmasına yol açan kravat ve
benzeri şeyleri giymek caiz değildir.
Soru 288: Açıkça müptezel ve müstehcen konuları içermeyen,
fakat özellikle gençler arasında fasit ve gayri İslâmî kültür atmosferinin
oluşmasına sebep olan fotoğrafları, kitap ve dergileri satmanın hükmü nedir?
Cevap: Gençleri inhiraf ve fesada sürükleyici ve
fasit kültür atmosferine ortam hazırlayıcı nitelikteki yayınları almak, satmak
ve yaymak caiz değildir; bundan sakınmak farzdır.
Soru 289: Günümüzde İslâm toplumlarına yönelik sürdürülen
kültürel savaşa karşı koyma mücadelesinde kadınların görevleri nelerdir?
Cevap: Kadınların en önemli vazifelerinden biri
İs-lâmî örtülerini korumaları, yaymaları ve düşmanın kültürünü taklit etmek
sayılan elbiseleri giymekten kaçınmalarıdır.
Soru 290: Bazı
Müslümanlar Hıristiyan bayramlarında tören düzenlemektedirler; bunun bir
sakıncası var mıdır?
Cevap: Hz. İsa'nın (Allah'ın selâmı bizim peygamberimizin
ve onun üzerine olsun) doğum gününü kutlamanın sakıncası yoktur.
Soru 291: Üzerlerinde içki reklamı bulunan elbiseleri
giymek caiz midir?
Cevap: Caiz değildir.
Soru 292: Yabancı ülkelere siyasî sığınma talebinde bulunmanın
hükmü nedir? Siyasî sığınma hakkı almak için gerçek dışı bir olay uydurmak caiz
midir?
Cevap: Gayri İslâmî bir devlete siyasî sığınmada
bulunmanın herhangi bir fesada sebep olmadığı sürece sakıncası yoktur. Ancak
sığınma hakkı almak için yalana baş vurmak ve gerçeği olmayan şeyler uydurmak caiz
değildir.
Soru 293: Müslüman birinin gayri İslâmî bir ülkeye göç
etmesi caiz midir?
Cevap: Dinden sapmasından endişelenilmezse bunun
sakıncası yoktur. Ve bu adamın gittiği yerde dinini ve mezhebini korumak için
ihtiyatlı olmasına ilâveten gücü yettiği kadar İslâm ve Müslümanları savunması
farzdır.
Soru 294: Küfür beldesinde Müslüman oldukları hâlde
aile ve toplumdan korkarak Müslüman olduklarını açığa vuramayan kadınların
İslâm beldesine hicret etmeleri farz mıdır?
Cevap: İslâm beldesine hicret edip yerleşmeleri
zor olursa bu, farz değildir. Fakat mümkün olduğu kadar namaz, oruç ve diğer
farzları yerine getirmeleri gerekir.
Soru 295: Çıplaklık ve müptezel müzik kasetlerini
dinlemek gibi günah araçlarının yaygın olduğu bir ülkede yaşamanın hükmü nedir?
Orada ergenlik çağına yeni ulaşan kimsenin ne yapması gerekir?
Cevap: Orada yaşamanın haddizatında bir sakıncası
yoktur. Fakat şer'an haram olan şeylerden sakınılması gerekir ve haramlardan
kaçınılamıyorsa Müslüman ülkelere hicret edilmelidir.
Soru 296: Bir memurun devletin mallarını üzerine
geçirdiğine dair elimize ulaşan birkaç yazılı rapor sonucu bu suçlamayla ilgili
yaptığımız araştırmalarda onun hakkındaki bazı suçlamaların doğru olduğu ortaya
çıktı. Fakat yapılan tahkikatta söz konusu adam suçlamaların hepsini inkâr
etmektedir. Bu raporları mahkemeye gön-derecek olursak, o adamın haysiyetinin
zedeleneceği dikkate alındığında acaba raporu mahkemeye göndermemiz caiz midir?
Eğer raporları mahkemeye göndermemiz caiz değilse olaydan haberi olan
kimselerin üzerine düşen sorumluluk nedir?
Cevap: Beytülmali ve devlet mallarını korumakla
sorumlu olan kişi, bir memur veya başka birisi tarafından bu malların zimmete
geçirildiğini öğrenirse, şer'an ve kanunen hakkın yerini bulması için o konu
hakkındaki bilgilerini ilgili makamlara ulaştırmakla yükümlüdür. Suçlunun
haysiyetinin zedeleneceğinden endişelenmek, beytülmali korumak için şer'an
hakkı ihkak etmekten alıkoyacak bir gerekçe sayılmaz. Haberi olan herkes,
araştırılıp meselenin ispatlanmasından sonra gereğinin yapılması için
raporlarını belgeli olarak ilgili yetkililere sunmalıdırlar.
Soru 297: Bazı gazetelerde hırsızlar, sahtekârlar, res-mî
dairelerde rüşvet alanlar, iffete aykırı işler yapanlar, fesat çıkaranlar ve
gece klüplerinde eğlence partileri dü-zenleyenlerin yakalanmalarıyla ilgili
haberler yayınlandığını görmekteyiz; acaba bu gibi haberlerin basılması ve
yayınlanması bir nevi kötülüğü yaymak sayılmaz mı?
Cevap: Basında sırf olay ve hadiselerin
yayınlanması kötülükleri yaymak sayılmaz.
Soru 298: Öğretim kurumlarından birinin öğrencileri,
bu merkezde gördükleri ahlâka aykırı hareketlerin engellenmesi için durumu
kültürel yetkililere raporlamaları caiz midir?
Cevap: Raporlar açıkça yapılan şeylerle
ilgiliyse ve tecessüs ve gıybet denilmeyecek nitelikte olursa sakıncası yoktur;
hatta bu, münkerden, kötülükten nehyetme-nin gereklerinden ise, farzdır.
Soru 299: Dairelerdeki bazı sorumluların yaptıkları ihanet ve zulümleri halkın
arasında açıklamak caiz midir?
Cevap: Bunu, araştırıp emin olduktan sonra kanunî
takibe alınması için sorumlu merkez ve mercilere bildirmenin sakıncası yoktur.
Hatta bazen kötülükten alıkoymanın bir gereği sayılırsa, bunu bildirmek farzdır.
Ancak bunu halka söylemenin bir gerekçesi yoktur; hatta fitne ve fesada yol
açar ve İslâm devletini zayıflatmaya neden olursa bunu halka anlatmak haramdır.
Soru 300: Müminlerin mallarını araştırmak ve onu zalim
devlet ve yöneticiye bildirmek caiz midir? Özellikle eğer bu iş müminlerin
eziyet çekmesine ve zarar görmesine sebep olursa hüküm nedir?
Cevap: Bu gibi işler şer'an haramdır ve aynı
zamanda mümine ulaşan zarar, zalim yöneticinin yanında mü-minlerin casusluğunu
yapmaya dayanırsa, onlara ulaşan zarardan da sorumlu olmayı gerektirir.
Soru 301: Müminlerin kişisel ve başka işlerinde, bir
münkeri işledikleri veya bir marufu terk ettikleri görülürse, marufa emretme ve
münkerden sakındırma ilkesine dayanarak araştırma yapmak caiz midir? Tecessüs yapmamakla
yükümlü olan kişilerin insanların aykırı işlerini ortaya çıkarmak için
araştırma yapmalarının hük-mü nedir?
Cevap: Resmî teftiş ve inceleme görevlilerinin,
kanun ve kurallar çerçevesinde memurların
idarî işleri hak-kında kanunî tahkik ve araştırma yapmalarının sakıncası
yoktur. Fakat başkalarının işlerini araştırmak veya kanunî görevleri dışında
memurların sırlarını öğrenmek için onların davranışlarını teftiş etmek müfettişler
için bile caiz değildir.
Soru 302: Halk arasında kişisel sırlardan, özel ve gizli
işlerden bahsetmek caiz midir?
Cevap: Özel ve kişisel konuları ortaya çıkarıp başkaları yanında
açıklamak, herhangi bir şekilde başka biriyle ilgili ise veya bir fesada sebep
olacaksa caiz değildir.
Soru 303: Psikologlar hastalığın sebebini teşhis edip
tedavi etmek amacıyla hastanın kişisel ve özel ailevi durumuyla ilgili sorular sormaktadırlar; acaba hastanın bu sorulara cevap vermesi caiz midir?
Cevap: Eğer bir fesada yol açmazsa, başka bir
kişinin gıybetini veya aşağılanmasını gerektirmezse bunun sakıncası yoktur.
Soru 304: Bazen bazı güvenlik görevlileri fuhuş merkezlerini
ve terör teşkilatlarını tespit etmek için keşif ve araştırma gereği bazı
merkezlere ve teşkilatlara sızmayı gerekli görüyorlar; nitekim tecessüs ve
araştırma metotları da bunu gerektirmektedir; bu gibi hareketlerin şer'-an
hükmü nedir?
Cevap: O işle ilgili sorumlu kişinin izniyle
olursa, kanun ve kurallar çerçevesinde, günaha bulaşmak ve haram fiilden sakınmak
kaydıyla sakıncası yoktur; bu açıdan sorumlularına da onları tam olarak
gözetmeleri ve işlerini kontrol etmeleri farzdır.
Soru 305: Bazıları, başkalarının yanında İran İslâm
Cumhuriyetindeki bazı olumsuzluklardan ve zaaflardan bahsediyorlar; bu gibi
konuşmaları dinlemenin hükmü nedir?
Cevap: Dünyanın küfür ve müstekbir güçleri karşısında
dimdik duran İslâm Cumhuriyetinin lekelenmesine sebep olacak hiçbir amel
açıktır ki İslâm ve Müslümanların yararına değildir. Dolayısıyla, eğer bu
sözler İslâm Cumhuriyeti düzenini zayıflatmaya neden olursa caiz değildir.
Soru 306: Devlet dairelerinde ve umumî yerlerde sigara
içmenin hükmü nedir?
Cevap: Dairelerin ve umumî yerlerin dahilî
kurallarına aykırı olursa veya başkalarının rahatsız olmasına, incinmesine ya
da onlara bir zarar ulaşmasına ortam hazırlarsa caiz değildir.
Soru 307: Kardeşim uyuşturucu bağımlısı olmakla
birlikte uyuşturucu kaçakçılığı da yapmaktadır. Bu durumda onu bundan
alıkoymaları için ilgili resmî makamlara haber vermem farz mıdır?
Cevap: Kötülükten sakındırmak size farzdır; onun
uyuşturucu kullanmayı terk etmesi için ona yardım etmeniz, onun uyuşturucu
kaçakçılığı yapmasını, satmasını ve dağıtmasını engellemeniz gerekir; eğer onun
durumunu yetkili makamlara bildirmek, bu konuda ona yardımcı olacaksa veya bu
iş onu kötülükten sakındırmanın bir gereği sayılırsa bildirmeniz farz olur.
Soru 308: Enfiye kullanmak caiz midir? Bunu alışkanlık
edinmenin hükmü nedir?
Cevap: Eğer kullanan kişiye önemli sayılacak bir
zararı olursa, onu kullanmak ve alışkanlık kazanmak caiz değildir.
Soru 309: Tömbeki tütünü almak, satmak ve içmek caiz
midir?
Cevap: Tömbeki tütünü almak, satmak ve içmenin
özü itibariyle bir sakıncası yoktur; fakat birisine ciddî bir zararı dokunursa,
bu durumda kullanımı ve alış verişi caiz olmaz.
Soru 310: Haşhaş temiz midir? Onu kullanmak haram
mıdır?
Cevap: Haşhaş temizdir; fakat onu kullanmak
şer'an haramdır.
Soru 311: Haşhaş, esrar, eroin, morfin, marihuana vb.
uyuşturucu maddeleri yemek, sıvı veya duman olarak içmek, enjeksiyon ve fitille
kullanmanın hükmü nedir? Bunları almak, satmak, taşımak, saklamak ve kaçakçılığını
yapmak gibi yollarla bunlardan kazanç sağlamanın hükmü nedir?
Cevap: Uyuşturucu kullanmak ve ondan yararlanmak, herhangi bir şekilde kullanılmasının yol
açtığı kay-da değer kişisel ve toplumsal zararı ve olumsuz etkilerinden
dolayı haramdır ve bu nedenle taşımak, saklamak ve alıp satmak gibi yollarla
bunlardan kazanç sağlamak da haramdır.
Soru 312: Hastalığı, uyuşturucu madde kullanarak tedavi
etmek caiz midir? Eğer caiz ise acaba mutlak olarak mı caizdir, yoksa tedavi
yönteminin sadece uyuşturucuyla sınırlı olduğu durumda mı caizdir?
Cevap: Eğer hastalığın tedavisi, güvenilir bir
doktorun teşhis ve izniyle herhangi bir şekilde uyuşturucu madde kullanmaya
bağlı ise sakıncası yoktur.
Soru 313: Afyon, eroin, morfin, esrar ve kokain yapımında
kullanılan haşhaş, Hint keneviri gibi bitkileri ekip yetiştirmenin hükmü nedir?
Cevap: İslâm
Cumhuriyeti düzeninin kanunlarına göre yasak olan bu bitkileri ekmek ve yetiştirmek
caiz değildir.
Soru 314: Morfin, eroin, esrar, marihuana ve haşhaş
gibi tabiî maddelerden veya " I.S.D" gibi sun'î maddelerden uyuşturucu
madde yapmak ve hazırlamanın hükmü nedir?
Cevap: Caiz değildir.
Soru 315: Üzerine bazı içki çeşitleri serpilen tömbeki
tütününü kullanmak ve dumanını içine çekmek caiz midir?
Cevap: Örfe göre bu tömbekiyi kullanmak içki kullanmak
sayılmazsa, insanı sarhoş etmez ve yine insana ciddî bir zarar vermezse, her ne
kadar müstehap ihtiyat gereği terk edilmesi gerekiyorsa da sakıncası yoktur.
Soru 316: Sigara içmek ilk başlayanlar için caiz midir?
Bir hafta kadar veya daha fazla bir süre sigarayı terk etmiş olan kimsenin
tekrar sigaraya başlaması haram mıdır?
Cevap: Hüküm, sigaranın verdiği zarar miktarına
göre değişir. Genel olarak insana kayda değer bir zarar verecek miktarda sigara
içmek caiz değildir ve eğer insan sigaraya başlamakla bu aşamaya ulaşacağını bilirse
yine caiz olmaz.
Soru 317: Uyuşturucu ticaretinden elde edilen mallar
gibi bizzat haram olduğu bilinen şeylerin hükmü nedir? Eğer bu malların
sahibini tanımazsak maliki meçhul olan mal hükmünde midirler? Eğer böyleyse,
şer'î hâkimin veya onun genel vekilinin izniyle bu malları kullanmak caiz midir?
Cevap: İnsan elde ettiği malın haram olduğunu bilirse,
onun şer'î sahibini tanıdığı takdirde -şahsını tanı-maz, fakat sayılı
kişilerden biri olduğunu bilse bile- şer'î sahibine vermesi farzdır. Aksi
durumda o malı şer'î sahibi adına sadaka olarak fakirlere vermelidir. Ve eğer
haram mal onun helâl malına karışmış ise ve haram malın miktarını bilmiyor ve
şer'î sahibini de tanımıyorsa, bu karışık malın humusunu (beşte birini)
çıkararak humus verilmesi gereken makama vermesi farzdır.
Soru 318: Tüylerinin tıraş edilmemesi farz olan alt
çeneden maksat nedir? Yüzün iki yanı da bunun içine girer mi?
Cevap: Ölçü, örfen sakal bırakmış olmaktır.
Soru: 319:
Uzunluk ve kısalık bakımından sakalın sınırı nedir?
Cevap: Bunun belli bir sınırı yoktur; bunda
ölçü, örfen sakal denilmesidir. Bir el tutumundan fazla olması ise mekruhtur.
Soru 320: Sakalı kısaltıp bıyığı uzatmanın hükmü
nedir?
Cevap: Bunun haddizatında bir sakıncası yoktur.
Soru 321: Bazıları sadece çenelerinde tüy bırakarak
sakallarını tıraş etmekteler, bunun hükmü nedir?
Cevap: Sakalın bir bölümünü tıraş etmek, sakalın
tamamını tıraş etmek hükmündedir.
Soru 322: Acaba sakalı tıraş etmek fısk sayılır mı?
Cevap: Farz ihtiyat gereği sakalı kesmek
haramdır ve farz ihtiyat gereği sakal kesimi fıskın sonuç ve hükümlerini
doğurur.
Soru 323: Bıyığı tıraş etmenin hükmü nedir? Bıyığı
aşırı miktarda uzatmak caiz midir?
Cevap: Bıyığı tıraş etmenin, bıyık bırakmanın veya
uzatmanın özü itibariyle bir sakıncası yoktur. Ancak bıyığı, yemek yerken ve su
içerken yemeğe ve suya değecek miktarda uzatmak mekruhtur.
Soru 324: Bir sanatçının, mesleği gereği sakalını jiletle
veya sakal tıraş makinesiyle kesmesinin hükmü nedir?
Cevap: Eğer "tıraş edildi" söylenecek
nitelikte olursa farz ihtiyat gereği haramdır. Fakat sanat işi İslâm toplumunun
ihtiyaç duyduğu zarurî işlerden sayılırsa sakalı zaruret miktarınca tıraş
etmenin sakıncası yoktur.
Soru 325: Şirketlerden birinin halkla ilişkiler sorumlusu olmam itibariyle misafirlerimizin
sakallarını tıraş etmede kullanmaları için tıraş malzemeleri satın alıp onlara
sunmamız gerekiyor; bu konuda benim yükümlülüğüm nedir?
Cevap: Farz ihtiyat gereği tıraş malzemeleri
satın alarak başkalarına vermek zaruret durumu dışında caiz değildir.
Soru 326: Sakal bırakmak insanın aşağılanmasına sebep
olursa, sakalı tıraş etmenin hükmü nedir?
Cevap: Sakal bırakmak dinine önem veren Müslüman
bir kişinin aşağılanması sebebi olamaz ve farz ihtiyat gereği sakalını tıraş
etmesi caiz değildir. Ancak sakal bırakmak insanı zarar ve sıkıntıya sokarsa kesmenin
sakıncası yoktur.
Soru 327: Sakal
bırakmak insanın meşru amaçlarına ulaşmasına engel olursa, sakalı tıraş etmek
caiz olur mu?
Cevap: Mükellefin ciddî bir zarar ve meşakkat dışında
Allah Tealâ'nın emrini uygulaması farzdır.
Soru 328: Aslında sakal tıraşında kullanılan fakat bazen
başka yerlerde de kullanılan tıraş kreminin üretimi ve alım satımı caiz midir?
Cevap: Mezkur kremin sakal tıraşından başka helâl
menfaatleri de varsa, onu bu amaçla üretmenin ve satmanın sakıncası yoktur.
Soru 329: Sakalı tıraş etmenin haram oluşundan maksat,
tüylerin yüzde tam olarak çıktıktan sonra tıraş edilmesi midir, yoksa yüzde
çıkan az miktardaki tüyü tıraş etmeyi de kapsar mı?
Cevap: Genel olarak, yüzdeki tüyleri sakal
tıraşı denilecek miktarda tıraş etmek ihtiyat gereği haramdır. Ancak sakal
tıraşı denilmeyecek miktarda yüzdeki tüyleri kesmenin sakıncası yoktur.
Soru 330: Berberin sakal tıraşı karşılığında aldığı ücret
haram mıdır? Eğer haramsa, bu para helâl mala karışırsa humus vermek
istediğinde iki defa mı humus vermesi gerekir?
Cevap: Sakal tıraşı karşısında ücret almak farz
ihtiyat gereği haramdır. Harama karışmış helâl mala gelince, eğer haram malın
miktarını bilir ve sahibini tanırsa onu sahibine geri vermesi veya onun
rızasını alması farzdır. Ama belli kişilerden birisi olarak bile sahibini
tanımazsa, bu durumda onu sahibinin hayrına fakirlere sadaka vermelidir ve eğer
sahibini tanır da miktarını bil-mezse, uygun bir yolla onun rızasını elde
etmesi farzdır. Eğer ne miktarını bilir ve ne de sahibini tanırsa, bu durumda
malının haramdan temizlenmesi için humsunu vermelidir. Humusu verdikten sonra
geriye kalan mal eğer yıllık giderinden fazlaysa, bu durumda kazancının humusu
olarak onun da humusunu vermelidir.
Soru 331: Bazı müşteriler tıraş makinelerini tamir
etmem için bana müracaat ediyorlar; sakalı tıraş etmenin şer'an haram olduğu
dikkate alındığında, onların makinelerini tamir etmem caiz midir?
Cevap: Mezkur aletin sakal tıraşından başka
yerlerde de kullanılabileceğinden, sakal tıraşında kullanılması amacıyla
olmazsa onu tamir etmenin ve karşılığında ücret almanın sakıncası yoktur.
Soru 332: Yanak yumrusundaki kılları iple veya cımbızla
almak haram mıdır?
Cevap: Yanak yuvarlağı sakaldan sayılmadığı için
oradaki kılları tıraş ederek de almanın sakıncası yoktur.
Soru 333: Yabancı ülkelerin üniversiteleri veya hoca-ları
tarafından bazen ziyafet toplantıları düzenleniyor. Bu toplantılarda alkollü
içkiler sunulacağı önceden bilinmektedir; bu durumda bu gibi toplantılara
katılmak isteyen öğrencilerin şer'î sorumlulukları nelerdir?
Cevap: Hiç kimsenin içki içilen toplantılara
katılması caiz değildir. Bu toplantılara katılmayın ve bırakın onlar sizin
Müslüman olduğunuz için içki içmediğinizi ve içki içilen toplantılara
katılmadığınızı anlasınlar.
Soru 334: Düğün törenlerinde bulunmanın hükmü nedir? Acaba
ister istemez insanların dans edecekleri düğün törenlerinde bulunmanın,
"bir kavmin haram işine giren onlardandır" rivayetinin kapsamına
girdiği ve dolayısıyla o toplantıyı terk etmenin farz olduğu söylenebilir mi,
yoksa dans etmemek ve diğer programlara katılmamak kaydıyla orada bulunmak caiz
midir?
Cevap: Söz konusu merasim, eğer haram toplantı
ve günah meclisi denilmeyecek nitelikte olursa ve orada bulunmak bir fesada yol
açmayacaksa, orada bulunmanın ve oturmanın örfen caiz olmayan bir işi onaylamak
sayılmadıkça sakıncası yoktur.
Soru 335: a) Erkeklerin ve kadınların ayrı ayrı müzik
çalıp dans ettikleri toplantılara katılmanın hükmü nedir?
b) Müzik
çalınan ve dans edilen düğün törenlerine katılmak caiz midir?
c) Dans
edilen toplantılarda, marufu emretmek ve münkerden sakındırmak katılanlara etki
etmezse yine de kötülükten nehyetmek, sakındırmak farz mıdır?
d) Erkek
ve kadınların birbirlerine karışarak dans etmelerinin hükmü nedir?
Cevap: Genel olarak dans etmek şehveti tahrik edecek
nitelikte veya haram olan bir işle birlikte olursa ya da haram olan bir işi
gerektirirse caiz değildir. Yine yabancı veya namahrem erkeklerle kadınlar birbirlerine
karışırlarsa caiz değildir. Bu konuda düğün törenleriyle diğer törenler
arasında hiçbir fark yoktur. Günah toplantısına katılmak da, günah
toplantılarına uygun olan tahrik edici müziği dinlemek gibi bir haramı işlemeyi
gerektirirse veya günahı onaylama niteliğinde olursa caiz değildir. Marufu ve
iyiliği emretmek, münkerden ve kötülükten sakındırmak vazifesine gelince,
etkileme ihtimali yoksa insanın üzerinden kalkar.
Soru 336: Mahrem olmayan bir erkek düğün toplantısına
katılır ve o toplantıda örtülü olmayan bir kadın bulunursa; o kadını bu
münkerden sakındırmanın bir yararı olmadığı bilinirse, toplantıyı terk etmek
farz mıdır?
Cevap: Onların davranışına itiraz niteliğinde günah
toplantısını terk etmek, münkerden ve kötülükten sakındırmanın bir örneği
olursa, orayı terk etmek farzdır.
Soru 337: Müstehcen müzik kasetlerinin dinlendiği
toplantı ve meclislerde bulunmak caiz midir? Onun günah nitelikli müzik olup
olmadığında şüphe edilirse, onları bu kaseti çalmaktan alıkoymanın imkânsız olduğu
da göz önünde bulundurulursa hüküm nedir?
Cevap: Günah ve eğlence toplantılarına özgü tahrik
edici müzik çalınan ve şarkı-türkü söylenen meclislerde bulunmak, onları
dinlemeye ve onaylamaya sebep olursa caiz değildir. Fakat mevzuda şüphe
edilirse orada bulunmanın ve onları dinlemenin haddizatında bir sakıncası yoktur.
Soru 338: İnsanın bazen dinî makamlara veya diğer
müminlere iftira atmak gibi uygun olmayan sözleri dinlemek zorunda kaldığı
meclis ve toplantılara katılmasının hükmü nedir?
Cevap: Sırf orada bulunmak, gıybeti dinlemek, haram
bir işi onaylamak ve yaymak gibi haram bir konumu gerektirmezse özü itibariyle
sakıncası yoktur; fakat münkerden sakındırmak, şartları oluştuğu zaman farz
olur.
Soru 339: Bazı gayri İslâmî ülkelerde düzenlenen
toplantılara katılan misafirlere normalde alkollü içkiler sunulmaktadır; acaba
bu toplantılara katılmak caiz midir?
Cevap: İçki içilen toplantılarda bulunmak
zaruret dışında caiz değildir; zaruret hâlinde ise zaruret miktarıyla
yetinilmelidir.
Soru 340: Dua yazmak karşısında ücret vermek ve almak
caiz midir?
Cevap: Masumlardan nakledilen duaları yazmak kar-şılığında
ücret almak ve vermek caizdir.
Soru 341: Dua yazanların eski dua kitaplarında rivayet
edildiğini iddia ederek yazdıkları duaların hükmü nedir? Şer'î bakımdan bu
dualar muteber midir? Bunlara müracaat etmenin hükmü nedir?
Cevap: Dualar Ehlibeyt İmamlarından nakledilmişse
veya içerikleri haksa, onlarla teberrük edinmenin sakıncası yoktur; nitekim
Ehlibeyt İmamlarından olduğu şüp-heli olan duaları Ehlibeyt İmamlarına ait
olduğu ümidiyle okumanın da sakıncası yoktur.
Soru 342: İstihareye uymak farz mıdır?
Cevap: İstihareye uymanın şer'î bir zorunluluğu yok-tur;
fakat istiharenin aksine davranmamak daha iyidir.
Soru 343: "Hayır işlerde istihareye gerek
yoktur" sözünü dikkate alarak, acaba bu işlerin keyfiyeti veya bazen
beklenmeyen olayların çıkmasıyla ilgili olarak istihare yapmak caiz midir? Acaba
istihare Allah'tan başka hiç kimsenin bilmediği gaybı bilmenin bir yolu sayılır
mı, yoksa gayp sadece Allah'a ait mi?
Cevap: İstihare, mubah işleri yapmada tereddüt
ve şaşkınlığı gidermek içindir; bu tereddüt ister işin kendisi hakkında olsun,
ister keyfiyetinde fark etmez. Dolayısıyla tereddüt edilmeyen hayır işlerde
istihareye gerek yoktur. Ve yine istihare bir kişinin veya işin geleceğini
bilmeye yönelik yapılan bir iş değildir.
Soru 344: Boşanmak ve boşanmamak gibi konularda
Kur'ân'la istihare etmek sahih midir? İnsan istihare ettikten sonra istihareye
uygun davranmazsa hükmü nedir?
Cevap: Kur'ân'la veya tespihle istiharenin caiz oluşu
belli bir konuyla sınırlı değildir. Herhangi mubah bir işte insan tereddüt
içerisinde kalır da bir karara varamaz-sa istihare yapabilir. İstihareye uygun
davranmak şer'an farz değildir; fakat istihareye aykırı davranmamak daha
iyidir.
Soru 345: Evlilik gibi hayati önem taşıyan işlerde
tespih veya Kur'ân'la istihare yapmak sahih midir?
Cevap: İnsanın, hakkında karar vermek istediği işler
hususunda ilk önce iyice düşünmesi, incelemesi veya güvenilir ve tecrübeli
kişilerle istişare etmesi uygundur; eğer bütün bunlara rağmen tereddüdü
giderilmezse istihare yapabilir.
Soru 346: Bir şey hakkında bir kaç kez istihare yapılabilir
mi?
Cevap: İstihare tereddüdü gidermek için olduğundan ilk defada
tereddüt giderildikten sonra konu değişmediği sürece istihareyi tekrarlamanın
bir anlamı yoktur.
Soru 347: Bazen İmam Rıza'nın (a.s) kerametlerini
içeren yazılarla karşılaşmaktayız. Bu yazılar cami ve türbelerde ziyaret
kitaplarının arasına bırakılarak insanlara dağıtılmaktadır. Bu yazıları
yayınlayanlar yazının altına, "bu yazıyı okuyan, bunun üzerinden şu kadar
yazıp çoğaltmalı, eğer bunu yaparsa, hacetlerine kavuşur" yazıyorlar;
acaba bu dedikleri doğru mudur? Ve acaba onu okuyan kişinin, yayınlayan
kimsenin isteğini yerine getirmesi farz mıdır?
Cevap: Bu gibi şeylerin muteber olduklarına dair
hiçbir şer'î delili yoktur. Bunları okuyan kimselerin, yayınlayan kişinin
isteğine uyarak onun üzerinden yazması gerekli değildir.
Soru 348: Çoğu bölgelerde cami ve hüseyniyelerde,
özellikle köylerde tarihî olayları canlandırmak için geleneksel olarak piyes
(şebeh/temsil)[9]
yapılmaktadır ve bazen bu piyesler insanlarda olumlu manevî etkiler bırakmaktadır;
bu programların hükmü nedir?
Cevap: Eğer bu piyes programlarının içeriği
yalan ve batıl şeyler değilse, bir fesada sebep olmazsa ve mevcut zaman
şartlarında hak mektebe bir leke getir-mezse sakıncası yoktur; buna rağmen
bunun yerine vaaz, irşat, Hüseynî matem ve ağıt programları düzenlemek daha iyidir.
Soru 349: Matem törenlerinde davul, zil ve boru çalmanın
ve insanların, başında keskin aletler bulunan zincirlerle dövünmelerinin hükmü
nedir?
Cevap: Bu gibi zincirleri kullanmak halkın gözünde
mektebe leke getirirse veya bedene ciddî zarar vermesine sebep olursa caiz
değildir; fakat örfte yaygın olduğu gibi boru, davul ve zil çalmanın sakıncası
yoktur.
Soru 350: Bazı camilerde matem günlerinde süslü ve
pahalı alemler[10]
kullanılır. Bazen dindar kişiler bunların hikmetini sormaktalar ve bunlar çoğu
defa tebliğ programlarına zarar vermekte ve hatta caminin kutsal hedefleriyle
çelişmektedir; bu konuda şer'î hüküm nedir?
Cevap: Onların camiye sokulması örfen caminin şanıyla
çelişirse veya namaz kılanlara engel olursa sakın-calıdır.
Soru 351: Bir kişi İmam Hüseyin'in (a.s) yas merasimi
için "alem" adak yaparsa, hüseyniyenin sorumlularının bunu kabul etmekten kaçınması caiz midir?
Cevap: Birinin adak adamış olması, hüseyniyenin
yöneticisi ve derneğine "alem"i teslim almak için yükümlülük
getirmez.
Soru 352: İmam Hüseyin'in (a.s) matem merasiminde
matem meclisine "alem" sokmak veya matem mera-simi boyunca onu
taşımanın hükmü nedir?
Cevap: Bunun özü itibariyle bir sakıncası
yoktur; fakat bu gibi şeyleri dinden saymamak gerekir.
Soru 353: Mükellef eğer matem merasimlerine katılması
sebebiyle bazı farzları yerine getiremezse; örneğin, sabah namazı kaza olursa
bu merasimlere katılmaması daha mı iyidir, ya da bu merasimlere katılmaması
onun Ehlibeyt'ten uzaklaşmasına sebep olur mu?
Cevap: Açıktır ki farz namaz, Ehlibeyt'in matem
merasimlerine katılmanın faziletinden önceliklidir. Dolayısıyla İmam Hüseyin'in
(a.s) matemine katılma bahanesiyle namazın terk olunması ve kazaya bırakılması
caiz değildir; fakat namaza zarar vermeyecek bir şekilde bu programlara
katılmak mümkündür ve önemle vur-gulanan müstehaplardandır.
Soru 354: Bazı dinî heyetlerde muteber bir tarih kitabına
dayanmayan ve bir din âlimi ve merciden duyulmayan ağıtlar söylenmektedir. Bu
ağıtları söyleyenlerden bunların kaynağı sorulduğunda,
"Ehlibeyt, bizim böyle anlatmamızı sağlamışlar veya bize böyle yol göstermişler,
Kerbela vakıası sadece tarih kitaplarında geç-mez ve bunun kaynağı sadece
ulemanın söyledikleri de-ğildir; bazen bu olaylar İmam Hüseyin (a.s) hakkında
vaaz veren ve ağıt söyleyenlerin kalbine ilham olur." diye cevap
veriyorlar. Acaba Kerbela vakıasını bu yolla nakletmek doğru mudur? Eğer doğru
değilse bu durumda dinleyenlerin yükümlülüğü nedir?
Cevap: Olayları bir rivayete dayanmadan ve tarihte
kaydedilmemesine rağmen söz konusu şekilde nakletmenin şer'î bir değeri yoktur.
Ancak olayların bu şekilde nakledilmesi, nakledenin çıkardığı sonuç ve görüşe
dayanan hâl dili olursa ve yalan olduğu da bilinmezse sakıncası yoktur. Bu
alanda dinleyenlerin vazifesi, söylenenlerin münker olduğunu kesin olarak
bilirlerse ve münkerden nehyetme şartları da mevcutsa onları mün-kerden sakındırmaktır.
Soru 355: Hüseyniyelerdeki hoparlörlerden Kur'ân,
mersiye ve ağıt sesleri bazen yüksek sesle yayınlanmakta ve bu durum komşuları
rahatsız etmektedir. Hüseyniye görevlileri ve hatipler de bu işi yapmakta ısrar
ediyorlar; bunun hükmü nedir?
Cevap: Hüseyniyelerde merasimlerin ve dinî programların
uygun zamanlarda düzenlenmesi önemle vurgulanan müstehaplardandır. Bununla
birlikte hüseyni-yelerde program düzenleyenlerin ve matem tutanların mümkün
oldukça, hoparlörlerin sesini kısarak ve sesi içeriye yönelterek komşuları
rahatsız etmekten sakınmaları farzdır.
Soru 356: Muharrem ayında davul ve ney çalarak matem
toplantılarını gece yarılarına kadar sürdürmek hakkında görüşünüz nedir?
Cevap: Seyyid'üş-Şüheda (İmam Hüseyin) ve ashabının
(a.s) matem toplantılarına gitmek ve bu gibi dinî merasimlere katılmak güzel ve
iyi bir şeydir; hatta bu gibi merasimler insanın Allah'a yakınlaşmasını sağlayan
en önemli sebeplerdendir. Fakat başkalarının eziyet görmesine sebep olan veya
şer'an haram olan her şeyden kaçınmak gerekir.
Soru 357: Matem merasiminde org ve zil gibi müzik aletleri
kullanmanın hükmü nedir?
Cevap: Müzik aletleri kullanmak şehitler serveri
İmam Hüseyin'in matem merasimine uygun değildir ve matem törenlerinin eskiden
beri süregelen ve yaygın olan şekliyle düzenlenmesi daha uygundur.
Soru 358: Son zamanlarda yaygın olduğu gibi İmam
Hüseyin'e (a.s) matem tutmak adına bedeni yaralamak, bedene kilit vurmak ve
tartı taşı bağlamak caiz midir?
Cevap: Mezhebe leke getiren bu gibi ameller caiz
değildir.
Soru 359: Ehlibeyt İmamlarının (a.s) mukaddes ziyaretgâhlarında
yüz üstü toprağa kapanmanın ve bazılarının yaptığı gibi yüz ve göğüslerini kan
gelmesi için yere sürtmenin ve o hâlde hareme girmenin hükmü nedir?
Cevap: Ehlibeyt İmamlarını (a.s) sevmek ve matem
ve üzüntüyü ortaya koymaktan uzak olan bu gibi davranışların şer'î bir yanı
yoktur. Hatta bedene ciddî bir zarar verir veya mezhebe leke getirirse caiz
değildir.
Soru 360: Bazı bölgelerde kadınlar, Hz. Fatıma'nın
(s.a) düğün merasimi adı altında törenler yapmak için "Hz. Ebulfazl
sofrası" merasimi düzenlemekte, bu toplantılarda düğün şiirleri okuyup
alkış çalarak dans etmektedirler; bu gibi şeylerin hükmü nedir?
Cevap: Eğer bu gibi merasim ve toplantılarda, yalan
ve batıl şeyler söylenmez ve mektebe leke de getirmez-se, haddizatında
sakıncası yoktur; ama dans etmeye gelince, eğer şehveti uyandıracak nitelikte
olursa veya haram bir işi gerektirirse caiz değildir.
Soru 361: İmam Hüseyin'in (a.s) şehadet yıldönümü
Aşura günü merasimi için gereken masrafları karşılamak amacıyla toplanan
mallardan geriye kalanı nelerde harcanmalıdır?
Cevap: Geri kalan mallar, hediye edenlerden izin
alınarak hayır işlerde kullanılabileceği gibi gelecek yılki Aşura merasiminde
kullanmak için de saklanabilir.
Soru 362: Muharrem ayında hayırsever insanlardan para
toplayıp çeşitli kısımlara bölerek bir bölümünü Kur'ân ve mersiye okuyanlara ve
konuşmacılara vermek ve geri kalanını da matem merasimi masrafları için kullanmak
caiz midir?
Cevap: Mal sahiplerinin muvafakat ve rızasıyla olursa
bunun bir sakıncası yoktur.
Soru 363: Kadınların hicaplarını koruyarak ve bedenlerini
örtecek özel elbiseler giyerek sine ve zincir destelerine[11]
katılmaları caiz midir?
Cevap: Kadınların zincir ve sine destelerine
katılmaları uygun değildir.
Soru 364: Ehlibeyt İmamlarının (a.s) matemlerinde başa
kama vurmak kişinin ölümüne sebep olursa, acaba bu iş intihar sayılır mı?
Cevap: Eğer bu iş genelde ölüme sebep olmuyorsa
intihar hükmünde değildir; fakat daha işin başında canının tehlikeye girmesi
korkusu varsa, buna rağmen yapar ve ölümüne sebep olursa, bu iş intihar hükmündedir.
Soru 365: İntihar
ederek ölen Müslüman için düzenlenen Fatiha meclislerine katılmak caiz midir?
Onlar için mezarlarının başında Fatiha okumanın hükmü nedir?
Cevap: Bunun haddizatında sakıncası yoktur.
Soru 366: Bi'set bayramında, (Resulullah'ın -s.a.a-
peygamberliğe tayin edildiği gün) ve Ehlibeyt İmamlarının veladet yıl dönümü
merasimlerinde dinleyenleri ağlatan methiye ve mersiye okumanın ve bu programa
katılanlar üzerine para serpmenin hükmü nedir?
Cevap: Dinî bayram törenlerinde methiye ve mersiye
okumanın sakıncası yoktur; bu merasimlere katılanlar üzerine para serpmenin de
kendisi sakıncasızdır, hatta eğer müminleri neşelendirmek, sevinç ve neşeyi belirtmek
amacıyla olursa sevabı bile vardır.
Soru 367: Kadının, namahrem erkeklerin sesini duyacaklarını
bilmesine rağmen yas merasiminde mersiye okuması caiz midir?
Cevap: Eğer bir fesadın çıkması endişesi varsa bundan
kaçınılması gerekir.
Soru 368: Aşura günü başa kama ile vurmak, ateş ve kor
üzerinde yalın ayak yürümek gibi ruhî ve bedenî zarara neden olan ve ayrıca
diğer İslâm mezhepleri uleması, izleyiciler ve yine dünya halkının gözünde Şia-ı
İsna Aşeriyye mektebinin karalanmasına ve küçük düş-mesine sebep olan
merasimler hakkındaki görüşünüzü açıklar mısınız?
Cevap: İnsana zarar veren veya din ve mektebe
leke getiren her iş haramdır; müminlerin bunlardan kaçınması gerekir.
Zikredilen davranışların bir çoğu halkın yanında Ehlibeyt (hepsine selâm olsun)
mektebine hakaret edilmesine ve mektebin lekelenmesine sebep olmaktadır. Bu ise
en büyük zarar ve ziyandır.
Soru 369: Başa gizli bir şekilde kama vurmak helâl
midir, yoksa bu konudaki fetvanız genel midir?
Cevap: Kama vurmak, örfen hüzün ve keder belirtilerinden
sayılmamanın yanında Ehlibeyt İmamları (a.s) zamanında ve onlardan sonraki
dönemlerde rastlanılmış bir davranış değildir. Bu amelin Ehlibeyt İmamları
(a.s) tarafından özel veya genel olarak onaylandığına dair bir rivayet de
nakledilmemiştir. Günümüzde bu amel mektebimize leke getirdiği ve küçük
düşürücü davranış sayıldığı için hiçbir şekilde caiz değildir.
Soru 370: Cismî ve ruhî zararın şer'î ölçüsü nedir?
Cevap: Ölçü, örfen ciddî ve önemli bir zarar olarak
görülmesidir.
Soru 371: Bazı Müslümanların yaptığı gibi -yas merasimlerinde-
bedene zincirle vurmanın hükmü nedir?
Cevap: Örf açısından yaslarda hüzün ve keder örneklerinden
sayılacak bir davranışsa sakıncası yoktur.
Soru 372: Gadir-i Hum Bayramı dışında başka günlerde
kardeşlik akti okumak caiz midir?
Cevap: Bu işin mübarek Gadir-i Hum günüyle sınırlandığı
belli değildir. Ancak Gadir-i Hum günüyle yeti-nilmesi daha iyi ve ihtiyata
daha uygundur.
Soru 373: Kardeşlik akdini meşhur lafızlarla okumak
farz mıdır, yoksa herhangi bir lügat veya cümleyle de olur mu?
Cevap: Rivayet edilmiş belli cümlelerle
yetinilmesi daha iyi olmasına rağmen, bununla sınırlandırılmış olduğu tespit
edilmemiştir.
Soru 374: Nevruz Bayramı hakkında görüşünüz nedir? Acaba
Nevruz Bayramı Müslümanların kutladıkları Ramazan ve Kurban bayramları gibi
şer'an sabit olmuş bir bayram mıdır, yoksa cuma günleri ve diğer münasebetler
gibi sadece mübarek bir gün müdür?
Cevap: Nevruz'un dinî bayramlardan veya şer'an
mübarek günlerden olduğuna dair muteber bir nass yoktur; fakat bu günde sevinç
kutlamaları yapmanın ve ziyaretlere gitmenin sakıncası yoktur; hatta sıla-ı
rahim yapılması açısından övgüye layık bir gündür.
Soru 375: Nevruz Bayramı ve bu günün fazilet ve
amelleri hakkında aktarılan rivayetler doğru mudur? Ve acaba bu amelleri
(namaz, dua vs.), hakkında rivayet olduğu kastıyla yerine getirmek caiz midir?
Cevap: Bu amelleri, hakkında rivayet olduğu
kastıyla yerine getirmek sakıncalı ve üzerinde teemmül edilmesi gereken bir
husustur; fakat Allah'a yaklaşma ümidiyle bu ibadetleri yerine getirmenin
sakıncası yoktur.
Soru 376: Hangi malları stoklamak şer'an haramdır? Stokçuları
malî cezalara çarptırmak sizce caiz midir?
Cevap: Stok edilmesi haram olan mallar,
rivayetlerde belirtildiğine ve meşhur görüşe göre sadece halkın çeşitli
tabakalarının genellikle ihtiyaç duyduğu dört tahıldan (buğday, arpa, üzüm ve
hurma) ve hayvan yağı ile bitkisel yağdan ibarettir. Fakat İslâm hükümeti genel
maslahat gereğince halkın diğer ihtiyaçlarının stoklan-masını da
engelleyebilir. Hâkimin uygun görmesi duru-munda stokçulara malî ceza vermenin
sakıncası yoktur.
Soru 377: Elektrik enerjisini ihtiyaçtan fazla kullanmanın
aydınlanmak için israf olmadığı söylenmektedir; acaba bu doğru mudur?
Cevap: Her şeyi ve hatta elektrik enerjisi ve
lamba ışığını ihtiyaçtan fazla kullanmak hiç kuşkusuz israf sayılır. Ancak
doğru olanı Resulullah'tan (ona ve Ehlibeyti'ne selâm olsun) nakledilen, "Hayırlı işte israf olmaz."
buyruğudur.
Soru 378: Muatat[12] şeklinde
gerçekleştirilen alış verişe ve diğer muamelelere akitle (sözleşmeyle) yapılan
muamelede olduğu gibi uymak gerekli midir?
Cevap: Sonuçlarına uyulmasının gerekliliği ve geçerlilik
açısından, akit okunarak yapılan muameleyle muatat muamelesi arasında hiçbir
fark yoktur.
Soru 379: Eğer
resmî kayıt yapılmaksızın ve ulemadan biri tarafından alış veriş akdi
okunmaksızın aile fertleri arasında bir ev ve arsa satışı veya uzlaşması el yazısıyla
yapılmış bir sözleşmeyle gerçekleşirse, acaba bu şekilde yapılan muamele
kanunen ve şer'an geçerli midir?
Cevap: Muamele şer'î bir yöntemle yapıldıktan sonra
onun doğruluğuna ve gerekliliğine hükmedilir. Bu muamelenin resmen
kaydedilmemesi veya ulemadan biri tarafından alış veriş akdinin okunmaması onun
doğruluğuna bir zarar vermez.
Soru 380: Resmî belgesi olan bir mülkü, müşteri adına resmî
bir senet yaptırmadan adi bir belgeyle satın almak şer'an caiz midir?
Cevap: Alış verişin kendisinin gerçekleşmesi
için resmî satış belgesi düzenlemek ve bunu kaydettirmek şart değildir; bu
konuda ölçü, sahibinden, vekilinden veya velisinden şer'an sahih bir alış
verişle malikiyetin devrinin gerçekleşmesidir; bu konuda herhangi bir senet
düzenlenmese bile muamele sahihtir.
Soru 381: Satışın gerçekleşmesi için satıcıyla müşteri
arasında sadece normal bir belgenin düzenlenmesi yeterli midir ve acaba bu
belge satış belgesi sayılır mı? Her iki tarafın sözleşme yapmaya kasıt veya
niyet etmeleri, sözleşmenin imzalanması ve satıcıyı resmî belge düzenlemeye ve
malı teslim etmeye zorlamak için yeterli midir?
Cevap: Satışın gerçekleşmesi ve satılan malın mülkiyetinin
müşteriye intikal etmesi için sadece satış kastı veya normal belge düzenlemek
yeterli değildir. Muamele şer'an sahih bir şekilde gerçekleşmedikçe mal sahibini
müşteri adına resmî bir belge düzenlemeye zorlamanın ve malı müşteriye teslim
etmesini istemenin bir gerekçesi yoktur.
Soru 382: İki kişi
bir muamele konusunda görüşme yaparak anlaşır ve müşteri satıcıya kaparo olarak
bir meblağ verirse ve bu konuda aralarında bir belge düzenleyerek taraflardan
birinin muameleden vazgeçmesi durumunda diğerine bir meblağ ödemesini şart koşarlarsa,
acaba bu belge tek başına satış belgesi olarak görülebilir mi? Yani, sırf
anlaşma ve tarafların muamele yapmayı istemeleri akdin imzalanması ve sonuçlarının
gerçekleşmesinde yeterli midir ve bu durumda taraflardan biri muameleyi
kesinleştirmekten kaçındığı takdirde, karşı taraf onu aralarında belirledikleri
şartı yerine getirmeye zorlayabilir mi?
Cevap: Sırf satış
kastının olması veya üzerinde anlaşmak veya onu gerçekleştireceğine dair söz
vermek, yazılı belgeyle tespit edilmiş olsa da satış değildir ve satışın
gerçekleşmesi için yeterli olmaz. Şartın da, akit ve muamele zımnında olmadıkça
veya akit ona binaen yapılmadıkça etkisi yoktur. Dolayısıyla satış ve mülkiyetin
intikali şer'an sahih bir şekilde gerçekleşmezse anlaşma ve vaat açısından
taraflardan hiçbiri diğerini muameleyi kesinleştirmeye zorlama hakkına sahip değildir.
Soru 383: Eğer birisi devlet tarafından veya hâkimin
hükmüyle arsasını ve evinin eşyalarını satmaya mecbur edilirse, onun, bunları
satmaya mecbur kaldığını bilen bir kişinin bu malları ondan satın alması caiz
midir?
Cevap: Eğer yerini ve evinin eşyasını satmaya zorlanması hak
üzere ise ve satmaya mecbur eden kişinin şer'an böyle bir yetkisi varsa,
başkalarının bu adamdan o şeyleri satın almalarının sakıncası yoktur; aksi durumda
sahibinin muameleden sonra izin vermesi şarttır.
Soru 384: Bir kişi mülkünü ikinci bir kişiye satarak
parasını aldıktan ve ikinci kişi aynı mülkü üçüncü bir kişiye satıp parasını
alarak ihtiyaçlarını gidermede kullandıktan sonra birinci kişinin mallarına haciz
konulması ve tevkif edilmesi hükmü çıkar. Acaba bu hüküm onun daha önce sattığı
mülkü de kapsar mı? Ve o satış muamelesinin batıl ve geçersiz olduğuna delil oluşturur
mu?
Cevap: Satıcının satış anında hâkimin hükmüyle mal-larına
haciz konulması nedeniyle onu satmaktan yasaklı olduğu ortaya çıkarılır veya
satıcının elinde bulunmasına rağmen sattığı şeyin maliki olmadığı, aksine
sattığı mal hâkimin haciz koyabileceği şeylerden olduğu anlaşılırsa, satıştan
sonra verilen hüküm daha önce satılan malı da kapsar ve bununla malın önceki
satışının batıl olduğuna hükmedilir; aksi durumda el koyma kararından önce
yapılmış satışın şer'an doğruluğuna hükmedilir; ve el konulan mallar kapsamına
girmez.
Soru 385: Toplumsal ilişkilerin karmaşıklığı ve halkın
ekonomik ve toplumsal sorunları
bazen insanları zararlı, adilane olmayan veya en azından örfen hoş karşılanmayan
zorunlu muamelelere mecbur ediyor. Acaba çaresizlik, şeriat açısından
muamelenin batıl olmasına sebep olur mu?
Cevap: Istırar (zorunluluk) ve çaresizlik fıkhî
açıdan kişinin kendi rıza ve isteğiyle yaptığı alış verişin doğruluğuna ve
geçerliliğine zarar vermez. Fakat karşı tarafın ahlâkî ve insanî açıdan
çaresizliğe düşen kişinin bulunduğu şartları kötüye kullanmaması gerekir.
Soru 386: Kardeşimden bir tarlanın bir bölümünü şartlı
muamele yöntemiyle satın aldım. Fakat kardeşim aynı araziyi ikinci kez başka
birine satmış; acaba kardeşimin ikinci satışı doğru mudur?
Cevap: Birinci satış şer'an sahih bir şekilde
gerçekleşmiş ise satıcı birinci satışı feshetmeden malı ikinci defa başka
birine satamaz. Eğer satarsa ikinci satışı fuzulî olur ve sahih olması birinci
müşterinin iznine bağlıdır.
Soru 387: Bir konut kooperatifi şirketi üyeleri, parasını
kendileri ödemek suretiyle konut yapımı için bir arsa satın almışlardır. Fakat
bu arsanın tapusu şirket adına kaydolmuştur. Arsanın satın alınmasında ve parasının
temininde hiçbir rolü olmayan şirket yönetim kurulu kooperatif üyeliğine girmiş
önceki üyelerin muvafakatini almadan bu arsayı gerçek değerinden daha az bir
değere şirketin yeni üyelerine satmaya teşebbüs etmiştir. Acaba bu satış caiz
midir?
Cevap: Arsayı eğer belli kişiler kendi
paralarıyla kendileri için satın almışlarsa, o yer onlarındır ve başkalarının
onda hiçbir hakkı yoktur. Şirket yönetim kurulunun bu yeri sahiplerinden izin
almadan başkalarına satması ise fuzulîdir. Fakat onu tüzel bir kimliği olan şirketin
sermayesiyle şirket için satın almışlarsa, o yer kooperatif şirketinin malı
sayılır ve bu durumda yönetim kurulunun şirketin tüzüğü çerçevesinde onda
tasarruf etmesi caizdir.
Soru 388: Yolculuğa çıkmak isteyen bir kişi evini istediği
herkese ve hatta kendisine satması için kardeşine resmî bir vekâlet veriyor. Fakat
yolculuktan döndükten sonra evini satmaktan vazgeçiyor ve bunu sözlü olarak
kardeşine bildiriyor. Ancak kardeşi elindeki resmî vekâlete istinaden kardeşi
olan müvekkiline parayı vermeden veya evi ondan teslim almadan evin tapusunu
kendi adına geçiriyor; acaba bu satış doğru mudur?
Cevap: Vekilin, sözle de olsa kendisinin vekâletten
azledildiğini bildikten sonra evi kendisine sattığı tespit olursa, bu satış
fuzulîdir ve satış akdi ancak müvekkil izin verirse doğru olur.
Soru 389: Sahibi, kendi malını birine sattıktan sonra
birinci satış akdini feshetme hakkı olmaksızın o malı başka birine yeniden
satarsa, acaba bu satış doğru olur mu? Satılan mal onun yanında mevcut ise,
ikinci müşteri ikinci satışa istinaden malı ondan isteyebilir mi?
Cevap: Malın birinci satışı tamamlandıktan sonra
birinci müşterinin izni olmadan onu ikinci bir kişiye satışı fuzulî olup yeni
bir satış birinci müşterinin iznine bağlıdır ve birinci müşteri ikinci bir
satışa izin vermezse eşyayı nerede bulursa alabilir. İkinci müşteri ise onu satıcıdan
isteyemez.
Soru 390: Birisi başka birinin parasıyla bir gayrimenkul
mal satın alırsa, acaba bu onun mu, yoksa mal sahibinin midir?
Cevap: Eğer gayrimenkulu bizzat başkasının aynî[14]
malı karşılığında satın alırsa ve mal sahibi muameleye izin verirse
gayrimenkul, mal sahibinin olur ve satın alanın onda hiçbir hakkı olmaz; mal
sahibi izin vermezse muamele batıldır. Ancak kendi zimmetinde kendisi için
satın alırsa ve sonra parasını başkasının malından verirse, bu durumda
gayrimenkul onun olur; fakat parasını satıcıya borçlu olur ve yine parasını
satıcıya verdiği öteki kişinin malına da zâmin[15]
(kefil) olur. Satıcının ise bu durumda arsa karşılığı olarak ilk başta almış
olduğu gasp edilmiş malı sahibine geri vermesi gerekir.
Soru 391: Bir kimse eğer başkasının malını fuzulî (yetkisiz)
olarak satıp parasını kendi ihtiyaçlarında harcar ve uzun bir zaman sonra mal
sahibine onun karşılığını vermek isterse, bu durumda sahibine malın satışından
elde ettiği meblağı mı, malın satış zamanındaki değerini mi, yoksa karşılığını
ödemek istediği zamanki değerini mi vermesi gerekiyor?
Cevap: Mal sahibi eğer kendisine satış izni
verdikten sonra parayı almasına da izin verirse, alıcıdan aldığı meblağın
aynısını malın sahibine vermesi gerekir ve eğer mal sahibi satışı temelden
reddederse, imkân dahilinde malın kendisini sahibine geri vermesi gerekir. Bu
mümkün olmazsa emsalinin veya kıymetinin karşılığını vermesi gerekir. İhtiyat
gereği malın muamele günündeki değeriyle ödeneceği günkü değerinin farkı konusunda
mal sahibiyle sulh etmeli, anlaşmalıdır.
Soru 392: Eğer baba küçük çocuklarına bazı mülkler
satın alır ve muamele için şer'î satış akdi sıygası da okunursa, acaba
çocukların velisi olarak babanın bu mülkleri teslim alması ve karşılığını
vermesiyle muamele gerçekleşir mi?
Cevap: Babanın bulûğ çağına ermemiş çocuğu için
muameleyi doğru bir şekilde yapmasından sonra, çocuğunun velisi olması
itibariyle malı teslim alması, satış akdinin gerçekleşmesi ve sonuçlarının
uygulanması için yeterlidir.
Soru 393: Küçüklüğümde velim olan kişi arazimi satmaya
teşebbüs etmiş ve bu amaçla müşteriden kaparo almıştır. Ben onların arasında bu
muamelenin tamamlanıp tamamlanmadığını bilmiyorum. Fakat arazi şimdiye dek
müşterinin elindedir ve müşteri o yerde tasarruf etmektedir. Acaba bu satış
doğru mudur ve beni bağlar mı, yoksa yerin asıl sahibi olarak onu müşteriden
geri isteyebilir miyim?
Cevap: Eğer sizin şer'î velinizin, o zaman
veliniz olması dolayısıyla yerinizi sattığı kesinleşirse, bu muamelenin şer'an
doğruluğuna hükmedilir ve bu satışın feshedildiği ispatlanmadıkça araziyi
istemeye hakkınız yoktur.
Soru 394: Ölen birinin mirasından eğer bir miktar
nakit para kalır ve kayyımı[16]
bu parayı kendi yanında tutarak çalıştırmazsa, acaba kayyım, paranın asıl
sahipleri karşısında bankanın kâr olarak verdiği miktara (örneğin %13) veya
pazar ve örfte yaygın olan miktara zâmin (zarardan sorumlu) olur mu? Eğer bu parayla ticaret yaparak
miktarı belli olmayan bir kâr elde ederse hüküm nedir?
Cevap: Kayyım, bulûğ çağına varmamış küçük çocukların
mallarının farazi kârlarını ödemekle yükümlü değildir. Fakat çocukların malıyla
ticaret yaparsa bu ticaretten elde edilen kârların hepsi onlara aittir. Eğer
kayyım çocuğun malıyla ticaret yapmaya şer'an izin-liyse, sadece hizmetinin emsalinin
ücretini alma hakkına sahiptir.
Soru 395: Kısıtlı olmayan kişinin hayattayken damadı
veya evlâtları, vekâletleri olmaksızın ve izin almaksızın onun mallarını ve emlâkini
satabilirler mi?
Cevap: Başkasının malını izni olmadan satmak, fuzulî
bir satıştır ve bu satış akdinin geçerli olması sahibinin iznine bağlıdır;
satan kişi onun damadı veya evlâdı da olsa hüküm aynıdır. Dolayısıyla böyle bir
satışa sahibi izin vermediği sürece geçerlilik kazanmaz.
Soru 396: Beyin kanaması geçiren ve şuurunu kaybeden
bir kişinin evlâtları onun mallarında nasıl tasarruf edebilirler? Çocuklarından
birinin şer'î hâkimden izin almadan ve öteki çocukların izni olmadan yaptığı ta-sarrufun
hükmü nedir?
Cevap: Şuur kaybı örfen ona deli denecek derecede
ise onun kendisinin ve mallarının velâyeti şer'î hâkime aittir. Bu durumda
şer'î hâkimin izni olmadan hiç kimsenin ve hatta evlâtlarının bile onun
mallarında tasarruf etmeleri caiz değildir. Dolayısıyla eğer şer'î hâkimden
izin alınmadan mallarında tasarruf edilirse bu, gasptır ve bu iş onun zâmin
olmasını gerektirir. Yaptığı muameleler de fuzulîdir ve geçerli olması hâkimin
iznine bağlıdır.
Soru 397: Bir şehidin dul kalmış eşiyle evlenip onun sorumluluğunu üzerine alan bir kimsenin, çocuklarının
ve bu çocukların annesi olan eşinin Şehitler Kurumunun şehit evlâtlarına
verdiği parayla satın alınan eşyaları kullanmaları caiz midir? Şehitler
Kurumunun şehit evlâtlarına verdiği maaş ve öteki malî yardımlar nasıl kullanılmalıdır?
Acaba bunları ayırarak tamamen şehit evlâtları için harcanmasını sağlamak farz
mıdır?
Cevap: Şehidin baliğ olmayan evlâtlarına tahsis
edilen mallar, ister onların masrafları için, ister başkalarının yararlanması
için olsun, çocukların maslahatı için bile olsa çocukların şer'î velisinin
izniyle kullanılmalıdır.
Soru 398: Şehit ailesini ziyarete gidildiğinde arkadaşlarının
götürdükleri hediyelerin hükmü nedir? Acaba bu eşyalar şehit çocuklarının
mallarından mı sayılır?
Cevap: Eğer hediyeler şehidin çocukları içinse,
çocukların şer'î velisinin kabul etmesi durumunda o, çocukların mallarından
sayılır. Başkalarının o mallarda tasarruf etmesi şer'î velinin iznine bağlıdır.
Soru 399: Babamın bir ticarethanesi vardı. Ölümünden
sonra bu ticarethanenin işletmesi amcalarımın eline geçti ve ticarethanenin
kirası olarak her ay bize belli bir meblağ vermeyi kararlaştırdılar. Bir müddet
sonra kayyımımız olan annem amcalarımın birinden bir miktar borç aldı. Onlar da
bize vermeleri gereken aylık kirayı onlardan aldığımız borca saydılar. Daha
sonra, çocukların bulûğ çağına erinceye kadar mallarını koruma kanununa aykırı
olarak ticarethaneyi annemden satın aldılar. Böylece önceki rejim döneminde
rejime bağlı olan bazı kişilerin yardımıyla muamele resmen kesinleşti. Bizim şu
anda yapmamız gereken nedir? Acaba yapılan tasarrufların ve satışın doğruluğuna
hükmedilebilir mi, yoksa şer'an bizim muameleyi feshetme hakkımız var mı? Ve
acaba baliğ olmayan çocuğun hakkı zaman aşımına uğrayarak kaybolur mu?
Cevap: Ticarethanenin kiralanmasının, kiranın borca
sayılmasının ve yine ticarethanenin satışının doğruluğuna hükmedilir. Ancak
çocuklara ait hisselerin satımının o dönemde onların maslahatına olmadığı veya
çocukların kayyımının onu satmaya yetkili olmadığı şer'î ve kanunî bir yolla
ispatlanırsa ve çocuklar da bulûğ çağına eriştikten
sonra bu muameleyi kabul etmez-lerse önceki muameleler sahih olmaz. Muamelenin
batıl olduğu tespit edilirse zaman aşımının çocukların hakkının düşmesinde
hiçbir etkisi olmaz.
Soru 400: Kocam arkadaşlarından birinin şoförlük
yaptığı bir trafik kazasında vefat etti. Kocamın ölümünden sonra şer'an ve
kanunen baliğ olmayan küçük çocuklarımın kayyımı oldum. Bunu göz önünde bulun-durarak:
a) Acaba
kayyım olarak ben şoförden diyet ödemesi talebinde bulunmalı mıyım veya sigorta
tazminatını almak için mevzuu takip etmeliyim?
b) Acaba
çocuklarıma ait olan maldan babaları için matem merasimi düzenleyebilir miyim?
c) Acaba
çocukların diyetle ilgili haklarında indirim yapmam veya vazgeçmem caiz olur
mu?
d) Eğer
çocukların hakkından vazgeçersem ve onlar bulûğ çağına
erdikten sonra buna razı olmazlarsa, acaba diyetten dolayı onlara zâmin (zarar
ve ziyanlarının tazmin edicisi) olur muyum?
Cevap:
a) Eğer şoförün veya başka bir kişinin
şer'an diyet vermesi gerekiyorsa, çocukların velisi olarak onlardan çocukların
şer'î haklarını alarak korumanız farzdır. Yine sigorta konusunda çocuklar için
kanunî bir hak söz konusu ise hüküm aynıdır.
b) Baliğ olmayan çocukların mallarını,
babalarından miras olarak onlara ulaşmış olsa da babaları için Fatiha meclisi
düzenlemede harcamak caiz değildir.
c-d)
Diyette, çocukların maslahatına aykırı olan onların hakkında indirim yapmak
veya vazgeçmek caiz değildir ve çocuklar bulûğ
çağına erdikten sonra diyeti talep edebilirler.
Soru 401: Kocam geriye bulûğa ermemiş birkaç küçük çocuk
bırakarak vefat etti. Mahkemenin verdiği hükme istinaden dedeleri (babalarının
babası) çocuklarımın velisi ve kayyımı oldu. Acaba çocuklardan birisi bulûğ çağına
erdiğinde öteki kardeşlerinin kayyımı olabilir mi? Eğer olamazsa acaba
çocuklarımın bakımını ben üstelenebilir miyim? Ayrıca dedeleri, mahkemenin
kararına istinaden ölünün mirasının altıda birini kendisine almak istiyor;
bunun hükmü nedir?
Cevap: Öksüz küçük çocukların bulûğ ve rüşt[17]
çağına erinceye kadar kayyım ve velisi büyük babalarıdır (babalarının
babasıdır); bu konuda mahkemenin atamasına da gerek yoktur. Fakat onun,
çocukların mallarında tasarrufları çocukların maslahatına ve menfaatine uygun
olmalıdır. Eğer çocukların maslahatına aykırı davranırsa bu konuda durumun
incelenmesi ve takip edilmesi için mahkemeye müracaat edebilirler. Ergenlik
çağına ulaşan ve reşit olan çocuklardan her biri dedesinin velâyet ve
kayyımlığından çıkarak kendi işlerinin idaresini üstlenir. Fakat ne o ve ne de
annesi öteki çocukların velisi ve kayyımı olamaz. Ve dedeleri kendi oğlu olan
çocukların babasının malından altıda bir miras hakkına sahiptir ve mirasın
altıda birini kendisi için almasının sakıncası yoktur.
Soru 402: a) Babası, annesi, kocası ve bulûğ çağına
ermemiş üç çocuğu olan evli bir kadın öldürülüyor. Mahkeme bu kadını kayın
biraderinin öldürdüğüne ve kan sahiplerine (öldürülenin varislerine) diyet
verilmesine hükmediyor. Fakat baliğ olmayan çocukların şer'î velisi olan
babası, kardeşinin katil olduğuna inanmıyor ve dolayısıyla kardeşinden kendisi
ve evlâtları için diyet almaktan kaçınıyor; acaba onun bu hareketi caiz midir?
b) Acaba
çocukların babası ve babalarının babası varken başkalarının, bu işe karışarak
herhangi bir gerekçeyle öldürülen kadının çocuklarına amcalarından diyet alma
hususunda ısrar etme hakkı var mı?
Cevap:
a) Çocukların
babası, eşini öldürmekle suçlanan kardeşinin katil olmadığına ve gerçek diyet
borçlusu olmadığına kesin olarak inanıyorsa, bu durumda ondan diyet alması ve
baliğ olmayan çocuklarının hakkını almak gerekçesiyle ondan diyet istemesi caiz
değildir.
b)
Baliğ olmayan çocukların velâyet ve kayyımlığından sorumlu olan baba ve babanın
babası varken başkalarının onların işine müdahale etme hakkı yoktur.
Soru 403: Eğer öldürülen kişinin sadece baliğ olmayan
çocukları varsa ve onlar için tayin olunan kayyım ise kan sahiplerinden
değilse, acaba böyle bir kayyımın katili affetmesi veya kısası diyete çevirmesi
caiz midir?
Cevap: Eğer şer'î velinin yetkileri, tayin
edilen kayyıma aynen verilmişse, çocukların maslahat ve çıkarlarını gözeterek
katili affetmesi veya kısası diyete çevirmesi caizdir.
Soru 404: Baliğ olmayan bir çocuğun bankada bir miktar
parası var. Çocuğun kayyımı çocuk lehine ticaret yaparak bu yolla onun geçimini
temin etmek amacıyla bankadaki paranın bir miktarını çekmek istiyor, acaba bu
işi yapması caiz midir?
Cevap: Baliğ olmayan çocuğun velisi ve kayyımının,
çocuğun maslahat ve çıkarını gözeterek onun malıyla, onun için kâr ortaklığı
yöntemiyle ticaret yapması veya çalıştırması için onu başkasına vermesi
caizdir. Fakat parayı çalıştıran kişinin emin ve güvenilir olması şarttır; aksi
durumda çocuğun malının zâmini olurlar (maddî kayıpları karşılamakla yükümlü
olurlar).
Soru 405: Eğer kan sahiplerinin hepsi veya bazısı bulûğ
çağına ermemiş olurlarsa ve onların hakkını talep etmede velâyet hakkı hâkimin
üzerindeyse, hâkim kısasın doğuracağı sıkıntıları dikkate alarak kısası diyete
çevirerek katili kısastan kurtarması caiz midir?
Cevap: Şer'î hâkim, çocukların maslahat ve çıkarını
kısasın diyete çevrilmesinde görürse, kısas hakkını diyete çevirebilir.
Soru 406: Hâkimin, çocuğun zorunlu velisini, çocuğun
mallarına zarar verdiğini tespit ettikten sonra, azletmesi caiz midir?
Cevap: Eğer hâkim, birtakım belirtilerle de olsa
çocuğa zorunlu velâyeti olan velinin velâyetinin devam etmesinin ve çocuğun
mallarında tasarrufunun sürmesinin çocuğa zararlı olduğuna kanaat getirirse,
onu yetkisinden azletmesi farzdır.
Soru 407: Velinin bağış ve karşılıksız sulh gibi çocuğun
lehine olan şeyleri kabul etmekten kaçınması, acaba çocuğa zarar vermek veya
onun maslahatını ihlal etmek sayılır mı?
Cevap: Sırf baliğ olmayan çocuk için verilen
bağış ve karşılıksız sulhu kabul etmemek, ona zarar vermek ve maslahatını ihlal
etmek sayılmaz. Dolayısıyla bunun başlı başına bir sakıncası yoktur. Çünkü
veliye çocuk için mal kazanmak farz değildir. Hatta bazı durumlarda onları
kabullenmekten sakınması veliye göre çocuğun maslahatı icabı da olabilir.
Soru 408: Devlet, şehit çocukları için bir yer veya
mal tahsis ederek bunları o çocukların adına kaydetmeyi tasvip eder, ama çocukların
velisi senetleri imzalamaktan kaçınırsa, acaba hâkim çocukların velisi olarak çocuklar
adına imzalama işlerini yapabilir mi?
Cevap: Eğer çocuklar için mal kazanmak velinin imzasına bağlı
ise, veliye imzalaması farz değildir ve çocukların şer'î velileri varken
hâkimin çocuklar üzerinde velâyeti olamaz. Ancak çocuklar için tahsis edilen
malların korunması velinin imzasına bağlı ise velinin bundan kaçınma hakkı
yoktur. Bunu yapmaktan kaçınırsa hâkim onu imzalamaya mecbur etmeli veya
çocukların velâyeti adıyla hâkimin kendisi bu işi yapmalı.
Soru 409: Çocuğa velâyet konusunda adil olmak şart
mıdır? Eğer çocuğun velisi fasık olursa ve çocuğu fesada sürüklemesinden veya
onun mallarını zayi etmesinden endişelenilirse hâkimin yapması gereken nedir?
Cevap: Babanın veya babanın babasının çocuğa velâyetinde
adalet şart değildir. Fakat hâkim, bazı davranışlara dayalı belirtilerle de
olsa babasının veya babanın babasının çocuğa zararlı olduğunu görürse onları
çocuğun velileri olmaktan azletmeli ve çocuğun mallarında tasarruf etmekten
alıkoymalıdır.
Soru 410: Eğer kasıtlı öldürmede, maktulün kan sahiplerinin
tümü bulûğ çağına ermemiş çocuk veya deli olursa, onların zorunlu velisi (baba
veya babanın babası) veya mahkemenin seçtiği kayyımın kısas veya diyet talep etme
hakkı var mıdır?
Cevap: Bulûğ çağına ermemiş çocuk ve deliye velâyet delillerinin
tümünden anlaşıldığı kadarıyla, kanun koyucu tarafından onlar için veli tayin
edilmesi, onların maslahat ve çıkarlarını koruma amacına yöneliktir. Dolayısıyla,
söz konusu meselede, onların şer'î velisi onların maslahat ve çıkarlarını
gözetmelidir ve onun kısas, diyet ve karşılıklı veya karşılıksız affetmeye dair
tercihi geçerlidir. Ancak çocuk ve delinin çıkarlarının teşhisinde durum tüm
yönleriyle ve bu cümleden bulûğ çağına yakın veya uzak olması göz önünde
bulundurulmalıdır.
Soru 411: Eğer
uzuvları tam bir insana karşı bir suç işlenirse, acaba onun babası veya
babasının babası, suça maruz kalanın kendisi için, izni olmaksızın diyet talep
etmek ve almak hakkı var mıdır? Yani onun babası veya babasının babası talep
ettiğinde, suçlunun, kendisine karşı suç işlediği kimseye diyet vermesi farz
mıdır?
Cevap: Bulûğ çağına ermiş ve aklî dengesi yerinde olan
suça maruz kalmış kimse üzerinde babası ve dedesinin velâyeti yoktur ve onun
izni olmaksızın hakkını talep edemezler.
Soru 412: Baliğ olmayan çocukların velisi onların velisi
olarak, onlara miras bırakanın, mirasın üçte birini aşan bölümüyle ilgili
vasiyetine de izin verebilir mi?
Cevap: Çocukların şer'î velisi, onların maslahat
ve çıkarlarını gözeterek buna izin verebilir.
Soru 413: Baba, anneye oranla çocuklar üzerinde daha
fazla hak veya önceliğe sahip midir? Eğer babanın veya babanın babasının bir
önceliği yoksa ve anne ile baba eşit haklara sahiplerse, acaba ihtilâflı konularda
babanın mı, yoksa annenin mi sözü önceliklidir?
Cevap: Bu, haklara göre değişir; çocuğun
velâyeti babanın ve babanın babasına aittir. Erkek çocuğun bakımı iki yaşına
kadar ve kız çocuğunun bakımı yedi yaşına kadar anneye ve bundan sonra babaya
aittir. Çocuğun ebeveynine itaat etmesine dair anne ve babanın hakkı ve onlara
eziyet etmenin haram oluşu konusunda anne ve baba aynıdır. Çocukların annenin
durumunu da-ha fazla gözetmeleri gerekiyor. Çünkü hadiste, "Cennet anaların
ayakları altındadır." buyurulmuştur.
Soru 414: Kendisinden iki çocuk sahibi olduğum kocam
şehit oldu. Kayın biraderim ve kayınvalidem çocuklarımı ve onların tüm
mallarını ve eşyalarını aldılar ve bana geri vermek istemiyorlar. Çocuklarımın
hatırı için evlenmediğim ve bundan böyle de evlenmek istemediğim dikkate
alınırsa çocuklara ve mallarına gözetim hakkı kime aittir?
Cevap: Yetim çocuklara bakmak, şer'î mükellefiyet
yaşına ulaşıncaya kadar annelerinin hakkıdır. Ancak ço-cukların mallarına
velâyet yetkisi onların şer'î kayyımına aittir ve eğer kayyımları yoksa şer'î
hâkime aittir. Çocukların amcası ve babaannesi çocuklara ve mallarına bakma ve
velâyet hakkına sahip değildir.
Soru 415: Baliğ olmayan çocukların velilerinden bazısı,
ölen kişinin karısı evlendikten sonra o kadın ve himayesindeki çocukların,
babalarından kalan mirastaki hisselerinden, örneğin evlerinden ve ihtiyaç
duydukları diğer şeylerden yararlanmalarını engelliyor; acaba çocukların
hisselerini onlara bakan annelerine teslim etmeye zorlayacak bir ruhsat var mıdır?
Cevap: Çocukların şer'î velisinin girişimleri onların
maslahat ve çıkarlarına uygun olmalıdır ve maslahatın teşhisi onun görevidir.
Ancak bunun aksine davranır da ihtilâf çıkmasına neden olursa şer'î hâkime
müracaat edilmelidir.
Soru 416: Baliğ olmayan çocukların kayyımı onların
çıkarlarını koruyarak mallarıyla ticaret yapması doğru mudur?
Cevap: Çocukların maslahat ve çıkarlarını gözetmek
kaydıyla sakıncası yoktur.
Soru 417: Ölen kişinin dede, amca, dayı ve karısı arasında
çocuklara ve mallarına velâyet ve kayyımlık hakkı kime aittir?
Cevap: Yetim çocuğun ve mallarının şer'î velâyeti
sadece babasının babasına, bakımı ise annesine aittir; amca ve dayının velâyet
ve bakım hakkı yoktur.
Soru 418: Yetim çocukların mallarını, babalarının ba-basının
nezareti altında ve doğrudan karışamaması kay-dıyla savcının izniyle çocukların
bakımını üstlenmesi karşısında annelerinin yetkisine vermek caiz midir?
Cevap:
Çocukların şer'î velisi olan babalarının ba-basının muvafakati olmadan bu iş
caiz değildir. Ancak yetim çocukların mallarının dedelerinin kontrolünde
kalması onları zarara uğratıyorsa, bu durumu engellemeli ve onların mallarına
velâyet hakkını ehil gördüğü kimseye, anneleri olsun veya başka birisi olsun,
vermelidir.
Soru 419: Küçük çocuğun velisi, diyet almaya hak kazanmış
çocuğun diyetini, vermesi gereken kimseden alması farz mıdır? Ve acaba çocuğun
velisine, aldığı diyeti çocuk lehine kazanç sağlamak için bankaya yatırması
gibi ticarî işlerde çalıştırması farz mıdır?
Cevap: Eğer bir suç, diyete sebep olmuşsa çocuğun velisi,
suçu işleyenden, çocuğun hakkı olan diyeti istemesi, alması ve onu çocuk bulûğ
ve rüşt çağına erinceye kadar onun için koruması farzdır. Ancak velinin aldığı
diyetle çocuk için ticaret yapması ve çalıştırması zorunlu değildir. Fakat
çocuğun yararına olması durumunda velinin onunla ticaret yapmasının sakıncası
yoktur.
Soru 420: Baliğ olmayan mirasçıları olan şirket ortaklarından
birisi öldüğünde mirasçıları sahip oldukları hisseleri nedeniyle şirkete ortak
olacaklardır. Bu durumda şirketin öteki ortaklarının şirketin malları üzerinde tasarruf
konusunda nasıl bir yükümlülük altına girerler?
Cevap: Baliğ olmayan çocukların hissesi konusunda
onların şer'î velilerine veya şer'î hâkime müracaat etmek farzdır.
Soru 421: Babanın babasının yetimlere ve onların
mallarına velâyet etmesi gereğince, ölen kişiden çocuklara miras kalan malların
korunması için ona teslim edilmesi farz mıdır? Eğer farz ise, bu durumda
çocuklar ve anneleri nerede oturmalıdırlar? Çocukların okula git-tikleri, okul
çağında da küçük oldukları ve annelerinin de sadece ev hanımı olduğu dikkate
alındığında geçimlerini hangi kaynaktan sağlamaları gerekir?
Cevap: Çocuklara velâyet, onların mallarını veliye
teslim etmek ve onları bulûğ çağına erinceye kadar mallarından yararlanmaktan
yoksun bırakmak anlamında değildir. Aksine velâyetin anlamı, velinin çocukları
ve mallarını gözetmesi, mallarını korumada sorumlu ve onların mallarında
tasarruf etmelerinin velinin iznine bağlı olması demektir. İhtiyaçları miktarınca
çocukların kendi mallarından vermesi veliye farzdır. Veli çocukların mallarını
kullanmaları için annelerinin ve çocukların yetkisine bırakmayı maslahata uygun
görürse bunu yapabilir.
Soru 422: Babanın baliğ, akıl sahibi ve müstakil olan
çocuğunun mallarını nereye kadar kullanması caizdir. Eğer caiz olmayan bir
tasarrufta bulunursa, zararı tazmin etmesi gerekir mi?
Cevap: Babanın baliğ ve akıl sahibi oğlunun mallarını
izni ve rızası olmadan kullanması caiz değildir. Oğlunun izni ve rızası olmadan
kullanırsa, istisna edilmiş durumlar dışında, haram işlemiş olur ve bundan
dolayı malî kayıpları tazmin etmesi gerekir.
Soru 423: Yetim kardeşlerine bakan bir mümin, kardeşlerine
ait olan bir parayla ileride tapusunu almak veya alış fiyatından fazlasına
satmak ümidiyle onlar için tapusuz bir arsa satın alıyor; fakat şimdi birisinin
o yerin kendi mülkü olduğunu iddia etmesinden veya birinin orayı tasarruf
etmesinden endişeleniyor; şimdi bu arsayı satmaya kalkışsa satın aldığı
meblağın altında bir fiyata ancak satabilir, eğer bu yeri satın aldığı paradan
aşağı bir fiyata satarsa veya birisi o yeri gasp ederse, çocukların parasını
tazmin etmek zorunda mıdır?
Cevap:
Bu adam eğer şer'an çocukların kayyımı ise ve çocukların çıkarını ve hayrını
düşünerek onlar için bir yer satın almışsa, zarar-ziyandan sorumlu değildir;
aksi durumda muamele fuzulî olup doğruluğu şer'î velinin veya bulûğ çağına
erdikten sonra çocukların bu muameleye izin vermelerine bağlıdır ve o kimse de
yetim çocukların mallarının zarara uğramasından sorumludur.
Soru 424: Babanın kendi küçük çocuğunun mallarından,
kendisi için borç alması veya başkasına borç vermesi caiz midir?
Cevap: Çocuğun maslahat ve çıkarını gözetmek kaydıyla
sakıncası yoktur.
Soru 425: Eğer bir çocuğa elbise veya çocuk oyuncakları
gibi başka şeyler hediye edilir ve büyümesi veya başka bir sebeple artık ondan
yararlanması söz konusu olmazsa, velisinin onları sadaka vermesi caiz midir?
Cevap: Çocuğun velisinin onun maslahat ve çıkarını
gözetme kaydıyla onlar üzerinde uygun gördüğü bir şekilde tasarrufta bulunması
caizdir.
Soru 426: İnsanın böbrek gibi bazı organlarını ihtiyacı
olan bir kimseye satması caiz midir?
Cevap: Bu
organın vücuttan alınmasının, sahibinin hayatını tehlikeye sokmaması ve
ciddî bir zarar vermemesi durumunda sakıncası yoktur.
Soru 427: Halkın genelinin yanında bir faydası ve
önemi olmayan, fakat özel bir grubun yanında değer ve önemi olan şeyler,
örneğin araştırma merkezlerinde ve üniversitelerde araştırma değeri olan arılar
ve böcekler mal[18]
sayılır mı ve mal değeri olan eşyaya uygulanan mülkiyet edinme, alım satımlarının
caiz olması ve zayi edildiği takdirde tazmin edilmesi gibi hükümler bunlara da
uygulanır mı?
Cevap: Bir şeyin örfen mal sayılması için akıl sahiplerinin
onu elde etmeye eğilim göstermeleri ve şer'an ciddî helâl yararlarının olması,
halkın özel bir grubuyla sınırlı kalsa da yeterlidir. Bu mal konusunda mülkiyet
edinme, alış verişinin caiz olması, el koymak veya zayi etmekle tazmin edilmesi
gibi mal değeri olan eşyanın bütün sonuç ve hükümleri uygulanır; ancak şer'an
bu hüküm ve sonuçların uygulanmayacağına dair bir delil bulunması müstesna.
Gerçi arı ve böcek gibi şeylerin mal ile muamelesinde, bedel olarak verilen mal
veya paranın, ihtisas hakkı ve bu şeylerden el çekmek karşısında verilmesi
ihtiyata daha uygundur.
Soru 428: Fakihlerden bir çoğunun söylediği gibi satılan
şeyde nesne olması şartının aranması görüşüne rağmen, günümüzde devletler
arasında yapılan teknolojik bilgi alış verişi anlaşmalarında yaygın olduğu
üzere teknik bilimleri satmak sahih midir?
Cevap: Bilgi alış verişinin, sulh (musalaha)[19]
yöntemiyle yapılmasının sakıncası yoktur.
Soru 429: Bir arsayı veya başka bir şeyi, hırsızlıkla
meşhur olan bir kişiye satmanın hükmü nedir? O adamın satıcıya vermek istediği
paranın çalınmış olabileceği ihtimali göz önünde bulundurulursa hüküm nedir?
Cevap: Böyle bir ihtimalin varlığı, haram yolla kazanç
elde etmekle meşhur olan kimseyle muamele yap-maya engel değildir. Fakat
ödeyeceği paranın haram maldan olduğu kesin olarak bilinirse, o bedeli almak caiz
olmaz.
Soru 430: Bana mihr olarak verilen bir tarlam var; son
zamanlarda bu tarlayı sattım. Fakat şimdi bir adam bu tarlanın iki yüz yıldan
beri vakıf olduğunu iddia ediyor; bu durumda benim bu tarlayı satmamın hükmü
nedir? Bu toprağı bana mihr olarak veren kocamın ve bu tarlayı benden satın
alan müşterinin sorumluluğu nedir?
Cevap: O tarlanın vakfedilmiş olduğunu iddia eden kişi
şer'î bir mahkemede davasını ve o vakfın satılması sahih olmayan vakıflardan
olduğunu ispatlayıncaya kadar o tarla üzerinde yapılan bütün muamelelerin doğruluğuna
hükmedilir. Ama şer'î bir mahkemede o tarlanın vakfedilmiş olduğu ve bu mevkufun
satılması doğru ol-mayan vakıflardan olduğu ispatlanırsa, o tarla üzerinde
yapılan bütün muamelelerin batıl olduğuna hükmedilir. Bu durumda müşteriden
aldığınız parayı müşteriye geri vermeniz ve tarlanın da vakıf hâline
döndürülmesi farzdır. Bu durumda kocanız da mihri karşılamakla yükümlüdür.
Soru 431: Babam tarım reformu kanununa uygun olarak payına
düşen sulama hakkının bir saatliğini ona ait olan tarlalarla birlikte satmış,
fakat bunun karşılığında müşteriden bir şey almamıştır; bunu müşteri de itiraf etmektedir. Babamdan onun parasını
müşteriye hibe ettiğini bildirecek hiçbir şey de ulaşmamıştır. Acaba bizim
müşteriden onun parasını istememiz caiz midir?
Cevap:
Eğer sulama hakkı ve ona ait topraklar satıcının şer'î mülkü ise, satıcı ve
onun ölümünden sonra mirasçıları satılan şeyin parasını müşteriden isteyebilirler.
Soru 432: Bir ticaret odasından ithal ruhsatı veya eşya
satın alma ruhsatı olan kimsenin bu ruhsatı hiçbir işlem yapmadan serbest
piyasada satması caiz midir?
Cevap: İslâm devletinin kurallarına aykırı değilse
bunun başlı başına bir sakıncası yoktur.
Soru 433: Devlet tarafından verilen ticaret ruhsatını
satmak veya kiraya vermek caiz midir?
Cevap:
Çalışma ruhsatından yararlanma hakkını kar-şılıksız olarak veya
bir şey karşılığında başkasına aktarmak işlemi İran İslâm Cumhuriyeti
devletinin kanunlarına uygun olmalıdır.
Soru 434: Kanun gereği açık artırımla satılması gereken
bir mal artırma yöntemiyle satışa sunulduğunda, bilir kişinin belirlediği
fiyata müşteri çıkmazsa, acaba bu malı bilir kişinin belirlediği fiyattan
aşağısına satmak caiz midir?
Cevap: Bilir kişi tarafından belirlenen fiyat, artırmayla
satışta ölçü değildir. Dolayısıyla eğer bir mal kanunen ve şer'an sahih bir
şekilde artırma yöntemiyle satılırsa, artırmada, mala en yüksek fiyatı veren
müşteriye satmanın sıhhatine hükmedilir.
Soru 435: Sahibi belli olmayan bir yerde, oturmak için
bir ev yaptık. Acaba, müşterinin rızasıyla ve müşterinin o arsaların sahibinin
belli olmadığını ve satıcının da o arsalar üzerindeki binadan başka bir şeye
sahip olmadığını bildiği hâlde, sahibi belli olmayan bu arsayı üzerindeki evle
birlikte satmamız caiz midir?
Cevap: Sahibi belli olmayan toprak üzerinde yapılan
bina şer'î hâkimden izin alınarak yapılmış ise binanın sahibi arsayı değil,
sadece binayı satabilir.
Soru 436: Evimi bir kişiye sattım. Alıcı da evin parasının
bir bölümünün karşılığı olarak belli bir meblağ çek verdi bana. Ancak banka çek
sahibinin hesabında nakit para bulunmadığından çekin karşılığını ödememektedir.
Zamanın geçmesiyle ev fiyatlarının artması ve enflâsyon oranının yükselmesi ve
yine kanunî merhalelerin sonuçlanıp müşterinin çek meblağını ödemeye mahkum
edilmesinin uzun bir süre alacağı dikkate alındığında acaba ben sadece bu çek
meblağını mı almalıyım, yoksa meblağı alacağım güne oranla müşteriden paranın
alım gücü farkını da isteyebilir miyim?
Cevap: Satıcının
satış anında belirlenen fiyattan fazlasını istemeye hakkı yoktur. Ancak,
alıcının parayı ödemedeki kusuru dolayısıyla satıcı alım gücü ve parasının
değerinin düşmesinden dolayı zarara uğramışsa, ihtiyat gereği fark miktarı
hususunda müşteriyle uzlaşmalıdır.
Soru 437: Bir kimseden belli bir zaman sonra teslim etmesi
şartıyla bir daire satın aldım. Anlaşma sırasında fiyatın %15
yükseltilebileceği kararına vardık. Ancak satıcı şimdi fiyatı tek taraflı
olarak %31 yükselterek daireyi tamamlayıp teslim etmesi için kendisine bu
miktarı ver-mem gerektiğini ileri sürüyor; acaba satıcının bu davranışı caiz
midir?
Cevap: Anlaşma yapılırken son ve kesin fiyat belirlenmemişse
ve fiyat, teslim gününün fiyatı göz önünde bulundurularak belirlenmeye
bırakılmışsa satış batıl olur ve satıcı muameleyi uygulamaktan kaçınabilir ve istediği
fiyata satmakta serbesttir. Satıcı ve alıcının kesin fiyatı malın teslim
gününün fiyatına bakarak belirlemek üzere anlaşmaları ve razı olmaları satış
muamelesinin doğru olması için yeterli değildir.
Soru 438: Bir plastik fabrikasının beşte birini belli
bir meblağ karşılığında satın alarak satıcıya parasının dörtte birini nakit
olarak ödedim; diğer üç bölümü için de her biri fiyatın dörtte biri meblağında
olan üç adet çek verdim. Fakat fabrika, ödenen nakit para ve çekler satıcının
elinde bulunmaktadır. Acaba bu satış şer'an gerçekleşmiş olur mu ve acaba
satıcıdan fabrikanın kârından kendi payıma düşeni isteyebilir miyim?
Cevap: Alış verişin sıhhatinde malı teslim almak ve
paranın tamamını satıcıya vermek şart değildir. Fabrikanın beşte biri eğer
şer'î sahibinden, vekilinden veya velisinden satın alınmış ve muamele sahih bir
şekilde gerçekleşmişse fabrikanın beşte biri müşterinin mülkü olur ve ona
mülkiyet hakları uygulanır; dolayısıyla alıcı fabrikanın kârından hissesine
düşeni isteyebilir.
Soru 439: Bir şahıs kendisine ait meyve bahçesini
başka birine satıyor ve hayatta olduğu müddetçe o bahçenin menfaatlerinin
kendisine ait olmasını şart koşuyor. Acaba bu satış belirlenmiş şartla sahih
midir?
Cevap: Şer'an ve örfen malî bir değeri olan ve yararlanılabilen
(bu yararlanma istisna tutulan sürenin bitmesinden sonra da olsa) bir şeyi
belli bir süreye kadar menfaati istisna olmak şartıyla satmanın sakıncası yoktur.
Fakat menfaatlerin belirlenmeyen bir süreye kadar istisna edilişi, malın veya
bedelinin bilinmemesine sebep olursa garer [belirsizlik ve aldatma] nedeniyle satış
batıl olur.
Soru 440: Eğer akit zımnında (anlaşma kapsamında),
satıcının satılan şeyi belirtilen zamanda teslim etmemesi durumunda müşteriye
belli bir meblağı geciktirme karşılığında vermesi şart koşulursa, satıcının bu
şarta uyması şer'an gerekli midir?
Cevap: Mezkur şartın hiçbir sakıncası yoktur. Dolayısıyla eğer satıcı sattığı şeyi zamanından geç teslim ederse
şarta uyması farzdır ve müşteri de satıcıdan şarta uymasını isteyebilir.
Soru 441: Bir şahıs ticarî mağazasını, damı kendi
mülkünde kalması ve üzerinde bina yapma hakkı olması şartıyla satarsa; acaba bu
şart ortada iken ve bu şart olmadığı taktirde bu mağazayı satmayacağı bilinmesine
rağmen, acaba müşterinin o mağazanın damı üzerinde bir hakkı var mı?
Cevap: Satışta mağazanın damı istisna tutulmuşsa müşterinin
onda hiçbir hakkı yoktur.
Soru 442: Bir şahıs binası henüz tamamlanmayan bir ev
satın alırken satıcıya evin tapusunu kendi adına geçirmesi karşılığında bir şey
istememesini şart koşmuştur. Ancak satıcı şimdi senedi alıcının adına geçirmesi
karşılığında bir meblağ istemektedir; acaba satıcının böyle bir hakkı var mıdır
ve alıcının istenen meblağı ödemesi gerekli midir?
Cevap: Satıcının sözleşme sırasında kabul ettiği taahhütleri
yerine getirerek malı alıcıya teslim etmesi ve senedi alıcının adına geçirmesi
zorunludur; satıcı alıcıdan sözleşmede kaydedilenden fazlasını isteyemez. Ancak
satıcının müşterinin isteği üzerine örfen değeri olan ek bir işlem yapması ve
bu ek uygulamanın sözleşme sırasında öngörülmemiş olması müstesnadır.
Soru 443: Bir arsa belli bir fiyata satılarak parası
tam olarak satıcıya teslim ediliyor. Ancak sözleşme esnasında resmî belgeyi
müşterinin adına geçirmesi karşılığında satıcıya belli bir meblağ vermesi şart
koşuluyor ve bütün bunlar gayriresmî sözleşme belgesinde kaydediliyor. Fakat
satıcı resmî belgeyi müşterinin adına geçirmesi karşılığında müşteriden
sözleşmede kaydedilen miktardan fazlasını talep ediyor; acaba satıcının buna
hakkı var mıdır?
Cevap: Alış veriş şer'an sahih bir şekilde tamamlandıktan
sonra satıcının satış sözleşmesine uyması ve satış anında müşteri lehine
taahhüt ettiği şeyleri yerine getirmesi farzdır ve satıcının müşteriden taahhüt
ettiğinden fazlasını istemeye hakkı yoktur.
Soru 444: Satıcı ve müşteri satış sözleşmesi düzenlerken
muameleden vazgeçmeyeceklerine dair taahhütte bulunurlar ve "Müşteri
sözleşmeyi imzaladıktan sonra muameleyi uygulamaktan vazgeçerse satıcıya vermiş
olduğu kaparoyu isteme hakkına sahip değildir ve bu sözleşmenin imzalanmasından
sonra eğer satıcı vazgeçerse aldığı bu kaparoyu geri verecek ve tazminat olarak
müşteriye belli bir meblağ ödeyecektir." şeklinde bir madde eklerler
sözleşmeye. Bu durumda tarafların muhayyerlik veya muameleyi mezkur şart üzere
bozabilmeyi şart koşması sahih midir? Acaba tarafların bu yolla kazandıkları
mal helâl midir?
Cevap: Mezkur şart, feshetme yetkisi (hıyâr) veya
muameleyi bozma şartı (ikâle) değildir; bu şart, muameleden vazgeçme
karşılığında verilmesi gereken meblağın şartıdır. Sözleşme sırasında
zikredilmeyen bu gibi şartların, sırf sözleşme metninde yer alması ve imzalan-mış
olmasının hiçbir etkisi yoktur. Fakat sözleşme yapılırken zikredilirse veya
imzalanırken bu şarta dayandırılırsa bu durumda sahihtir ve ona uyulması
şarttır; bu yolla alınan malın da sakıncası yoktur.
Soru 445: Satış sözleşmelerinde bazen şu ibaretler
yazılıyor: "Taraflardan biri muameleyi tek taraflı bozarsa karşı tarafa
tazminat olarak falan meblağı ödemesi gerekir." Birincisi; bu ibare
muhayyerlik şartı sayılır mı? İkincisi, böyle bir şart sahih midir? Üçüncüsü,
eğer şart batılsa, acaba akit de batıl olur mu?
Cevap: Bu şart muhayyerlik şartı değildir; bu şart,
muameleyi tamamlamadan vazgeçilirse ödenmesi gereken meblağın şartıdır. Bu şart
eğer lâzım (=bağlayıcı)
bir akit zımnında koşulursa veya akit bunun
üzerine yapılırsa bunun sakıncası yoktur. Ancak malın bedelini (değerini)
etkileyen böyle şartlar için belli bir zamanın tayin edilmesi gerekir. Aksi durumda
batıl olur ve malın bedelinin belli olmayışına neden olursa akdin de bozulmasına
sebep olur.
Soru 446: Bazıları gayrimenkul mülklerini, sattıkları
fiyattan daha yüksek bir fiyatla aynı müşteriden satın almak şartıyla
satıyorlar; acaba bu satış sahih midir?
Cevap: Formalite icabı yapılan bu tür satış, faizli
borç alınması için bir hile ve vesile olmasından dolayı haram ve batıldır.
Ancak gerçekten mülkünü şer'an sahih bir şekilde satarsa ve sonra o yeri müşteriden
aynı paraya veya daha fazlasına peşin veya veresiye olarak satın almak isterse,
bunun sakıncası yoktur.
Soru 447: Bazı kişiler tüccarların vekili olarak akreditif
ödeme yöntemiyle yurt dışından mal ithal etmekte, daha sonra yine aynı vekâletle
belgeler karşılığında malın bedelini bankaya ödemektedirler. Bu işleri takip ve
sonuçlandırma karşılığında önceden kararlaştırıldığı ü-zere belli bir komisyon
almaktadırlar. Acaba bu muamele sahih midir?
Cevap: Tüccarın kendisi için eşya ithal etmesi, sonra
onu belli bir kârla başka birine satmasının sakıncası yoktur. Bunun gibi,
ticarî malı talep eden kişiye bedeli belirlenmiş cüâle[20]
(ödül) sözleşmesi yöntemiyle ve malın değerine oranla belirlenmiş komisyon karşılığında
ithal etmesinin sakıncası yoktur.
Soru 448: Eşimin ölümünden sonra ev eşyalarından
bazılarını sattım ve üzerine bir miktar para ekleyerek başka eşyalar satın
aldım. Acaba bu eşyaları ikinci eşimin evinde kullanmam caiz midir?
Cevap: Eğer satmış olduğunuz eşyalar sizin malınız idiyse,
bu durumda onların parasıyla satın aldığınız şey de sizin malınız olur. Aksi
takdirde o malların satışının doğru olup olmadığı öteki mirasçıların iznine
bağlıdır.
Soru 449: Bir kimse, belediyeden inşaat ruhsatı almadan
bina yapan bir kişiden ticarî bir yer kiralıyor. Belediye ise orada imar
kanunlarına aykırı davranıldığı için ceza ödenmesini istiyor. Acaba bu cezayı kiracı
mı, yoksa ruhsatı olmadan orada bina yapan ticaret yerinin sahibi mi ödemelidir?
Cevap: Cezayı iş yeri yapımında imar kanunlarına
aykırı hareket eden yerin sahibi ödemelidir.
Soru 450: Bir kişiden bir mülk satın aldım ve onu
başka birine sattım. Ancak satıcı benden satış sözleşmesi belgesini aldıktan
sonra aynı yeri başka birine sattı. Onun, benden satış sözleşmesini geri
aldığını ispatlayamayacağımı sanıyorum, acaba benim yaptığım muamele mi
sahihtir, yoksa onun muamelesi mi?
Cevap: Eğer satın alma işlemi, sahibinden şer'an sahih
bir şekilde gerçekleşmiş ise malın yetkisi müşteriye aittir ve onun aldığı malı
istediği kişiye satması sahihtir ve birinci satıcının o yeri satmak gibi bir tasarruf
hakkı yoktur. Birinci satıcının o mülkü yeniden başka birine satması fuzulî
(geçersiz) olup doğruluğu birinci müşterinin iznine bağlıdır.
Soru 451: Arazimden bir bölümünü parasının tamamını
verdiğinde yeğenime satacağıma dair söz verdim. Fakat bazı idarî sorunlar nedeniyle araziyi satmadan önce tapusunu onun
adına geçirdim. Onun kendisi de arazinin sahibi olmadığını itiraf ediyordu.
Ancak bir süre sonra tapunun kendi adına oluşuna dayanarak araziyi teslim
etmemi istedi, acaba onun isteğini kabul etmek zorunda mıyım?
Cevap: Satın aldığını iddia eden kişi, satın alma işleminin
şer'an sahih bir şekilde gerçekleştiğini ispatlamadığı sürece o arazide hiçbir
hakkı yoktur ve tapu belgesi kendi adına geçirildiğinde açıkça arazinin sahibi
olmadığını ikrar ettiği farz edilirse tapu belgesine istinat edemez.
Soru 452: Bir şahsa ait özel arsayı elde eden dairemizin
kooperatif şirketi onu dairedeki memurlar arasında dağıtmıştır. Kooperatif
şirketi dairedeki memurlardan aldığı parayı arsa sahibine verdiğini ve böylece
onun rızasını aldığını iddia ediyor. Ancak memurlardan bazıları, şahsen arsa
sahibinin razı olmadığını kendisinden duyduklarını söylüyorlar. Şimdi bu arsa
üzerinde bir ca-mi ve etrafında birtakım evler yapılmıştır. Bunları göz önünde
bulundurarak aşağıdaki soruları
cevaplar mısınız?
a) Arsa
üzerindeki cami alanı ve yapımının devamı için arsanın sahibinden izin almaya
gerek var mı?
b) Arsada
kendilerine ev yapan memurların arsayla ilgili sorumlulukları nedir?
Cevap: Arsayı sahibinden satın almakla görevlendirilen
kooperatif şirketi temsilcilerinin sahih bir yolla muamele yaptıkları ve arsa
sahibinin rızasını elde ettikleri tespit edilirse, onların o arsayı sahibinden
satın almalarının sıhhatine hükmedilir; ve yine onlar arsayı me-murlar arasında
taksim ederken arsayı sahibinden şer'î bir yolla aldıklarını söylemişlerse
onların yalan söyledikleri ispatlanmadıkça sözlerinin ve arsayı dağıtmaları-nın
sıhhatine hükmedilir ve bu iş geçerli kabul edilir. Bu durumda mezkur şirketten
o arsayı satın alanların ar-sada tasarruf etmelerinin sakıncası yoktur. Yine o
arsayı ortaklaşa satın alanların izniyle o arsada bir cami inşa etmenin de
sakıncası yoktur.
Soru 453: Bir şehit eşinden otomobil satın almada
şehit evlâtlarına tanınan özel hakkı kullanması istenir. Şehit eşi de
çocuklarının kayyımı olması dolayısıyla buna
muvafakat eder. Ancak otomobil satın alındıktan son-ra şehit çocukları
otomobilin kendilerine tanınan özel hakla satın alındığını ileri sürerek
otomobilin kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlar; acaba onların bu iddiası
kabul edilir mi?
Cevap: Otomobil satıcısı eğer onu otomobili satın alma
özel hak belgesi karşılığında da olsa bizzat müşterinin kendisine satmış ise ve
müşteri de o otomobili kendisi için ve kendi malıyla satın almış ise, bu durumda
otomobil onun malıdır. Ancak bu durumda aziz şehit ailesine verilen özel hakkın
malî değerini onlara ödemekle yükümlüdür.
Soru 454: Bir arsayı sahibinden vekâletle aramızda
yazmış olduğumuz adî bir belgeyle birisine satarak parasının bir bölümünü aldım
ve paranın geri kalan bölümünü teslim aldıktan sonra arsanın tapusunu müşterinin
adına geçirmek taahhüdüyle anlaştık. Fakat müşteri paranın geri kalan kısmını
ödemeyince tapu belgesi müvekkilimin adına kaldı ve şimdiye kadar da noterlikte
müşterinin adına geçirilmedi. Bu müddet içerisinde müşteri kanunî ruhsatı
olmaksızın bu arsa üzerinde birkaç dükkan inşa etti ve faaliyete geçirdi. Bu
nedenle bu yere beklenmedik bir oranda vergi geldi; bu cümleden kira vergisi ve
kooperatif vergisi ödenmesi gerekmektedir. Oysa on iki yıl önce aramızda yazmış
olduğumuz resmî olmayan bir belgeyle sattığım bu yer satış anında boş bir
arsaydı. Ayrıca satış belgesinde, tapu müşterinin adına geçirilirken bütün
ödemelerin müşteriye ait olduğu açıkça kaydedilmiştir; bu durumda mezkur
vergiler şer'an satıcının mı üzerinedir, yoksa alıcının mı?
Cevap: Arsaya arsa olması dolayısıyla veya satılması
nedeniyle gelen bütün vergiler ve ödemeler satıcının üzerinedir ve o arsa
üzerinde yapılan binalara veya o bi-nalar nedeniyle arsaya gelen bütün vergiler
ve ödemeler de orada ticarî yerler inşa eden müşteriye aittir. Eğer sözleşme
esnasında masrafların taraflardan biri tarafından karşılanacağı şart
koşulmuşsa, şarta uygun olarak davranılmalıdır.
Soru 455: Bir şahıs bir bölümü nakit ve bir bölümü de
taksitli olmak üzere fiyatta, satış şartlarında ve taksitler konusunda
satıcıyla anlaştıktan sonra bir daire satın alıyor. Daha sonra o daireyi satın
aldığı şartlarla ve geri kalan taksitleri ödemesi kaydıyla başka birine satıyor.
Bu durumda birinci satıcının önceki muamele ve anlaşmanın şartlarından
vazgeçmesi caiz midir?
Cevap: Satış gerçekleştikten sonra satıcı ne satıştan
ve ne de satış şartlarından vazgeçemez. Ve yine müşterinin satın aldığı şeyin
parasının taksitlerini ödemeden önce başka birine satmasının da sakıncası
yoktur. Fakat müşteri ödemesi gereken taksitleri satıcı kabul etmediği takdirde
ikinci müşteriye havale edemez, ancak satıcı kabul ederse bunun da sakıncası
yoktur.
Soru 456: Mağazalardan birinde kur'a çekimi yöntemiyle
bir televizyon satışa sunuldu. Bu çekilişe benimle birlikte 130 kişi katıldı.
Bunların arasından kur'a benim adıma çıktı ve televizyonu ben satın aldım. Acaba
bu durumda bu muamele sahih midir ve benim bundan yararlanmam caiz midir?
Cevap: Eğer kur'a sizin adınıza çıktıktan sonra satın
almış iseniz bu muamele doğrudur ve satın aldığınız o şeyden yararlanmanızın
bir sakıncası yoktur.
Soru 457: Bir şahıs kendine ait bir arsayı birine satıyor.
Müşteri de, onu üçüncü bir kişiye satıyor. O arsa üzerinde yapılan her
muameleye, kanun uyarınca birtakım devlet vergileri taalluk ediyor. Bu durumda
acaba satıcının satılan arsayı birinci müşterinin adına geçirmesi ve onun da onu
ikinci müşterinin adına geçirmesi farz mıdır, yoksa onun satılan arsayı birinci
müşteriyi muamele vergilerinden kurtarmak için doğrudan ikinci müşterinin adına
geçirmesi caiz midir? Eğer arsayı birinci müşterinin adına geçirirse, ondan
alınan vergilerin zararından sorumlu olur
mu? Ve acaba satıcının birinci müşterinin,
satılan arsayı doğrudan ikinci müşterinin adına geçirmesine dair isteğini
yerine getirmesi şart mıdır?
Cevap: Birinci satıcı satılan arsayı, kanuna aykırı
olmadıkça birinci müşteri veya ikinci müşterinin adına geçirmekte muhayyerdir.
Birinci satıcı müşteriden arsa satımında kanuna uygun hareket etmede ona uyum
sağlamasını isteyebilir. Eğer satıcı arsayı birinci müşterinin adına geçirirse,
birinci müşteriden alınan vergilerin sorumluluğu ona ait değildir. Ve yine
satıcı birinci müşterinin, arsayı doğrudan ikinci müşterinin adına geçirmesine
dair isteğini kabul etmek zorunda değildir.
1- Alış Veriş Meclisinde Muhayyerlik
Soru 458: Bir şahıs bir binayı satın alıyor ve satıcıya
kaparo olarak bir meblağ veriyor. Üç saat sonra satıcı muameleyi feshediyor ve
binayı müşteriye teslim etmekten vazgeçiyor, bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Satıcının bu feshetme işlemi satışın yapıldığı
meclis (toplantı veya oturum) dağıldıktan sonra ve şer'-an feshetme
muhayyerliğine sebep olacak bir gerekçe bulunmaksızın gerçekleşmişse batıldır
ve bu fesih herhangi bir sonuç doğurmaz. Aksi durumda feshin sıhhat ve geçerliliğine
hükmedilir.
Soru 459: Resmî dairelerin mülkü müşterinin adına kaydetmekten
sakınmaları, müşteri için feshetme hakkı doğurur mu?
Cevap: Sözleşme yapıldıktan sonra satılan eşyanın
resmen başkasına intikalinin yasak olduğu anlaşılırsa ve bu da örfen bir kusur
sayılırsa, bu durum müşteri için muhayyerlik hakkının doğmasına sebep olur.
Soru 460: Muamele
esnasında tapuyu müşterinin adına geçirmenin resmen yasak olması ve müşterinin
de bunu bilmesi, muamelenin batıl olmasına sebep olur mu?
Cevap: Bu durum, satışın batıl olmasına sebep olmaz ve farz edilen durumdaysa müşteriye feshetme hakkı
da doğmaz.
Soru 461: Bir şahıs bir kimseden belli bir fiyata bir
ev satın alıyor ve evin değeri olan parayı ödemeyi taahhüt ediyor. Geciktirme
şartı konulmayan bu muamelede müşteri parayı ödememiştir. Muamelenin üzerinden
iki yıl geçmesine rağmen satıcı evi müşteriye teslim etmemiştir; acaba böyle
bir muamele batıl sayılır mı?
Cevap: Müşterinin sırf parayı satıcıya ödemeyi ve satın
aldığı şeyi ondan teslim almayı geciktirmesiyle, müşteri bunu satıcıya şart
koşmamış bile olsa muamele batıl olmaz; fakat
böyle bir muamelenin üzerinden üç gün geçtikten sonra satıcının feshetme
muhayyerliği vardır.
Soru 462: Bir şahsa yaptığımız satış sözleşmesiyle bir
daire sattım ve tapuyu onun adına geçirmem için belirlenen günde noterliğe
gelip paranın geri kalan kısmını ödemediği takdirde muameleyi feshederek
daireyi günün fiyatına başka birisine satmaya hakkım olmasını şart koştum.
Müşteri kararlaştırılan günde noterliğe gel-meyince ben de muameleyi feshettim
ve daireyi başka birisine sattım; acaba ikinci muamele şer'an sahih midir?
Cevap: Akd-ı lâzım[22]
sırasında tarafların kabul ettiği şarta uygun olarak muameleyi feshetmenin ve
feshettikten sonra onu ikinci kez başka birine satmanın sakıncası yoktur.
Soru 463: Arsa satıcısı müşteriye arsanın belli bir
yüz ölçümde olduğunu söyleyerek alanını belirtir ve satış sözleşmesi bunun
üzerine düzenlenirse; sonra müşteri arsa alanının satıcının söylediğinden çok
daha az olduğunu anlarsa, acaba bu muamele şer'an sahih midir? Acaba müşterinin
feshetme hakkı var mıdır?
Cevap: Müşteri eğer arsayı
görür ve arsanın yüz ölçümüyle ilgili olarak satıcının sözüne güvenerek bu arsayı
satın alırsa, muamele sahihtir; fakat vasfedildiği, tanımlandığı aksine çıktığı
için müşterinin feshetme hakkı vardır. Ama o arsanın alanının belli bir
miktarda olduğunu sanarak her metre karesini belli bir fiyata satın alır ve
daha sonra alanın az olduğu anlaşılırsa mevcut alanla ilgili muamele sahihtir;
bu durumda müşteri satıcıdan arsanın eksik olan miktarının parasını isteyebileceği
gibi muameleyi feshederek paranın tamamını da geri alabilir.
Soru 464: Müşteri eğer satın aldığı şeyin değerini taahhüt
ettiği vakitte ödemeyerek geciktirirse ve bu arada malın değeri sözleşme gününe
oranla artarsa, acaba bu durum satıcı için hıyâr-ı gabn (aldatmaktan kaynaklanan
muhayyerlik) veya hıyâr-ı te'hir (geciktirmekten kaynaklanan muhayyerlik) hakkı doğurur mu?
Cevap: Gabin muhayyerliğinin doğmasında ölçü,
satış gününde adilane fiyata oranla aldatılmanın meydana gelişidir; yani eşyayı
satış günü fiyatından müsamaha edilmeyecek miktarda daha azına satarsa gabn söz
konusu olur. Fakat akit gerçekleştikten sonra fiyatın yükselişi muhayyerliğe
sebep olacak gabinin ölçüsü değildir. Ve yine malın değerini ödemeyi
geciktirmek satıcıya muhayyerlik hakkı doğurmaz.
Soru 465: Belli bir paraya bir arsa sattım. Sonra birisi
bana, "Sen aldatılmışsın" dedi. Acaba bununla gabin muhayyerliğine
sahip olur muyum?
Cevap: Satış
gününde, haberiniz olmadan arsayı değerinden göz yumulamayacak kadar ucuza
sattığınız kesinleşmezse, sizin için gabin muhayyerliği hakkı doğmaz.
Soru 466: Bir şahıs belirlenmiş yüz ölçümde bir arsa
satar ve bir müddet sonra satılan arsanın gerçek alanının parasını aldığı
miktardan fazla olduğu anlaşılırsa, acaba arsanın fazla miktarını talep etmeye
hakkı var mıdır?
Cevap: Arsanın tamamını belli bir alan miktarında
olduğunu sanarak belli bir değere sattıktan sonra alanının fazla olduğu ortaya
çıkar ve bu nedenle fiyatının, sattığı değerden daha fazla olduğu anlaşılırsa,
gabin muhayyerliğinin gerçekleştiğinden dolayı feshetme hakkı doğar. Fakat
arsanın her metre karesini belli bir fiyata satarsa, bu durumda satıcı,
müşteriden fazla alanın değerini isteyebilir.
Soru 467: Eğer iki kişi arasında bir muamele gerçekleşir
ve bu muamelede müşterinin aldatılıp aldatılmadığını anlaması için satılan
şeyin parasını ödemeyi bir süre geciktirmesi şart koşulursa, böyle bir muamele
şer'an sahih midir? Eğer sahih ise bu durumda müşterinin feshetme hakkı var
mıdır?
Cevap: Aldatılıp aldatılmadığını anlamak kastıyla da
olsa, malın değerini ödemeyi belli bir zamana kadar geciktirmek şartıyla
muamele yapmanın sakıncası yoktur. Fakat açık bir aldatma olduğu kesinleşmediği
takdirde feshetme hakkı yoktur.
Soru 468: Aldatılan tarafın gayrimüslim olması durumunda
aldatmaya dayalı muamelenin hükmü nedir?
Cevap: Gabin (aldatılmış olma) muhayyerliğine sahip
olmada Müslümanla gayrimüslim arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 469: Bir şahsa bir ev sattım. Parayı verip evi teslim
aldıktan sonra kendisinin aldatıldığını söyleyip muameleyi feshetti. Fakat bu
arada çeşitli bahanelerle evi boşaltmaktan ve bana vermiş olduğu parayı geri
almaktan kaçınmaktadır. Aradan iki yıl geçtikten sonra muameleyi evin yarısında
feshettiğini iddia ederek şimdi benden parasının yarısını geri vermemi istiyor.
Onun al-datıldığını iddia ettiğini ve aldatılmasından dolayı muameleyi
feshettiği göz önünde bulundurulursa şer'an evin yarısına sahip olduğunu iddia
etmesi caiz midir?
Cevap: Alıcı, aldatıldığı kesinlik kazandığında, satılan
şeyin ancak tamamı üzerinde alış verişi feshedip karşı tarafa ödediği malını
geri isteyebilir. Yoksa muameleyi satılan şeyin sadece bir bölümü üzerinde feshetme
veya ödediği miktardan fazla bir meblağ isteme hakkı yoktur.
Soru 470: İki kişi arasında gerçekleşen bir muameleyle
ilgili adî (resmî olmayan) bir belge düzenlenmiş ve sözleşmede taraflardan
pişman olan kişinin karşı tarafa belli bir meblağ ödemesi şart koşulmuştur.
Taraflardan biri eğer muamelede aldatılmasından dolayı muameleden pişman
olursa; acaba muameleyi feshetmeye hakkı var
mıdır? Ve eğer aldatılmasından dolayı sözleşmeyi fes-hederse muamelede
koşulan şarta uyması gerekir mi?
Cevap: Sözleşmede muameleyi uygulamaktan vazgeçen tarafın
karşı tarafa belli bir meblağ ödemesini şart koşmak veya sözleşmeyi bu şarta
dayalı olarak gerçekleştirmek sahihtir ve bu şarta uymak farzdır; ancak bu
gabin muhayyerliğinden dolayı muameleyi feshetme yetkisinin doğduğu durumları
kapsamaz.
Soru 471: Bir evi satın aldıktan bir hafta sonra bu
muamelede aldatıldığım anlaşıldı ve muameleyi feshet-mek için satıcıya müracaat
ettim. Fakat satıcı muameleyi feshetmeyi ve parayı geri vermeyi kabul etmeyince
ev benim elimde ve tasarrufumda kaldı. Ancak daha sonra evin fiyatı artınca
satıcı benden muameleyi bozmamı ve evi boşaltmamı istedi. Ben kendisine ödediğim
meblağdan fazlasını bana vermeye muvafakat göstermedikçe onun bu isteğini
reddedeceğimi söyledim ve o da fazla para vermekten çekindi. Acaba muamelede aldatıldığım
anlaşılınca muameleyi feshetmek için sırf satıcıya müracaat etmem veya verdiğim
paradan fazla bir meblağ karşısında muameleyi feshetmeyi kabul etmem fesih
sayılır mı?
Cevap: Feshetme muhayyerliği olan bir kişinin sırf
muameleyi feshetmek konusunda konuşmak için satıcıya müracaat etmesi veya ondan
verdiği paradan fazla bir meblağ almak karşısında satın aldığı şeyi geri vermeye
rıza göstermesi, muameleyi feshetmek sayılmaz. Fakat feshetme muhayyerliği olan
kimsenin muameleyi feshetmesi karşı tarafın muvafakat göstermesine ve satın
alınan malı satıcıya geri vermeye bağlı olmadığından, aldatıldığınızı
anladığınız vakit gerçekten muameleyi feshetmiş iseniz, şer'an bu feshiniz
sahihtir ve ondan itibaren o eve sahip değilsiniz; evden el çekmeniz ve onu satıcıya
geri vermeniz şarttır.
Soru 472: Biri, bir malı muhayyerlik satışıyla bir adama
satıyor; acaba malı müşteriye teslim etmeden önce onun veya müşterinin bu malı
başkasına satması caiz midir?
Cevap: Muhayyerlik satışı gerçekleştikten sonra
muamele feshedilmediği sürece satılan mal müşterinindir; dolayısıyla satıcının
birinci muameleyi feshetmemişse o malı başka birine satmaya hakkı yoktur. Ancak,
muhayyerlik süresi içerisinde satıcı muameleyi feshetmemişse müşteri muhayyerlik
süresi bittikten sonra malı teslim almamış olsa bile, başka birine satabilir.
Soru 473: Bir şahıs parasını iki ay içerisinde ödemek
şartıyla bir kimseden bir şey satın almış ve bu zaman içerisinde müşterinin
muameleyi feshetme muhayyerliğinin olması şartı koşulmuştur. Fakat müşteri muamele
tarihinden yedi ay sonra malı satıcıya iade etmiştir. Satıcı ise muvafakat
edilen zaman içerisinde muamele feshedilmiş olsaydı, malı başka birine
satabileceği ve onun parasını bazı ticaretlerde kullanabileceğini ve feshi
geciktirmesi nedeniyle zarara uğradığını ileri sürerek malın bedelinden belli
bir yüzde azaltmak şartıyla kabul etmiştir.
Bu
konuda sorum şudur:
Acaba muhayyerlik süresi bittikten sonra müşterinin muameleyi feshetmeye hakkı
var mı ve satıcının bunu kabul etmesi farz mıdır? Ve acaba satıcının feshi
kabul etmek için paranın belli bir yüzdesini azaltmayı şart koşmaya hakkı var
mı?
Cevap: Muhayyerlik süresi bittikten sonra muhayyerlik
hakkı olan kimse muameleyi feshedip malı satıcıya iade edemez ve satıcıyı feshi
kabul etmeye zorlayamaz; ancak tarafların sözleşmeyi bozmak ve malı geri almak
üzere anlaşmaları caizdir. Fakat satıcı sözleşmeyi bozmayı meblağdan belli bir
oranda azaltma şartına bağlı kılamaz; eğer parayı azaltma şartıyla sözleşmeyi
bozarsa bu batıldır.
Soru 474: Satıcı ve müşteriden birinin muameleyle
güttüğü amaç ve hedefinin gerçekleşmediği gerekçesiyle muameleyi feshetmesi
caiz midir?
Cevap: Amaç ve hedefin gerçekleşmemesi sözleşme esnasında
şart olarak zikredilmemiş veya sözleşme bu amaca dayalı olarak yapılmamışsa
şer'an feshetme muhayyerliği doğurmaz.
Soru 475: Mağazamı adî (resmî olmayan) bir belgeyle birtakım
şartlarla sattım. Bu şartlardan biri de müşterinin oraya ait vergileri ödemesiydi.
Fakat şimdiye kadar müşteri bu vergileri ödememiştir; acaba bu durumda
muameleyi feshetme hakkına sahip miyim?
Cevap: Eğer sözleşme esnasında müşteri vergileri
ödemediği takdirde satıcının satış sözleşmesini feshetme hakkına sahip olduğu
açıkça şart koşulmuşsa veya sözleşme buna dayandırılarak yapılmışsa satıcı muameleyi
feshedebilir.
Soru 476: Bir kimse devlet, tapu belgesini kendisine
vermediği veya arsanın belediyenin şehir planlama projesinde yıkımı öngörüldüğü
anlaşıldığı takdirde muameleyi feshetme hakkı saklı olmak şartıyla bir arsayı satın
aldıktan sonra arsa üzerinde inşaat ruhsatı alamadığından, şimdi satıcıdan
muameleyi feshedip parasını geri vermesini istiyor; fakat muameleyi feshetmek
için satıcıya, belediye o günden itibaren iki yıla kadar o arsada inşaat
ruhsatı verirse önceki fiyata satmasını şart koşuyor; acaba müşterinin satıcıya
böyle bir şart koşması sahih midir?
Cevap: Müşteri, sözleşme esnasında tarafların kabul
ettiği şartlar gereğince muameleyi feshedip satıcıdan parayı isteyebilir. Ancak
feshetme esnasında satıcı aley-hine hiçbir şeyi şart koşamaz.
Soru 477: Müşterinin satıcı lehine kabul ettiği belli
şartlarla, bir satış sözleşmesi gerçekleşmiş ve müşteri satıcıya muamele
değerinden bir bölümünü, kaparo olarak vermiştir. Fakat muamelenin diğer
şartlarına uymaktan kaçınmaktadır. Acaba buna rağmen müşterinin şer'an satıcıyı
muameleyi tamamlamaya zorlamaya hak-kı var mıdır?
Cevap: Satıcı, şarta aykırı hareket edilmesinden dolayı
muameleyi feshetmemişse müşteriye karşı sözleşmeye uymalıdır. Fakat müşterinin
bazı şartlara aykırı hareket etmesi nedeniyle de olsa satıcının muameleyi
feshetme hakkına sahipse satışı feshedebilir ve bu durumda müşteri, satıcıyı
aldığı parayı iade etmesi dışında hiçbir şeye zorlayamaz.
Soru 478: İnsanın hakkını istememesi veya örneğin iki
yıl kadar geciktirmesi şer'an hakkının düşmesini gerektirir mi?
Cevap: Sırf hakkı istememek veya bir süreye kadar
geciktirmek, hakkın düşmesine sebep olmaz; ancak hakkın kendisinin belli bir
zamanla sınırlı olması durumu müstesna.
Soru 479: Bir kimse bir mülkü parasının bir miktarı
veresiye olmak üzere belirlenen bir fiyata satıyor. Paranın nakit bölümünü alıp
malı müşteriye teslim ettikten sonra başka bir kimse aynı malı daha fazla bir
fiyata satın almak istiyor. Bu durumda satıcının, malı daha fazla fiyata,
ikinci müşteriye satmak için birinci muameleyi feshetmesi caiz midir?
Cevap: Satış sahih bir şekilde gerçekleştikten sonra
satıcının sözleşmeye bağlı kalması ve ona uyması farzdır. Ve satıcının belli
bir muhayyerlik gereğince feshetme hakkı olmadıkça muameleyi feshedip malı yeniden
başka birine satması caiz değildir.
Soru 480: Bir şahsa parasını dört yıl içerisinde ödemesi
şartıyla bir arsa sattım. Fakat sözleşme anından itibaren satıştan pişman oldum
ve bir yıl sonra müşteriden arsayı bana geri vermesini istedim. Müşteri de geri
vermekten kaçındı. Acaba bu muameleden vazgeçmenin bir yolu var mı?
Cevap: Sözleşmeden sonra sırf satıştan pişman olmak
şer'an hiçbir sonuç doğurmaz. Dolayısıyla satış sahih bir şekilde
gerçekleştikten sonra malın müşteriye intikali şer'an geçerlidir ve satıcı
müşteriden malı geri vermesini isteyemez. Ancak satıcının muhayyerlik sebeplerinden
biri nedeniyle feshetme hakkı varsa muameleyi feshedebilir.
Soru 481: Bir kimse resmî ifrazlı arsasını bütün muhayyerlikleri
düşürerek adî bir belgeyle satıyor. Fakat resmî tapunun kendi adına olmasından
yararlanarak onu ikinci kez başka birine satıyor; acaba satıcının ikinci satışı
sahih midir?
Cevap: Arsanın satışı bütün muhayyerlikler düşürülerek
sahih bir şekilde gerçekleştikten sonra satıcının arsayı ikinci bir kez başka
birine satmaya hakkı yoktur; satıcının ikinci satışı fuzulî olup geçerliliği
birinci müş-terinin iznine bağlıdır.
Soru 482: Bir şahıs fabrikadan tedricen ve birkaç defada
teslim almak üzere bir miktar çimento satın almış ve çimentonun parasının
hepsini fabrikaya ödemiştir. Müşteri fabrikadan satın aldığı çimentodan bir
miktarını teslim aldıktan sonra piyasada çimentonun fiyatı büyük oranda artış gösteriyor.
Bu durumda fabrika muameleyi feshedip geri kalan malı teslim etmekten vazgeçebilir
mi?
Cevap: Satış ister nakit, ister veresiye ve ister selem[23]
olsun şer'an sahih bir şekilde gerçekleştikten sonra satıcı şer'î
muhayyerliklerden birine sahip değilse muameleyi tek taraflı feshetme hakkına
sahip değildir.
Soru 483: Satıcıya parasının bir bölümünü nakit olarak,
geri kalan bölümünü ise belli bir süreye kadar ödemek kaydıyla ve üç aya kadar
resmen benim adıma geçirilmesi şartıyla adî bir satış belgesiyle bir ev satın
aldım. Ancak paranın geri kalanını belirlenen sürede satıcıya ödeyemedim;
satıcı da buna itiraz etmedi. Nihayet dört ay sonra geri kalan parayı verip evi
teslim almak için satıcıya müracaat ettiğimde satıcı evi teslim etmekten
kaçınarak muameleyi belirlenmiş süre sonunda feshettiğini ileri sürdü. Acaba bu
durumda sırf geri kalan parayı zamanında ödeyemediğim için onun muameleyi
feshetme hakkı var mıdır? Satıcının benden aldığı parayı muameleyi feshettikten
sonra geri vermediği, evi kiraya verip kirasını aldığı göz önünde bulundurulduğunda
hüküm nedir?
Cevap: Evin değeri olan meblağın bir bölümünün sırf
kararlaştırılmış zamanda satıcıya ödenmemesi, satıcı için muhayyerlik hakkı
doğurmaz. Dolayısıyla eğer ev, şer'an sahih bir şekilde satın alınmış, fakat
satıcının tasarrufunda kalmışsa ve satıcı da feshetme hakkı olma-dan evi kiraya
vermişse satıcının yapmış olduğu kira sözleşmesi fuzulîdir ve geçerli olması
müşterinin iznine bağlıdır. Ve satıcıya, malı müşteriye teslim etmesi ve
kiracıdan aldığı parayı da müşteriye ödemesi farzdır ve eğer müşteri kira
sözleşmesine izin vermezse satıcıdan evde tasarruf ettiği müddet için evin
emsalinin kirasını isteyebilir.
Soru 484: Satıcının muhayyerlik hakkı olmadan muameleyi
feshetmeye veya satış tamamlandıktan sonra malın fiyatını artırmaya hakkı var
mıdır?
Cevap: Satıcının bunlardan hiçbirine hakkı yoktur.
Soru 485: Bir kimse başka bir şahıstan konut kooperatif
dairesinden daha önce satın almış olduğu bir evi satın almıştır. Muamele
tamamlanıp satıcı müşteriden parayı teslim aldıktan sonra konut kooperatif
dairesi satıcının şirkete verdiği paraya ilâveten şirkete belli bir meblağ daha
vermesi gerektiğini bildirir. Müşteri de satıcıya bu fazla meblağı ödemesini ve
aksi durumda muameleyi feshedip parasını geri alacağını bildirir. Ancak satıcı
fazla meblağı vermekten kaçınır. Sonuçta kooperatif dairesi evi başka birine
vermeye karar verir. Bu durumda müşterinin ödemiş olduğu parayı geri almak için
kime müracaat etmesi gerekir? Konut dairesine mi, son zamanda evin verildiği
kişiye mi, yoksa satıcıya mı?
Cevap: Eğer muamele, konulmuş şart nedeniyle veya
başka bir sebeple feshedilirse müşteri parayı satıcıdan istemelidir.
Soru 486: Bir şahıs bir hayvan satın alır ve müşteri
bulursa satmak, aksi durumda muameleyi feshetmek amacıyla hayvanı pazara
götürür. Acaba bu adamın mu-ameleyi feshetme hakkı var mıdır?
Cevap: Sorudaki durumda satılan mal hayvan olduğu için
müşteri muamele gününden itibaren üç gün süreyle muameleyi feshetmeye
muhayyerdir.
Soru 487: Birkaç kişi bir mülkü sahibinden satın almış
ve değerinin bir kısmını birkaç taksitte ödemişlerdir. Paranın geri kalan
kısmını ödemeleri için ise, tapunun kendi adlarına geçirilmesi şartını
koymuşlardır. Fakat satıcı tapuyu onların adına geçirmekten kaçınarak muameleyi
feshettiğini ileri sürmektedir. Bu durum-da onun sözleşmeyi uygulaması
gerekiyor mu? Yoksa tek taraflı olarak muameleyi feshetmesi sahih midir?
Cevap: Ortada satıcıya muhayyerlik hakkı doğuracak
şart, aldatılma vb. bir sebep yoksa, satıcının muameleyi feshetmesi sahih
değildir ve sözleşmeye uyması gerekir ve bu durumda satıcı şer'an o mülkü
resmen müşterilere devretmekle yükümlüdür.
Soru 488: Bir şahıs başka birinden bir mal satın alıp
paranın bir bölümünü satıcıya verdikten sonra o eşyayı bir miktar kârla başka
birine satar. Fakat ikinci müşteri o eşyada tasarruf ettikten sonra satıcının
kâr ettiğini öğrenince onu satın almaktan pişman olduğunu bildirir. Acaba
ikinci müşterinin bu nedenle muameleyi feshetmesi caiz midir?
Cevap: Eğer ortada ikinci müşterinin muhayyer olmasını
gerektiren bir sebep varsa muameleyi feshetmesi caizdir, aksi durumda caiz
değildir.
Soru 489: Bir kimse evini sattıktan sonra evdeki lambaları
ve banyo kazanı gibi şeyleri de çıkarıp götürmüştür; bunun hükmü nedir?
Cevap: Eğer adı geçen eşyalar ve benzerleri satılırken
örfen eve tâbi olan şeylerden sayılmıyorsa, evde bırakılması şart koşulmadığı
takdirde satıcının bunları almasının sakıncası yoktur.
Soru 490: Bir şahıstan araba garajı ve diğer gereçleriyle
birlikte bir ev satın aldım; ancak satıcı bana sadece evi teslim etti ve satış
belgesinden muameleye garajın da girdiğini gösteren bölümleri çıkardı. Oysa
satıcı garaj ve satış belgesinde kaydedilen diğer şeyler karşılığında benden
para almıştır; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Satıcının, satılan malı, eklerini ve üzerinde
muamelenin yapıldığı -karşılığında para verilmiş olsun veya muamelede şart
koşulsun- bütün gereçlerini müşteriye teslim etmesi farzdır ve yine müşterinin
de satıcıyı buna zorlaması caizdir.
Soru 491: Bir binanın birinci katında bulunan daireyi
satın alırken balkonunda sulu klima cihazı bulunuyordu ve apartmanı satın
aldıktan sonra da sürekli orada kaldı. Bu klima için gerekli olan su, zemin
kattaki ana borudan alınan boru vasıtasıyla temin edilmekteydi. Bu boru duvar
kenarından klimaya çekilmişti. Şimdi apartmanın zemin katının sahibi, zemin
kattan ancak kendisinin yararlanabileceğini ileri sürerek bu suyu kesti; bu
konuda hüküm nedir?
Cevap: Eğer satış sözleşmesinde zemin kattaki su
borusundan sizin yararlanmaya hakkınız olduğu zikredilmemişse, zemin katın
sahibini buna zorlayamazsınız.
Soru 492: Akrabalarımdan bir kişi böbreklerinden birini
kaybetmesi üzerine bir şahıs belli bir meblağ karşılığında böbreklerinden
birini ona hediye edebileceğini söyledi. Ancak, birtakım tıbbî deneylerden
sonra o adamın böbreğinin hastaya aktarılmaya elverişli olmadığı anlaşıldı. Bu
durumda bu adamın birkaç gün çalışmaktan alıkonduğu için hastadan belirlenmiş
meblağı istemeye hakkı var mı?
Cevap: Üzerinde anlaşılan meblağ eğer böbrek karşılığında
ise, böbreğin hasta kişinin bedenine naklinin uygun olmadığı böbrek bağışında
bulunanın bedeninden alındıktan sonra anlaşılmışsa, hasta o böbrekten yararlanmasa
bile o adam anlaştıkları paranın tamamını alabilir ve eğer böbreği bedeninden
kesilip alınmadan önce anlaşılırsa ve hasta da bunu ona bildirirse bu durumda o
adamın hastadan bir şey isteme hakkı yoktur.
Soru 493: Âdi (resmî olmayan) bir belgeyle oturduğum
daireyi satarak parasının bir bölümünü aldım, paranın geriye kalan bölümünü de
tapuyu müşterinin adına geçirdiğimde almayı kararlaştırdık. Ancak ben evimi
satmaktan caydım, müşteri ise evi boşaltmam için ısrar ediyor; bu konuda hüküm
nedir?
Cevap: Satış şer'an sahih bir şekilde gerçekleşmişse
ve satıcının feshetme hakkı yoksa sırf pişman olması ve mala ihtiyaç duyması
nedeniyle malı müşteriye teslim etmekten vazgeçemez.
Soru 494: Taş almak amacıyla taş madeni ocağından bir
havale aldım. Malı teslim aldıktan sonra taşlara kesin bir fiyat
belirlemediklerini anladım. Onlara müracaat ettiğimde bana, ilgili daire
tarafından kesin fiyatın yakında ilan edileceğini ve az bir fark alınacağını
bildirdiler. Fakat daha sonra ilgili daire öncekinden birkaç kat fazla bir
fiyat ilan edince kabul etmedim; bu arada taşları kestirip sattığım dikkate
alınırsa hüküm nedir?
Cevap: Muamelenin sıhhatinin şartlarından biri belirsizlik
ve bilmemenin giderilmesi için malın ve fiyatın belirlenmesidir. Dolayısıyla
eğer taşların teslim alındığı gün muamele şer'an sahih bir şekilde gerçekleşmemişse
müşteri taşları kestirip sattığı günün fiyatı miktarını ödemekle yükümlüdür.
Soru 495: Bir kimse kızına ait olan fakat kızının kocasının
elinde olan bir binayı satın alarak parasını kızına ödemiştir. Kocası ise kasten
ona eziyet ederek satışı inkâr etmediği takdirde onu boşamak tehdidinde bulunuyor;
bu nedenle malı teslim etmek mümkün olmuyor. Acaba bu durumda malı teslim etmek
veya malın parasını müşteriye geri vermek onu satan kadının mı, yoksa kocasının
mı üzerinedir?
Cevap: Bizzat malı satan kadına malı müşteriye teslim
etmesi veya parasını geri vermesi farzdır.
Soru 496: Âdi bir satış belgesiyle bir ev satın aldım
ve satıcının evin tapusunu adıma geçirmesi için noterliğe gelmesini şart
koştuk; fakat satıcı buna uymayarak evi bana teslim etmekten ve tapuyu benim
adıma geçirmekten vazgeçti; acaba ondan bunu istemeye hakkım var mı?
Cevap: Eğer hakkında âdi satış belgesi düzenlediğiniz
ve aranızda anlaştığınız şey şer'an sahih bir şekilde yapılmış ev alış verişi
ise, bu durumda satıcının onu satmaktan vazgeçmesi ve ona uymaktan kaçınması
caiz değildir. Satıcının şer'an evi size teslim etmesi ve belgenin adınıza
geçmesi için gerekli olan şeyleri yapması gerekir ve siz de ondan sözleşmeye uymasını
isteme hakkına sahipsiniz.
Soru 497: Satıcıyla müşteri arasında yapılan ticarî
muameleye göre, müşteri satın aldığı eşyanın parasının bir bölümünü her hafta
satıcıya vermesi gerekiyor. Müşteri satıcıya vermiş olduğu bütün paraları
defterine kaydetmiştir, satıcı da müşteriden aldığı paraları kendi defterine
yazmış ve ayrıca ondan aldığı paralar için müşterinin defterini de imzalamıştır.
Dört ay sonra müşterinin her hafta satıcıya verdiği parayı hesapladıklarında
borç para miktarında ihtilâf ediyorlar; müşteri verdiğini iddia ederken satıcı inkâr
ediyor; ihtilâf edilen meblağın hiçbirinin defterinde kaydedilmediği göz önünde
bulundurulursa hüküm nedir?
Cevap: Eğer müşterinin
satıcıya verdiğini iddia ettiği şeyi gerçekten verdiği ispatlanırsa onun
üzerinde borç yoktur. Aksi durumda bu konuda meblağı almadığını ileri süren
satıcının sözü önceliklidir.
Soru 498: Bir malı bir yıl süreli veresiye olarak peşin
fiyatından fazlasına satın almanın hükmü nedir? Ve belli bir zaman için çeki
tutarından fazla veya az bir miktara satmanın hükmü nedir?
Cevap: Veresiye
olarak bir malı peşin fiyatından fazlasına alıp satmanın sakıncası yoktur.
Ancak çeki meblağının tutarından daha az bir bedelle üçüncü bir şahsa satmak
caiz değildir; fakat çekin meblağını ödemekle yükümlü olan kişiye satmanın bir
sakıncası yoktur.
Soru 499: Araba satıcısı; "Arabanın peşin fiyatı
budur, on ay taksitle de fiyatı şudur" derse, müşteri taksitle satışta
fazlalığın paranın on aylık kârı olduğunu anlar ve muamele bu şekilde
tamamlanırsa, bu durumda müşterinin aklından geçen nakit paradan fazlasının kâr
olduğu ve muamelenin de faizli olduğudur; acaba esasen bu muamele faizli ve batıl
mıdır?
Cevap: Muamele veresiye olarak yapılmışsa ve para
taksitle ödenecekse bunun sakıncası yoktur ve bu gibi muameleler faizli muamele
sayılmaz.
Soru 500: Satış akdinde malın değerinin ve malın
kendisinin teslim edilmesinin geciktirilmesi şart koşuluyor; şöyle ki malın değeri bir yıl içerisinde belli
taksitlerle ödenecek ve mal ise, müşteri tarafından birinci taksitin ödenmesinden
bir yıl geçtikten sonra ona teslim edilecek. Birinci taksitin ödenme tarihi
eğer belirlenmiş zamandan epey gecikmiş olursa; acaba satıcının te'hir
muhayyerliği var mı?
Cevap: Sorudaki varsayımda muamele selem satışı
şeklinde olduğundan satış sözleşmesi esnasında paranın nakit olarak ödenmesi
gerekir. Aksi durumda satış temelden batıldır.
Soru 501: Malın değerinin birinci taksitinin ödenmesi
örfteki normal süreden gecikmiştir. Ödeme geciktirildiğinde satıcıya
muhayyerlik şartı koşulmayan ve mu-amele için belli bir zaman belirlenmeyen
böyle bir sözleşmede sırf bu geciktirme sebebiyle satıcı muhayyerlik hakkına
sahip olur mu?
Cevap: Veresiye alış verişte parayı ödeme vaktinin
belirlenmesi gerekir. Dolayısıyla malın değerinin veya paranın taksitlerinin
zamanı belirlenmeden veresiye satış yapılırsa, bu satış temelden batıldır.
Fakat ödeme tarihi belirlenerek satış yapılır ve müşteri parayı kararlaştırılmış
zamandan geç öderse, sırf bu geciktirme satıcıya muhayyerlik hakkı doğurmaz.
Soru 502: Bir arsada Eğitim Bakanlığı tarafından parası
sahiplerine ödenmesi şartıyla teknik alanda faaliyet gösteren bir kurum binası
yapılmıştır. Ancak bu kurum binası yapıldıktan sonra Eğitim Bakanlığı arsanın
parasını sahiplerine ödemekten kaçınmaktadır. Bunun üzerine arsa sahipleri buna razı olmadıklarını, o binanın gas-pedilmiş olduğunu ve dolayısıyla orada kılınan namazın
batıl olduğunu ilân etmişlerdir; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Arsa sahiplerinin bir müessese yapılması için
arsanın verilmesine razı olduktan ve parasının Eğitim Bakanlığı tarafından
ödenmesi şartıyla o arsayı bu bakanlığa teslim ettikten sonra artık o arsa
üzerinde herhangi bir hakları yoktur ve o arsa gaspedilmiş sayılmaz. Ancak,
onlar, Eğitim Bakanlığından arsanın parasını
isteyebilirler. Buna göre şer'an bu binada eğitim almanın ve namaz kılmanın
hiçbir sakıncası yoktur ve bu iş arsanın önceki sahiplerinin rızasına bağlı
değildir.
Soru 503: Bir şirketten selem[24]
olarak bir apartman satın aldım; paranın bir bölümünü taksitle ödeyip parayı
ödediğime dair makbuz aldım ve paranın geri kalanını hâla borçluyum. Bu şirket
bir süre sonra benim apartmanımı Mesken Bankasına sattı ve benim ise buna karşılık
günün fiyatına (önceki fiyatın dört katına) başka bir apartman almamı
kararlaştırdı; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Selem muamelesiyle taksitle apartman satın
almak esasen batıldır; çünkü selem muamelesinin sıhhatinin şartlarından birisi
satış meclisinde paranın tamamının nakit olarak satıcıya ödenmesidir. Eğer apartman
satış meclisinde paranın tamamı verilerek selem muamelesiyle satın alınırsa, bu
durumda satıcının malı vasıflarına uygun olarak müşteriye vermesi gerekir. Belirlenen
malı teslim etmek için müşteriden fazla bir para istemeye hakkı yoktur. Ve yine
satıcı, ona satılan malın yerine başka bir şey veremez. Müşteri de kabul etmek
zorunda değildir. Eğer verirse, belirlenen fiyattan fazlasını istemesi bir
yana, hatta aynı parayı istemesi durumunda bile müşteri onu kabul etmeyebilir.
Soru 504: Henüz
yapımı tamamlanmayan bir apartmanı taksitle satın aldım. Daha sonra o apartmanı
daha yapımı tamamlanmadan ve satıcıdan teslim almadan önce başka birine sattım;
acaba bu alım satım sahih midir?
Cevap: Eğer satın alınan apartman belli ve müşahhas
bir apartmansa ve siz onu satıcının inşaatını tamamlaması şartıyla veresiye ve
taksitle satın almış iseniz, o apartmanı tamamlanmadan ve satıcıdan teslim
almadan önce başka birine satmanızın sakıncası yoktur.
Soru 505: Uluslararası Kitap Fuarı'nda selem muamelesiyle
bir miktar kitap satın aldım. Fuarda kitapların parasının yarısını ödedim ve
diğer yarısını ise kitapları teslim alırken ödeme taahhüdünde bulundum. Fakat kitapları
bana ne zaman teslim edecekleri ve ödemeyi ne zaman yapacağım belirlenmedi;
acaba bu muamele sahih midir?
Cevap: Daha önce vermiş olduğunuz meblağ kaparo ise,
satış da, kitapları teslim aldığınızda ve paranın geri kalanını ödediğinizde
gerçekleşecekse bunun sakıncası yoktur. Fakat satış paranın bir bölümü ödendiğinde
ve veresiye olarak yapılır ve ödenmesi için belli bir zaman tayin edilmezse
veya satış meclisinde paranın tamamı nakit olarak ödenmeden selem muamelesi
olarak gerçekleşirse, bu durumda muamele şer'an batıldır. Elbette selem
satışında parasını verdiği miktarda muamele sahihtir; fakat satıcı o miktarda
da muameleyi bozabilir.
Soru 506: Bir kimse başka birinden bir müddet sonra
teslim almak üzere bir şey satın alır ve belirlenen zaman gelip çattığında o
eşya mal değerini kaybeder; bu durumda müşteri eşyanın kendisini mi almalıdır,
yoksa onun değerini mi?
Cevap: Eğer muamele şer'an sahih bir şekilde gerçekleşmiş
ise, bu durumda müşteri o malın kendisine hak kazanır; ancak o şeyin mal
değerini kaybetmesi örfte malın telef veya kullanılmayacak kadar yok olması
şeklinde değerlendiriliyorsa, bununla muamele kendiliğinden fesholur ve satıcı
malın ödenen değerini müşteriye geri vermelidir.
Soru 507: Altın külçesi piyasa fiyatına nakit olarak
belli bir meblağa satılırsa, tarafların rızasıyla o günkü fiyattan fazlasına
bir aylık veresiye olarak satışı caiz midir? Ve acaba bu külçenin satışından
elde edilen kâr helâl midir?
Cevap: İster nakit olsun, ister veresiye, satış sözleşmesinde
malın fiyatını belirlemek tarafların anlaşmasına bağlıdır. Dolayısıyla mezkur
muamelenin ve ondan elde edilen kârın sakıncası yoktur; ancak, altının altına
karşı veresiye olarak satılması veya verilen altından fazla alınması caiz
değildir.
Soru 508: Kuyumculuğun hükmü nedir? Altın alım satımının
ne gibi şartları vardır?
Cevap: Altın imalatı ve ticaretinin sakıncası yoktur.
Ancak altın karşılığı altın satışında karşılığın malla eşit olması, nakit
olması ve muamele meclisinde malın teslim edilmesi şarttır.
Soru 509: Kağıt paraları veresiye olarak değerlerinden
fazlasına alıp satmak caiz midir?
Cevap: Eğer paraların eski ve yeni olmaları veya özel
bir alamet taşımaları ya da fiyatlarının farklı oluşu gibi yönlerden bu muamele
gerçek bir alış veriş niteliğiyle ve normalde alış verişte insanların kabul
ettiği bir gaye gereği yapılırsa, bu muamelenin sakıncası yoktur. Fakat sırf faizden
kaçmak amacıyla formalite icabı yapılır ve paranın faizini elde etmek
amaçlanırsa bu muamele şer'an haram ve batıldır.
Soru 510: Bazı kimseler umumî telefon kulübelerinde
jeton yerine kullanılan metal paraları değerlerinden fazlasına satıyorlar. Örneğin,
350 riyal metal para karşılığında 500 riyal kağıt para almaktadırlar; bu paraları
alıp satmanın hükmü nedir?
Cevap: Metal paraları telefon konuşmalarında ve
benzeri durumlarda kullanılması için meblağlarından fazlasına alıp satmanın
sakıncası yoktur.
Soru 511: Eğer bir kimse eski bir parayı yeni paranın
yarısı değerinde olduğunu bilmeyerek tedavüldeki yeni paranın değerine satar
veya satın alırsa, onu satın alan müşteri de, tedavüldeki yeni paranın fiyatına
başka birine satarsa, bu durumda zarara sebep olan veya aldatan kişinin zarar
gören veya aldatılan kişiye bu hile ve aldatmayı bildirmesi gerekir mi? Ve
acaba bu hileli muameleler sahih midir ve bu yolla elde edilen parada tasarruf
etmek caiz midir, yoksa bu mal sahibi belli olmayan mal hükmünde midir veya
harama karışmış helâl mal hükmüne mi girer?
Cevap: Eski paraları, değeri rayiç ve yeni para fiyatından
çok az olsa bile alıcı ve satıcının anlaştıkları bir meblağa satın almanın
sakıncası yoktur. Satılan şeyin maddî değeri varsa pazarda tedavüldeki paranın
fiyatından az da olsa ve muamelede aldatılma bulunsa bile sahihtir; aldatana,
hileli durumu aldatılana bildirmesi farz değildir. Aldatanın bu muameleyle elde
ettiği mal onun diğer malları hükmündedir. Dolayısıyla aldatılan kişi muameleyi
feshetmedikçe aldatanın o malda tasarruf et-mesi caizdir.
512:
Bazı banknotları maddî değere sahip olduğu veya kredisi olduğu için değil de
sırf özel değeri olan kağıtlar olmaları itibariyle alıp satmanın hükmü nedir?
Örneğin İmam Humeyni'nin (r.a) resmi basılmış yeşil on bin riyallık banknotları
değerinden fazlasına alıp satmak caiz midir?
Cevap: Bu gibi banknotların alış ve satışı ciddî bir
kasıt ve makul bir amaçla yapılırsa sakıncası yoktur; fakat satış faizli borcun
üzerini örtmek amacıyla formalite icabı, biçimsel olarak yapılırsa bu alış
veriş haram ve batıldır.
Soru 513: Sarraflık ve az bulunan dövizleri alıp satmayı
meslek edinmenin hükmü nedir?
Cevap: Bu mesleğin başlı başına
bir sakıncası yoktur.
Soru 514: Devlete ait tahvil senetlerini satın almanın
hükmü nedir? Acaba bu evrakların alım satımı şer'an caiz midir?
Cevap: Amaç devletin, millî tahvil senetleri bastırıp
satmak yoluyla halktan borç alması ise, halkın bu senetleri satın alma yoluyla
devlete borç vermeye katılmalarında sakınca yoktur. Müşteri kendi parasını elde
etmek için borç senetlerini devletten veya başka birinden satın aldığı fiyata
veya satın aldığı fiyattan aşağısına satarsa bunun hiçbir sakıncası yoktur.
Soru 515: Bazı fabrikalarda, çeşitli fabrikaların ürettiği
parçalardan montaj edilen bazı cihazlar meşhur yabancı ülkelerden birinin ürünü
diye satış için pazara sürülüyor; acaba bu iş hile ve aldatma sayılır mı? Eğer
sayılıyorsa, acaba müşterinin gerçeği bilmediği hâlde bu cihazlar üzerinde yapılan
muamele sahih midir?
Cevap: Eğer mezkur cihaz
veya parçalar müşterinin görerek yabancı mı, yerli mi olduğunu ayırt edebileceği
ve tanıyabileceği nitelikteyse, bunların montaj ve imaline hile ve aldatma
denilmez; bu takdirde söz konusu mal hakkında yapılan gerçek dışı tanıtım ve ilan
yalan ve haramdır. Eğer mezkur eşya gerçeğine aykırı bir nitelikte satılmış ise
muamele doğrudur, fakat daha sonra müşteri gerçeği öğrenirse isterse muameleyi
feshedebilir.
Soru 516: Fabrika ve mağaza sahiplerinin müşterilerin
dikkatini çekmek için iş yerlerinin tablolarına yaban-cı yazılar yazmaları veya
çocuk elbiselerinin üzerine yabancı yazılar ve yabancı resimler basmaları caiz
midir?
Cevap: Müşteriyi aldatmak ve hile yapmak için olmazsa
ve yabancı kültürü yaymak amacı olarak görül-müyorsa bunun sakıncası yoktur.
Fakat İslâm Cumhuriyetinin kanunlarını gözetmek gerekir.
Soru 517: Gayrimüslimlerle yapılan muamelede daha
fazla malî ve bilimsel yarar sağlamak amacıyla farkına varmadıkları durumlarda
hile yapmanın, yalan konuşmanın ve aldatmanın hükmü nedir?
Cevap: Muamelelerde, karşı taraf gayrimüslim de olsa yalan konuşmak, hile yapmak ve aldatmak caiz
değildir.
Soru 518: Mal satımında müsaade edilen kâr miktarı ne
kadardır?
Cevap: Kâr etmenin belirlenmiş bir sınırı
yoktur; dolayısıyla aşırılık, haksızlık sınırına ulaşmaz ve devlet kurallarına
da aykırı olmazsa sakıncası yoktur; ancak daha faziletli ve hatta müstehap
olan, satıcının geçimine yetecek miktar kârla yetinmesidir.
Soru 519: Bir kimse sahip olduğu suyu çeşitli kişilere
farklı fiyatlarla satmıştır. Örneğin bir bölümünü bir kişiye yüz bin riyale,
aynı miktardaki diğer bir bölümünü ise başka birine yüz elli bin riyale
satmıştır. Suyun hepsinin aynı kaynaktan veya kuyudan olduğunu dikkate alarak
fiyatlardaki farka itiraz etmeye hakkımız var mı?
Cevap: Eğer satıcı suyun sahibiyse veya şer'an suda
hak sahibiyse, başkalarının fiyat farkına itiraz etmeye hakkı yoktur.
Soru 520: Kooperatif şirketlerinden birinden sübvan-se
edilmiş bir malı piyasa fiyatının altında bir fiyata satın aldıktan sonra onu
serbest piyasada alış fiyatının üzerinde bir fiyata, hatta alış fiyatının üç
katına satmam caiz midir?
Cevap: Devlet tarafından o malın satımı yasak edilmemişse
ve fiyat artışı da müşteriye haksızlık derecesine ulaşmazsa bunun sakıncası yoktur.
Soru 521: Ben elektronik cihaz üretmekteyim. Acaba bu
cihazları piyasadaki arz ve talep ilkesi çerçevesinde istediğim fiyata satmam
caiz midir?
Cevap: Devlet tarafından belirlenmiş bir fiyatı
yoksa ve müşteriye de haksızlık edilmiyorsa alıcı ve satıcının anlaştıkları
fiyata satmanın sakıncası yoktur.
Soru 522: İslâm'da sermayeye dayalı ekonomik sistem
veya kapitalizmin hükmü ve sınırları nedir? Ve aca-ba yoksul ve zavallıların
haklarını veren birisinin çok servet sahibi olması mümkün müdür? İslâm'ın kapitalizmle
mücadelesi sadece humus ve zekât vermeyen kimselerle
mi sınırlıdır, yoksa humus ve zekât veren Müslümanları da bu mücadele kapsamına
alır mı? Ve esasen mallarına taalluk eden şer'î hakları veren bir kimsenin
zenginliğin zirvesine ulaşması mümkün müdür?
Cevap: Zenginlerin mallarına taalluk eden şer'î
haklar sadece humus ve zekâtla sınırlı değildir. Öte yandan İslâm da servet
artırmaya karşı değildir. Şu şartla ki, servet toplama meşru yollardan olmalı,
kişi malına taalluk eden bütün şer'î hakları ödemeli ve şer'an helâl ve aynı
zamanda İslâm ve Müslümanların yararına olan yollarda kullanılmalıdır. İnsanın
bu hususları gözeterek büyük bir servete kavuşmasının sakıncası yoktur.
Soru 523: Aramızda yaygın olan bir adet üzere bir
kimse kendisine bir araba satın alması için başka birini görevlendirir. O da
örneğin bir milyar riyale bir araba satın alır ve o şahsa arabayı bir milyar
yüz bin riyale satın aldığını söyler ve bu fazla parayı yaptığı iş, çektiği
zahmet karşılığında almak ister; acaba böyle bir muamele sahih midir?
Cevap: Bir kimse başka biri tarafından bir araba satın
almak için vekil tutulmuşsa, satın alması için kendisine verilen parayla satın
aldığı şey müvekkilinindir ve müvekkilinden ödediği paradan fazlasını
isteyemez. Vekil sadece vekâleti karşılığında ücret isteyebilir. Fakat arabayı
kendi parasıyla kendisi için satın alır ve sonra onu kendisine araba alma
tavsiyesinde bulunan kimseye satmak isterse, onu anlaşabilecekleri her fiyata satabilir.
Fakat satın aldığı fiyat konusunda yalan konuşması caiz değildir. Bununla
birlikte yalan konuşmak muameleyi batıl etmez.
Soru 524: Bazı kimseler araba tamirhanelerinde çalışmaktadır.
Bazen araba satıcıları onlara gelerek masrafları az tutmak için arabaları
yüzeysel olarak tamir etmelerini isterler, böylece arabayı müşteriye sunmak
için görünüşünü güzel göstermeyi yeterli bulurlar. Acaba tamircilerin bu işi yapmaları
caiz midir?
Cevap: İnsanları aldatmaya sebep olursa ve araba
sahibinin bunu müşteriden gizleyeceğini bilirlerse caiz değildir.
Soru 525: Bir kamyon satın almak isteyen bir şoför kamyon
satın almak için gerekli parayı başka birinden alarak para verenin vekâletinde
kamyonu onun için alır. Sonra bu adam kamyonu taksitle şoföre satar; bu muamelenin
hükmü nedir?
Cevap: Şoför eğer muameleyi mal sahibinin vekili
olarak yapmış ve daha sonra mal sahibi de onu taksitle vekilin kendisine
satmışsa, her iki muamelede tarafların ciddî olarak alış veriş niyetleri olur
ve bununla faizden kaçmak amacıyla hile yapmayı amaçlamazlarsa böyle bir muamelenin
sakıncası yoktur.
Soru 526: Faizli borç nedir? Bankaya para yatıran mevduat
sahiplerinin kâr olarak bankadan aldıkları yüz-delik, faiz sayılır mı?
Cevap: Faiz, borçlunun alacaklıya -aldığı borçtan
dolayı- borç olarak aldığı mala ilâveten verdiği fazlalıktır. Bankaya yatırılan
paranın kârı konusuna gelince; [İran'daki uygulamada] banka mevduat sahibinin
vekili olarak kendisine tevdi edilen (verilen) parayı şer'î sahih
sözleşmelerden biri çerçevesinde çalıştırmak zorundadır ve bu muameleden elde edilen
kâr faiz değildir ve bu kârı almanın sakıncası
yoktur.
Soru 527: Faizli muamelenin ölçüsü nedir? "Faiz sadece
borçta olur, başka durumlarda değil." sözü doğru mudur?
Cevap: Faiz borçta olduğu gibi bazen alış verişte de olabilir.
Alış verişte faiz, tartı veya ölçekle satılan bir malı kendisiyle aynı cinsten
olan başka bir maldan daha fazla bir miktar karşılığında satmakla olur.
Soru 528: Açlıktan ölmek üzere olan ve kendisini ölümden
kurtarmak için murdardan başka bir şey bulamayan kimsenin zaruret durumunda
murdar yemesi şer'an caiz olduğu gibi, acaba çalışma gücü olmayan ve az bir
sermayesi bulunan bir kimse, kârla geçinmek için parasını faizli muamelede
kullanmak zorunda kalırsa, zaruret hâline binaen faiz alması caiz midir?
Cevap: Faiz haramdır ve bunu zaruret hâlinde murdar
yiyen kişiyle kıyaslamak doğru değildir, bu ikisi arasında fark vardır; çünkü
birinci durumda kişi murdardan başka kendisini ölümden kurtaracak bir şey bula-mıyor.
Oysa çalışma gücü olmayan kimse kendi sermayesini kâr
ortaklığı (mudarebe) gibi şer'î akitlerden biri çerçevesinde çalıştırabilir.
Soru 529: Ticarî muamelelerde bazen posta pulları
değerlerinden yüksek bir fiyata satılmaktadır. Örneğin yirmi riyallik bir pul
yirmi beş riyale satılmaktadır; acaba bu muamele sahih midir?
Cevap: Bunun sakıncası yoktur ve bu fazlalık faiz
sayılmaz. Çünkü faizli muamele, ölçü ve tartıyla satılan ve aynı cinsten olan
iki şeyin alış verişinde alınan veya satılan şeyin miktarının ötekisine oranla
fazla olmasıdır ve bu tür muamele batıldır.
Soru 530: Faiz
bütün özel ve tüzel kişilere eşit şekilde mi haramdır, yoksa bazı özel
durumlarda istisna var mıdır?
Cevap: Faiz genel olarak
haram olmakla birlikte babayla oğul ve karıyla koca arasındaki faizli borç ve
Müslüman'ın gayrimüslimden aldığı faiz müstesnadır.
Soru 531: Alış veriş belli bir fiyatla tamamlandıktan
sonra tarafların, müşteri vadeli bir çek verdiği takdirde belirlenen fiyat
üzerine bir meblağ eklenmesi hususunda anlaşmaları caiz midir?
Cevap: Alış veriş belli bir fiyat üzerinden gerçekleştikten
sonra fazlalık asıl meblağı ödemedeki gecikme dolayısıyla istenirse, bu durumda
fazlalık şer'an haram olan faizdir ve sırf tarafların bu fazlalığın ödenmesi üzerine
anlaşmalarıyla o para helâl olmaz.
Soru 532: Bir kimsenin bir miktar borç paraya ihtiyacı
olursa ve kendisine borç verecek birini de bulamazsa, ihtiyaç duyduğu meblağı
temin etmek için bir malı fiyatından fazlasına veresiye olarak satın aldıktan
sonra onu aynı mecliste satıcıya daha az bir fiyata nakit olarak satması;
örneğin bir kilo safranı parasını bir sene sonra vermek üzere veresiye olarak
satın aldıktan sonra aynı mecliste satıcının kendisine nakit olarak satın
aldığı fiyatın üçte ikisine satması caiz midir?
Cevap: Faizli borçtan kaçmak için gerçekte bir tür
hile olan böyle bir muamele şer'an haram ve batıldır.
Soru 533: Ben kâr elde etmek ve faizden kaçmak için
değeri yüksek olan bir evi beş milyon riyale satın aldım. Sözleşme esnasında,
satıcının beş ay içerisinde muameleyi feshedebileceğini ve bu durumda benden
aldığı parayı geri vererek evi alabileceğini şart koştuk. Muamele bittikten
sonra aynı evi satıcının kendisine aylık 150 bin riyale kiraya verdim. Şimdi
muamelenin üzerinden dört ay geçtikten sonra İmam Humeyni'nin (r.a) fetvasına
göre bu işin faizden kaçmak için olursa caiz olmadığını öğrendim. Sizin
fetvanıza göre bunun hükmü nedir?
Cevap: Eğer bu muamele ciddî bir iradeyle gerçekleşmemiş
ve sadece satıcının borç para elde etmek ve müşterinin ise bir kazanç sağlamak
amacıyla biçimsel olarak yapılmışsa, faizli borçtan kaçmak için bir hile olan
böyle bir muamele şer'an haram ve batıldır. Bu tür muamelelerde müşterinin
sadece evin fiyatı olarak satıcıya vermiş olduğu parayı geri alma hakkı vardır.
Soru 534: Faizden kaçmak için mala başka bir şey eklemenin
hükmü nedir?
Cevap: Faizli borcun caiz olması için bunun hiçbir
etkisi yoktur ve mala bir şey eklemekle faizli borç helâl olmaz.
Soru 535: İşçi ve memurların çalıştıkları yıllarda
aylık maaşlarının bir bölümünü, yaşlandıklarında kullanmak için emeklilik
sandığına ödemeleri ve emekliye ayrıldıktan sonra o parayı devlet tarafından
ona eklenen bir meblağla birlikte almalarının bir sakıncası var mıdır?
Cevap: Emekli maaşı almanın sakıncası yoktur. Devletin
emekliye aylık maaşından kestiği miktara ek olarak verdiği para, onun maaşlarının
kârı değildir ve faiz sayılmaz.
Soru 536: Bazı bankalar tapusu olan evin onarımı için
cüâle sözleşmesi[25]
çerçevesinde ev sahibine borç veriyorlar; bu durumda, borçlu kişi borcunu
yüzdelik bir oran fazlalıkla birlikte belli bir zamana kadar taksitle ödemek zorundadır.
Acaba bu şekilde borç almak şer'-an caiz midir ve bu konuda cüâle sözleşmesi
nasıl tasavvur edilebilir?
Cevap: Eğer söz konusu meblağ ev sahibine evini
onarması için borç olarak verilmişse bu durumda onun cüâle olması anlamsızdır;
borcun kendisi her halükârda sahih olmakla
birlikte verilen borçtan fazla almak şartı caiz değildir. Ancak ev sahibinin,
evin onarımı için ban-ka için bedel kararlaştırmasının sakıncası yoktur. Bu
durumda cu'l (bedel) sadece bankanın evin tamiri için harcadığı miktar değil,
bankanın evi onarma karşılığında taksit olarak istediği şeylerin hepsidir.
Soru 537: Eşyayı nakit değerinden fazlasına veresiye
olarak satın almak caiz midir? Bu faiz sayılmaz mı?
Cevap: Eşyaları nakit fiyatından fazlasına veresiye
olarak satmanı ve satın almanın sakıncası yoktur; nakit ve veresiye arasındaki
fiyat farkı faiz sayılmaz.
Soru 538: Bir kimse evini muhayyerlik satışıyla satar.
Fakat satışı feshetmek için belirlenen zamana kadar parayı müşteriye geri
veremez. Bu arada üçüncü bir kişi satıcının muameleyi feshetmesi için bu parayı
müşteriye öder; ancak verdiği paraya ilâveten kendi hizmeti karşılığı bir
miktar para almayı da şart koşar; şer'an bu meselenin hükmü nedir?
Cevap: Eğer üçüncü kişi parayı müşteriye geri vermek
ve muameleyi feshetmek için satıcı tarafından vekil olarak görevlendirilmişse,
yani, önce satıcıya bir miktar borç verir ve sonra satıcı tarafından vekil olarak
onu müşteriye vererek satışı feshederse, onun bu işi ve bu vekâletinden dolayı
ücret almasının sakıncası yoktur. Ama müşteriye ödediği parayı satıcıya borç
olarak vermişse, bu durumda satıcıdan taraf müşteriye mal değeri olarak vermiş
olduğu paradan fazlasını isteyemez.
Soru 539: İki kişinin ortak olduğu vakıfta, ortaklardan
birisinin kendi hissesini satması caiz olduğu düşünülürse ve buna dayanarak
üçüncü bir kişiye satarsa diğerine şufa hakkı doğar mı? Ve yine iki kişi bir
mülkü veya bir vakfı ortak olarak kiraladıktan sonra, bunlardan birisi kendi
hissesini sulh, kira vb. şeylerle üçüncü bir kişiye aktarırsa kiralanan şey
hakkında diğerine şufa hakkı doğar mı?
Cevap: Şufa hakkı, dışarıda mevcut ve belli bir
mülkün malikiyetine ortaklık hususunda ve iki ortaktan birinin, kendi hissesini
üçüncü bir kişiye satması durumunda söz konusudur. Dolayısıyla iki kişiye ait
olan bir vakıfta, ortaklardan birinin kendi hissesini üçüncü bir kişiye
satmasıyla -satmasının caiz olduğu kabul edilse bile- ve yine kiralanan belli
bir mülk konusunda da ortaklardan birisinin kendi hakkını üçüncü bir şahsa aktarmasıyla
şufa hakkı doğmaz.
Soru 540: Şufa yoluyla alma konusunda mevcut fıkhî kaynaklardan
ve medenî kanunda kullanılan ifadelerden anlaşıldığı üzere, ortak olan iki
kişiden biri, kendi hissesini üçüncü bir kişiye satarsa, diğerine şufa hakkı doğar.
Bu durumda, ortaklardan birisi müşteriyi ortağının hissesini satın almaya
teşvik eder veya müşteriye ortağının hissesini satın alacak olursa onu şufa
hakkıyla kendisinden almayacağı vaadinde bulunursa acaba onun bu davranışı şufa
hakkının düşmesi olarak görülebilir mi?
Cevap: İki ortaktan
birinin sırf, üçüncü bir kişiyi, ortağının hissesini satın almaya teşvik
etmesi, ona şufa hakkı doğmasına engel oluşturmaz; hatta ortağıyla muamele
yapacak olursa kendisinin şufa hakkıyla onu almayacağını vaadetmesi bile, daha
önce yapılan bir sözleşmede müşteriyle ortağı arasında muamele yapıldığında
şufa hakkıyla onu almayacağına dair bağlayıcı bir taahhütte bulunmamışsa,
muamelenin gerçekleşmesinden sonra onun şufayla alma hakkının düşmesine sebep olmaz.
Soru 541: Ortağı kendi hissesini üçüncü bir kişiye
satmadan diğer ortağın kendi şufa hakkını düşürmesi sahih midir? Bu, daha
meydana gelmemiş bir haktan vazgeçmek olduğuna göre hükmü açıklar mısınız?
Cevap: Şufa hakkı gerçekleşmedikçe ve iki ortaktan
birinin kendi hissesini üçüncü bir kişiye satmasıyla bu hak fiiliyet
kazanmadıkça şufa hakkını düşürmek sahih değildir; fakat iki ortaktan birinin
bağlayıcı bir sözleşmede yan koşul olarak, diğer ortağı kendi hissesini başka
bir kişiye satacak olursa şufa hakkını kullanmayacağını taahhüt etmesinin
sakıncası yoktur.
Soru 542: Bir kimse, kendisine borçlu olan iki kardeşin
mülkiyetinde bulunan iki katlı bir binanın bir katını kiralar. Alacaklı
borcunun ödenmesini istemesine rağmen borçlular iki yıldan beri borcu ödemekten
kaçınırlar, bu da şer'an ona takas hakkının doğmasına sebep olmaktadır. Evin
değeri ise alacağı meblağdan fazladır; bu durumda, alacaklı eğer takas olarak
alacağı meblağ miktarınca o binaya sahiplenir ve onlarla ortak olursa, acaba binanın
geri kalan kısmında şufa hakkına sahip olur mu?
Cevap: Sorudaki durumda şufa hakkının yeri yoktur;
çünkü şufa hakkı, ortaklardan birinin hissesini satın alarak veya takasla
sahiplenerek diğeriyle ortak olması durumunda değil, satıştan önce ortak
oldukları malda, ortaklardan birinin kendi hissesini üçüncü bir kişiye satması
durumunda söz konusudur. Ayrıca, şufa hakkı, bir mülkte ortaklar sadece iki
kişi olursa ve ortaklardan birinin kendi hissesini satması durumunda
gerçekleşir; ikiden fazla ortak olursa şufa hakkı oluşmaz.
Soru 543: Bir mülke iki kişi eşit oranda ortaktırlar
ve mülkün tapusu da her ikisinin adınadır. Kendi el yazılarıyla düzenlenmiş âdi
bir belge gereğince mülk bu ikisi arasında belirlenmiş sınırlarla bölünmüş ve
dağıtılmıştır. Bu durumda, eğer taksim ve ifrazdan sonra bunlardan birisi kendi
hissesini üçüncü bir kişiye satmak istediğinde, sırf mülkün tapusunun ikisinin
adına olması nedeniyle öteki ortağa şufa hakkı doğar mı?
Cevap: Satılmış hisse, satış anında ortağın hissesinden
ifraz edilmiş ve belli sınırlarla ayrılmış ise, sırf mülkün tapu belgesindeki
ortaklıkla şufa hakkı gerçek-leşmez.
Soru 544: Kişinin halkın ihtiyaçlarını gidermek için
yaptığı bedensel ve büyük bir fikrî çalışmayı gerektirmeyen, maddî masrafları
olmayan, ilgili makamlarca belli bir fiyat belirlenmeyen, fiyatını belirlemek
için harcanılan zaman ortalaması genel bir ölçü olarak kabul edilmeyen hizmete,
müşteriye haksızlık olmayacak biçimde ücret belirlemenin ölçüsü nedir?
Cevap: Bu gibi hizmetlerin ücretini belirlemek örfe
bırakılmıştır. Bu gibi işlerde muamele taraflarının razı olacakları bir
miktarda anlaşmalarının sakıncası yoktur.
Soru 545: Bir ev kiraladım; daha sonra bu evi satın
almak için verilen paranın bir bölümünün faizden olduğunu öğrendim; bu konuda
ne yapmam gerekir?
Cevap: Evi kiraya veren kişinin onu bizzat faizli parayla
satın aldığını kesin olarak bilmediğiniz takdirde o evde oturmanın, tasarruf
etmenin bir sakıncası yoktur.
Soru 546: Çalıştığım hükümet kurumu, iki aylık bir
süre için beni yurt dışı görevine gönderdi ve bana bu memuriyetin ücreti olarak
bir miktar döviz verdi. Ben bu dövizi merkez bankasından çok düşük bir fiyata satın
aldım. Fakat bazı nedenlerden dolayı memuriyetim bir aydan fazla sürmedi. Geri
döndükten sonra ücret olarak aldığım dövizin artan yarısını satın aldığım
fiyatın çok üstünde bir fiyata sattım. Şimdi üzerimde olan borcumu devlet
hazinesine ödeyerek zimmetimi borçtan temizlemek istiyorum. Bu durumda acaba
üzerimdeki borç miktarı döviz satın almak için ödediğim para mı, yoksa o
dövizin satımından elde ettiğim para mı?
Cevap: Eğer mezkur ücret size memuriyet müddetinin
günleri miktarınca verilmişse, bu durumda geri kalan günlere tekabül eden kısmı
ödemekle yükümlüsünüz ve geri kalan paranın kendisini veya şimdiki fiyatına eşit
bir değeri devlete geri vermeniz gerekir.
Soru 547: Bir kimse işverenle işçiler arasında aracılık
yapmaktadır. Şöyle ki, işveren işçilerin ücretini ona ver-mekte, aracı da
aldığından daha azını işçilere ödemektedir. Aracının bu işinin hükmü nedir?
Cevap: Aracı eğer işveren tarafından vekilse paranın
geri kalanını sahibine geri vermesi farzdır ve sahibinin razı olduğunu
bilmediği takdirde onda tasarruf etmesi veya kullanması caiz değildir.
Soru 548: Bir kimse vakfedilmiş bir arsayı şer'î ve ka-nunî
mütevellisinden on yıllığına kiralamış ve bu konuda resmî bir kira belgesi
düzenlenmiştir. Fakat kiraya veren kişinin ölümünden sonra yerine geçen kişi,
onun sefih (akılsız) olduğunu ve onunla yapılan kira anlaşmasının batıl
olduğunu iddia ediyor; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Kiraya verenin vakfedilen arsa üzerindeki
tasarruflarının batıl olduğu ispatlanmadıkça onun yapmış olduğu kira
sözleşmesinin sıhhatine hükmedilir.
Soru 549: Bir kimse merkez camiinin vakıf yerlerinden
bir mağazayı belli bir süreye kadar kiralamış; fakat kira süresi bittikten
sonra birkaç yılın kirasını ödemediği gibi orayı boşaltmaktan kaçınmakta ve
boşaltma karşılığında birkaç milyar riyal istemektedir; acaba bu meblağı
caminin vakıf mallarından ödemek caiz midir?
Cevap: Kiracının kira süresi bittikten sonra kiralanan
yer üzerinde hiçbir hakkı yoktur; kiracının o mağazayı boşaltıp mütevellisine
teslim etmesi farzdır. Ancak kanun açısından onun kiralanan yer üzerinde bir
hakka sahip olduğu tespit edilirse, bunu isteyebilir ve bunun camiin
vakıflarından ödenmesinin bir sakıncası yoktur.
Soru 550: Bir kimse belli bir zamana kadar bir ev kiralamıştır.
Kira süresi bittikten sonra orada belli bir süre daha kalabilmek için kira
zamanından önce ev sahibine belli bir zamana kadar evi boşaltmasını istememesi
şartıyla önceki ücretten daha yüksek bir ücret ödemiş ve eğer evi boşaltmasını
isteyecek olursa evi boşaltırken ikinci kira süresini önceki fiyatla hesaplamasını
ve fazla kalan parayı geri vermesini şart koşmuştur. Ancak ev sahibi o süre
bitmeden önce kiracıdan evi boşaltmasını istemiş ve ödenen fazla meblağı da
iade etmekten kaçınmıştır; bunun hükmü nedir? Acaba ev sahibi kiracıdan evi
boyamak için yaptığı masrafı isteyebilir mi? Bu hususta aralarında hiçbir
sözleşme olmadığı dikkate alınırsa hüküm nedir?
Cevap: Kira sözleşmesi esnasında birinci kira süresi
bittikten sonra ev sahibi belirlenen süreden önce evi boşaltmasını istediği
taktirde ikinci kira ücretini önceki kira ücreti kadar ödemeyi şart
koşmuşlarsa, bu durumda ev sahibi şarta aykırı olarak fazla para isteyemez;
eğer fazla para almışsa onu kiracıya geri vermesi gerekir. Ev sahibi kiraya verdiği
evi boyamak ve tamir etmek için yaptığı masrafları kiracıdan alamaz.
Soru 551: Bir kimse aylığı belli bir meblağa sahibinden
iki oda kiralamıştır. Sahibi anahtarı verdikten sonra kiracı eşyalarını taşımış
ve daha sonra ailesini getirmek amacıyla gitmiş, fakat geri dönmemiştir. Ev
sahibi bunun nedenini bilmediği gibi onun hakkında hiçbir bilgiye de sahip
değil; acaba ev sahibinin bu iki odayı tasarruf
etmeye, kullanmaya hakkı var mıdır? Kiracının eşyaları konusunda ev sahibinin
nasıl davranması gerekir?
Cevap: Kira sözleşmesi şer'an sahih bir şekilde gerçekleşmemişse,
örneğin kira süresi belirlenmemişse, kiracının kira olunan yerde hiçbir hakkı
yoktur, oranın tasarruf yetkisi sahibine aittir. Sahibi onu istediği gibi
kullanabilir. Fakat kiracının eşyaları onun yanında ema-nettir, onu koruması
gerekir. Kiracı geri döndüğünde ev sahibi kiracıdan, eşyalarını koyup kapısını
kilitleyerek tasarruf ettiği müddet için odaların emsalinin ücretini
isteyebilir. Fakat kira şer'an sahih bir şekilde gerçekleşmişse ev sahibi kira
süresinin bitmesini beklemelidir, bu durumda kiracı kira süresince kira
ücretinin tamamını ev sahibine vermelidir ve sürenin bitmesinden sonra
kiracının o evde herhangi bir hakkı yoktur ve durum kiranın temelden batıl
olması gibidir.
Soru 552: Biz bir şirketin çalışanları olarak şirketin,
sahibinden kiraladığı evlerde oturmaktayız. Şimdi ev sahibinin vekili kira
miktarı konusunda şirketle ev sahibi arasında anlaşmazlık bulunduğunu ve ev
sahibinin mahkeme kararına kadar orada namaz kılınmasına ve diğer tasarruflara
razı olmadığını ileri sürmektedir. Bu durumda geçmişte kıldığımız namazları
kaza etmemiz farz mıdır, yoksa mevzuu bilmeyişimiz bizi bu yükümlülükten
kurtarır mı?
Cevap: Kira sahih bir şekilde gerçekleştikten sonra
kira süresi bitmedikçe şirket çalışanlarının o binadaki tasarrufları için ev
sahibinin iznine ve yeniden onayına ihtiyaç yoktur ve o binada namaz kılmak
sahihtir. Bunun gibi kiranın batıl olduğu veya kira süresinin bittiği farz
edilse bile bina sakinleri bundan habersiz namaz kılmışlarsa namazları sahihtir
ve namazlarını iade etmeleri gerekmez.
Soru 553: Bir memur kendi evini kiraya vererek çalıştığı
kuruma bağlı evlerin birinde oturmaktadır. Kendilerine ait evleri olanların
kuruma ait evlerden yararlanmaması gerektiği kanununa aykırı davranıldığı ortadayken
bu memurun kiracısı onun çalıştığı kurumun kuralına aykırı davrandığını bilirse
ne yapmalıdır?
Cevap: Bir kuruma ait olan evlerin şartlarını haiz
olmayan kişiler tarafından kullanılması caiz değildir; ancak görevlinin şahsî
mülkü olan evi bir başkasına kiraya vermesinin veya başka birinin onun evini
kiralamasının ve yine kiracının onda yaptığı tasarruflarının sakıncası yoktur.
Soru 554: Ev sahibi kiracıya süresi bittiğinde evi boşaltmadığı
takdirde her gün için emsalinin ücretinden fazla bir meblağ vermesini şart
koşuyor; acaba kiracının sözleşme esnasında ödemeyi taahhüt ettiği bu meblağı
ödemesi gerekir mi?
Cevap: Kiracının lâzım ve bağlayıcı sözleşme esnasında
zikredilen şarta uyması ve amel etmesi şarttır.
Soru 555: Bir kimse, bir yeri kendi izni olmaksızın
başka birine kiraya vermemeleri şartıyla iki kişiye müşâ veya şayi hisseli
olarak kiraya verir. Ancak kiracılardan birisi ev sahibinden izin almaksızın
payını ortağına devreder; acaba bu işe, kiracı hakkını başkasına devretti,
denilir mi?
Cevap: Bu işlem de başkasına devretme kapsamına girer,
ancak ortada, şartın diğer ortağa devretmeyi kapsamayacağına dair bir işaret
bulunması müstesna.
Soru 556: Bir su ve yer hissesini, ikinci yılın başında
kiraya verenin feshetme hakkı olması şartıyla dört yıllığına kiraladım. Fakat
kiraya veren kira sözleşmesini ikinci yılın sonuna kadar feshetmedi ve hatta
üçüncü yılın ücretini alarak karşılığında makbuz da verdi. Acaba bu durumda
kiraya veren veya mülkü satın aldığını iddia eden kimsenin kira müddeti
bitmeden önce mülk üzerinde tasarrufta ve müdahalede bulunma hakkı var mıdır?
Cevap: Kiraya veren, kira sözleşmesini, feshetmeye
hakkı olduğu zaman içerisinde feshetmezse, ondan sonra sözleşmeyi feshetmesi
caiz değildir ve muhayyerlik süresi bittikten sonra mülkü başkasına satması,
kira sözleşmesinin batıl olmasına sebep olmaz; mülkün yeni sahibi kira süresi bitinceye
kadar beklemek zorundadır.
Soru 557: Bir şahıs gıda maddeleri satmada kullanmak
şartıyla iki mağazayı kiralar ve bu şart kira sözleşmesinde de kaydedilirse,
fakat kiracı bu şarta bağlı kalmazs,; acaba kiracının bu mağazalardaki ticarî
faaliyeti helâl midir? Kiraya veren şarta aykırı davranılması sebebiyle bu kira
sözleşmesini feshetme hakkına sahip midir?
Cevap: Kiracının mülk sahibinin şartına uygun davranması
şarttır ve eğer şarta aykırı hareket edecek olursa, şarta aykırı hareket
edilmesinden dolayı mülk sahibi sözleşmeyi feshedebilir.
Soru 558: Ben bir kurumda çalışıyorum. Kurum müdürü aylık
maaşa ilâveten benim için konut, normal tatil ve sigorta gibi günün örfünün
gerekli gördüğü şeyleri temin edeceğine dair taahhütte bulundu. Fakat birkaç
yıl geçmesine rağmen taahhütlerinin hiçbirini yerine getirmedi ve elimde yazılı
bir kontrat da olmadığından hakkımı alamıyorum; acaba bu durumda kanunî yollarla
haklarımı isteyebilir miyim?
Cevap: Kanunî makamlar aracılığıyla hakkınızı talep
etmenin bir sakıncası yoktur.
Soru 559: Bir kimse, yağmur suyuyla sulanan vakfedilmiş
bir tarlayı belli bir ücret karşılığında kiralamıştır. Ancak yağmur suyuna
bağımlı kaldığı için az ürün vermesi nedeniyle onun kanal veya kuyu suyuyla sulanması
için gerekli işleri yapmış ve bu amaçla çok miktarda para harcamıştır; bu
durumda kiracı tarlanın kirasını yağmurla sulama esasına göre mi, yoksa kanalla
sulama esasına göre mi vermelidir? Bu kanal veya kuyu eğer kamu sektörü
tarafından yapılmışsa hüküm nedir? Eğer vakfeden kişi o yerin kiralanmasından
elde edilen kiranın nasıl kullanılacağını belirlemişse, mesela yıllık kirasının
on gün Şehitler Serveri İmam Hüseyin'in (a.s) yas törenlerinde harcanmasını
belirtmişse, acaba kira ücreti vakfeden kişinin tayin ettiği alanda mı harcanmalıdır?
Ve eğer vakıf yöneticisi kiracıdan kirayı almaktan kaçınırsa kiracının kirayı Vakıflar
Müdürlüğü'ne ödemesi caiz midir?
Cevap: Tarlayı yağmur suyu yerine yer altından çıkan
suyla sulamak için kuyu kazmak, kanal açmak ve benzeri teşebbüsler, kira
sözleşmesi sahih bir şekilde gerçekleştikten sonra yapılırsa, ister vakıf
yöneticisinin, ister kamu sektörünün ve isterse kiracının parasıyla olsun, kira
sözleşmesinde belirlenen ücretin azaltılıp çoğaltılmasını gerektirmez. Ama bu,
kira sözleşmesinden önce veya kira süresinin bitiminden sonra ve yeni sözleşme
yapılmadan önce olursa, bu durumda vakıf yöneticisi tarla için hazırlanan bütün
imkânları göz önünde bulundurarak, onu kiraya verirken o zamanki adilane bir
fiyatla vermelidir. Ücret vakfın belirlediği yerde harcanmalıdır. Vakfın kira
ücretinin miktarının tayini, vakfın maslahat ve çıkarlarını kiraya verirken
gözetecek şer'î yöneticinin görüşüne bağlıdır. Ve vakfın şer'î yöneticisinden
kiralamadan ve ondan izin almadan vakıfta tasarruf etmek caiz değildir; bu,
gasp sayılır. Vakıfta tasarruf etmenin caiz olması için sadece kira parasını vakıf
dairesine veya herhangi bir fona vermek yeterli değildir. Fakat vakıf
yöneticisi kira süresi boyunca kiracıdan kirayı almazsa, kiracının ondan
yararlanmaya devam etmesinin sakıncası yoktur; bu durumda kira bedeli Vakıflar
Müdürlüğü'yle uyum içerisinde vakıfta belirtilen hususa riayet edilerek
harcanmalıdır.
Soru 560: Kiracı eğer, kiraya verenden kiralanan yeri
tamir etmesini ve onda bazı değişiklikler yapmasını isterse, bunun masrafları
kime aittir?
Cevap: Eğer kiralanan şeyin kendisi aynen kira sözleşmesi
yapıldığı zamandaki hâlinde ise, kiraya verenin bazı değişiklikler yapması ve
tamir etmesi doğrultusundaki kiracı talebini kabul etmesi şart değildir. Fakat
kiracının bu isteğini kabul ettikten sonra, kiralanan yerde yapılan tüm
değişiklik ve onarım masrafları onun kendisine aittir ve kiracının kiraya
verenden bu işleri yapmasını istemesi, bu masraflara katlanmasını ve bunları
karşılamasını gerektirmez.
Soru 561: Bir kimse yas meclisinde bir kişiden Kur-ân
okumasını ister ve bunun karşılığında ücret olarak ona bir miktar para verir.
Fakat bu şahıs Kur'ân okurken kendisine para veren kişiyi niyet etmeyi unutur.
Dolayısıyla Kur'ân okuduktan sonra okuduğu Kur'ân'ı, niyetinde bu işi yapmasını
tavsiye edene atfetmek ister, acaba onun bu davranışı sahih midir ve bu ücreti
hakkeder mi?
Cevap: Kur'ân
okurken o kişiyi niyet etmemişse, Kur'ân okuduktan sonra onu kendisine bu işi
tavsiye edenin namına hesaplayamaz; dolayısıyla ücrete hak kazanmaz.
Soru 562: Bir aracıyla bir evi görmeye gittik. Evi gördükten
sonra satın almaktan vazgeçtik. Daha sonra aynı evi başka birisiyle görmeye
gittik ve aracının haberi olmadan muameleyi sonuçlandırdık, acaba bu konuda aracının
herhangi bir hakkı var mı?
Cevap: Aracı müşteriye kılavuzluk edip satışa sunulan
malı müşteriye göstermek için onunla birlikte gitmesine karşılık müşteriden
ücret isteyebilir. Ancak aracı muamelenin gerçekleşmesinde aracılık yapmaz ve
bu konuda bir rolü bulunmazsa satıcıyla müşteri arasında muamelenin gerçekleşmesi
karşılığında ücret isteye-mez. Bu konuda eğer kanun ve kurallar varsa onlara
uyulması gerekir.
Soru 563: Bir şahıs evini satmak için emlâkçi bürosuna
müracaat eder ve bu büronun yardımıyla müşteri bulur ve evin değerini belirler.
Fakat daha sonra müşteri tellâl hakkı vermemek için muameleyi doğrudan satıcıyla
gerçekleştiriyor. Acaba bu durumda müşteri ve satıcının aracı ücreti ödemesi gerekir
mi?
Cevap: Sırf aracıya müracaat etmek aracının muameleyi
gerçekleştirme ücretine hak kazanmasına sebep olmaz. Fakat emlâkçı, alıcı veya
satıcıdan biri için bir iş yapmışsa, o işi yaptığı kişiden o işin emsalinin
ücretini isteyebilir.
Soru 564: Bir yeri belli bir zamana kadar belli bir paraya
kiralayan bir kimse bir süre sonra kira sözleşmesini fesheder; acaba bu kira
sözleşmesini feshetmesi sahih midir? Eğer sahih ise, kiraya veren fesihten
önceki günler için bir ücrete hak kazanır mı?
Cevap: Kiracının, şer'an feshetme hakkı yoksa kendi
kendine sözleşmeyi feshedemez. Kiracıya muhayyerlik hakkı doğmuşsa ve muameleyi
feshederse, fesihten önceki günlerin ücretini ödemelidir.
Soru 565: Bir kimse bir tarım arazisini, sulamak amacıyla
derin kuyu kazarak su çıkarma işleri ve masrafları kendi üzerine olmak kaydıyla
kiralar. Kiracı kanunî hazırlıkları geride bırakıp kuyu kazımı için kendi adına
izin aldıktan sonra kuyuyu kazar ve ondan yararlanmaya başlar. Fakat aradan bir
yıl geçtikten sonra arazinin sahibi tek taraflı olarak sözleşmeyi bozar; bu durumda
kuyunun kendisinin, yapılan harcamaların ve satın alınmış araç gereçlerin hükmü
nedir? Acaba kuyu kiracının mıdır, yoksa mülkiyette araziye mi tâbidir?
Cevap: Kira süresi sona ermedikçe taraflardan hiçbirinin
sözleşmeyi feshetme hakkı yoktur ve sözleşmede aksine bir şart konulmamışsa
kuyu araziye tâbi olup arazi sahibine aittir. Ancak kuyu üzerine kurulan araç
gereçler ve yine kiracının kendi malıyla satın aldığı şeyler kiracıya aittir.
Kira sözleşmesinde kiracının kuyudan yararlanma hakkı kabul edilmişse bu
durumda kiracının hakkı saklıdır.
Soru 566: Bazı özel şirketler ve kurumlar İslâmî Şura
Meclisi tarafından tasvip edilen ve Anayasayı Koruma Konseyi tarafından
onaylanan iş kanunu kapsamına giren işçilere bazı malî hak ve primlerini
ödemekten kaçınıyorlar, bu konuda hüküm nedir?
Cevap: İş verenlerin, kanun ve kurallara uygun olarak
işçi ve memurların haklarıyla ilgili bütün taahhütlerini yerine getirmeleri
farzdır; işçiler de, kendi kanunî haklarını talep edebilirler.
Soru 567: Kiracı, dairenin kira sözleşmesinin süresinin
bitişinden binanın boşaltılmasına kadar geçen sürede bütçesinden bir miktarını
kiraya veren daireye ödemesi şartıyla, iki devlet dairesinin, aralarında birisine
ait binanın bir bölümünü, belli bir zaman için öteki dairenin kullanımına
bırakmak üzere sözleşme yapmaları caiz midir?
Cevap: Eğer bu iş sahih bir
kira sözleşmesi çerçevesinde ve binanın kanunî sorumlusunun kabul ve onayıyla
gerçekleşirse sakıncasızdır ve sözleşmedeki koşul da şeriata muhalif değilse
geçerli bir koşuldur.
Soru 568: Günümüzde evi kiraya verirken halk arasında
yaygın olan bir biçimde kiracıdan önceden para almanın şer'î hükmü nedir?
Cevap: Eğer ev sahibi, kiracının kendisine bir miktar
borç vermesi şartıyla evini belli bir zamana kadar belli bir ücretle kiraya
vermeyi kararlaştırır ve aldığı borcu dikkate alarak evini benzeri bir evin ücretinden
daha düşük bir ücrete de kiraya verirse, bunun sakıncası yoktur. Fakat evini
bedava olarak kiracının tasarrufunda bırakmak veya evini benzeri bir evin
ücretine veya benzerlerinin ücretinden az ya da çok bir bedel karşılığında
kiraya vermek şartıyla kiracıdan borç alırsa, öyle ki aralarında ilk olarak
borç almak ve borç vermek gerçekleşir ve evi kiraya vermek veya kiracının
tasarrufuna bırakmak borçtaki bir şart olursa, bunların hepsi haram ve batıldır.
Soru 569: Nakliyat şirketinin, belli bir ücret karşılığı
taşımak ve müşteriye ulaştırmak için teslim aldığı eşyalar yolda çalınma veya
yanma nedeniyle zayi olursa veya bir zarar görürse nakliyeci tazminatla yükümlü
olur mu?
Cevap: Eşyaları taşıması ve belirlenen yere ulaştırması
için kiralanan nakliyât şirketi, eşyaları korumak için taşımacılıkta yaygın
olarak bilinen tedbirleri alır ve bu konuda hiçbir ifrat ve tefritte
bulunmazsa, bir ihmali söz konusu değilse ve sözleşmede tazminatla yükümlülüğü
şart koşulmamışsa yükümlü olmaz, aksi durumda zararın tazminiyle yükümlüdür.
Soru 570: Çoban koyun sürüsünü ağılda toplayıp kapısını
kapattıktan sonra eğer oradan on sekiz km. uzaklıktaki evine gider ve geceleyin
kurtlar ağıla girerek koyunları parçalarsa, çoban tazminatla yükümlü olur mu?
Sözleşme gereği ücret olarak çobana o koyunlardan yedisinin verileceği dikkate
alınırsa, acaba koyunları otlatması için istihdam eden kişinin çobana ücretini
vermesi gerekir mi?
Cevap: Çoban geceleri sürünün ağılını korumakla sorumlu
değilse ve koyunları korumada hiçbir aşırılık ve kusurda bulunmamışsa
tazminatla yükümlü değildir ve çobanlık ücretinin tamamını isteyebilir.
Soru 571: Komşusunun evinde herhangi bir kira, satış
veya ipotek sözleşmesi yapmaksızın uzun yıllar bedava olarak oturan bir kimse,
ev sahibinin ölmesinden sonra mirasçılarının evi geri istemeleri karşısında evi
vermekten kaçınmakta ve evin kendisine ait olduğunu iddia etmekte, ancak
iddiasını ispatlayacak bir delili de bulunmamaktadır. Bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Mirasçılar şer'î bir yolla evin, miras bırakanın
malı olduğunu ispatlarlar veya evi elinde bulunduran kişi bunu itiraf eder,
ancak o evin kendisine intikal ettiğini iddia etmesine rağmen, bu iddiasını
şer'î bir yolla ispatlayamazsa evi sahibinin mirasçılarına geri vermelidir.
Soru 572: Saatini tamir etmesi için saatçiye veren bir
kişinin saati çalınırsa; acaba saatçi dükkanın sahibi taz-minat ödemekle
yükümlü müdür?
Cevap: Saatçi dükkanı sahibi saati korumada kusur etmemişse
tazminatla yükümlü değildir.
Soru 573: Yabancı şirketlerin vekâletinde onların
mallarını satan ve hizmeti karşılığında belli bir yüzde komisyon alan özel bir
şirketin komisyon alması şer'an caiz midir? Devlet memurlarından birisi bu özel
şirketle işbirliği yaparsa, onun da bu komisyondan bir miktar alması caiz
midir?
Cevap: Eğer bu komisyon yabancı veya yerli, devlete
ait veya özel şirketlerin mallarını satmada vekâlet ücreti olarak alınırsa
vekil için özü itibariyle bir sakıncası yoktur. Fakat devlet memuruna gelince;
eğer sunduğu resmî hizmetler karşılığında aylık maaş alıyorsa, başka bir ücret
veya hediye almaya hakkı yoktur.
Soru 574: Bir mağazayı ticaret veya başka bir iş için
belli bir zamana kadar kiralayan kiracının, kira süresi bittikten sonra
sahibinin kirayı uzatmamasına rağmen, o yeri boşaltmaktan kaçınarak hava parası
istemesi caiz midir? Kiracının mağazayı başkasına devretme hakkı olmadığı göz
önünde bulundurulursa kiracının iş ve meslek [müşteri muhiti ve şöhret kazanma]
hakkı iddia etmesi caiz midir?
Cevap: Kiracının kira süresi bittikten sonra o yeri elinde
tutmaya ve sahibine teslim etmekten kaçınmaya hakkı yoktur; ancak kiracının
orada mülk sahibinden kendisine intikal eden hava parası hakkı varsa veya o
yer, kiralayan kimseye kanunen bir hakkın doğmasını gerektiren yerlerdense, bu
durumda sahibinden kendi hakkının bedelini isteyebilir.
Soru 575: Ticarî bir
yer kiraladım ve hava parası hakkını elde etmek için sahibine bir miktar para
ödedim. Bu yere elektrik kablosu çekmek, yere taş döşemek, iş ruhsatı almak vs.
için çok miktarda para harcadım. Aradan on yıl geçtikten sonra yer sahibinin mirasçıları
orayı kendilerine geri vermemi istemektedirler; acaba onların isteğini kabul
ederek orayı boşaltmam farz mıdır? Eğer boşaltmam farzsa, oraya harcadığım
parayı onlardan isteyebilir miyim? Ve yine hava parası bedeli olarak onlardan
şimdiki değerini isteyebilir miyim?
Cevap: Sahibinin kirayı yenilemesinin farz oluşu veya
kiracıdan yeri boşaltmasını isteyebilmesi ve onun bu isteğini kabul etmenin
gerekliliği ve yine kiralanmış olan o yere harcanan mallarla ilgili tazminat
yükümlülüğü, ülkede uygulanan kanunlara veya kira sözleşmesinde kiracıyla
kiraya veren arasında belirtilen şartlara bağlıdır. Ama yerin hava parasına
gelince; eğer şer'î bir yolla mülk sahibinden kiracıya intikal etmişse veya kanun
gereğince hava parası kiracının ise, kiracı hava parasının şimdiki değerini
isteyebilir.
Soru 576: Bir inşaat şirketi sahibi kiracıdan hava parası
karşılığında bir şey almadan bir binayı kiraya vermiştir. Kiracı binayı
boşalttığı zaman şirket sahibinin kiracıya hava parası olarak bir meblağ
ödemesi gerekir mi? Eğer binanın sahibi orayı kiracıya satarsa, binanın
değerinden hava parası hakkı olarak bir miktar düşmesi gerekir mi?
Cevap: Bir yerin hava parası satın alma, sulh ve gerekli
akitte şart koşma veya bunu açıkça belirleyen kanunun varlığı gibi yollarla
meşru bir şekilde kiracıya intikal etmemişse, bu durumda kiracının binanın
sahibinden hava parası isteme hakkı yoktur ve eğer o binayı sahibinden satın
alırsa, hava parası bedeli olarak binanın değerinden bir miktarı düşüremez.
Soru 577: Babam evlâtlarından üçü için birkaç ticarî
yer satın aldı ve bu yerleri satın alırken tapularını onların adına
kaydettirdi; şimdi bu yerler kanunen ve şer'an onlara aittir. Ölmeden önce bu
yerler babamın elindeydi; babam bu yerlerde alış veriş ve ticaretle uğraşıyordu.
Acaba bu yerlerin hava parası sadece sahiplerinin midir, yoksa mülkten ayrı
olup mirasçıların tümüne mi aittir?
Cevap: Ticarî yerlerin hava parası mülke tâbidir ve
şer'î bir yolla sahibinden başka birine intikal etmedikçe o mülkün sahibine
aittir.
Soru 578: Kiracı
yeri kiralarken yer sahibine hava parası olarak bir miktar para verirse,
herhangi bir nedenle yeri boşalttığında mal sahibi kiracıya sadece onun vermiş
olduğu meblağı mı iade etmelidir, yoksa hava parasını kiracının yeri boşalttığı
günün fiyatıyla mı ödemelidir?
Cevap: Eğer kiracı şer'an yerin hava parası hakkına
sahipse, bu durumda o günün adilane fiyatına göre hava parasının o zamanki
değerini isteyebilir ve mülk sahibinin kiracıya
o zamanki fiyatı vermesi farzdır. Ama mülk sahibine mülkü boşalttığı
zaman geri almak üzere emanet olarak bir miktar para bırakmışsa, sadece o yeri
kiraladığı zaman ödediği meblağın dengini isteyebilir. Paranın değerinin farkı
hususunda ise musalaha etmeleri (anlaşmaları) ihtiyata uygundur.
Soru 579: Şehrimizde hava parasının yaygın olmadığı
bir dönemde hava parası vermeksizin sahibinden bir mağaza kiraladım; şimdi
mağazayı kiraya veren ölmüş ve orası evlâtlarından birinin mülkü olmuştur.
Mağazanın şimdiki sahibi orayı boşaltmamı istiyor. Oysa kirada oturduğum zaman
içerisinde, oraya elektrik ve telefon çektirmek, kapısını değiştirmek ve
muhafaza etmek gibi bazı işler yaptım ve o yerde yaptığımız muameleler
nedeniyle halktan alacaklarım da var. Acaba
yerin şimdiki sahibinin isteği üzerine orayı boşaltarak hiçbir hak talebinde
bulunmadan sahibine teslim etmem gerekir mi? Eğer benim de bir hakkım varsa
miktarı ne kadardır?
Cevap: Önceki kira süresi bittikten sonra kira sözleşmesini
yenilemeden orada tasarruf edemez ve şimdiki sahibine teslim etmekten
kaçınamazsınız. Fakat şimdiki sahibinin kirayı yenileme isteğinizi kabul etmesinin
gerekliliği veya yeri boşaltmayı istemesinin caiz oluşu ve onun isteğini kabul
etmenin gerekliliği kanunlara veya sözleşmedeki şartlara bağlıdır. Ama yeri
boşaltırken hava parası bedeli olarak bir şey isteme hakkınıza gelince,
bölgenin örfünde önceki kira sözleşmesi yapılırken kiracı için hava parası hakkı
öngörülmüyorduysa ve hava parası hakkı size intikal etmemişse, bu durumda yerin
şimdiki sahibinin isteği üzere yeri boşaltıp onu kendisine teslim karşılığında
hava parası istemeye hakkınız yoktur. Ancak,
kanunun size böyle bir hak tanıması müstesna. Çektiğiniz elektrik, telefon ve
kendi paranızla yaptırdığınız şeylerin hepsi size aittir. Mevcut örf ve
kanunlara göre bedava hizmet olarak görülen veya mülk sahibi tarafından
karşılığı ödenen şeyler müstesna.
Soru 580: a) Kiracı ticarethane olarak yirmi yıl aralıksız
kiraladığı bir yeri kira süresi içerisinde veya kira süresi bittikten sonra,
hava parası vergisini ödeyerek ve bütün kanunî işleri gözeterek hava parası
hakkını başkasına devredebilir mi?
b) Hava
parası bütün kanunî kurallar gözetilerek resmen başka bir kiracıya
devredilirse, mülkün sahibi bunu kabul etmeyerek ikinci kiracıdan iş yerini
boşaltmasını isteyebilir mi?
Cevap: Eğer hava parası hakkı mülk sahibinden veya kanuna
uygun olarak kiracıya intikal etmemişse, onu satmaya ve başka birine devretmeye
hakkı yoktur. Bu işi yaparsa fuzulî bir işlem yapmış olur ve geçerliliği mülk
sahibinin iznine bağlıdır.
Soru 581: Murisim (bana miras bırakan), otel ve oradaki
eşyalardan payına düşen bütün mallarını ve haklarını benimle uzlaşarak bıraktı;
acaba bu sulh oteldeki hava parasını da kapsar mı?
Cevap: Eğer otelin hava parası hakkı ona ait ise ve
sulh onun istisnasız oteldeki eşya ve haklarının tümü üzerine yapılmışsa, bu
durumda hava parası hakkı da bu sulha dahildir.
Soru 582: Bir kimse, sahibi istediğinde boşaltmak
şartıyla bir yeri kiralamış ve kira süresi bitince sahibinin yeri boşaltmasını
istemesi üzerine kiracı yerin hava parası hakkını istemektedir; acaba yer
sahibinin hava parasını kiracıya ödemesi gerekir mi?
Cevap: Yer sahibinin
istediği zaman kiracının yeri boşaltmasının şart koşulduğu sözleşmede görünürde
hava parası hakkı yer sahibinden kiracıya intikal etmemiştir. Bu durumda bir
şey isteyemez; İslâm Devleti kanunları uyarınca böyle bir hakkın öngörülmüş olması
müstesna.
Soru 583: Kiraya
verdiğim yerin hava parası hakkını kiracıya belli bir meblağa sattım. Müşteri
bunun karşısında bana çek verdi. Fakat adamın banka hesabında para olmadığı için
çeki nakit paraya çeviremedim, bu yerin hâla kiracısı olan şahıs yerin hava
parası hakkının sahibi olduğunu iddia ediyor; oysa şimdiye kadar ben ondan hava
parası karşılığını alamadım; bu durumda acaba bu kişi yerin hava parasının
sahibi olur mu, yoksa para alınmadığı için hava parası muamelesi batıl mı olur?
Cevap: Hava parası satışı sahih bir şekilde gerçekleştikten
sonra sırf hava parası karşılığı verilen çekin banka hesabında karşılığının
olmayışı muamelenin batıl olmasına sebep olmaz; bu durumda hava parası müşterinindir
ve yeri kiraya veren satıcı ise, çekin karşılığını isteme hakkına sahiptir.
Soru 584: Kiracı yeri boşaltırken hava parası istemeye
hakkı olmasına rağmen mülk sahibi kanun ve yaygın örfe aykırı olarak bunu
vermezse kiracının, mülk sahibi razı olmaksızın hava parası bedelini alıncaya kadar
o yerde kalmasının hükmü nedir? Eğer kiracının orada kalması caiz olmayıp gasp
sayılırsa, bu durumda acaba bu yerde kazandığı mallar şer'an helâl midir?
Cevap: Mağazanın boşaltılması hava parası bedelinin
ödenmesi şartına bağlı kılınmamışsa yeri boşaltırken sırf hava parası
karşılığını isteme hakkına sahip olmak, o yerde tasarruf etmeyi sürdürmenin
caiz olması için yeterli değildir. Ama yine de o yerde yapılan alış verişle
elde edilen kazanç şer'an helâldir.
Soru 585: Bir şahıs belli bir meblağa bir yer kiralar
ve hava parası olarak da ayrı bir meblağ öder; daha sonra yerin sahibi tedricen
kirayı yükseltmeye başlar ve nihayet yerin kirası ilk verdiği kiranın iki
katına çıkar. Şimdi kiracı yeri boşaltarak daha fazla bir hava parası karşılığında
başka bir kiracıya vermek istiyor. Fakat mülk sahibi hava parası değerinin %15'ni
istemeye ilâveten kira ücretini on katına çıkarmak istiyor. Oysa mezkur yere
komşu mağazalar bundan daha az bir bedele kiralanmışlardır. Bu durumda mülk
sahibinin şer'an ve kanunen hava parasından yüzdelik istemeye ve kirayı bu kadar
yükseltmeye hakkı var mıdır?
Cevap: Yerin hava parası kiracıya ait olur ve onu istediği
kişiye aktarması caiz ise, mülk sahibi kiracıdan hava parası bedeli olarak
hiçbir şey isteyemez. Ama kira ücretine gelince; kira parasının miktarının
tayini, mülk sahibi ve kiracının kira sözleşmesini yenileme esnasında
anlaşmalarına bağlıdır.
Soru 586: Eğer bir şahıs bir mağazayı kiralarken aylık
kiraya ilâveten bir meblağı da hava parası olarak öder ve yeri boşalttığı zaman
mülk sahibinin hava parasını o zamanki fiyatıyla kendisine iade etmesini, aksi
durumda kendisinin hava parasını başkasına satmaya ve yeri böylece boşaltıp
müşteriye vermeye hakkı olduğunu şart koşarsa; acaba bu şart sahih midir? Ve
yeri kiraya veren kişinin ister o zamanki fiyatını kiracıya ödemek ve ister
yerin başkasına teslim edilmesine razı olmak şeklinde olsun bu şarta uyması gerekli
midir?
Cevap: Kira sözleşmesinde böyle bir şart koşulmasının
hiçbir sakıncası yoktur ve yeri kiraya veren kişinin bu şarta uyması farzdır ve
yeri kiraya veren kişi kiracıdan hava parasını satın almayı kabul etmezse, hava
parasının başka birine satılmasına ve yerin ona teslim edilmesine itiraz
edemez.
Soru 587: Başkasının kirasında olan ticarî bir mağazayı
bir evle birlikte satın aldık, satıcı mağazanın hava parasını kiracıya satmış,
kiracı da hakkını başka bir kiracıya satmıştır. Bu durumda acaba kira süresi
bitince mağazayı boşaltmayı istediğimizde ikinci kiracıya hava parası bedelini,
biz mi ödemeliyiz, yoksa hava parası bedelini almış olan önceki sahibi veya
önceki kiracısı mı vermelidir?
Cevap: Son kiracı şer'î bir yolla hava parasını hakkettikten
sonra, şimdi bu hava parasını ondan satın almak isteyen kişinin bedelini ona
ödemesi gerekir.
Soru 588: Banka hesabında mevcut nakiti bulunmayan bir
kimse başka bir şahsa kefil olmak için vesika olarak çek keşide edebilir mi?
Cevap: Bu gibi meselelerde ölçü, İslâm Cumhuriyeti [ya
da bulunulan ülke] kanunlarıdır.
Soru 589: Bir miktar alacaklı olduğum şahıs, borcunu
ödemekte kusur edince, akrabalarından biri borçluya bir süre zaman tanımam
şartıyla bana borç miktarında vadeli bir çek verdi ve böylece çekin ödeme
süresi doluncaya kadar borçlu borcunu ödemezse borca kefil oldu. Daha sonra
borçlu kaçarak saklandığı için ona şimdi ulaşmam da mümkün değil. Bu durumda
acaba bütün borcu kefilden almam caiz midir?
Cevap: Belli bir süreye kadar borçlu borcunu öde-mezse,
borcu ödeyeceğine dair şer'an sahih bir şekilde kefil olmuşsa, vakti geldiğinde
alacağınızı istemeniz ve hepsini kefilden almanız caizdir.
Soru 590: Birisi bankadan aldığı borç karşılığında evini
ipotek etmiş ve borcunu ödeyemeden vefat etmiştir. Küçük yaştaki mirasçıları da
borcun tamamını ödeyemeyince banka, fiyatı borç meblağından kaç kat fazla olan
eve el koymuş ve zaptetmiştir; bu fazla fark miktarının hükmü nedir? Küçük
çocuklar ve onların haklarıyla ilgili hüküm nedir?
Cevap: Alacaklının alacağına ulaşmak için ipotekli
malı satmasının caiz olduğu yerlerde onu mümkün olan en yüksek fiyata satması
farzdır. Bu durumda eğer ipotekli mal alacaklının talebinden fazla olursa,
kendi hakkını aldıktan sonra geri kalanını şer'î sahibine geri vermesi gerekir.
Dolayısıyla soruda söz konusu edilen fazlalık mirasçılara aittir.
Soru 591: Mükellefin, bir şahıstan bir zamana kadar
belli bir meblağ borç alarak evini borç karşılığında onun yanında ipotek etmesi
ve sonra da aynı evi alacaklı kişiden belli bir meblağ karşılığında belli bir zamana
kadar kiralaması caiz midir?
Cevap: Mülk
sahibinin kendi malını kiralamasındaki sakıncaya ilâveten, böyle muameleler,
faizli borç elde etmek için yapılan bir hile olup şer'an haram ve batıldır.
Soru 592: Bir şahıs bir miktar borç karşılığında arsasını
bir başkası yanında ipotek etmiştir. Bunun üzerinden kırk yıldan fazla bir
zaman geçmiş, ipotek eden ve alacaklının her ikisi de ölmüşlerdir. İpotek
edenin ölümünden sonra mirasçıları defalarca alacaklının mirasçılarından arsayı
geri istemelerine rağmen onlar bu talebi reddederek arsanın kendilerine
babalarından miras kaldığını iddia etmektedirler. Acaba bu durumda ipotek eden
kişinin mirasçılarının, arsalarını alacaklının mirasçılarından geri almaları
caiz midir?
Cevap: Alacaklının
borcunu almak için, arsayı sahiplenmeye hakkı olduğu tespit edilir ve arsanın
değeri de borç miktarında veya ondan daha az olursa ve ölünceye kadar da yer
onun tasarrufunda kalmışsa, bu durumda görünürde arsa ona aittir ve ölümüyle o
toprak onun bıraktığı maldan ve mirasçılara ulaşan mirastan sayılır; aksi
durumda arsa ipotek edenin mirasçılarına miras olarak ulaşır ve onlar bu mirası
onlardan isteyebilirler. Ancak ipotek edenin mirasçıları onun borcunu geri
bıraktığı maldan alacaklının mirasçılarına ödemelidirler.
Soru 593: Bir evi kiralamış kimsenin onu borcu karşılığında
alacaklının yanında ipotek etmesi caiz midir, yoksa ipoteğin sıhhatinde ipotek
edilen malın ipotek edenin kendi malı olması şart mıdır?
Cevap: Ev sahibi kiralanan şeyin ipotek edilmesine
izin verirse, bunun sakıncası yoktur.
Soru 594: Birisine olan borcum karşılığında evimi bir
yıl süreyle onun yanında ipotek ettim ve bununla ilgili olarak bir sözleşme
yaptık. Fakat ben sözleşme dışında evin üç yıl onun elinde kalacağı vaadinde
bulundum. Acaba ipotek süresi için geçerli olan, sözleşmede kaydedilen süre mi,
yoksa formalite icabı verdiğim söz müdür? İpoteğin batıl olduğu farz edilse, bu
durumda ipotek edenle alacaklının ne yapmaları gerekir?
Cevap: İpoteğin süresi konusunda sözleşmede yazılan,
verilen söz ve buna benzer şeylerin geçerliliği yoktur; bu konuda ölçü borç
sözleşmesidir. Dolayısıyla eğer belli bir süre üzerinde şart koşulmuşsa, o süre
dolunca ipotek bozulur; aksi takdirde borç ödeninceye veya alacaklı borçlunun
zimmetini berî edinceye kadar ipotek geçerlidir. Ev ipotek olmaktan çıkar veya
ipotek sözleşmesinin temelden batıl olduğu anlaşılırsa, ipotek eden alacaklıdan
ipotek ettiği malı isteyebilir. Alacaklı da sahibine onu geri vermekten
kaçınamaz ve o mala sahih ipoteğin sonuçlarını uygulayamaz.
Soru 595: İki yıl veya daha fazla bir süre önce babam
bir kişiye olan borcundan dolayı bir miktar altın sikkeyi onun yanında ipotek
etti. Babam ölümünden birkaç gün önce alacaklının o altınları satmasına izin
verdi, fakat bu istediğini ona ulaştırmadı. Daha sonra ben babamın ölümünden
sonra borçlu olduğu meblağı birinden borç alarak babamın borcunu ödeyip
zimmetini berî etmek kastı olmaksızın, sırf ipotek edilen malı ondan alarak
başkasının yanında ipotek etmek amacıyla ona verdim. Fakat alacaklı, mirasçıların
hepsi muvafakat et-medikçe malı teslim etmekten kaçındı. Bazı mirasçılar da
malın teslim alınmasına izin vermekten çekindiler. Bu nedenle verdiğim parayı
geri almak için alacaklıya müracaat ettiğimde, o da parayı alacağı karşısında
aldığını iddia ederek bana geri vermekten kaçındı. Bu durumda şer'an hüküm
nedir? Acaba alacaklının, alacağını aldıktan sonra ipotekli malı geri vermekten
kaçınması caiz midir? Babamın borcunu ödemekle sorumlu olmadığım
ve ona parayı babamın borcunu ödemek için vermediğim göz önünde bulundurulursa,
acaba alacaklının o parayı alacağı karşılığında alarak geri vermeme hakkı var
mıdır? Ve acaba ipotekli malı bana vermeği diğer mirasçıların muvafakatine
bağlı kılabilir mi?
Cevap: Eğer alacaklıya
parayı meyyitin borcunu ödemek kastıyla vermiş iseniz, bu durumda meyyitin
zimmeti berî olur, üzerindeki borç kalkar ve ipotekli mal serbest olarak
alacaklının yanında emanete dönüşür. Ancak ipotekli mal bütün mirasçılara ait
olduğu için onu mirasçıların tümünün muvafakati olmaksızın mirasçıların
bazılarına veremez. Eğer paranın ölen kişinin borcu karşılığında ödendiği
kesinlik kazanmaz ve alacaklı da bunu itiraf ederse, alacaklı o parayı alacağı
karşısında kendisi için alamaz ve kendisine veren kişinin istemesi durumunda
geri vermesi farzdır. Böylece meyyitin mirasçıları babalarının borcunu verip
ipotekli malı kurtarıncaya veya alacaklıya, hakkını alması için onu satmasına
izin verinceye kadar altınlar ipotek olarak onun yanında kalır.
Soru 596: Malını birinin yanında ipotek eden kimsenin,
aynı malı ipotekten kurtarmadan önce borcundan dolayı üçüncü bir kişinin
yanında ipotek etmesi caiz midir?
Cevap: Malını ipotek eden kimse, birinci ipotekten
kurtulmadan önce aynı malı birinci alacaklının izni olmaksızın ikinci kez
ipotek etmesi fuzulî olup, sıhhati birinci alacaklının iznine bağlıdır.
Soru 597: Bir şahıs, kendisine borç olarak belli bir
meblağ vermesi için tarlasını başka birinin yanında ipotek eder. Fakat ipotek
alan, belirlenen meblağa sahip olmadığını mazeret göstererek onun yerine tarla
sahibine on baş koyun verir. Tarafların ipoteği çözerek her birinin kendi
malını almak istedikleri zaman, alacaklı kendisine on baş koyunun geri
verilmesinde ısrar ediyor, acaba onun şer'an buna hakkı var mı?
Cevap: İpotek kesin ve sabit bir borç karşılığında
olur; sonradan gerçekleşecek borç karşılığında değil. Sorudaki durumda tarla ve
koyunların, her biri sahibine geri verilmelidir.
Soru 598: Bir şirket sahibiyle sermayeyi kullanmada
benim tarafımdan vekil olup hisse senetlerinin kârından her ay bana örneğin
elli bin riyal vermesi kaydıyla sermayede ortak oldum ve bir yıl sonra bu mal
ve kârı karşılığında ondan bir arsa aldım; bu arsanın hükmü nedir?
Cevap: Sorudaki varsayımda yatırımda ortaklık ve sermayenin
şirket sahibi tarafından çalıştırılması izni söz konusudur. Dolayısıyla elde
edilen kazanç eğer şer-an helâl olan bir şekilde gerçekleşmişse, arsayı almanın
sakıncası yoktur.
Soru 599: Birkaç kişi ortak olarak bir şey satın alırken
aralarında kur'a çekerek kimin adına çıkarsa onu ona vermeyi şart koşmalarının
hükmü nedir?
Cevap: Kur'a çekmekten maksat, herkesin ortak maldaki
hissesini kur'a çekiminden sonra adına çıkan kimseye kendi rızalarıyla hibe
etmekse, bunun sakıncası yoktur; fakat maksat, ortak malın kur'a çekimiyle
adına kur'a çıkan kişinin malı olması ise, bu şer'an sahih değildir. Bunun gibi
asıl maksat kaybetme-kazanma (kumar) olursa da sahih değildir.
Soru 600: İki kişi bir tarla satın alır ve yirmi yıl
süreyle ortak olarak orayı ekip biçerler. Şimdi ortaklardan biri kendi hissesini
başkalarına satmak istiyor; acaba böyle bir hakkı var mı, yoksa sadece öteki
ortak mı onu satın alma hakkına sahiptir? Eğer hissesini ortağına satmazsa
acaba öteki ortağın buna itiraz etme hakkı var mıdır?
Cevap: Ortaklardan biri, diğerini hissesini kendisine
satmaya zorlayamaz ve hissesini başka birine satmak istediğinde de ona itiraz
edemez. Ancak muamele kesinleştikten sonra eğer şufa hakkının gerçekleşmesi
için bütün şartlar mevcutsa, onu şufa (ortağından satın almada öncelikli olma)
hakkına dayanarak alabilir.
Soru 601: Sanayi ve ticarî şirketlerin veya bazı bankaların
satışa sundukları hisse senetlerinin alım satımının hükmü nedir? Şöyle ki, bir
hisse senedi satın alındıktan sonra borsada pazarlanmakta, alınıp satılmakta ve
böylece fiyatı alış fiyatından yukarı çıkmakta veya aşağı inmekte; alım satımın
sermaye üzerinde değil de hisse üzerinde yapıldığı kesindir. Yine eğer bu
şirketlerin faize dayalı faaliyetleri olduğu bilinirse veya bu konuda şüphe edilirse
hüküm nedir?
Cevap: İşyeri, fabrika, şirket veya banka hisselerinin
malî değeri, eğer hisselerin kendisinden kaynaklanır ve malî değeri belirleme
yetkisine sahip olan kimsenin hisselere malî değer vermesi sonucu ortaya
çıkarsa, bu durumda onun alım satımının sakıncası yoktur. Yine eğer fabrika,
şirket, iş yeri ve bankanın değeri ve sermayesi ölçü alınarak hisselerine malî
değer verilirse, yani her bir hisse senedi o değer ve sermayenin bir bölümünü
temsil ettiği için bir değer belirlenirse, alım satımının sakıncası yoktur.
Ancak, bu şirketin hisselerinin tümü hakkında ve aldanmayı önlemede etkili olan
diğer şeylerden haberdar olmak ve söz konusu şirket, iş yeri ve fabrikanın iş
ve faaliyetinin şer'an helâl olması gerekir.
Soru 602: Biz üç kişi bir tavuk mezbahasına ve oraya
ait bir mülke ortağız. Aramızda uyum olmadığı için ortaklıktan ayrılmaya karar
verdik ve bu amaçla mezbahayla ona ait mülkü ortaklar arasında açık artırma ile
satışa koyduk. Açık artırmayı ortakların biri kazandı. Fakat bu güne kadar bize
hiçbir ödemede bulunmamıştır. Acaba bu muamele geçersiz sayılır mı?
Cevap: Bir malın sırf açık artırmaya çıkarılması ve
ortaklardan biri veya başka biri tarafından en yüksek fiyatın teklif edilmesi,
satışın gerçekleşmesi ve mülkiyetin intikali için yeterli değildir. Hisselerin
satışı şer'an sahih bir şekilde gerçekleşmedikçe ortaklık aynen devam eder.
Fakat satış sahih bir şekilde gerçekleşirse, müşterinin parayı ödemeyi
geciktirmesi satışın batıl olmasına sebep olmaz.
Soru 603: Şirket kurup resmî işlemlerini tamamladıktan
sonra diğer ortakların muvafakatiyle şirketteki hissemi başka birine sattım.
Müşteri de bunun karşısında bana birkaç tane çek verdi. Ancak hesabında çeklerin
karşılığı olmadığından müşteriye müracaat ettiğimde benden çekleri alarak
şirketteki hissemi geri verdi. Fakat hissem resmiyette onun adında kaldı. Daha
sonra müşterinin bu hisseyi başka birine satmış olduğunu anladım; acaba onun bu
satışı sahih midir, yoksa kendi hissemi isteme hakkına sahip miyim?
Cevap: Sizinle
muameleyi feshettikten sonra hisseleri satmışsa, bu durumda onun bu satışı
fuzulî olup geçerliliği sizin izninize bağlıdır. Ama satışı feshetmeden önce o
hisseyi üçüncü bir kişiye satmış ise, bu durumda bu satışın sıhhatine
hükmedilir ve müşteri birinci muameleyi feshettikten sonra muameleyi feshettiği
günün fiyatı üzerinden malın (hissenin) değerini size geri vermelidir.
Soru 604: Babalarından kendilerine bir ev miras kalmış
iki kardeşten biri, payına düşeni almak veya satışla ortaklıktan ayrılmak
ister. Fakat ötekisi bu konuda tüm çözüm yollarını reddeder; bölüşmeye,
hissesini kardeşine satmaya ve kardeşinin hissesini satın almaya yanaş-maz. Bu
nedenle birinci kardeş mahkemeye başvurur. Mahkeme de evi araştırması için adlî
uzman (bilirkişi) görevlendirir ve araştırma sonucu evin bölünemeyeceği ve
ortaklığın sona ermesi için ya birisinin hissesini diğerine satması veya ev
üçüncü bir kişiye satıldıktan son-ra ortakların parasını teslim alması
gerektiği bildirilir ve mahkeme tarafından bu görüş onaylanır. Böylece ev açık
artırımlı satışa çıkarılarak satılır ve parası ortaklara teslim edilir. Acaba
bu satış geçerli midir ve kardeşlerin her birinin o paradan kendi hissesini
alması caiz midir?
Cevap: Bunun sakıncası yoktur.
Soru 605: Ortaklardan biri şirketin parasıyla bir mülk
satın alarak onu eşinin adına geçirir; acaba bu muamele ortakların hepsine mi
aittir ve mal ortakların hepsinin mi sayılır? Ve acaba o ortağın eşi, kocası
izin vermese bile şer'an mezkur mülkü ortakların adına geçirmekle yükümlü müdür?
Cevap: Bu şahıs o
mülkü eğer zimmetinde olan küllî parayla (yükümlü olduğu paranın geneliyle) kendisi
veya karısı için satın almış ve daha sonra parasını şirketin ortak parasından
vermişse, bu durumda o mülk ona veya karısına aittir ve diğer ortaklara sadece
malları oranında borçlu olur. Fakat onu bizzat şirketin kendi malıyla satın
almış ise, bu durumda muamele ortakların hissesi oranında fuzulî olup
geçerliliği ortakların iznine bağlıdır.
Soru 606: Acaba mirasçılardan bazıları veya vekilleri
diğer mirasçıların muvafakati olmaksızın müşâ malda (ifraz edilmemiş ortak mal)
bilfiil tasarruf edebilirler mi veya o mal üzerinde muamele yapabilirler mi?
Cevap: Ortaklardan birinin
ortak malda diğer ortakların izni veya rızası olmaksızın bilfiil tasarruf
yapması caiz değildir. Yine ortaklardan birinin diğer ortakların izni veya
rızası olmaksızın ortak mallarla muamele yap-ması sahih değildir.
Soru 607: Ortaklardan bazıları müşâ mülkü (ifraz edilmemiş
ortak mülkü) satar veya başka birisi satar da bazı ortaklar buna izin
verirlerse, acaba bu satış sahih midir ve hepsinin rızası olmadan bütün
ortaklar için geçerli midir, yoksa bu satışın bütün ortaklar için geçerliliği
hepsinin rıza ve kabulüne mi bağlıdır? Ve Eğer hepsinin rızası şartsa, acaba bu
durumda malda ortaklığın, ticarî bir şirket içinde olmasıyla âdi bir şirket
içinde olması arasında fark var mıdır? Yani böylece birinci tür şirkette değil
de, ikinci tür şirkette ortakların tümünün rızasının şart olduğu söylenebilir
mi?
Cevap: Satış sadece onu satan veya satışına izin
veren kişinin hissesinde sahih ve geçerlidir, diğer ortakların hissesinde ise
her birinin iznine bağlıdır; bu konuda ortaklık veya şirket türleri arasında
hiçbir fark yoktur.
Soru 608: Bir kişi bankayla ortaklaşa konut yapmak
için bankadan bir miktar para borç alır. Evi yaptıktan sonra doğal afetlere
karşı onu banka nezdinde sigorta eder. Şimdi evin bir köşesi yağmur veya kuyu
suyu rutubetiyle yıkılmış olup onarmak için bir miktar paraya ihtiyaç vardır.
Fakat banka bu konuda sorumluluk kabul
etmiyor ve sigorta şirketi bu hasarın, sözleşme dışında olduğunu söylüyor, bu
durumda bu hasarın sorumlusu
kimdir?
Cevap: Sigorta şirketi, sigorta sözleşmesi kuralları
dışındaki hasarlardan sorumlu değildir. Evin tamir masrafları ve başka birinin
tazminatıyla yükümlü olmadığı zararlar ev sahibine aittir. Banka ise eğer sivil
ortaklık sözleşmesi çerçevesinde binaya ortaksa, bu durumda hissesine oranla
zararı ödemelidir; hasarın özel bir şahsa isnat edilmesi durumu müstesna.
Soru 609: Üç kişi birlikte ticaret yapmak için ortaklaşa
birkaç ticaret yeri satın alırlar; ancak ortaklardan biri o yerlerden
yararlanma, hatta kiraya verme veya satma konusunda diğer ortaklarla
uzlaşmaktan kaçınır. Bu konuda soru şudur:
a) Ortaklardan
birinin diğer iki ortağın izni olmaksızın kendi hissesini satması veya kiraya
vermesi caiz midir?
b) Ortaklardan
birinin diğer iki ortaktan izin almaksızın o ticaret yerlerinde işe başlaması
caiz midir?
c) Onun
bu yerlerden birini kendisine alıp ötekileri diğer iki ortağa vermesi caiz
midir?
Cevap:
a) Ortaklardan her birinin kendi ortak hissesini diğer ortakların izni
olmaksızın satması caizdir.
b) Ortaklardan birinin diğer ortakların
izni olmaksızın ortak malı kullanması caiz değildir.
c)
Ortaklardan hiçbiri diğer ortakların muvafakati olmadan kendi başına ortak
maldan kendi hissesini ayıramaz.
Soru 610: Bir bölgenin
ahalisi ağaçlık bir alanda bir hüseyniye[27]
yapmak istiyorlar. Fakat yerde hissesi olan ahaliden bazıları buna rıza
göstermiyorlar; bu durumda orada hüseyniye yapmanın hükmü nedir? Arsanın
enfalden[28] olma veya şehrin
umuma ait yerlerinden olma ihtimali varsa hüküm nedir?
Cevap: Eğer arsa ahalinin ortak mülküyse, bu durumda
orada tasarruf etmek bütün ortakların iznine bağlıdır; fakat enfalden ise bu
durumda kullanma yetkisi İslâm Devleti'nin elindedir; dolayısıyla devletin izni
olmaksızın orada tasarruf etmek caiz olmaz. Ve yine eğer şehrin umuma ait
yerlerinden olursa hüküm aynıdır.
Soru 611: Mirasçılardan biri eğer ortak bağdan kendi
hissesinin satılmasına razı olmazsa, acaba diğer mirasçıların veya devlet
kurumlarından birinin onu buna zorlaması caiz midir?
Cevap: Taksim ve hisseleri ayırmak mümkün olursa,
ortaklardan hiçbiri veya başka biri ortaklardan birini hissesini satmaya
zorlayamaz. Bu durumda ortakların her biri sadece ötekilerden kendine ait olan
hissesini ayırmalarını isteyebilir; ancak ağaçlandırılmış bahçeyi taksim ve
ifraz konusunda İslâm Devleti tarafından özel birtakım kanunlar konulmuşsa, bu
kuralların gözetilmesi farzdır. Fakat müşâ mülk (ortak) taksim ve ifraz edilecek durumda değilse, ortaklardan her biri
ortağını, hissesini satmaya veya ortağının hissesini satın almaya
zorlaması için şer'î hâkime müracaat edebilir.
Soru 612: Dört erkek
kardeş ortak oldukları mallarıyla bir arada yaşarlarken bunlardan ikisi evlenir
ve her biri küçük kardeşlerinden birinin bakımını üstleneceğini ve onu
evlendireceğini taahhüt eder. Fakat hiçbiri taahhütlerini yerine getirmedikleri
için küçük kardeşler onlardan ayrılmayı ve ortak mallarının bölün-mesini
isterler; bu durumda şer'an mallarının nasıl bölünmesi gerekir?
Cevap: Ortak maldan kendisine harcayan kardeşler,
ortak maldan kendileri kadar harcamayan kardeşlere kendilerinin harcadıklarının
karşılığını borçlu olurlar. Bu durumda diğer kardeşler de onlardan bunun karşılığını
kendi mallarından vermelerini isteyebilirler ve sonra mevcut ortak malı aralarında
eşit olarak bölüşürler veya ilk önce ortak maldan hiç harcamayanlara veya diğerlerinin
aldığından daha az alanlara her biri eşit oranda almış olacak şekilde verirler,
sonra geri kalan mal aralarında eşit olarak bölünür.
Soru 613: Çay kurumu şehirlerdeki çay bayilerini çay
kurumunda üye ve ortak olmaya zorluyor; acaba çay kurumunun bayileri ortaklığa
zorlaması caiz midir? Ve acaba zorlamayla olan bu ortaklık sahih midir?
Cevap: Çay kurumu eğer çay bayilerine şehirlerde
birtakım imkânlar sağlıyor ve dağıtmaları için onlara çay verip benzeri
hizmetler sunuyorsa, onlara çay kurumunda ortak olmayı ve kendilerinden
başkalarıyla alış veriş yapmamayı şart koşmasının ve bu ortaklığın sakıncası
yoktur.
Soru 614: Şirketin müdür veya sorumlularının, elde edilen kârları hisse
sahiplerinden izin almaksızın hayır işlerde harcamaları caiz midir?
Cevap: Ortaklardan her birinin ortak maldan elde
edilen kâr payı ve onu harcama yetkisi o payın sahibine aittir. Dolayısıyla
başka bir kişi onun vekâletini almaksızın veya ondan izin almaksızın o maldan
harcama yaparsa, hayır işlerde harcamış olsa bile bunu tazmin etmekle yükümlüdür.
Soru 615: Üç kişi ticarî bir yerde ortaktır. Elde edilen
kâr aralarında eşit olarak bölünmesi şartıyla birinci ortak sermayenin
yarısını, ikinci ve üçüncü ortak ise dörtte birini vermişlerdir. Fakat ikinci ve üçüncü ortak iş yerinde sürekli
çalışıyorken birinci ortak orada çok az çalışmaktadır; acaba mezkur şartla bu
ortaklık sahih midir?
Cevap: Ortaklık
sözleşmesinde ortakların her birinin verdiği sermayenin eşit olması şart
değildir. Dolayısıyla ortakların her birinin sermaye olarak verdiği para miktarının
farklı olmasına rağmen kârın ortaklar arasında eşit olarak bölünmesinin şart
koşulmasının sakıncası yoktur. İş yerinde çalışmaya gelince; eğer ortaklık sözleşmesinde
bu konuda hiçbir şey kaydedilmemişse, ortaklardan her biri çalıştığı miktarda
işinin emsalinin ücretini alma hakkına sahiptir.
Soru 616: Devlet ve özel sektör tarafından ortaklaşa
kurulan bir şirketin idare işleri, şirkette hisse sahibi olanların temsilcileri
tarafından gözetilmektedir. Bu şirkete ait nakliye araçlarının müdürler ve
diğer çalışanlar tarafından özel işleri için yaygın olarak kullanılması caiz
midir?
Cevap: Şirkete ait nakliye araçlarının ve diğer malların,
şirketin işleriyle ilişkisi olmayan yerlerde kullanımı hisse sahiplerinin veya
onların temsilcilerinin iznine bağlıdır.
Soru 617: Bir şirketin tüzüğüne göre, ihtilâflı konuların
halli için bir hakemler kurulu oluşturması öngörülmüştür; ancak bu kurul,
şirketin üyeleri tarafından kurulmadıkça sorumluluğunu
yerine getiremez. Hâlihazır-da hissedarlardan %51'i kendi haklarından
vazgeçtikleri için böyle bir kurulun kurulmasını talep etmiyorlar. Acaba kendi
haklarından vazgeçen ortakların, haklarından vazgeçmemiş ortakların haklarının
korunması için bu kurulun oluşturulmasına iştirak etmeleri gerekir mi?
Cevap: Eğer
şirketin iç tüzüğü uyarınca gereken hallerde hakemler kurulunun oluşturulması
için üyeler taahhütte bulunmuşlarsa, kendi taahhütlerine uymaları gerekir.
Üyelerden bazılarının kendi haklarından vazgeçmeleri, hakemler kurulunun
oluşturulmasıyla ilgili olarak mevcut taahhütlerine amel etmemelerini şer'an
caiz kılmaz.
Soru 618: Sermayeye ortak olan iki kişi hava parasına
da ortak oldukları bir yerde ortak bir ticaret yapıyorlar, yıl sonunda da kâr
ve zararları belirleyip bölüşüyorlar. Son zamanlarda ortaklardan birisi günlük
işleri bırakarak ticarethaneden sermayesini almasına rağmen öteki ortak o mekânda ticarî muameleleri sürdürmektedir. Fakat
fiilen ayrılan ortak diğer ortağın kendisi için yapmış olduğu özel muamelelerde
de ortak olduğunu iddia etmektedir; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Sırf mülkte veya ticarethanenin hava parasında
ortaklık, ticarette ve ondan elde edilen kârda ortak olmak için yeterli
değildir; ticaret ve kârda ortak olabilmek için ticaret sermayesine ortak olmak
gerekir. Dolayısıyla ortak malda ortakların hissesi sahih bir şekilde taksim
edilip her biri sermayesini aldıktan sonra ortaklardan birisi ticarethanede
ticaretini sürdürürse, sermayesini alan kişinin arkadaşının ticaretinde hiçbir
hakkı olmaz; sadece hissesi oranında ticarethaneden kira veya emsalinin
ücretini isteyebilir. Ancak ortak sermaye taksiminden önce ticareti sürdürmüş
olursa, öteki ortağın sermayedeki ortaklığı oranında birinci ortağın
ticaretinde hakkı vardır.
Soru 619: Eline geçecek olan malını İslâm ve hak
mektebe aykırı düşünceleri yaymakta harcama ihtimalini göz önünde bulundurarak
kız kardeşimin kendi mallarını elde etmesini engellemem ve şirketteki hissesini
ayırıp hakkını ona vermekten kaçınmam uygun mudur?
Cevap: Ortaklardan hiçbiri, diğer bir ortağın ayrılmasını
engelleyemez. Aynı şekilde mal varlığını aldığında harcanması caiz olmayan
kötülük ve günahta kullanacağı endişesiyle diğer bir ortağın ortaklıktan ayrılmasına
ve ortak mallarına ulaşmasına engel olamaz; aksine bu konuda ortağın isteğini
yerine getirmeleri farzdır; ama onun mallarını haram işlerde kullanması kendi-sine
haramdır. Nitekim o mallarını harcanması caiz olmayan yerlerde harcarsa,
başkalarına düşen onu mün-kerden, kötü işlerden alıkoymak olmalıdır.
Soru 620: Bir köyde
alanı on hektara ulaşan bir göl var. Bu göl çiftçilerin atalarının mülküydü.
Her yıl kış mevsiminde orada toplanan sular tarla ve bağların sulanmasında
kullanılıyordu. Şimdi devlet bu gölün ortasından büyük bir yol geçirmiş ve
gölden geriye sadece beş hektarlık bir alan kalmıştır. Bu durumda acaba gölün
geri kalan kısmı belediyeye mi aittir, yoksa çiftçilere mi?
Cevap: Eğer göl çiftçilerin atalarının mülkü olup
miras yoluyla onlara ulaşmışsa, bu durumda gölün geri kalan kısmı
çiftçilerindir ve onda belediyenin hiçbir hakkı yoktur; ancak devletin bu
konuda özel kanunlarının olması müstesna.
Soru 621: Baliğ olmayan yetimin ettiği hediyeyi kullanmak
şer'an caiz midir?
Cevap: Şer'î velisinin iznine bağlıdır.
Soru 622: Bir arsaya ortak olan iki kardeşten biri
kendi hissesini karşılıklı hibe yöntemiyle büyük kardeşinin oğluna bağışlar ve
hissesini ona teslim eder; acaba bu durumda hibe eden kişinin evlâtlarının,
babalarının ölümünden sonra bu hissede miras iddia etme hakları var mı?
Cevap: Ölen kardeşin hayattayken o arsadaki hissesini
kardeşinin oğluna bağışlayarak teslim ettiği ve onun yetkisine bıraktığı
ispatlanırsa, ölümünden sonra mirasçılarının o arsada hiçbir hakkı yoktur.
Soru 623: Babası için babasının arsasında bir ev yapan
kimse, daha sonra babası hayattayken aynı bina üzerinde babasının izniyle
kendisi için de bir kat çıkar. Bu adamın, babasının ölümünden birkaç yıl sonra
öldüğü, ikinci katın hibe olduğuna veya nasıl kullanıldığına delâlet edecek hiçbir
belge ve vasiyetin olmadığı dikkate alınacak olursa, acaba evin ikinci katı
onun ve ölümünden sonra da mirasçılarının olur mu?
Cevap: Eğer o, kullandığı ikinci katın yapım masraflarını
kendisi vermişse ve babası hayatta olduğu sürece ikinci kat hiçbir tartışma
konusu olmadan onun elinde kalmışsa, o evin şer'an ona ait olduğuna hükmedilir
ve ölümünden sonra onun mal varlığından sayılır ve mirasçılarının olur.
Soru 624: Ben on bir yaşındayken babam sahip olduğu evlerden
birini resmen benim adıma geçirmiştir. Bir arsayla başka bir evin yarısını da
kardeşimin adına ve bu evin diğer yarısını ise annemin adına geçirmiştir.
Babamın ölümünden sonra diğer mirasçılar babamın benim adıma geçirdiği evin
şer'an bana ait olmadığını ve babamın bu evi kendisinden zapt edilmemesi için
benim adıma geçirdiğini iddia ediyorlar. Oysa babamın kardeşim ve annemin adına
geçirdiği emlâkin onlara ait olduğunu itiraf etmekteler. Babamın bu konuda herhangi
bir vasiyeti ve şahidi de olmadığı göz önünde bulundurulursa hüküm nedir?
Cevap: Babanın kendisi hayattayken bazı mirasçılara
bağışladığı emlâk, bağışlayan kişinin hayatında sahih bir şekilde teslim
edilmiş ve tapusu bağışlanan kişinin adına geçirilmişse, o adam şer'an ona
sahip olur ve diğer mirasçılar bu konuda ona engel olamazlar; ancak güvenilir
bir yolla babanın o mülkü hediye etmediğinin ve senedi sadece formalite icabı
onun adına geçirdiğinin ispatlanması durumu müstesna.
Soru 625: Kocam ev yaparken ev yapımında ben de ona
yardım ediyordum. Öyle ki bu işteki ona
yaptığım bu yardımlar masrafların azalmasında ve ev yapımının tamamlanmasında
etkili oldu. Bu arada kocam defalarca bana eve ortak olduğumu ve ev yapımı
bittikten sonra üçte birini benim adıma geçireceğini söylemişti. Fakat kocam
bunu gerçekleştirmeden önce öldü ve şimdi de benim iddiamı ispatlayacak
herhangi bir belge veya vasiyet yoktur; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Sırf ev yapımında yardım etmek veya sırf sizi
eve ortak edeceğini vadetmesi sizin evin mülküne ortak olmanıza gerekçe
oluşturmaz. Dolayısıyla muteber bir yolla kocanızın hayattayken evin bir bölümünü
size bağışladığı ispatlanmazsa, sizin o evde kendi miras payınızdan başka
hakkınız yoktur.
Soru 626: Eşim aklî dengesi yerinde olduğu dönemde
bankanın sorumlusunu
çağırarak kendi imzası ve hastane müdürüyle banka sorumlusunun tanıklığıyla banka hesabındaki parasını
bana hibe etti ve bankadan para çekme hakkının bana ait olduğunu bildirdi. Böylece
banka bana çek senedi teslim etti ve ben bir ay zarfında o hesaptan belli bir
meblağ çektim. 1,5 ay sonra oğlu kocamı bankaya götürdü ve aklî dengesi yerinde
olmadığı, şuurunu kaybettiği dönemde bankada bu paranın eşine ait olup
olmadığını sordular. O da başıyla işaret ederek olumlu cevap verdi. Tekrar ona
bu paranın evlâtlarına ait olup olmadığını sordular, o yine aynı şekilde olumlu
cevap verdi. Acaba bu mal bana mı aittir, yoksa eşimin evlâtlarına mı?
Cevap: Hibede mülkiyetin oluşması için bağışlanan malı
teslim almak şart olduğundan ve sırf senet imzalanması ve parayı çekmek için
çek senedi verilmesi yeterli olmadığından bu hibe şer'an sahih değildir. Kocanın
aklî dengesinin yerinde olduğu dönemde onun izniyle kendiniz için bankadan
çektiğiniz para size aittir ve eşinizin bankada geri kalan parası ise onun
mirasından sayılır ve mirasçılarına aittir ve kocanızın aklî dengesini
kaybettiği dönemdeki ikrarının da bir geçerliliği yoktur. Bu konuda herhangi
bir kanun varsa ona uyulması gerekir.
Soru 627: Acaba çocukların, anneleri hayattayken onun
kullanması için satın aldıkları eşyalar ölümünden sonra onun mirasından sayılacak
şekilde ona ait mallardan mı hesap edilir?
Cevap: Eğer çocuklar anneleri için satın aldıkları
eşyaları ona hediye etmiş ve onun yetkisine bırakmışlarsa, bu durumda ona ait
mallardan olup ölümünden sonra annenin mirasından sayılır.
Soru 628: Kocanın, eşi için satın aldığı altın süs eşyaları
acaba eşine mi aittir, yoksa kocanın malından olup ölümünden sonra mirasçıları
arasında bölüştürüleceği ve eşinin de kendi payına düşeni alacağı mirasından mı
sayılır?
Cevap: Bu mücevherat eğer karısının elinde ve
yetkisindeyse ve karısı, bir kişinin kendi mülkünde tasarruf ettiği gibi onda
tasarruf ediyorduysa, aksi ispat edilmediği takdirde onun mülkü olduğuna hükmedilir.
Soru 629: Evlilik hayatı boyunca eşlere hediye edilen
eşyalar sadece erkeğin mi, karısının mı, yoksa her ikisinin mi mülkü sayılır?
Cevap: Durum, hediyelerin erkeklere veya kadınlara has
ya da birinin veya her ikisinin kullanabileceği şeylerden olmasına göre
değişir; dolayısıyla eğer görünürde eşlerden sadece birine hediye edilmişse, o mal
onundur; ama eşlerin ikisine de ortaklaşa hediye edilmişse, ikisinin ortak
malıdır.
Soru 630: Bir kimsenin karısını boşaması durumunda, kadın
düğün sırasında kendisine ailesi tarafından verilen yatak, halı ve elbise gibi
eşyaları kocasından isteyebilir mi?
Cevap: Bu eşyalar eğer kadının kendi ailesinden aldığı
veya kendisi için satın aldığı ya da bizzat kendisine bağışlanan eşyalardan
ise, kadının malıdır; aynen mevcut olurlarsa onları kocasından isteyebilir.
Eğer kadının ailesi ve akrabaları tarafından damatlarına hediye edilmişse, bu
durumda kadın kocasından onları isteyemez; aksine bunların yetkisi kadının kocasına
hibe edenlerin elindedir. Dolayısıyla eğer bu mallar aynen mevcutsa ve kocası
hediye edenlerin akrabası değilse, bu durumda hediye edenin hibeyi feshedip
malı geri alması caizdir.
Soru 631: Karımı boşadıktan sonra kendi malımla satın alıp
evlendiğimizde süs eşyası olarak karıma vermiş olduğum altın ve diğer ziynet eşyalarını ondan geri aldım; acaba şimdi
bu eşyalarda tasarruf etmem caiz midir?
Cevap: Eğer onları eşinize kullanması için ariyet
(ödünç) olarak vermiş iseniz veya ona hibe etmişseniz ve bu eşyalar eşinizin
yanında hâlâ mevcut olur ve o kadın da akrabalarınızdan olmazsa, hibeyi
feshedip hediye ettiğiniz malları geri alabilirsiniz ve ondan bu şekilde
aldığınız malları kullanmanız caizdir; aksi durumda caiz olmaz.
Soru 632: Babam bana bağışladığı arazinin tapusunu da
resmen adıma geçirdi; fakat bir yıl sonra pişman oldu; acaba şer'an o arazide
tasarruf etmem caiz midir?
Cevap: Eğer babanız o yeri teslim alarak kullanmaya
başlamanızdan sonra pişman olup hediye etmekten vazgeçtiyse, o arsa şer'an
sizin mülkünüzdür ve babanızın hibeden vazgeçmesi sahih değildir. Fakat
babanızın pişmanlığı ve vazgeçişi araziyi ondan teslim almanızdan önce olursa,
kendi hibesinden vazgeçme hakkı vardır ve sizin de o andan itibaren bu arazide
bir hakkınız olmaz. Arazinin sırf resmen sizin adınıza geçirilmesi, hibede
geçerli olan teslim almanın gerçekleşmesi için yeterli değildir.
Soru 633: Kendisine bir arsa hediye ettiğim kimse o
arsanın bir bölümünde bir ev yaptı. Bu durumda ona hediye ettiğim arsayı veya
arsanın fiyatını istemem caiz midir? Ve yine arsanın boş kalan bölümünü geri
vermesini istemem caiz midir?
Cevap: Sizin izninizle arsayı teslim alıp üzerinde ev
yaparak tasarrufta bulunduktan sonra hediyeyi feshetmeye ve ona hediye
ettiğiniz arsayı veya arsanın fiyatını geri istemeye hakkınız yoktur. Eğer
hediye edilen arsanın bir bölümünde ev yapmak bölge halkının örfüne göre
arsanın tamamında tasarruf etmek sayılırsa, bu durumda onun hiçbir bölümünü
geri alamazsınız.
Soru 634: İnsanın bütün mal varlığını çocuklarının
birine hibe edip diğerlerini ondan mahrum bırakması caiz midir?
Cevap: Eğer bu amel çocuklar arasında fitne ve ihtilâf
çıkmasına yol açarsa caiz değildir.
Soru 635: Birisi evini, arsası üzerinde hüseyniye inşa
edilmesi için ivazlı (karşılıklı) hibe yöntemiyle ve resmî belgeyle beş kişiye
hibe eder ve hüseyniye yapıldıktan sonra on yıl boyunca onu hapsetmelerini[29] (uhdelerinde
tutmalarını) ve bu süreden sonra isterlerse vakfedebileceklerini şart koşar.
Bunun üzerine o beş kişi halkın yardımıyla hüseyniyeyi inşa ederler. Ardından
hapsedilen bu mülkün gözetimi, yönetimi ve vakıf akdinin şartlarıyla ilgili
işleri, vakfa yönetici ve denetleyici tayin etme yetkisini üzerlerine alırlar
ve bu doğrultuda resmî bir belge de düzenlerler. Acaba bu durumda haps edilmiş
hüseyniyeyi vakfetmek istediklerinde vakfa yönetici ve denetleyici seçmede
onların görüşüne uymak farz mıdır? Ve acaba bu şartlara uymamanın şer'an bir sakıncası
var mıdır? Yine eğer bu beş kişiden biri hüsey-niyenin vakfedilmesi hususunda
muhalefet ederse hüküm nedir?
Cevap: Onların, arsayı hibe
eden kişinin ivazlı (karşılıklı) hibe akdinde koştuğu şartlara uygun hareket etmeleri
farzdır. Dolayısıyla eğer vakfın veya hapsetmenin (uhdede tutmanın) niteliğinde
arsa sahibinin şartlarına aykırı davranırlarsa, arsa sahibi veya mirasçıları ivazlı
hibeyi feshetme hakkına sahip olurlar. O beş kişinin, uhdede tutulan yeri idare
ve denetleme yetkisi, vakfedilen malla onun yönetimi için kararlaştırıp
kaydettikleri şartlara gelince; eğer arsa sahibinin hibe akdinde belirttiği
üzere olursa, yani, hibe eden kişi bu işlerin tüm yetkisini kendilerine
devretmişse, onların bu kararlarına bağlı kalmak farzdır. Onlardan bazıları
hüseyni-yeyi vakfetmekten kaçındığı durumda eğer arsa sahibinin görüşü hepsinin
bu konuda birlikte karar almaları yönünde olmuş olursa, diğerleri onu vakfedemezler.
Soru 636: Çocuğu olmayan bir adam şahsî evinin üçte
birini karısına bağışlamış ve bir yıl sonra evin tamamını 15 yıllığına kiraya
verdikten sonra vefat etmiştir. Evin hibe edildikten sonra kiraya verildiği
dikkate alındığında acaba bu hibe sahih midir? Ve eğer ölen kişinin bir miktar
borcu varsa, acaba borcunu evin tamamından mı ödemek gerekir, yoksa üçte
ikisinden ödeyip geri kalanını miras kanununa göre bölüşmek mi gerekir? Ve
acaba borçluların kira süresi bitinceye kadar beklemeleri gerekir mi?
Cevap: Eğer ev sahibi karısına hibe ettiği bölümü,
evin tamamını kiraya vermeden önce, evin tamamını teslim alma zımnında olsa
bile karısına teslim etmişse ve karısı da akrabalarından ise veya o miktarı
ivazlı (karşılıklı) hibeyle hediye etmişse, hediye edilen miktarda hibe sahih
ve geçerlidir; kira da sadece hibe edilen miktarın dışında sahihtir. Aksi
durumda hibe edildikten sonra evin tamamının hibeden vazgeçmek kastıyla kiraya
verilmesiyle, hibe batıl olur ve hibeden sonra yapılan kiralama sahihtir. Ölen
kişinin borcuna gelince, bu borç o adamın ölünceye kadar sahip olduğu mal
varlığından çıkarılıp borçlulara ödenir. Onun hayattayken belli bir süreye
kadar kiraya verdiği şeyin menfaati o süre içerisinde kiracıya aittir; kiraya
verdiği şeyin kendisi ise onun mirasından sayılır. Dolayısıyla bu mirasından
borçları çıkarıldıktan sonra geriye kalanı ise mirasçılarının malıdır; ancak
mirasçılar kira süresi bitinceye kadar evden yararlanamazlar.
Soru 637: Birisi vasiyetnamesinde, bütün gayrimenkul
mallarını, karşılığında hayatta olduğu müddetçe her yıl kendisine ve ailesine
belli bir miktar pirinç vermesi şartıyla evlâtlarından birine verilmesini kaydeder
ve bir yıl sonra bütün bu mallarını o evlâdına hibe eder; acaba bu mallar
konusundaki vasiyeti, önceden yapıldığı gerekçesiyle geçerli midir, dolayısıyla
vasiyeti malının üçte birinde sahih olup geri kalan malları ölümünden sonra
bütün mirasçılarına mı aittir, yoksa daha sonra malını hibe etmesiyle
vasiyetinin batıl olduğuna mı hükmedilir? Bu malların, hibe edilen kişinin yetkisinde
ve elinde olduğu dikkate alındığında hüküm nedir?
Cevap: Vasiyetten sonra hibe edilen mal, eğer bağışlayan
kişinin hayatında ve onun izniyle teslim edilip hibe edilen şahsın yetkisine
bırakılarak gerçekleştirmişse, hibeden önceki vasiyet batıl olur; çünkü hibe,
önceki vasiyetten vazgeçildiğini gösterir. Dolayısıyla bağışlanan mal, o
evlâdın mülkü sayılır ve diğer mirasçıların onda bir hakkı yoktur; aksi
durumda, vasiyet eden kişinin vasiyetten vazgeçtiği kesin olarak ispatlanmadığı
sürece vasiyet geçerlidir.
Soru 638: Acaba babasının mirasından kendi payına
düşen malları iki kardeşine bağışlayan kişinin birkaç yıl sonra kardeşlerinden
o malları geri istemesi caiz midir? Ve eğer kardeşleri o malları iade etmekten
kaçınırlarsa hüküm nedir?
Cevap: Hibe, teslim etmek ve teslim almakla gerçekleştikten
sonra hibe edenin hibesinden vazgeçmeye hakkı yoktur; fakat teslim etme ve
teslim almadan önce hibeden vazgeçerse, doğrudur ve geri almasının sakıncası
yoktur.
Soru 639: Kardeşlerimden birisi mirastan kendi payına
düşen bölümü kendi rızasıyla bana hediye etti; fakat bir süre sonra mülk
mirasçılar arasında bölüştürülmeden önce hibeden vazgeçti, bu konuda hüküm
nedir?
Cevap: Eğer mirastan kendi payına düşen malı size
teslim etmeden önce hibe etmekten vazgeçerse, sahihtir ve onun size hibe etmiş
olduğu malda hakkınız yoktur. Fakat size hibe ettiği şeyi teslim aldıktan sonra
hibeden vazgeçerse, bunun hiçbir etkisi yoktur ve onun size hediye etmiş olduğu
şeyde bir hakkı olmaz.
Soru 640: Bir kadın, üzerine hac farz olduğu düşüncesiyle
akrabalarının muvafakat etmemelerine rağmen ölümünden sonra kendisi tarafından
niyabeten hac yapması şartıyla ekili tarlasını bir kimseye hibe eder. Sonra aynı
tarlayı ikinci kez torunlarından birine hibe eder ve ikinci hibesinden bir
hafta sonra ölür; acaba birinci hibe mi sahihtir, yoksa ikinci hibe mi? Tarla kendisine
bağışlanan birinci kişinin niyabeten hac hususunda ne yapması gerekir?
Cevap: Tarla
kendisine bağışlanan birinci kişi eğer bağışlayan kadının akrabalarından ise ve
kendisine bağışlanan malı onun izniyle teslim almışsa, birinci hibe sahih ve
gereklidir ve onun tarlayı bağışlayan kişi adına hac yapması farzdır; ikinci
hibe ise fuzulî olup doğruluğu hibe edilen birinci kişinin iznine bağlıdır.
Fakat birinci kişi hibe eden kadının akrabalarından değilse veya hibe edilen
malı hibe eden kadından teslim almamışsa, bu durumda ikinci hibe doğrudur ve
birinci hibeden vazgeçmek sayılır; neticede ikinci hibeyle birinci hibe batıl
olur. Bu durumda kendisine hibe edilen birinci kişinin tarlada hiçbir hakkı
yoktur ve hibe eden kadına niyabeten haccetmek de ona farz olmaz.
Soru 641: Henüz meydana gelmemiş ve ileride oluşacak
haklar, önceden hibe edilebilir mi? Eğer kadın nikâh akdi esnasında ileride
sahip olacağı malî hakları kocasına bağışlarsa, acaba bu hibe sahih olur mu?
Cevap: Böyle bir hibenin sıhhati sakıncalı ve hatta
yasaktır. Dolayısıyla eğer kadının hibesi, gelecekte oluşacak hakları, sulh
sözleşmesine veya gerçekleştikten sonra
düşürülmesi şartına dönüştürülürse, sakıncası yok-tur; aksi durumda
bunun bir yararı olmaz ve hukukî bir sonuç doğurmaz.
Soru 642: Kâfirlere hediye vermenin veya onlardan
hediye almanın hükmü nedir?
Cevap: Bunun başlı başına hiçbir sakıncası yoktur.
Soru 643: Birisi kendi hayatında bütün mallarını torununa
hibe etmiştir. Acaba bu hibe, ölümünden sonra kefen ve defin masrafları gibi
harcanması gerekli olan bütün mallarını da kapsar mı?
Cevap: Hibe eden kişi hayattayken hibe ettiği mallar
onun izniyle teslim alınmışsa, teslim alınan bütün mallarda hibe geçerli olur.
Soru 644: Savaş gazileri ve yaralılarına ödenen mallar
hediye sayılır mı?
Cevap: Bu mallar hediye sayılır; ancak bunlar, onlardan
bir iş yapana yaptığı iş karşılığında verilirse, işinin ücreti sayılır.
Soru 645: Şehit
ailesine bir hediye verilirse bu hediye mirasçılarına mı, kefiline mi, yoksa
onların velisine mi aittir?
Cevap: Hibe edenin niyetine bağlıdır.
Soru 646: Bazı şirketler veya yerli ve yabancı bazı özel
ve tüzel kişiler mal alım satımında veya sanayi sözleşmeleri yapılırken vekil
ve aracı olan kişilere bazı hediyeler verirler; kendisine hediye verilen
kişinin hediye veren kişinin yararına bir iş yapması veya onun yararına bir
karar vermesi muhtemel olduğundan, acaba onun bu hediyeyi kabul etmesi ve
alması şer'an caiz midir?
Cevap: Alış verişte veya sözleşme yapılırken aracı
veya vekilin karşı tarafla muamele yapmak karşılığında ondan hediye almaması
gerekir.
Soru 647: Şirketler veya kişiler tarafından verilen hediyeler,
onlara beytülmalden verilen hediyeler karşılığında olursa, bunun hükmü nedir?
Cevap: Eğer beytülmalden verilen hediyenin karşılığında
olursa, onun beytülmale verilmesi gerekir.
Soru 648: Eğer hediye, onu alan kişi üzerinde etkili
olur ve uygun olmayan, hatta emniyet açısından sakıncalı olan ilişkilere sebep
olacak şekilde olursa, acaba bu hediyeyi almak ve kullanmak caiz midir?
Cevap: Bu tür hediyeleri almak caiz değildir; hatta
bunları kabul etmekten kaçınmak farzdır.
Soru 649: Hediye, eğer onu alan kişiyi hediye veren
kişinin çıkarları yönünde propaganda yapmaya teşvik amacıyla olursa, acaba onu
almak caiz midir?
Cevap: Eğer kastedilen propaganda şer'an ve kanunen
caiz ise, sakıncası yoktur ve onun karşılığında hediye kabul etmenin de
sakıncası yoktur. Ancak resmî dairelerde bu konu, ilgili kanun ve kurallara
bağlıdır.
Soru 650: Eğer
hediye, görevli bir kimseye kanuna aykırı bir davranışa göz yumması, karşı
çıkmaması ve onaylaması için verilirse, onu kabul etmenin hükmü nedir?
Cevap: Bu tür hediyeleri kabul etmek sakıncalıdır;
hatta yasaktır. Ve genel olarak eğer hediye şer'an veya kanunen yasak olan bir
şeye ulaşmak veya sorumlu kimseyi onaylama hakkı olmadığı bir şeyi onaylamaya
yöneltmek için olursa, o hediyeyi almak caiz değildir; onu kabul etmekten
sakınması ve sorumluların da bunu engellemeleri farzdır.
Soru 651: Büyük babanın, hayatta iken mallarının
tamamını veya bir bölümünü ölen oğlunun karısına ve çocuklarına bağışlaması
caiz midir? Kızlarının buna itiraz etme hakları var mıdır?
Cevap: Hayatta iken mallarından istediği kadarını
torunlarına veya oğlunun karısına bağışlayabilir ve kızlarının buna itiraz etme
hakları yoktur.
Soru 652: Çocuğu, kız ve erkek kardeşi, anne ve babası
olmayan bir kişi, mallarını karısına veya karısının akrabalarına hibe etmek
isterse, acaba bu iş şer'an caiz midir? Ve acaba bunun belli bir miktarı ve
sınırı var mıdır, yoksa mallarının hepsini hibe edebilir mi?
Cevap: Mal sahibi hayatta olduğu sürece mallarının hepsini
veya bir bölümünü mirasçılarından olsun veya olmasın istediği herkese
bağışlayabilir.
Soru 653: Şehitler Kurumu şehit oğluma Fatiha ve anma
merasimi düzenlemem için bana bir miktar para ve gıda maddesi vermiştir; acaba
bu malı almamın ahi-rette bir sorumluluğu
var mıdır? Acaba bununla şehidin sevap ve mükâfatı azalır mı?
Cevap: Aziz şehit
ailelerinin bu gibi yardımları kabul etmelerinin sakıncası yoktur ve bunun
şehidin ve şehit ailesinin sevap ve mükâfatında bir etkisi yoktur.
Soru 654: Bir otelin güvenlik sorumluları ve çalışanları,
misafirlerin kendilerine bahşiş olarak verdikleri şeyleri aralarında eşit
olarak bölüştürmek için ortak bir sandık tesis etmişlerdir; ancak müdür veya
yardımcılarından bazıları diğerlerinden fazla bir pay almak isti-yorlar ve bu
da üyeler arasında anlaşmazlıklar çıkmasına sebep oluyor; bunun hükmü nedir?
Cevap: Bu, bahşişi veren kimsenin niyetine bağlıdır;
onun belli bir kişiye verdiği bahşiş o kişinin kendisine aittir, hepsi için
verdiği bahşiş ise aralarında eşit olarak bölüştürülmelidir.
Soru 655: Bayram harçlığı gibi küçük çocuklara verilen
hediyeler o çocuğun ebeveynine mi aittir, yoksa çocuğun kendi malı mıdır?
Cevap: Eğer babası o hediyeyi çocuğun velisi unvanıyla
almışsa, o mal küçük çocuğun malıdır.
Soru 656: İki kızı olan bir anne tüm mal varlığı olan
bir tarlayı torununa (kızlarından birinin oğluna) hibe etmek ister ve böylece
ikinci kızı mirastan mahrum kalır; acaba onun bu hibesi sahih midir, yoksa
öteki kızı annesinin ölümünden sonra tarladan kendi payına düşeni isteyebilir
mi?
Cevap: Eğer anne hayattayken mülkünü torununa
bağışlamış ve bunu da ona teslim etmişse, mülk hibe edilen kişiye aittir ve
kimse buna itiraz edemez. Eğer ölümünden sonra bu tarlayı o torununa vermelerini
vasiyet etmişse, vasiyeti mirasının sadece üçte birinde geçerlidir ve üçte
birinden fazlasında geçerli olması ise mirasçıların izni gerekir.
Soru 657: Bir kimse tarlasının bir bölümünü kardeşinin
oğluna hibe eder ve yeğenine yanında bulunan iki üvey kızını oğullarıyla
evlendirmesini şart koşar. Yeğen ise üvey kızlarından birini hibe edenin
oğullarından biriyle evlendirir, ancak ikinci üvey kızını evlendirmekten
kaçınır; acaba bu hibe mezkur şarta rağmen sahih ve gerekli midir?
Cevap: Bu hibe sahih ve gereklidir; fakat mezkur şart
batıldır. Çünkü üvey babanın üvey kızları üzerinde velâyeti yoktur; onların
babaları ve babalarının babası olmadığı taktirde kiminle evleneceklerine
kendileri yetkilidir. Eğer mezkur şarttan maksat yeğenin, üvey kızlarla konuşarak
onları araziyi hediye eden kişinin oğullarıyla evlenmeye razı etmesi ise, bu
durumda şart sahihtir ve ona uyulması farzdır. Dolayısıyla eğer hibe edilen
kişi (yeğen) şarta uymazsa, hibe eden kişi hibeyi feshedebilir.
Soru 658: Sahip olduğum apartman dairesini küçük
kızımın adına geçirdim. Daha sonra kızımın annesini boşayıp başka bir kadınla
evlenince, bu hibeden vazgeçtim ve boşadığım birinci eşimden olan kızım on sekiz
yaşına ulaşmadan önce daireyi ikinci karımdan olan oğlumun adına geçirdim, bunun
hükmü nedir?
Cevap: Eğer gerçekten mülkünüzü kızınıza hibe etmiş iseniz
ve kızınızın velisi olarak ondan taraf mülkü teslim almış iseniz, bu durumda
hibe gerçekleşmiş ve kesinlik kazanmıştır, feshedilemez; fakat gerçekten hibe
etmemişseniz ve sadece tapuyu kızınızın adına geçirmiş iseniz, hibenin gerçekleşmesi
ve mülkün onun olması için bu yeterli değildir; bu durumda mülk sizindir ve
onun yetkisi sizin elinizdedir.
Soru 659: Ben ağır bir hastalığa yakalandıktan sonra bütün
mal varlığımı evlâtlarım arasında bölüştürdüm ve bu konuda bir belge de
düzenledim. Ancak sağlığıma kavuşunca onlardan, mallarımdan bir bölümünü bana
iade etmelerini istedim; fakat onlar bundan imtina ettiler; şer'an bunun hükmü
nedir?
Cevap: Sırf bir belge düzenlemek, mallarınızın mül-kiyetinin
evlâtlarınıza geçmesi için yeterli değildir; eğer mal varlığınızı onların
tasarrufuna geçecek ve mülkleri olacak şekilde onlara hibe ve ardından teslim
etmiş iseniz, bundan vazgeçme hakkınız yoktur. Fakat esasen hibe
gerçekleşmemişse veya hibeden sonra teslim etmek ve teslim almak
gerçekleşmemişse, bu durumda mallar hâlâ sizin mülkünüzdedir ve onları kullanma
yetkisi size aittir.
Soru 660: Bir kimse vasiyetinde evinde bulunan her
şeyi karısına hibe etmiştir. Evde vasiyet edenin el yazısıyla yazılmış bir
kitap da bulunmaktadır. Eşi bu kitaba sahip olmaya ilâveten kitabın basım ve
yayın hakkı gibi haklarına da sahip olur mu, yoksa öteki mirasçılar da buna
ortak mıdır?
Cevap: Yazılan
kitabın basım ve yayın hakkı kitabın mülkiyetine tâbidir. Dolayısıyla müellif
hayattayken kitabını kime hibe ve teslim etmişse veya ona ait olduğunu vasiyet
etmişse, ölümünden sonra bu o kişinin olur ve o kitabın bütün imtiyazları ve
haklarına da sahip olur.
Soru 661: Bazı daire ve kurumlar çeşitli münasebetlerle
kendi memurlarına hediyeler vermekteler; fakat bunun amacı bilinmemektedir;
acaba memurların bu hediyeleri almaları ve kullanmaları caiz midir?
Cevap: Hediye veren kişinin devlet kanunlarına göre
böyle bir salâhiyeti ve yetkisi varsa, devlet mallarından hediye vermenin
sakıncası yoktur; hediyeyi alan kişi hediye veren kişinin böyle bir yetkisi
olduğuna ihtimal verirse, o hediyeleri almasının sakıncası yoktur.
Soru 662: Hibe eden kişiden bir şeyi sadece teslim
almak yeterli midir, yoksa özellikle arazi, ev, araba vb. mallarda ayrıca
hediye edilen kişinin adına geçirilmesi de mi gerekir?
Cevap: Hibede teslim almanın şart olmasından maksat,
sözleşme yapmak ve imzalamak değildir; maksat, tasarrufuna geçmesi ve hibe edilen kişinin emrine bırakılmasıdır.
Dolayısıyla hibenin gerçekleşmesinde ve mülkiyetin hasıl olmasında bu
yeterlidir; bu konuda hediye edilen mallar arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 663: Bir kimse, evlilik, doğum vb. münasebetiyle
başka bir kimseye bir şey hibe eder ve üzerinden 3 veya 4 yıldan fazla bir zaman
geçtikten sonra hediye ettiği şeyleri geri almak isterse, acaba bu durumda hibe
edilen kişiye onu iade etmek gerekli midir? Eğer bir kimse Ehlibeyt İmamları (üzerlerine
selâm olsun) için matem veya velâdet merasimleri düzenlenmesi amacıyla bir
miktar mal verirse, daha sonra o malın kendisine iade edilmesini istemeye hakkı
var mıdır?
Cevap: Hibe edilen mal hibe edilen kişinin yanında
olduğu gibi kalırsa, hibe edilen kişi hibe edenin akrabalarından değilse ve
hibe de karşılıklı hibe olmazsa, hibe eden kişinin hibe ettiği malın kendisine
iade edilmesini istemesi caizdir; fakat hibe edilen mal telef olmuşsa veya hibe
edildiği hâlde kalmayıp değişmişse, bu durumda onu geri isteyemeyeceği gibi
karşılığını da isteyemez. Bunun gibi insan Allah'ın rızası için ve kurbet
(Allah'a yakınlık) amacıyla verdiği malı geri alamaz.
Soru 664: Bir fabrika sahibi ham madde satın almak
için benden borç olarak bir miktar para aldı. Bir süre sonra bu parayı bir
miktar fazlasıyla bana geri ödedi. O bu fazlalığı kendi gönül rızasıyla,
aramızda herhangi bir anlaşma olmaksızın ve herhangi bir beklentim olmadan bana
verdi; acaba bu fazla parayı almam caiz midir?
Cevap: Sorudaki varsayıma göre borç akdinde fazla para
vermek şart koşulmadığı ve borç alan miktarı kendi rızasıyla borçluya verdiği
için onu almanın ve kullanmanın sakıncası yoktur.
Soru 665: Eğer borçlu borcunu vermekten kaçınır,
alacaklı onun vermiş olduğu çekin meblağını almak için onu mahkemeye şikâyet
eder ve mahkeme de onu borcunu vermeye mahkûm etmenin yanı sıra karar icra
vergisi olarak bir meblağı da devlete ödemeye mecbur kılarsa; acaba alacaklı
şer'an bundan sorumlu
mudur?
Cevap: Eğer borçlu borcunu ödemekte kusur işler ve
bundan dolayı devlete karar icrası vergisi ödemek zorunda kalırsa, bundan
alacaklı sorumlu olmaz.
Soru 666: Kardeşimin bana borcu vardı. Ev satın aldığımda
kardeşim bana bir halı verdi. Bunu bana hediye ettiğini sanıyordum. Fakat daha
sonra alacağımı istediğimde, borcu karşılığında bana halıyı verdiğini iddia etti.
Acaba kardeşimin vermiş olduğu halıyı bana bildirmediği hâlde borcuna sayması
sahih midir? Ve eğer ben halının onun borcunun yerine olmasına razı olmazsam, acaba
onu kardeşime iade etmem gerekir mi? Ve borç verdiğim günde paranın alım
gücünün günümüzdekinden fazla olduğu dikkate alındığında, kardeşimden borç
miktarından fazla bir meblağ da isteyebilir miyim?
Cevap: Alınan borcun cinsinden olmayan halı ve diğer
şeyler alacaklı kabul etmezse, borç yerine verile-mez. Ve eğer siz halının
alacağınız yerine verilmesine razı değilseniz onu kardeşinize iade etmelisiniz;
çünkü o halı hâlâ onun mülkiyetindedir ve ihtiyat gereği alım gücü farkında
musalâha etmelisiniz (anlaşmalısınız).
Soru 667: Borcu ödemek için haram mal vermenin hükmü
nedir?
Cevap: Başkasının malını vermekle borç ödenmez ve bununla
borçlunun sorumluluğu kalkmaz.
Soru 668: Bir kadın satın almak istediği evin değerinin
üçte biri kadar bir miktarı birinden borç alır ve alacaklıyla maddî durumu
iyileştiğinde onu kendisine ödeyeceğini söyleyerek anlaşır ve ayrıca kadının
oğlu borcuna güvence olması için alacaklıya borç miktarında bir çek verir.
Tarafların ölümünden dört yıl geçtikten sonra şimdi mirasçıları bu meseleyi
halletmek istiyorlar; acaba kadının mirasçıları alacaklının mirasçılarına borç
parayla satın alınan evin üçte birini mi vermeleri gerekiyor, yoksa sadece çek
tutarını vermeleri yeterli midir?
Cevap: Alacaklının
mirasçıları evden hiçbir şey isteyemezler; onlar ancak evi satın almak için
kendilerine miras bırakan kişiden borç alan kadından, geriye borcunu
ödeyebilecek miktarda bir mal bırakmışsa, aldığı borcu isteyebilirler; paranın
değerinin değişmesi hususunda ise, ihtiyat gereği birbirleriyle musalâha et-melidirler.
Soru 669: Bir kişiden bir miktar borç aldık. Bir süre
sonra bu adam ortadan kayboldu ve ondan bir haber alamadık; bu durumda bu
adamın alacağıyla ilgili olarak ne yapmamız gerekiyor?
Cevap: Alacağını ona veya mirasçılarına vermek için
beklemeniz ve onu bulmanız gerekir; onu bulmaktan ümidinizi kestiğinizde, bu
konuda şer'î hâkime müracaat edebilir ya da onun adına sadaka verebilirsiniz.
Soru 670: Borç veren
borcunu ispatlayıp almak için harcadığı mahkeme masraflarını borçludan isteyebilir
mi?
Cevap: Borçlu şer'an alacaklının harcadığı mahkeme
masraflarından sorumlu değildir.
Soru 671: Borçlu borcunu ödemez ve borcunu ödemede
kusur işlerse, acaba alacaklının onun malından takas etmesi caiz midir; örneğin
hakkını gizlice veya başka bir yolla alabilir mi?
Cevap: Eğer borçlu borcunu inkâr eder veya bir mazereti
olmaksızın borcunu ödemezse, alacaklı hakkını onun malından takas edebilir.
Ancak bu hususta yürürlükte olan bir kanun varsa ona uyulmalıdır.
Soru 672: Ölen kimsenin borcu, mirasçılarına mirasından
ödemeleri farz olan kul hakkından mıdır?
Cevap: Borç, ister özel ve ister tüzel kişilere olsun
kul haklarındandır ve borçlunun mirasçılarına, onun borcunu bıraktığı maldan
alacaklıya veya mirasçısına ödemeleri farzdır ve borçlunun mirasçıları onun
borcunu ödemedikçe bıraktığı malı kullanamazlar.
Soru 673: Üzerinde başka birine ait bir bina bulunan
arsanın sahibi iki kişiye borçludur; acaba alacaklıların borçlarını almak için
arsayla birlikte binaya da haciz koydurmaları caiz midir, yoksa onların bu
hakları sadece arsayla mı sınırlıdır?
Cevap: Borç sahipleri borçlunun mülkü olmayan bir şeye
haciz koydurma talebinde bulunamazlar.
Soru 674: Borçlunun kendisinin ve ailesinin oturmak
için ihtiyaç duydukları ev, borç tahsili için konulan haciz mallarından
müstesna mıdır?
Cevap: Borçlunun evi, ev eşyası, arabası ve telefonu
gibi toplumsal konumuna uygun yaşam ihtiyaçlarından sayılan şeyler, borcunu
ödemek için satmaya mecbur edildiği mallarından müstesnadır.
Soru 675: Borçlarından dolayı iflâs eden bir tüccar
sahip olduğu tek şey olan binasını satışa çıkarmıştır; fakat söz konusu binanın
parası ancak borcunun yarısını karşılıyor ve geri kalan borcunu ödeyemiyor; bu
durumda acaba alacaklılar onu bu binayı satmaya zorlayabilirler mi, yoksa
tedricen borçlarını ödeyebilmesi için ona zaman mı tanımaları gerekir?
Cevap: Eğer söz konusu bina onun ve ailesinin oturması
için değilse, bu durumda tamamını ödemese bile borcunu ödemede kullanması için
o binayı satmaya zorlamanın sakıncası yoktur ve bunun için borç sahiplerinin
ona mühlet tanımaları farz değildir; sadece geri kalan borcunu ödemesi için
beklemelidirler.
Soru 676: Resmî kuruluşlardan birinin başka bir devlet
kuruluşundan almış olduğu borç parayı ödemesi farz mıdır?
Cevap: Bu borç da, ödenmesi farz olan diğer borçlar hükmündedir.
Soru 677: Bir kimse, borçlu borcunun ödenmesini istemediği
hâlde onun borcunu öderse, acaba borçlunun bunun karşılığını o kişiye ödemesi
farz mıdır?
Cevap: Borçlu bir talepte bulunmadığı hâlde onun borcunu
ödeyen kişi, ödediği şeyin karşılığını isteyemez ve borçluya da onun verdiği
şeyin karşılığını ödemesi farz değildir.
Soru 678: Eğer borçlu borcunu zamanında ödemeyip
geciktirirse, alacaklının ondan borç miktarından fazla bir meblağ ödemesini
istemesi caiz midir?
Cevap: Alacaklı
şer'an borç miktarından fazla bir şey isteyemez.
Soru 679: Babam birine formalite icabı yapılan bir muamelede
bir miktar para vermişti; fakat gerçekte o para borçtu ve borçlu paranın kârı
olarak her ay bir meblağ para ödüyordu. Ve alacaklının (babamın) ölümünden
sonra da borçlu kendisi ölünceye kadar bu kârı vermeye devam etti; acaba bu kâr
faiz sayılır mı ve alacaklının mirasçılarına bu parayı borçlunun mirasçılarına
geri vermeleri farz mıdır?
Cevap: O para gerçekte o adama borç olarak verilmişse,
bu durumda o paranın kârı olarak verilen bütün mallar faizdir ve şer'an
haramdır. Alınan faizlerin kendisini veya karşılığını alacaklının mirasından
borçluya veya borçlunun mirasçılarına iade etmek farzdır.
Soru 680: Kişilerin, mallarını başkalarının yanında
emanet olarak bırakıp ondan her ay kâr payı almaları caiz midir?
Cevap: İşletmek için malları başkalarına vermek eğer
şer'an sahih sözleşmelerden biriyle olursa, bunun ve malları işletmekle elde
edilen gelirin sakıncası yoktur; fakat mallar borç olarak verilmiş ise, her ne
kadar borç sözleşmesi sahih olsa da kâr şartı koşmak şer'an batıldır ve alınan
kârlar haramdır.
Soru 681: İktisadî bir iş için bir miktar borç alan
kimse eğer bu işten kâr sağlarsa, acaba bu kârdan bir miktarını alacaklıya
vermesi caiz midir? Ve acaba alacaklının bunu istemesi caiz midir?
Cevap: Alacaklının,
borçlunun borç parayla yaptığı ticaretten elde ettiği kârda hiçbir hakkı yoktur
ve elde edilen bu kârdan hiçbir şey isteyemez. Fakat borçlu asıl paraya
ilâveten fazla bir şey vermeye dair aralarında bir anlaşma olmaksızın
alacaklıya alacağından fazla bir meblağ vermek isterse, sakıncası yoktur ve
hatta müstehaptır.
Soru 682: Birisi veresiye olarak üç aylığına bir eşya
satın alır ve üç ay dolduktan sonra satıcıdan asıl paradan fazla bir meblağ
vermesi karşılığında süreyi üç ay daha uzatmasını ister, acaba onların böyle
bir şey yapması caiz midir?
Cevap: Bu fazlalık faiz ve haramdır.
Soru 683: Bir kimse başka bir kişiden faizli borç alır
ve üçüncü bir kişi borç sözleşmesi ve şartlarını düzenler. Muhasebeci olan
dördüncü kişi ise, sözleşme belgelerini hesap defterine kaydeder; acaba bu muhasebeci
faizli borcun günahında onlarla ortak mıdır ve onun bu işi ve bunun
karşılığında ücret alması da haram mıdır? Bu arada muhasebecinin hesaplarını
inceleyen beşinci bir kişi daha var; beşinci kişi ne bir şey yazar ve ne de bir
şeyi bir yere işler, sadece faizli muamelenin hesaplarında fazlalık veya
noksanlık olup olmadığını kontrol ederek bunu muhasebeciye bildirir, acaba onun
işi de haram mıdır?
Cevap: Faizli borç sözleşmesinde veya faizli borcun
gerçekleşmesinde ve tamamlanmasında veya borçludan faizi tahsil etmede ilişkisi
olan her iş şer'an haramdır ve o işi yapan kişi, yaptığı işe karşılık olarak ücret
alma hakkına sahip olmaz.
Soru 684: Çoğu Müslümanlar sermayeye sahip olmadıklarından
sermayeyi kâfirlerden almak zorunda kalıyorlar ve bu da faiz vermeyi
gerektiriyor; kâfirlerden veya İslâmî olmayan bir devletin bankasından faizli
borcu almanın hükmü nedir?
Cevap: Faizli borç almak gayrimüslimlerden bile olsa
mutlak olarak haramdır; fakat buna rağmen borç alınırsa borcun kendisi
sahihtir.
Soru 685: Bir kimse alacaklının, yolculuk masraflarını,
bu cümleden olarak hac yolculuğu masraflarını üstlenmek şartıyla ondan bir süre
için bir miktar borç para alırsa, acaba bunların yaptığı bu iş caiz midir?
Cevap: Borç sözleşmesinde alacaklının yolculuk
masraflarını vb. ödemek şartı koşulması, borçtan kâr alınması olduğu için
şer'an haram ve batıldır; ancak borcun kendisi sahihtir.
Soru 686: Karz-ı hasen kurumları [faizsiz çalışan,
verdiği kredi karşılığında hiçbir kâr ve faiz almayan finans kurumları] borç
verirken borçlu iki veya daha fazla taksitini zamanında ödemeyip
geciktirdiğinde kurumun bütün borcu birden alacağını şart koşuyorlar; acaba bu
şartla borç vermek caiz midir?
Cevap: Bunun sakıncası yoktur.
Soru 687: Bir kooperatif şirketinin üyeleri kooperatife
sermaye olarak bir miktar para verirler ve şirket de kendi üyelerine
karşılığında hiçbir kâr ve ücret almadan sırf yardım amacıyla borç para verir;
gaye sadece yardım etmektir. Acaba üyelerin sıla-ı rahim ve yardım amacıyla
yaptığı bu işin hükmü nedir?
Cevap: Soruda açıklandığı şekilde de olsa, müminlere
borç temin etmeye katkıda bulunma ve bu amaçal yardımlaşmanın caiz ve iyi
olduğunda şüphe yoktur; fakat şirkete borç olarak verilen para, parayı veren kişiye
gelecekte kredi verme şartına bağlı olursa, borcun kendisi sahih olsa bile bu
amel şer'an caiz değildir.
Soru 688: Bazı karz-ı hasen kurumları halkın kendilerine
emanet bıraktığı mallarla emlâk ve başka şeyler satın alıyorlar; bu
muamelelerin hükmü nedir? Bazı mal sahiplerinin bu işe razı olmadıkları göz
önünde bulundurulursa, acaba kurum sorumlusunun
meselâ alım ve satım şeklinde bu mallar üzerinde tasarruf hakkı var mıdır ve
acaba bu iş şer'an caiz midir?
Cevap:
Eğer insanların mallarını emanet olarak karz-ı hasen
kurumlarına bırakmaları bu kurumların istedikleri kişiye borç vermeleri içinse,
bu durumda bu malları gayrimenkul vb. satın almada kullanmak fuzulî olup geçerliliği
mal sahiplerinin iznine bağlıdır. Fakat mevduatlar bu kurumlara borç olarak
verilmişse, bu durumda o kurumların sorumlularının kendilerine verilen yetki
çerçevesinde o malları emlâk vs. satın almada kullanmalarının sakıncası yoktur.
Soru 689: Bazı kimseler başkalarından aldıkları belli
meblağlar karşılığında hiçbir şer'î sözleşme kapsamında olmaksızın sadece
tarafların anlaşmasına dayanarak her ay mal sahiplerine kâr olarak bir miktar
para veriyorlar; bunun hükmü nedir?
Cevap: Bu gibi muameleler faizli borç sayılır ve koşulan
kâr şartı batıldır; fazlalık da faiz olup şer'an haramdır ve bunu almak caiz
değildir.
Soru 690: Karz-ı hasen kurumundan borç alan kişi, borcunu
öderken şart koşulmamasına rağmen kendi rızasıyla borç miktarından fazla bir
meblağ verirse, acaba bu fazla meblağın ondan alınması ve bayındırlık işlerinde
harcanması caiz midir?
Cevap: Eğer borçlu,
borcu verirken müstehap bir amel olarak kendi rızasıyla fazla bir para verirse,
ondan bu parayı almanın sakıncası yoktur. Kurum sorumlusunun bu infakı
bayındırlık işleri ve diğer şeylerde kullanabilmesi ise, onun böyle bir
yetkisinin olup olmadığına bağlıdır.
Soru 691: Bir karz-ı hasen kurumunun yönetim kurulu,
bir kişiden borç aldığı parayla bir bina satın aldı ve bir ay sonra halkın
kurumda biriken parasıyla onların rızasını almadan o adamın borcunu ödedi,
acaba bu muamele şer'an sahih midir ve binanın mülkiyeti kime aittir?
Cevap: Kuruma borç verilen malla kurum için satın
alınan bina eğer yönetim kurulunun yetkisi dahilinde satın alınmışsa, bunun
sakıncası yoktur; bu durumda satın alınan bina kurumun ve o kurumun mal
varlığının sahiplerinin mülküdür; aksi takdirde muamele fuzulî olup geçerliliği
para sahiplerinin iznine bağlıdır.
Soru 692: Borç alındığı zaman bankaya (yaptığı işlemler
karşılığında) ücret (harç) vermenin hükmü nedir?
Cevap: Borç alındığında bankaya ödenen harç eğer borç
verilen malın kârı olarak değil de deftere kaydetmek, senet düzenlemek ve
bankanın su, elektrik vs. giderleri için borç verme işleminin ücreti olarak alınırsa,
bunu vermenin, almanın ve bu koşulla borç almanın sakıncası yoktur.
Soru 693: Kendi üyelerine borç para veren bir sandık
(fon) var; fakat bu sandık üyelere borç para vermek için üyenin üç veya altı ay
boyunca sandıkta belli bir miktar para bulundurmasını şart koşuyor ve
belirtilen süre bittikten sonra üyenin sandığa bıraktığı paranın iki katı
miktarında ona borç veriyor. Daha sonra üye borcunu ödeyip bitirdikten sonra,
onun sandığa bırakmış olduğu parayı kendisine iade ediyor; bunun hükmü nedir?
Cevap: Para belli bir süre sandıkta borç olarak kalması
şartıyla sandığa verilmiş ve bu doğrultuda belli bir süreden sonra sandığın
kendisine borç vermesi şart koşulmuşsa veya sandığın ona belli bir miktar borç
vermesi için daha önce sandığa belli bir miktar para yatırmış olması şart
koşulmuşsa, bu durumda bu şart faiz hükmünde olup şer'an haram ve batıldır;
ancak borcun kendisi her iki taraf için de sahihtir.
Soru 694: Karz-ı hasen kurumlarından borç para alındığında
birtakım şartlar koşulmaktadır; üye olmak, kurumda belli bir miktar para
bulundurmak ve kurumun bulunduğu mahallede oturmak vb. bu şartlardan
bazılarıdır; acaba bu şartlar faiz hükmünde midirler?
Cevap: Kişiye borç vermek için kuruma üye olması ve
kurumun bulunduğu mahallede oturması gibi borç vermede sınırlayıcı şartların koşulmasının sakıncası yok-tur.
Fakat kurumda hesap açtırmak şartına gelince; bu mesele borcun sadece bu gibi
kişilere ait olduğuyla il-giliyse, bunun sakıncası yoktur; fakat gelecekte kurumdan
borç alabilmesi için daha önce sandıkta belli bir miktar para bulundurmasıyla
ilgiliyse, bu şart borçta hükmen kâr şartından sayıldığı için batıldır.
Soru 695: Banka muamelelerinde faizden kurtulmanın bir
yolu var mıdır?
Cevap: Kurtuluş yolu, bankayla ilişkilerde şer'î sözleşmelerin
kullanılması ve sözleşmelerin şartlarına tamamen uyulmasıdır.
Soru 696: Bankanın kişiye belli bir yerde kullanması
için vermiş olduğu borç parayı başka bir yerde kullanmak caiz midir?
Cevap: Eğer bankanın kişilere verdiği para gerçekten
borç olur ve onu belli bir yerde kullanmasını şart koşarsa, o şarta aykırı
hareket etmek caiz değildir. Aynı şekilde bankadan mudarebe (emek-sermaye ortaklığı)
veya kâr ortaklığı vb. sözleşmenin sermayesi olarak alınan parayı banka
tarafından belirlenen hedef dışında kullanmak caiz değildir.
Soru 697: Savaş gazilerinden biri, savaşta yaralanıp
sakat kalmış ve bedenindeki sakatlık oranında gazilere tahsis edilen çeşitli
sosyal kolaylık ve kredilerden yararlanmak için Gaziler Kurumu tarafından
verilen sakatlık tasdik belgesiyle kredi almak için bankaya müracaat etmiştir. Bu
arada savaşta vücudunda oluşan sakatlığın belgede yazılandan daha az olduğuna
kanaat getirmiştir. Bu konuyla ilgili olarak doktor ve uzmanların teşhisinin
hatalı olduğunu zanneder. Bu adamın kendine sağlanan o özel imkânlardan
yararlanması için bu tasdik belgesinden yararlanması caiz olur mu?
Cevap: Eğer gazilik oranı, bunu belirlemek için tıbbî
incelemeler yapan doktor ve uzmanların bağımsız görüş ve teşhislerine
dayanıyorsa ve bankada gazilere kolaylık tanımada kanunen ölçü de buysa, bu durumda
kendi görüşüne göre özür oranı daha az olsa da doktorların tasdik ettiği
özürlük oranının avantajlarından yararlanmasının sakıncası yoktur.
Soru 698: Bir kimse evi, arabası, halısı ve evinin bütün
eşyaları konusunda karısıyla sulh etmiş ve aynı zamanda onu küçük çocuklarının
vasîsi ve kayyımı yapmıştır; acaba bu adamın ölümünden sonra anne-babası onun
bıraktığı mallardan bir şey isteyebilir mi?
Cevap: Eğer meyyitin hayattayken bütün mallarını
karısı veya başka biriyle sulh ettiği ve mallarından ölünceye kadar kendisine
hiçbir şey bırakmadığı anlaşılırsa, bu durumda anne-babanın veya diğer mirasçıların
miras almaları söz konusu olamaz; dolayısıyla bunların kocası hayattayken
eşinin mülkiyetine geçirmiş olduğu mallardan hiçbirini isteme hakları yoktur.
Soru 699: Birisi mallarının bir bölümünü oğluyla sulh etmiş
ve aradan birkaç yıl geçtikten sonra oğluyla sulh ettiği aynı malı oğluna
satmıştır. Oysa mirasçıları şimdi tıbbî rapora dayanarak babalarının satıştan
önce satış anına kadar aklî dengesinin bozuk olduğunu iddia ediyorlar; acaba
sulh edilen malı sulh edilen kişinin kendisine satmak sulhtan vazgeçmek sayılıp
satışın doğruluğuna hükmedilir mi? Yapılan sulhun sahih olarak aynen kaldığını
kabul edersek, acaba sulh, sulh edilen malın üçte birinde mi yoksa tamamında mı
sahihtir?
Cevap: Önceki sulhun doğruluğuna ve geçerliliğine
hükmedilir; sulh eden kişinin feshetme hakkı bulunduğu ispatlanmadığı sürece, o
sulhun gerekliliğine de hükmedilir ve sonuçta, sulh yapan kişinin satış anında
aklî dengesi yerinde olsa bile, sulh yapılan malı daha sonra satması sahih
olmaz. Sabit olan, sahih ve gerekli olduğuna hükmedilen bu sulh, uzlaşma konusu
olan tüm mallar hakkında geçerlidir.
Soru 700: Bir kimse bütün mallarını, hatta bir sağlık
kuruluşundaki alacaklarını ve haklarını karısıyla sulh ediyor. Fakat sağlık
kuruluşu, onun kuruluştaki hakları konusunda kanunen karısıyla sulh edemeyeceğini
bildirerek onun bu talebini kabul etmiyor. Nitekim sulh eden kişi de bunu
itiraf ederek başkalarına olan borçlarını ödemekten kaçmak için bu işe
giriştiğini söylüyor; bu durumda bu sulhun hükmü nedir?
Cevap: Başkasının malı konusunda veya başkasının malı
olan hakta sulh etmek fuzulî olup mal veya hak sahibinin iznine bağlıdır. Tamamen kendisine ait olan mül-kü
başkalarına olan borcunu ödemekten kaçmak amacıyla yapılan sulha gelince, böyle
bir sulhun sıhhat ve geçerliliği sakıncalıdır; özellikle borcunu ödemek için
başka bir malî kaynağı bulma ümidi yoksa.
Soru 701: Bir sulh sözleşmesinde babanın bazı mallarını
oğluyla sulh ettiği ve bu malları oğluna teslim ettiği kaydedilmiştir; acaba bu
belge şer'an ve kanunen geçerli midir?
Cevap:
Sırf sulh sözleşmesi, içeriğinin doğruluğuna güven oluşmadığı sürece başlı
başına sulh akdinin okunduğuna ve niteliğine şer'î delil oluşturmaz. Ancak,
sulhun mal sahibi tarafından yapıldığı kesinleştikten sonra onun şer'an sahih
bir şekilde gerçekleştiğinden şüphe edilirse, sulh sözleşmesinin şer'an sahih olduğuna
hükmedilir ve mal, lehine sulh yapılan kişiye ait olur.
Soru 702: Kocamın babası, oğluyla evlendiğimde bir
miktar para karşılığında bir arsayı benimle sulh ederek onu bana verdi ve
bununla ilgili olarak birkaç şahidin huzurunda bir sözleşme düzenledi; fakat
şimdi o muamelenin formalite icabı olduğunu ileri sürüyor; bu konuda hüküm
nedir?
Cevap: Şer'an mezkur sulhun sıhhatine hükmedilir ve
kişinin muamelenin formalite icabı olduğu doğrultusundaki iddiası
ispatlanmadıkça, herhangi bir hukukî sonuç doğurmaz.
Soru 703: Babam hayattayken vefatından sonra kız
kardeşlerimin her birine belli bir miktar para vermem üzere, bütün menkul ve
gayrimenkul mallarını benimle sulh etti; onlar da buna razı oldular ve vasiyet
belgesini imzaladılar. Babamın vefatından sonra kız kardeşlerimin haklarını
vererek geri kalan malları aldım; acaba bu mallarda tasarruf etmem caiz midir?
Ve eğer kardeşlerim buna razı olmazlarsa hüküm nedir?
Cevap:
Bu sulhun sakıncası yoktur ve sorudaki varsayımda sulh edilen
mal size aittir; diğer mirasçıların buna razı olmamaları hukukî bir sonuç
doğurmaz.
Soru 704: Bir kişi bazı evlâtlarının gıyabında ve hazır
bulunan evlâtlarının muvafakati olmadan bütün mallarını oğullarından biriyle
sulh ederse, bu sulh sahih olur mu?
Cevap: Mal sahibinin hayattayken mallarını mirasçılarından
biriyle sulh etmesi, diğer mirasçıların kabul etmesine bağlı değildir ve
onların buna itiraz etmeye hakkı yoktur.
Soru 705: Eğer bir kimse uzlaşma yaptığı kişinin
kendisinin yararlanması şartıyla bir malı onunla sulh ederse, acaba o adamın bu
malı sulh eden kişinin rızası olmadan aynı şekilde yararlanması için üçüncü bir
kişiye vermesi veya sulh eden kişinin rızası olmadan ondan yararlanması için
birini kendisine ortak etmesi caiz midir? Bunun sahih olduğu kabul edilirse,
acaba sulh eden kişinin sulhtan vazgeçmesi caiz midir?
Cevap: Kendisiyle sulh edilen kişinin sulh sözleşmesinde
uymayı kabul ettiği şartlara aykırı hareket etmesi caiz değildir; aksi durumda
sulh eden kişinin sulh sözleşmesini feshetmesi caizdir.
Soru 706: Sulh eden kişinin sulh sözleşmesinin tamamlanmasından
sonra sulhtan vazgeçmesi ve kendisiyle sulh edilen kişiye bildirmeden malı
başka biriyle sulh etmesi caiz midir?
Cevap:
Sulh sahih bir şekilde gerçekleştikten son-ra
sulh eden kişinin ona uyması gerekir ve kendisi için fesih hakkı şart
koşmamışsa sulhtan vazgeçe-mez. Dolayısıyla eğer aynı malı başka biriyle sulh
ederse, bu sulhu fuzulî olup, sulh sözleşmesinin sıhhati kendisiyle uzlaşma
yapılan birinci kişinin iznine bağlıdır.
Soru 707: Bir annenin mirasının kanunî aşamalar ta-mamlanıp
oğulları ve kızları arasında taksim edilmesinden ve mirasçılardan her birinin
mirastan kendi hisselerini almaları üzerinden uzun bir zaman geçtikten sonra
kızlarından biri annesinin hayattayken bütün mallarını kendisiyle sulh ettiğini
iddia ediyor. Bu konuda sadece kendisi ve kocası tarafından imzalanmış ve annesine
ait bir parmak izi taşıyan âdî bir sulh belgesi de mevcuttur; şimdi bu kız
mirasın hepsini istiyor, bu konuda ne yapmak gerekiyor?
Cevap: Annenin hayattayken malını o kızıyla sulh
ettiği ispatlanmadıkça, iddia sahibi kız kardeş, iddia ettiği şey hususunda
hiçbir hakka sahip olamaz ve sulh sözleşmesinin de gerçek olduğu anlaşılmadıkça
geçerliliği yoktur.
Soru 708: Bir baba bütün mal varlığını kendisi hayatta
olduğu müddetçe tasarruf yetkisi olması kaydıyla evlâtlarıyla sulh ediyor; bu
konuda aşağıdaki durumlarda hüküm nedir?:
a) Böyle
bir şarta bağlı olarak yapılan bu sulh sözleşmesi sahih ve geçerli midir?
b) Eğer
sulh sahih ve geçerliyse, acaba sulh eden kişi yaptığı bu sulhtan vazgeçebilir
mi? Vazgeçmesi caiz olduğu takdirde, daha sonra sulh ettiği malların bir bölümünü
satarsa, onun bu girişimi sulhtan vazgeçmesi sayılır mı? Ve eğer bu girişim
sulhtan vazgeçmek sayılıyorsa, acaba sulhun tamamından mı yoksa sadece satılan
bu maldan mı vazgeçmek sayılır?
c) Sulh
sözleşmesinde, "hayatta olduğu sürece tasarruf yetkisi" tabiri
geçiyor; acaba bu tabir feshetme hakkına mı, sulh edilen malı başka birine
aktarma hakkına mı, yoksa hayatta olduğu müddetçe sulh edilen maldan
yararlanarak pratikte tasarruf etme hakkına mı sahip olduğu anlamına gelir?
Cevap:
a) Bu sulh sözleşmesinin,
şartıyla birlikte sıhhat ve geçerliliğine hükmedilir.
b) Sulh sözleşmesi uyulması gerekli
sözleşmelerden olup, sulh eden kişinin feshetme hakkı olmadıkça onu feshetmesi
sahih değildir. Dolayısıyla sulh sözleşmesi gerçekleştikten sonra sulh edilen
malların bir bölümünü, sulhu feshetme hakkına sahip olmaksızın sulh edilen
kişilerden birine satarsa, muamele satın alınan malda, alıcının payı miktarında
batıldır ve sulh edilen diğer kişilerin paylarında fuzulî olup sıhhati onların
iznine bağlıdır.
c) "Hayatta olduğu müddetçe tasarruf yetkisi", cümlesinin
zahiri, feshetme hakkını veya malı başkasına vermeyi değil, pratikte tasarruf
etme hakkını ifade eder.
Soru 709: Ben bir şirketin vekiliyim. Şirketin bana
maaş olarak verdiği para karşılığında reklam, satış sonrası müşteri hizmetleri
ve uluslararası fuarlara katılma işlerini yürütmekteyim. Bu durumda şirketten
aldığım paranın hükmü nedir?
Cevap: Mubah işlerde vekâletle ilgili işleri yürütmek
karşılığında ücret almanın sakıncası yoktur.
Soru 710: Bir kimse bir arsayı sahibinin vekilinden
taksitle satın almış ve taksitleri ödedikten sonra müvekkil (mülkün sahibi)
satışı feshettiğini ve arsayı yeninden kendi mülkiyetine aldığını ileri
sürmüştür; acaba müvekkilin satışı feshetmesi sahih midir, yoksa müşteri, malı
kendisine teslim etmesini isteyebilir mi?
Cevap: Vekilin, arsayı sahibi adına satmasının sıhhatine
ve sözleşmenin uyulması gerekli olduğuna hükmedilir; bu durumda mal müşteriye
aittir ve müvekkil onu müşteriye teslim etmelidir. Müvekkil muhayyerlik hakkına
sahip olduğunu ispatlamadığı sürece sözleşmeyi feshederek arsayı kendi
mülkiyetine geçiremez.
Soru 711: Bir kimse sahibine vekâleten âdî belgelerle
birkaç arsayı satar. Arsa sahibi de müşterilerin hiçbirisine tapu verilmemesi
konusunu vekille kararlaştırır. Ar-saların sahibi öldükten sonra mirasçıları
-arsaların mülkiyetinin müşterilere ait olduğunu kabul etmekle birlikte-
müşterilere tapu verme sorumluluğunun
vekile ait olduğunu iddia ederler. Oysa vekil daha önce arsaların parasını
alarak mülkün sahibine teslim etmiştir. Tapuların ve arsaların şimdiki
değerinin vekilden istenmesi karşısında acaba tapuları müşterilerin adına geçirmek
mirasçıların mı vazifesidir, yoksa vekilin mi? Ve acaba mirasçılar, vekilden
arsanın şimdiki fiyatıyla o zamanki fiyatı arasındaki farkı isteyebilirler mi?
Cevap: Vekilin tapuları müşterilerin adına geçirme ve
kayıt masraflarını üstlenme sorumluluğu yoktur. Arsaların parası konusunda ise
eğer vekilin parayı müşterilerden alıp mülk sahibi olan müvekkiline teslim
ettiği ispatlanırsa, mirasçılar da, müşteriler de vekilden herhangi bir talepte
bulunamazlar. Aynı şekilde mirasçıların, satış fiyatı ile arsaların şimdiki
değeri arasındaki farkı talep etme hakları yoktur.
Soru 712: Müçtehit tarafından izinli vekillerin, müçtehit
hayatta iken (imam malı gibi) şer'an müçtehide verilmesi gereken malları başka
bir müçtehide vermeleri caiz midir?
Cevap: Vekilin vekâleten
aldığı şeyleri, kendisini onları almaya vekil eden kişiye vermesi gerekir;
ancak onları başkasına vermeye izinli olması müstesna.
Soru 713: Bana bir
telefon hattı satın alması için kardeşimi vekil ettim ve birinci taksiti
ödemesi için ona bir miktar para verdim; o da bu parayı ilgili daireye yatırdı.
Telefonun geri kalan taksitlerini ise kendim ödedim. Da-ha sonra telefon adına olan kardeşim vefat etti; acaba bu
durumda kardeşimin mirasçıları telefonu isteyebilirler mi?
Cevap: Eğer telefonun birinci taksitini ödemesi için
kardeşinize vermiş olduğunuz parayla telefonu vekâleten sizin için satın
alırsa, telefon sizindir ve kardeşinizin mirasçılarının onda hakları yoktur.
Soru 714: Vekile
vekâletinin ücreti olarak bir miktar para verdim ve ondan buna karşılık alındı
makbuzu ver-mesini istedim. O ise, vekâlet ücreti olarak aldığı para karşılığında hiç kimseye makbuz vermediğini söyledi. Bir
süre sonra vekil vekillik yapmadan önce vefat etti; acaba ben vekilin
mirasçılarından bu parayı isteyebilir miyim?
Cevap: Sorudaki varsayımda
vekilden alacağınızı onun mirasçılarından isteyebilirsiniz ve onların da vekilin
mirasından bu borcu size ödemeleri farzdır.
Soru 715: Vekilin veya müvekkilin ölümüyle vekâlet
akdi batıl olur mu?
Cevap: Bunların birinin
ölümüyle vekâlet batıl olur.
Soru 716: Asya
ülkelerinden birine yaptığı yolculukta geçirdiği trafik kazasında vefat eden
bir kişinin mirasçıları (annesi ve karısı) olayı takip etmek amacıyla kazanın
gerçekleştiği ülkeye gitmem için beni vekil tayin ettiler. Bu durumda olayın
dosyasını takip etmek amacıyla o ülkeye yaptığım yolculuk masraflarını ölenin
bıraktığı mirasın kendisinden mi, yoksa bu devletin ölen kişinin mirasçılarına
ödeyeceği tazminattan mı almam gerekir?
Cevap: Vekâlet ücretini ve
yine bu işle ilişkisi olan diğer masrafları, başka türlü anlaşma yapmamışsanız,
olayı takip etmeniz için sizi vekil edenler vermelidir.
Soru 717:
Vekâlet sözleşmesinde, vekilin -günümüz-de yaygın olduğu üzere-
azlolunamayacağı kaydedilmiştir. Ancak bu şart, bir sözleşme metnine taraflarca
konulmuş bir şart olmayıp başlı başına müstakil bir vekâletnamedir. Acaba sırf
bu cümlenin yazılmış olmasıyla vekâlet caiz[31]
olmaktan çıkıp lâzım mı olur ve azletme hakkı düşer mi?
Cevap: Lâzım vekâlet, lâzım bir sözleşmede şart-ı
netice[32]
olarak şart koşulan vekâlettir ve vekâletin lâzım olması için sırf,
"vekâlet iptal edilemez" yazılmış olması etkili değildir ve bununla
azil hakkı ortadan kalkmaz.
Soru 718: Avukatlık için kanunî ruhsatı olmayan bir
kişiyi mahkemede hukukî veya cezaî bir dosyayı takip etmesi için vekil tutmak
caiz midir? Avukatlık ruhsatına sahip olan kişilerin vekâlet ücreti almaları
için özel kural ve şartları haiz olmaları dikkate alınırsa, acaba avukatlık
belgesi olmayan kişiler, mahkemelerde müvekkillerinin davalarını takip etmeleri
karşılığında ücret almaya hak kazanırlar mı?
Cevap: Vekâlet ve niyabet
kabul eden işlerde vekillik yapmanın özü itibariyle şer'an bir sakıncası yoktur.
Mahkemelerde dava takibi de bu tür işlerden olup ücret tayini tarafların
muvafakatine bağlıdır. Fakat resmî dairelere ve adlî mahkemelere müracaat
etmeyi gerektiren hukukî veya cezaî dosyaları takip etmek, kanunî açıdan resmî
vekâlet ruhsatını gerektirirse, bu ruhsata sahip ol-mayan birisinin vekil
olması ve böyle birini vekil etmek caiz değildir. Her halükârda, resmî ruhsatı
olmayan bir kimse başka birinin isteği üzerine onun ücret almayı gerektiren bir
işini yaparsa, müvekkil ona işinin emsalinin ücretini ödemelidir.
Soru 719: Bir vekilin bir konu veya bir davayı takip
ederken veya bir işi yaparken vakit ve çaba harcamasına, yolculuk masrafları
ödemesine rağmen teşebbüsleri bazen müvekkilin lehine sonuçlanmamaktadır. Bu ko-nuyla
ilgili olarak müvekkilin ödeme yapmasının ve ve-kilin onu vekâlet ücreti olarak
almasının hükmü nedir?
Cevap: Vekâletin sıhhati ve yaptığı iş karşılığında
vekilin kararlaştırılan ücrete veya işinin emsalinin ücretine hak kazanması,
müvekkilin beklediği ve umduğu sonuca
varılmasına bağlı değildir. Ancak vekâlet sözleşmesinde başta başka
türlü anlaşmış olmaları müstesna.
Soru 720: Adliyelerde yaygın olan yöntem, vekâlet sınırlarını
belirlemektir. Örneğin, "Şu adreste bulunan falan evin satımına vekil
kılınmıştır." diye yazılır ve başka hususlar da böylece belirlenir. Fakat
bazı el yazma vekâletlerde, "Falan adam vekâlet işleriyle ilgili bütün işleri
takip etmeye yetkilidir." tabiri geçmektedir. Bu nedenle bazı işlerin
vekâlet işleri alanına girip girmediği konusunda veya vekâletin bazı
tasarrufları kapsamına alıp almadığı konusunda vekille müvekkil arasında anlaşmazlık
çıkar. Bu konuda sorum şudur:
Acaba vekâlet konusu ile ilgili olarak vekilin yapacağı iş ve girişimler tayin
edilmediği takdirde vekâlet konusuyla ilgili her türlü tasarrufta bulunması
caiz midir?
Cevap: Vekilin, vekil edildiği işlerde vekâlet akdinin
-söz veya durumdan anlaşılan karineler yardımıyla- sarih veya zahirî olarak
kapsadığı şeylerle yetinmesi gerekir. Elbette bu karine bazen bir şeye vekil
olmanın diğer bazı şeyleri gerektirmesine dair yaygın âdet de olabilir. Özetle
vekâlet birkaç biçimde olabilir: a) Vekâlet, iş ve taalluk ettiği şey açısından
özeldir. b) Her iki açıdan geneldir. c) Sadece birisi açısından geneldir. d) İş
ve tasarruf açısından mutlaktır. "Sen
evim konusunda ve-kilsin." demesi gibi. e) Taalluk ettiği şey
açısından mutlaktır. "Sen mülkümün satışında
vekilsin." demesi gibi. f) Her iki açıdan mutlaktır. "Sen malımla
ilgili tasarruflarda vekilsin." demesi gibi. Bu durumlardan her birinde
vekil sözleşmesinin kapsamına giren özel, genel veya mutlak tasarruflarla
yetinmeli ve bu sınırı aşmamalıdır.
Soru 721: Bir kimse sahip olduğu bir arsasını ve bazı
binalarını satıp parasıyla küçük oğluna bir daire satın alması ve evi onun
adına geçirmesi için karısına vekâlet verir. Fakat karısı bu vekâleti kötüye
kullanarak daireyi kendi adına geçirir; acaba karısının yaptığı bu iş şer'an
sahih midir? Daire, müvekkilin malının satımından elde edilen parayla satın
alındığına göre, acaba bu adamın ölümünden sonra daire onun sadece küçük oğluna
mı, yoksa bütün mirasçılarına mı aittir?
Cevap: Kocasının vekili olarak arsayı ve bazı binaları
satması sahih ve geçerlidir. Fakat daireyi sırf kendi adına geçirmesi şer'an
bir sonuç doğurmaz. Dolayısıyla eğer
vekâlete uygun olarak müvekkilinin hayatında, mü-vekkilinin parasıyla
daireyi onun küçük oğlu için satın almışsa, bu muamele sahih ve geçerlidir ve
daire sadece küçük oğluna aittir. Ancak, daireyi müvekkilinin hayatında kendisi
için veya müvekkilinin ölümünden sonra onun küçük oğlu için satın alırsa, bu
satın alma fuzulî olup sıhhati izne bağlıdır; eğer mirasçılar izin verirlerse,
her birinin mirastan payı oranınca muamele onlara ait olur.
Soru 722: Bir kimse bazı kişiler tarafından oruç ve
namaz kaza etmesi için birilerini ücretle tutması için vekil olarak atanır,
yani kazaları yerine getirecek kişilere vermesi için sahiplerinden bir miktar
para alır. Fakat o, emanete hıyanet eder ve bu iş için kimseyi ücretle tutmaz.
Pişman olarak bu sorumluluktan
kurtulmak isteyen bu şahsın, şimdi bu amelleri yerine getirmesi için bazılarını
ücretle tutması mı, yoksa bugünkü değerleriyle bu amellerin ücretini mal
sahiplerine geri vermesi mi gerekiyor; yoksa sadece aldığı malları mı ödemekle
yükümlüdür? Namaz ve orucu kaza etmeyi ücretli olarak vekilin kendisi üstlenirse
ve de ameli yerine getirmeden ölürse hüküm nedir?
Cevap: Birilerini ücretle
tutmak için vekil olan bu şahıs eğer namaz ve oruçları kaza etmesi için birini
ücretle tutmadan vekâlet süresi biterse, bu durumda sadece bu iş için aldığı
malı tazmin etmekle yükümlüdür. Aksi durumda (vekâlet süresi bitmemişse),
aldığı parayla namaz ve oruçları kaza etmesi için birini ücretle tutmak veya
vekâleti feshedip malı sahibine teslim etmek arasında muhayyerdir. Paranın
değerinin farkı konusunda birbirleriyle ihtiyat gereği sulh etmeleri daha uygundur.
Fakat namaz ve orucu kaza etmesi için ücretle tutulan kişi eğer ameli kendisi
şahsen yerine getirmekle yükümlüyse, bu durumda onun ölümüyle ücretlilik sözleşmesi
fesholur ve almış olduğu para bıraktığı mallardan ödenmelidir; aksi durumda
(eğer ameli şahsen yerine getirmesi için ücretle tutulmamışsa), o amelin yerine
getirilmesi konusunda sorumludur. Bu durumda
eğer mirası varsa, mirasçılarına ameli yerine getirmesi için onun mirasından
birini ücretle tutmaları farzdır ve eğer mirası yoksa, bu konuda mirasçılarına
bir sorumluluk düşmez.
Soru 723: Bazı şirketlerin, mahkemelerde dosya ve
davaları takip etmeleri için tuttukları avukatları vardır. Bu avukatların,
şirketin hiçbir haklılık temeli olmayan bir davası konusunda şirketi
savunmaları caiz midir? Eğer avukat batıl bildiği bir davada şirketi savunursa
ve hatta mahkeme davalının (karşı tarafın) çıkarına hüküm verirse, acaba yine
avukatın üzerine bu savunmadan dolayı bir sorumluluk
gelir mi? Ve acaba avukatın kendisine göre batıl olan bir şeyi savunması
karşısında aldığı ücret haram mıdır?
Cevap: Batılı savunmak ve onun hak olduğunu ispatlamaya
çalışmak caiz değildir ve mahkeme tarafından davalının lehine hüküm verilmiş
olması, işin haram oluşunu değiştirmez. Batıl ve haram bir savunma karşılığında
alınan ücret de haram kazançtır.
Soru 724: Bir kimse birine vekil olur ve işe başlamadan
önce ücretini almayı şart koşar. Bu durumda vekil eğer hiçbir işlem yapmazsa,
aldığı ücret şer'an helâl olur mu?
Cevap:
Vekâlet sözleşmesi tamamlandıktan sonra vekil vekâlet için belirlenen ücrete
sahip olur; dolayısıyla vekil edildiği işi yerine getirmeden önce de vekâlet ücretini
isteyebilir. Fakat vakti bitinceye kadar veya vekâlet süresi sona erinceye
kadar vekil edildiği işi yerine getirmezse, vekâlet fesholur; bu durumda aldığı
ücreti müvekkiline iade etmesi şarttır.
Soru 725: Bir arsayı belli bir meblağa satın alan kimse,
satın aldığı arsanın değeri miktarınca üçüncü bir kişiden alacaklıdır.
Dolayısıyla arsanın parasını, kendisine borçlu olan kişiden alması için
satıcıyı ona havale eder. Fakat müşteriye borçlu olan ve kendisine havale
edilen üçüncü kişi, müşterinin haberi olmaksızın satıcıya arsanın parasını
ödeyerek onu kendisi için satın alır. Şimdi bu durumda satıcının parasının
üçüncü kişiye havale edilmesine razı olduğu birinci satış mı sahihtir, yoksa
ikinci satış mı ?
Cevap: İkinci satış fuzulîdir ve sıhhati birinci müşterinin
iznine bağlıdır; ancak ikinci satış birinci satışın meşru şekilde
feshedilmesinden sonra yapılırsa sahih olur.
Soru 726: Bir hayır ve yardım komitesi tarafından,
sadaka ve hediyeleri toplayarak müstahak olan fakirlere ulaştırmak için evlere,
yollara, şehir ve köylerdeki umu-mî yerlere sandıklar yerleştirilmiştir. Acaba
yardım fonunun, kendi çalışanlarına aylık maaş ve primlere ilâveten bu
sandıklarda toplanan paranın belli bir yüzdesini ödül olarak vermesi caiz
midir? Ve acaba bu mallardan bir bölümünü fonda çalışmayan, ama bu paraların toplanmasına
yardım eden kişilere vermek caiz midir?
Cevap: Mezkur yardım fonunda çalışanlara aylıklarına
ilâveten, sadaka sandıklarındaki malların bir bölümünü ödül olarak vermek
sakıncalıdır; hatta mal sahiplerinin buna razı oldukları kesin olarak
bilinmezse, bu iş caiz olmaz. Ancak sadakaları toplayıp müstahaklara ulaştırmak
için yardım fonuna yardım edenlere işlerinin emsalinin ücreti olarak bir miktar
para vermenin sakıncası yoktur; özellikle görünüşte mal sahiplerinin buna razı
oldukları anlaşılırsa.
Soru 727: Kapı kapı dolaşan veya caddelerde oturan
dilencilere sadaka vermek caiz midir; yoksa yetimlere, miskinlere vermek veya
sadaka sandıklarına atarak yardım fonunun yetkisine bırakmak daha mı iyidir?
Cevap: Müstehap sadakaları, iffetli ve dindar fakire
vermek daha iyi olmasına rağmen insan istediği herkese verebilir. Nitekim
sadaka sandıklarına atmakla da olsa yardım
komitesinin yetkisine vermenin de sakıncası yok-tur. Fakat farz
sadakaları şahsen veya bir vekil aracılığıyla müstahak fakire vermek gerekir.
Yardım fonu sorumlularının onları toplayarak müstahak fakirlere verecekleri
bilinirse, sadaka sandıklarına atmanın sakıncası yoktur.
728:
Başkalarına el açan, dilenmekle geçinen ve İslâm toplumunun görünümünü
çirkinleştiren dilencilere karşı yükümlülüğümüz nedir? Devlet bu dilencileri umumî
yerlerden toplamasına rağmen yine de onlara yardım etmemiz caiz midir?
Cevap: Sadakaları, iffetli ve dindar fakirlere ulaştır-maya
çalışın.
Soru 729: Ben cami müstahdemiyim. Ramazan ayında
caminin işi çok olduğundan bazı hayırsever kişiler yardım olarak bana bir
miktar para vermekteler; acaba bu paraları almam caiz midir?
Cevap: İyiliksever kişilerin size verdikleri şeyler,
onlar tarafından size yapılan bir ihsandır; dolayısıyla onları almak sizin için
helâldir; bunları onlardan kabul etmenin sakıncası yoktur.
Soru 730: Bir fabrika bütün araç-gereçleri, ham maddeleri
ve bazı kişilerce fabrikaya emanet bırakılan eşya-lar ile birlikte yanmıştır.
Acaba bu eşyaların tazmin et-me sorumluluğu
fabrika sahibine mi, yoksa orayı işle-ten, idare eden kişiye mi aittir?
Cevap: Eğer yangını belli bir kişi çıkarmamışsa ve
fabrikada emanet bırakılan eşyaları korumada kusur da edilmemişse, bu durumda
hiç kimse eşyaları tazmin etmekle yükümlü değildir.
Soru 731: Bir kimse, öldükten sonra büyük oğluna
vermesi için vasiyetnamesini birinin yanına emanet bırakır. Ancak ölümünden
sonra bu kişi vasiyetnameyi o-nun büyük oğluna vermekten kaçınır; acaba bu emanete
hıyanet sayılır mı?
Cevap: Emaneti emanet bırakanın belirttiği kişiye
teslim etmekten kaçınmak, bir çeşit hıyanet sayılır.
Soru 732: Askerlik hizmeti döneminde, şahsen kullanmak
için ordudan teslim aldığım bazı malzemeleri askerlik görevim bittikten sonra
geri vermedim; şimdi bu konuda ne yapmam gerekir? Acaba bu eşyaların değeri
miktarınca parayı merkez bankasının umumî haznesine iade etmem yeterli midir?
Cevap: Ordudan almış olduğunuz eşyaları ariyet (ödünç)
olarak aldıysanız ve hâlâ onlar olduğu gibi yanınızda mevcutsa, onların aynını
hizmet birliğinize iade etmeniz gerekir. Eğer iade etmeyi geciktirme sebebiyle
de olsa onları korumada kusur etmenizden dolayı zayi olmuşsa, onların emsalini
veya kıymetini orduya iade etmeniz gerekir. Ancak bu eşyalar size emanet olarak
verilmemişse, onlarla ilgili olarak herhangi bir sorumluluğunuz yoktur.
Soru 733: Başka bir şehre götürmesi için emin bir kişiye
verilen bir miktar para yolda çalınır; acaba bu kişi bu parayı tazmin etmekle
yükümlü müdür?
Cevap: Emin kimsenin, o parayı korumada ifrat veya
tefrit (kusur) ettiği ispatlanmadığı taktirde tazmin et-mesi gerekmez.
Soru 734: Caminin tamir ve onarımında harcamak ve
demir vs. gibi caminin yapımında gerekli olan malzemeleri satın almak için cami
derneğinin, yapılan bağışlardan bana vermiş olduğu bir miktar para yolda diğer
şahsî eşyalarımla birlikte kayboldu; bu konuda benim yükümlülüğüm nedir?
Cevap: Eğer emaneti korumada ifrat veya tefrit etmediyseniz,
zararı tazmin etmekle yükümlü değilsiniz.
Soru 735: Bazı şehitler miraslarının üçte birinin İslâm
cephelerinin desteklenmesi için harcanmasını vasiyet etmişlerdir; şimdi (savaş
bittiği için) vasiyetin öngördüğü şart ortadan kalktığı dikkate alındığında bu gibi
vasiyetlerin hükmü nedir ?
Cevap: Vasiyeti yerine getirmeye imkân bulunmadığı
durumda vasiyet edilen mal, mirasçılarının mirası olur. Fakat onu mirasçıların
izniyle hayır işlerde harcamak ihtiyata daha uygundur.
Soru 736: Kardeşim malının üçte birini belli bir şehirdeki
savaş muhacirlerine verilmesini vasiyet etmiştir; fakat şimdi bu şehirde hiçbir
savaş muhaciri kalmamıştır; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Vasiyet eden kişinin onu bu şehirde bilfiil
bulunan savaş muhacirlerine (göçmenlerine) tahsis ettiği bilinirse, artık savaş
göçmeni bulunmadığı için vasiyet ettiği mal mirasçılarına kalır. Aksi durumda
vasiyet edilen mal şimdi kendi şehirlerine veya başka bir yere göçmüş olsalar
bile eskiden o şehirde bulunan savaş muhacirlerine verilmelidir.
Soru 737: Bir kimsenin ölümünden sonra malının yarısının
kendisine yas meclisleri düzenlemede harcanmasını vasiyet etmesi caiz midir,
yoksa İslâm dini bu konuda belli bir sınır belirlediği için bu miktarı belirlemesi
caiz değildir?
Cevap: Malının kendi yas meclislerinde harcanmasını vasiyet
etmesinin sakıncası yoktur ve bunun şer'an belli bir sınırı da yoktur; fakat
ölen kişinin vasiyeti mirasının tamamının sadece üçte birinde geçerlidir; üçte
birden fazlasında ise mirasçıların iznine bağlıdır.
Soru 738: Vasiyet etmek farz mıdır ? Yani insan vasiyet
etmezse günah işlemiş olur mu?
Cevap: Eğer yanında başkalarının vedia ve emanetleri
bulunuyorsa veya üzerinde kul hakkı veya Allah hakkı varsa ve hayattayken
onları yerine getirme imkânı bulamamışsa, bu durumda bunlar hakkında vasiyet etmesi
farzdır, aksi durumda vasiyet farz değildir.
Soru 739: Bir kimse mallarının üçte birinden az bir
kısmını karısına vasiyet eder ve büyük oğlunu kendisine vasi kılar; fakat diğer
mirasçılar bu vasiyete itiraz ederlerse, bu durumda vasinin yükümlülüğü nedir?
Cevap: Vasiyet edilen mal mirasın üçte biri kadar veya
bundan daha azsa, mirasçıların itiraz etmeleri yersizdir ve hatta vasiyete
uygun davranmaları farzdır.
Soru 740: Mirasçılar kesin olarak vasiyeti inkâr ederlerse
hüküm nedir?
Cevap: Vasiyetin varlığını iddia eden kişinin onu
şer'î bir yolla ispatlaması gerekir. Eğer şer'î bir yolla ispatlanırsa, mirasın
üçte biri kadar veya daha az olduğu durumda vasiyete uygun hareket etmek
farzdır; bu durumda mirasçıların inkâr ve itirazlarının hiçbir etkisi yoktur.
Soru 741: Bir kimse, aralarında erkek çocuklarından
biri de bulunan birkaç güvenilir kişinin huzurunda üzerindeki humus, zekât ve
kefaret gibi şer'î hakların ve oruç, namaz ve hac gibi bedenî farizaların eda
edilmesi yönünde harcanması için emlâkinden bazılarının mirastan istisna
tutulmasını vasiyet eder; fakat bazı mirasçıları bunu kabul etmeyerek mirasın
tümünün mirasçılar arasında bölüştürülmesini isterler; bu durumda hüküm nedir?
Cevap: Vasiyet şer'î delillerle veya mirasçıların ikrarıyla
ispatlandıktan sonra, vasiyet edilen mal mirasın üçte birinden fazla olmadığı
takdirde mirasçılar onun bölüştürülmesini isteyemezler. Onların, meyyitin vasiyetine
uyarak mirasını vasiyet ettiği malî haklarda ve bedenî farzlarda harcamaları
farzdır; hatta şer'î delillerle veya mirasçıların ikrarıyla meyyitin halktan
bazılarına borcu olduğu veya Allah Tealâ'ya humus, zekât ve kefaretler gibi
malî borçları yahut hac gibi malî ve bedenî borcu olduğu ispatlanırsa, ölen
kişi vasiyet etmese bile onun bütün borçlarını mirasından çıkarmaları farzdır
ve ancak bundan sonra geri kalan mal varlığı mirasçılar arasında bölüştürülür.
Soru 742: Bir miktar ziraî arazisi olan bir kişi onun caminin tamirinde harcanmasını vasiyet etmiş,
fakat mi-rasçıları onu satmışlar; acaba bu durumda meyyitin vasiyeti
geçerli midir? Ve acaba mirasçıların mezkur mülkü satmaya hakları var mıdır?
Cevap: Eğer vasiyette arazinin satılarak caminin
ta-mirinde kullanılması istenmişse ve onun değeri de kişinin mirasının üçte
birinden fazla olmazsa, vasiyet geçerlidir
ve yerin satılmasının sakıncası yoktur. Ancak vasi-yet eden kişinin
maksadı, arazinin gelirlerinin caminin tamirinde harcanması ise, bu durumda
mirasçıların onu satmaya hakları yoktur.
Soru 743: Bir kimse
arsalarından birinin kendisi için namaz kılınması, oruç tutulması ve hayır
işlerde harcanması gibi alanlarda kullanılmasını vasiyet etmişse, bu arsayı
satmak caiz midir, yoksa bu arsa vakıf mı sayılır?
Cevap: Karine ve belirtilerden arsanın gelirinin ken-disi
için harcanması amacıyla aynen kalmasını istediği anlaşılmıyorsa ve sadece
arsanın kendisi için harcanmasını vasiyet etmişse, bu durumda bu vasiyet vakıf
hükmünde değildir. Dolayısıyla eğer arsa mirasın üçte birinden fazla değilse
parasını onun lehine harcamak için arsayı satmanın sakıncası yoktur.
Soru 744: Kişinin ölümünden sonra kendi hayrına
harcanması için mal varlığının üçte biri kadar bir miktarı ayırarak başka
birinin yanında emanet bırakması caiz midir?
Cevap: Öldüğü zaman ayırdığı malın iki katı kadar
miktarı mirasçılara kalması şartıyla sakıncası yoktur.
Soru 745: Bir kimse babasına, zimmetinde olan birkaç
ay oruç ve namazın kazasını ücret karşılığında birine eda ettirmesini vasiyet
etmiştir. Bu kişi şimdi kayıptır. Bu durumda babasının onun namaz ve oruçlarını
ücretle birine kaza ettirmesi farz mıdır?
Cevap: Şer'î delillerle veya vasinin bilgisiyle vasiyet
eden kişinin öldüğü ispatlanmadıkça, onun namaz ve oruçlarını kaza etmesi için,
birini ücretle tutmak sahih değildir.
Soru 746: Babam arsasının üçte birini cami yapılması
için vasiyet etmiştir. Bu arsanın yakınında iki caminin bulunduğu ve mahallenin
okul yapımına acil ihtiyacı olduğu dikkate alındığında, acaba cami yerine orada
okul yapmamız caiz midir?
Cevap: Cami yerine okul yaparak vasiyeti değiştirmek
caiz değildir; fakat ölen kişinin maksadı, bizzat o arsanın üzerinde cami inşa
edilmesi değilse, bu durumda onu satarak parasını cami ihtiyacı olan başka bir
yerde cami yapımı için kullanmanın sakıncası yoktur.
Soru 747: Bir kimsenin, ölümünden sonra cesedinin
eğitim ve öğretim amacıyla kadavra olarak kullanılması için tıp fakültesi
öğrencilerinin yetkisine bırakılmasını vasiyet etmesi caiz midir? Yoksa bu iş
Müslüman ölünün cesedinin müsle[34]
edilmesine neden olduğu için haram mıdır?
Cevap:
Müsle ve benzeri işlerin haram olduğunu vur-gulayan delillerin, başka konularla
ilgili olduğu ve mey-yitin cesedinin cerrahisindeki önemli maslahatın bulunduğunu
içeren sorudaki konuyu kapsamadığı sanılmaktadır.
Bu gibi meselelerde, kesin bir ilke olarak dikkate alın-ması gereken Müslüman
meyyitin cesedine saygı gösteril-mesi şartıyla görünüşte otopsi yapmanın
sakıncası yoktur.
Soru 748: Öldükten sonra cesedinin bazı organlarının
bir hastaneye veya başka bir şahsa verilmesini vasiyet eden kimsenin böyle bir
vasiyeti sahih midir ve uygulanması farz mıdır?
Cevap: Cesetten ayrılması o kişiye saygısızlık sayılmayacak
organlar hususunda böyle bir vasiyetin sahih ve geçerli olması uzak bir ihtimal
değildir; böyle bir durumda vasiyeti uygulamanın sakıncası yoktur.
Soru 749: Vasiyet eden kişi henüz hayattayken mirasçıları
onun mirasının üçte birinden fazlasına vasiyet etmesine izin verdiklerinde
acaba bu, vasiyetin geçerliliği için yeterli midir? Eğer yeterliyse acaba
vasiyet eden kişinin ölümünden sonra mirasçıların bundan vazgeçmeleri caiz midir?
Cevap: Mirasın üçte birinden fazlasında vasiyetin
sahih ve geçerli olması için vasiyet eden kişi hayattayken mirasçıların izin
vermeleri yeterlidir ve vasiyet eden kişinin ölümünden sonra mirasçılar bundan
vazgeçemezler; eğer vazgeçerlerse etkisi yoktur.
Soru 750: Hiçbir mirası olmayan veya mirası sadece bir
ev ve o evdeki eşyalar olan ve bunlar da satıldığında küçük çocukları sıkıntıya
düşecek olan aziz şehitlerden biri, zimmetindeki oruç ve namazların kaza
edilmesini vasiyet etmiştir; bu vasiyet konusunda mirasçıların üzerine düşen
nedir?
Cevap: Eğer o aziz şehidin mirası yoksa, bu durumda vasiyetin
yerine getirilmesi farz değildir; fakat büyük oğluna bulûğ çağına erdikten
sonra babasının kazaya kalan oruç ve namazlarını kaza etmesi farzdır. Ancak
geriye mal bırakmışsa, onun üçte birini şehidin vasiyetinde harcamak farzdır.
Sırf mirasçıların ihtiyaç duymaları ve küçük olmaları, vasiyeti ihmal ve terk
etmek için şer'î bir mazeret değildir.
Soru 751: Mal konusunda yapılan vasiyetin sıhhat ve
geçerliliğinde, vasiyet anında lehine vasiyet edilen kişinin varlığı şart
mıdır?
Cevap:
Birine bir malı temlik etmekle ilgili vasiyetin sıhhatinde, vasiyet anında
annesinin rahminde bebek ve hatta henüz ruhun üflenmediği cenin bile olsa
vasiyet edilen kişinin varlığı şarttır; fakat vasiyet edilen kimse annesinin
rahmindeyse canlı olarak dünyaya gelmesi şarttır.
Soru 752: Vasiyet eden kişi yazılı vasiyetinde, vasiyetini
yerine getirmesi için vasi atamasına ilâveten başka birini de denetleyici
olarak tayin etmiştir. Fakat denetleyicinin yetkilerine değinmemiştir; yani
vasinin vasiyete aykırı hareket etmemesi amacıyla sadece onun işlerinden
haberdar olması için bir gözetici olsun diye mi, yoksa denetleyiciyi vasiyet
edenin işlerinde görüş yürütmesi için mi tayin ettiğini açıklamamıştır; bu durumda
bu denetleyicinin yetkileri nelerdir?
Cevap:
Vasiyet mutlak olduğu durumda vasinin, ken-di işlerinde
denetleyiciye danışması farz değildir; ancak ona danışması müstehap ihtiyata
daha uygundur. Böyle bir durumda denetleyici, vasinin işlerinden haberdar ol-mak
için sadece onu gözetmelidir.
Soru 753: Bir kişi büyük oğlunu vasi ve beni de ona
denetleyici tayin ettikten sonra vefat etti. Ardından mey-yitin vasisi olan oğlu
da bir süre sonra öldü ve hâlihazırda ben onun vasiyetini uygulamak konusunda
tek sorumluyum. Fakat şimdi, sahip olduğum özel
durumdan dolayı vasiyet edilen şeyleri yerine getirmekte zorlanıyorum; acaba bu
durumda mirasın üçte birinden elde edilen geliri hayır işlerde ve bakıma muhtaç
olan yoksullara harcaması için sağlık kurumuna vererek vasiyet konusunu
değiştirebilir miyim?
Cevap: Denetleyici, vasinin ölümünden sonra bile
meyyitin vasiyetlerini uygulamada müstakil olarak hareket edemez; ancak meyyit,
vasinin ölümünden sonra onu vasi kılmışsa başka. Dolayısıyla eğer meyyit vasinin
ölümünden sonra onu vasi tayin etmemişse, meyyitin vasisinin yerine başka
birini tayin etmesi için şer'î hâkime müracaat etmelidir. Kısacası, meyyitin
vasiyetinin sınırını aşmak ve onu değiştirmek caiz değildir.
Soru 754: Bir kimse malının bir bölümünün Necef-i
Eşref şehrinde Kur'ân tilâveti için harcanmasını vasiyet eder veya bir malını
bu iş için vakfederse, vasi veya vakıf sorumlusunun
Kur'ân okuması için ücretli tutulması amacıyla malı oraya göndermesi mümkün
olmazsa, bu konuda ne yapmak gerekir?
Cevap: Eğer Necef-i Eşref'te Kur'ân okunması için
hatta gelecekte parayı oraya gönderme imkânı varsa, vasiyete uyulması farzdır.
Soru 755: Annem ölmeden önce, altın takısının perşembe
akşamları hayır işlerde harcanmasını bana vasiyet etti ve ben de şimdiye kadar
öyle yaptım. Fakat şim-di büyük ihtimalle, sakinleri Müslüman olmayan yabancı
bir ülkeye gideceğim; bu durumda ne yapmam gerekir?
Cevap: Annenizin, Müslüman ve gayrimüslim bütün
insanlara harcanmasını kastettiği anlaşılmadığı takdirde Müslümanlara
harcanması için İslâm beldesinde emin bir kişinin yanında bırakmakla da olsa, o
malı sadece Müslümanların hayır işlerinde harcamak gerekir.
Soru 756: Bir kimse arsalarından bir bölümünün satılarak
parasının [Ehlibeyt'in] matem merasimlerinde ve hayır işlerde harcanmasını
vasiyet eder; fakat bu arsa mirasçılardan başkasına satılırsa ileride onları
sıkıntıya düşürecektir. Çünkü bu arsayla diğer arsaları birbirinden ayırmak
birçok sorunlara
yol açmaktadır. Bu durumda mirasçıların, vasi ve denetleyicinin denetiminde her
yıl vasiyet konusunda harcanması için belli bir meblağ vermek suretiyle bu
arsayı taksitle kendilerine almaları caiz midir?
Cevap: Mirasçıların bu arsayı kendilerine satın almalarının
bir sakıncası yoktur. Fakat arsayı taksitle ken-dilerine satın almak isterler
ve vasiyet eden kişinin, arsanın nakit olarak satılıp parasının birinci yılda
vasiyet konusunda harcanmasını istediği kesin olarak bilinmez-se, vasi ve
denetleyicinin uygun görmesi ve taksitlerin vasiyetin ihmal edilmemesi ve
uygulanmasına engel ol-maması şartıyla arsanın adilane bir fiyatla taksitle mirasçılara
satılmasının bir sakıncası yoktur.
Soru 757: Bir kimse ölümle sonuçlanan hastalığı sırasında,
iki kişiye vasi ve vasinin naibi unvanıyla vasiyet eder. Daha sonra görüşünü
değiştirerek vasiyeti iptal edip bunu vasiye ve vasinin naibine bildirir. Sonra
başka bir vasiyetname yazarak orada hazır olmayan akrabalarından birini vasi
tayin eder; acaba bu durumda vazgeçilip değiştirilen birinci vasiyet hâlâ
geçerli midir? Eğer ikinci vasiyet sahih ve orada bulunmayan kişi vasi ise,
vasilikten alınan birinci vasi ve naibi, vasiyet eden kişinin geçersiz kıldığı
vasiyete dayanarak vasiyeti uygulamaya
kalkışırlarsa, onların yaptıkları tasarruflar hak-sız tasarruflar olup, meyyitin
malından harcadıkları şeyleri ikinci vasiye iade etmeleri farz mıdır?
Cevap:
Bu kimse hayattayken birinci vasiyetten vaz-geçip birinci vasiyi
azletmişse, azledilen vasi azledildiğini bildiği hâlde bu vasiyeti yerine
getiremez. Bu durumda vasiyet eden kişinin mallarında yaptığı tasarruflar
fuzulî olup sıhhati vasinin iznine bağlıdır. Eğer vasi izin vermezse, azledilen
vasi harcanan malları karşılamakla yükümlüdür.
Soru 758: Bir kimse emlâkinden birinin çocuklarından
birine verilmesini vasiyet eder; ama iki yıl geçtikten sonra vasiyetini tamamen
değiştirir; acaba bu adamın önceki vasiyetten vazgeçip başka bir vasiyet yapması
şer'an sahih midir? Bu adam hastalanır, bakım ve hizmete ihtiyaç duyarsa, acaba
onun bakımı ve ona hizmet etmek sadece vasi olarak belirttiği büyük oğluna mı
farzdır, yoksa bundan bütün çocukları eşit olarak mı sorumludur?
Cevap: Vasiyet eden kişi hayattayken aklî dengesi yerinde
olduğu sürece vasiyetini değiştirmesinin şer'an sakıncası yoktur; şer'an
muteber ve sahih olan vasiyet de son vasiyettir. Hastanın bakımına gelince,
eğer malından kendisine bir hasta bakıcısı istihdam edecek güçte değilse, onun
bakımı sadece vasinin değil, bakmaya gücü yeten bütün çocuklarının eşit görevidir.
Soru 759: Bir baba mallarının üçte birinin kendisi için
harcanmasını vasiyet ederek beni de kendisine vasi tayin etti. Miras
bölüştürüldükten sonra üçte biri ayrıldı. Acaba o kişinin vasiyetlerini yerine
getirmek için malının üçte birinden bir bölümünü satabilir miyim?
Cevap: Eğer mallarının üçte birinin vasiyetlerinde harcanmasını
vasiyet etmişse, mirastan ayırdıktan sonra satıp
vasiyetnamede kaydedilen yerlerde harcamanın sa-kıncası yoktur. Fakat
mirasının üçte birinin gelirinin vasiyet ettiği yerlerde harcanmasını vasiyet
etmişse, vasiyet edilen konularda harcamak için bile olsa mallarının üçte
birini satmak caiz değildir.
Soru 760: Bir kimse kendisi için bir vasi ve bir de denetleyici
tayin eder, fakat bunların vazife ve yetkilerini belirtmez ve mallarının üçte
birine ve kullanılacağı yerlere de değinmezse, bu durumda vasinin sorumluluğu
nedir? Acaba vasinin, vasiyet eden kişinin mirasından üçte birini ayırıp hayır
işlerde harcaması caiz midir? Aynı şekilde acaba sırf vasiyet ve vasi tayin
etmek, vasiyet edenin kendi malının üçte birine hak kazanması için yeterli
midir ve böylece vasinin onun geriye bıraktığı mal varlığından üçte birini
çıkararak onun için harcaması gerektiği söylenebilir mi?
Cevap:
Karine ve şahitlerden veya o bölgenin kendine has örfünden vasiyet eden kişinin
vasiyetten ve vasi tayin etmekten maksadının ne olduğu anlaşılırsa, bu durumda
vasinin, vasiyet eden kişinin maksadını ve vasiyetini teşhis etmek için bu
yolla anlaşılan şeye uy-ması farzdır; aksi durumda müphem olması ve taalluk
ettiği şeyin kaydedilmemesinden dolayı vasiyet batıl ve boştur.
Soru 761: Bir kimse şöyle vasiyet etmiştir:
"Dikili olan ve dikili olmayan kumaşların hepsi ve ötekiler eşime
aittir." Acaba "ötekiler"den maksat bütün taşınır malları mıdır,
yoksa maksat sadece kumaş ve elbiseden daha az olan ayakkabı gibi şeyler midir?
Cevap: Vasiyet belgesindeki "ötekiler"
kelimesinden maksadın ne olduğu bilinmedikçe ve vasiyet belgesi dışında da vasiyet eden kişinin bu kelimeden
maksadının ne olduğu anlaşılmadıkça, vasiyetnamenin bu cümlesi müphem ve
anlaşılmaz olduğu için uygulanamaz. Soruda değinilen ihtimallerin birine
uyarlanması ise, mirasçıların rıza ve muvafakatine bağlıdır.
Soru 762: Bir kadın, mirasının üçte biriyle kendisi için
sekiz yıl kaza namazı kılınmasını ve geri kalanının ise redd-i mezalim (yapmış
olduğu haksızlıkların bedeli), humus ve hayır işlerde kullanılmasını vasiyet
etmiştir. Bu vasiyetin kutsal savunma (savaş) dönemine rastladığını ve
cephelere yardım etmenin daha zarurî olduğu ve vasinin, onun bir tek kaza
namazının bile olmadığını kesin olarak bilmesine rağmen onun için ücretle iki
yıl kaza namazı kıldırdığı ve malının vasiyet ettiği üçte birinden bir
miktarını cepheye bağışlayıp, geri kalanı ise redd-i mezalim için harcadığı
dikkate alınırsa, acaba bundan dolayı vasinin bir sorumluluğu var mıdır?
Cevap: Meyyitin vasiyet ettiği şekilde vasiyete uymak
farzdır ve bazı konularda olsa bile vasinin vasiyeti ihmal etmesi caiz
değildir. Dolayısıyla vasi malın bir bölümünü bile vasiyetin konusu dışında
harcarsa, kendi malından meyyit adına tazmin etmekle yükümlüdür.
Soru 763: Bir kimse, ölümünden sonra vasiyetnamesinde
yazdıklarına uygun hareket etmeleri için iki kişiyi vasi tayin eder ve
vasiyetnamenin üçüncü maddesinde bütün menkul, gayrimenkul, nakit para ve
halktan alacakları dahil geriye bıraktığı bütün mal varlığının bir araya
toplanmasını, borçları ödendikten sonra bıraktığı malın tümünden üçte birinin
çıkarılarak vasiyetnamedeki 4, 5 ve 6. maddelere göre harcanmasını ve on yedi
yıl sonra üçte birden fazla kalanının mirasçılarından fakir olanlara
harcanmasını belirtir. Ancak vasiler, vasiyet eden kişinin ölümünden bu sürenin
bitimine kadar üçte biri ayırma işlemini
tamamlayamamışlardır; vasiyet mad-delerini uygulamaya da imkânları
yoktur. Bu durumda mirasçılar da belirtilen süre bittikten sonra vasiyetin batıl
olduğunu ve vasilerin vasiyet eden kişinin mallarına karışamayacaklarını iddia
etmekteler; bu konuda hüküm nedir? Vasilerin sorumlulukları nedir?
Cevap:
Vasiyet ve vasinin vasiliği, vasiyetin uygulanmasının gecikmesiyle batıl olmaz;
süresi uzasa bile vasilerin vasiyeti yerine getirmeleri farzdır. Eğer vasilerin
vasilikleri geçen belli bir zamanla sınırlı değilse, mirasçılar vasiyetin
uygulanmasında onlara engel olamazlar.
Soru 764: Meyyitin bıraktığı malın, mirasçıları arasında
bölüştürülüp her birinin adına tapu ve mülkiyet belgesi çıkarıldıktan altı yıl sonra mirasçılardan biri, mey-yitin
hayattayken, sözlü olarak kendisine evin bir bölümünün oğullarından birine
verilmesini vasiyet ettiğini iddia eder ve bazı kadınlar da buna tanıklık
ederler, acaba bu kadar zamandan sonra onun bu iddiası kabul edilir mi?
Cevap: Mirasın bölüştürülmesi konusunda zaman aşımı ve
kanunî işlemlerin tamamlanması, şer'î bir delille ispatlanan vasiyetin kabul
edilmesine engel teşkil etmez. Dolayısıyla eğer vasiyet iddiasında bulunan kişinin
davası şer'î bir yolla ispatlanırsa, herkesin ona uyması farzdır; aksi durumda,
onun vasiyet konusundaki iddiasını ikrar eden herkesin o vasiyetin içeriğine
bağlı olması ve mirastan payına düşen miktarda ona uygun davranması gerekir.
Soru 765: Birisi iki kişiye arazilerinden bir parçasını
satıp parasıyla kendisine niyabeten hacca gitmeleri için vasiyet eder; onlardan
birini kendisine vasi ve diğerini de vasiye denetleyici tayin eder. Daha sonra
üçüncü bir kişi çıkarak vasi ve denetleyiciden izin almadan meyyite niyabeten
hac yaptığını iddia eder. Şimdi vasi de ölmüştür ve sadece denetleyici yaşıyor;
acaba bu durumda denetleyicinin arsanın parasıyla meyyite niyabeten ikinci kez
hac farizasını yerine getirmesi farz mıdır? Yoksa satılan arazinin parasını
ücret olarak meyyite niyabeten hac yaptığını iddia eden kişiye mi vermelidir?
Yoksa bu konuda herhangi bir sorumluluğu yok mudur?
Cevap: Eğer meyyitin üzerine hac farz olmuşsa ve
vasiyetinde naibin kendisi adına hac yapmasıyla bunun üzerinden düşmesini
istemişse, bu durumda üçüncü kişinin meyyite niyabeten yapmış olduğu hac
yeterlidir; fakat naip (üçüncü kişi) bunun için hiç kimseden ücret isteyemez;
aksi durumda (eğer üçüncü kişi ona niyabe-ten hac yapmamışsa) denetleyici ve
vasi meyyitin arazisinin parasından onun için hac yaparak vasiyeti yerine
getirmelidirler ve eğer vasi vasiyeti yerine getirmeden ölmüşse, bu durumda
vasiyetin yerine getirilmesi için denetleyicinin şer'î hâkime müracaat etmesi
farzdır.
Soru 766:
Mirasçılar, meyyitin namaz ve oruçlarının kazasının yaptırılması amacıyla belli
bir meblağ vermesi için vasiyi [kendi belirledikleri miktarı vermeye] zorlayabilirler
mi? Bu konuda vasinin yapması gereken nedir?
Cevap: Meyyitin vasiyetlerini yerine getirmek vasinin
sorumluluklarındandır; dolayısıyla meyyitin vasiyetlerini uygun gördüğü şekilde
yerine getirmesi gerekir ve mirasçıların buna müdahale etmeye hakkı yoktur.
Soru 767: Vasiyet sahibi bir petrol deposunun bombalandığı
sırada şehit düşünce yanında bulunan vasiyetname de yanmış veya kaybolmuştur ve
kimse içeriğini bilmemektedir. Vasi ise sadece kendisinin mi yoksa başka
birinin de vasi olup olmadığını bilmiyor; bu durumda yapması gereken nedir?
Cevap: Vasiyetin varlığı ispatlandıktan sonra vasi
kendisinin azledildiğini kesin olarak bilmediği takdirde vasiyetin
değiştirildiğini kesin olarak bilmediği konularda vasiyeti yerine getirmesi
gerekir.
Soru 768: Vasiyet edenin, mirasçılarından başkasını
kendisine vasi seçmesi caiz midir ve acaba birinin buna itiraz etme hakkı var
mıdır?
Cevap: Vasiyet edenin, uygun gördüğü kişiler arasından
birini vasi seçmesi ve tayin etmesi kendi görüşüne bağlıdır ve mirasçılarından
olmayan birisini kendine vasi tayin etmesinin bir sakıncası yoktur; mirasçıları
da buna itiraz edemezler.
Soru 769: Meyyitin mirasçılarından bazılarının diğer
mirasçılara danışmadan veya vasinin muvafakatini almadan meyyitin malından
meyyit lehine ziyafet olarak infak etmeleri caiz midir?
Cevap: Eğer bununla vasiyeti yerine getirmek isti-yorlarsa,
bu, meyyitin vasisinin görevidir ve mirasçılar vasinin muvafakati olmadan kendi
başlarına bunu yapamazlar. Ancak meyyitin bıraktığı malın, mirasçıların payına
düşen bölümünden infak etmek isterlerse, bu da diğer mirasçıların iznine
bağlıdır; eğer onlar bu işe razı olmazlarsa bu iş, diğer mirasçıların paylarıyla
ilgili bölümde gasp hükmündedir.
Soru 770: Bir kimse vasiyetnamesinde "birinci,
ikinci ve üçüncü vasi" diye niteleyerek üç kişinin adını vasileri olarak
kaydetmiştir. Bu durumda acaba bu üç kişi birlikte mi onun vasisidirler, yoksa
sadece birinci kişi mi onun vasisidir?
Cevap: Bu konu, vasiyet eden kişinin niyet ve görüşüne
bağlıdır. Eğer karine ve belirtilerden bu üçünün birlikte mi, yoksa sırayla mı
(birincisi olmadığı takdirde ikincisinin ve yine ikincisi olmadığı takdirde
üçüncüsünün) vasi oldukları anlaşılmazsa, bu durumda vasiyeti yerine getirmede
birlikte hareket etme üzerine anlaşmaları gerekir.
Soru 771: Vasiyet eden eğer üç kişiyi birlikte kendine
vasi tayin eder, ancak bunlar vasiyeti yerine getirme yönteminde
anlaşamazlarsa, aralarındaki ihtilâf nasıl giderilmelidir?
Cevap: Birden fazla vasi olduğu durumlarda, vasiyeti
yerine getirmenin niteliği konusunda ihtilâfa düşerlerse, şer'î hâkime müracaat
etmeleri gerekir.
Soru 772: Babamın büyük oğlu olmam itibariyle babamın
kazaya kalan namaz ve oruçlarını kaza etmenin bana farz olduğu dikkate
alındığında, babamın kazaya kalan namaz ve oruçları birkaç yıl olmasına rağmen,
kendisi için sadece bir yıllık namaz ve orucun kaza edilmesini vasiyet
etmiştir; bu konuda benim yükümlülüğüm nedir?
Cevap: Meyyit, kaza edilmesini vasiyet ettiği namaz ve
oruçların ücretinin, bıraktığı malın üçte birinden ödenmesini vasiyet etmişse,
bu durumda onu bıraktığı malın üçte birinden alarak namaz ve oruçlarını ücret
karşılığı başkasına kaza yaptırabilirsiniz. Üzerindeki namaz ve oruçlar vasiyet
ettiği miktardan fazla olduğu takdirde ise, kendi malınızdan ücret karşılığı
birine yaptırmakla da olsa onların kazasını yerine getirmek size farzdır.
Soru 773: Bir kimse büyük oğluna belli bir arazisini
satarak parasıyla kendisine niyabeten hac yapmasını va-siyet etmiş ve büyük
oğlu da bunu kabul etmiştir. Fakat Hac ve Ziyaret Kurumu'ndan vaktinde hac
ziyareti ruhsatı alamadığından, son zamanlarda hac masraflarının yükselmesinden
ve arazinin parasının yeterli olmadığından dolayı şahsen vasiyeti yerine
getirmesi mümkün olmuyor. Bu nedenle babasına niyabeten hac yapması için birini
naip tutmak zorunda kalmıştır. Fakat arazinin parası hac niyabeti ücretine de
yetmemektedir. Acaba bu durumda diğer mirasçılara, babanın vasiyetini yerine getirmek
için onunla yardımlaşmaları farz mıdır, yoksa babasına niyabeten hac yapmakla yükümlü
olan büyük oğlun mu vazifesidir?
Cevap: Sorudaki durumda diğer mirasçılara, hac
masraflarını ödemek farz değildir. Fakat vasiyet eden kişinin üzerine hac farz
olmuşsa ve kendisine niyabeten hac yapılması için belirttiği arazi de mikattan
yapılsa bile niyabeten hac masrafları için yeterli değilse, bu durumda mikattan
yapılan hac masraflarını meyyitin bırakmış olduğu asıl maldan tamamlamak
farzdır.
Soru 774: Eğer meyyitin belli bir miktarda şer'î hakları
(humus, zekât vb.) ödediğine dair bir makbuz mevcut olursa veya birkaç kişi
onun şer'î hakları verdiğine tanıklık ederlerse, bu durumda mirasçıların, meyyitin
bıraktığı mallardan şer'î hakları ödemeleri farz mıdır?
Cevap: Meyyitin üzerindeki şer'î haklardan (humus,
zekât vs.) bir meblağı verdiğine dair bir makbuzun mevcut olması veya
şahitlerin tanıklık etmesi, onun üzerinden bu borçların kalktığına ve yine mallarına
şer'î hakların taalluk etmediğine dair şer'î bir delil teşkil et-mez.
Dolayısıyla eğer hayattayken veya vasiyetnamesinde şer'î haklar olarak bir
miktar borcu olduğunu veya bıraktığı mallarda şer'î haklar bulunduğunu itiraf ederse
veya mirasçıların kendileri buna kesin kanaat getirirlerse, bu durumda meyyitin
ikrar ettiği veya mirasçıların kesin kanaat getirdiği şeyi onun bıraktığı asıl
maldan vermeleri farzdır; aksi durumda (ikrar ve yakin yoksa) bu konuda onlara
hiçbir şey farz değildir.
Soru 775: Bir kimse mallarının üçte birinin kendisi
için harcanmasını vasiyet etmiş ve vasiyetnamesinin haşiyesinde bahçedeki
evinin, mal varlığının üçte birinde yaptığı vasiyetin masraflarını karşılamak
için ayrılmasını kaydetmiştir. Vasisinden de, kendi ölümünden yirmi sene sonra
onu satarak parasını kendisi için harcamasını istemiştir. Bu durumda acaba üçte
biri, meyyitin eviyle diğer mallarından ibaret olan bütün mal varlığından mı
hesaplamak gerekir; yani eğer ev mirasın üçte birinden az olursa, meyyitin
diğer mallarından hesaplanmalıdır; yoksa üçte bir sadece ev olup vasi mirasçılara
ait diğer mallardan bir şey alamaz mı?
Cevap: Bu kimse vasiyetle ve vasiyetnamesinin haşiyesinde
yazdığı ile kendisi için üçte bir olarak sadece evi belirtmek istemişse ve
bıraktığı mallardan borçları ödendikten sonra ev, mallarının tamamının üçte
birinden fazla olmazsa, bu durumda meyyite ait olan üçte bir sadece bu evdir.
Yine eğer mal varlığının üçte birini kendisi için vasiyet ettikten sonra, evin
bıraktığı malın üçte birinde yaptığı vasiyetinin masrafları için harcanmasını belirtmek istemişse ve mirastan borçları
ödendikten sonra, ev bıraktığı malın tamamının üçte biri kadar olursa, durum
aynıdır; aksi durumda bıraktığı malın üçte biri olacak kadar diğer mallardan
eve eklemek gerekir.
Soru 776: Mirasın bölüşülmesinden yirmi yıl ve meyyitin
kızının kendi payına düşeni satmasından dört yıl sonra anne kocasının bütün
mallarının kendisine ait olduğunu gösteren bir vasiyetnamenin mevcut olduğunu
ortaya koyar ve kocasının ölümünden beri bu vasiyetnamenin kendi yanında
bulunduğunu, fakat bunu hiç kimseye söylemediğini itiraf eder. Acaba bu durumda
mirasın bölüştürülmesi ve meyyitin kızının
mirastan ken-di payına düşeni satmasının batıl olduğuna hükmedilir mi? Eğer batıl olduğuna hükmedilirse, acaba kızla
annesi arasındaki ihtilâftan dolayı üçüncü kişinin kızdan satın aldığı mülkün
tapu senedini iptal etmek sahih midir?
Cevap: Bu vasiyetin sahih olması ve muteber bir delille
ispatlanması durumunda anne, kocasının ölümünden
mirasın bölüşülmesine kadar vasiyetten haberdar ol-masına ve kıza payı
verildiğinde ve kızın da payını sattığında vasiyet belgesi onun yanında
bulunmasına rağmen vasiyet konusunda sessiz kalmış ve kıza payının verilmesine
ve kızın o zaman payını satmasına itiraz et-memişse, -vasiyeti ilân etmede
herhangi bir mahzurun olmadığı farz edildiği takdirde- bütün bunlar annenin,
kızın mirastan aldığı ve sattığı şeye razı olduğunu gösterir; dolayısıyla
bundan sonra kıza verilen şeyi kızdan veya müşteriden isteyemez ve kızın
yaptığı satışın sıhhatine ve malın müşteriye ait olduğuna hükmedilir.
Soru 777: Bir şehit, babasına hitaben vasiyetnamesinde,
kendisine ait olan evini satmaksızın borçlarını ö-demesi mümkün olmazsa evini
satarak borçlarını ödemesini vasiyet eder. Yine ondan bir meblağın hayır işlerde
harcanmasını, arsasının parasının dayısına verilmesini, annesini de hacca
göndermesini ve kendisi tarafından birkaç yıl oruç ve namaz kaza edilmesini vasiyet
eder. Daha sonra kardeşi onun eşiyle evlenir, o evin bir kısmını şehit eşinin
satın aldığını bilerek onun evine yerleşir ve evin tamir ve onarımı için bir
miktar para öder ve yine şehidin oğlundan bir Cumhuriyet altını alarak evin
tamirinde harcar. Bu durumda şehit kardeşinin, şehidin evinde ve şehit oğlunun
mallarında tasarrufta bulunmasının hükmü nedir? Şehit çocuğunu büyüttüğü ve
nafakasını üstlendiği göz önünde bulundurulursa, onun şehit çocuğuna ihtisas
edilen aylık maaştan yararlanmasının hükmü nedir?
Cevap: Bu aziz şehidin mallarının tümü hesaplanıp malî
borçları ödendikten sonra geri kalan malının üçte birini namaz ve orucunu kaza
etmek, annesine hac ziyareti masrafını vermek gibi vasiyetlerini yerine getirmede
harcamak farzdır. Daha sonra mirasının üçte ikisi ve üçte birinden arta kalanı
şehidin mirasçıları olan babası, annesi, oğlu ve karısı arasında Kitap ve
Sünnet'e uygun olarak bölüştürülür. Evde ve şehide ait olan eşyalarda yapılan
bütün tasarruflar, mirasçıların ve küçük çocuğunun şer'î velisinin izniyle
yapılmalıdır ve şehit kardeşi, şehidin küçük çocuğunun şer'î velisinin izni
olmaksızın yaptığı ev onarımı masraflarını küçük çocuğun malından alamaz. Aynı
şekilde küçük çocuğun altınını ve aylık maaşlarını şer'î velilerinin izni
olmaksızın evin onarımında, kendi geçimi için ve hatta küçük çocuğun
nafakasında harcayamaz; aksi takdirde o malları karşılamakla yükümlü olur ve
onları çocuğa iade etmesi gerekir. Nitekim evin satın alımı da mirasçıların ve
şehidin küçük çocuğunun şer'î velisinin izniyle olmalıdır.
Soru 778: Bir kimse vasiyetinde, tüm mal varlığının üç
hektar meyve bahçesinden ibaret olduğunu ve ölümünden sonra iki hektarını evlâtlarından
bir grubuna ve bir hektarının ise vasiyet ettiği yerlerde kendisi için harcanmasına
dair karşılıklı sulh edildiğini kaydeder. Fakat bu adam öldükten sonra bahçenin
tamamının yüz ölçümünün iki hektardan daha az olduğu ortaya çıkar. Buna göre: 1)
Acaba onun vasiyet belgesinde kaydettikleri, belirttiği şekilde malları
konusunda sulh mu sayılır, yoksa vefatından sonra malları hakkında vasiyet mi sayılır?
2) Bahçenin yüz ölçümünün iki hektardan az olduğu anlaşıldıktan sonra, acaba
onun tamamı evlâtlarının olup kendisine ayırdığı bir hektarın mevzuu kalkar mı,
yoksa başka bir şekilde mi davranılması gerekir?
Cevap:
Sulh eden kişi hayattayken, lehine sulh yapılan kişinin onu kabul etmesiyle
sulhun şer'an sahih bir şekilde gerçekleştiği kesin olarak anlaşılmadıkça, onun
kaydettiklerinin vasiyet olduğuna hükmedilir. Do-layısıyla meyve bahçesi hakkındaki vasiyeti evlâtları ve kendisi için
bıraktığı malın üçte biri oranında geçerlidir; üçte birden fazlasında ise,
mirasçıların iznine bağlıdır; eğer izin vermezlerse, üçte birden fazlası onların
mirası olur.
Soru 779: Bir kimse ölümünden sonra, kızlarının her
birine mirastan paylarına düşen mal yerine belli bir miktar nakit para vermesi
kaydıyla bütün mallarını oğlunun adına geçirir. Ancak babası öldüğü sırada
kızlardan biri hazır olmadığı için o zaman hakkını alamaz ve bir süre sonra
şehre döndüğünde erkek kardeşinden hakkını talep eder. Fakat kardeşi o zaman
ona bir şey vermez; ama aradan birkaç yıl geçtikten ve vasiyet edilen paranın
alım gücü oldukça düştükten sonra şimdi mezkur meblağı ona verebileceğini bildirir;
fakat kız kardeşi mezkur meblağın o zamanki alım gücünü talep eder, kardeşi ise
talep edilen parayı ödemeyerek onu faiz istemekle suçlar; bu konuda hüküm
nedir?
Cevap: Mirasın erkek çocuğa teslim edilişi ve
kızlara belli bir meblağın ödenmesi doğrultusunda yapılan vasiyet şer'an sahih
bir şekilde gerçekleşmişse, bu durumda kızlardan her biri sadece vasiyet edilen
meblağa hak kazanır; fakat vasiyet edilen meblağın ödendiği sıradaki satın alım
gücü babalarının öldüğü zamana oranla düşmüşse, ihtiyat gereği fark miktarında
tarafların sulh etmesi (uzlaşması) gerekir ve bu da faiz hükmünde değildir.
Soru 780: Annemle babam hayattayken, çocuklarının hepsinin
huzurunda bir tarlayı, ölümlerinden sonra ken-dilerinin kefen, defin, namaz ve
oruç gibi masraflarında harcamam için miraslarının üçte biri olarak ayırarak ailenin
tek oğlu olan bana vasiyet ettiler. Ebeveynimin ölümünden sonra nakit paraları
olmadığı için mezkur masrafların tümünü kendi malımdan karşıladım; acaba şimdi
yaptığım bütün bu masrafları bıraktıkları malın mezkur üçte birinden alabilir
miyim?
Cevap: Eğer meyyite harcadığınız miktarı, vasiyet
adına ve mirasın üçte birinden almak kastıyla ödemişseniz, onları meyyitin
mallarının üçte birinden almanız caizdir; aksi durumda caiz değildir.
Soru 781: Bir kimse, ölümünden sonra evlenmediği
takdirde içinde oturduğu evin üçte birinin karısına verilmesini vasiyet eder.
Ölümünden sonra karısının id-deti bittikten sonra evlenmediği ve gelecekte de
evleneceğine dair hiçbir belirti olmadığı dikkate alındığında, bu adamın
vasiyetini uygulama konusunda vasinin ve diğer mirasçıların yükümlülüğü nedir?
Cevap: Şimdilik vasiyet edilen mülkü adamın dul
karısına vermeleri farzdır, fakat evin verilişi onun evlenmemesi koşuluna
bağlıdır; dolayısıyla eğer daha sonra evlenirse, bu durumda mirasçılar feshetme
ve mülkü geri alma hakkına sahiptirler.
Soru 782: Babamın babasından miras olarak aldığı,
amcamız ve ninemizle ortak olduğumuz ve onların da dedemizden miras aldıkları
malı bölüştürmek istediğimizde, onlar dedemizin, ninemize ve amcamıza bıraktığı
maldan alacakları paya ilâveten her birine belli bir meblağ nakit paranın
verilmesini de vasiyet ettiğine dair otuz yıl önceki vasiyeti gösterdiler;
fakat amcam ve ninem bu meblağı şimdiki değerine dönüştürerek vasiyet edilen
miktarın kaç misli fazlasını ortak maldan kendilerine ayırdılar; acaba onların
bu işi şer'an caiz midir?
Cevap: İhtiyat gereği malın satın alım gücünün farkıyla
ilgili olarak aranızda uzlaşmalısınız ve eğer bu ko-nuda bir kanun varsa, ona
uyulmalıdır.
Soru 783: Aziz şehitlerden biri, kendi evi için satın
almış olduğu bir halıyı İmam Hüseyin'in (a.s) Kerbelâ'-daki türbesine hediye
edilmesini vasiyet etmiştir. Şimdi bu vasiyeti yerine getirme imkânına sahip
oluncaya kadar halıyı evde saklarsak, zayi olmasından endişeleniyoruz; acaba bu
durumda bir zarar gelmemesi için onu mahallenin camisinde veya hüseyniyesinde
kullanmamız caiz midir?
Cevap: Vasiyeti yerine getirme imkânı buluncaya kadar
halıyı muhafaza edebilmek, onu geçici olarak ca-mide veya hüseyniyede
kullanmaya bağlıysa, bunun sakıncası yoktur.
Soru 784: Bir kimse bazı emlâkinin gelirlerinden bir
miktarının cami, hüseyniye, dinî merasimler ve hayır işlere harcanmasını
vasiyet etmiştir; fakat mezkur mülk ve onun diğer emlâki gasp edilmiştir ve
onları gasp eden kişinin elinden geri alabilmek için bir miktar para harcamaya
gerek vardır; acaba bu masrafı vasiyet edilen mallardan almak caiz midir? Ve
acaba sırf mülkü gasp edilmiş olmaktan kurtarma imkânına sahip olmak, vasiyetin
sıhhati için yeterli midir?
Cevap:
Emlâki gaspeden kişinin elinden kurtarmak için yapılan masraf miktarında
vasiyet edilen malın gelirlerinden almanın sakıncası yoktur. Mülk konusundaki
vasiyetin sıhhatinde, para harcamakla da olsa, ga-sıbın elinden kurtarmaya
çalışmaya müteakip vasiyet konusunda harcanabilme kabiliyetine sahip olması yeterlidir.
Soru 785: Birisi bütün menkul ve gayrimenkul mallarını
oğluna vasiyet ederek altı kızını mirastan mahrum etmiştir, acaba bu vasiyet
geçerli midir? Eğer geçerli değilse, bu mallar altı kızla, bir oğul arasında
nasıl bölüştürülmelidir?
Cevap: Böyle bir vasiyetin genel olarak bir sakıncası
yoktur; fakat bu vasiyet sadece bıraktığı malın tümünün üçte birinde geçerlidir
ve üçte birinden fazlasında ise, mirasçıların hepsinin iznine bağlıdır. Dolayısıyla
eğer kızlar izin vermezlerse, her biri bırakılan malın üçte ikisinden kendi
payına düşeni miras olarak alır. Buna göre babanın mirası yirmi dörde bölünür.
Oğul bundan vasiyet edilen malın üçte biri olarak 8/24 ve geriye kalan üçte
ikiden de payına düşen 4/24'ü alır. Kızların her birinin payı ise, 2/24 olur.
Başka bir tabirle: Mirasın tümünün yarısı oğlun olur, diğer yarısı ise altı kız
arasında bölüştürülür.
Soru 786: Bir kimse, küçük çocuğu adına bir arsa satın
alır ve "Satıcı falan kişi ve alıcı filan oğlum" şeklinde, gayri resmî
ve âdî bir belge düzenler. Çocuk bulûğ çağına erişince bu arsayı başka birine
satar. Fakat babanın mirasçıları o arsanın kendilerine babalarından miras
kaldığını iddia ederek arsaya el koyarlar. Oysa söz konusu âdî belgede babanın
ismi yoktur (babalarına ait olduğu kaydedilmemiştir); acaba bu durumda mirasçıların
ikinci müşteriye engel olma hakları var mıdır?
Cevap: Sözleşmede sırf müşteri olarak küçük oğlun
isminin kaydedilmiş olması, onun malikliğinin ölçüsü olamaz. Dolayısıyla eğer
babanın kendi parasıyla satın aldığı arsayı oğluna hibe ettiği veya onunla sulh
ettiği ispatlanırsa, arsa onun olur. Bu durumda eğer çocuk bulûğ çağına
eriştikten sonra arsayı şer'an sahih bir şekilde başka bir müşteriye satarsa,
hiç kimsenin ona engel olmaya ve arsayı onun elinden çıkarmaya hakkı yoktur.
Soru 787: Birkaç el değiştiren bir arsayı satın alarak
üzerinde bir ev yaptım. Şimdi ise biri bu arsanın kendi mülkü ve İslâm inkılâbından
önce resmî tapuyla kendi adına kaydedilmiş olduğunu iddia ediyor. Bu nedenle de
benimle birlikte bazı komşular aleyhine dava açmış bulunuyor. Bu iddia göz
önünde bulundurulduğunda, acaba bu arsada yapılan tasarruflar gasp sayılır mı?
Cevap: Arsayı elinde bulunduran önceki kişiden satın
almanın zahirde şer'an sıhhatine hükmedilir; bu durumda arsa müşteriye aittir.
Daha önce bu arsanın sahibi olduğunu iddia eden kişi, şer'î mülkiyetini
mahkemede ispatlamadıkça, arsayı şimdi elinde bulunduran ve tasarruf eden
kişiye engel olma hakkı yoktur.
Soru 788: Âdî bir belgede babanın adına kaydedilmiş
olan bir arsanın tapusu bir süre sonra onun küçük oğlu adına çıkarılmıştır.
Ancak bu arsa hâlâ babanın tasarrufundadır. Şimdi bulûğ çağına eren çocuk, tapusu
kendi adına olan arsanın kendisine ait olduğunu iddia ediyor; fakat babası gayrimenkulu
kendi malıyla kendisi için satın aldığını ve sadece daha az vergi ödemek için gayrimenkulu onun adına geçirdiğini ileri sürüyor; bu
durumda eğer oğlu babasının rızası olmadan bu gayrimenkulu alarak onda tasarruf
ederse, gasp etmiş sayılır mı?
Cevap: Eğer babası onu kendi malıyla satın almışsa ve
oğlu bulûğ çağına erinceye kadar da gayrimenkulda kendisi tasarruf ediyormuşsa,
bu durumda oğlu babasının bu yeri kendisine hibe ettiğini ve onun mülkiyetine
geçirdiğini ispatlamadıkça, sırf tapunun kendi adına olduğuna dayanarak arsanın
mülkiyetinde, tasarrufunda ve kontrol altında tutulmasında babasına engel
olamaz.
Soru 789: Bir kimse elli yıl önce bir arazi satın almış
ve bu arazinin sınırı olarak tapuda yüksek bir dağın adının kaydedilmiş
olmasına dayanarak satılan yerle o dağın arasında kalan umumî araziden
milyonlarca metre kare yerin ve bölgede yapılan onlarca eski evin mülkiyetinin
kendisine ait olduğunu ileri sürmektedir. Yine bu arazi ve evlerin gasp edilmiş
olduğu iddiasıyla burada kılınan namazların batıl olduğunu söylemektedir. Oysa
bu adamın daha önce bu arazide ve oradaki eskiden beri oturulan evlerde hiçbir
şekilde tasarrufu yoktu ve ortada arazinin durumunu yüzlerce seneden beri belirtecek
bir delil de yoktur; anlatılanlar dikkate alındığında meselenin hükmü nedir?
Cevap: Satılan araziyle sınır olarak adı geçen dağ
arasında yer alan bu arazi, daha önce belli bir kişinin mülkü olmayan bayır
araziden ise veya daha önce başkalarının elinde olup onlar tarafından tasarruf
ediliyorken şimdi tasarruf eden kişilere intikal etmişse, bu arazinin yetkisi
elinde olup oranın maliki şeklinde tasarrufta bulunan herkesin elinde her ne
kadar arazi veya ev varsa -mülkiyet iddiasında bulunan kişinin davası yetkili
yargı mercii yanında şer'î bir yolla ispatlanıncaya kadar- şer'an oranın maliki
sayılır ve orada yaptığı tasarruflar mubah ve helâldir.
Soru 790: Hâkimin zapt edilmesine hükmettiği arsanın
üzerinde önceki sahibinin rızasını almadan cami inşa etmek caiz midir? Yine bu
gibi camilerde namaz kıl-mak ve diğer dinî programları yapmak caiz midir?
Cevap: Eğer arsa şer'î hâkimin hükmüyle veya İslâm
devletinde geçerli olan kanuna istinaden önceki sahibinden alınmışsa veya iddia
eden kişinin geçmişteki şer'î mülkiyeti ispatlanmamışsa, orada yapılan tasarruflar,
mülkiyet iddiasında bulunan kişinin veya önceki sahibinin iznine bağlı
değildir; dolayısıyla orada cami inşa etmek, namaz kılmak ve diğer dinî
programlar yapmanın sakıncası yoktur.
Soru 791: Birisi, nesilden nesle mirasçıların elinde
bulunan bir araziyi gasp edip kendi mülkiyetine geçirir. İslâm inkılâbının
zafere ulaşması ve şer'î devlet kurulmasından sonra bu araziyi gasp eden
kişiden geri almaya teşebbüs edilir. Acaba bu durumda bu arazinin mülkiyeti
şer'an bu mirasçılara mı aittir, yoksa bu araziyi devletten satın alma
hususunda onların sadece önceliği mi vardır?
Cevap: Sırf daha önce miras yoluyla tasarrufta bulunmak,
o araziye malik olmada ve onu satın almada öncelik hakkı doğurmaz. Ancak aksi ispatlanmadıkça,
geçmişteki bu durum mülkiyet için şer'î bir emaredir. Dolayısıyla eğer
gayrimenkulun mirasçıların malı olmadığı veya başkasının mülkü olduğu
ispatlanırsa, mirasçılar onu veya karşılığını isteyemezler; aksi durumda zilyed
olma (malı elinde bulundurma) kuralı gereğince gayrimenkulun kendisini veya
karşılığını isteyebilirler.
Soru 792: Bir kızı ve bir de velâyetinde bulûğ çağına ermiş sefih bir oğlu olan
bir babanın ölümünden sonra kız kardeşinin, sefih kardeşine velâyeten onun mallarında
tasarruf etmesi caiz midir?
Cevap: Kız ve erkek kardeşin, sefih olan erkek kardeş
üzerinde velâyeti yoktur; eğer babasının babası yok-sa ve babası da ona veli
olması için hiç kimseyi vasiyet etmemişse, bu durumda onun velisi şer'î hâkimdir.
Soru 793: Kızların ve erkeklerin bulûğ yaşı konusunda ölçü şemsî yılı (365
günlük yıl) mıdır, yoksa kamerî yılı (355 günlük yıl) mıdır?
Cevap: Ölçü kamerî yıldır.
Soru 794: Çocuğun bulûğ çağına erip ermediğini anlayabilmek için kamerî yılına göre
doğum tarihinin yıl, ay ve günü nasıl teşhis edilebilir?
Cevap: Doğum tarihi şemsî yıla göre biliniyorsa,
kamerî yılıyla şemsî yılı arasındaki fark hesaplanarak çıkarılır.
Soru 795: On beş yaşına ulaşmadan önce ihtilâm olan erkek
çocuğun bulûğa erdiğine hükmedilebilir mi?
Cevap: İhtilâm olmasıyla bulûğa erdiğine hükmedilir.
Çünkü ihtilâm olmak şer'an bulûğ belirtilerinden biridir.
Soru 796: Diğer iki bulûğ belirtisinin teklif yaşından
daha önce ortaya çıktığına dair yüzde on ihtimal verilirse, hüküm nedir?
Cevap: Sırf iki bulûğ belirtisinin daha önce ortaya
çıkması ihtimaliyle insanın bulûğa erdiğine hükmedil-mez.
Soru 797: Cinsel ilişki bulûğ belirtilerinden sayılıp
şer'î tekliflerin farz olmasına sebep olur mu? Ve eğer insan bunun hükmünü bilmez
ve birkaç yıl sonra öğrenirse, acaba ona cenabet guslü farz olur mu? Ve acaba
gusletmeden yerine getirdiği taharetin şart olduğu namaz ve oruç gibi ameller
batıl olup onların kaza edilmesi farz mıdır?
Cevap: Meni çıkmaksızın gerçekleşen cinsel ilişki, bulûğ
belirtilerinden değildir, ancak bu amel cenabete sebep olur ve bulûğ çağına
erdikten sonra ondan dolayı gusül etmek farzdır. Bulûğ belirtilerinden birini
görmeyen kimsenin şer'an baliğ olduğuna hükmedilmez ve böyle birisi şer'î
hükümlerle mükellef olmaz. Dolayısıyla küçük yaşında cinsel ilişki sebebiyle
cünüp olan bir kişi baliğ olduktan sonra cenabet guslü almaksızın namaz kılar
ve oruç tutarsa, namazlarını iade etmesi gerekir; ancak cenabetli olduğunu
bilmediğinden böyle yap-mışsa oruçlarını iade etmesi gerekmez.
Soru 798: Kız ve erkek öğrencilerden bazıları doğum
tarihlerine göre bulûğ çağına ermiş olup zekâlarında gözlenen geri kalmışlık ve
zaaf nedeniyle zekâ ve akıllarını denemek için onların üzerinde tıbbî araştırmalar
yapıldıktan sonra aklî açıdan bazılarının bir ve bazılarının ise birkaç yıl
geri kaldıkları kurumumuz tarafından tespit edilmiştir. Fakat bunlardan
bazıları toplumsal ve dinî konuları idrak edebilecek bir seviyede oldukları için
deli sayılamaz; acaba bu kurumun teşhisi, doktorların teşhisi gibi bu
öğrenciler için delil ve ölçü sayılır mı?
Cevap: İnsanın şer'î tekliflerle yükümlü olmasının
ölçüsü, şer'an bulûğ çağına ermesi ve örfe göre akıllı sayılmasıdır; bu konuda
idrak ve zekâ seviyesinin itibar ve etkisi yoktur.
Soru 799: Bazı hükümlerde mümeyyiz çocuk hakkında
"iyiyle kötüyü ayırt edebilen çocuk" tabiri kullanılmıştır; iyi ve
kötüden maksat nedir? Bir de iyiyle kötüyü ayırt edebilmenin yaşı kaçtır?
Cevap: İyi ve kötüden maksat, örfen iyi veya kötü
sayılan şeylerdir; ancak bu konuda çocuğun yaşadığı hayat şartları, yöresel
gelenek ve görenekler de dikkate alınmalıdır. İyiyle kötüyü ayırt etme yaşına
gelince; bu, kişilerin kabiliyet, idrak ve zekâ seviyesine göre değişir.
Soru 800: Kız çocuklarının dokuz yaşını tamamlamadan
önce hayız özellikleri taşıyan kan görmeleri onların bulûğ çağına erdiğini
gösterir mi?
Cevap: Bu, kızın bulûğ çağına erdiğini gösteren şer'î
bir belirti değildir ve bu kan hayız özellikleri taşısa bile hayız hükmünde
değildir.
Soru 801: Herhangi bir nedenle yargı yetkilileri tarafından
kendi malları üzerinde tasarruftan men edilen bir kimse ölmeden önce
mallarından bir miktarını hizmetlerine karşılık teşekkür etmek amacıyla
kardeşinin oğluna verir ve kardeşinin oğlu da bu malları amcasının ölümünden
sonra onun cenaze masrafları ve özel birtakım ihtiyaçlarında harcarsa, acaba bu
durumda yargı makamının, onun kardeşinin oğlundan harcadığı meblağı istemesi
caiz midir?
Cevap: Eğer kardeşinin oğluna vermiş olduğu mallar
hacr (elinden alınan mallar) kapsamındaki şeylerdense veya başkasının malı ise,
şer'an onları kardeşinin oğluna vermeye hakkı yoktur ve kardeşinin oğlu da onlarda
tasarruf edemez, yargı makamı bu malları talep edebilir; aksi durumda (mallar
hacr kapsamında değilse ve başkasının malı da değilse) kimsenin bu malları verilen
kişiden geri almaya hakkı yoktur.
Soru 802: Altın ve gümüş dışındaki şeylerle mudare-be
yapmak caiz midir?
Cevap: Günümüzde tedavülde olan kâğıt paralarla
mudarebe yapmanın sakıncası yoktur; fakat eşya ile mudarebe yapmak sahih
değildir.
Soru 803: Üretim, hizmet, dağıtım ve ticaret alanlarında
mudarebe akdinden yararlanmak sahih midir? Ve acaba günümüzde ticarî alanlar
dışında mudarebe adı altında yaygın olarak yapılan akitler şer'an sahih midir?
Cevap: Mudarebe akdi, sermayenin sadece alım satım
yoluyla ticaret yapmakta kullanılmasıyla ilgili olup, sermayenin üretim,
dağıtım, hizmet vb. alanlarda muda-rebe adına kullanılması sahih değildir.
Ancak bu gibi faaliyetleri cüâle (mükâfat vaat etmek), sulh gibi diğer şer'î
akitlerin biriyle yapmanın sakıncası yoktur.
Soru 804: Arkadaşlarımdan birinden, bir süre sonra
fazlasıyla geri ödemek koşuluyla mudarebe adı altında bir miktar para aldım. Bu
paranın bir bölümünü, paraya ihtiyacı olan başka bir arkadaşıma verdim ve o da
para sahibine ödeyeceğim kârın üçte birini üstlendi; acaba bu iş sahih midir?
Cevap: Bir süre sonra aynı parayı fazlasıyla birlikte
geri ödemek şartıyla bir kimseden para almak, mudare-be akdinin kapsamına
girmez; bu iş haram olan faizli borçtur. Mudarebe olarak alınan para da borç değildir
ve çalıştıranın mülküne geçmez; tersine sahibinin mülkiyetinde kalır,
çalıştıran kişi ise sadece anlaşmalarına göre kârda ortak olmak kaydıyla
parayla ticaret yapabilir. Parayı çalıştırmak için alan kişi, sahibinin izni olmaksızın
onun bir bölümünü borç olarak veya mudare-be unvanıyla başkasına veremez.
Soru 805: Her ay yaklaşık yüzde dört veya beş kâr
almak şartıyla mudarebe adı altında borç veren kişilerden, mudarebe adı altında
para almanın hükmü nedir?
Cevap:
Bu şekilde borç almak hiçbir şekilde muda-rebe değildir; bu iş haram olan
faizli borç almadır ve formalite icabı sözleşmenin isminin değiştirilmesiyle
faiz helâl olmaz. Ancak bununla birlikte borç almanın kendisi sahihtir ve borç
alan kişi borç aldığı malın maliki olur.
Soru 806: Bir kimse, her ay kâr olarak kendisine belli
bir miktar para ödemesi ve zararını da kendisi karşılaması şartıyla başka
birisine ticaret yapması için bir miktar para verirse; acaba bu muamele sahih
midir?
Cevap: İki kişi aralarında sermaye koyanın malı üzerinde
şer'an sahih olan bir şekilde mudarebe anlaşması yapar ve parayı çalıştıran
kişinin sermaye sahibine, hissesine düşen kârdan alelhesap olarak her ay bir miktar
para vermesi ve zarar ettiği takdirde çalıştıran kişinin zararı karşılaması
şartını koşarlarsa, bu muamelenin sakıncası yoktur; aksi durumda bu muamelenin
şer'î bir geçerliliği yoktur.
Soru 807: Birine, elde edilen kârı aramızda eşit olarak
bölüştürmek şartıyla birkaç tane nakliye aracını ithal edip satması için bir
miktar para verdim. Bir süre sonra bana bir miktar para vererek, "Bu,
kârdan senin hissene düşendir." dedi; acaba benim bu parayı almam caiz
midir?
Cevap: Eğer sermayeyi mudarebe sözleşmesi çerçevesinde
ona vermişseniz, o da o sermaye ile nakliye araçları satın alıp sattıktan sonra
kârdan sizin payınıza düşeni vermişse, bu para size helâldir.
Soru 808: Bir kimse, ticaret yapması için başka bir
kişiye bir miktar para verir ve ileride hesaplaşmak üzere her ay kendisinden alelhesap
bir miktar para alır ve yıl sonunda kâr ve zararı hesaplarlar; eğer para sahibiyle
bu adam kendi rızalarıyla kâr ve zararı birbirlerine bağışlarlarsa, acaba
onların bu ameli sahih midir?
Cevap: Eğer parayı mudarebe olarak sahih bir şekilde
çalıştırana vermişse, para sahibinin parayı çalıştıran kişiden her ay paranın
kârından alelhesap bir miktar almasının ve yıl sonunda her birinin ötekinden
hak ettiği şey üzerinde sulh etmesinin (uzlaşmasının) sakıncası yoktur. Fakat
sermaye sahibi parayı borç olarak verir ve borçlunun her ay kendisine kâr
olarak bir miktar para vermesini şart koşar da daha sonra yıl sonunda her birinin
diğerinden hak ettiği şey üzerinde sulh ederlerse, bu iş haram olan faizli
borçtur. Bu durumda her ne kadar borcun kendisi sahihse de akit zımnında ileri
sürülen şart batıldır ve sırf kâr ve zararı birbirlerine bağışlamaya razı
olmalarıyla bu iş helâl olmaz. Dolayısıyla, borç veren zarar konusunda
sorumluluğu olmadığı gibi, kârdan da bir şey alamaz.
Soru 809: Bir kimse, kârın üçte ikisinin kendisine,
üçte birinin ise para sahibine ait olması şartıyla birisinden mudarebe olarak
bir miktar para alır, ama bu parayla satın aldığı malı kendi şehrine gönderirken
mal yolda çalınır; bu durumda zararı kimin ödemesi gerekiyor?
Cevap: Sermayenin veya ticaret malının tamamının veya
bir bölümünün telef olmasına, parayı çalıştıran kişinin veya başkasının ifrat
veya tefriti (ihmali) neden olmamışsa, zarar para sahibine aittir ve kârla
telâfi edilir; ancak (anlaşma metninde) parayı çalıştıran kişinin para
sahibinin zararını karşılamasının şart koşulması durumu müstesna.
Soru 810: Faiz
nitelendirilmeyecek şekilde, kârını ken-di rızalarıyla aralarında bölüşmek
şartıyla ticaret yapmak ve kazanç sağlamak için birinden mal almak veya birine mal
vermek caiz midir?
Cevap: Eğer ticaret amacıyla alınan veya verilen mal borç
çerçevesinde alınıp verilmişse, bu malın kârının hepsi borçluya aittir; nitekim
zarar ve ziyanı da ona aittir. Mal sahibi ise borçludan sadece o malın bedelini
isteyebilir ve borçludan kâr olarak bir şey istemesi caiz değildir. Ama
mudarebe olarak alınıp, mudarebe hükümlerinin geçerli olması için şer'an
mudarebenin sahih olması için gerekli şartları gözetilerek aralarında sahih bir
şekilde mudarebe akdinin gerçekleşmiş olması gerekir. Mudarebenin sahih olma
şartlarından birisi de taraflardan her birinin payına düşen kâr miktarının
yüzdelik olarak tayin edilmesidir; aksi durumda malın ve ticaret kârının hepsi
mal sahibinindir; onu çalıştıran kişi ise sadece işinin emsalinin ücretini
alabilir.
Soru 811: Bankalar yaptıkları muamelelerde zararı
hiçbir şekilde kabul etmedikleri için banka muameleleri gerçekten mudarebe
sayılmayacağından, acaba para sahiplerinin bankaya yatırdıkları paralarının
kârı olarak her ay bankadan aldıkları miktar helâl sayılır mı?
Cevap: Bankanın zararı üstlenmeyi kabul etmemesi, mudarebenin
batıl olmasını gerektirmez ve bu iş muda-rebe akdinin formalite icabı yapılmış
bir muamele olduğunu göstermez; çünkü şer'an para sahibi veya vekilinin (burada
banka), mudarebe akdinde parayı çalıştıran kişiye, zarar ve ziyanı üstlenmesini
şart koşmasının sakıncası yoktur. Dolayısıyla, formalite gereği yapıldığı ve
herhangi bir nedenle batıl olduğu anlaşılmadıkça, para sahipleri tarafından
vekil olan bankanın yaptığı işlemin mudarebe olduğunu iddia etmesi durumunda onun
sahih olduğuna hükmedilir; bankanın kâr olarak para sahiplerine verdiği paralar
da onlara helâldir.
Soru 812: Alış verişte kullanması için bir kuyumcuya
belli bir miktar para verdim. Kuyumcu genelde zarar görmeyip devamlı kâr ettiği
için acaba ondan kâr olarak her ay belli bir meblağ istemem caiz midir? Eğer bu
iş sakıncalıysa, onun yerine kuyumcudan bir miktar mücevher almam caiz olur mu?
Ve acaba bu meblağı aramızda aracı olan başka birinin eliyle bana verirse, sakınca
giderilir mi? Yine bu paranın karşılığında hediye olarak bana bir meblağ
verirse, sakıncası var mıdır?
Cevap: Mudarebede sermaye sahibi ve onu çalıştıran kişiden
her birinin kâr hissesinin üçte bir, dörtte bir ve yarı gibi kesirlerin biriyle
belirtilmesi şarttır. Dolayısıyla mudarebe sözleşmesinde, para sahibi için sermayenin
kârı olarak aylık belli bir meblağ tayin edilirse, mudarebe sahih değildir. Bu
konuda belirtilen aylık kârın nakit para veya eşya ve mücevher olması arasında
ve yine para sahibinin o kârı şahsen kendisinin almasıyla başka birisinin
vasıtasıyla alması arasında ve yine o kârı payına düşen kâr olarak veya
parasıyla ticaret etmesi karşılığında parasını çalıştıran kişiden hediye olarak
alması arasında hiçbir fark yoktur. Ancak, kâr edildiği belli olduktan sonra
mudarebe sözleşmesinin süresi sona erdiğinde hesaplaşmak üzere sermaye
sahibinin kârdan her ay alelhesap belli bir meblağ almayı şart koşmasının
sakıncası yoktur.
Soru 813: Bir kimsenin elde edilen kârı, paraları oranında
para sahipleri ile kendi arasında bölüşmek şartıyla ticaret yapmak için birkaç kişiden
mudarebe sözleşmesi çerçevesinde para almasının hükmü nedir?
Cevap: Ticaret yapmak için paraları birbirine karıştırmayı
sahiplerinin izniyle yaparlarsa bunun sakıncası yoktur.
Soru 814: Akd-ı lâzımda (uyulması gerekli bir akitte), parayı çalıştıran kişinin, her
ay para sahibinin kârdan hissesine düşen para karşılığında ona belli bir meblağ
ödemesi ve fazlalık ve noksanlık konusunda sulh etmelerinin şart koşulması
sahih midir? Ayrı bir ifadeyle, acaba akd-ı lâzımda mudarebe hükümlerine ters düşen
bir şartın koşulması sahih midir?
Cevap: Kâr ortaya çıktıktan sonra, para sahibinin
yüzdelik olarak belirlenen kâr payı ile, aylık olarak ken-dine ödenecek meblağ
arasında sulh etmesi şart koşulmuşsa, bunun sakıncası yoktur; fakat para sahibinin
kâr hissesinin, kendisine aylık olarak ödenecek meblağ olarak belirlenmesi şart
koşulmuşsa, bu mudarebeye ters düştüğü için batıldır.
Soru 815: Bir tüccar, yapacağı ticaretin kârından
belli bir yüzdeliği sermaye sahibine vermek üzere mudarebe olarak bir miktar
para alır ve ticaret yapmak için kendi sermayesine karıştırır. İşin başında bu
paranın getireceği aylık kârı teşhis etmenin zor olduğunu ikisi de bildikleri
için sulh etmeye karar verirler; acaba bu durumda mudarebe akdi şer'an sahih
midir?
Cevap: Mudarebenin sıhhati için öteki şartlara uyulmuşsa,
para sahibinin aylık kâr oranını teşhis etmesinin imkânsız oluşu, mudarebe
akdinin sıhhatine halel getirmez. Dolayısıyla mudarebe sözleşmesini şer'î şartlarına
uygun olarak yaptıktan sonra kâr tahakkuk ettiğinde para sahibinin hissesine
düşen kârı belli bir miktar paraya sulh etmesi konusunda anlaşmalarının sakıncası
yoktur.
Soru 816: Bir kimse, üçüncü bir kişinin kefil olması
şartıyla mudarebe olarak birine bir miktar para verir ve parayı çalıştıran adam
parayla birlikte kaçarsa, para sahibi mudarebe parasını almak için kefile
müracaat edebilir mi?
Cevap: Anlatıldığı şekilde mudarebeye yatırılan
sermayeye kefil olmayı şart koşmanın sakıncası yoktur. Dolayısıyla eğer parayı
çalıştıran kişi mudarebe sermayesi olarak aldığı parayla birlikte kaçarsa ya da
ifrat veya tefritle onu zayi ederse, para sahibi parasının karşılığını almak
için kefile müracaat edebilir.
Soru 817: Mudarebe olarak parayı çalıştıran kişi, ticaret
yapmak için birkaç kişiden aldığı sermayenin tümünden veya belli bir kişinin
sermayesinden bir miktarını sahibinden izin almaksızın başka birine borç verirse,
bu durumda mudarebe için kendisine verilen paralara karşı yed-i damân[37] (kaybı
karşılamakla yükümlü) sayılır mı?
Cevap: Sahibinden izin almadan mudarebe parasını
birisine borç vermesiyle, o para hususunda onun yed-i emaneti[38]
yed-i damâna dönüşür ve onu tazmin etmesi gerekir; diğer paralar konusunda
ifrat ve tefrit etmemişse, onlara göre güvenilir olarak kalır.
Soru 818: Bankalar kredi verirken, kredi alan kişiye
borcuna ilâveten fazla bir para vermesini şart koşarlarsa, mükellefin bu
krediyi almak için şer'î hâkimden veya onun vekilinden izin alması gerekir mi?
Ve acaba zaruret ve ihtiyaç yokken bu krediyi almak caiz midir?
Cevap: Devlet bankasından olsa bile kredi almak için
şer'î hâkimin izni şart değildir; faizli olsa bile vaz'î hüküm[39]
açısından kredi almak sahihtir; fakat faizli olursa, ister Müslümandan olsun,
ister gayrimüslimden, ister Müslüman devletten olsun, ister gayrimüslim devletten
olsun, teklifî hüküm açısından haramdır [bu muamele sonucu kişi aldığı borca
sahip olmasına rağmen haram işlemiş olur]; ancak haram işlemeyi caiz kılacak
kadar ona ihtiyaç duyması durumu müstesna. Haram kredi almak, şer'î hâkimin
izniyle helâl olmaz; hatta bu konuda onun iznine başvurmanın anlamı da yoktur.
Ancak bu fazlalığı kendisinden alacaklarını bilse bile, fazlalığı vermeyi
kastetmeyerek haramdan kurtulabilir. Faizli olmadığı takdirde kredi almanın
caiz olması, zaruret ve ihtiyaç durumuna has değildir.
Soru 819: İslâm Cumhuriyeti'nde, Mesken Bankası ev
satın almaları veya ev yaptırmaları ya da evlerini onarmaları için halka kredi
vermekte ve ev satın aldıktan veya ev yaptırdıktan ya da evlerini onardıktan
sonra verdiği krediyi taksitle geri almaktadır. Fakat bankanın taksit olarak
geri aldığı meblağın toplamı, verdiği kredi miktarından fazladır; acaba alınan
bu fazla paranın şer'î bir yanı var mıdır?
Cevap: Mesken bankasının ev satın almak veya ev
yaptırmak için verdiği paralar borç olarak verilmemektedir; bu paralar
ortaklık,[40]
cüâle veya kira gibi şer'an sahih olan akitlerden birine uygun olarak verilmektedir.
Dolayısıyla bu akitlerin şer'î şartları gözetildiği takdirde sahih olmamaları
için bir sebep yoktur.
Soru 820: Ülkemizdeki bankalar halkın mevduatlarına
%3'ten %20'ye kadar kâr vermektedir. Acaba bu fazlalığın faiz olmaktan çıkması
için enflasyon oranını göz önünde bulundurarak, bu fazlalığı, paranın geri alındığı
gün ile, bankaya yatırıldığı gün arasındaki alım gücünün azalması farkı olarak
hesaplamak sahih midir?
Cevap: Eğer bankanın verdiği bu kâr ve fazlalık,
şer'an sahih olan akitlerden biriyle bankanın mevduat sahibine vekâleten
çalıştırarak elde ettiği kârdan olursa, faiz değildir ve şer'î bir muamelenin
kârı olduğu için onu almanın sakıncası yoktur.
Soru 821: Geçimini sağlamak için başka bir iş bulamadığı
için faiz sistemi üzere kurulu bankada çalışmak zorunda kalan bir kişinin bu
bankalarda çalışmasının hükmü nedir?
Cevap: Eğer bankadaki iş faizli muamelelerle ilgi-liyse
ve o kimsenin herhangi bir şekilde faizli muamelelerin gerçekleşmesinde rolü
varsa, orada çalışması caiz değildir ve sırf geçimini sağlamak için helâl olan
başka bir iş bulamaması, onun haram bir işle iştigal etmesine cevaz sayılmaz.
Soru 822: Mesken
Bankası, parasını aylık taksitlerle ödememiz üzere bize bir ev satın aldı,
acaba bu muamele şer'an sahih midir ve biz bu evin sahibi olabilir miyiz?
Cevap: Eğer banka evi kendisi için satın aldıktan
sonra taksitle size satmışsa, bunun sakıncası yoktur.
Soru 823: Bankaların ortaklık veya başka bir muamele akdiyle
bina inşası için verdiği ve daha sonra %5'le %8 arasında değişen bir fazlalıkla
geri aldığı kredilerin ve bu fazlalıkların hükmü nedir?
Cevap: Bankadan ortaklık
veya şer'an sahih olan diğer muamelelerin biriyle para almak, borç vermek veya
borç almak değildir ve bankanın bu gibi şer'î muamelelerden elde ettiği kârlar
faiz sayılmaz. Dolayısıyla, ev satın almak veya ev yaptırmak ve yine o evi
kullanmak için bankadan bu sözleşmelerin biri çerçevesinde para almanın
sakıncası yoktur. Bu paranın fazlalık şartıyla borç olarak alınmış olduğu farz
edilse bile, faizli borç olduğu için teklifî hüküm açısından haramdır; ancak
vaz'î hüküm açısından borcun kendisi borç alan kişiye sahihtir; dolayısıyla
onun üzerinde tasarruf etmesinin sakıncası yoktur.
Soru 824: Müslüman olmayan devletlerin bankalarına
yatırılan paraların kârını almak ve alındığı takdirde onun üzerinde tasarruf
etmek caiz midir? Ve acaba banka sahibinin kitap ehli veya müşrik olması ve
yine parayı yatırırken kâr almayı şart koşmakla koşmamak arasında bir fark var
mıdır?
Cevap: Kâr payı almak şart koşulsa bile Müslüman-ın gayrimüslimden
kâr alması caizdir.
Soru 825: Banka sermayesinin sahiplerinden bazıları
Müslüman olursa, bu bankadan kâr payı (faiz) almak caiz midir?
Cevap: Gayrimüslimlerin hisselerinden kâr payı (faiz)
almanın sakıncası yoktur; fakat kâr payı ve faiz almak şartıyla veya buna
ulaşmak amacıyla bankaya para yatırılmışsa, bu durumda Müslümanın hissesinden
kâr payı almak caiz değildir.
Soru 826: Müslüman ülkelerin bankalarına yatırılan paralar
karşılığında kâr payı almanın hükmü nedir?
Cevap: Mevduat eğer kâr almak niyetiyle borç olarak
yatırılmışsa veya kâr almak sistemi üzerine ya da fazlalığa ulaşmak amacıyla
olursa, fazlalığı almak caiz değildir.
Soru 827: Verdiği krediden faiz alan bir bankadan borç
para almak isteyen bir kimse, faizden kurtulmak için bankaya, her ay yüz
lirasını ödemek şartıyla, her birinin değeri yüz lira olan on iki bono senedi
vererek peşin bin lirayı veresiye olarak bin iki yüz liraya satın alabilir mi
veya tamamının değeri bin iki yüz lira olan vadeli on iki bono senedini, on iki
ayda ödemek üzere peşin bin liraya satın alabilir mi?
Cevap: Faizli borçtan kaçmak için yapılan böyle biçimsel
ve formalite gereği muameleler şer'an haram ve batıldır.
Soru 828: İran İslâm Cumhuriyeti bankalarındaki
muamelelerin sahih olduğuna hükmedilebilir mi? Bu bankalardan alınan paralarla
satın alınan ev ve diğer şeylerin hükmü nedir? Bu paralarla satın alınan evde alınan
gusül abdesti ve kılınan namazın hükmü nedir? Ve acaba halkın bankalardaki
mevduatlarına karşılık kâr almak caiz midir?
Cevap: Genel olarak bankaların, İslâmî Şura Meclisi
tarafından çıkarılan ve Anayasayı Koruma Konseyi tarafından onaylanan kanunlara
uygun olarak gerçekleştirdikleri muamelelerinin sakıncası yoktur ve bunların
sahih olduğuna hükmedilir; sermayeyi sahih İslâmî akitlerin birine uygun olarak
çalıştırmakla elde ettikleri kâr da şer'an helâldir. Ev ve diğer şeyler satın
almak için bankalardan alınan krediler de bu akitlerden biri çerçevesinde
gerçekleşirse, sakıncası yoktur; fakat faizli borç şeklinde olursa, her ne
kadar bu borcu almak teklifi hüküm açısından haramsa da, borç akdinin kendisi
vaz'i hüküm açısından sahihtir ve borç alınan para borçlunun malı olur; dolayısıyla
onu ve onunla satın alınan şeyleri kullanması caizdir.
Soru 829: İran İslâm Cumhuriyeti bankalarının ev satın
almak, hayvan beslemek veya ziraat yapmak gibi şeyler için halka verdiği
krediler karşılığında aldığı kâr payı helâl midir?
Cevap: Bankaların ev inşa etmek, ev satın almak veya
başka işler için halka verdiği kredileri borç olarak verdiği doğruysa, şüphesiz
bunun karşılığında bir fazlalık veya kâr payı istemesi şer'an haramdır,
bankaların bu fazlalığı isteme hakları yoktur. Ancak bilindiği kadarıyla gerçekte
bankalar bu işlemleri borç olarak değil, mudarebe, ortaklık, cüâle ve kiralama
gibi helâl olan sözleşmeler çerçevesinde yapmaktadır. Örneğin banka evin yapım masrafının bir bölümünü ödeyerek evin
mül-kiyetine ortak oluyor, daha sonra kendi hissesini, örneğin yirmi
aylık taksitle ortağına satıyor veya belli bir zamana kadar belli bir ücretle
ortağına kiraya veriyor. Dolayısıyla bu işlemin ve bankanın böyle bir muamelede
elde ettiği kârın sakıncası yoktur ve böyle bir muamelenin borç ve faizle
hiçbir ilişkisi yoktur.
Soru 830: Banka belli bir projeye ortak olmam için
bana bir miktar kredi verdi. Ben bu kredinin yarısını, bankanın istediği kâr
payının hepsini ödemesi şartıyla arkadaşıma verdim; acaba bu konuda benim bir yükümlülüğüm
var mıdır?
Cevap: Eğer banka bu parayı belli bir projeye katılmak
ve krediyi alan kimseyle ortak olmak için vermişse, o adam, onu, başka bir
projede bile kullanma hakkına sahip olmadığı gibi onu borç olarak başka birine
de veremez. Bu para onun elinde emanettir ve onu ya belirlenmiş konuda
belirtilen yerde harcaması veya aynen bankaya iade etmesi gerekir.
Soru 831: Birisi sahte senetlerle, bir süre sonra kârıyla
birlikte geri ödemek üzere bankadan mudarebe sözleşmesiyle bir miktar para
alıyor. Eğer banka senetlerin sahte olduğunu bilmezse, alınan bu para borç mu
sayılır ve kredi alan kişinin bankaya verdiği kâr payı faiz hükmüne mi girer? Yine
eğer banka senetlerin sahte olduğunu bildiği hâlde bu parayı ona verirse, hüküm
nedir?
Cevap:
Bankayla mudarebe akdi yapmak akdin yapıldığı senetlerin sahih olmasına
bağlıysa, senetlerin sahte olması durumunda akit batıl olur. Dolayısıyla bankadan
alınan para borç kapsamına girmez ve muda-rebe de değildir; bu durumda parayı
tazmin yükümlülüğü açısından batıl akitle alınan para hükmündedir ve onunla
yapılan ticaretin kârının tamamı bankaya aittir. Bu hüküm, bankanın senetlerin
sahte olduğunu bilmediği takdirde geçerlidir. Fakat banka senetlerin sahte
olduğunu bilirse, bu durumda alınan para gasp hükmündedir.
Soru 832: Mudinin (mevduat sahibi), hissesine düşen
kârı dakik bir şekilde belirtmeden, helâl muamelelerin birinde çalıştırılması
ve hissesine düşen kârın altı ayda bir kendisine ödenmesi kaydıyla bankaya para
yatırması caiz midir?
Cevap: Mudi parayı bankaya yatırmakla bütün yetkileri,
hatta çalıştırma çeşidini seçmeyi ve kendi kâr payını belirtmeyi vekâleten
bankaya bırakmışsa, bu şekilde para yatırmanın ve şer'an helâl olan bir muamelede
çalıştırmakla elde edilen kâr payını almanın sakıncası yoktur; bu durumda para
sahibinin, para yatırırken kârdan hissesine düşeni bilmemesi sözleşmenin sıhhatine
halel getirmez.
Soru 833: Müslümanlara düşman olan veya Müslümanların
düşmanlarıyla ittifak hâlinde olan gayri İslâmî devletlerin bankalarına uzun
vadeli para yatırmak caiz midir?
Cevap: İslâm ve Müslümanlara karşı kullanmak istedikleri
iktisadî ve siyasî güçlerinin artmasına neden olmadığı takdirde, Müslüman
olmayan devletlerin bankalarına para yatırmak özü itibariyle caizdir; aksi durumda
caiz değildir.
Soru 834: Müslüman ülkelerdeki bazı bankaların zalim
rejimlere ve bazılarının da kâfir devletlere veya Müslümanların ya da
gayrimüslimlerin özel kurumlarına ait oldukları dikkate alındığında, bu
bankalarla muamele yapmanın hükmü nedir?
Cevap: Bu bankalarla şer'an helâl olan muameleleri
yapmanın sakıncası yoktur; ancak İslâmi kurumlar ve bankalarla faizli
muameleler yapmak ve borca karşı kâr almak caiz değildir; fakat bankanın
sermayesi gayrimüslimlere ait olursa, bunun sakıncası yoktur.
Soru 835: İslâmî bankaların, yatırılan sermayeleri,
şer'an helâl gelirli olan çeşitli iktisadî alanlarda çalıştırarak mevduat
sahiplerine kâr payı verdiği dikkate alındığında, acaba bankalar gibi çeşitli
iktisadî alanlarda çalıştırmaları için pazardaki bazı güvenilir tüccarlara da
para verip kâr almamız caiz midir?
Cevap: Eğer para karşı tarafa aylık veya yıllık yüzdelik
bir kâr almak şartıyla borç olarak verilirse, borç sözleşmesi vaz'î hüküm
açısından sahih olsa da, böyle bir muamele teklifî hüküm açısından haramdır ve
borç karşılığında alınan kâr payı da şer'an haram olan faizdir. Fakat parayı
şer'î muamelelerden biri çerçevesinde çalıştırması ve elde ettiği kârın belli
bir yüzdesini para sahibine vermesi şartıyla, şer'an helâl olan bir işte çalıştırması
için karşı tarafa verirse, böyle bir muamele sahihtir ve ondan elde edilen kâr
da helâldir; bu konuda banka ile özel veya tüzel kişiler arasında hiçbir fark
yoktur.
Soru 836: Faize dayalı bankacılık sisteminde bankaya
yatırım amacıyla borç vermenin veya ondan borç almanın hükmü nedir?
Cevap: Bankaya karz-ı hasen (faizsiz borç) olarak para
yatırmanın ve bankadan bu şekilde borç para almanın sakıncası yoktur; faizli
borca gelince, vaz'î hüküm gereğince her ne kadar borcun kendisi sahihse de,
teklifî hüküm uyarınca faizli borç almak ve vermek mutlak surette haramdır.
Soru 837: Mudarebe sözleşmesi çerçevesinde bankadan
bir miktar para aldım; acaba mudarebe parasını ev alımında kullanmam caiz
midir?
Cevap: Mudarebe sermayesi, sahibi tarafından onu
çalıştıran kişinin elinde emanettir ve onu üzerinde anlaştıkları ticaretten başka
bir şeyde kullanamaz; dolayısıyla eğer o sermayeyi tek taraflı olarak başka bir
şeyde kullanırsa, gasp sayılır.
Soru 838: Elde ettiği kâra bankanın ortak olması şartıyla
bankadan ticarette kullanmak için sermaye alan bir kimse bu ticarette zarar
edecek olursa, acaba banka onun zararına da ortak mıdır?
Cevap: Mudarebede zarar mala ve mal sahibine aittir ve
kârla telâfi edilir; fakat zararın tamamının veya bir bölümünün parayı
çalıştıran kişiye ait olmasının şart koşulmasının da sakıncası yoktur.
Soru 839: Bankaların birinde hesap açtırıp para yatıran
kimsenin bu parasına bir süre sonra kâr verilirse, bankanın verdiği bu kârı
almanın hükmü nedir?
Cevap: Eğer parayı hesaba kâr şartıyla veya kâr almak
sistemi üzerine veya kâra ulaşmak maksadıyla borç olarak yatırmışsa, bu durumda
bu kârı alması caiz değildir; çünkü bu kâr şer'an haram olan faizdir; aksi durumda
sakıncası yoktur.
Soru 840: Bankaların birinde şöyle bir hesap var: Eğer
bir kimse bankaya beş yıl boyunca her ay belli bir miktar para yatırır ve bu müddet
içerisinde bu paradan hiç çekmezse, bu süre bitince bu sefer banka her ay o
hesaba belli bir miktar para yatırır ve hesap sahibi hayatta olduğu sürece ona
bu parayı öder; acaba bu muamelenin hükmü nedir?
Cevap: Bu muamelenin şer'î bir yanı yoktur; bu muamele
faizli muameledir.
Soru 841: Yüzdelik bir miktar kâr payı sağlayan uzun vadeli
mevduatların hükmü nedir?
Cevap: Helâl muamelelerin birinde çalıştırılması için
bankalara para yatırmanın ve bu yolla sağlanan kâr payını almanın sakıncası
yoktur.
Soru 842: Bankadan formalite icabı belli bir işte harcamak
için kredi alınır, fakat gerçekte para elde ederek onu başka bir hayatî işte
kullanmak amaçlanır veya parayı aldıktan sonra onu daha önemli başka bir işte
kullanmaya karar verilirse, bu işin hükmü nedir?
Cevap: Eğer para borç olarak verilmiş ve alınmışsa,
her durumda [vaz'î hüküm açısından] sahihtir ve o para borçlunun mülkü olur;
onu belli bir yerde harcaması şart koşulmuş olsa da borçlu onu istediği yerde
harcayabilir. Ancak teklifî hüküm açısından bu şarta uyması gerekir. Fakat para
bankadan mudarebe olarak veya ortaklık için alnınmış ve verilmişse, eğer
sözleşme formalite gereği yapılırsa, bu akit sahih değildir; bu durumda mal
bankanın mülkiyetinde kalmaya devam eder ve bankadan alan kimsenin onu kullanma
hakkı yoktur. Aynı şekilde eğer parayı almak için yaptığı akitte ciddî olursa,
para elinde emanet olur ve parayı aldığı amaç dışında harcaması caiz değildir.
Soru 843: Birisi bankadan mudarebe için bir miktar
para alır ve bir süre sonra ana parayı bankanın hissesine düşen kâr payıyla
birlikte taksitle bankaya geri öder. Fakat taksitleri almakla görevli olan
banka memuru senetleri görünürde iptal ederek o paraları kendi üzerine geçirir
ve daha sonra mahkemede de bunu itiraf eder; acaba bu durumda parayı çalıştıran
kişi hâlâ bankanın verdiği mudarebe sermayesinden sorumlu mudur?
Cevap: Eğer taksitler bankaya ödenirken ödeme kural ve
şartlarına uyulmuşsa ve memurun bankanın mallarını zimmetine geçirmesinde
borçlunun borcu ödemede kanunî kurallara uymazlık gibi kusuru yoksa, bu durumda
borçlu maddî kayıpları tazmin etmekle yükümlü değildir; zâmin paraları
zimmetine geçiren banka memurudur.
Soru 844: Bankaların, mevduat sahiplerine kur'a çekimiyle
kazandıkları ödüllerle ilgili bildirimde bulunmaları farz mıdır?
Cevap: Bu konu bankanın kurallarına bağlıdır; eğer ödülleri
sahiplerine teslim etmek, ödülleri almak için bankaya müracaat etmelerini
onlara bildirmeye bağlıy-sa, bildirmek farzdır.
Soru 845: Banka yetkililerinin, banka mevduatlarından
elde edilen kârın bir kısmını özel veya tüzel kişilere hediye etmeleri şer'an
caiz midir?
Cevap: Eğer o kâr bankanın malıysa, onun hediye edilip
edilemeyeceği bankanın kurallarına bağlıdır; fakat kâr mevduat sahiplerine
aitse, onu kullanma hakkı da onlara aittir.
Soru 846: Bankalar, vadeli mevduat sahiplerine yatırdıkları
para karşılığında her ay bir miktar kâr payı ödemektedir. Bankaya yatırılan
sermayeye verilecek olan kârın daha bu sermaye iktisadî faaliyetlerde çalıştırılmadan
önce belirlenmiş olması ve mevduat sahiplerinin paranın çalıştırılmasından
doğabilecek zarara ortak ol-madıkları göz önünde bulundurulduğunda, acaba bu
kâra ulaşmak amacıyla bankaya para yatırmak caiz midir? Yoksa faizli olduğu
için bu amaçla bankaya para yatırmak haram mıdır?
Cevap:
Eğer para kâra ulaşmak için borç olarak bankaya yatırılmış ise, bunun haram
olan faizli borç olduğu ve bu yolla elde edilmek istenen kârın şer'an haram
olan faiz olduğu açıktır. Fakat borç olarak değil de, banka aracılığıyla parayı
şer'an helâl olan muamelelerde çalıştırarak kâr elde etmek amacıyla yatırılmışsa,
bunun sakıncası yoktur; para çalıştırılmadan önce kâr miktarının belirlenmiş
olması ve para sahiplerinin muhtemel zarara ortak olmamaları, anlaşmanın sıhhatine
halel getirmez.
Soru 847: Bir kimse, mudarebe ve taksitle satış gibi
bazı sözleşmelerde banka kanunlarının bazı memurlarca doğru bir şekilde
uygulanmadığını bilirse, kâr elde etmek için bankaya para yatırması caiz midir?
Cevap: Farz edelim ki bir kimse, banka memurlarının
kendi parasını batıl muamelelerde kullandıklarına kanaat getirirse, bu durumda
elde edilen kârı alması ve kullanması caiz değildir; fakat sermaye sahipleri
tarafından bankaya büyük hacimlerde paralar yatırıldığı, bankanın türlü türlü
muameleler yaptığı ve bu muamelelerin çoğunun şer'î açıdan sahih olduğunu
bildiğimiz dikkate alındığında o kimse için böyle bir kanaatin doğ-ması oldukça
uzak bir ihtimaldir.
Soru 848: Herhangi bir şirket veya devlet dairesi,
memurlarıyla vardığı anlaşma uyarınca her ay memurların maaşından belli bir
miktarını keserek çalıştırmak için bankalardan birine yatırıyor ve bundan elde
edilen kârı yatırımı oranına göre memurlar arasında bölüştürüyor; acaba bu
muamele sahih ve caiz midir ve bu kârın hükmü nedir?
Cevap: Eğer paralar bankaya borç olarak ama kâr
şartıyla veya kâr vermek sistemi üzerine ya da kâra ulaşmak amacıyla
yatırılırsa, parayı bu şekilde bankaya yatırmak haramdır ve bu yolla elde
edilen kâr şer'an haram olan faizdir; dolayısıyla bu kârı almak ve kullanmak
caiz değildir. Fakat kâr şartı koşmaksızın ve kâra ulaşmayı beklemeden sadece
tasarruf korunması kastıyla veya helâl olan başka bir amaçla yatırılırsa, banka
da kendiliğinden mevduat sahibine bir şey verirse veya fazlalık, para helâl
muamelelerin birinde çalıştırıldığı için verilirse, bankaya bu şekilde para
yatırmanın ve fazla bir meblağ almanın sakıncası yoktur ve bu fazlalık onun
malı sayılır.
Soru 849: Bankanın, halkı bankada yatırım yapmaya
teşvik etmek amacıyla mevduat sahiplerine, paralarını altı ay boyunca bankada
tutmaları karşılığında onlara bazı kolaylıklar, krediler tanıyacağı şeklinde
bir vaatte bulunması sahih midir?
Cevap: Bu vaadin ve mevduat sahiplerine teşvik a-macıyla
kolaylıklar sağlamanın sakıncası yoktur.
Soru 850: Bankalarda bazen elektrik, su vb. faturalarının
parasını alan vezne memurunun yanında ödenmesi gerekenden fazla para birikiyor;
örneğin seksen lira vermesi gereken bir kişi yüz lira veriyor ve paranın üstünü
almıyor; acaba banka memurunun bu paranın üstünü kendisine alması caiz midir?
Cevap: Fazla paralar, onları veren sahiplerine aittir;
dolayısıyla onları alan kişi sahiplerini tanıyorsa, onlara geri vermesi
gerekir; aksi durumda bu paralar meçhul'ül malik (sahibi bilinmeyen mal)
hükmündedir ve banka memurunun bu paraları kendisine alması caiz değildir.
Fakat sahiplerinin, bu paraları kendisine bağışladığına veya ondan
vazgeçtiklerine kesin kanaat getirirse, bunları alması caizdir.
Soru 851: Bankadaki
hesabıma bir miktar para yatırdım ve bir müddet sonra banka ödül olarak bana
bir miktar para verdi; bu parayı almanın hükmü nedir?
Cevap:
Ödülü almanın ve kullanmanın sakıncası yoktur.
Soru 852: Karz-ı hasen (faizsiz borç) olarak yatırılan
mevduatlara ödül verilmektedir; bu ödülleri almanın hükmü nedir? Eğer bu
ödülleri almak caiz ise, acaba bunlara humus lâzım gelir mi?
Cevap: Karz-ı hasen olarak tasarruf hesabı açmak ve
ona verilen ödülleri almak mubahtır ve ödüle humus lâzım gelmez.
Soru 853: Eğer hesap sahipleri, haberleri olmadığı için
veya başka bir nedenle ödüllerini almak için bankaya müracaat etmezlerse,
bankanın bu ödüllerde tasarruf etmesi veya onları banka memurları arasında
bölüştürmesi caiz midir?
Cevap: Banka ve banka memurları hesap sahiplerinin
kazandıkları ödülleri onların izni olmaksızın sahiplenemezler.
Soru 854: Ben banka memuruyum ve bankanın yurtdışındaki
şubelerinin birinde çalışmaktayım. Bu ülkenin hükümeti bizi faizli ve faizsiz
muameleleri kapsamına alan banka sistemi kurallarına uymaya zorluyor; acaba bu
görevi kabul etmek ve bu banka sisteminde çalışmak caiz midir? Yine bankanın
buradaki şubesinin elde ettiği gelirden aldığım maaşın hükmü nedir?
Cevap: Bu görevi yerine getirmenin özü itibariyle
sakıncası yoktur; fakat faizli muameleleri gerçekleştirmekle iştigal etmek caiz
değildir; bu iş karşısında ücret ve maaşa da hak kazanılmaz. Bankanın bu
şubesinin gelirinden maaş almaya gelince, alınan parada haram paranın olduğu
kesin olarak bilinmezse, sakıncası yoktur.
Soru 855: Bankanın kredi, denetleme ve müdürlük bölümünde
çalışarak maaş almak caiz midir?
Cevap: Bankanın bu bölümlerinde
çalışmak ve bunun karşısında maaş almak, herhangi bir şekilde şer'an haram olan
muamelelerle ilişkisi olmazsa, mubahtır.
Soru 856: Günümüzde yaygın olduğu üzere vadeli çek ve
senedi peşin olarak meblağından daha az bir bedele satmanın (kırdırmanın) hükmü
nedir?
Cevap: Alacaklı, vadeli çek
veya senedi meblağını peşin almak üzere daha az bir meblağ karşılığında borçluya
satabilir; bunun sakıncası yoktur; ancak çek ve senetleri daha az bir meblağ
karşılığında üçüncü bir kişiye satmak sahih değildir.
Soru 857: Çek nakit para hükmünde midir? Dolayısıyla
borçlu adam alacaklıya para yerine çek verirse yükümlülükten kurtulur mu?
Cevap: Çek, nakit para
hükmünde değildir. Dolayısıyla alacaklıya ya da satıcıya verilmesiyle borç veya
mal değerinin tahsil edilmesi, örfen çek kabul etmenin çekin meblağının tahsil
edilmesi sayılmasına bağlıdır; bu da konulara ve kişilere göre değişir.
Soru 858: Hayat sigortasının hükmü nedir?
Cevap: Bunun şer'an sakıncası yoktur.
Soru 859: Sigorta kurumu tarafından verilen sağlık karnesinden,
sahibinin aile efradından olmayan birinin karneden yararlanması caiz midir? Ve
acaba sağlık karnesi sahibinin, onu kullanması için başkasına vermesi caiz
midir?
Cevap: Sağlık karnesinden ancak sigorta şirketinin
hizmet sunmayı taahhüt ettiği kişiler yararlanabilirler; başkalarının bu
karttan yararlanması zâmin olmalarını (verdikleri zararı ödemelerini) gerektirir.
Soru 860: Sigorta şirketi, hayat sigortası yaptıran kişiyle
yaptığı sözleşmede, sigortalının ölümünden sonra onun belirlediği kişilere bir
miktar para vermeyi taahhüt ediyor. Bu durumda eğer sigortalının borcu olduğu ortaya
çıkar ve mal varlığı onu ödemeye yetmezse, acaba alacaklılar alacaklarını
sigorta şirketinin ödediği paradan alabilirler mi?
Cevap: Bu iş, tarafların sigorta sözleşmesindeki anlaşma
biçimine bağlıdır; dolayısıyla eğer sigorta sözleşmesinde, belirlenen meblağın
sigortalının ölümünden sonra onun belirlediği kişi veya kişilere verilmesi kararlaştırılmışsa,
bu durumda sigortanın ödediği bu meblağ onun bıraktığı miras hükmünde değildir;
bu para sigortadan yararlanma hakkına sahip olanlara aittir.
Soru 861: Birkaç yıldır yanımda beytülmale ait bir
miktar mal bulunmaktadır; şimdi bu malların sorumluluğundan
kurtulmak istiyorum; bunun için ne yapmam gerekir?
Cevap:
Eğer yanınızdaki beytülmale ait olan mallar, belli bir devlet dairesine ait
olan devlet mallarından ise, mümkünse onları bizzat o daireye iade etmeniz gerekir;
aksi durumda devletin genel hazinesine teslim etmelisiniz.
Soru 862: Beytülmalden kişisel olarak yararlandım;
şimdi bu borçtan temizlenmek için ne yapmam gerekir? Ayrıca devlet memurları
beytülmal imkânlarından kişisel olarak ne kadar yararlanabilirler? Eğer bu
yararlanma, ilgili sorumluların
izniyle olursa, hüküm nedir?
Cevap: Devlet memurlarının mesai saati zarfında ihtiyaç
ve zaruret miktarınca, iş durumunun müsaade ettiği normal ölçüde ve yine
kanunen ve şer'an o konuda izin verme yetkisi olan kişinin izniyle beytülmal
imkânlarından yararlanmalarının sakıncası yoktur. Dolayısıyla eğer
beytülmaldeki şahsî yararlanmalarınız bu ikisinden biri çerçevesinde olmuşsa,
bu konuda sizin üzerinize bir borç ve yükümlülük yoktur; fakat normalin üstünde
yararlanmışsanız ve bu yararlanma izin verme yetkisi olan kimsenin izniyle
olmamışsa, bu durumda istifade ettiğiniz maldan sorumlusunuz; dolayısıyla eğer
o malın ken-disi mevcutsa aynısını, mevcut değilse değerini beytülmale iade
etmelisiniz. Ayrıca ondan yararlanmanın ücreti varsa, böyle bir yararlanmanın
emsalinin ücretini de beytülmale ödemeniz gerekir.
Soru 863: Tıp komisyonu sakatlık derecemi tespit ettikten
sonra devletten yardım olarak bir miktar para aldım; fakat ben doktorlarla
aramızdaki tanışıklık ve ilişkiden dolayı doktorların beni kollamış
olabileceklerini düşünerek bu kadar yardımı hak etmediğime ihtimal veriyorum;
yaralarımın gerçekten çok olduğunu ve belki bundan fazlasını da hak etmiş
olabileceğimi göz önünde bulundurarak nasıl davranmam gerektiğini açıklar mısınız?
Cevap: Tıp komisyonunun sizin için belirlediği sakatlanma
oranına göre size verilen meblağı almaya kanunen hak etmediğinize kesin olarak
inanmadıkça onu almanızın sakıncası yoktur.
Soru 864: Muhasebecinin hatası yüzünden aylık maaşım
dışında iki aylık maaşım kadar fazla para aldım. Bunu kuruluşun sorumlusuna bildirmeme rağmen aldığım fazla parayı
iade etmedim. Bunun üzerinden tam dört yıl geçti; bu meblağın devlet
kuruluşlarının yıllık bütçesinden olduğu göz önünde bulundurulursa, bunu o
kuruluşun hesabına nasıl iade edebilirim?
Cevap: Muhasebecinin yanlışlık yapması, şer'an hak
etmediğiniz fazla parayı almayı caiz kılmaz; dolayısıyla aldığınız fazla parayı
önceki yılların bütçesinden olsa bile mezkur kuruluşa iade etmeniz gerekir.
Soru 865: Kanunlar, sakatlık oranı %25'in üzerinde
olan savaş malûllerine ilgili kuruluştan kredi alabilmeleri için imkânlar
sağlamıştır; bu durumda acaba malûliyet oranı bundan az olan kişilerin bu imkânlardan
yararlanmaları caiz midir? Eğer biri, bu imkânlardan yararlanarak kuruluştan
bir miktar borç alırsa, onu kullanması caiz midir?
Cevap: Beytülmalden kredi alma şartlarına sahip ol-mayan
bir kişi, bu şartlar ve tanınan avantajlar adı altında beytülmalden kredi alma
hakkına sahip değildir ve eğer bu adla kredi alırsa onu kullanamaz.
Soru 866: Devlet mallarının devlet bütçesi olan parayla
satın alındığı dikkate alındığında, acaba devletten bütçe alan şirketin,
fabrika veya dairenin ihtiyaç duyduğu malları, araç ve gereçleri, ham maddeleri
ve sair şeyleri, bütçesi yine devlet mallarından olan başka bir şirket, fabrika
veya daireden satın alması caiz midir?
Cevap: Muamele şer'î ölçüler ve kanunî kurallara uygun
olarak yapılırsa, bunun bir sakıncası yoktur.
Soru 867: Devlet ve hükümetin veya devlete bağlı kuruluşların,
şirketlerin ve fabrikaların elinde olan İslâmî veya gayri İslâmî devletin
mallarının hükmü nedir? Acaba bu mallar meçhul'ül-malik (sahibi bilinmeyen
mallar) hükmünde midir, yoksa devletin malı mı sayılır?
Cevap: Devlet gayri İslâmî olsa bile, devlet malları
şer'an devletin mülkü sayılır ve onlara karşı sahibi belli olan mal muamelesi
yapılır; onları kullanmanın caiz olması, o mallarda tasarruf yetkisi olan
görevlinin iznine bağlıdır.
Soru 868: Küfür beldelerinde kamu mallarında devlet
haklarını, özel mallarda ise sahiplerinin haklarını gözet-mek farz mıdır? Ve
acaba eğitim-öğretim merkezlerinin imkânlarından kanunî kurallarının izin
vermediği alanlarda yararlanmak caiz midir?
Cevap: Başkalarının mallarının saygınlığını gözetmenin
farz olduğu ve izinleri olmaksızın onları kullanmanın haram olduğu konusunda,
kişilerin mallarıyla devlet malları arasında, devletin Müslüman veya gayrimüslim
olması arasında, bunun küfür beldesinde veya İslâm
beldesinde olması arasında ve yine sahibinin Müs-lüman veya gayrimüslim
olması arasında hiçbir fark yoktur ve genel olarak başkasının mal ve mülkünde
şer-'an caiz olmayan bir tasarrufta bulunmak, gasp ve haramdır ve kişinin
zarardan sorumlu olmasına yol açar.
Soru 869: Üniversite
öğrencilerine verilen yemek fişleriyle belirlenmiş günde yemek alınmazsa,
fişlerin parası iade edilmeden geçersiz oluyor; bu durumda acaba yemek almak
için geçerli fişler yerine iptal olmuş fişleri vermek caiz midir? Bu yolla
alınan yemeğin hükmü nedir?
Cevap: Yemek almak için geçersiz fişleri kullanmak
caiz değildir; geçersiz fişlerle alınan yemek gaspedilmiş maldır; onu kullanmak
haramdır ve fiyatı miktarınca borcu tazmin etmek gerekir.
Soru 870: Ticaret Bakanlığı ve diğer kuruluşlar tarafından
üniversite ve yüksek öğretim kurumlarında öğrencilere tahsis edilen gıda
maddeleri ve üniversitede ihtiyaç duyulan malzemeleri, üniversitede çalışan memurlara
da dağıtmak caiz midir?
Cevap: Üniversitede fiilen ders okuyan öğrencilere
tahsis edilen tüketim malzemelerini orada çalışan diğer kişilere dağıtmak caiz
değildir.
Soru 871: İdarî işlerde kullanmaları için devlet kuruluşları
müdürlerinin ve askerî yetkililerin hizmetine verilen araçları, idarî işler
dışında şahsî işlerde de kullanmaları caiz midir?
Cevap:
Müdürlerin, sorumluların ve diğer görevlilerin ilgili kurumların kanunî izni
olmaksızın devlet mallarının hiçbirini şahsî işlerinde kullanmaları caiz değildir.
Soru 872: Sorumluların, devlet dairesinin resmî misafirlerine
yemek ve meyve temin etmek için tahsis edilen bütçeyi kötüye kullanarak başka
yerlere harcamalarının hükmü nedir?
Cevap: Devlet mallarını izin verilen yerler dışında
harcamak gasp hükmündedir ve zararı telâfi etmeyi gerektirir; ancak üst makamın
kanunî izniyle olması müstesna.
Soru 873: Devletin kanunen kendisine verdiği bazı hak
veya primlerden dolayı devletten alacağı olan bir kimse eğer hakkını ispatlamak
için elinde kanunî delilleri yoksa veya hakkını talep etmekten âcizse, acaba yetkisinde
bulunan devlet mallarından alacaklı olduğu kadar takas olarak alabilir mi?
Cevap: Eli altında emanet olarak bulunan devlet
mallarından kendisi için takas niyetiyle alması caiz değildir; dolayısıyla eğer
devletten alacağı olan bir mal veya hakkı varsa ve onu almak isterse, bunu
ispatlamak ve almak için kanunî yollara baş vurmak zorundadır.
Soru 874: Devlet Su İşleri, içinde balık bulunan nehirlerin
sularının döküldüğü bir baraja balık üretmek için bir miktar balık salıvermiş
ve bu balıkları kendi memurları arasında bölüştürüyor ve halkın oradan balık
avlanmasına engel oluyor; acaba başka kimselerin de kendileri için bu balıkları
avlamaları caiz midir?
Cevap: Barajın arkasında biriken sudaki balıklar,
baraja dökülen suların balıkları olsa bile, işletmesi Devlet Su İşlerinin
elinde olan suya tâbidir; dolayısıyla onları avlamak ve onlardan yararlanmak
Devlet Su İşleri'nin iznine bağlıdır.
Soru 875: Memurların mesai saatinde cemaat namazı
kılmaları caiz midir? Eğer caiz değilse, bu durumda namaz kılmak için
geçirdikleri ve çalışmadıkları süreyi mesai saatinden sonra çalışarak telâfi
ederlerse, bu durumda mesai saatinde cemaat namazı kılmaları caiz olur mu?
Cevap: Günlük namazların önemi, yine namazı ilk vaktinde kılma hususunda masumlardan ulaşan tavsiye
ve vurgulamalar dikkate alındığında ve cemaat namazının fazileti göz
önünde bulundurulduğunda, farz namazlarını ilk vaktinde ve cemaatle en kısa
zamanda kılabilmeleri için memurlara uygun
bir ortam hazırlanmalıdır. Fakat öyle bir yöntem izlenmelidir ki, cemaat
namazını ilk vaktinde kılmak, devlet dairesine müracaat eden halkın işlerini
geciktirmeye sebep ve bahane oluşturmamalıdır.
Soru 876: Bazı eğitim ve öğretim kurumlarında, idarî bölümlerden
birinde görevli olan bir öğretmenin veya müdürün, mesai saatinde çalıştığı
dairenin sorumlusunun
muvafakatiyle başka okullarda ders verdiği ve bunun karşılığında aylık maaşına ilâveten
ücret aldığı gözlenmektedir; acaba bu iş ve bunun karşılığında ücret alınması
caiz midir?
Cevap: Bir memurun doğrudan bağlı olduğu sorumlu
müdürün izniyle mesai saatinde okullarda ders vermesi, sorumlu kişinin kanunî
yetkilerinin sınırlarına bağlıdır. Fakat devlet memurunun mesai saati içinde çalışması
karşılığında maaş alması durumunda, aynı mesai saatinde herhangi bir okulda
ders vermesi karşılığında ayrı bir maaş alma hakkı yoktur.
Soru 877: Devlet dairelerinin resmî çalışma saatinin
bazen yarım saatlik bir süre kadar uzadığı dikkate alındığında, acaba bu süre
içinde dairede bir öğün yemek yemenin hükmü nedir?
Cevap: Eğer fazla vakit almaz ve idarî işlerin tatil
olmasına sebep olmazsa, sakıncası yoktur.
Soru 878: Eğer bir memurun çalıştığı dairede bolca boş
vakti olur ve boş vaktinde başka bölümlerde çalışmasına izin verilmezse, acaba
bu boş vakitlerinde özel işleriyle uğraşabilir mi?
Cevap: Bir memurun, dairenin çalıştığı bölümünde mesai
saatinde özel işleriyle uğraşabilmesi, kurallara ve ilgili sorumlunun kanunî
iznine bağlıdır.
Soru 879: Memurların devlet daireleri ve kurumlarında
mesai saatinde cemaat namazı kılmaları veya [Ehlibeyt için] matem merasimi
tertiplemeleri caiz midir?
Cevap: Dairede işleri olanların haklarını zayi etmemek
şartıyla namaz için cemaat oluşturmak, özellikle mübarek ramazan ayında ve
diğer ilâhî günlerde namaz için toplanıldığında, İslâmî hüküm ve öğretileri
öğretmenin sakıncası yoktur.
Soru 880: Biz askerî bir kuruluşa bağlı iki ayrı iş yerinde
çalışıyoruz. Bu iş yerlerinden birinden ötekine giderken bazı kardeşlerimiz yol
boyunca çok vakit alan şahsî işleriyle uğraşıyorlar; acaba onların bu işleri
için izin almaları gerekiyor mu?
Cevap: Kararlaştırılmış mesai saatinde şahsî işler
yapmak için, buna izin verme yetkisi olan üst sorumludan izin almak gerekir.
Soru 881: Dairemizin yakınında bir cami var; mesai
saatinde cemaat namazına katılmak için oraya gitmemiz caiz midir?
Cevap: Dairenin kendisinde cemaat namazı kılınmı-yorsa,
namazı ilk vaktinde camide cemaatle kılmak için daireden çıkmanın sakıncası
yoktur; fakat namazı cema-atle kılmak için mesai saatinde daireden mümkün olduğu
kadar az bir zaman için ayrı kalacak şekilde namazın ön hazırlıklarını yapmak
gerekir.
Soru 882: Eğer bir memur her ay 30 veya 40 saat kadar
fazla mesai yaparsa, çalıştığı daire müdürünün, me-murları teşvik için onların
iş saati dışında yaptıkları mesaiyi iki kat fazla göstermesi, örneğin 40 saati
120 saat olarak göstermesi caiz midir? Eğer caiz değilse, daha önce bu şekilde
fazla mesai için alınan ücretin hükmü nedir?
Cevap: Gerçeği olmayan raporlar vermek ve mesai
yapılmayan fazla saatler karşılığında ücret almak caiz değildir; dolayısıyla
memurun hak etmediği hâlde aldığı fazla paraları iade etmesi farzdır. Fakat
daire müdürünün, memurların fazla mesai saatlerini iki kat fazla yaz-masına müsaade eden bir kanun varsa, daire müdürünün
bunu yapması ve memurların da müdürün vermiş olduğu fazla mesai raporuna uygun
olarak ücret alması caizdir.
Soru 883: Bir işçi, uzman sorumlunun yokluğunda onun işini üstlenir ve böylece o
işte uzmanlaşırsa, acaba bu uzmanlığını ispatlayıp avantajlarından yararlanmak
için üst yetkililere müracaat ederek yazılı bir sertifika alması caiz midir?
Cevap:
İş tecrübesi ve uzmanlık avantajlarından yararlanmak ve yetkililerden tasdikname
almak suretiyle bunu ispatlamak, konuyla ilgili kanunî kurallara tâbidir; fakat
yetkililerin tasdiknamesi gerçeği yansıt-mazsa veya kanunî kurallara aykırı
olursa, böyle bir tasdikname almaya çalışmak
ve ondan yararlanmak doğ-ru değildir.
Soru 884: Ticaret Bakanlığı'na bağlı ticaret odası, devletin
belirlediği fiyattan satılması için mağazalardan birine halı, buzdolabı vs.
gibi bir miktar ev eşyası bırakmıştır. Fakat talep, satışa sunulan eşyalardan
çok olduğu için mağaza sorumlusu bu
eşyaları kur'ayla satma kararı alarak kur'a kartları bastırmış ve elde edilen parayı
hayır işlerde harcamak amacıyla kartları belli bir fiyata satmıştır. Acaba bu
eşyaların kur'ayla satışı veya satışa sunulan bu eşyalar için basılan kur'a
kartlarının satışı şer'an sakıncalı mıdır?
Cevap: Mağaza sorumlularının, eşyaları, onları kendilerine
teslim eden ilgili sorumluların koştukları şartlara uygun olarak satışa
sunmaları gerekir; satış şartlarını değiştirmeye ve kendilerinden başka şartlar
koşmaya hakları yoktur. Kartların satışından elde edilen kârları hayır işlerde
harcamayı amaçlamak da eşyaların satımında başka şartlar ileri sürmeye cevaz
oluşturmaz.
Soru 885: Devletin sübvanse ederek fırıncılara verdiği
unu satmak caiz midir?
Cevap: Devlet tarafından un satma ruhsatı olmayan
fırıncının sübvanse edilmiş unu satması ve halkın da on-dan un satın alması
caiz değildir.
Soru 886: Dükkandaki mevcut eşyanın fiyatı doğal
olarak veya beklenmedik bir şekilde artarsa, onu şimdiki fiyatına satmak caiz
midir?
Cevap: Devlet tarafından ona belli bir fiyat konulmamışsa,
onu şimdiki adilane fiyatı üzerinden satmanın sakıncası yoktur.
Soru 887: Sahipleri razı olmadığı hâlde devletin halkın
bayındırlaştırdığı araziyi kamulaştırması örneğinde olduğu gibi, kanununun
şeriat hükmüyle çeliştiği durumlarda satın alma ve sahiplenmenin hükmü nedir?
Cevap: Devlet ve belediyenin umumî projeler için
ihtiyaç duyduğu arazileri satın alma ve kamulaştırmayla ilgili yasaya istinaden
özel kanun ve kurallara uygun olarak başkalarının emlâkini kamulaştırmanın caiz
olması, sahiplerinin mülkiyetlerinin saygınlığıyla veya şer'î ve kanunî haklarıyla
çelişmemektedir.
Soru 888: Birisi, birine işi ve emeği karşılığında bir
antika verir ve onun ölümünden sonra bu antika evlâtlarına miras kalırsa, acaba
bu şer'an onların mülkü sayılır mı? Bu antikanın devletin tasarrufuna
bırakılmasının daha iyi olacağı dikkate alındığında, acaba mirasçılar bu antikayı
devlete vermek karşılığında devletten bir şey isteyebilirler mi?
Cevap: Bir şeyin antika ve tarihî eser oluşu, birinin
özel mülkü olmasıyla çelişmez ve meşru bir yolla elde edilmiş olduğu takdirde
şer'î sahibinin mülkiyetinden çıkmasına neden olmaz; bu mal onun mülkiyetinde
kalır ve ona özel mülk muamelesi yapılır. Ancak sanat eserlerini ve tarihî
eserleri korumak için devletin özel kanunları varsa, bunu uygulamak için tarihî
eserin sahibinin şer'î haklarını gözetmek de farzdır. Fakat kişi, bu tarihî
eseri gayrimeşru bir yolla ve İslâm devletinin uyulması farz olan kanunlarına
aykırı olarak elde etmişse, onu sahiplenemez.
Soru 889: Eğer devlet daireleri İslâm hükümlerine
aykırı bazı kurallar koyarsa, memurların bu kurallara uymaktan kaçınmaları caiz
midir?
Cevap: İran İslâm Cumhuriyeti'nde hiç kimse İslâm
hükümlerine aykırı kurallar çıkarma ve emirler verme hakkına sahip olmadığı gibi,
daire başkanının emrine uymak bahanesiyle Allah'ın kesin hükmüne aykırı davranmak
da caiz değildir. Bilindiği kadarıyla devlet dairelerinde İslâm dinine aykırı
bir kanun yoktur. Eğer birisi İslâm sistemine aykırı bir kanunla karşılaşırsa,
ona karşı koymalı ve bu sorunun halledilip İslâm hükümlerine aykırı olan şeyin
ortadan kaldırılması için üst sorumlulara bildirmelidir.
Soru 890: Üst sorumlunun
sakıncasız olduğunu iddia ettiği ve yapılmasını istediği, fakat memura göre kanuna
aykırı olduğu ileri sürülen işleri yapmanın hükmü nedir?
Cevap: Hiç kimse devlet dairelerine hâkim olan kanun
ve kuralları ihmal edip onlara aykırı davranamaz ve müdür de memurdan kanuna
aykırı bir şeyi yapmasını isteyemez; bu konuda müdürün görüşü geçerli olmaz.
Soru 891: Devlet dairelerindeki memurların, müracaat
edenlerden bazıları hakkında birinin tavsiyesini kabul etmeleri caiz midir?
Cevap: Memurların kanun ve kurallar çerçevesinde
müracaat edenlerin isteklerine cevap vermeleri ve işlerini yapmaları farzdır ve
memurların kanuna aykırı olan veya diğerlerinin hakkının zayi olmasına sebep
olan bir konuda birilerinin tavsiye ve yönlendirmesini kabul etmeleri caiz değildir.
Soru 892: Trafik kurallarına ve genel olarak devletin
tüm kanunlarına aykırı davranmanın hükmü nedir? Ve acaba kanunlara aykırı
davranma durumları, marufu e-mir ve münkerden nehiy kapsamına girer mi?
Cevap: Hiç kimsenin, İslâmî Şura Meclisi tarafından
çıkarılan ve Anayasayı Koruma Konseyi tarafından onaylanan veya ilgili
yetkililerin kanunî izinlerine istinaden çıkarılan İslâm devletinin kanun,
kural ve emirlerine aykırı davranması caiz değildir ve biri bunlara aykırı
davranırsa, başkaları bu konuda onları uyarmak, irşat etmek ve münkerden
sakındırmak hakkına sahiptir.
Soru 893: Bazı yabancı ülkelerde, üniversitedeki yabancı
öğrenciler uyruklarını değiştirerek o ülkenin uyruğuna geçmeyi talep edecek
olurlarsa, öğrenci öğrenim süresi boyunca yerli öğrencilere sunulan bütün
avantajlardan yararlanabiliyor; bu devletin kanunlarına göre, kişi istediği
zamanda uyruğunu değiştirerek tekrar eski uyruğuna dönebiliyor; acaba bu işin
şer'î bir sakıncası var mı?
Cevap: Uyulması gerekli olan kanunlara aykırı olmadığı,
herhangi bir fesada sebebiyet vermediği ve İslâm devletine hakaret ve ihanet
edilmediği takdirde, İslâm ülkeleri vatandaşlarının uyruk değiştirmelerinin sakıncası
yoktur.
Soru 894: Yabancı şirketlerde çalışan veya onlarla
muamele yapan kişilerin bu şirketlerin kurallarına aykırı hareket etmeleri
-özellikle bu iş İslâm ve Müslümanlara karşı kötü bir zihniyet oluşmasına sebep
olacaksa- caiz midir?
Cevap: Bütün mükelleflere, gayrimüslim olsalar bile başkalarının
haklarını gözetmeleri farzdır.
Soru 895: Bazı kişiler veya özel ya da devlete ait şirket
ve kuruluşlar, vergiler ve devletin alması gereken fonlardan kaçmak için
çeşitli yollarla bazı gerçekleri gizliyorlar; acaba bu iş caiz midir?
Cevap: Hiç kimsenin İslâm Cumhuriyeti'nin kanunlarına
uymaktan ve İslâm devletine vergi, fon ve diğer kanunî hakları vermekten
kaçınması caiz değildir.
Soru 896: Birisi, bankalardan biriyle yapmış olduğu mudarebe
akdiyle ticaret yapıyor ve anlaşmaya göre elde edilen kârın bir bölümünü
bankaya veriyor; acaba vergi dairesinin bu adamdan kendi hissesine düşen gelirin
vergisine ilâveten bankanın hissesine düşen kârın vergisini de vermesine istemesi
caiz midir?
Cevap: Bu mesele kazanç vergisinin kanun ve kurallarına
tâbidir; dolayısıyla eğer vergi vermekle mükellef olan kişi, kanunen sadece
kendi hissesinin vergisini vermeye mecbursa, ortağının hissesine taalluk eden
ver-giyi vermek zorunda değildir.
Soru 897: Birisinden, devletin ev satımından alacağı
vergiyi yarı yarıya ödemek şartıyla bir ev satın aldım. Daha sonra satıcı, daha
az vergi vermek için vergi memuruna, evi satıcıya ödediğim fiyattan daha düşük
bir fiyata aldığımı söylememi istedi. Acaba evin gerçek fiyatıyla vergi
memuruna söylediğim fiyat arasındaki farkın vergisini vermem farz mıdır?
Cevap: Evin gerçek fiyatına taalluk eden vergiden
sizin hissenize düşen geri kalan vergiyi ödemeniz farzdır.
Soru 898: Bölgemizde halk arasında, İslâmî olmayan ve
Müslüman grupları rahatsız eden, özellikle Ehlibeyt (a.s) izleyicileriyle başka
halk kesimleri arasında farklı bir tutum sergileyen devlete su ve elektrik
parasını ödemenin farz olmadığı görüşü yaygındır; acaba bizim böyle bir devlete
su ve elektrik faturalarını ödemekten kaçmamız caiz midir?
Cevap: Bu iş caiz değildir; devletin su ve elektriğinden
yararlanan herkesin, gayri İslâmî olsa bile, devlete su ve elektrik parasını
ödemesi farzdır.
Soru 899: Kocam, banka hesabında bir miktar para
bırakarak öldü. Banka, kocamın öldüğünü öğrenince onun banka hesabını kapattı.
Öte yandan belediye, kocamın iş yerinin inşaat ruhsatı vs. karşılığında vergi ödemesi
gerektiğini, bu vergi ödenmediği takdirde de o mekânları kapatacağını bildirdi.
Oysa çocuklarımız küçük yaştalar ve bu vergiyi ödemeye gücümüz yetmiyor; acaba
bu vergiyi vermemiz farz mıdır?
Cevap: Belediye harçları ve resmî vergilerin devlet
kanunlarına uygun olarak ödenmesi farzdır. Dolayısıyla eğer bu vergiler ölen kişi
adına tahakkuk etmişse, mirasının üçte biri çıkarılmadan ve mirası mirasçılar
arasında bölüştürülmeden önce geriye bıraktığı maldan öden-melidir ve eğer
vergiler mirasçılar adına tahakkuk etmişse, onların mallarından ödenmelidir.
Soru 900: Acaba vakfın sahih olması için vakıf akdinin
okunması şart mıdır? Eğer şartsa, akdin Arapça olması şart mıdır?
Cevap: Vakfın sözle yapılması şart değildir; fiilî olarak
alıp vermekle de gerçekleşebilir; ayrıca sözle yapılan vakıfta akdin Arapça
olması şart değildir.
Soru 901: Birisi, meyve bahçesini, elli yıla kadar gelirinin
kendisine niyabeten kaza namazı kılması ve kaza orucu tutması için ücretli
(naip) tutulmasına harcanması, elli yıldan sonra da gelirinin Kadir gecelerinde
harcanması için vakfetmiş ve bu vakfı dört oğlunun yönetimine bırakmıştır.
Şimdi bu meyve bahçesi bozulmak üzere olduğu için ondan hiçbir şekilde yararlanmak
mümkün değildir; fakat satılırsa, parasıyla vakfeden kişiye niyabeten iki yüz
senelik kazâ namazı kılması ve bir o kadar da kazâ orucu tutması için naip
tutulabilir. Şimdi, vakfeden kişinin oğullarının dördünün de buna muvafakat
etmiş olduğu dikkate alınarak acaba bu bahçeyi satıp parasını bu yönde harcamak
caiz midir?
Cevap: Bu biçimdeki vakıfta, eğer vakfeden kişi meyve
bahçesini sırasıyla önce kendisine, daha sonra da başkasına vakfetmişse,
kendisine yaptığı vakıf geçersizdir; başkasına yaptığı vakıf ise, baş tarafı
kesik ve kopuk olduğu için sahih olması sakıncasız değildir. Ama bununla o
meyve bahçesinin elli senelik gelirini kendisi için istisna tutmak istemişse,
bu durumda vakfın sahih olmasının şer'an bir sakıncası yoktur. Bu vakfın sahih
olması durumunda, vakıf ve vasiyeti yerine getirme doğrultusunda harcamak için
gelirinin artması amacıyla, gelirinin bir bölümünü vakfı korumak ve onu elverişli
hale getirmek yönünde harcamayla da olsa bağı korumak mümkün oldukça veya bina
yapılması vs. için kiraya vererek gelirini vakıf ve vasiyet doğrultusunda
kullanmayla da olsa, yerden yararlanmak mümkün olduğu sürece onu satmak veya
değiştirmek caiz değildir; aksi durumda onu satıp parasıyla vakıf ve vasiyeti
yerine getirmek için iyi bir yer almanın sakıncası yoktur.
Soru 902: Allah'ın lütuf ve yardımıyla cami olması
niyetiyle köyde bir bina yaptım. Fakat köyde bir eğitim merkezi olmadığı, diğer
taraftan iki camisi bulunması dolayısıyla köyün şimdilik bu camiye ihtiyacı yoktur.
Şimdiye kadar vakıf akdi okunarak binanın cami olarak vakfedilme işlemi
yapılmadığı ve cami olarak orada iki rekât namaz kılınmadığı da göz önünde
bulundurulursa ve şer'î açıdan bir sakıncası yoksa, niyetimi değiştirerek bu
binayı Eğitim Müdürlüğü'nün yetkisine bırakmak istiyorum; meselenin hükmünü
açıklar mısınız?
Cevap: Vakıf akdi okumadan ve namaz kılmaları için
namaz kılanlara teslim etmeden, sırf cami olması niyetiyle bina inşa etmek,
vakfın gerçekleşmesi ve sahih olması için yeterli değildir; dolayısıyla bu bina
hâlâ sahibinin mülkiyetindedir ve sahibi onda istediği gibi tasarruf
edebileceğinden onu Eğitim Müdürlüğü'ne vermesinin sakıncası yoktur.
Soru 903: Hüseyniyeler için gerekli olan eşyaları satın
almak amacıyla yapılan bağışlar vakıf hükmünde midir, yoksa bu bağışlarla satın
alınan eşyalara vakıf akdini okumak mı gerekir?
Cevap: Sırf bağış toplamak
vakıf sayılmaz; fakat onlarla hüseyniyeler[41]
için gerekli olan eşyaların satın alınarak kullanılmak üzere hüseyniyelere
yerleştirilmesiyle fiilî vakıf gerçekleşmiş olur ve vakıf akdini okumaya gerek
kalmaz.
Soru 904: Vakfetmeye zorlanan bir kişinin yaptığı
vakıf sahih midir?
Cevap: Eğer insan vakfetmeye zorlanırsa, daha sonra
onu geçerli kılacak izni vermediği sürece vakıf sahih olmaz; sonradan vakfı
geçerli kılmasının da vakfın sahih olması için yeterli olup olmayacağı şüphelidir.
Soru 905: Zerdüştîlerden bir grup bir hastahane yaptırarak
onu hayır yolunda kullanılması için bin yıllığına vakfetmişlerdir. İmamiye
fıkhında vakfın kural ve şartları göz önünde bulundurulduğunda, şimdiki vakıf yöneticisinin,
vakıf belgesinde "Hastahanenin geliri giderinden fazla olursa, bu
fazlalıkla yatak satın alınarak hastahanenin mevcut yatakları artırılmalıdır."
diye kaydedilen şarta aykırı davranması caiz midir?
Cevap: Müslümanların yaptığı vakfın sahih olduğu
yerlerde kitap ehli olsun veya olmasın gayrimüslimlerin yaptığı vakıf da
sahihtir; dolayısıyla hayır yolunda kullanılması için hastaneyi bin yıl
vakfetmek, her ne kadar sonu kesik bir vakıfsa da, şer'an bu vakfın sahih olmasının
bir sakıncası yoktur. Netice itibariyle vakıf yöneticisinin, vakfedenin
şartlarına uyması farzdır ve bu konuda ihmalkârlık yapmaya ve şartların dışına
çıkmaya hakkı yoktur.
Soru 906: Vakfeden kişi veya hâkim tarafından atanan
vakıf mütevellisinin (yöneticisinin), vakıf işlerini yürütmesi karşılığında
kendisine ücret alması veya kendisinin yerine vakıf işlerini yürütmesi için
vekil olarak tuttuğu başka birine ücret vermesi caiz midir?
Cevap: Vakıf mütevellisi (yöneticisi), ister vakfeden
kişi tarafından atanmış olsun, ister hâkim tarafından, vakfeden kişi, ona vakıf
işlerini yürütmesi karşılığında bir ücret belirlememişse, vakfın gelirinden yaptığı
işin emsaline verilen ücreti alabilir.
Soru 907: Özel Hukuk Mahkemesi, vakıf mütevellisinin
işlerini denetlemesi için vakıf yöneticisinin yanına emin bir kişi tayin
etmiştir. Vakıf yöneticisinin kendisinden sonra vakfa yönetici tayin etme hakkı
öngörülmüşse, acaba bu durumda mahkeme tarafından atanan bu kişiye danışıp
onayını almadan yönetici tayin edebilir mi?
Cevap: Eğer vakfın şer'î mütevellisinin (yöneticisinin)
işlerini denetlemesi için mahkeme tarafından verilen emin atama kararı,
yöneticinin vakıf yönetimiyle ilgili bütün işlerini, hatta kendisinden sonra
vakfa yönetici tayin etmesini de kapsıyorsa, bu durumda kendisinden sonraki yöneticiyi tayin etmede denetleyici
emin kişiye danışmadan kendi başına hareket etme hakkı yoktur.
Soru 908: Bir camiye komşu ev ve arsa sahipleri camiyi
genişletmek için mülklerinin bir bölümünü camiye bağışlamışlar. Cuma imamı da
âlimlerle istişare ettikten sonra bu arazinin vakıf olduğuna dair müstakil bir
vakfiye düzenlenmesine karar vermiş, araziyi camiye bağışlayanlar da buna
muvafakat etmişlerdir; fakat camii ilk yaptıran kişi buna razı olmuyor ve
vakfın tamamının yöneticisi olmak için yeni arazinin vakfının da eski vakfın
vakfiyesine kaydedilmesini istiyor; acaba onun böyle bir şeye hakkı var mı ve
isteğini kabul etmek zorunlu mudur?
Cevap: Camiye yeni ilhak edilen araziyi vakfetmek, ona
vakfiye düzenlemek ve özel yönetici tayin etmek, yeni vakfedenlerin
yetkisindedir ve önceki yöneticinin buna engel olmaya hakkı yoktur.
Soru 909: Hüseyniye vakfı tamamlandıktan sonra yö-neticileri
bir iç tüzük yazar, ancak tüzüğün bazı maddeleri vakfın gerekleriyle çelişirse,
şer'an bu maddelere göre davranmak caiz midir?
Cevap: Vakıf yöneticilerinin, iç tüzükte vakfın ge-rekleriyle
çelişen bir kural koyma hakları yoktur ve şer-'an o kurala göre amel etmek caiz
değildir.
Soru 910: Vakıf için atanan yöneticiler birkaç kişi olursa,
yönetim işlerinde bazılarının diğerlerinin görüşünü almadan tek başına hareket
etmesi şer'an sahih midir? Eğer vakıf işlerini yürütmek konusunda yöneticiler
arasında görüş ayrılığı çıkarsa, her birinin kendi görüşüne göre davranması
caiz midir, yoksa bu konuda hepsinin şer'î hâkime mi müracaat etmesi gerekir?
Cevap: Vakfeden kişi, vakıf yönetimini mutlak olarak
onlara devretmişse ve onların bazılarının ve hatta çoğunluğunun müstakil
olduğunu gösteren bir belirti ve delil de yoksa, bu durumda vakıf işlerinin tümünün
ve hatta bir kısmının idaresinde onlardan hiçbiri ve hatta çoğunluğu müstakil
davranamaz; aksine vakıf işlerinin idaresinde aralarında istişare ederek ortak
bir karara varmalıdırlar. Aralarında ihtilâf çıktığı takdirde, onları ortak bir
görüş etrafında toplaması için şer'î hâkime mü-racaat etmeleri farzdır.
Soru 911: Vakıf yöneticilerinden bazılarının ötekileri
azletmesi şer'an sahih midir?
Cevap: Bu iş şer'an sahih değildir ve yönetici olarak
atanırken kendisine böyle bir yetki verilmeyen birinin, yönetimde olan başka
birini yönetimden almasıyla o kişi azledilmiş olmaz.
Soru 912: Eğer yöneticilerden bazıları diğer yöneticilerin
vakfa ihanet ettiğini iddia ederek yönetimden alınmalarında ısrar ederlerse, bu
konuda şer'an hüküm nedir?
Cevap: Vakfa ihanetle suçladıkları kişilerin durumunun
açıklığa kavuşması için şer'î hâkime müracaat etmeleri gerekir.
Soru 913: Eğer bir kimse, bir gayrimenkulü umumun
hayrına vakfederek yönetimini hayatta olduğu müddetçe kendisine, ölümünden
sonra da büyük oğluna bırakır ve vakfın yönetimi konusunda ona özel birtakım
yetkiler verirse, bu durumda Vakıflar ve Hayır İşler Müdürlüğü'nün yöneticinin
yetkilerinin tamamını veya bir kıs-mını ondan almaya hakkı var mıdır?
Cevap: Vakfeden kişi tarafından atanan yönetici vakfı
yönetme yetkilerini aşmadıkça, vakfeden kişinin vakıf akdinde belirttiği üzere,
vakıf işlerinin idare yetkisi ona aittir ve onun vakfeden kişinin vakıf akdinde
belirttiği yetkilerini değiştirmek şer'an sahih değildir.
Soru 914: Bir kimse camiye bir arsa vakfetmiş ve onun
yönetimini nesilden nesle kendi soyundan gelenlere, nesli bittikten sonra da o
camide beş vakit günlük namazları kıldıran imama bırakmıştır. Bu karar üzerine
yöneticinin nesli tükendikten sonra vakıf yönetimini camide bir süredir günlük
namazları kıldıran âlim üstlendi. Fakat şimdi o âlim kalp krizi geçirdiği için
orada cemaat namazı kıldırma gücüne sahip değildir. Bu nedenle şimdi Cemaat
İmamları Şurası bu camide imamlık yapması için başka bir âlim tayin etmiştir.
Bu durumda acaba önceki âlim vakfın yönetiminden alınmış olur mu, yoksa cemaat
namazı kıldırması için bir vekil veya temsilci tayin ederek vakfın yöneticiliğinde
kalma hakkı var mıdır?
Cevap:
Eğer o âlim, beş vakitlik günlük namazlarda o camide cemaat imamı olması
vasfıyla vakfın yönetimine getirilmişse, şimdi hastalanması sebebiyle veya
herhangi başka bir nedenle o camide namaz kıl-dıramıyorsa, vakfın yönetimi
kendiliğinden onun yetkisinden çıkar.
Soru 915: Bir şahıs, geliri Resulullah'ın (s.a.a) soyundan
gelen seyyitlere yardım edilmek ve yas merasimleri düzenlenmesi gibi bazı özel
hayır işlerde harcanmak üzere emlâkini vakfetmiştir. Şimdi vakfın gelirlerinden
sayılan kira fiyatlarının yüksek olmasına rağmen bazı kurumlar veya kişiler,
imkânlarının olmayışı veya başka kültürel, siyasî, içtimaî ve dinî sebeplerle o
vakfedilmiş mülkü çok düşük bir fiyata kiralamak is-tiyorlar. Bu durumda acaba
Vakıf Müdürlüğü'nün vakfı günlük fiyatından düşük bir fiyata kiraya vermesi
caiz midir?
Cevap: Vakfın şer'î yöneticisinin ve vakıf işlerini
yürüten sorumlunun, vakfı kiraya vermede ve kira miktarını belirlemede vakfın
çıkar ve maslahatını gözetmesi farzdır. Dolayısıyla kira miktarının
indirilmesi, kiracının özel durumu veya o mülk üzerinde yapılacak iş önemi
itibariyle vakfın çıkar ve maslahatına uygunsa, bu-nun sakıncası yoktur; aksi
durumda caiz değildir.
Soru 916: Rahmetli İmam Humeyni'nin görüşüne göre, caminin
yöneticisi olmaz. Acaba bu hüküm; vaaz, irşat ve ahkâm tebliği toplantıları
düzenlemek için camiye vakfedilen emlâki da içerir mi? Eğer içerirse, camilerden
birçoğunun vakfedilmiş emlâki ve bu emlâkin sürekli kanunî ve şer'î
yöneticileri bulunduğu ve Vakıflar Müdürlüğü'nün de onlara yönetici vasfıyla
baktığı dikkate alındığında, acaba vakfedilmiş bu emlâkin yöneticilerinin
yönetimi terk etmeleri ve onların idaresi görevini yerine getirmekten
kaçınmaları caiz midir? Oysa İmam Humeyni (r.a) bir soruya verdiği cevapta, yöneticinin vakıf yönetimini
bırakamayacağını, vakfeden kişinin belirlediği kurallara uygun davranması gerektiğini
ve bu konuda müsamaha etmesinin caiz olmadığını belirtiyor.
Cevap: Caminin yöneticisinin olamayacağı hükmü,
caminin kendisine ait olup camilerin çıkarları için vakfedilen vakıfları
kapsamaz; bu durumda ahkâm tebliği, vaaz, irşat vs. için camiye yapılan
vakıfları kapsamayacağı açıktır. Dolayısıyla ister özel vakıflara, ister genel
vakıflara, hatta caminin eşyaları, ışıklandırılması, suyu ve temizliği gibi
ihtiyaçları gidermek için vakfedilen mülke de yönetici tayin etmenin sakıncası
yoktur ve atanan yönetici bu vakıfların yönetimini bırakamaz, aksine bu iş için
bir kişiyi vekil tutmakla da olsa vakfeden kişinin vakıf akdinde belirlediği
hususlara uygun olarak vakıf işlerini idare etmesi gerekir ve hiç kimsenin ona
vakıf yönetiminde engel olma ve ona baskı yapma hakkı yoktur.
Soru 917: Vakfın şer'î yöneticisinin dışında başka birisinin
vakıf işlerine karışarak vakıf işlerine müdahale etmesi, vakıfta tasarruf
etmesi ve vakıf akdinde belirtilen şartları değiştirerek yöneticiyi güç durumda
bırakması caiz midir? Ve acaba bu şahsın vakfın yöneticisinden, vakfedilen
araziyi onun uygun görmediği birine vermesini istemesi caiz midir?
Cevap: Vakıf işlerini, vakfeden kişinin vakıf akdinde
belirttiği şartlara uygun olarak idare etmek, sadece vakfın özel şer'î
yöneticisine aittir. Vakfın vakfeden kişi tarafından atanan özel bir yöneticisi
olmaması durumunda ise, vakıf işlerinin idaresi Müslümanların hâkimine aittir
ve başkalarının bu işe müdahale etme hakkı yoktur; nitekim vakfın şer'î
yöneticisinin de vakfın yönünü ve vakıf akdinde belirtilen şartlarını değiştirmeye
hakkı yoktur.
Soru 918: Vakfeden kişi vakfı denetlemesi için birini
tayin eder ve onu Müslümanların veliyy-i emri dışında hiç kimsenin bu görevden
azledemeyeceğini şart koşarsa, acaba o kimse kendisini bu işten azledebilir mi?
Cevap: Vakıf denetleyicisinin denetleme görevini kabul
ettikten sonra kendisini bu görevden azletmesi caiz değildir; nitekim bu iş
vakıf yöneticisi için de caiz değildir.
Soru 919: Bir bölümü özel ve diğer bölümü de genel
olan bir vakıf var; vakfeden kişi, bu vakfın yönetimini şöyle belirtmiştir:
"Her birinin ölümünden sonra vakıf işlerini, birinci kuşağın ikinci kuşağa
öncelikli olması kaydıyla, nesilden nesle erkek evlâtların en büyüğü, en liyakatlisi
ve en yetkini üstlenecektir." Bu durumda eğer aynı kuşak içinde bu
şartlara sahip olan erkek evlât, vakfın yönetimini üstlenmekten kaçınarak kendisinden
daha liyakatli ve daha yetkin gördüğü küçük evlâdın yönetimine muvafakat
ederse, acaba küçük olan evlâdın, diğer şartlara da sahipse, bu vakfın
yönetimini üstlenmesi caiz midir?
Cevap: Yönetim şartlarına sahip olan kişi yönetimi kabul etmeyebilir; fakat kabul etmişse ihtiyat gereği
ken-disini azletmesi caiz değildir; ama, vakıf işlerinin idaresi için
güvenilir ve liyakatli birini vekil etmesinin sakıncası yoktur. Bunun gibi birinci
kuşaktan yönetim şartlarına sahip olan bir kişi bulunduğu ve vakıf yönetimini
kabul ettiği sürece, sonraki kuşaktan birinin vakıf işlerinin yönetimini
üstlenmesi caiz değildir.
Soru 920: Yönetim şartlarına sahip olmaları durumunda
yönetimi üstlenebilecek olan mevkufun aleyhlerden bazıları, şer'î hâkime
müracaat ederek kendilerini yönetime atamasını isterler; fakat yöneticilik
şartlarına sahip olmadıkları için hâkim onların bu isteklerini kabul etmez. Acaba
onların, yaş bakımından kendilerinden küçük olmasından dolayı şartlara sahip
olan kişinin yönetime tayin edilmesine karşı çıkmaları caiz midir?
Cevap: Yöneticilik şartlarına sahip olmayan birinin
yönetime geçme ve şartlara sahip olan kişinin bu göreve tayin edilmesine karşı
çıkma hakkı yoktur.
Soru 921: Vakıf işlerine atanan kişi, herhangi bir sebeple
vakfı idare etmede kusur ve ihmalkârlık gösterirse, onu yönetimden alarak
yerine başkasını tayin etmek caiz midir?
Cevap: Sırf vakıf işlerinin idaresinde kusur edip ihmalkâr
davranmak, yöneticiyi yönetimden alarak yerine başkasını tayin etmek için şer'î
bir ruhsat olamaz; bu durumda onu vakıf işlerini idare etmeye zorlaması için
şer'î hâkime müracaat etmek gerekir. Eğer onu zorlamak mümkün olmazsa, ondan,
vakıf işlerini idare etmesi için liyakatli birini kendisine vekil seçmesi
istenir veya hâkim onun yanına güvenilir bir kişi verir.
Soru 922: Ehlibeyt İmamlarının (selâm üzerlerine olsun)
evlâtlarının (imamzadelerin) çeşitli köy, kasaba ve şehirlerinde bulunan
türbeleri, özel vakıf olmadıkları gibi, asırlardan beri belli yöneticileri de
bulunmamaktadır. Bu türbelerin korunması, onarımı, tadilatı, halk tarafından
yapılan teberru ve nezirleri toplama gibi işleri üstlenme ve tasarrufta bulunma
yetkisi kime aittir? Ve acaba bir kimse, eskiden beri cenazelerin defnedildiği
bir mezarlık olan imam evlâtlarının türbe ve haremleri arazisinin mülkiyetinin
kendisine ait olduğunu iddia e-debilir mi?
Cevap: Özel bir yöneticisi olmayan mübarek türbelerin
ve genel vakıfların yönetiminden Müslümanların şer'î hâkimi ve emir sahibi
sorumludur ve bu yönetim şimdi veliyy-i fakihin Vakıflar ve Hayır İşler Kurumu'ndaki
temsilcisine verilmiştir. Eskiden beri Müslümanların cenazelerinin defnedilmesi
için kullanılan türbe ve harem avluları arazisi genel vakıf hükmündedir; ancak
hâkim nezdinde şer'î yolla aksinin ispatlanması müstesna.
Soru 923: Vakıftan yararlanan ve tümü Müslüman olan
kişilerin, Vakıflar Müdürlüğü'ne, Müslüman olmayan birini vakıf yöneticisi
olarak tayin edilmesi için tanıtmaları caiz midir?
Cevap: Müslümanlara ait bir vakfın, Müslüman olmayan
kimse tarafından yönetilmesi caiz değildir.
Soru 924: Vakfeden kişi tarafından vakıf yönetimine
atanan ve atanmayan kişiler kimlerdir? Vakfeden kişi vakfın yönetimine belli
bir kişiyi tayin eder ve kendisinden sonraki yöneticinin tayinini de ona
bırakırsa, acaba birinci yöneticinin kendisinden sonra vakıf yöneticisi olarak
tayin ettiği kişi de [vakfeden kişi tarafından] atanmış yönetici sayılır mı?
Cevap: Vakfeden kişi tarafından atanan yönetici,
vakfeden kişinin vakıf akdinde yönetici olarak tayin ettiği kişidir. Eğer
vakfeden kişi vakıf akdinde yönetici tayinini kendisi tarafından atanan
yöneticiye bırakmışsa, bu durumda onun kendisinden sonraki yöneticiyi tayin
etmesinin sakıncası yoktur ve onun vakıf yöneticisi olarak tayin ettiği kişi,
vakfeden kişi tarafından yönetime geçirilen kişi hükmündedir.
Soru 925: Vakıf yöneticisinin, vakıf yönetimini Vakıflar
ve Hayır İşler Müdürlüğü'ne devretmesi caiz midir?
Cevap: Vakıf yöneticisinin bunu yapması caiz değildir;
fakat vakıf işleriyle uğraşmaları için Vakıflar Müdürlüğü'nü veya başka bir
şahsı vakıf işlerinin takibi için vekil tayin etmesinin sakıncası yoktur.
Soru 926: Mahkeme, vakıf işlerinin idaresinde kusur
etmekle suçlanan vakıf yöneticisinin uygulamalarını gö-zetim ve denetim altında
tutması için güvenilir birini tayin eder ve vakıf yöneticisi kendisine
yöneltilen suçlamalardan aklandıktan sonra da ölür. Acaba bu durumda
denetleyici güvenilir kişinin, bu göreve mahkeme tarafından atanmasından birkaç
yıl önce vakfın asıl yöneticisinin aldığı karar ve uygulamaları onaylayıp geçerli
kılmak veya iptal ve feshetmek suretiyle müdahale etme ve görüş yürütme hakkı
var mıdır, yoksa sorumluluk
ve denetim hakkı, sadece denetleyici tayin olduğu andan yöneticinin ölümüne
kadar mıdır? Yöneticinin aklanmasından şimdiye kadar denetleyici kişinin denetiminden
alınmadığı dikkate alındığında, acaba yöneticinin kendisine yöneltilen
suçlamalardan aklanmasıyla denetleyici kişinin sorumluluk
ve yetkisi sona erer mi, yoksa denetleyicinin sorumluluk
ve yetkisinin son bulması için mahkeme tarafından görevinden alınması mı gerekir?
Cevap: Eğer şer'î yöneticinin yanına güvenilir bir
kişinin verilmesi, vakıf işlerinin idaresi konusunda ona yöneltilen
suçlamalardan dolayı ise, bu durumda sadece belirlenen konularla ilgili olarak
gözetim ve denetimde bulunabilir. Suçlanan yöneticinin aklanması ve ithamlardan
kurtulmasıyla denetleyicinin denetim konusundaki yetkisi sona erer. Ve yine
önceki yöneticinin ölümünden sonra vakıf yönetiminin başkasına geçmesiyle,
mezkur güvenilir kişi vakıf işlerine ve vakfın yeni yöneticisinin
uygulamalarına müdahale edemez.
Soru 927: Bir grup insan, bir ev satın alıp hüseyniye-ye
çevirmek amacıyla hayırsever insanlardan yardım toplarsa, acaba onların bu
amaçla para toplamaları, evi hüseyniye olarak vakfetme hakkına sahip olmaları
için yeterli midir, yoksa bu konuda bağış sahiplerinden vekâlet almaları mı gerekir? Vakıfta, vakfeden
kişinin, vak-fettiği şeyin sahibi veya sahibi hükmünde olması şart
olduğundan ve yardım toplayanların ise topladıkları bağışların sahibi
olmadıkları dikkate alınırsa, acaba vakfetme hakkına sahip olmaları için bağış
toplamaları, bağışların sahibi
hükmünde olmaları için yeterli midir?
Cevap: Eğer hayırsever kişiler tarafından evi satın
aldıktan sonra onu hüseyniye olarak vakfetmeye vekil iseler, bu durumda bağış
sahiplerine vekâleten vakıf akdini okumaları sahihtir.
Soru 928: Oluşumlarında insanın rolü bulunmayan ve
anayasada belirtildiği üzere enfalden sayılan tabiî meralar ve ormanlar
vakfedilebilirler mi?
Cevap: Vakfın sahih olması için vakfedilen şeyin
vakfeden kişinin şer'an özel mülkü olması şarttır. Dolayısıyla tabiî meralar ve
ormanlar enfal ve umumî mallardan olup hiç kimsenin özel mülkü olmadığından herhangi
bir kimsenin onları vakfetmesi doğru değildir.
Soru 929: Ziraî bir tarlanın müşa (ifraz edilmemiş)
hissesini satın alarak resmen oğlunun adına geçiren bir kimse, oğlu için satın
aldığı bu tarlayı vakfetmesi caiz midir?
Cevap: Mülkün sırf birinin adına kaydedilmesi, adına
geçirilen kişinin şer'î mülkiyetinin ölçüsü değildir; dolayısıyla eğer babası
tarlayı oğlu için satın alıp onun adına kaydettikten sonra onu oğluna hibe
etmişse ve hibe sahih bir şekilde teslim alınmışsa, artık onun maliki olmadığı
için onu vakfedemez. Fakat sadece tapusunu oğlunun adına geçirmişse ve tarla
kendisinin mülkiyetinde kalmışsa, bu durumda tarla şer'an onun mülkü olduğundan
onu vakfedebilir.
Soru 930: Eğer Petrol Şirketi ve Şehir Arsaları Kurumu
yetkilileri, ellerindeki bazı arsaları cami ve dinî ilimler medreseleri inşa
edilmesi için ayırır ve vakıf akdi okunmasından sonra teslim etme ve teslim
alma da tamamlanırsa, acaba bu arsalar vakfedilmiş sayılır mı ve bunlara vakıf
hükmü uygulanır mı?
Cevap: Bu arsalar eğer devletin umumî mallarından olup
belli bir yerde kullanılacakları belirlenmişse cami veya medrese olarak
vakfedilemezler; fakat devletin, Petrol Şirketi'nin ya da Şehir Arsaları
Kurumu'nun yetkisinde bulunan ve hiç kimsenin mülkü olmayan mevat[42]
arazilerdense, bu durumda, ilgili makamların izniyle onları cami veya ilmî
medrese vb. yaparak ihya etmenin sakıncası yoktur.
Soru 931: Belediye bazı emlâkini kamu yararına vakfedebilir
mi?
Cevap: Bu konu, belediyenin
kanunî yetkilerine ve o mülkün özelliklerine bağlıdır; dolayısıyla eğer belediyenin
sağlık ocağı, hastane ve cami gibi şehrin kamu yararına hizmetlere ayırması
kanunen caiz olan emlâkten olursa bunun sakıncası yoktur; fakat belediyeye ait
işlerde kullanılması için tahsis edilen emlâkten ise, bunları vakfetmeye hakkı
yoktur.
Soru 932: Şehir Arsa Kurumu'ndan aldıkları bir arsa
üzerinde cami inşa eden bir bölgenin halkı, sonra bu camiyi umumî olarak mı
yoksa özel olarak mı vakfetmeleri konusunda görüş ayrılığına düşerler; bazıları
onun özel vakıf olarak kaydedilmesi gerektiğini savunurken, diğer bazıları da
yapımında halkın tümünün iştirak ettiğini göz önünde bulundurarak onun umumî
vakıf olması gerektiğini ileri sürerler; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Cami, umumî vakıflardan olduğu için belli bir
cemaat veya taife adına vakfedilemez; fakat isim konulurken herhangi bir
münasebetle onu bir şahıs veya bir grupla ilişkilendirmenin sakıncası yoktur.
Ancak cami inşasına katkıda bulunan müminlerin bu konuda ihtilâf etmeleri uygun
değildir.
Soru 933: Sapık bir fırkanın reisi, emlâkini bu fırkaya
vakfetmiştir. Vakfın sahih olması için vakıf edilen amacın meşru olması şart
olduğundan ve bu sapık fırkanın hedef, inanç ve amellerinin saptırıcı, bozguncu
ve batıl olduğu dikkate alınırsa, acaba bu vakıf sahih midir ve bu mallardan bu
fırkanın yararına yararlanılması caiz midir?
Cevap: Eğer mülkün vakfedildiği amacın haram ve günaha
teşvik ve yardım örneklerinden olduğu ispatlanırsa, bu durumda böyle bir vakıf
batıldır ve bu mallardan şer'an haram olan yollarda yararlanmak sahih değildir.
Soru 934: Mahallelilerin kullanması için hüseyniye
inşa edilen mahalle ahalisinin ve yas merasimlerine katılanların, hüseyniyenin
vakfiyesinin maddelerini yorumlamak hususunda müdahale hakları var mıdır?
Cevap: Eğer ortada açık olmayan, özet ve genel bir
anlatım varsa, vakfın kayıt ve şartlarından maksadın ne olduğunu anlamak için
durum ve söylemle ilgili karinelere veya örfe baş vurmak gerekir; hiç kimse
vakfın şartlarını kendi görüşüne göre yorumlayamaz.
Soru 935: Dinî ilimler öğretmek ve öğrenmek için
vakfedilen bir yerde öğretim görmekte olan öğrenciler bulunmasına rağmen oranın
öğrencisi olmayan sıradan insanların ve yolcularla misafirlerin oranın imkânlarından
yararlanmaları caiz midir?
Cevap: Eğer o yer sırf dinî ilimler öğrencileri için
veya sadece orada dinî ilimler dersi vermek ve öğrenmek için vakfedilmişse,
başkalarının oradan yararlanması caiz değildir.
Soru 936: Vakfiyede şöyle bir cümle geçer: "Vakıf
akdinde, ahali arasından bir kurulun Eminler Kurulu (idare organı) olarak
seçilmesi şart koşulmuştur." Acaba bu cümle seçmenleri belirler mi? Ve eğer
bu cümle seçmenleri belirlemiyorsa, bu durumda Eminler Kurulu'nu kimlerin
seçmesi gerekir?
Cevap: Bu cümlenin zahiri, Eminler Kurulu seçimine
ahalinin genelinin katılması gerektiğini gösteriyor.
Soru 937: Eğer mevkufun aleyhler arasında yaşça en
büyük olan erkek çocuğun vakıf yöneticiliği için onların "en liyakatlisi
ve en yetkini" olması da şart koşulmuşsa, acaba kişinin liyakat ve
yetkinliğinin de ispatlanması gerekir mi, yoksa salâhiyet ve yetkinlikte esas,
yaşça en büyük olmak mıdır?
Cevap: Yöneticilik için koşulan bütün şartları haiz
olduğu kesin olarak bilinmelidir.
Soru 938: Bir şahıs emlâkini Muharrem ayı vs.de İmam
Hüseyin'e (a.s) yas merasimi düzenlenmesi için vakfetmiş, onun yönetimini
kendisinden sonra nesilden nesile evlâtlarına ve emlâkin gelirinin üçte birini
de yöneticiye tahsis etmiştir. Eğer bir zaman vakfeden kişinin birinci, ikinci
ve üçüncü tabakadan kız ve erkek çocukları olursa, acaba hepsi vakıf yönetimine
ortak olurlar mı ve böylece yönetici için tahsisi edilen geliri aralarında
bölüşmeleri mi gerekir? Eğer bu geliri aralarında bölüşmeleri gerekiyorsa,
acaba kızlarla erkekler arasında eşit olarak mı bölüşülür, yoksa fark mı gözetilir?
Cevap: Eğer miras tabakalarına göre sıranın gözetilmesinin
ve önceki neslin sonrakine önceliğinin istendiğine dair hiçbir karine ve
belirti yoksa, bu durumda her zamanda mevcut tabakaların tümü vakfı ortak ve eşit
olarak yönetirler ve yönetici için belirlenen gelir, kızlarla erkekler arasında
fark gözetilmeksizin eşit olarak paylaşılır.
Soru 939: Eğer vakfeden kişi, kendisinden sonra vakfın
yönetimini mutlak olarak âlimlere ve müçtehitlere bırakırsa, acaba bu durumda
müçtehit olmayan bir âlim yönetimi üstlenebilir mi?
Cevap: Vakfeden kişinin âlimlerden maksadının sadece
müçtehitler olduğu ispatlanmadıkça, içtihat derecesine ulaşmasa da bir din
âliminin vakfın yönetimini üstlenmesinin sakıncası yoktur.
Soru 940: Bir grup, vakıf özel yöneticisinden izin almaksızın,
merkez camii medresesiyle camiye bitişik olan hüseyniyenin mutfağı arasındaki
kütüphaneyi yıkıp camiye eklemişlerdir. Acaba onların yaptığı bu iş sahih
midir? Ve acaba orada namaz kılmak caiz midir?
Cevap: Kütüphane yerinin sadece kütüphane için
vakfedildiği ispatlanırsa, bu durumda hiç kimse onu değiştirip camiye
dönüştüremez; orada namaz kılmak da caiz değildir; kütüphaneyi yıkan kimseye
onu eski hâline getirmesi farzdır; fakat özel olarak kütüphane için
vakfedildiği ispatlanmazsa, orada namaz kılmanın sakıncası yoktur.
Soru 941: Bir yerin geçici bir süre için, örneğin on
yıllığına cami olarak vakfedilmesi ve bu müddet bittikten sonra tekrar vakfeden
kişinin veya onun mirasçılarının mülkiyetine geçmesi caiz midir?
Cevap: Bu iş geçici vakıf olarak sahih değildir ve
bununla cami olma unvanı da gerçekleşmez; fakat o mekânın belli bir zamana
kadar namaz kılanlar için tahsis edilmesinin sakıncası yoktur.
Soru 942: Bölge halkının cenazelerini defnetmeye yeterli
yeri olmayan mezarlığın yanında vakfedilmiş bir arsa bulunmaktadır. Mezarlık
için uygun bir konumda bulunan bu arsanın mezarlığa dönüştürülmesi caiz midir?
Cevap: Cenazelerin defnedilmesi dışında bir amaçla vakfedilmiş
olan bir yeri bedeli ödenmeksizin mezarlık yapmak caiz değildir; fakat kazanç
sağlamak için vakfedilmişse, bu durumda şer'î yöneticisi, oraya cenaze
defnedilmesini vakfın yararına ve maslahatına uygun görürse, bu iş için kiraya
verebilir.
Soru 943: Bazı vakıf
arsaları yol genişletme, yol açma, umumî parklar ve kamu binaları inşa etme
projeleri içerisinde yer almaları dolayısıyla, bazı resmî kuruluşlarca
vakıfların şer'î yöneticilerinden izin alınmaksızın ve vakfın ücreti ve kirası
ödenmeksizin müsadere edilmiştir. Acaba resmî dairelerin bu teşebbüsü caiz midir?
Yine bu vakıflarda tasarrufta bulunanların onun bedelini veya değerini
ödemeleri gerekir mi? Ve acaba tasarruf edenlerin tasarruf anından itibaren
tasarruflarının emsalinin ücretini mi ödemeleri gerekir? Acaba resmî
kuruluşlarca vakıfların değeri veya karşılığında başka bir şey verilirken şer'î
hâkimden izin almak gerekir mi, yoksa Vakıflar Müdürlüğü'nün veya vakıf yöneticisinin
vakfın bedeli veya değeri konusunda vakfın yarar ve çıkarlarını gözeterek
onlarla anlaşması yeterli midir?
Cevap: Herhangi bir kimsenin, vakıfların şer'î yöneticisinden
izin almadan onda tasarruf etmesi caiz değildir. Bunun gibi eğer kazanç
getirmesi amacıyla yapılan vakıf türünden ise, ancak vakıf yöneticisinden
kiralandıktan sonra onda tasarruf etmek caizdir. Yine vakfedildiği yönde
yararlanılması mümkün olan vakfı satmak veya başka bir şeye dönüştürmek caiz
değildir; bu esnada eğer birisi vakfı zayi ederse, onu karşılamakla yükümlüdür
ve eğer şer'î yöneticisinden kiralamadan vakıfta tasarruf eder ve ondan yararlanırsa,
bu durumda onun emsalinin ücretini ödemekle yükümlü olur ve vakıf yönünde
harcaması için emsalinin ücretini vakfın şer'î yöneticisine vermesi farzdır. Bu
konuda özel kişiler ve kamu kuruluşları arasında hiçbir fark yoktur. Vakıf
yöneticisinin, vakıfların çıkar ve menfaatini gözeterek hâkime müracaat
etmeksizin vakıflarda tasarruf eden veya onları zayi eden kişilerle ücret veya
vakıfların bedeli üzerinde anlaşması caizdir.
Soru 944: Vakfedilen bir arsanın sadece hayvanların
geçmesi için uygun olan bir yolu vardır. Şimdi etrafında evler yapılması
nedeniyle [insanların da geçmesini sağlayacak şekilde] yolu genişletmek gerekiyor.
Acaba bu yolu, yarısı şahsî emlâkten ve yarısı da vakfedilen yerden olmak üzere
eşit bir şekilde iki taraftan genişletmek
caiz midir? Eğer caiz değilse, acaba yolu genişletmek için vakfın
yöneticisinden yerin bu miktarını kiralamak caiz midir?
Cevap: Gerekli bir zaruret veya vakıftan yararlanabilmek
için vakfın kendisinin yola ihtiyacı olması dışın-da, vakfı geçit ve yola
dönüştürmek caiz değildir; ancak kazanç sağlamaya yönelik vakıf arsasını vakfın
çıkarlarını gözeterek yol genişletmek için kiralamanın sakıncası yoktur.
Soru 945: Yirmi yıl önce bir arsa, cenazelerini defnetmeleri
için bir bölge ahalisine vakfedilmiştir. Vakfeden kişi, vakfın yöneticiliğini
kendisine ve kendisinden sonra da vakfiyede adını kaydettiği o şehirdeki âlimlerden
birine bırakmış ve bu âlimin ölümünden sonra da yöneticinin nasıl seçileceğini
belirlemiştir. Acaba vakfın şimdiki yöneticisinin, vakfı veya vakfın bazı
şartlarını değiştirmeye ya da ona başka şartlar eklemeye hakkı var mıdır? Eğer
bu değişiklik, örneğin arsanın araba parkına tahsis edilmesi gibi vakfedildiği
amacı değiştirirse, acaba bu durumda vakfın mevzusu hâlâ geçerli sayılır mı?
Cevap: Vakfın teslim alınmasıyla şer'an gerçekleşip
geçerli olmasından sonra vakfeden kişinin veya yöneticisinin vakfı değiştirmesi
ve başka bir şeye dönüştürmesi ve yine vakfın bazı şartlarını değiştirmesi ve
ona yeni şartlar eklemesi caiz değildir; vakfın önceki durumundan
değiştirilmesiyle de o şey vakıf olmaktan çıkmaz.
Soru 946: Bir kimse dükkanını camiye bağlı bir karz-ı
hasen[43]
fonu kurulması için vakfetmiştir. Bu adamın ölümünden sonra yıllardan beri
kapalı olan bu dükkan şimdi yıkılmaya yüz tutmuştur; acaba bu dükkandan başka
amaçlar için yararlanmak caiz midir?
Cevap: Eğer karz-ı hasen fonu kurulması için dükkanın
vakfı tamamlanmış ve şimdilik o cami için karz-ı hasan fonu kurmaya gerek
duyulmuyorsa, bu durumda başka camilere ait karz-ı hasen sandıklarının bu mekândan
yararlanmalarının sakıncası yoktur.
Soru 947: Bir kimse bir tarlayı su hissesiyle birlikte
belli bir camide muharrem veya safer aylarının gecelerinin birinde İmam Hüseyin
(a.s) ve İmam Ali'nin (a.s) şehadet gecesinde mersiye okunması (gelirini bu
ağıt merasimlerinde harcamak) için vakfeder. Daha sonra mirasçılarından birine
bu yeri, üzerinde hastane yapılması için Sağlık Bakanlığı'na vermesini vasiyet eder;
bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Bir vakfı, menfaat vakfından (kazanç sağlamak
için yapılan vakıf) intifa vakfına (bir işte yararlanmak için yapılan vakıf)
dönüştürmek caiz değildir; fakat vakfın maslahatına uygun olması şartıyla
gelirini vakıf doğrultusunda harcamak gayesiyle o yer üzerinde hastahane
yapılması için kiraya verilmesinin sakıncası yoktur.
Soru 948: Vakfedilen araziler üzerinde musalla[44]
veya hüseyniye inşa edilmesi caiz midir?
Cevap: Vakfedilen araziler,
cami veya hüseyniye vs. olarak yeniden vakfedilemez ve hiç kimsenin bu yerleri
musalla veya halkın ihtiyaç duyduğu umumî bir kurum inşa edilmesi için karşılık
almaksızın bırakması câiz değildir. Fakat bu arazi üzerinde musalla, okul veya
hüseyniye yapılması için şer'î yöneticisi tarafından kiraya verilmesinin
sakıncası yoktur; mezkur arazilerin kira gelirini ise, vakfiyede belirlenmiş
amaçlar için kullanmak gerekir.
Soru 949: Umumî (genel) vakıf ve hususî (özel) vakıf
ne anlama gelir? Bazıları hususî vakfı, vakfeden kişinin maksadının aksine
değiştirmenin ve onu özel mülke dö-nüştürmenin caiz olduğunu ileri sürerler;
acaba bu sahih midir?
Cevap: Vakıfta umumîyet (genellik) ve hususiyet
(özellik) mevkufun aleyhlere, yani vakfedilen kimselere göredir. Dolayısıyla
hususî vakıf belli bir kişi veya kişilere yönelik vakıftır; kendi evlâtlarına
veya örneğin, "Ahmet'le soyundan gelenlere…" yapılan vakıf gibi.
Umumî vakıf ise camiler, dinlenme yerleri, medreseler vb. umumî maslahat ve
amaçlara yönelik vakıftır. Üçüncü bir vakıf türü de fakirlere, yetimlere,
hastalara ve yolda kalanlara vb. genel sınıflara yönelik vakıflardır. Bu üç
vakıf türünün vakıf olmaları açısından aralarında fark yoktur; ama hüküm ve
sonuçları bakımından farklıdırlar. Örneğin, umumî maslahat ve amaçlara yönelik
vakıfta ve yine genel sınıflara yönelik vakıfta vakfın bir kimse tarafından
kabul edilmesi ve vakıf akdi okunurken mevkufun aleyhlerden birisinin varlığı
şart değildir; hâlbuki hususî vakıfta bunlar şarttır. Nitekim camiler, okullar,
mezarlıklar ve köprüler gibi umumî amaç ve maslahatlara yönelik vakıflar intifa
(yararlanma) şeklinde yapılan vakıflar olup, hiçbir durumda ve hatta yıkılıp
tahrip olsalar bile satılmaları caiz değildir. Ancak hususî vakıf ve genel
sınıflara yönelik vakıf, menfaat, yani kazanç sağlamak için yapılan vakıflar
olup, bunların bazı istisnaî durumlarda satılması ve değiştirilmesi caizdir.
Soru 950: Camiye vakfedilmiş 1884 yılına ait el yazması
bir Kur'ân nüshası bakımsızlıktan yıpranıp yok olmak üzeredir; acaba bu kutsal ve
değerli eseri ciltlemek ve korumak için şer'î izne gerek var mıdır?
Cevap: Kur'ân-ı Kerim'i ciltlemek, cilt ve yapraklarını
ıslâh ederek aynı camide saklamak için şer'î hâkimden özel izin almaya gerek
yoktur.
Soru 951: Vakfı gasp etmek ve vakıfta vakıf amacı dışında
tasarruf etmek onun emsalinin ücretini karşılamayı gerektirir mi? Yine vakıf
binasının yıkılması veya vakıf arsasının caddeye dönüştürülmesi gibi vakfı yok
etmeye yönelik davranışlar, onun benzerini veya değerini karşılamayı gerektirir
mi?
Cevap: Bir insanın evlâtlarına yaptığı vakıf gibi hususi
vakıfta ve yine kazanç elde etmek için yapılan umumî vakıfta, vakfı gasp etmek
ve onda vakıf amacı dışında tasarruf etmek veya birincisinde mevkufun aleyhlerin
ve ikincisinde ise şer'î yöneticisinin izni olmaksızın gasp veya tasarruf
etmek, vakfedilen şeyin kendisini ve menfaatini karşılama yükümlülüğünü
gerektirir. Dolayısıyla kullanılan ve
kullanılmayan menfaatlerinin kar-şılığını ve yine eğer bizzat kendisi
mevcutsa, vakfedilen şeyin kendisini ve eğer kişinin elinde veya fiiliyle zayi
olmuşsa, vakfedilen şeyin karşılığını vermesi farzdır ve menfaatlerinin
karşılığının vakıf amacında ve vakfedilen şeyin karşılığının ise zayi edilen
vakfın benzerini almada harcanması gerekir. Camiler, okullar, misafirhaneler,
köprüler ve mezarlıklar gibi mevkufun aleyhlerin faydalanması için umumî
amaçlara veya genel sınıflara yönelik yaralanma amaçlı umumî vakıflarda ise,
eğer birisi bunları gasp ederek bunlardan amaçlanan menfaatlerin dışında
yararlanırsa, medrese, misafirhane ve hamam gibi şeylerde tasarruflarının
emsalinin ücretini vermelidir; fakat cami, mezarlık, türbe ve köprü gibi
şeylerde emsalinin ücretini vermesi gerekmez. Eğer bu gibi vakıfların kendisini
yok ederse, onların benzerini veya değerini vermek suretiyle karşılığını
vermesi ve onun da yok edilen vakfın benzerinin temin edilmesinde harcanması
zorunludur.
Soru 952: Bir kimse mülkünü bir köyde İmam Hüseyin'e
(a.s) yas merasimleri düzenlenmesi için vakfetmiştir. Fakat vakıf yöneticisi
şimdi vakfiyede kaydedilen köyde yas merasimi düzenleyebilmek durumda değildir;
acaba vakıf yöneticisinin kendi oturduğu şehirde yas meclisi düzenlemesi caiz
midir?
Cevap: Eğer vakıf, sadece o köyde yas merasimi dü-zenlenmesi
için yapılmışsa, bu durumda orada bir kişiyi vekil tutmakla da olsa o köyde
vakfı yerine getirmek mümkün olduğu sürece onu başka bir yere aktaramaz; aksine
o köyde yas merasimleri düzenlemesi için kendi yerine birini görevlendirmesi
farzdır.
Soru 953: Cami komşularının, elektrik parasını fazlasıyla
cami yetkililerine ödemek şartıyla caminin elektriğinden inşa hâlindeki kendilerine
ait bina demirlerini kaynak yapmak için yararlanmaları caiz midir? Aynı şekilde
cami yetkililerinin cami elektriğinden yararlanılmasına izin vermeleri caiz
midir?
Cevap: Cami elektriğinden şahsî işler için yararlanılması
ve cami yetkililerinin de böyle bir izin vermeleri caiz değildir.
Soru 954: Uzun yıllardan beri halkın genelinin yararlandığı
vakfedilmiş su kaynağından acaba çeşitli yerlere veya özel evlere boru çekmek
caiz midir?
Cevap: Bu su kaynağından boru çekilmesi vakfı
değiştirmez veya bu iş vakfın amacını aşmaz ve öteki mevkufun aleyhlerin o
kaynağın suyundan yararlanmalarına engel olmazsa, sakıncası yoktur; aksi durumda
caiz değildir.
Soru 955: Bir tarla dinî ilimler öğrencilerinin yararlanması
ve mersiye merasimi tertiplemek için vakfedilmiştir. Bu tarla köyün ana yolu
kenarında yer almıştır. Şimdi köy halkı bu tarlanın öte yanında oranın bir kısmını
içine alacak başka bir yol daha açmak istiyor; bu yolun açılmasının arsanın
değerini artıracağı farz edilirse, bu iş caiz midir?
Cevap: Vakfedilmiş tarla üzerinde tasarrufta bulun-mak
veya onu yola dönüştürmek için, sırf değerinin art-ması şer'î bir ruhsat
oluşturmaz.
Soru 956: Birisi caminin yakınındaki bir evini caminin
cemaat imamının oturması için vakfetmiştir. Fakat cami imamının ailesinin
kalabalık olduğundan, gelip gidenlerin çokluğundan ve başka sebeplerden dolayı
bu ev cami imamının kalması için uygun değildir. Diğer taraftan cami imamının
kendisine ait evinin tamire ihtiyacı olup yaptırmak için borçlanmıştır. Acaba
imamın vakfedilmiş evi kiraya vererek gelirini oturduğu evin borçlarını ödemek
için veya onu tamir etmek için harcaması caiz midir?
Cevap: Eğer ev, mevkufun aleyhlerin sadece kendisinden
yararlanması (intifa vakfı) şeklinde cami imamının oturması için vakfedilmişse,
bu durumda gelirini oturduğu evin borçlarını ödemek ve onun tamirinde kullanmak
için de olsa şer'an onu kiraya veremez. Vakfedilmiş ev, küçüklüğünden dolayı
eğer ailesinin oturması, misafirlerin ve gelip gidenlerin ağırlanması için yeterli
değilse, günün bazı saatlerinde müracaat edenleri ağırlamak için orayı kullanılabilir
veya oturması için başka bir caminin cemaat imamına verebilir.
Soru 957: Kafilelerin dinlenmesi amacıyla kiraya verilen
bir kervansarayın binası vakıftır ve kervansarayın karşısındaki caminin imamı da
bu vakfın şimdiki yöneticisidir. Mesele ayrıntılarıyla dakik bir şekilde müçtehitlere
anlatılmadığı için bu bina yıkılarak yerine hüseyniye inşa edilmiştir; acaba bu
yerin geliri, değişiklik öncesindeki gibi devam eder mi?
Cevap: Menfaat vakfı (gelirinden yararlanılan vakıf)
olan kervansarayı intifa' vakfı (kendisinden yararlanılan vakıf) olan hüseyiniyeye dönüştürmek caiz değildir.
Ker-vansaray binasının kafilelere ve yolculara kiraya verilerek
gelirinin vakfeden kişinin istediği yönde harcanması için eski hâline
dönüştürülmesi farzdır. Fakat vakfın şer'î yöneticisi, vakfın dinî şiar ve
ilkelerin yüceltilmesi doğrultusunda kullanılması amacıyla kiraya verilmesini
ve gelirinin de vakıf yönünde harcanmasını vakfın kısa ve uzun süreli maslahatı
için uygun görürse, onun bu işi yapması caizdir.
Soru 958: Cami avlusu arsası üzerinde inşa edilmiş
cami dükkanının hava parasını satmak caiz midir?
Cevap: Cami avlusu üzerinde inşa edilmiş dükkan şer'an
caiz olan bir şekilde yapılmışsa, bu iş, vakfın şer'î yöneticisinin vakfın
çıkar ve maslahatını gözeterek izin vermesi durumunda mubahtır. Aksi durumda
dükkanın yıkılarak yerini daha önce olduğu gibi cami avlusuna katmak farzdır.
Soru 959: Bazı kamu
ve özel kuruluşlar, barajlar, elektrik santralleri ve umumî parklar yapmak gibi
teknik işler ve projeler nedeniyle bazen vakfedilmiş arazileri kullanmak
zorunda kalıyorlar; acaba bu projeleri uygulayanın şer'an vakfın ücretini veya
karşılığını vermesi gerekir mi?
Cevap: Özel vakıflarda, vakfı kiralamak veya satın
almak için mevkufun aleyhlere müracaat etmek gerekir. Fakat gelirinin vakıf
yönünde harcanması için umumî sınıflara yönelik menfaat vakıflarında ise,
tasarruf yapmak için onları vakfın şer'î yöneticisinden kiralayıp, va-kıf
yönünde harcaması için kira ücretini yöneticiye öde-mek gerekir. Bu tür
vakıflarda yapılan tasarruflar vakfın aynını yok etmek hükmünde olursa, kaybı
karşılama zorunluluğuna sebep olur ve tasarruf eden kişinin, gelirinin vakıf
yönünde harcanması amacıyla başka bir mülk satın alıp birinci vakfın yerine
vakfetmesi için vakıf bedelini vakfın yöneticisine vermesi bir zorunluluktur.
Soru 960: Bir kimse, birkaç yıl önce inşaat hâlindeki
bir dükkanı kiralar ve o zaman hava parasını ödeyerek sahibinin izniyle
dükkanın kendi kira ücretiyle yapımını tamamlar ve kira süresi içerisinde resmî
senetle binanın yarısını sahibinden satın alır; şimdi ise mezkur binanın vakıf
olduğu iddia ediliyor ve vakıf yöneticisi hava parasının yeniden ödenmesi
gerektiğini ileri sürüyor, bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Eğer bina arsasının vakıf olduğu ispatlanır
veya kiracının kendisi bunu itiraf ederse, bu durumda kiracının vakfedilmiş
binanın arsasıyla ilgili olarak mül-kiyet iddiasında bulunan kişiden aldığı izin
ve hakların hiçbir itibarı yoktur; bu binada tasarruflarının devam etmesi için
vakfın şer'î yöneticisiyle yeni bir sözleşme yapması gerekir ve kendi parasını
malikiyet iddiasında bulunan kişiden geri alabilir.
Soru 961: Bir yerin vakıf olduğu bilinir, fakat hangi
amaca yönelik olduğu bilinmezse, o arazide oturanların ve ziraat yapanların ne
yapması gerekiyor?
Cevap:
Eğer vakfedilen yerin özel bir yöneticisi varsa, onda tasarruf edenlerin
yöneticiye müracaat ederek araziyi ondan kiralamaları gerekir. Fakat özel bir
yöneticisi yoksa, bu durumda onun yöneticisi şer'î hâkimdir; dolayısıyla orada
tasarruf edenlerin şer'î hâkime müracaat etmeleri gerekir. Birkaç konuda harcanma
ihtimali olan vakıf gelirinin hangisinde harcama yapılacağına gelince; eğer bu
ihtimaller seyitler, fakirler, ulema ve belli bir şehrin halkı gibi
birbirleriyle çelişmeyen ihtimallerse, bu durumda, gelirleri harcanması
gerektiğine kesin inanılan kişilere harcanmalıdır. Ama ihtimaller birbirleriyle
çelişirse, bu durumda eğer belli şeyler arasında sınırlıysa, harcanması gereken
yeri kur'a çekimiyle belirlemek gerekir ve eğer ihtimal sınırlı olmayan şeyler
arasında olursa, duruma bakılır: Eğer unvan ve kişiler sınırlı olmazlarsa,
örneğin herhangi bir soydan gelenlere vakfedildiği bilinir, fakat onların
sınırlı olmayan kişilerden hangisinin soyu olduğu bilinmezse, böyle bir durumda
vakfın gelirleri meçhul'ul-malik (sahibi bilinmeyen) hükmünde olup onları
fakirlere sadaka vermek gerekir. Ama ihtimaller sınırlı olmayan
amaçlara yönelikse, örneğin camiye mi,
türbeye mi, köprüye mi, yoksa ziyaretçilere yardım için mi vakfedildiğinden
şüphe edilirse, böyle bir durumda gelirlerin ihtimallerden dışarı çıkmaması
şartıyla hayır işlerde harcanması gerekir.
Soru 962: Uzun zamandan beridir ahali tarafından mezarlık
olarak kullanılan ve içinde bir imamzâdenin de defnedilmiş olduğu bir arazi
var. Otuz yıl önce cenazelerin yıkanması için orada bir yer yapıldı; fakat bu arazinin,
cenazelerin defnedilmesi için mi, yoksa orada defnedilmiş olan imamzâdenin
türbesi için mi vakfedildiği bilinmiyor. Ve yine orada cenaze yıkanması için
yapılan binanın meşru olup olmadığını da bilmiyoruz. Dolayısıyla, ahalinin
cenazelerini bu binada yıkamaları caiz olur mu?
Cevap: Vakıf amacına ters düştüğü bilinmedikçe,
önceden olduğu gibi ahalinin cenazelerini o binada yıkamaları ve yine türbenin
avlusuna ait olan o arazide cenazelerini defnetmeleri caizdir.
Soru 963: Bölgemizde, halkın, ekip biçtiği ve ağaçlandırdığı
bazı arazilerin halk arasında bölgedeki imam-zadelerden birinin türbesine
vakfedildiği ve vakıf yöneticisinin de orada oturan seyitler olduğu yönünde yaygın
bir söylenti var. Fakat bu arazinin vakıf olduğuna dair hiçbir senet yoktur.
Sadece bu arazinin vakıf olduğunu gösteren bir senet olduğu, ancak daha sonra
bir yangında yok olduğu denilmektedir. Hatta önceki yönetim (Şah) döneminde
halkın bu arazinin bölüştürülmesine engel olmak için vakıf olduğuna tanıklık
ettiği bile söylenmektedir. Bazıları da seyitleri seven bölge valilerinden
birinin kendi döneminde arazileri, vergiden muaf tutulmak için seyyitlere
vakfettiğini dile getirmekteler; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Vakfın ispatlanması için yazılı bir belgenin
olması şart değildir. Vakfın ispatlanması için, onu elinde bulundurup tasarruf
edenlerin veya onların ölümünden sonra mirasçılarının onun vakıf olduğunu
itiraf etmeleri veya daha önce o mülke vakıf muamelesi yapıldığının anlaşılması
veya iki adil kişinin onun vakıf olduğuna şahadet etmesi ya da güven verecek
şekilde vakıf oluşunun meşhur olması
yeterlidir. Dolayısıyla bu delillerden biriyle vakıf olduğu ispatlanırsa, onun
vakıf olduğuna hükmedilir; aksi durumda onu elinde bulundurarak onda tasarruf
edenin mülkü olduğuna hükmedilir.
Soru 964: Bir mülkün vakıf olduğuna dair beş yüz sene
öncesine ait bir vakfiye bulundu; şimdi bu mülkün vakıf olduğuna hükmedilebilir
mi?
Cevap: Sırf vakıf belgesinin
varlığı, içeriğinin doğruluğu güven vermediği sürece vakıf için şer'î bir delil
olamaz; fakat o mülkün vakıf olduğu ilim veya güvence verecek şekilde halk ve
özellikle yaşlılar arasında yaygın olursa veya onu elinde bulunduran kişi bunu
ikrar ederse veya daha önce ona vakıf muamelesi yapıldığı anlaşılırsa, bu
durumda onun vakıf olduğuna hükmedilir; her hâlükârda zamanın geçmesi vakfedilen
mülkün vakıf olmaktan çıkmasına neden olmaz.
Soru 965: Babamdan bir su kanalının üç hissesini miras
aldım ve babamın satın almış olduğu bu hissenin gerçekte 15 hissesi vakıf olan
100 hisseden üçü olduğunu yeni öğrendim. Fakat bu üç hissenin vakıftan mı, yoksa
satıcının kendi malından mı olduğu belli değil; bu konuda ne yapmam gerekiyor?
Acaba babamın yaptığı bu muamele batıl mıdır ve ben hâlâ hayatta olan birinci
satıcıdan parayı geri alabilir miyim?
Cevap: Eğer satıcı satış anında ortak sudan sattığı
miktara şer'an malik idiyse ve kendisinin sahip olduğu hisseyi mi, yoksa
vakıfla ortak olduğu malı mı sattığı bilinmezse, bu durumda muamelenin
sıhhatine, müşterinin mala sahip olduğuna ve mirasın mirasçılarına intikalinin
doğruluğuna hükmedilir.
Soru 966: Ulemadan birisi tarla ve bağ gibi mal varlığından
bir bölümünü özel vakıfla vakfetmiş, bu doğrultuda bir belge düzenleyerek
vakfın bütün şartlarını yerine getirdiğini, şer'î vakıf akdini de okuduğunu
bildirmiş ve bu vakfiyeyi ilim ehlinden on kişi de imzalamıştır; acaba elde
bulunan bu vakfiyeyle bu malların vakfedildiğine hükmedilir mi?
Cevap: Onun vakıf akdini okumasıyla birlikte vakfedilen
malı mevkufun aleyhlere veya vakfın şer'î yöneticisine teslim ettiği ve
aktardığı da ispatlanırsa, bu vakfın sıhhat ve gerekliliğine hükmedilir.
Soru 967: Sağlık Müdürlüğü'ne, üzerinde sağlık ocağı
veya hastane yapılması için bir arsa hediye edilmiştir. Fakat Sağlık Müdürlüğü'ndeki
yetkililer şimdiye kadar orada sağlık ocağı veya hastane yapma teşebbüsünde
bulunmamışlardır; acaba vakfeden kişinin arsayı geri alması caiz midir? Vakfın
gerçekleşmesi için arsayı Sağlık Müdürlüğü yetkililerine teslim etmek yeterli
midir, yoksa orada bina yapmaları da şart mıdır?
Cevap: Arsa sahibi vakıf işlemlerini şer'î bir şekilde
tamamladıktan sonra eğer onu vakfın şer'î yöneticilerine aktarmak anlamında
Sağlık Müdürlüğü yetkililerine teslim etmişse, bu durumda bundan vazgeçmesi ve
geri istemesi caiz değildir. Fakat bunlardan biri gerçekleşmemişse, bu durumda
arsayı onlardan geri alabilir.
Soru 968: Bir kimse cami inşa edilmesi için arsasını
bölgenin din âlimi ve iki adil şahit huzurunda vakfetmiştir. Bir süre sonra
bazı kişiler o arsayı ele geçirerek üzerinde kendilerine ev yapmışlardır. Bu
durumda onların ve yöneticinin yükümlülüğü nedir?
Cevap: Vakıf akdi okunduktan sonra vakfeden kişinin
izniyle arsanın teslim işlemi gerçekleşmişse, orada vakfın bütün hükümleri
uygulanır ve başkalarının o arsa üzerinde kendileri için ev yapmaları gasp hükmündedir;
yapılan binaları yıkmaları, arsayı boşaltmaları ve onu şer'î yöneticisine
teslim etmeleri farzdır; aksi durumda (vakıf işlemi şer'an gerçekleşmemişse)
arsa şer'î sahibinin mülkiyetinde kalır ve başkalarının onda tasarruf etmesi
sahibinin iznine bağlıdır.
Soru 969: Bir kimse seksen sene önce bir arsa satın
almış, ölümünden sonra ise mirasçıları o arsa üzerinde birkaç muamele yapmış ve
birinci müşteriden satın alanlar öldükten sonra bu yer onların mirasçılarına geçmiştir.
Son kuşak da onu kırk yıl önce resmen kendi adlarına geçirmiş ve resmî tapu
belgesi aldıktan sonra arsa üzerinde kendileri için evler yapmışlardır. Şimdi
bir kişi bu arsanın, ilk sahibinin çocuklarına vakfedildiğini ve onların bu
arsayı satmaya hakları olmadığını iddia ediyor; oysa geçen seksen sene boyunca
hiç kimse böyle bir iddiada bulunmamış, bu arsanın vakıf olduğuna dair yazılı
bir belge görülmemiş ve hiç kimse buna tanıklık etmemiştir; bu durumda arsanın
şimdiki sahiplerinin ne yapması gerekir?
Cevap:
O arsanın vakıf olduğu ve satılmasının caiz olmadığı iddiasında bulunan kişi bu
iddiasını muteber bir yolla ispatlamadıkça, bu arsa üzerinde yapılan muamelelerin
sıhhatine ve o arsanın, şimdi elinde bulunduran ve onda tasarruf edenlerin
mülkü olduğuna hükmedilir.
Soru 970: Vakfedilmiş bir arazide üç su kuyusu bulunmaktadır.
Birkaç yıldan beri süren kuraklık nedeniyle belediye vakfın şer'î
yöneticisinden bu çeşmelerden ikisini ahalinin içme suyunu temin etmek için
kiralamıştır. Bölgedeki talebelere ve vakfedenin evlâtlarına vakfedilen üçüncü
çeşmenin suyu ise çekilip kurmuş ve onun suyuyla sulanan araziler kıraça dönüşmüştür.
Şim-di Şehir Arazi Dairesi bu yerlerin kıraç yerler olduğunu iddia ediyor;
acaba bu yerler birkaç yıl ekilmediği için kıraç yerlerden mi sayılır?
Cevap: Vakfedilen arazi birkaç yıl ekilmese bile, ekilmediği
için vakıf olmaktan çıkmaz.
Soru 971: İmam Rıza'nın (a.s) mukaddes türbesine
vakfedilen bazı arazilerin alanı içerisinde mera ve orman da bulunmaktadır.
Bazı yetkili kuruluşlar, mera ve ormanlarla ilgili kanunlara dayanarak bu mera
ve ormanlara enfal hükmünü uygulamışlardır. Acaba vakfedilen emlâkin alanındaki
bu mera ve ormanlara vakıf alanındaki diğer araziler gibi vakıf hükümleri
uygulanır mı ve onlara vakıf muamelesi yapılması farz mıdır?
Cevap: Vakfedilmiş arazinin etrafındaki orman ve meralar
eğer vakıf alanından sayılıyorsa, bu durumda vakıf hükmünde olup vakfa
tâbidirler, onlara enfal ve umumî mallar hükmü uygulanmaz. Vakıf alanının ve
miktarının teşhisinde ise, bölgenin örfüne ve bu konuda uzman kişilerin
görüşüne başvurulması gerekir.
Soru 972: Birkaç arsa kırk yıl önce yetimlerin korunması
ve idaresi için vakfedilmiş ve o zamandan beri aynı amaçla vakıf devam etmiştir;
Vakıflar Müdürlüğü tarafından onaylanmış belli bir yöneticisi de bulunmaktadır.
Fakat son zamanlarda bu arazinin üç yüz seneden beri vakıf olduğunu gösteren ve
orijinal eski belge üzerinden istinsah edildiği iddia edilen âdî bir belge ortaya
çıkmış. Daha eski olduğu iddia edilen vakıf belgesinin orijinalinin mevcut
olmadığı, mevcut âdî nüshanın ise noksan olduğu, onda yöneticinin tayin edilmediği
ve geçmişte oraya vakıf muamelesi yapıldığına dair bir belirti bulunmadığı ve
özellikle de onu elinde bulunduran ve onda tasarruf edenlerin bunu inkâr ettikleri
ve daha önce vakıf olduğunun meşhur olmadığı göz önünde bulundurulduğunda,
acaba böyle bir belge yetimhane yapılması doğrultusundaki yeni vakfın gereğini
yerine getirmeye engel olabilir mi?
Cevap: İster aslı olsun, ister aslından kopya edilmiş
olsun sadece bir vakıf belgesinin varlığı vakıf için şer'î bir delil
oluşturmaz. Dolayısıyla önceki vakıf muteber bir delille ispatlanmadığı sürece
şimdi uygulanmakta olan yeni vakfın sıhhatine, geçerliliğine ve ona uymanın
caizliğine hükmedilir.
Soru 973: Bir kişinin Seyyid'uş-Şüheda (İmam Hüseyin
-a.s-) adına hüseyniye yapılması için vakfettiği kö-yün umumî yola
dönüştürülmüş hüseyniye arsasından şimdi sadece
Cevap:
Arsanın yola dönüştürülmesi eğer şer'î bir şekilde vakıf akdinin okunup vakıf
yöneticisine veya vakıf amacına teslim edildikten sonra gerçekleşmişse, vakfedilen
yerden geri kalan bölüm vakıf olarak kalır ve vakfeden kişinin onu geri alması
caiz değildir; aksi durumda o yer vakfeden kişinin mülkiyetinde olup ona aittir.
Soru 974: Mirasta hissesi olan bazı mirasçıların onun
tamamını vakfetmeleri caiz midir? Ve acaba vakıf akdinin sadece onlar adına
yapılması sahih midir?
Cevap: Onların, mirastan sadece kendi hisselerine
düşeni vakfetmeleri sahihtir. Fakat öteki mirasçıların hisseleriyle ilgili
vakıf fuzulî olup sıhhati onların iznine bağlıdır.
Soru 975: Bir kimse, bir arsayı oğullarına vakfetmiş,
ama onun ölümünden sonra Vakıflar Müdürlüğü mezkur yerin vakıf niteliğine
dikkat etmeksizin vakfı onun kızları ve oğulları adına kaydetmiştir; acaba bu
kayıt işlemi mezkur yerden yararlanmada kızlarının oğullarına ortak olmasına
sebep oluşturur mu?
Cevap: Vakfedilen yerin sırf Vakıflar Müdürlüğü'nce
kızların adına da kaydedilmesi, kız evlâtların vakıfta erkek evlâtlarla ortak
olmaları için yeterli değildir. Dolayısıyla, eğer yerin sadece erkek evlâtlara
vakfedildiği ispatlanırsa, bu durumda vakıf sadece onlara ait olur.
Soru 976: Su yolu
üzerindeki bir mülk yüz sene önce umum yararına vakfedilmiş ve mevkuf
arazilerin satışının batıl olduğuna dair kanuna binaen, o mülkün vakıf olduğuna
dair resmî bir senet düzenlenmiştir. Fakat şimdi devlet bu yerden maden taşları
çıkararak yararlanmaktadır; acaba bu yer enfalden mi sayılır, yoksa vakıf
mıdır?
Cevap: Eğer oranın şer'î bir şekilde vakfedildiği ispatlanırsa,
özel veya kamu sektörünün o yeri mülkiyetine geçirmesi caiz değildir; yer vakıf
olarak kalır ve ona vakfın bütün hükümleri uygulanır.
Soru 977: Bir eğitim merkezi binasında laboratuar
odası olarak kullanılan bir oda var ki, geçmiş senelerde bitişiğindeki mezarlıktan
ayrılan bu odanın arsası mezkur mezarlığa aittir. Bitişikteki arsanın hâlâ
mezarlık olarak kullanıldığı dikkate alındığında, bu laboratuar odasında namaz
kılan öğretmen ve öğrencilerle ilgili hükmü açıklar mısınız?
Cevap: Laboratuar odasının bulunduğu arsanın, cenazelerin
defnedilmesi için vakfedildiği ispatlanmadıkça, orada kılınan namaz ve diğer
tasarrufların sakıncası yoktur. Fakat muteber bir delille laboratuar odası yerinin
sadece cenazelerin defnedilmesi için vakfedildiği is-patlanırsa, bu durumda onu
eski hâline çevirmek, cenazelerin defnedilmesi için boşaltmak farzdır; orada sonradan
yapılan binaların gasp olduğuna hükmedilir ve orada namaz kılmak sahih değildir.
Soru 978: Ayrı kişiler tarafından vakfedilmiş ve ayrı
kimselerin yararına sunulmuş, fakat birbirine bitişik iki vakıf dükkan var. Her
iki dükkanı da kiralayan kişi bunların birisinden diğerine veya özel geçidine
kapı açabilir mi?
Cevap: Bir vakıftan yararlanmak ve tasarrufta bulunmak,
öteki vakfın yararına da olsa, vakfın şartlarına uygun ve yöneticisinin izniyle
olmalıdır. Birbirine yakın veya bitişik iki vakfın da kiracısı olan kimse, sırf
ötekinin de vakıf olduğu gerekçesiyle vakıfların birinden diğerine kapı veya
yol açarak onun üzerinde tasarruf hakkına sahip değildir.
Soru 979: Bazı merkez ve evlerdeki sanat eseri, antika
kitapların yok olma tehlikesiyle karşı karşıya oldukları ve korunmalarının zor
olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu kitapların ilk vakıf hâllerinin korunması
şartıyla şehir merkez kütüphanesine aktarılması ve kütüphanenin bir bölümünün
bu merkezlerin tasarrufuna bırakılması önerilmektedir; acaba bu iş caiz midir?
Cevap: Vakfedilen bu sanat eseri, antika ve değerli
kitaplardan belli bir yerde yararlanılmasının şart koşulduğu anlaşılırsa,
kitapları herhangi bir yolla zayi olmaktan koruyarak bu şarta uymak mümkün
olduğu sürece, onları özel yerlerinden başka bir yere aktarmak caiz değildir;
aksi durumda onları yerlerinden çıkararak korunacaklarına emin olunan başka bir
yere aktarmanın sakıncası yoktur.
Soru 980: Mera ve otlak olmaktan başka bir işe yaramayan
bir arazinin sahibi onu mukaddes mekânlara (türbelere) vakfetmiştir. Vakfın
yöneticisi ise bu yerin bir bölümünü birkaç kişiye kiraya vermiş, kiracılar da
bu yerin hayvan otlatması için uygun olmayan bir bölümünde yavaş yavaş ev
yapmış ve ziraat için uygun olan bölümlerini de tarlaya ve meyve bahçesine dönüştürmüşlerdir.
Şimdi: 1) Tabiî meranın, enfal ve umumî mallardan olduğu dikkate alındığında,
bu arazinin vakfı sahih midir ve hâlihazırda ona vakıf hükmü uygulanabilir mi? 2)
Otlakta kiracıların çabalarıyla değişiklikler ve düzeltmeler yapılarak eskisinden
çok daha iyi bir hâle getirildiği dikkate alındığında, onların vermesi gereken
ücretin miktarı ne kadardır? 3) Kiracıların faaliyetleri sonucu ihya edilen ve
meydana getirilen tarla ve bahçelerle birlikte bu arazinin nasıl kiraya
verilmesi gerekir? Acaba kira ücreti olarak otlak ücreti mi, yoksa tarla ve
bahçe ücreti mi ödenmelidir?
Cevap: Vakıf olduğu ispatlandıktan sonra, otlak arazilerinin
vakfedildiği zaman enfalden olduğu ve vakfeden kişinin şer'î mülkü olmadığı
ispatlanmadığı sürece vakfedilmelerinin şer'an sahih olduğuna hükmedilir ve
kiracıların orayı tarlaya, bahçeye ve oturmak için mesken yerine
dönüştürmeleriyle vakıf olmaktan çıkmaz; eğer kiracılar, vakfedilen yeri şer'î
yöneticiden kiraladıktan sonra onda tasarruf yapmışlarsa, yerin kira
sözleşmesinde belirtilen ücretini, vakıf yönünde harcanması için yöneticiye vermeleri farzdır. Fakat şer'î yö-neticisinden
kiralamadan önce yerde tasarruf yapmışlarsa, bu durumda kiracılar tasarruf
ettikleri süre için adilane fiyat üzere emsalinin ücretini vermeleri gerekir.
Ancak bu arazinin vakfedildiği zaman esasen kıraç ve enfal yerleri olduğu ve
vakfeden kişinin şer'î mülkü olmadığı ispatlanırsa, bu durumda onun vakfı
şer'an batıldır ve kiracıların kanun ve kurallara göre orada ihya ettikleri
tarla, bahçe ve mesken yerleri vs. şer'an onlara aittir. Kıraç olarak eski
hâlinde kalan araziler ise, tabiî servetlerden ve enfalden olup kullanımı İslâm
devletinin yetkisindedir.
Soru 981: İfraz edilmemiş bir mülkte sadece altıda bir hissesi olan bir kadın başka çiftçilerle ortak
olmasına rağmen o mülkün tamamını vakfediyor. Vakıflar Müdürlüğü'nün
müdahalesinden dolayı bu iş ahali için -ahalinin evlerine malikiyet senedi
verilmesine engel ol-ması gibi- bir çok sıkıntılar doğurmuştur; acaba bu vakıf,
ifraz edilmemiş ortak mülkün tamamında mı, yoksa sadece bu kadının hissesinde
mi geçerlidir? Ve eğer sadece bu kadının hissesinde geçerliyse, acaba ifraz edilmemiş
ortak yerin bölüştürülmeden (ifrazından) önce vakfedilmesi sahih midir? Eğer
ortak yerin ifrazından önce vakfedilmesi sahihse, bu durumda diğer ortakların ne
yapması gerekiyor?
Cevap: Eğer ifrazdan (taksimden) sonra ortak hisseden
vakıf amacı için yararlanmak mümkünse, onun ifrazdan önce vakfedilmesinin
şer'an sakıncası yoktur. Fakat sahibinin ortak olduğu malın tamamını vakfetmesi,
diğer ortakların hisseleri açısından fuzulî ve batıldır ve ortaklar mülklerinin
vakıftan ayrılması için mülkün ifrazını isteyebilirler.
Soru 982: Vakıf şartlarından vazgeçmek caiz midir?
Eğer caiz ise bunun sınırı nedir? Ve acaba zamanın uzun sürmesi, vakıf
şartlarını yerine getirmede etkili midir?
Cevap: Vakfeden kişinin vakıf akdinde koştuğu sahih
şartları yerine getirmek imkânsız veya çok zor olmazsa, onlara aykırı hareket
etmek caiz değildir ve bu konuda zamanın uzun sürmesinin bir etkisi yoktur.
Soru 983: Vakfedilen bazı arazilerin içinden, içinde
maden taşları bulunan nehir veya sel kanalları geçiyor; acaba vakfedilen
arazilerden geçen bu nehir ve kanallardaki maden taşları vakfa mı tâbidir?
Cevap: Vakfedilen yerlerin yanından veya vakfedilen
yerlerin içinden geçen büyük umumî nehirler veya sel kanalları vakfın bir
parçası değildir; ancak örfen vakfedilen arazinin alanından sayılanlara vakıf
muamelesi yapılır. Vakfedilen küçük nehirlere gelince, bunların içindeki maden
taşları vs.ye de vakıf muamelesi yapılması gerekir.
Soru 984: Bir dinî medrese, binasının eskimesi ve rutubet almasından dolayı kullanılmaz hâle
gelmiştir. Ban-kaya emanet olarak yatırılan vakıf gelirleriyle bu medresenin
binasını yeniden yapmak istiyoruz. Fakat inşaat ruhsatı alıp bu parayı
medresenin yeniden inşasında kullanabilmemiz için uzun bir zaman geçecek. Acaba
bu süre içerisinde bu parayı bankalardan birine sermaye olarak yatırıp normal
banka muamelelerine göre vakfın yararına kâr almamız caiz midir?
Cevap: Vakfın şer'î yöneticisine vakıf gelirleriyle ilgili
olarak farz olan, bu gelirleri vakfın amaçları yönünde harcamasıdır. Fakat
vakıf gelirlerini ancak belli bir süre sonra vakıf yönünde harcamak mümkünse ve
onu vakıfta harcamak mümkün oluncaya kadar korumak, emanet olarak bankaya
yatırmakla mümkün olur ve kâr hesabına yatırmak, vakfa harcanmasının gecikmesine
sebep olmazsa, bu durumda şer'î sözleşmelerden biri çerçevesinde onu bankaya
yatırıp vakfın yararına kârından yararlanmanın sakıncası yoktur.
Soru 985: Müslümanın Müslümanlara vakfettiği bir yeri
Müslüman olmayan birisine kiraya vermek caiz midir?
Cevap: Eğer yer kazanç getirmesi için vakfedilmişse,
vakfın çıkarları korunduğu takdirde onu Müslüman olmayan birine kiraya vermenin
sakıncası yoktur.
Soru 986: Ulemadan biri birkaç ay önce vakfedenlerin
izniyle vakfedilmiş arsaya defnedilmiştir. Şimdi bazıları, vakfedilmiş yere
defnetmek caiz değildir diye itiraz etmekteler; bunun hükmü nedir? Ve eğer caiz
değilse, o âlimin defnedildiği vakıf yerinin karşılığı olarak bir meblağ ödendiği
takdirde mesele giderilmiş olur mu?
Cevap: Eğer cenazeyi vakfedilmiş bir arsaya defnetmek
o vakfın amacıyla çelişmezse, bunun sakıncası yoktur; ama cenazenin defni o
vakfın amacıyla çelişirse caiz değildir ve bir cenaze eğer vakfedilmiş böyle
bir yere defnedilirse, bedeni çürümeden önce mezarı açarak onu başka bir yere
gömmek ihtiyata daha uygundur; ancak mezarı açmanın sıkıntılara yol açması veya
mümin birini küçük düşürme ve saygısızlık sayılması durumu müstesna. Her
hâlükârda, vakıf yerinin karşılığı olarak yer veya para vermekle sakınca
giderilmez.
Soru 987: Eğer bir mülk nesilden nesle erkek evlâtlara
vakfedilir ve mevkufun aleyhler herhangi bir sebeple kendi haklarından
vazgeçerlerse, acaba vakıf ortadan kalkar mı? Mevcut ilk kuşak mevkufun
aleyhler kendi haklarından vazgeçtikleri takdirde sonraki kuşakların hakları ve
yükümlülükleri nedir? Aynı şekilde, vakfedil-miş emlâkin şer'î yöneticisinin
sonraki kuşakların haklarıyla ilgili olarak ne yapması gerekiyor?
Cevap: Vakıf, mevkufun aleyhlerin kendi haklarından vazgeçmesiyle ortadan kalkmaz. Önceki kuşak
mev-kufun aleyhlerin kendi haklarından vazgeçmesi, sonraki kuşağın hakkı
üzerinde etkili olmaz ve vakıf bununla dağılmaz. Aksine sonraki kuşak, vakıftan
yararlanma sırası geldiğinde hakkının tamamını isteyebilir; hatta önceki neslin
zamanında vakfın satılması için şer'î bir ruhsat olursa, vakıf satıldıktan
sonra vakfedilen şeyin yerine sonraki kuşakların ondan yararlanması için başka
bir mülk satın alınması farzdır. Vakıf yöneticisine de, vakfı bütün
tabakalardaki mevkufun aleyhler için idare etmesi ve koruması farzdır.
Soru 988: Bir soydan gelenlere yapılan vakıfta, vakfın
gelirlerinin mevkufun aleyhler arasında nasıl bölüştürüleceği bilinmezse, acaba
böyle durumlarda vakfın gelirleri miras kanununa göre mi, yoksa eşit olarak mı
bölüştürülür?
Cevap: Bir soydan gelenlere yapılan vakıfta, mevcut
bütün mevkufun aleyhlere eşit olarak mı, yoksa miras kanunundaki gibi kızlarla
erkekler arasında fark gözetilerek mi vakfedildiği bilinmezse, mevcut bütün kişilere
eşit olarak vakfedildiği kabul edilir ve gelirler her tabakadaki bütün kızlar
ve erkekler arasında eşit olarak bölüştürülür.
Soru 989: Belli bir şehrin dinî ilimler medresesine
ait olan vakıf gelirleri oraya gönderme imkânı olmadığından, bu gelirlerin
büyük bir bölümü şimdiye kadar biriktirilmiş bulunuyor. Bu gelirleri acaba
başka şehirlerdeki dinî ilimler medresesine harcamak caiz midir, yoksa onları o
şehre göndermek mümkün oluncaya kadar korumak mı gerekir?
Cevap: Şer'î yöneticinin veya Vakıflar Müdürlüğü'nün
vazifesi, vakıf gelirlerini toplayarak vakfın amacı doğrultusunda harcamaktır
ve eğer harcanması farz olan şehre göndermek geçici olarak mümkün olmazsa, bu
durumda vakfın dağılmasına, kapanmasına sebep olma-ması şartıyla gelirleri
korumak ve harcanması gereken şehre göndermek mümkün oluncaya kadar beklemek
farzdır; yakın gelecekte de olsa, vakıf gelirlerini söz konusu belli dinî medreseye
gönderme imkânından ümit kesilirse, bu
durumda onları başka şehirlerdeki dinî med-reselere harcamanın sakıncası
yoktur.
Soru 990: Bir kimse, arsasını, süresi bittikten sonra
kendisine dönmesi ümidiyle belli bir süre vakfedilmesi sahih olan bir şeye özgü
kılmak üzere alıkoyarsa, acaba bu yer alıkonma süresi bittikten sonra ona geri
döner mi? Ve acaba öteki emlâki gibi andan yararlanma hakkına sahip olur mu?
Cevap: Eğer arsa, bir şeye hapsederek alıkoyan kişinin
şer'î mülküyse ve onu şer'î ölçülere göre alıkoymuşsa, bu durumda alıkoymanın
sıhhatine hükmedilir ve şer'î sonuçları arsaya uygulanır. Alıkoyma süresi bitince,
mülk alıkoyan kişiye döner ve öteki malları gibi menfaatleri ve gelirleri onun
olur.
Soru 991: Sahibinin, vakfedilmesi sahih olan bir şeye
ebedî olarak özgü kılmak üzere alıkoyduğu mülkü veya ölen kişinin, gelirlerinin
belirlediği yerde harcanması için ebedî olarak aynen korunmasını vasiyet ettiği
mirasının üçte birini, eğer mirasçılar miras gibi kendi aralarında bölüşerek resmî belgede kendi adlarına kaydederlerse veya
şer'î izinleri olmaksızın başka birine satarlarsa, acaba buna malların, suların
ve vakfedilmiş arazinin temellükü ve satımının haram olma hükmü uygulanır mı?
Cevap:
Ebedî olarak bir şeye özgü kılınarak alıkon-muş mülk veya mirasın üçte birinin
mülk edinilmesi ve satışının caiz olmayışı, vakıf hükmü gibidir ve miras olarak
mirasçılar arasında bölüşülmesi ve satışı geçersizdir.
Soru 992: Bir şahıs arsalarından birini üzerinde hüseyniye
yapılması için vakfetmiş ve hüseyniyenin yapımı tamamlanmıştır. Fakat ahaliden
bazıları hüseyniye-nin bir bölümünü camiye dönüştürmüş, hüseyniyede cemaat
namazı kılıyorlar; acaba onların hüseyniyeyi camiye dönüştürmeleri caiz midir?
Ve onların camiye dönüştürdükleri yere cami hükümleri uygulanır mı?
Cevap: Hüseyniye olarak vakfedilen binayı, vakfeden
kişi veya başka biri camiye dönüştüremez; orası içinde namaz kılınmakla cami
olmaz, orada cami hükümleri ve sonuçları uygulanmaz; fakat orada cemaat namazı
kılmanın sakıncası yoktur.
Soru 993: Eğer bir kimse kendisine miras yoluyla ulaşmış
bir arsayı birkaç yıl önce kesin bir şekilde satar, fakat daha sonra arsanın
vakıf olduğu anlaşılırsa, acaba bu satış geçersiz midir? Eğer geçersiz ise,
acaba satıcı arsanın şimdiki değerini mi müşteriye ödemelidir, yoksa satış
zamanında müşteriden aldığı meblağı mı?
Cevap: Satılan arsanın gerçekte vakıf olduğu ve satıcının
onu satma hakkı bulunmadığı anlaşıldıktan sonra satış geçersizdir ve onu daha
önce olduğu gibi vakıf durumuna getirmek
farzdır; satıcı da arsa karşılığında müş-teriden aldığı parayı ona geri
vermelidir ve paranın değer kaybetmesi konusunda da farz ihtiyat gereği sulh
etmeleri (anlaşmaları) gerekir.
Soru 994: Bir şahıs yaklaşık yüz sene önce mülkünü
erkek evlâtlarına vakfetmiş ve vakfiyede, erkek evlâdından birinin fakirleşmesi
durumunda şer'an payını diğer mevkufun aleyhlere satabileceğini kaydetmiştir. Birkaç yıl önce oğullarından bazıları kendilerine
vakfedilen mülkten paylarına düşeni sattılar. Fakat son zamanlarda, "Ortada
vakıf tabiri olduğu için vakfeden kişinin zikrettiği şartlar sahih değildir;
dolayısıyla bu alış veriş batıldır." deniliyor. Bu arsanın umumî vakıf
değil de özel vakıf olduğu dikkate alındığında, acaba vakfeden kişinin vakfiyede
belirttiği üzere hisselerin alış verişi caiz midir?
Cevap: Eğer vakfeden kişinin vakıf akdinde, mevkufun
aleyhlerden birinin yoksullaştığında payını mevkufun aleyhlerden başka birine
satabileceğini şart koştuğu ispatlanırsa, bu durumda payını mevkufun aleyhlerden
başka birine satması caizdir. Dolayısıyla mevkufun aleyhlerden birinin vakıftan
kendi payına düşeni fakirlik ve ihtiyacından dolayı satmasının sakıncası yoktur
ve bu durumda onun satışının sıhhatine hükmedilir.
Soru 995: Eğitim Bakanlığı'na, üzerinde bir okul yapılması
amacıyla bir arsa hediye ettim. Fakat istişare sonucu o arsanın parasıyla
şehrin başka mahallelerinde birkaç okul yapılabileceğini öğrendikten sonra
Eğitim Bakanlığı'nın gözetimi altında bu arsayı satmak ve parasının tamamını
şehrin güneyinde veya mahrum bölgelerinde birkaç okulun yapımında harcamak için
bakanlığa müracaat ettim; acaba bu iş caiz midir?
Cevap: Okul yapılması için arsanın, vakıf akdi okunarak
ve bu işin sorumlusu ve yöneticisi unvanıyla Eğitim Bakanlığı'na teslim
edilerek vakfı tamamlanmışsa, bundan sonra vakıftan dönemez, onda müdahalede bu-lunamaz
ve tasarruf edemezsiniz; fakat Arapça dışında bir lisanla da olsa vakıf akdi
okunmamışsa veya vakfı teslim etmek
anlamında arsanın Eğitim Bakanlığı'na tes-limi tamamlanmamışsa, bu durumda arsa
hâlâ sizin mül-kiyetinizdedir ve onu istediğiniz konuda kullanmaya
yetkilisiniz.
Soru 996: İmamların (a.s) evlâtlarından (imamzade-lerden)
birinin türbesinin kubbesinde birbirine bitişik üç kubbe şeklinde
Cevap:
Sırf çalınma tehlikesi ve zayi olmasından korkulması, onun satılmasını ve
değiştirilmesini caiz kılmaz. Fakat şer'î yöneticisi, karine ve belirtilerden
bu altının türbenin tamiri ve ihtiyaçlarında kullanılması için biriktirildiğine
ikna edici bir ihtimal verir veya türbenin tamire ve onarmaya zarurî bir
ihtiyacı varsa ve bunu başka bir yolla temin etmek de mümkün değilse, bu
durumda altını satarak parasını türbenin zarurî tamirinde kullanmanın sakıncası
yoktur ve bu işlemin Vakıflar Müdürlüğü'nün gözetiminde
yapılması da-ha uygundur.
Soru 997: Bir kimse, sularıyla birlikte tarlalarının
bir bölümünü oğullarına vakfetmiştir. Fakat oğullarının sayısının çokluğu,
ziraî işlerin zorluğu ve ürünlerin azlığı dolayısıyla kimse tarlayı ekmeye
yanaşmıyor; dolayısıyla vakıf yakın bir gelecekte harap olmaya başlayacak ve artık
oradan yararlanma imkânı olmayacaktır. Acaba bu nedenle suyuyla birlikte bu
tarlayı satarak parasını hayır işlerde harcamak caiz midir?
Cevap: Vakfı, mevkufun aleyhlerden birine veya başka
bir şahsa kiraya vererek gelirini vakıf amacı doğrultusunda
harcamakla veya ondan yararlanma şeklini değiştirmekle de olsa, yararlanılacak
ve vakıf doğrultusunda kullanılabilecek durumda olduğu sürece satmak ve
değiştirmek caiz değildir. Ama ondan yararlanılması hiçbir şekilde mümkün
değilse, onu satmak caiz olur; fakat bu durumda onun parasıyla başka bir mülk
satın alarak menfaatlerini vakıf doğrultusunda harcamak şarttır.
Soru 998: Camiye bir minber vakfedilmiştir. Fakat çok
yüksek olduğu için ondan yararlanmak mümkün değildir; acaba bu durumda onu
uygun başka bir minbere dönüştürmek caiz midir?
Cevap: Onu şimdiki hâliyle o camide ve diğer camilerde
kullanmak mümkün değilse, şeklini değiştirmenin sakıncası yoktur.
Soru 999: Vakfeden kişinin, arazi reformu kanunu
uygulanırken elde ettiği ve özel vakıf yaptığı arazileri satmak caiz midir?
Cevap: Vakfeden kişi, vakfettiği zaman vakfettiği şeye
malikse ve vakıf işlemi de şer'an sahih bir şekilde gerçekleşmişse, bu durumda
özel vakıf olsa bile vakfeden kişinin veya başka birinin vasıtasıyla onun alım
satımı ve değiştirilip başka bir şeye dönüştürülmesi sahih değildir; ancak
şer'an satımı ve başka bir şeye dönüştürülmesi caiz olan özel durumlar müstesna.
Soru 1000: Babam, içinde belli sayıda hurma ağacı
bulunan bir araziyi Aşura günü ve Kadir gecelerinde halka yemek verilmesi için
vakfetmiştir. Şimdi mevcut ağaçların dikilişi üzerinden yaklaşık yüz sene
geçmiş ve artık yararlanılamayacak duruma gelmiş bulunuyorlar. Babamın büyük
oğlu, vekili ve vasisi olmam hasebiyle, acaba bu yeri satarak parasıyla babamın
sadaka-i cariyesi olması için bir medrese ve hüseyniye inşa etmem caiz midir?
Cevap:
Eğer arazi de vakıfsa, sırf ağaçlarının yararlanılmayacak hâle gelmesiyle onu
satmak ve başka bir şeye dönüştürmek caiz değildir; bilâkis mümkün olduğu
takdirde, yararlanılmayacak ağaçların gelirini harcamakla da olsa, bu ağaçların
yerine, gelirlerini vakıf yönünde harcamak için o yere yeni hurma fidanları
dikmek farzdır; aksi durumda ziraat veya ev yapmak için kiraya vermekle de olsa
vakfedilen yerden başka bir şekilde yararlanmak ve elde edilen geliri vakıf
yönünde harcamak gerekir. Genel olarak, vakfedilen yerden herhangi bir şekilde
yararlanmak mümkün olduğu sürece onu satmak, satın almak ve başka bir şeye
dönüştürmek caiz değildir. Ancak meyve vermeyen vakfedilmiş hurma ağacını satarak
parasını mümkün surette yeni ağaçlar dikmek için harcamanın sakıncası yoktur ve
eğer bu da mümkün değilse, parası vakıf amacı yönünde harcanmalıdır.
Soru 1001: Bir kimse, bir yerde cami yapılması için
bir miktar demir ve kaynak malzemeleri bağışlamış ve iş bittikten sonra
bunlardan bir miktarı artmıştır. Caminin diğer masraflarından dolayı borçları
olduğu dikkate alındığında, acaba bu artan malzemeleri satarak parasını caminin
borçlarını ödemek ve diğer ihtiyaçlarını gidermek için harcamak caiz midir?
Cevap: Eğer malzeme ve araç gereçleri bağışlayan kişi
onları cami inşası için vermiş ve bu amaçla onları kendi mülkiyetinden
çıkarmışsa, bu durumda başka camilerde de olsa kullanılabilecek olanını satmak
caiz değildir, bu malzemeler başka camilerin tamirinde kullanılmalıdır. Fakat
onları bağışlayan kişi eğer sadece o caminin yapımında kullanılmasına izin
vermişse, bu durumda malzemenin arta kalanı onundur ve kullanma yetkisi de ona
aittir.
Soru 1002: Bir kimse kütüphanesini erkek çocuklarına
vakfetmiştir. Fakat çocukları ve torunlarından hiçbirisi dinî ilimler tahsil
etmeye muvaffak olamadıkları için bu kütüphaneden yararlanmıyorlar. Şimdi bunların
bir bölümünü güve yemiş ve geri kalan bölümü de yok olmak üzeredir; acaba bu
durumda kitapları satmak caiz midir?
Cevap: Eğer kütüphane evlâtlarının dinî ilimler tahsil
etmeleri ve din âlimleri arasına girmeleri ve bunun gerçekleşmesi şartına bağlı
olarak vakfedilmişse, şartlı vakıf olduğu için esasen geçersizdir. Eğer onların
kütüphaneden yararlanmaları için vakfetmişse ve şimdilik onların arasında bu
kütüphaneden yararlanabilecek kim-se yoksa ve ileride de yararlanabilmeleri
ümit edilmez-se, bu durumda vakıf sahihtir ve bu kütüphaneyi ondan
yararlanabilecek olan kimselere bırakmaları caizdir. Yine eğer kütüphane ondan
yararlanma salâhiyetine sahip kimselerin yararlanmaları için vakfedilmiş ve
yönetimi de çocuklarına bırakılmışsa, kütüphaneden yararlanmaları için bu
kimselere sunmaları farzdır; her hâlükârda çocukları bu kütüphaneyi satamazlar
ve şer'î yöneticinin uygun bir şekilde, vakfın zarar görmesine ve zayi olmasına
engel olması gerekir.
Soru 1003: Seviyesi etrafındaki araziden yüksek olduğu
için su ulaştırılamayan vakfedilmiş bir arazinin, bir süreden beri düzeltilerek
ortasında toplanmış olan fazla toprakları oranın ekilmesine engel oluşturmaktadır.
Acaba bu toprağı satarak parasını yerin yakınındaki imamzadelerin birinin
türbesine harcamak caiz midir?
Cevap: Eğer biriktirilmiş topraklar vakfedilmiş araziden
yararlanmaya engel oluyorsa, bu durumda onları oradan taşımanın, satmanın ve
parasını vakıf amacı yönünde harcamanın sakıncası yoktur.
Soru 1004: Vakfedilmiş bir arsa üzerine yapılmış olan
birkaç ticarethane, kiracılardan hava parası alınmaksızın kiraya verilmiştir;
acaba kiracıların bu ticarethanelerin hava parasını alarak başkasına
devretmeleri caiz midir? Eğer caiz ise, acaba alınan hava parası kiracıya mı
aittir, yoksa vakfın gelirlerinden sayılarak vakıf amacı yönünde mi harcanması
gerekir?
Cevap: Eğer vakıf yöneticisi vakfın çıkarını gözeterek
hava parası hakkının satılmasına izin verirse, bunun karşılığında alınan mal
vakfın gelirlerinden sayıldığı için vakıf amacı yönünde harcanması farzdır;
fakat vakıf yöneticisi muameleye izin vermezse, bu durumda satış batıldır ve
satıcı müşteriden aldığı parayı ona iade etmelidir. Her halükârda, hava parası
hakkı olmayan kiracının onu sonraki kiracıya satarak aldığı malda herhangi bir
hakkı yoktur.
Soru 1005: Müslümanların umumî mezarlığını şahsî
mülkiyete geçirerek orada şahsî binalar yapmanın ve onu kişilerin mülkü olarak
adlarına kaydetmenin hükmü nedir? Acaba Müslümanların umumî mezarlığı vakıf hükmünde
midir? Orada yapılan kişisel tasarruflar gasp mıdır? Acaba orada tasarruf eden
kişiler tasarruflarının emsalinin ücretini ödemeleri gerekir mi? Ve eğer tasarruf
edenler tasarruflarının emsalinin ücretini karşılamakla yükümlü iseler, bu
malları nereye harcamak gerekir ve orada yapılan binaların hükmü nedir?
Cevap: Müslümanların umumî mezarlığının tapusunu
üzerine almak, başlı başına mülkiyet için şer'î bir delil olamayacağı gibi,
oranın gasp edildiği anlamına da gelmez. Nitekim oranın sırf ölüleri defnetmek
için umumî mezarlık olması da, oranın vakfedildiğine şer'î bir delil değildir.
Dolayısıyla mezarlık eğer örfen halkın ölülerini defnetmek amacıyla kullanılmak
vs. için şehrin umuma ait yerlerinden sayılır veya Müslümanların ölülerini
defnetmek için vakfedildiğine dair şer'î bir delil bulunursa, şimdi orada
tasarruf edenlerin kişisel tasarrufları gasp ve haramdır. Dolayısıyla mezarlık
arazisini terk etmeleri, üzerindeki binaları yıkmaları ve orayı eski hâline
dönüştürmeleri gerekir; ama yapılan tasarrufların emsalinin ücretini
karşılamakla yükümlü olmanın gerekliliği kesin değildir.
Soru 1006: Mezarlarının ömrü 35 seneye ulaşan bir mezarlık
belediye tarafından umumî parka çevrilmiş ve önceki rejim döneminde bir bölümü
üzerinde birkaç bina da yapılmıştır; acaba belediye bu arazi üzerinde yeniden
ihtiyaç duyduğu binalar yapabilir mi?
Cevap: Eğer mezarlık arazisi Müslüman ölülerin
defnedilmesi için vakfedilmişse veya orada bina inşa edilmesi mezarların
açılmasına veya ulemanın, salih ve mümin kişilerin mezarlarına saygısızlığa
sebep olacaksa veya arazi halkın yararlanması için şehrin ihtiyaç duyduğu umuma
ait mekânlardansa, orada tesisler yapmak ve özel tasarruflarda bulunmak, orayı
değiştirmek ve başka bir şeye dönüştürmek caiz değildir; aksi durumda özü
itibariyle bu işin bir sakıncası yoktur; ancak bu husustaki ilgili kanunlara
uyulması gerekir.
Soru 1007: Ölülerin defnedilmesi için vakfedilmiş bir
arsanın ortasında, imamzadelerden birinin türbesi de bulunmaktadır ve son
zamanlarda bu mezarlığa aziz şehitlerden bir grubun cesetleri de defnedilmiştir.
Gençler için uygun bir spor alanı bulunmadığı göz önünde bulundurulduğunda,
acaba İslâmî adabı gözeterek mezarlıkta spor yapmaları caiz midir?
Cevap: Mezarlığı spor alanına çevirmek ve vakfedilen
arazide vakıf amacı dışında tasarruf etmek caiz değildir. Yine Müslümanların ve
aziz şehitlerin mezarlarının saygınlığını çiğnemek caiz değildir.
Soru 1008: İmamzadelerden birinin ziyaretçilerinin,
arabalarını, üzerinden yaklaşık yüz sene geçen eski mezarlığa park etmeleri
caiz midir? Oranın daha önce köy halkının mezarlığı olarak kullanıldığı, ancak hâlihazırda
ölülerini başka bir yerde defnettikleri dikkate alındığında hüküm nedir?
Cevap: Örfe göre bu iş Müslümanların mezarlarının
saygınlığını çiğnemek sayılmıyor ve o imamzadenin türbesinin ziyaretçilerine
engel çıkarmıyorsa, bunun sakıncası yoktur.
Soru 1009: Bazı kişiler umumî mezarlıklarda, ölülerin
bazı mezarların yanına defnedilmesini önlemektedirler; acaba ölüleri oraya
defnetmeye şer'î bir engel var mıdır? Ve acaba onların ölüleri oraya defnetmeyi
engellemeye hakları var mıdır?
Cevap: Eğer mezarlık mevkuf veya herkesin ölülerini
oraya defnetmesi mubah addedilmişse, kimsenin umumî mezarlıkta kendi ölüsünün
mezarının etrafında bir sınır belirleyip müminlerin cenazelerinin orada defnedilmesine
engel olmaya hakkı yoktur.
Soru 1010: Alanı dolmuş bir mezarlığın bitişiğinde
mahkeme kararıyla kamulaştırılmış ve başka bir kimseye devredilmiş bir arazi
bulunmaktadır. Acaba arazinin şimdiki sahibinden izin alınarak ölüleri defnetmek
için oradan yararlanmak caiz midir?
Cevap: Eğer arazinin şimdiki sahibinin şer'an mülk
sahibi olduğuna hükmedilirse, onun rızası ve izniyle orada tasarruf etmenin
sakıncası yoktur.
Soru 1011: Bir şahıs bir araziyi ölülerin defnedilmesi
için vakfetmiş ve orayı Müslümanların umumî mezarlığı kılmıştır. Acaba mezarlık
yönetim kurulunun, ölülerini oraya defneden kişilerden mezar parası alması caiz
midir?
Cevap: Vakfedilmiş umumî mezarlıkta ölülerin defnedilmesi
karşılığında bir şey talep edilemez. Fakat mezarlığa veya ölü sahiplerine
ölülerini defnetmeleri için başka hizmetler sunuyorlarsa, bunun karşılığında
ücret olarak bir meblağ istemelerinin sakıncası yoktur.
Soru 1012: Köylerden birinde bir telefon santrali kur-mak
için köy halkından bize bir arsa vermelerini istedik. Köyün ortasında bu iş
için uygun bir yer bulunmaması dolayısıyla, acaba santrali, kullanılmayan eski
mezarlığın bir bölümünde inşa etmemiz caiz midir?
Cevap: Müslümanların umumî mezarlığı, eğer ölülerin
defnedilmesi için vakfedilmişse veya orada telefon santrali yapılması mezarın
açılmasına ya da Müslümanların mezarlarının saygınlığının çiğnenmesine sebep olacaksa,
bu iş caiz değildir; aksi durumda bunun sakıncası yoktur.
Soru 1013: Kasabadaki şehitlikte şehit mezarlarının
yanında başka bölgelerde defnedilmiş bizim kasabalı şehitler adına ileride
mezarları olması amacıyla anıt taşları dikilmesine karar verdik; acaba bu iş
caiz midir?
Cevap: Aziz şehitlerimizin adına sembolik mezarlar
yapmanın sakıncası yoktur; fakat o mekân ölüleri defnetmek için vakfedilmişse,
başkalarına ölülerini defnetmelerinde sıkıntı çıkarmak caiz değildir.
Soru 1014: Mezarlık yanındaki kıraç arazinin bir bölümünde
bir sağlık ocağı kurmaya karar verdik, fakat halktan bazıları o yerin
mezarlığın bir parçası olduğunu ileri sürdüler. Yetkililer de bu yerin mezarlık
olup olmadığını teşhis edemediler. Bölge halkından bazı yaşlılar sağlık ocağı inşa
etmek istediğimiz alanda mezar bulunmadığına tanıklık ederken, diğer bazıları
da orada mezar olduğunu ileri sürdüler; fakat her iki grup da sağlık ocağı
binası yapmak istediğimiz yerin etrafında mezarlar bulunduğunu söylüyorlar; bu
konuda ne yapmamız gerekir?
Cevap: O arazinin, Müslümanların ölülerini defnetmeleri
için vakfedildiği ve halkın çeşitli münasebetlerde yararlandıkları umuma ait
yerlerden olmadığı ispatlanmadığı sürece, orada sağlık ocağı yapmanın, mezar açmaya
ve müminlerin mezarlarının saygınlığının çiğnen-mesine sebep olmamak şartıyla sakıncası
yoktur; aksi durumda caiz değildir.
Soru 1015: Nasıl vakfedildiği bilinmeyen geniş bir
mezarlığın cenaze defnedilmemiş bölümünde, cami inşa edilmesi ve bölge halkına
sağlık ocağı yapılması gibi umumî hizmetler için kiraya verilerek kira
gelirinin mezarlık yararına harcanması caiz midir? Bu bölgede hizmet merkezleri
inşa etmek için boş bir alanın olmadığı ve bölgenin bu hizmetlere ihtiyacı
olduğunu göz önünde bulundurarak hükmü açıklar mısınız?
Cevap: Eğer arazi sadece cenazelerin defnedilmesi
şeklinde yararlanılması için vakfedilmişse, bu durumda kiraya vermek veya orayı
cami veya sağlık ocağı gibi mekânlar inşa etmek için kullanmak caiz değildir.
Ama mevcut belirtilerden oranın ölülerin defnedilmesi için vakfedildiği
sonucuna varılmaz, halkın ölülerini defnetmeleri gibi amaçlara yönelik şehrin
umuma ait yerlerinden olmaz, orada mezar da bulunmaz ve belli bir sahibi de
olmazsa, bu durumda o araziden bölge halkının umumî menfaatleri için
yararlanmanın sakıncası yoktur.
Soru 1016: Enerji Bakanlığı'nın yapmayı tasarladığı,
elektrik üretimine yönelik birkaç barajdan biri Karun Nehri üzerinde yapılması
amaçlanan barajdır. Bu projenin plânlanan tesislerinin ilk aşaması tamamlanmış
ve gerekli bütçe de temin edilmiş bulunuyor. Fakat proje bölgesinin merkezinde,
içinde eski mezarlarla birlikte yeni mezarlar bulunan eski bir mezarlık mevcut
olup projeyi uygulamak için bu mezarların yıkılması gerekmektedir; bu konuda
hüküm nedir?
Cevap:
Cesetleri toprağa dönüşmüş mezarları yıkmanın sakıncası yoktur; fakat izi belli
olan eskimemiş mezarları açmak ve henüz toprağa karışmayan cesetleri dışarı
çıkarmak caiz değildir. Ancak o elektrik üretimi projesini uygulamak iktisadî
ve toplumsal gereklerdense ve projeyi oradan başka bir yere aktarmak veya
yönünü mezarlık bölgesinden başka tarafa çevirmek çok zor ve meşakkatli ise, bu
durumda barajın orada yapılmasının sakıncası yoktur. Fakat bu durumda mezarın etrafındaki
toprağı açmakla da olsa cesetleri henüz toprağa dönüşmeyen mezarları açmaktan
kaçınarak başka bir yere aktarmak farzdır. Ve eğer çalışma esnasında ceset
dışarı çıkarsa, onu başka bir yere aktararak defnetmek farzdır.
Soru 1017: Mezarlıkların birinin yanında, hiçbir mezar
izine rastlanılmayan, ancak eski bir mezarlık olma ihtimalinden söz edilen bir
arazi yer almaktadır. Acaba bu yer üzerinde tasarruf etmek ve orada toplumsal etkinlikler
için bina yapmak caiz midir?
Cevap: Eğer oranın, ölülerin defnedilmesi için vakfedilen
umumî mezarlığın bir parçası veya örfen o mezarlığa ait alan sayıldığı kesinlik
kazanırsa, bu durumda orası mezarlık hükmündedir ve orada tasarruf etmek caiz değildir.
Soru 1018: İnsanın hayattayken kendisine mülk edinmek
amacıyla mezar satın alması caiz midir?
Cevap: Eğer mezar yeri bir başkasının şer'î mülküy-se,
onu satın almanın sakıncası yoktur; fakat müminlerin ölülerinin defnedilmesi
için vakfedilmiş olan yerin bir parçasıysa, bu durumda onu satın almak ve zaptetmek
ister istemez başkalarını, ölülerini oraya defnetme tasarrufundan alıkoyacağı
için sahih değildir.
Soru 1019: Eğer bir caddede yaya kaldırımı yapmak,
yaklaşık yirmi yıl önce caddenin yanındaki mezarlığa defnedilen birkaç müminin
mezarını tahrip etmeyi gerektirirse, acaba böyle bir iş caiz olur mu?
Cevap: Eğer bu mezarlık
vakıf değilse ve Müslümanların mezarlarını açmayı ve onların saygınlığının
çiğnenmesini gerektirmezse, bu mekânın yaya kaldırımına dönüştürülmesinin
sakıncası yoktur.
Soru 1020: Şehir merkezinde, vakfedildiği belli olmayan
terkedilmiş bir mezarlık var; acaba bu mezarlıkta cami yapmak caiz midir?
Cevap: Mezarlığın yeri vakfedilmemişse, kimsenin özel
mülkü değilse, halkın çeşitli münasebetlerle kullanması için ayrılan umuma ait
yerlerden değilse ve orada cami yaptırmak Müslümanların mezarlarını açmayı ve
onlara saygısızlık etmeyi de gerektirmezse, bunun sakıncası yoktur.
Soru 1021: Yaklaşık yüz seneden beri umumî mezarlık
olan bir yerde birkaç yıl önce yapılan kazıda birkaç mezara rastlandı. Kazı ve
toprak alınma işleminden son-ra mezarlardan bazıları ortaya çıktı ve içinde
kemikler göründü; bu durumda acaba belediyenin bu yeri satması caiz midir?
Cevap: Eğer mezkur mezarlık vakıfsa, onu satmak ve
almak caiz değildir. Aynı şekilde eğer kazı işlemleri mezarların açılmasına
sebep olursa, bu da haramdır.
Soru 1022: Eğitim Bakanlığı, eski bir mezarlığın bir
bölümünü ahalinin müsaadesini almaksızın okul yaptırmak için zaptederek orada öğrencilerin
namaz kıldıkları bir okul inşa etti. Bu işin hükmü nedir?
Cevap: Okul arsasının, ölülerin defnedilmesi amacıyla
vakfedildiğine dair muteber bir delil yoksa ve ölülerin defnedilmesi vs. için
şehrin umumî alanlarından ya da birisinin özel mülkü değilse, bu durumda ilgili
kanunlara uyarak orayı okul olarak kullanmanın ve orada namaz kılmanın sakıncası
yoktur.
[1]- [Şer'î ölçülere riayet edilmeden
kesilen veya kendiliğinden ölen hayvan ya da eti yenilmeyen hayvanın ölüsü.]
[2] - [Ehlibeyt mektebine bağlı, gerekli
şartları taşıyan müçtehit.]
[3]- [Kocasının şer'an belirlenen hakkını
yerine getirmeyen ve kocasına karşı gelen kadın.]
[4]- [İslâm ümmetinin birliğini ortaya koyma
amacıyla Hz. Peygamber'in (s.a.a) kutlu doğumları münasebetiyle rebiyülevvel
ayının 12'sinden 17'sine kadar olan süre.]
[5]- [Her bir dinar, bir şer'î mıskaldır.
Her bir şer'î mıskal de 18 nohut yani 3.5154 gr. ağırlığında altındır.
Dolayısıyla kırk dinar yaklaşık 140.616 gr. altına eşittir. Altmış dinar,
yaklaşık 210.924 gr. altına eşittir. Seksen dinar ise, yaklaşık 281.232 gr.
altına eşittir.]
[6]- [Erkeklik organının baş kısmı.]
[7]- [Dinî medreselerde yüksek lisansa denk
bir tahsil dönemine denir.]
[8]- [İstihare, insanın şaşırıp ne
yapacağını ve nasıl davranacağını bilmediği durumlarda ehil insanlarla
istişarede bulunup bir sonuca varamadığı takdirde, yüce Allah'a yönelip o
hususta Rabb'ul-Âlemin'den kendisine hayırlı olanı talep etmesi demektir.
İstihare çeşitli şekillerde yapılır. En yaygını Kurân-ı Kerim'le yapılan
istiharedir. Bu hususta ayrıntılı bilgi için dua kitaplarına bakınız.]
[9]- Özellikle İmam Hüseyin'in (a.s)
mateminde sabit yerlerde veya hareket hâlinde Kerbela vakıası ve Ehlibeyt'le
ilgili diğer olayları canlandıran piyes türü.
[10]- İmam Hüseyin (a.s) için düzenlenen
matem heyetleri ve deste gruplarının önünde, insanın omzuna bağlanan, bir simge
olarak taşınan, üzerinde kanat, mücevherler vb. şeylerle süslenmiş eğilme özelliğine
sahip metaller bulunan büyük bir ağaç veya demir parçası. Bu metal simge,
Kerbela vakıasında İmam Hüseyin'in (selâm üzerine olsun) ordusunun sancağını
temsil olarak kullanılır.
[11]- [Şehitler serdarı İmam Hüseyin'in (a.s)
matem merasimlerinde oluşturulan gruplar.]
[12]- [Muatat: Herhangi bir kontrata,
sözleşmeye gerek duyulmadan, bakkaldan yapılan alış verişte olduğu gibi
karşılığı verildiğinde malın teslim edilmesi işlemine denir.]
[13]- [Şer'î bir izin olmaksızın başka biri
adına tasarrufta bulunan kimsenin yaptığı satış akdi.]
[14]- [Para olarak değil, madde olarak
verilen mal.]
[15]- [Zâmin: Bir şeyi tazmin eden, zarar ve
ziyanı iradesiyle veya zorunlu olarak üstlenen kimse.]
[16]- [Belli bir malın idaresi için veya
kısıtlı kimselerin işlerini üstlenmesi için tayin edilen kimse.]
[17]- [Kişinin ergenlik çağına ermiş olduktan
sonra malını, işlerini iyi idare edebilme yeteneğine denir.]
[18]- [İnsanlarca maddî değeri olan her
nesne; alınıp satılabilen her türlü ticaret eşyası.]
[19]- [İki tarafın rızasıyla yapılan
anlaşmaya veya uyuşmaya sulh veya musalaha denir.]
[20]- [Cüâle: İnsanın yapılan bir hizmet
karşılığında işi yapan kimseye belli bir ücret ve ödül vermeyi
kararlaştırmasına denir. Birisinin kim kaybettiğim şeyi bulursa, ona şu kadar
ödül vereceğim demesi gibi.]
[21]- [Bir akdi ve sözleşmeyi feshetme yahut
uygulama arasında seçim yapma yetkisi. Kendisinde böyle bir muhayyerlik hakkı bulunan
kimse, yaptığı bir akdi karşı tarafın rızası olmasa da bozabilir, sözleşmeden
cayabilir.]
[22]- [Bayağı akit, fesih sebebi bulunmayan,
mutlaka riayet edilmesi gereken akit.]
[23]- [Selem: Para peşin, mal veresiye. Peşin
para veya bir mal vererek veresiye bir mal satın almaya "selem" veya
"selef" denir.]
[24]- [Selem veya selef, müşterinin malı
sonradan teslim almak üzere malın değerini peşin ödemesine denir.]
[25]- [Cüâle:
İnsanın yapılan bir hizmet karşılığında işi yapan kimseye belli bir ücret ve
ödül vermeyi kararlaştırmasına denir. Birisinin kim kaybettiğim şeyi bulursa,
ona şu kadar ödül vereceğim demesi gibi.]
[26]- [Şufa hakkı, üçüncü kişiye satılan
arazi ve ev gibi gayrimenkul malın o mala ortak olanın öncelikle satın almasına
yetki veren hakka denir.]
[27]- [İmam Hüseyin'e (a.s) ağıt okunan ve
diğer hayır işler için kullanılan ve cami hükmünde olmayan yer.]
[28]- [Enfal; savaşmadan Müslümanların eline
geçen ganimetlere, sahibi olmayan işlenmemiş yer, maden, orman, dağların
tepeleri, derelerin içi, mirasçısı olmayan tereke, emek verilmeden ve zahmet
çekilmeden elde edilen mala denir.]
[29]- [Malın aslını değil, sadece menfaatini
belli bir süre için Allah yolunda kullanılması için vakfetmek.]
[30]- [Muamelede mevcut anlaşmazlığı gidermek
veya gelecekte ortaya çıkacağına ihtimal verilen anlaşmazlığı önlemek için
yapılan bir sözleşmedir.]
[31]- [Caiz sözleşme, taraflardan
birinin istediği zaman bozabileceği sözleşmeye denir. Lâzım sözleşme,
mutlaka uyulması gerekli sözleşmeye denir. Bu sözleşme taraflardan birinin
muhayyerlik hakkı olması durumunda veya her iki tarafın anlaşmasıyla bozulabilir.]
[32]- [Şart-ı netice, belli bir sonucun
gerçekleşmesini bir akitle şart koşmaya denir; örneğin bir muamele esnasında
taraflara ait olan bir malın taraflardan birinin veya üçüncü kişinin
mülkiyetine geçmesini şart etmeleri gibi. Şart-i fiil ise, o sonucu meydana
getiren işin yapılmasını şart koşmaya denir.]
[33]- [Havale, borcun bir zimmetten bir başka
zimmete intikalini sağlayan sözleşmeye denir.]
[34]- [Müsle, tahkir etmek için birinin
vücudundan bir şeyi kesmeye denir.]
[35]- [Bu sözcüğün Arapça karşılığı
"hacr (hacir)"dir. Sözlük anlamı kısıtlama olan hacr, çeşitli
haklarını kullanmaya yetkili olan kişinin ehliyetinin sınırlandırılması, bu
haklarını kullanma bakımından kısıtlanması demektir.]
[36]- [Emekle sermayenin birleştirilmesi
suretiyle kurulan şirket. Emek-sermaye ortaklığı. Burada emek sahibi emeğinin,
sermaye sahibi de sermayesinin karşılığında kârdan pay almaktadır.]
[37]- [Sorumluluk getiren haksız tasarruf
türü.]
[38]- [Yed, yani bir malı bulundurma, yed-i
emanet ve yed-i damân olmak üzere ikiye ayrılır. Yed-i emanette, elinde
bulunduranın kusuru olmaksızın o mal zayi ya da kaybolursa, tazmin lâzım
gelmez. Ama yed-i damânda, malı elinde bulunduranın kusuru olmasa da elinde tuttuğu
mal zayi olursa, tazmin etmesi lâzım gelir.]
[39]- [Şer'î hüküm: İnsanların maddî ve
manevî hayatını bir bütün olarak düzenlemek için Allah Tealâ tarafından
konulmuş, insanlığın dünyevî ve uhrevî saadeti için belirlenmiş kanunlara
denir. Hüküm, teklifî hüküm ve vaz'î hüküm olmak üzere ikiye ayrılır:
Teklifî
hüküm: İnsanın fiilleriyle
doğrudan ilintili şer'i hükümlere denir. Namazın farz oluşu, şarap içmenin
haram oluşu gibi.
Vaz'î
hüküm: İnsanın kendisi,
davranış ve söylemiyle doğrudan ilintili olmayan şer'i hükme denir. Ayrı bir
tanımla, Allah Teala'nın bir şeyi başka bir şey için sebep ve şart kılmasına
denir. Bu hükümler dolaylı olarak insanın amel ve davranışlarını etkiler. Nikâh
hükümleri buna örnek gösterilebilir. Nikâh hükümleri sebebiyle erkek ve kadın
birbirlerine karşı birtakım vazifeler üstlenirler, ama bu hükümler onların
davranışlarını dolaylı olarak etkiler.]
[40]- [Faizsiz bankacılık sisteminde banka,
bankaya karz-ı hasen olarak yatırılan mevduatları (cari hesap veya tasarruf
hesabı olarak) mudilerine bazen hediyeler vermek veya bazı öncelikler tanımak
karşılığında müşterilerine belli konularda herhangi bir fazlalık almadan borç
olarak verir. Bankaya kısa veya uzun vadeli olarak yatırılan paralar konusunda
ise banka mudilerin vekili olarak aşağıdaki sözleşmelerden biri çerçevesinde
kredi talebinde bulunan müşterilerine kredi verir: Mudarebe, medenî ortaklık,
hukukî ortaklık, doğrudan yatırım, taksitli satış, temlik şartıyla kiralama,
selef (selem), cüâle (mükâfat vaat etme), borç satın alma, müzaraa (ekim
üzerine anlaşma), müsakat (sulama üzerine anlaşma).
İslâm
hukukuna dayalı bu sözleşme türleri çerçevesinde yapılan muameleler helâl olup,
faizsiz bankacılık sisteminde bankanın mudilerin vekili olarak müşterilerle bu
sözleşmeler çerçevesinde yaptığı muameleleri de helâl sayılmaktadır.]
[41]- [İslâm büyükleri için anma ve matem
merasimlerinin, çeşitli dinî etkinliklerin düzenlendiği mekânlara verilen ad.
Tekke olarak da adlandırılabilecek bu yerlere "Hüseyniye" adının
verilmesi, bu mekânlarda daha çok İmam Hüseyin (a.s) ve Kerbelâ şehitlerine
matem merasimleri düzenlendiği içindir.]
[42]- [Mevat, işlenmemiş veya işlendikten
sonra tekrar harabeye dönüşmüş boş ve sahipsiz arazi demektir.]
[43]- [Karz-ı hasen: Faizsiz olarak verilen
borç.]
[44]- [Musalla: Sözcük anlamı namaz kılınan
yer olan musalla, daha çok cuma, bayram ve cenaze namazları kılmaya mahsus açık
geniş yerlere denir.]
[45]- [Habs: Sözcük anlamı tutmak olan habs
(hapis), terim olarak bir şahsı veya malı bir yerde alıkoymak, bir hakkı elde
edebilmek için bir malı elinde tutmak anlamında kullanılır.]