Back Index Next

Kevvâ, Eş'as b. Kays ve Şimr b. Zilcevşen idi. "Haricîler, İmam Hasan'a biat ettikleri ilk günden itibaren Muaviye'yle savaşma hususunda herkesten çok ısrar ediyorlardı. İmam Hasan b. Ali'ye biat ettiklerinde sapık ve mütecavizlerle -yani Şam halkıyla savaşmasını şart koşanlar da bunlardı; fakat İmam Hasan elini çekerek, 'savaş ve barışta kayıtsız-şartsız kendisine itaat etmek' üzere biat etmeleri gerektiğini vurgulamıştı. Bunun üzerine onlar da kardeşi İmam Hüseyin'e giderek; 'Elini uzat da babana biat ettiğimiz gibi, Şamlı sapık ve mütecavizlerle savaşmak şartıyla sana biat edelim.' demişlerdi.

O ise onlara şu cevabı vermişti: 'Hasan

hayatta olduğu sürece sizin biatinizi kabul etmekten Allah'a sığınırım.' Onlar da bunu görünce çaresizlikle tekrar İmam Hasan'a gidip onun buyurduğu şekilde biat etmişlerdi."[40] Elbette bu grubun İmam Hasan'a biat ederken, şart koşmaları, savaşta ısrarlar etmelerinin nedeni İmam Hasan'a düşman olmaları değildir; çünkü İmam Hasan'ın yakın ashabı ve Şiîleri arasında da savaş için bu kadar diretenler vardı. Fakat ileride, İmam Hasan'ın hayatının bazı bölümlerini incelerken, bu grubun, en sıkı ve en kötü anlarda karışıklıkların çıkmasına neden olduklarını göreceğiz.

Yukarıda değindiğimiz gibi onların liderlerinden ikisi Kûfe'de Emevîler'in en alçak ve en çirkin komplolarına katılmışlardır. Bunlar halkı fitne, fesat ve kargaşa çıkarmaya teşvik etmek için en etkili ve en korkunç metotlardan yararlanıyor ve çeşitli vesilelerle birçoklarının imanını sarsıyorlardı.

Nehrevan kıyılarında aldıkları büyük ve ezici yenilgiden sonra tekrar canlanmalarının sırrı da budur. Ziyad b. Ebih, Haricîlerin propagandasını şöyle tasvir eder: "Onların sözlerinin insanlar üzerindeki etkisi, kamışı yakmaya başlayan ateşten daha yakıcıydı." Muğiyre b. Şu'be ise onlar hakkında şöyle demektedir: "Onlar bir şehirde iki gün kalsalardı, kendileriyle görüşen herkesi ifsat ederlerdi."[41] Haricîler, söyledikleri batıl sözlerin hak olduğunu sanıyor, yaptıkları çirkin işi güzel sayıyorlardı; Allah'a dayanmalarına rağmen Allah'a giden meşru ve dinin onayladığı yollarla hiçbir ilişkileri yoktu. İleride "Orduyu Teşkil Eden Unsurlar"dan bahsederken onlar hakkında ayrıntılı bilgi vereceğiz.

3- Şüpheciler

Şeyh Müfid (r.a), İmam Hasan'ın (a.s) ordusunu teşkil eden unsurlardan bahsederken bu guruptan söz eder. Büyük ihtimalle bu gruba "şüpheciler" isminin verilmesinin nedeni, bunların Haricîler'den olmadıkları hâlde onların propagandalarının etkisi altında kalmaları, sürekli ikircikli davranmaları ve şüphe içerisinde olmalarıdır. Seyyid Murtaza da el-Emali adlı eserinin 3. cildinin 93.

sayfasında şüphecilerden bahsetmiş ve onların kâfir olduğunu ima etmiştir.

Belki de ona göre bu grup dinin esasından şüphe etmekteydi. Her hâlükârda, bunlar kendi başlarına iyilik de yapmaya, kötülük de yapmaya güçleri yetmeyen Kûfe halkının ayak takımından kimseler idiler. Bu özelliklerini göz önünde bulundurarak onların varlığının kendi başına şer ve kötülük kaynağı, fesat vesilesi ve fitnecilerin elinde iradesiz bir alet oldukları söylenebilir.

4- Hamrâ

Bu grup -Taberî'nin rivayetine göre- Kûfe bölüştürülürken müttefik oldukları "Benî Abdulkays" taifesinin bulunduğu tarafta yer alan, Kûfe halkından yirmi bin silâhlı insandan oluşan bir gruptur. Bu grup gerçekte ne Benî Abdulkays kabilesine mensuptur, ne de Arap'tır. Bunlar, değişik ırklardan ve köle çocuklarından oluşan bir gruptu. Bunların birçoğunun hicrî 12 yılından 17 yılına kadar Aynuttamr ve Celulâ'da esir olan Farslı cariyelerin çocukları olmaları mümkündür. Bunların hicrî 41 ve 61 yıllarında çıkan iki bunalımda - yani İmam Hasan ve İmam Hüseyin olaylarında- silâhlı ve savaşçı bir grup olarak rol aldıklarına dikkat ediniz. Ve yine bunlar yaklaşık hicrî 51 yılında Şia'ya karşı korkunç bir katliam gerçekleştiren Ziyad b. Ebih'in muhafızlarıydılar.

Bunların para karşılığında işlemeyecekleri bir cinayet yoktu; genellikle güç sahiplerinin etrafında toplanır, onların elinde keskin bir kılıç sayılırlardı.

Bu grubun, hicretin birinci yılında Kûfe'de çeşitli olaylara ve çirkin fitnelere yönelmeleri sonucu gittikçe güç ve kudretleri arttı ve işleri o kadar ilerledi ki, Kûfe onlara nispet verilerek "Hamrâ'nın Kûfesi" denildi.

Basra'da da köle çocuklarından bir grup vardı. O dönemde Basra valisi olan Ziyad onların gücünden endişelenerek onları ortadan kaldırmak istediyse de Ahnef b. Kays onu bu işten alıkoydu. Günümüzdeki bazı yazarlar, bunları Şiî bir grup olarak tanıtmak isteseler de bu yanlıştır. Çünkü bunların Şia'ya en küçük bir benzerliklerinin olmaması bir yana, Şia'nın ve Ehlibeyt İmamlarının en tehlikeli düşmanlarıydılar. Buların arasında Şia mektebine inanan ve bu mektebi kabul eden kişilerin olabileceği gerçeği inkâr edilemezse de, çoğunluğu küçük bir azınlığa göre değerlendirmek doğru olmaz.

* * *

Bu karşıt unsurların yanında, İmam Hasan b. Ali'nin Şiîleri vardı. Bunlar Hz. Ali'nin hükümet merkezinde yer alıyorlardı ve merkezdeki sayıları diğer gruplara göre daha fazlaydı. Bu grup arasında, ensar ve muhacirlerden İmam Ali'ye uyarak Kûfe'ye yerleşen, Resulullah'ın (s.a.a) sahabeleri de vardı. Resulullah'la (s.a.a) birlikteliklerinden dolayı, halk arasında saygın makamları ve yüksek mevkileri vardı. Kûfe'nin ileri gelenleri, -gerek Hz. Hasan b. Ali'nin hilâfetinin başlarında, gerek biatten sonra İmam'ın çıkardığı cihat fermanının ardından ve gerekse daha sonra meydana gelen diğer olaylar bağlamında- Ehlibeyt'e karşı ihlâs ve samimiyetlerini ortaya koydular. Şüphesiz bu ihlâslı ve samimî Şiîler eğer o gün diğer hemşerilerinin desiselerinden masun kalacak olsaydılar, Şam'dan Kûfe'ye yönelen tehlikelere karşı koymak hususunda güçlü ve yeterli bir grup sayılırlardı. Bu kutlu toplulukta, her türlü sorunu içselleştirecek bir hazırlık, heyecan, neşe, zorluklara göğüs germeye zemin hazırlayan iyi değerlendirme beceresi kimsenin inkâr edemeyeceği düzeyde mevcuttu. Kays b. Sa'd b. Übade, Hucr b. Adiyy, Amr b. Hamık el-Huzaî, Said b.

Kays el-Hamdanî, Habib b. Mezahir el-Esedî, Adiyy b. Hatem, Müseyyib b.

Neciyye, Ziyad b. Sa'saa gibi kişiler hakkında bundan başka ne düşünülebilir ki? Elbette sert ve muhalif cereyanlar, satılmış ve hain eller bu müsait zemini tersine döndürmek ve kaderi değiştirmek için sürekli çaba harcamaktaydı.

Baştan başa farklı ve birbirine zıt eğilimlerin kapladığı, fitne ve envai çeşit propagandaların kaynattığı bu ortamda, olaylara gebe olan bu gecenin sonu ve geleceği İmam Hasan tarafından kestiriliyordu. O, hilâfete yeni geçtiği için program ve hedeflerini belirlemek, yapmak istediği şeyleri halka duyurmak, yöntem ve metodunu açıklamak hususunda içte ve dışta kendisini kuşatan şartları ve kullanabileceği gereçleri gözetlemek durumundaydı. Muaviye, hile ve entrikalarıyla, elindeki gücü ve

imkânları kullanan ve iktidarın gücünden yararlanan, Kûfe'nin gücünü kırmaya yönelik hiçbir fırsattan kaçınmayan, Kûfe'yi sürekli olarak kendisiyle meşgul eden dış bir düşmandı. Muaviye, İmam Hasan b. Ali'nin kendisine karşı soğukkanlı ve ilgisiz kalabileceği veya ilgisiz ve soğukkanlı davranması durumunda saldırısından emin olacağı bir düşman değildi. Gerçekte İmam Hasan, şartların müsait olması durumunda Muaviye'nin şeytanî gücünü yok edip ona hak ettiği dersi vermeyi herkesten çok istiyordu. Fakat İmam Hasan'ın hâkimiyet alanı içerisinde, kendisini asıl meşgul eden şey, yanı başında ve çevresinde olmasına rağmen, mana, ruh ve hedef bakımından kendisinden fersah fersah uzak olan halkın bu durumunda, kendisinin mesajını anlamamasının şahsında somutlaşan düşmanlığıydı.

İmam Hasan'ın hükümetinin merkezinde, aç gözlülüklerinin tutsağı olmuş, hırs ve tamaha yenik düşen, başı boş bir şekilde sağa sola savrulan, sadakatin ne olduğunu bilmeyen, dine saygı göstermeyen, komşusuna hak tanımayan, insanî özelliklere yabancı ve erdemlerden uzak olmaları yüzünden hile, fesat ve nifakın iradesiz aletleri hâline gelen, her sese eşlik eden ve her vadide at koşturan, siyaset sahnesine ferasetleriyle canlılık getirmekten uzak, savaş meydanında disiplini gözetmeyen başıbozuk insanların yaşaması, İmam'a çok ağır geliyordu. Böyle namertlerin varlığı toplumda kargaşa ve fesat çıkarmaya, toplumu fitne, ayaklanma, çeşitli belâ ve tehlikelerle karşı karşıya getirmeye yeterdi, artardı da. İmam Hasan b. Ali bunlara karşı koymak için öyle bir dahilik sergiledi ki, eğer o beklenmedik musibet ve peş peşe gelen olaylar olmasaydı, kesinlikle parlak bir zafere ulaşırdı. Birçok olayı kestirmesine rağmen ihtiyatı gözetmesi, öngörülerini açıklamasına engel oluyor ve bu nedenle onlara işaret etmekle yetiniyordu. Kur'ân-ı Kerim'in bir ayetinden iktibas ettiği ve kendisine biat edildiği gün okuduğu hutbede beyan buyurduğu; "Ben sizin görmediklerinizi görüyorum." şeklindeki müphem buyruğu da bu cümledendir. Bu sözü söylediği gün, karşısında yeni halifeye samimiyetini göstermeye çalışan, neşe ve heyecanla dolup taşan bir kalabalık vardı sadece. O hâlde nasıl oluyordu da o, onların görmediği şeyleri görüyordu onların şahsında? Bu, savaşta ve barışta, dostla ve düşmanla attığı her adımda bir belirtisini görebileceğimiz İmam Hasan'a özgü ferasetin bir örneğiydi. Gerçi tarihî kaynaklar İmam Hasan'ın siyasetinin, özellikle iktidara gelişinin ilk dönemine ilişkin siyasetinin, yani cihat ilânından öncesiyle ilgili bölümde izlenen stratejinin tarihî sahnelerini sergilemek gibi bir amaç taşımıyor olsalar da, buna rağmen yaşamından elimize geçen nadir bölümler, görenleri olağan üstü siyasetine hayran bırakmaktadır. Çünkü öyle kötü ve sıkıntılı bir durumda o kadar tedbirli ve hekimane bir şekilde önderlik etti ki, böyle koşullarda ondan daha iyisini yapmak imkânsızdı. İmam Hasan'ın (a.s) savaşın başlamasından önce gerçekleştirdiği idarî uygulamalardan, yönetim tarzından birkaç örnek sunuyoruz:

 a) Biat için özel bir metin sundu. Biat etmek için herhangi bir şartın koşulmasını, herhangi bir kaydın ileri sürülmesini kabul etmedi. Herkesten, savaş ve barışta kendisine itaat edilmesi üzere biat aldı. O bu önlemi alırken, ne kadar ileri görüşlü olduğunu göstermişti. Çünkü hem savaştan, hem de barıştan söz etmişti buyruğunda; hem savaş taraftarlarını ve hem de savaşa muhalif olanları  ikna etmişti bu sözüyle. Elbette o, Kûfe'nin genel durumundan haberdardı. Böyle bir durumda, böylesine hekimane bir bilince sahip olmak da ona yaraşırdı.

 b) Askerlere verilen parayı yüzer-yüzer artırdı;[42] İmam Hasan'ın hilâfet makamına oturduktan sonra yaptığı ilk iş buydu ve ondan sonra da diğer halifelerin tümü onu örnek almışlardı.[43] Açıktır ki, askerlerinin durumunu olumlu yönde değiştirmesi, gelirlerini artırması, güç ve kudretin artması ve onların daha fazla sevgisini kazanması anlamına geliyordu. Ayrıca savaş için daha fazla asker toplamak konusunda da etkiliydi. Bu hareket her ne kadar İmam'ın savaşa hazır olduğunu gösteriyorsa da, buna rağmen kesin olarak onun savaşmaya karar verdiğinin anlamına gelmiyordu bu; çünkü yeni bir dönemin başladığının göstergesi de olabilirdi. Böyle bir girişim, bir açıdan savaşın başlatılmasını gerekli kılabilecek geleceğe yönelik akıllıca bir önlem olmasına rağmen tefrika ve ihtilâfa da neden olmuyordu.

 c) Muaviye lehine casusluk yapan iki kişinin idam fermanını verdi ve bu fermanla -Basra ve Kûfe halkından birçok unsurların yöneldiği- fitne ve ayaklanma düşüncesini bastırdı.

Şeyh Müfid bu hususta şöyle yazıyor: "Emir'ül-Müminin Ali'nin şehit olduğu ve halkın İmam Hasan b. Ali'ye biat ettiği haberi Muaviye'ye ulaşınca, gizlice Himyer kabilesinden bir kişiyi Kûfe' ye, Benî Kayn kabilesinden bir kişiyi de Basra'ya göndererek oradaki haberleri kendisine yazmalarını ve İmam Hasan'ın yönetiminde bozgunculuk ve fitne çıkarmalarını emretti. İmam Hasan bunu haber alınca, Kûfe'deki bir kasabın evinde oturan Himyerli adamı yakalatarak boynunu vurmalarını emretti. Basra'ya da mektup yazarak Benî Süleym kabilesinin arasına karışmış Kayn kabilesine mensup casusun da yakalanarak idam edilmesini emretti." Ebu'l-Ferec el-İsfahanî de buna yakın bir rivayet aktardıktan sonra şunları söyler: "Hasan, Muaviye'ye şöyle bir mektup yazdı: İmdi! Casuslarını göndermişsin; galiba benimle görüşmek istiyorsun! Bunda şüphem yok; o hâlde o günün yakın bir zamanda gelmesini bekleye dur. Akıl sahiplerinin sevinmeyecekleri bir şeye sevinerek onu alay vesilesi ettiğini duydum. (Hz.

Ali'nin (a.s) şahadetinden dolayı Muaviye'nin sevinmesine işarettir.) Senin durumunu aşağıdaki şiir çok güzel anlatmaktadır: Düşmanı ölen kimseye de ki: / Sen de öyle bir kadere hemen gelecekmiş gibi hazırlan!  Biz öyle bir topluluğuz ki, bizden ölen, geceyi / Yatağında sabahı bekleyerek geçiren kimse gibidir."

d) İmam, halife olduğu ilk günden itibaren yakınlarının ve etrafındakilerin savaşı başlatmasına ilişkin tüm ısrarlarına rağmen, savaşı erteledi. Biz beşinci bölümde o

günün siyasî durumunu inceleyerek o şartlarda bu tutumun maslahata daha uygun ve daha doğru bir tedbir olduğunu açıklayacağız.

e) Mektup ve mesajlar aracılığıyla, Muaviye'nin, çürük  iddialarıyla bağdaşmayan her an yıkılmaya meyilli konumunu ona unutturarak -kendisine yazdığı mektuplarlaonun yanılgılarını içeren bir dosya hazırladı. Gerçek kimliğiyle tanınmayan maskeli Muaviye'yi insanlara tanıtan ve kamuoyunda Muaviye'ye karşı savaşmak hususunda İmam Hasan lehine makul bir gerekçe teşkil eden, işte bu kara dosyadır.

Sonuçta, Muaviye cephesi, zor ve kaba kuvvet mantığı açısından bakılınca galip sayılsa da, akıl sahibi insanların mantığı açısından her zaman için mağluptur.

İmam Hasan'ın, Hz. Ali'nin (a.s) şehit edilmesinden savaşın başlamasına kadar kısa bir zaman dilimi içerisinde siyasî metodunu tanıtmak için yararlandığı bu akıllıca yöntemlerin her biri bizim için önemli dersler içermektedir. Bu hususta başka örnekler sunmaya da gerek yoktur.

SAVAŞ KARARI

Tarih sayfalarını incelediğimiz zaman, ahlâkın ilerlemesinde dinin başarısının büyük bir rol oynadığını görürüz. Bunun nedeni ise, milletlerin ve halkların hayat sistemlerinde önderlerini ve liderlerini izlemeleri, yaşam tarzlarında kuralların hedefine mahkûm olmaları ve onlara bağlı kalmalarıdır. Şayet din, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak ve insanların nefsini maddiyata tamah etmekten temizlemekten başka herhangi bir kural içermeseydi, bu kural dahi uygulanması durumunda

toplumun ıslâhı için yeterli olurdu. Fakat cahiliyeden miras kalan bu grup -diğer sınıf düzeni taraftarları gibi- muhafazakârlık, babalarının ve dedelerinin âdetlerini, eski ve çürümüş düzenleri, zalimane gidişatları izlemeyi alışkanlık hâline getirmişlerdi. Bunlar, yeni dinin zuhurunun başlarında onun en azılı düşmanlarının safında yer almışlardı. Sonra da ona teslim olmaktan başka çarelerinin olmadığını anlayınca, dünyevî çıkar ve saltanata ulaşmak için (dine teslim olması) bir araç olarak kullanmaya karar vermişlerdi. Bu uğursuz hedefler sayesinde, dinin asıl hedefi çiğnendi ve toplumun amaçlanan ıslâhına doğru tedricî ve düzenli hareketi durdu. İnsanlar dünyevî tamahlarla uğraşa durdular ve din, dillerinde tekrarladıkları kuru bir laftan ibaret kaldı; yaşamları arzularına uygun şekilde akıp gidince onu korudular; ancak bir belâyla karşılaştıklarında dine bağlılığını sürdüren çok az kişi kaldı... Fakat Resulullah'ın Ehlibeyti'nin önemli bir misyonu vardı. Bu misyonun hedefi, kişisel yarar değil, insanların kurtuluşuydu; kendilerinin hükümet kürsülerini süslemek değil, din yurdunu diriltmekti; şahsî menfaatleri korumak değil, maneviyatı korumaktı. Muaviye, yaşadığı müddetçe sürekli bu hedeflerin düşmanı, bu ıslâhatın öncülerinin karşıtı olduğu ve nihayet azgınlık ve tuğyanla Müslümanların toplumundan uzaklaştığı, hükümet sevdası gönlünün derinliklerine kök saldığı ve kişisel çıkarları onun düşünce ve gidişatında etki bıraktığı için, İmam Hasan b. Ali Müslüman kitlelerin güçlerini ona karşı seferber etmek ve onu ilâhî hükümete çağırmak zorunda kaldı... ve Allah hükmedenlerin en iyisidir.Ebu'l-Ferec el-İsfahanî şöyle yazıyor: "Hasan b. Ali'nin yaptığı ilk iş, ordudaki mücahitlerin maaşlarını yüz yüz artırmak oldu."[44] Daha önce Hz. Ali de (a.s) Cemel Savaşı'nda böyle yapmıştı. O da hilâfetinin başında bu yönteme baş vurmuş ve ondan sonra da diğer halifeler ona uymuşlardı. Ardından şunları yazıyor: " İmam Hasan (a.s), Harb b. Abdullah el-Ezdî  aracılığıyla Muaviye'ye şöyle bir mektup gönderdi: Emir'ül-Müminin Ali oğlu Hasan'dan Ebu Süfyanoğlu Muaviye'ye. Selâm olsun sana. Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a hamdolsun.

İmdi... Allah Tealâ, diri olanları Allah'ın azabından korkutması ve kâfirlere hücceti tamamlaması için Muhammed'i âlemlere rahmet, müminlere minnet ve bütün insanlara bir elçi olarak seçti. O da Allah'ın elçiliğini hakkıyla yerine getirdi, O'nun emrine uygun davrandı.

Sonra kusur ve gevşeklik yapmadığı, onun vasıtasıyla hakkı ortaya çıkarıp şirki yerle bir ettiği hâlde Allah onu katına aldı." "Ve Kureyş'i ona has kılarak; 'Bu Kur'ân, seni ve kavmini hatırlatır.' buyurdu. Bu dünyadan göçünce de ondan sonra kimin iktidara geleceği hususunda Araplar arasında ihtilâf çıktı. Kureyş dedi ki: 'Biz

onun akrabaları, yakınları ve soyunun koruyucularıyız; dolayısıyla ondan sonra hükümete gelmek ve hilâfeti ele almak konusunda bizimle tartışmanız doğru değil.' Araplar Kureyş'in bu delilini kabul edip onların isteklerini kabul ettiler, onları ağırlayarak hükümet makamını onlara teslim ettiler." "Sonra biz de Kureyş'e onların Araplara söylediklerini söyledik; fakat onlar bize karşı Araplar gibi insaflı davranmadılar. Kureyşliler, istidlâl güçleri ve Arabın insaflı davranması sonucu hükümeti elde ettiler; fakat sıra bizim istidlâlimiz ve onların insafına gelince, bizden uzak durdular ve bize karşı zulüm, düşmanlık ve haksızlıkta el birlik olup bize sulta kurdular ve yönetimi ele geçirdiler.

Evet, biz onlarla Allah Tealâ'nın huzurunda görüşeceğiz; bizim sahibimiz ve yardımcımız O'dur." "Biz o gün birilerinin bizim hakkımızı gasbetmesine ve bizim ailemize ait olan hükümete el uzatmasına çok şaşırmıştık.

Fakat onlar faziletli ve İslâm dininde saygın mazileri olan kimseler oldukları için münafıklar ve din düşmanlarının bu vesileyle dine bir zarar vermelerine veya onda fesat çıkarmak için bir yol bulmalarına engel olmak gayesiyle onlarla kavga etmekten sakındık." "Fakat bugün insanlar, senin bu makama el uzatmana şaşırıyorsa yeridir; çünkü senin ne İslâmî bir faziletin var, ne iyi ve güzel bir eser bırakmışsın; dolayısıyla hiçbir açıdan bu makama lâyık değilsin.

Dahası, sen düşman çetelerinden birinin çocuğu, Kureyş içinde Resulullah'a ve Kur'ân'a karşı savaşan en büyük düşmanlardan birinin oğlusun. Allah Tealâ senin şerrinden ümmeti koruyacak ve yakında O'nun huzuruna çıkararak kimin akıbetinin hayır üzere olduğunu göreceksin. Vallahi yakın bir zamanda Rabb'inle buluşacaksın ve O, senin yaptıklarının cezasını verecektir; bil ki Allah kullarına zulmetmez." "Ali vefat edince -Allah'ın rahmeti; öldüğü gün, İslâm'la kendisini şereflendirdiği gün ve tekrar dirilerek mezardan çıkacağı gün onun üzerine olsun- Müslümanlar yönetimi bana tevdi ettiler.

Allah'tan, bu geçici dünyada, ahiret yurdunda O'nun bize yönelik kerem ve ikramlarının eksilmesine neden olacak bir şeyi vermemesini niyaz ediyorum. Beni sana mektup yazmaya zorlayan şey, Allah Tealâ huzurunda, senin hakkında mazur olmak isteyişimdir. Eğer sen de benim söylediklerime uyacak olursan, büyük bir yarar elde edeceksin ve Müslümanlar ıslâh olacak ve büyük menfaatlere kavuşacaklardır." "O hâlde, batıla uymaktan vazgeç ve diğer insanlar gibi bana biat et. Çünkü sen de biliyorsun ki ben hilâfete senden daha lâyığım.

Back Index Next