Back Index Next

Hakem, Velid b. Utbe, Yezid b. Hürr el-Abesî, Müslim b. Ukbe ve Dahhak b. Kays el-Fehrî gibi dostlarıydı. Muaviye hem uygun fırsat seçmede ve hem de Kûfe'de bozuculuk ve fitne çıkarmada başarılı oldu. O, bu iş için tam bir ciddiyetle alçak vicdanları parayla satın aldı ve çeşitli bölgelere casuslar gönderdi; bu casuslar gittikleri yerlerde çeşitli yalanlar yayıyor ve döndüklerinde alınan kararlar veya düşmanın savaş imkânları hakkında çeşitli haberler getiriyorlardı. Bu ise en keskin, en etkili ve en güçlü savaş darbesi sayılmaktaydı. "Muaviye bütün aşiretlerin ve ordularının toplanması için genel seferberlik ilân etti. Emri altındaki bütün bölgelere; 'Bu mektubu alır almaz, bütün imkânlarınızla beraber bana doğru hareket edin.' şeklinde mektuplar yazdı."[55] İmam Hasan da savaş isteyen Muaviye'ye karşılık vererek cihat ilân etti. Onun davetiyle ihlâslı müminler, Kur'ân hamilleri, savaş komutanları ve İslâm'ın muhafızları etrafında toplandılar: Hucr b. Adiyy, Ebu Eyyub el-Ensarî, Amr b.

Kurza el-Ensarî, Yezid b. Kays Erhabî, Adiyy b. Hatem et-Tâî, Habib b.Mezahir, Dırar b. Hattab, Ma'kıl b. Sinan el-Eşcaî, Vail b. Hucr el-Hadremî (Seyyid'ul-İkbal), Hanî b. Urve, Rüşeyd el-Hacerî, Meysem-i Temmar, Büreyr b.

Hudayr, Habbe el-U-ranî, Hüzeyfe b. Esid, Sehl b. Sa'd, Esbağ b. Nübate, Sa'saa b. Sûhan, Ebu Hucce Amr b. Muhsin, Hanî b. Evs, Kays b. Sa'd, Said b. Kays, Abis b. Şebib, Abdullah b. Yahya el-Had-remî, İbrahim b. Malik Eşter, Müslim b.

Avsece, Amr b. Ha-mık, Beşir Hemedanî, Müseyyib b. Neciyye, Amir b. Vaile, Cüveyriyye b. Mushir, Abdullah b. Musma el-Hemedanî, Kays b. Musehher es-Seydavî, Abdurrahman b. Abdullah b. Şeddad, Ammare b. Abdullah es-Selulî, Hani b. Hani es-Sebiî, Sa-id b. Abdullah, Kesir b. Şehab, Abdurrahman b.

Cündeb, Abdullah b. Aziz, Ebu Sumame es-Saidî, Abbas b. Cu'de, Abdurrahman b.

Şüreyh, Ka'ka' b. Amr, Kays b. Verka, Cündeb b. Abdullah el-Ezdî, Hars b. Süveyd, Ziyad b. Sa'saa et-Teymî, Abdullah b. Val, Ma'kıl b. Kays er-Riyahî bu cümledendi. Bunlar İmam Hasan'ın (a.s) cephesinin güçlü kanadını oluşturuyorlardı. İmam Hasan, Abeydullah b. Abbas'a yazdığı emirnamesinde bunlardan şöyle söz etmiştir: "Onlardan biri, bir ordudan daha fazladır." Muaviye ise Sıffin Savaşı'nda onları şöyle anlatıyor: "Onların hepsinin kalbi tek parçadır." Ve yine şöyle diyor: "Bunlar bir grubu öldürmeden ölmezler." Ayrıca Muaviye bunların hakkında; "Sıffin'de başlarındaki miğ-ferlerin altından onların gözlerini hatırladığımda aklım başımdan gidiyor." demiştir. Şüphesiz düşmanın tanıklığı en doğru tanıklıktır. Herkeste olan haddinden fazla iyimserlik, cihada davet ederken Kûfe'yi sarstı ve halk grup grup savaşa koştu. Bu savaş gönüllüleri arasında daha önce iyi işlerde ve Allah rızası doğrultusundaki işlerde bu kadar neşeli ve sevinçli oldukları hatırlanmayan çeşitli unsurlar da vardı. Dolayısıyla İmam Hasan'ın ordugâhında, ihlâslı dostları dışında halktan durumu belli olmayan bir grup, herkesçe tanınan kişilerin yakınlarından bir cemaat ve İmam Hasan'dan farklı düşünen ve düşman için casusluk yapmak için gelmiş bulunan kötümserlerden bir halk kitlesi ve nihayet genellikle savaş anında kaçarak kurtulan ve ganimet toplamaktan başka bir amaçları bulunmayan gevşek unsurlardan oluşan bir grup vardı. O gruplardan hiçbiri diğer grubun fikir ve görüşüyle uyum içerisinde değildi; hepsi birbirine muhalif, düşüncesiz ve hedefsizlerdi. Bunun dışında onlar arasında - savaş şartlarının gerekli hazırlıkları için en büyük engeli oluşturan- grupsal tartışma ve münakaşalar da oldukça fazlaydı. İmam Hasan ilk günden beri, bu üzücü düzensizlikten endişeliydi. Bazı kaynaklar da bu gerçeği vurgulamaktadır. O, karşısında savaş marşları okuyan bu kalabalık halk kitlesinin ne direnişlerine ve ne de ihlâs ve görüş birliğine güvenmiyordu. Bu halk kitlesinin arkasında, kesinlikle ıslâh olup hidayet bulacakları umulmayan Kûfe münafıklarının ve iki yüzlülerinin başları vardı. Eş'as b. Kays, Amr b. Hüreys, Muaviye b. Hudeyc, Ebu Burde el-Eş'arî, Münzir b. Zübeyr, İshak b. Talha, Hucr b. Amr, Yezid b. Haris b.

Revim,  Şebes b. Rib'î, Ammare b. Velid, Habib b. Mesleme, Ömer b. Sa'd, Yezid b. Umeyr, Haccar b. Ebcer, Urve b. Kays, Muhammed b. U-meyr, Abdullah b. Müslim b. Said, Esma b. Harice, Ka'ka' b. Şurzehlî, Şimr b. Zilcevşen... gibilerini buna örnek gösterebiliriz. İmam Hasan sonunda bu grupla bir olay yaşayacağını  biliyordu.Bunlar, Müslüman olduklarını iddia etmelerine rağmen kendileri ve kendileri gibi olanlar için kendi istek ve iradeleri doğrultusunda ahlâk kuralları çıkarıyorlardı! Ahlâk kaynağını gönüllere akıtan ve Müslümanlara sayısız nimetler veren İslâm dini, bu beyinsiz halka göre maddecilik karşısında yenilgiye uğramıştı. Bu nedenle Resulullah'ın Ehlibeyti'nden uzaklaşmış, onlarla görüş birliği içinde olma, onların eğitim, terbiye ve kültürünü alma gücünü kaybetmişlerdi. İmam Hasan'a tam anlamıyla kayıtsız şartsız itaat etmek ve emirlerine teslim olmak şartıyla biat ettikleri andan itibaren, onun düşmanlarının yardımcıları şeklinde tefrika ve ayaklanma çıkarmaya başladılar.

En büyük cinayetler için, dünyevî ve uhrevî sonuçlarından en küçük bir şekilde çekinmeden sürekli macera, tuzak kurma, fırsat kollama ve komplo hazırlama peşinde koşuşturdular. Bu grubun orduya katılması, İmam Hasan açısından karşısındaki açık düşmanından beklenen tehlikeden çok daha büyük bir tehlikeydi. Dolayısıyla Kûfe komutanının, işin sonunda yapayalnız kalmaktan endişelenmesi ve mümkün olduğu kadar savaşı ertelemesi yerinde olmaz mıydı? Şüphesiz işin sonucunun müphem oluşu, sabırlı ve ihtiyatlı davranmayı ve muhtemel zararlar karşısında daha fazla hazırlıklı olmayı gerektirmekteydi.Fakat şimdi savaşa davet edilince, seçkin babasından değerli bir miras olarak aldığı özelliği taşıması ona yakışırdı; çünkü aslan yavrusu aslan gibi olmalıydı...

İmam Hasan babasının şu tavsiyesini uygulamak zorundaydı:  "Hiçbir zaman birini savaşa davet etme; fakat eğer birisi seni savaşa davet ederse kabul et; çünkü savaşı başlatan mütecavizdir..." Yine Müslümanlara hüküm sürmemin şer'î sorumluluğunu da göz önünde bulundurmak zorundaydı. İnsanların biat ve itaat ettiği bir önder ve imamın, açıkça kanunun çiğnenmesine ve İslâm'a tecavüz edilmesine göz yumması ve imkân dahilinde olduğu hâlde ona karşı koymaması caiz olmazdı. Allah Tealâ buyuruyor ki: "Azgınlarla, onlar Allah'ın yoluna dönünceye kadar savaşın." Resulullah (s.a.a) da şöyle buyuruyor: "Kim imam ve önder varken halkı kendisine veya diğer birine çağırırsa, Allah'ın lânetinin kapsamına girmiş olur; onu öldürün." Bu iş için, yani sapıklığa karşı koymak için gerekli güce gelince: Kûfe hainlerinden birçoğunun eğilim gösterdikleri normal olmayan ve kurallara aykırı durumlara rağmen Kûfe'ye tâbi sınırlarda savaş için gerekli ordunun hazır olduğu sanısını güçlendirecek kadar çok sayıda asker vardı. İslâm hükümeti birinci asrın ortalarında, o dönemde bir hükümet için gerekli olan en büyük orduya sahipti.

Nihayet, sınırları korumak, çok dikkatli olmayı ve İslâm ordusunun büyük bir bölümünü merkezden uzak noktalara yerleştirmeyi gerektirmekteydi. Bu ise, askerî birliklerden büyük bir kısmının merkeze

yakın savaşlarda kullanılmasına engel oluyordu; özellikle öncül birliklerin eski metotlarla ve o günün eksik araçlarıyla yaptıkları operasyonların zorluğunu göz önünde İbulundurursak.

Sadece Kûfe'de konuşlandırılan ordu -iki farklı rivayete göre-[56] doksan veya yüz bin ve Basra'ya yerleştirilen ordunun sayısı ise seksen bin kişiydi.[57] Bunlar bu iki şehirde hükümet hazinesinden maaş alan askerlerdir. Bu iki askerî şehirde, bunlara tâbi olanların ve bunların kölelerinin ve yine gönüllü olarak cihada katılanların sayısı da normalde bir bu kadara ulaşmaktaydı. Dolayısıyla Irak ordusunun toplam asker sayısı yaklaşık 350 bin kişiye ulaşmaktaydı; tabii ki İran, Yemen, Hicaz ve diğer ordugâhlardaki askerler bu rakamın dışındaydı. Şiîlerin savaş için heyecan ve sevinçleri bir taraftan ve Haricîlerin -kendi tabirleriyle- "sapıklar"la savaşmaya ısrarları da diğer taraftan ve ayrıca halk kitlesinin cihat taraftarlarının görüşlerinin ilerlemesi üzerine savaş saflarına katılmak için eğilimleri de başka bir yandan... Bütün bunlar, savaş için yeteri kadar teçhizatlı bir ordunun olduğuna herkesi inandırmak için yeterdi... Fakat savaş başladığında ve iki taraf savaşırken bu savaşçıların Allah Tealâ ile ahit ve sözlerini unutmamaları ve sözlerinde durmaları gerekmekteydi.

SAVAŞ SEFERBERLİĞİ VE KOMUTANLIK

Kûfe'de bir münadi "es'salât-u camia"[58] diye seslendi. İnsanlar camide toplandılar; İmam Hasan (a.s) minbere çıkarak Allah'a hamd-ü sena ettikten sonra şöyle dedi:

"İmdi... Hiç kuşkusuz Allah insanlara cihadı farz kıldı ve onu 'meşakkat' olarak tanıttı.

Sonra cihat edenlere; 'Direnin; Allah direnenlerle birliktedir.' buyurdu. Ey insanlar! Siz, sevmediğiniz şeyler karşısında sabredip direniş göstermedikçe sevdiğiniz şeylere kavuşmazsınız. Muaviye'nin, bizim savaşa karar verdiğimizi duyduktan sonra bize doğru yola koyulduğunu duydum. O hâlde siz de Nuhayle'deki[59] ordugâhlarınıza gidin ki, herkesin düşünce ve görüşüyle bir karara varalım. -Allah'ın rahmeti sizin üzerinize olsun.-"Tarihçiler bu olayı şöyle yazmışlardır: "Bunun üzerine herkes sustu, hiç kimseden çıt çıkmadı ve kimse İmam Hasan'a cevap vermedi!"

Tayy kabilesinin ileri geleni, Resulullah (s.a.a) ve Emir'ül-Müminin Ali'yle (a.s) parlak geçmişinden dolayı Müslümanların gözünde büyük bir makamı olan Adiyy b.

Hatem, bu durumu görünce, öfkeden tüm bedeni titredi ve yüksek, titretici bir sesle bağırarak bütün kafaları kendine çevirdi. Herkes onun sözünü merak ediyordu. O topluluk arasında, Adiyy'in parlak geçmişini, yüceliğini, büyüklüğünü ve Allah yolunda sebatını bilenler çoktu. Adiyy, insanların bu gevşeklik ve sükûtunu kınayarak ateşli sözlerle konuşmasını şöyle sürdürdü: "Ben Hatem oğlu Adiyy'im...

Yazıklar olsun; bu davranışınız ne kadar çirkindir sizin?! Neden önderiniz ve Peygamberinizin oğluna olumlu cevap vermiyorsunuz?! Rahatlık anında dilleri kamçı gibi olan ve şimdi iş ciddileşince tilkiler gibi deliklerine sinen şehrin hatipleri neredeler?! Allah'ın

öfkesinden korkmuyor musunuz, utanç verici bir duruma düşmekten, yüzünüzün kızarmasından çekinmiyor musunuz?" Sonra İmam Hasan'a dönerek şöyle dedi:

"Allah seni doğru yola rehberlik etsin, çirkinlikten uzaklaştırsın ve her türlü güzel ve beğenilir işe muvaffak kılsın... Sözlerini duyduk, emirlerine boyun eğdik, buyurduğun ve düşündüğün her şeye teslim olduk biz." Sonra, "Ben şimdi ordugâha gidiyorum; bizimle olmak isteyen varsa, haydi bismillah..." dedi ve camiden dışarı çıktı. Caminin kapısı önünde duran merkebine binerek Nuhayle'ye doğru hareket edip kölesine savaş malzemelerini ordugâha götürmesini emretti. O, emre amade ilk mücahid örneği ve savaşa hazırlanan ilk kişiydi.[60] Tayy kabilesinde Adiyy'in sözünden çıkmayan bin savaşçı vardı.[61] Ondan sonra hatiplerden birkaçı da heyecanlanarak İmam Hasan'ın huzurunda onun gibi konuştular. İmam Hasan onlara dedi ki: "Allah'ın rahmeti sizin üzerinize olsun! Ben sürekli sizi iyi niyetli, sadık ve birer dost olarak bildim; Allah size hayırlı mükâfatlar versin." Sonra amcası oğlu Muğiyre b.

Nevfel (b. Haris b. Abdulmuttalib)' i Kûfe'de bıraktı ve ona halkı Nuhayle'ye gitmeye teşvik etmesini söyledi. Daha sonra kendisi beraberindekilerle birlikte şehirden dışarı çıktı. Cihat ilân ettiği ilk gün kendisinin ordugâha gidişi, halkı seferber etmek için seçtiği son derece etkili bir yöntemdi. Nuhayle ordusunun birliklerini İmam Hasan ve babasının ashap ve Şiîleri ve halktan diğer bir grup teşkil etmekteydi. Muğiyre b. Nevfel de tam bir şevk ve heyecanla halkı Nuhayle'ye gitmeye teşvik ediyordu. Biat haftasının göz alıcı sevinci ve oldukça kalabalık tezahüratı herkeste, Kûfe'de bir kişinin dahi İmam Hasan'ın davetini reddetmeyeceği, istisnasız herkesin ordugâha gideceği beklentisini oluşturuyordu. Fakat bu beklenti boşa çıkmıştı! Hatta Emir'ül-Müminin Ali'nin şahadetinden kısa bir süre önce, Şam'a hamle için hazırlamış olduğu -ve sayıları kırk bin kişiyi bulduğu söylenen- teçhizatlı birlikler bile vahdet ve bütünlüklerini kaybetmiş, çoğu emre itaatsizlik etmiş ve Kûfe'deki silâhlı kişilerin çoğu da itaatsizlik ve gevşeklikte onlara eşlik etmişlerdi. Kûfe'nin iki yüzlü ve iki renkli ileri gelenleri, sözleri amele dökme saatinin geldiği o hassas anda her zamankinden çok faaliyet gösteriyorlardı. Tarihle ilgili rivayetler, olaya şahit olan Haris-i Hemedanî'den şöyle nakletmektedir: "Ordugâha gitmek isteyenler Hasan b.

Ali'yle birlikte hareket ettiler; şehirde kalan kalabalık halk kitlesi sözlerine sadakat göstermedi ve onu da babası Emir'ül-Müminin gibi aldattılar... Nuhayle'de on gün beklediler. Bu süre içerisinde onun etrafına

sadece dört bin kişi toplandı. İşte bu nedenle halkı savaşa seferber etmek için Kûfe'ye döndü ve orada; 'Benden önceki halifeyi aldattığınız gibi beni de aldattınız...' buyurduğu hutbeyi okudu."[62] Bu konuşmadan sonra safında yer alanların sayısı kesin bir şekilde bilinmemektedir. Sadece şu kadarını biliyoruz ki, -İbn-i Ebi'l-Hadid'in Şerh-u Nehc'il-Belâğa'da dediğine göre-Kûfe'den büyük bir ordu hareket etmiştir. Ve biz "Ordunun Sayısı" bölümünde İmam Hasan'ın ordusunun sayısı hakkındaki tarihçilerin farklı sözlerini aktaracağız inşaallah. İmam, Nehayle'yi Deyr-i Abdurrahman'a doğru terk etti ve orada üç gün kaldı; -yine sayıları belli olmayan- diğer bir grup da orada ordusuna katıldı. Deyr-i Abdurrahman, İmam Hasan'ın (a.s) Medain[63] ve Meskin'deki[64]  iki ordugâhı arasında yer almıştı.

İmam Hasan'ın bu iki ordugâhla ilgili özel bir hareket metodu vardı:

a) Medain, Irak'ı Fars ve ondan sonraki şehirlere bağlayan yolun başında yer alıyordu ve coğrafik konumu bakımından Kûfe, Basra ve İran yollarının birleştiği bir

noktada bulunuyordu. Askerî önem bakımından da savaş durumunda stratejik bir siper konumundaydı... İran ise tehlikeli patlamalara gebeydi. İmam Hasan Ziyad b.

Ebih'i oraya vali olarak atamıştı; henüz her şeyini tersine çeviren bozuk ahlâkını sergilememişti.

b) Meskin'e gelince, orası İmam Hasan'ın cihadı tarihinde hassas bir noktaydı; çünkü İmam orada düşmanının karşısına çıkmıştı. O dönemde bu nokta Haşimoğulları'nın hüküm sürdüğü Irak'ın veya Kûfe'nin –yani Haşimoğulları'nın hükümet merkezinin- emri altındaki bölgelerin en son noktasıydı. Meskin bölgesinde yemyeşil, bayındır, nüfusu kalabalık çok sayıda köy vardı. Bu köyler arasında Evana, Akbura ve onun kuzeyindeki en son mamur nokta olan el-Ales yer alıyordu.[65] Onun karşısında el-Cenubiyye kasabası yer alıyordu. Burası Muaviye'nin Cisr-i Menbic'i geçip ordusuyla konakladığı ve iki ordunun karşılaştığı yerdir. O günkü Meskin'in, bugün Samerra yakınlarında, Semike ve Beled kasabalarının arasında bulunan çölden daha büyük olmadığı sanılmaktadır. Burası, bol mahsullü, su kaynaklarına yakın, geniş ovalara sahip, bayındırlaşma bakımından zengin bir bölgeydi ve bu nedenle de savaş için uygun bir yer sayılmaktaydı. İmam Hasan ile Muaviye arasındaki savaş bu bölgenin tarihinde gerçekleşen ilk savaştı; fakat ondan sonra Irak ve Şam arasında birçok olaylar vuku bulmuştur bu bölgede. İmam Hasan, Medain'i, stratejik konumu nedeniyle yüksek komuta merkezi yapmak, böylece hem takviye birliklerinin ona yakın üç bölgeden gelip orada toplanabilmesini sağlamak ve hem de Muaviye ve Şam ordusuna karşı savaş meydanı arkasında -yani Meskin'demevzi almış olmak istedi. Haşimoğullarının bu iki ordugâhının (Medain ve Meskin) birbirinden uzaklığı yaklaşık doksan kilometreydi. Bu, o gün için alternatifi olmayan örnek ve ilginç bir savaş taktiğiydi. Böylece, İmam Hasan ortaya koyduğu bu savaş plânı ile zamanının savaş oyunlarını çok iyi bilen üstün ve bilinçli bir komutan olduğunu sergilemiş oldu. Gerek uygun bir zamanın, gerek münasip fırsatların seçiminde ve gerekse orduyu hareket ettirme olarak İmam'ın sonraki adımları da - siyaset, ihlâs ve fedakârlık alanlarındaki- diğer seçkin özellikleri gibi, askerî taktikleri de tam olarak bildiğini göstermekteydi. İmam Hasan b. Ali, Meskin'e göndermek istediği öncü birliğe bir komutan seçmek için dikkatle sağa-sola ve etrafında toplanan Şia'nın ileri gelenleri ve yakınlarının büyüklerinin yüzlerine baktı. Onların arasından üç kişi dikkatini çekti... Kendisine yardım etmek için herkesten çok sabırsızlanan bu üç kişi, Übeydullah b. Abbas,[66] Kays b. Sa'd b. Übade ve Kûfe'deki Yemenlilerin reisi Said b. Kays el- Hamdanî'den ibaretti. Dolayısıyla öncü birliğin komutasını sırayla bu üç kişiye verdi. Übeydullah b. Abbas dinamik, heyecanlı ve dünya hayatına gönül bağlamayan bir kişiydi. Dinî inancı bir taraftan ve kabile taassubu da diğer taraftan onu tahrik ederek Haşimoğulları'nın hükümetini savunma konusunda onu çelik bir silâh hâline getirmişti. Ve bu da şaşırılacak bir durum değildir; çünkü onun kendisi de Haşimoğulları'nın başlarından birisiydi. Boşuna dememişler: "Derdi olanın çektiği ah adama etki eder..."[67] Onun parlak geçmişi hakkında şunlar kaydedilmiştir: Hicrî 36 yılında (el-İsabe'nin rivayetine göre) veya 39 yılında (Taberî'nin rivayetine göre) ya da her iki yılda hac kafilesinin başıydı.

Hz. Ali'nin döneminde bir defa Bahreyn ve bir defa da Yemen ve etrafında İmam'ın memuruydu.[68] Mekke'de hacıların tanıklık ettiği gibi eli açık

ve cömert bir kişiydi. Bütün bunların dışında halkı İmam Hasan'a biat etmeye davet eden ilk kişiydi o. Bu durumda, o, amcası oğlu İmam Hasan'ın (a.s) güvenini kazanarak onun tarafından öncü birliğin kumandanı seçilmeye lâyıktı.[69] Onu çağırarak ona -tümü elimize ulaşmayan ve bazı kaynakların bir bölümünü naklettikleri- bir ferman verdi. Bu fermanda şöyle yazılmıştır: "Ey amcam oğlu! Şimdi ben Arap süvarilerinden ve şehrin muttakilerinden on iki bin kişiyi seninle birlikte gönderiyorum. Onlardan biri bir orduya bedeldir. Onları harekete geçir ve onlara karşı yumuşak, güler yüzlü ve tam anlamıyla alçak gönüllü ol. Onlarla düşüp kalkman gerektiğine dikkat et. Çünkü bunlar Emir'ül-Müminin Ali'nin ashabından kalan içi dışı bir (iki yüzlü ve münafık olmayan) kişilerdir. Onları Fırat kıyısına götür ve sonra Muaviye'ye ulaşıncaya kadar ilerle. Muaviye'yle karşılaştığın zaman ben ulaşıncaya kadar onu olduğu yerde tut; ben de kısa bir süre sonra senin peşinden hareket edeceğim. Her günün haberini bana ulaştırmalısın. İşlerinde bu iki kişiyle - Kays b. Sa'd ve Said b. Kays- müşavere et. Muaviye'yle karşılaştığında, o, savaşa başlamadan savaşa başlama; fakat savaşı o başlatırsa, bu durumda sen de savaş. Eğer sen öldürülürsen, kumandaya Kays b. Sa'd geçecektir ve o da öldürülecek olursa kumanda Said b.

Back Index Next