Back Index Next

Evet Muaviye'nin bu tartışmalar bağlamında sergilediği husumet ve düşmanlık diğer cephelerde sergilediği husumet ve düşmanlıkla aynı türdendi. Bunda en ufak bir kuşkumuz yoktur ki, bu toplantılar önceden plânlanmış ve hesaplanmıştı. Bu tür toplantıların gerisinde özel bir siyasî amaç vardı. Bu bakımdan bu toplantıları, Muaviye'nin İmam Hasan ve taraftarlarına karşı savaşım verdiği bir diğer savaş alanı olarak değerlendirmek mümkündür. Sıcak savaşın ardından soğuk savaş yürütüyordu. Bu savaş başka alanlarda da sürüyordu. Bu alanların bazısına ilerideki bölümlerde değineceğiz.

İMAM HASAN'IN FEDAKÂRLIĞI

İmam Hasan'ın fedakârlığının en büyük ve en somut göstergesi, düşüncesini ve akidesini egemenliğe ve iktidara tercih etmesiydi. İktidara tam anlamıyla ve yasal olarak sahipken bunu değerleri uğruna feda ede bilen bir kimsenin bu fedakârlığı, aynı amaç uğruna canını feda eden kimsenin fedakârlığından daha dikkat çekicidir ve kişinin büyük bir ruha sahip olduğunu daha açık bir biçimde kanıtlayan bir olgudur. Akide ve ilâhî amaç uğruna ileri görüşe ve yüksek bir ruhi seciyeye sahip olmak, Hasan b. Ali'nin en belirgin niteliklerinden biriydi. Kesintisiz cihadında her zaman göze çarpan ve her zaman dikkat çeken bir nitelikti bu. Bu iki fedakârlık türü -canını feda etme ve yasal yetki ve hakkı varken iktidardan fedakârlık etme- arasındaki fark şudur: İktidar hakkından fedakârlık etmek daha çok acı verir, uzun zaman insanın sıkıntı çekmesine neden olur ve bunun insanın kişiliği üzerindeki olumsuz etkisi daha yıpratıcıdır. Tarihin her döneminde hükümdarların ve padişahların yüreğindeki iktidar aşkı, kesinlikle can aşkından daha derin olmuştur, nerede kaldı düşünce ve inanç aşkı... Nice insanlar tanırız ki, canlarını iktidar ve saltanatlarına feda etmişlerdir, hem de birkaç günlük bir iktidar için. Çok ender insanlar hariç, canını saltanat tahtına tercih eden kimseyi tanımıyoruz. Tarihte saltanat kurbanlarının acı veren ve insanı derinden yaralayan manzaralarını gözlemlemek mümkündür. Padişahlar taçlarını ve tahtlarını korumak için yoğun mücadeleler vermişlerdir. Önce başkalarını feda etmişler, ardından yapacak bir şey olmadığını görünce de canlarını bu uğurda vermişlerdir. Okuyucuların dikkatini bir hususa çekmek istiyoruz ki, canları için taçlarını ve tahtlarını feda eden insanların azlığına karşılık, taçları ve tahtları için canlarını feda eden insanların çokluğu, bize insanların bu iki fedakârlık  hakkında, manevî açıdan ne ölçüde farklı yaklaşımları olduğunu gösterir. Bundan dolayıdır ki, bunun gibi ender meydana gelen davranışların, yani iktidar ve saltanatı feda etme şeklindeki adımların insanların daha çok dikkatini çektiğini, bu gibi konular hakkında daha çok konuştuklarını, daha çok söylenti yaydıklarını ve daha geniş bir ilgi yönelttiklerini görüyoruz. Yine bundan dolayıdır ki, değişik görüşlerin ortaya konulması, farklı yorumların gerçekleştirilmesi ve değişik felsefî yaklaşımların tezahür etmesi genellikle bu gibi olaylarla ilgili olarak gerçekleştiğini gözlemliyoruz. Tarihte vaki değildir ki, bir hükümdar tahtından ve iktidarından insin de bunun hakkında insanlar arasında bu konuyla ilgili farklı görüşler ortaya çıkmasın. Bazıları onu doğru bulurken, bazıları onu yanlış görmesin.

Bazıları böyle bir davranışı mazur görmezken, diğer bazıları bununla ilgili olarak herhangi bir kusur bulmasın. Kısacası bir cephe, yanında yer alırken, bir başka cephe karşısında yer almasın... Böyle bir şey vaki değildir. Evet sadece Hasan b. Ali hariç.... Yalnızca o... Hâkimiyet ve iktidarından vazgeçince, iktidar makamından inince, bütün dünyevî imkânlarını akidesi ve hedefi uğruna feda edince, hiçbir insan onun iyi niyetinden, ihlâsından ve maslahat peşinde oluşundan kuşku duymadı. Fedakârlığının büyüklüğünden şüphelenmedi.

Nitekim o seneye "cemaat yılı" adı verildi. Çünkü herkes onu onayladı ve pratikte onun görüşünü kabul etti. İşte tarihte büyüklüğünün, Müslümanların gönlündeki erişilmez makamının işareti, manevî gücünün ve ruhunun...

büyüklüğünün kanıtı budur. Bu öyle bir kudrettir ki, saltanat elbisesini çıkarmak bu kudrete halel getirmez. Bir grup, bu fedakârlık onu silâhlı mücadele meydanından uzaklaştırmıştır diye ondan şikâyetçi olmuşlardır. Hatta bu şekilde ondan şikâyetçi olanlar arasında onun büyük taraftarları arasında yer alan kimseler de vardır. Ancak bu insanlar arasında bir tek kişi dahi, onun bu davranışının dinî gerekçelerden kaynaklandığından, İslâm ümmetinin çıkarını gözetmek ve Müslümanların kanını korumaktan ileri geldiğinden, İslâmî amaçları gerçekleştirmeye yönelik olduğundan en küçük bir kuşku duymamıştır. İleriki bölümlerde göreceğiz ki, kusur arayanların yönelttikleri eleştiri ve itirazların hiçbiri insafa dayanmamaktadır. Evet, onun problemin üstesinden gelmek için seçtiği yol, bu bağlamda başvurulacak tek yoldu. O koşullarda başka yol da yoktu. İmam Hasan psikolojik açıdan en çok acı veren, dinî açıdan en üstün, tarihî açıdan en nadir ve insanların geleneği açısından en değerli fedakârlığı yapması hasebiyle hiçbir şekilde kuşkunun veya herhangi bir suçlamanın hedefi olmamıştır. Fedakârlık türleri arasında kendisi için en ağır ve başkaları için en faydalı ve Allah'a da en yakın olanı seçen bir kimsenin yaptığından kuşku duymak, onu herhangi bir şeyle suçlamak mümkün olabilir mi? Kaldı ki kendisi herkesin kabul ettiği gibi, Kur'ân'ın açık nassıyla hata ve ithamlardan beri kılınmıştır! Dünyanın Hasan üzerinde bir etkisinin olması ne mümkün! Dünya hırsının onun iradesinin üzerinde etki bırakması düşünülebilir mi? Düşünülebilir mi ki Hasan ilâhî rahmet ve lütfe kavuşmayı ertelesin, babasının ve dedesinin yanında kendisini bekleyen şerefli ve saygın makam için çaba sarf etmesin?! Hasan b. Ali gibi bir adam o kadar zayıf ve korkak mıdır ki öldürülmekten korksun?! Sırf canını korumak için iktidar ve egemenlikten vazgeçsin...? Zayıflık ve korkaklık gibi nitelikler Hasan b. Ali'ye nasıl atfedilebilir ki?! Allah'ın aslanı ve Peygamber'in yiğit aslanı babasından dolayı mı? Yoksa iki dedesi Resulullah ve Mekke'nin önderi Ebu Talip'ten dolayı mı? Amcaları şehitlerin önderleri Hamza ve Cafer'den dolayı mı? Yoksa şehitlerin serveri kardeşinden dolayı mı? Ya da savaş meydanlarında sergilediği göz alıcı yiğitliklerden dolayı mı?... Örneğin Osman'ın kuşatma altında tutulduğu günden, Basra Savaşı'nın olduğu günden, Müzlem-i Sabat vakıasından  dolayı mı? O düşmanlarının; "Nereye giderse ölüm de onu adım adım izler." Dedikleri aslan değil midir? Bir insanın erdemliliğinin ve üstünlüğünün en büyük kanıtı düşmanların itirafıdır. Aslında İmam Hasan'ın inancı uğruna iktidarı feda etmesi, cesaretinin ve yiğitliğinin en somut kanıtlarından biridir. Böyleyken nasıl olur da onun hayatında, ölüm korkusu ve yaşama tamahı belirtileri bulabiliriz? İmam Hasan açısından tek kıstas ve tek ölçü, yüksek fikirleri ve idealleriydi. Hiçbir şey bunlarla mukayese edilemezdi. O egemenlik ve iktidarını fikirlerine ve ideallerine feda etmesi gerektiğine inanıyordu. Ancak bu büyük fedakârlık sayesinde, bu dünyada rezil olmaktan, öbür dünyada ise ateşe atılmaktan korkmayan kimselerin hain ve düşman ellerinden bu büyük değeri koruyabilirdi. Hayatı hiçe sayan bir tavırla, en küçük bir değişiklik ve sapma yaşamadan bu stratejiyi eksiksiz bir şekilde uyguladı ve değerleri, idealleri korudu. O yaşayarak hedeflerini korumak uğruna, acı bir hayatı göze aldı. Bu öyle bir acıydı ki, ölümün acısı bunun yanında çok hafif kalırdı. O bütün varlığını başkalarının çıkarlarının aracı olarak kullanmaya razı oldu. Ama kendisi bundan en küçük bir maddî yarar görmedi. Yalnızca eşine az rastlanır ıslâhatçıların ve tarihte ender rastlanan büyük önderlerin nail olduğu bir makamı, başkalarının iyiliğini, ıslâhını temin etmeyi, topluma sahih düşüncelerin egemen olmasını sağlamayı, bütün benliğini bu amaca vermeyi ilke edindi. Birçok insan, fikirlerinin ve ideallerinin yaşaması için büyük hizmetler verir. Bu amaç için ağır musibetlere ve dayanılmaz belâlara tahammül eder. Fakat bu gibi insanlar arasında, türlü türlü belâlara tahammül etme, ömrünün en son anına kadar yakasını bırakmayan ve sürekli peşinde olan acılara katlanma bakımından Hasan b. Ali'nin ayaklarının düzeyine dahi ulaşacak bir tek kişi yoktur. Dolayısıyla o her açıdan mükemmel bir örnek ve sembol bir şahsiyet, büyük bir ıslâhatçıdır. Fikir ve idealler uğruna en acı ve en ağır bir hayata katlanma hususunda dünya ıslâhatçılarına ders vermiştir. Bu aşamanın ileriki safhalarında da her zaman züht ile hareket etmiş, bu dünyanın nimetlerine değer vermemiş, bu hususta da en ileri mertebeye sahip olmuş bir kimse portresini çizmiştir. Dolayısıyla, bu dünyadan el etek çekmişliği, hayata karşı takındığı o olağanüstü sabrı, egemenlik ve iktidarı feda etmesinin her biri Allah yolunda cihat etmesinin unsurları, fikir ve inancı ebedî kılmada başarılı olmasının vasıtaları ve kişiliğinin ebedîleşmesinin araçlarıdır.

BARIŞIN GÖRÜNÜMÜ

Şu ana kadar, ikna edici bir kanıt olarak, İmam Hasan'ın (a.s) takındığı tavrın gerisindeki sırrı ortaya çıkaran, barışın görünümünü daha açık bir şekilde belirginleşmesini sağlayan ve onun şahadeti tercih etmeyişinin sebebinin analizini yapan sözlere yer vermedik. Hâlbuki bu konu çeşitli eleştirilere maruz kalan İmam

Hasan'ın (a.s) yaptığı barışın en hassas noktasını teşkil etmektedir. Şu ana kadar işlediğimiz çeşitli konulardan hiçbiri, bu anlamda ilgiyi, alâka ve araştırmayı hak etmiyor. Çünkü evvela bu konu, kendiliğinden bir öneme sahiptir. İkincisi bu belirsizlik, İmam Hasan'ın on üç asırdır çözülemeyen sırrını oluşturmaktadır.

Şimdi, bu konunun yönelik olduğu hedefe ulaşmak için gerekli araçların kullanılması noktasında sıkıntı çekmemek için önce, meşhur tarihçilerin bu konudaki sözlerine yer verip, sonra, barışın yapıldığı ortamı ayrıntılı bir şekilde inceleyip sonucu alarak konuyu bitireceğiz.

1- Yakubî Tarihi:

"Muaviye, adamlarını gizlice İmam Hasan'ın (a.s) ordusuna göndererek, Kays b. Sa'd'ın Muaviye ile barış anlaşması yaptığı ve kendisine katıldığı söylentisini çıkardı.

Öbür taraftan da Übeydullah b. Abbas'ın kaçışından sonra, Kays b. Sa'-d'ın komutasına geçen orduya, başka adamlar göndererek, İmam'ın barışı kabul ettiğini ve kendisine olumlu cevap verdiğini yaydı." "Ayrıca, Muğiyre b. Şu'be, Abdullah b.

Kuriz ve Abdurrahman b. Ümm'ül-Hakem'i, o sırada Medain'deki karargâhında bulunan İmam Hasan'ın (a.s) huzuruna gönderdi. Onlar İmam Hasan'ın (a.s) huzurundan ayrılıp dışarı çıktıkları zaman, halkın duyacağı şekilde kendi aralarında şöyle konuştular: 'Allah, Peygamber'in oğlunun eliyle kan dökülmesini önleyip fitne ateşini söndürdü ve o, barışı kabul etti.' Ordu bu sözleri duyunca sarsıldı ve kimse bu sözlerin doğruluğundan şüpheye düşmedi.

İşte bu yüzden askerler İmam Hasan'a (a.s) karşı ayaklanıp çadırını yağmaladılar. İmam atına binip Müzlem-i Sabat'a doğru yola koyuldu; o sırada pusuda bekleyen Cerrah b. Sinan el-Esedî bir ok atarak onu bacağından yaraladı.

İmam (a.s) da Cerrah'ın sakalından tutup başını öyle bir çevirdi ki boynu kırıldı. İmam Hasan'ı (a.s) Medain'e götürdüler; çok kan kaybetmiş, yarası ağırlaşmıştı. Halk da etrafından ayrılmış, onu yalnız bırakmıştı. Muaviye Irak'a gidip yönetimi ele aldı, o sırada İmam Hasan (a.s) ağır hasta idi, direnecek gücünün kalmadığını, adamlarının, etrafından ayrılıp kendisini yalnız bıraktığını gördüğü için, Muaviye ile barışı kabul etti…"

2- Taberî Tarihi:

"Halk, İmam Hasan'ın (a.s) hilâfetini kabul ettikten sonra, İmam halkı Kûfe'den çıkarıp Medain'e getirdi ve Kays b. Sa'd'ı 12 bin kişilik öncü birliğin başında önceden

gönderdi. Muaviye de Şamlılarla hareket edip Meskin bölgesine vardı. İmam'ın Medain'de bulunduğu sırada, ordusunun arasından birisi yüksek sesle şöyle bağırdı: 'Kays b. Sa'd öldürüldü!!! Kaçın!..' Bunu duyan insanlar kaçmaya başladılar ve İmam'ın çadırını yağmaladılar. Hatta ayaklarının altına serdiği bir halı parçası için onunla yaka paça oldular. İmam (a.s) karargâhından ayrılıp, Medain şehrinde bulunan beyaz, etrafı duvarla çevrili küçük bir eve yerleşti." "Muhtar b. Ebu Übeyde, Medain'in temsilcisi olan amcası Sa'd b. Mes'ud'a şöyle dedi: 'Servet ve şeref istiyor musun?' O da; 'Nerde ve nasıl?' deyince, Muhtar; 'Hasan'ı yakalayıp Muaviye'ye teslim ederek bunu elde edebilirsin.' dedi. Sa'd ise; 'Allah'ın lâneti sana olsun! Demek, Allah'ın Resulü'nün kızının oğlu ile savaşacak ve elini ayağını bağlayıp teslim edeceğim ha! Ne namert biriymişsin sen!!!' cevabını verdi." "İmam Hasan (a.s) durumunun elverişsizliğini görünce, barış istemek için Muaviye'ye adam gönderdi. Muaviye de, Abdullah b.

Amir ve Abdurrahman b. Semure b. Habib b. Abdu Şems'i, Medain'de bulunan İmam Hasan'a (a.s) gönderdi. Onlar da İmam'ın önerilerini kabul edip barış anlaşması yaptılar."

3- İbn-i Esir (el-Kâmil) Tarihi:

"Hasan (a.s) Medain'e vardığında, ordunun safları arasında biri şöyle seslendi: 'Ey Millet! Kays b. Sa'd öldürüldü, kaçın!..' Halk bu sözü duyunca kaçmaya ve İmam'ın her şeyini yağmalamaya başladı..." (Bundan sonra, daha önce Taberî'den naklettiğimiz sözleri o da aktarıyor ve) ardından şunları söylüyor: "...Bazıları Hasan'ın, işi Muaviye'ye bırakmasının sebebini şöyle açıklarlar: Muaviye, hilâfetin teslim edilmesi hususunda (evet, aynen böyle geçer) İmam Hasan'la (a.s) yazışmalarda bulunuyordu, işte o dönemde İmam Hasan (a.s) halka bir hutbe irat etti. Hutbesinde, Allah'a hamd-ü senadan sonra şöyle buyurdu: "Allah'a andolsun ki bizim, Şam halkı ile aramızda geçen davamızda bir şüphe ve pişmanlığımız olmamıştır; lâkin biz onlarla birlik, beraberlik ve sabrımızın yardımıyla savaşıyorduk. Şimdi ise birlik, beraberliğin yerini düşmanlıklar, sabrın yerini de sabırsızlık ve karmaşa ortamı almıştır. Sizler Sıffin Savaşı'na giderken dininizi dünyanıza tercih etmiştiniz; fakat şimdi, dünyanızı dininizin önüne geçirmektesiniz. Şu anda sizler iki maktul arasında bulunmaktasınız: Kendisine ağladığınız Sıffin ve intikamını almak istediğiniz

Nehrevan. Maktulün geride kalanları ahdinde durmayan namertlerdir ve ağlayanlar ise bozgunculuk peşindeler. Biliniz ki, Muaviye bizi, haysiyet ve insaftan yoksun bir işe davet etmekte. Eğer ölmeye hazırsanız, sözünü kendisine yutturalım ve kılıçların gölgesinde onu Allah'ın mahkemesine çıkaralım. Ama eğer yaşamak fikrindeyseniz, önerisini kabul edelim de gönlünüz ferah olsun..." "Halk her taraftan bağırmaya başladı: Mühlet, mühlet... Barışı kabul et!..."

4- İbn-i Ebi'l-Hadid'in Nehc'ül-Belâğa Şerhi:

Müellif Medainî'den naklederek şunları söyler: "İmam Hasan (a.s), Abdullah b. Abbas'la (aynen böyle geçiyor) birlikte Kays b. Sa'd b. Übade'yi, öncü birlik olarak

12 bin kişilik ordunun başında Şam'a gönderip, kendisi de Medain'e gitmek üzere Kûfe'den ayrıldı. Sabat bölgesinde kendisini yaralayıp her şeyini yağma ettiler ve İmam yaralı hâlde Medain'e vardı. Muaviye bu haberi öğrenip her tarafa yayınca, güya Hasan'ın ashabı olan ve Abdullah b. Abbas'ın birliğinde bulunan çoğu eşraf ve tanınmış ailelere mensup kimseler, Muaviye'ye katıldılar. Abdullah b. Abbas bu durumu Hasan'a (a.s) yazınca; Hasan, halkı kınayan ve azarlayan eleştirel bir konuşma yaptı: "Babama o kadar muhalefet ettiniz ki, istemediği hâlde, hakemlik olayına boyun eğmek zorunda kaldı. Bu olaydan sonra sizi Şamlılarla savaşa çağırdı, yine kabul etmediniz ve öylece Allah'ın rahmetine kavuştu. Daha sonra dostumla dost, düşmanımla düşman olma şartıyla, bana biat ettiniz. Şimdi duyuyorum da, ileri gelenleriniz Muaviye'ye sığınmış ve onunla anlaşmışlardır.

Bu kadarı, sizlerin gerçek yüzünü görmem için yeterli, beni hayatımdan bezdirmeyin." "Sonunda, Abdullah b. Haris b. Nevfel b. Haris b.

Abdulmuttalib'i, -ki annesi Ebu Süfyan'ın kızı Hind'di- Allah'ın kitabına ve Peygamber'in sünnetine göre amel etmek ve kendisinden sonra kimse için biat almamak koşuluyla, barış istemek üzere Muaviye'ye gönderdi."

5- Şeyh Müfid'in el-İrşad Kitabı:

"...Kabile reislerinden bir grup Muaviye'ye itaat ettiklerini ve emrine girmeye hazır olduklarını belirten bir mektubu gizlice göndererek, onu kendilerine doğru (Irak'a)

hareket etmeye teşvik ettiler; ordusu yaklaştığı zaman da, Hasan'ı kendisine teslim edeceklerini veya bir suikastla öldüreceklerini kesin bir ifadeyle belirttiler.

Hasan (a.s) bu olaydan haberdar oldu ve tam bu sırada Kays b. Sa'd'dan İmam'a bir mektup ulaştı. Çünkü bu olaydan önce İmam, Kûfe'den ayrılıp, Muaviye ile savaşarak onu Irak'tan geri püskürtmesi için, Übeydullah b. Abbas'ı komutan olarak göndermişti, yanına da Kays b. Sa'd'ı vermiş ve 'Eğer sana bir şey olursa, Kays b. Sa'd komutandır.' demişti. Kays'dan gelen mektupta ise şöyle deniyordu: Meskin yakınlarında bulunan 'Cenubiyye' adlı bir köyde, Muaviye'ye yakın bir yere konakladık." "Muaviye, Übeydullah b. Abbas'a haber gönderip, kendi ordusuna katılmasını istedi ve karşılığında yarısı peşin, yarısı da Kûfe'ye gireceği zaman ödenmek üzere bir milyon dirhem ödül vaadinde bulundu. Übeydullah gece, yakınlarıyla Muaviye'nin ordusuna katıldı. Halk sabah uyandığında kendilerini komutansız ve Kays b. Sa'd'ın kendilerine namaz kıldırdığını, idareyi ele aldığını gördüler." "Bu mektubun ulaşmasıyla, İmam Hasan'ın (a.s), halkın namertlik ve vefasızlığına olan inancı daha da arttı. Açıkça kendisine küfür damgası vuran, canını, malını mubah sayan hakemlik olayı taraftarlarının (Havaric/Haricîler) kirli niyetleri aşikâr olmuştu. Artık İmam'ın, kendisi ve babasının bir avuç has Şiî'sinden başka güveneceği kimse yoktu. Has adamlarının sayısı ise, Şam ordusunun karşısında direnecek kadar değildi. O sırada, Muaviye mektupla kendisine barış önerisinde bulunup, İmam'ın adamlarının, kendisine yazdıkları ve kendisinin kanını dökmek ya da teslim etmek vaadinde bulunduklarını belirten mektupları da gönderdi." "Ayrıca Muaviye bu barış anlaşmasında, tümü İmam Hasan lehine olan ve eğer uyulmuş olsaydı büyük maslahatlar taşıyan birçok şartı da kabul ediyordu. İmam Hasan'ın (a.s) tüm bunlara rağmen gönlü rahat etmedi ve Muaviye'nin bu şartları kandırmaca ve hileyle kabullendiğini anladı. Ama onun isteğini, yani, savaşı terk edip barış anlaşmasını imzalamaktan başka çaresi de yoktu. Zira İmam'ın yanındaymış gibi görünenler kıt görüşlü, fesat çıkaran, ahdini bozan kimselerdi. Bir kısmı da bu saydıklarımızın dışında İmam'ın kanını mubah biliyor ve düşmana teslim etmeyi tasarlıyordu. Amcası oğlu Übeydullah b.

Abbas'ın namertliği, ahdini bozması ve düşmana katılması tüm bunlara tuz biber ekmişti. Ayrıca halkın birçoğu dünya menfaatlerine düşkün, buna karşılık ahiret nimetlerine karşı ilgisizdi..."

* * *

Yazar: Tarih kitaplarının çoğunda, İmam Hasan'ın (a.s) barış olayı hakkında bu kadar geniş ve buna benzer sözler bulamazsınız artık. Ayrıca, yukarıda verilen açıklamalarda birçok çelişki, söylenmemiş söz ve tutarsız konuşmalar mevcuttur.

Meselâ bir yerde barışı öneren kişinin İmam Hasan olduğu söylenirken, diğer bir yerde Muaviye olduğu söyleniyor. Barışın İmam Hasan (a.s) tarafından önerilmesi veya kabulünün nedeni bazılarına göre, Muaviye yandaşlarının Meskin ve Medain karargâhlarında çıkardığı fitneler; bazılarına göre, onun Sabat bölgesinde yaralanıp hastalanmasından sonra, ordusunun dağılması, üçüncü bir gruba göre, İmam'ın verdiği hutbe üzerine halkın; "Mühlet, mühlet... Barışı kabul et!.." diyerek onun yanında savaşmaya yanaşmaması ve başka bir gruba göre de, öncü birlik komutanının kaçması, adamlarının hıyaneti, kanını dökmeyi mubah bilmesi ve kalanların da, Şam'a karşı savaşmak için yeterli sayıda olmamasıdır.

Back Index Next