Back Index Next

hükümetinden korkmaksızın Hucr'u himaye ettiğini kendi kulaklarıyla duymuştu. Bu yüzden Hucr hakkında biraz daha beklemeyi uygun görmüş ve Hucr hakkında yargılama görüşüne sahip olan müşavirlerini tüm bu olup bitenler karşısında bir şekilde ikna etmeye çalışmıtı. Bir keresinde onlara şöyle demişti: "Ben Hucr'u öldürdüm." Onlar ise şöyle sormuştular: "Ne demek istiyorsun?" O da şu cevabı vermişti: "Benden sonra bir emir gelecek ve Hucr onu da benim gibi birisi olarak düşünüp şu anda gördüğünüz gibi gidişatını devam ettirecek ve o emir ilk anda onu tutuklayıp en kötü bir şekilde öldürecek." Muğiyre, Hucr'un karşısında kurnaz ve münafikane bir tutum sergilemeye başlamıştı. Hicrî 43 yılında haricî olan Mustevrid b. Ullefe fitnesinde, Sa'saa b. Sûhan'a vermiş olduğu cevap da bu kurnaz ve münafıkça tutumundan bir örnek idi. Sa'sa'ya şöyle demişti: "Sakın ha! Açık ve alenî şekilde Ali'nin (a.s) faziletlerinden bahsettiğini duymayayım! Zira sen Ali'nin (a.s) faziletinden benim bilmediğim bir şeyi söylemeyeceksin. Bilâkis ben onun faziletlerini senden daha iyi bilmekteyim!!! Fakat şu anda bu kudret sahibi -yani Muaviye- bize hükümet etmekte ve bizi Ali'yi yermek ve kötülemek yönünde mecbur bırakmıştır. Buna rağmen biz onun emirlerinin birçoğunu bırakıp sadece canımızı kurtaracak kadarını söylüyoruz."[264] Muğiyre'nin ölümünden sonra hicrî 50 veya 51 yıllarında Sümeyye'nin oğlu (Ziyad b. Ebih) Kûfe valisi oldu. Kendisini valiliğe getiren Ümeyyeoğulları'na teşekkürlerini sunmak ve Emevîlerin hükümetinin en büyük itirazcı, isyancı ve  başkaldıranından kurtarmak için Hucr'u öldürmek istedi. Yalnız Hucr'un ve Ümeyyeoğulları'nın ismi baki kaldığı müddetçe, Hucr'un kanının, o çirkin tarih için isyancı ve itirazcı olacağından habersizdi. Yeni vali, cuma namazı hutbesini o kadar uzattı ki, cumanın vakti çok daraldı. Cuma namazına katılmış ve cemaat arasında bulunan Hucr feryatla, "Namaz!" diye seslendi. Ziyad hutbesine devam etti. Hucr tekrar seslendi: "Namaz!" Yine aynı şekilde Ziyad hutbe okumaya devam etti. Cuma farizasını eda edemeyeceğinden korkan Hucr, bir miktar çakıl taşını namaz kılmak amacıyla avuçladı ve namaz kılmak üzere ayağa kalktı ve halk da onunla birlikte kalktı. Hucr'un zahit, takvalı, abid ruhu ve içtimaî konumu, dinî konularda gevşek davranmasına izin verecek veya gevşek davrananlarla uzlaşacak bir durumda değildi. Hucr kendi kendine, bu topluluk içinde İmam Hasan'ın ashabından kalan ve kendilerine birtakım hatırlatmaların tesir edebileceği ve belki bunun yanı sıra kötü işler de kınanırsa, yararlı olabileceği şahısların bulunabileceğini düşünmekteydi. Bu yüzden hakkı himaye etmek, muhalifleri kınamak ve din, İmam ve namaz yolunda daha önceleri İslâm fetihlerinde kılıcıyla cihat ettiği gibi, bu defa da diliyle cihada kalktı. Onun suç dosyası Benî Ümeyye yönetiminde, iki aykırı davranışından oluşmaktaydı... Birincisi, Hz. Ali'ye

küfredenlerin küfürlerini kendilerine iade etmesi ve ikincisi ise namazın vaktinde kılınmasını savunmasıydı... Başka hiçbir şey değil!

Ziyad, kendisine bağlı, dünya malı için yönetiminde canla başla hizmet eden Ömer b. Sa'd (İmam Hüseyin'in katili), Münzir b. Zübeyr, Şimr b. Zilcevşen el-Amirî, İsmail ve İshak (Talha b. Übeydullah'ın oğulları), Halid b. Urfuta, Şebes b. Rib'î, Haccar b.

Ebcer, Amr b. Haccac, Zecr b. Kays... gibi kişileri (ki mertlik ve yiğitliği üç talak ile boşamışlardı,) topladı. Bunlar toplam 70 kişiydiler. Taberî, tarihinde bunların her birinin ismini teker teker saymıştır. (c.6, s.150- 151) Ziyad, bunların arasından Ebu Musa Eş'arî'nin oğlu Ebu Burde'yi (ki herkesten zayıf olduğunu veya Muaviye'ye daha yakın olduğunu düşünerek) seçti ve ona şöyle yazmasını söyledi: "Bismillahirrahmanirrahim. Bu şahitlik âlemlerin Rabbi Allah'ın huzurunda, Ebu Burde b. Ebu Musa Eş'arî'ye aittir ki, Hucr b. Adiyy, itaatten yüz çevirmiş ve Müslümanların cemaatinden ayrılıp halifeyi lânetlemiştir.

Halkı savaşa çağırmış, grupları kendi etrafında toplamış ve onları biate zorlamış ve yüce Allah'ı açıktan inkâr etmiştir!!!" Yetmiş kişinin hepsine de şöyle dedi: "Hepiniz bu şekilde tanıklık ettiğinizi bildirin." Sonra ekledi: "Allah'a yemin olsun ki bu ahmak haini öldürmek için elimden geleni yapacağım..." Kûfe'nin ileri gelenlerinden yetmiş kişi (büyük ailelerin yakınları) aptal ve haince yazılmış olan bu yazıyı imzaladılar. O vakit kendisi de Hucr hakkında Muaviye'ye bir mektup yazarak ondan çokça bahsetti. Muaviye cevaben şöyle yazdı: "Onu zincirlere bağla ve bana gönder!" Burada, saygın ailelere bağlı kişilerin geçmişte Kûfe'de İmam Hasan'ın (a.s) halifelik dönemine ait olaylardaki tutumları hakkında bilgi vermek gerekmektedir. Meskin'de savaştan kaçanlar, Medain'de fitne çıkaranlar, İmam'ı davet edip Muaviye'ye teslim etmek için mektup yazanlar, bu kişiler değiller miydi? O zaman şu neticeye varacağız ki, itaatsizlik eden ve Müslümanlıktan çıkan Hucr b. Adiyy midir, yoksa bu hainler mi? Aynı şekilde şunu da hatırlatmak gerekir ki, bu grup, İmam Hüseyin'in (a.s) Kerbelâ faciasında İmam'a karşı kılıç çekmiş, tüm bu üzücü olayların -ki İslâm ve Arap tarihinin korkunç bir olayıdır- mesuliyeti bu şahıslara aittir. Hucr Vakıasında Kûfe'nin Durumu Hucr eğer bunca baskı karşısında silâhlı bir direnişi tercih etmiş olsaydı, şüphesiz Kûfe'de öyle kanlı bir isyan meydana gelirdi ki, Muaviye rahat bir uyku uyuyamazdı. Muaviye de bu konuyu anlamış olmalıydı ki Hucr'u öldürdükten sonra şöyle dedi: "Eğer Hucr yaşasaydı, başka bir savaş olabilirdi." Ziyad da bu gerçekten haberdar olduğundan dolayı Hucr'u gönderdikten sonra ardından Muaviye'ye başka bir elçi daha göndererek; "Muaviye'ye doğru yola çık ve kendisine söyle ki, eğer hükümetine düşkün ise Hucr'un işini bitirsin!" mesajını iletmesini istedi. Fakat bu Şiî rehber, birçok insanın canını korumak için kendini feda edebilmeyi, İmam Hasan mektebinde öğrenmiş, açıkça kendi kavmini savaştan alıkoymuştur. Bununla birlikte, Hucr'un dostlarından olan bir grup, Ebvab-ı Kinde denilen yerin yakınlarında ve bir başka grup da onun evinin önünde Ziyad'ın güçleriyle çatıştılar. Bu iki çatışmanın kahramanlarından bazıları şunlardır: Abdullah b. Halife et-Tâî, Amr b. Hamık el-Huzaî (bu ikisi hakkında  ileride yine konuşacağız), Abdurrahman b. Muhriz et-Tamehî, Âiz b. Hamle et-Temimî, Kays b. Yezid, Übeyde b. Amr, Kays b. Şimr, Umeyr b. Yezid el-Kindî, ki Ebu'l-Amrata diye bilinirdi ve hakkında şöyle söylemektedirler: "Ebu'l-Amrata'-nın kılıcı, Kûfe'de Hucr olayında ilk çekilen kılıç idi." Bunlardan biri de Kays b. Fehdan el-Kindî idi ki, bir merkebe binmiş ve Kinde topluluğunun arasında dönüp onları savaş için hırslandırıp teşvik ediyordu... Kûfe halkı Ziyad'ı taşladılar.[265] Bu, annesi Sümeyye'nin şer'an ödemekle yükümlü olduğu bir cezaydı aslında.

Şimdi bu cezayı kendisi onun yerine çekiyordu. Fakat Hucr ısrarlı bir şekilde kendi kavminin kılıçlarını geri çekmelerini sağladı ve onlara şöyle dedi: "Savaşmayın. Ben sizin ölümle burun buruna gelmenizi istemiyorum. Şimdi benim gizlenebileceğim ve saklanacağım mekân Kûfe'nin sokakları olacaktır." Her yerde Hucr'un peşinde olan Ziyad'ın casusları onun izini kaybettiler. Zira halkın tamamı veya üçte ikisi Hucr'u aralarına almış ve casusların gözlerinden uzaklaştırmışlardı. Ziyad, şartları Hucr ve adamlarına karşı daha da zorlaştırdı. Kûfe'nin ileri gelenlerini bir araya toplayarak onlara şöyle dedi: "Ey Kûfe ehli! Bir elinizle yaralıyor, diğeriyle merhem sürüyorsunuz. Bedenlerinizin benimle olmasına rağmen, kalpleriniz Hucr iledir.

Allah'a andolsun ki bu, sizin iki yüzlü  oluşunuzdandır. Mutlaka ondan uzak olduğunuzu ve onu istemediğinizi ispat etmelisiniz. Aksi hâlde başka bir halk getirip, sizin yoldan çıkmışlığınızı ve yanlışlarınızı onların vesilesi ile düzeltirim.

Sonra şöyle devam etti: "Şu andan itibaren sizlerden her biri, Hucr'un etrafını saranların içine gitsin, bu topluluk içinden kardeşinin, oğlunun, yakınının ve aşiretinden olanların elinden tutup Hucr'un etrafından uzaklaştırsın." Ardından da kendi güvenlik görevlilerinin reisine (Şeddad b. Heysem el-Hilalî'ye) Hucr'un yakalanması emrini verdi. Güvenlik güçlerinin bu işi beceremeyeceğini bildiğinden dolayı Muhammed b. Eş'as el-Kindî'yi çağırtıp ona şöyle dedi: "Ey Eba Meysa! Allah'a yemin olsun  ki, bana Hucr'u bulup getirmezsen hurma ağaçlarını keser, evlerini darmadağın ederim, sonra bedenini de parça parça ederim!" Muhammed şöyle dedi: "Onu araştırmam için bana mühlet ver!" Ziyad şöyle dedi: "Sana üç gün mühlet veriyorum.

Eğer getirdin, getirdin. Getirmezsen kendini ölmüş bil!" Yazar: Sahi ne içindi bu kadar kin ve nefret! Din için mi? Her gece ve gündüz bin rekât namaz kılıp, iyiliği emredip, kötülükten sakındırmaktan başka günahı olmayan ve namazın vaktinde kılınması için ısrarda bulunan abit bir sahabî, Sümeyye'nin oğlundan dine daha düşkün değil midir yoksa? Veya tüm bunlar dünya... için miydi? Yani tarihte, geri kalan kendi itibar ve saygınlıklarını Hucr'u öldürmekle tamamen yitirmelerine sebep olan çirkin amaçlar? Ziyad'ın plânı Kinde kabilesini birbirine düşürmek idi ve bu yüzden Muhammed b. Eş'as'ı, Hucr'u yakalaması için görevlendirdi. Bu metot en eski ve en yaygın ve yenilgiye uğramış milletler arasında galip gelen fatihlerin kullandığı bir taktikti. Hucr, Ziyad'ın plânını anladı ve kendi kendine şöyle dedi: "Bu durumda ben teslim olacağım..." Güvenlik görevlileri Hucr'un taraftarlarından tanınmış, saygın kişileri tutuklamak için harekete geçtiler.

Mes'udî'nin rivayet ettiğine göre Kûfe ehlinden 9 kişi ve diğerlerinden ise 4 kişiyi tutukladılar. İbn-i Esir tutuklananların isimlerini şöyle zikretmiştir:

"Hucr b. Adiyy el-Kindî, Erkam b. Abdullah el-Kindî, Şerik b. Şeddad el-Hadremî, Seyfi b.

Fesîl eş-Şeybanî, Kabisa b. Zabia el-Absî, Kerim b. Afif el-Has'emî, Asım b.

Avf el-Becelî, Verka b. Semiyy el-Becelî, Kıdam b. Hayyan el-Anzî, Abdurrahman b. Hassan el-Anzî, Muhriz b. Şehab et-Temimî ve Abdullah b. Havbe es-Sa'dî et-Temimî." Daha sonra (İbn-i Esir) beyanına şu şekilde devam etmektedir: "Bu, on iki kişi... Bunların dışında iki kişi daha tutuklandı ki, bunlardan birisi Utbe b. Ahnes (Sa'd b. Bekr kabilesinden) ve diğeri Hemedan kabilesinden olan Sa'd b. Nemran idi ve bu on iki kişiyle birlikte tutuklananların sayısı 14'e yükseldi. Bu esnada, zillete ve belâya duçar olmuş şehirde casuslar hol geziyordu. Hucr on gün Kûfe hapishanesinde kaldı. Bu müddet içinde isimleri daha önce belirtilmiş olan dostları da tutuklanarak ona katıldılar ve daha sonra hepsini Şam'a gönderdiler. Kûfe'nin birtakım hadiselere gebe kaldığı durumdan belliydi; ancak bunun yönetim ve halk üzerinde etkisinin ne olacağı meçhuldü. Durum hassastı. Bunu sezen Ziyad, tutukluların gece yarısı, karanlığın her tarafı kaplamasıyla birlikte şehirden çıkarılmalarını emretti. Maksatları gece karanlığıyla, zulümlerinin üzerini örtmekti. Şehirden götürüldükleri bu esnada Hucr'un dostlarından biri olan Kabisa b. Rabîa (ki evi gittikleri bu yolun üzerinde idi), kızlarının, küçük pencereden kendisini izlediğini ve hüngür hüngür ağladıklarını gördü. Onlarla birkaç kelime konuştu ve daha ileride de kendisinden bahsedeceğimiz gibi, Kabisa, kızlarına nasihatte bulundu. Böylece yollarına devam ettiler. Karanlık gecelerin birinde, babasını düşünmekten can damarları kesilir derecesine gelmiş olan Hucr'un kızı, aya bakarak ona hitaben şu beyitleri söylemişti:[266]

"Ey parlayan mehtap! Yüksel!

Görürsün belki; Hucr'un gece yolculuk ettiğini.

Muaviye b. Harb'e doğru gittiğini.

Emirin düşündüğü gibi onu öldüreceğini.

Aşk surlarına asılacağını.

Akbabaların onun güzelliğini yok edeceğini...

Hucr'den sonra, zorbalar büyüklük satacak!

Ve büyük köşkler onlara tatlı gelecek!

Şehirler onlara boyun eğecek!

Rahmet bulutu onları diriltmemiş, söylediğin gibi.

Ey Hucr! Ey Adiyy oğlu Hucr!

Huzur ve esenlikle yaşa!

Korkarım senin için; Ali'yi toprağa düşürenden.

Şam'da oturan ve aslan misali kükreyen yaşlıdan.

Sen öldürülürsen, bil ki her kavmin lideri

Sonunda ölümden başka sonucu olmayacaktır!"

Hucr ve dostlarını Şam'a 12 mil uzaklıkta bulunan Azra kasabasına götürdüler ve orada zindana attılar. Bu arada Ziyad ile Muaviye arasındaki haberleşme sürmekte ve Hucr ile dostları için işler daha da zorlaşmaktaydı. Bilâhare Muaviye'nin alçak görevlisi, bir grup cellât, kefen ve ölüm fermanı ile geldi ve Hucr'a hitaben şöyle dedi: "Ey sapıklığın kaynağı! Ey küfür ve nifak madeni!! Ey Ebu Turab'ın (Hz. Ali) dostu! Müminlerin emiri (Muaviye), sizlerin küfrünüzden dönmediğiniz, dostumuzu lânetleyip ondan uzaklaşmadığınız takdirde sizi öldürmemi emretti." Hucr ve dostları şöyle dediler: "Bizim için kılıcın keskinliğine tahammül etmek, söylediklerine tahammül etmekten daha kolaydır. Allah, Resulü ve Vasisi'nin yanında bulunmak, cehennem ateşinden daha güzeldir..." Kabirler kazıldı... Hucr ve dostları tüm geceyi ibadetle geçirdiler.

Ertesi günün sabahı onları öldürmek için hazırladılar. Hucr şöyle dedi: "Bana abdest alıp namaz kılmam için biraz süre verin. Zira ben hiçbir zaman abdest aldıktan sonra o abdesti namazsız bırakmadım." Ona namaz kılmak için zaman verdiler. Namazdan sonra şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki, şimdiye kadar namazımı hiç bu kadar kısa sürede kılmamıştım. Sizler benim korktuğum için namazı uzattığımı düşünmeyecek olsaydınız, ben namazımı bundan daha uzun kılardım." Ve ardından şöyle dedi: "İlâhî! Ümmetimin şikâyetiyle senin yanına geliyoruz. Kûfe ehli bizim aleyhimize şahitlik et ve Şam ehli de bizi öldürüyor. Şimdi Allah'a andolsun ki, eğer beni bu vadide öldürürseniz, biliniz ki bu topraklar üzerinde öldürülen ilk savaşçı Müslüman ve bu vadinin köpeklerinin üstüne havladığı ilk

Müslüman şahıs benim."[267] Sonra Hudbe b. Feyyaz el-Kuzaî çekmiş olduğu kılıçla onun yanına doğru gitti; Hucr titremeye başladı. Bunu görünce şöyle dediler: "Ne o! Ölümden korkmadığını söylüyordun az önce, şimdi arkadaşına (Hz. Ali'ye) küfür et de seni serbest bırakalım." Hucr ise şu cevabı verdi: "Neden korkmayayım. Zira kazılmış bir mezar, serilmiş bir kefen ve çekilmiş bir kılıç var önümde... Fakat yüce Allah'a yemin olsun ki, ölümden korksam bile Allah'ı gazaplandıracak bir söz söylemeyeceğim." Şam'da Muaviye'ye yakın olan, Hucr'un dostlarından yedi kişi için akrabaları ve yakınları şefaat ettiler ve geri kalanlar ise kılıçlara yem oldular. Hucr'un son sözlerinden birisi ise şudur: "Benim zincirlerimi açmayın ve bedenimdeki kanları silmeyin. Zira yarın mutlaka Muaviye ile görüşeceğim ve orada onunla hesaplaşacağım." Muaviye, ölüm döşeğindeyken Hucr'un bu sözünü hatırlayıp üzülmüş ve kısık bir sesle şöyle demişti: "Benim ve senin olayın (hesaplaşman) biraz uzun olacak, ey Hucr!" Olayın Müslümanlar Nazarındaki Önemi Muaviye, Hucr ve dostlarının ölümünden sonra hacca gitti. Bir gün yolu Aişe'nin evine düştü ve izin isteyip içeri girdi. Oturduğu esnada Aişe şöyle dedi: "Seni öldürmek için birini gizlemediğimden emin misin?" Muaviye cevaben; "Emin bir eve ayak bastım." dediğinde Aişe şöyle dedi: "Hucr ve dostlarını öldürürken hiç mi Allah'tan korkmadın ey Muaviye!?" [268] Sonra şöyle söyledi: Eğer elimizi attığımız her şeyin işimizi zorlaştırması olmasaydı, Hucr'un olayında birtakım işler yapmaya yeltenirdik..."[269] Şüreyh b. Hani Muaviye'ye Hucr'un malına, canına kastedilmesinin caiz olmadığını bildiren şu mektubu yazdı: "Şüphesiz ki Hucr, namaz kılan, zekât veren, her yıl hacca giden, iyiliği emredip kötülükten sakındıran, canı ve malı haram (saygın) ve muhterem olan kimselerden biridir."[270] Hucr'un tutuklanmasından itibaren ondan haberler alan ve durumunu takip eden İbn-i Ömer, Hucr'un ölüm haberini aldığı zaman pazarda idi. Bunun üzerine tüm işlerinden el çekip yaşlı gözlerle geri döndü.[271] Hucr ve dostlarının öldürülmesinden sonra Abdurrahman b. Haris b. Hişam Muaviye'nin yanına gidip ona hitaben şöyle dedi: "Ne zamandan beri Ebu Süfyan'ın hilmini (yumuşaklığını, hoşgörüsünü), ağırbaşlılığını yitirdin?" Muaviye şu karşılığı verdi: "Kavmin içinde senin gibi iyi huylu insanları kaybettiğimden beri. Doğrusunu istersen, Sümeyye'nin oğlu (Ziyad b. Ebih) beni böyle davranmaya zorladı, ben de kabul ettim!!" Abdurrahman şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki, bundan sonra Araplar senin hilim ve tutumunu onaylamayacaklardır... Sana esir olarak gönderilmiş bir grup Müslüman'ı öldürmeye nasıl razı oldun?!" Malik b. Hubeyre es-Sekunî, Hucr'u bağışlamasını Muaviye'den ister; ama Muaviye bu isteği reddeder. Bunun üzerine Malik, Kinde ve kendi soydaşları olan Sekun kabilesi ve yanında bulunan Yemenlilerin oluşturduğu topluluğa dönerek şöyle der: "Allah'a andolsun ki, bizim Muaviye'ye muhtaç olduğumuz kadar o bize fazlasıyla muhtaçtır. Biz akrabalarından[272] kimin onun yerine geçeceğini biliyoruz.

Ama o, tüm halk arasında bizim yerimizi tutacak başkasını bulamaz." Ebu İshak es-Sebiî'ye soruldu: "Ne zamandan beri insanlar zillete duçar oldular?" Dedi ki: "Hasan'ın vefat ettiği, Ziyad'ın Ebu Süfyan'ın oğlu ilân edildiği ve Hucr b. Adiyy'in öldürüldüğü günden beri."[273] Hasan Basrî şöyle diyor: "Muaviye'de dört tane haslet bulunmaktaydı ki, bunlardan bir tanesi bile onun bedbahtlığı için yeterliydi: Birincisi, aptalların sayesinde ümmetin sırtına bindi ve ümmetin onayı olmaksızın, daha üstün ve faziletli kimselerin bulunmasına rağmen ve birçok sahabî de hayattayken haksız yere hilâfeti ele geçirdi. İkincisi, şarap içen, ipek giyen ve tambur çalan sarhoş oğlunu kendisinden sonra halife olmak üzere veliaht tayin etti. Üçüncüsü, zina çocuğu olan Ziyad'ı meşru kardeşi ilân etti. Oysa Peygamber efendimiz (s.a.a); 'Çocuk kimin döşeğinde dünyaya gelmişse, oraya aittir. Zina edenin payı da taşlanmaktan (recmedilmekten) başka bir şey  değildir.' buyurmuştur. Dördüncüsü, Hucr ve dostlarını öldürmesidir." Hasan Basrî bu sözleri söyledikten sonra şunu ekledi: "Hucr ve arkadaşlarına yaptıklarından dolayı yazıklar olsun Muaviye'ye!"[274]

Back Index Next