Back Index Next

4- Rüşeyd Hacerî[288]

Hz. Ali'nin (a.s) öğrencisi, sahabesi, aşığı, ölümleri ve gelecekteki olayları önceden görebilen bir ferasete sahip olduğu insanlar tarafından itiraf edilen bilge bir kişiydi. Birçok kişi ondan hadis rivayet etmiştir. Fakat hepsi Emevî hükümdarlarından korktuklarından dolayı onun ismini beyan etmekten kaçınmışlardır. Onun ismini açıkça nakleden, onun biricik kızı olmuştur ki o, babasının öldürülmesini kendi gözleriyle görmüş ve babasının kesilmiş el ve ayaklarını yerden toplamıştır. Kızcağız babasının kesik el ve ayaklarını topladığı zaman (henüz babası hayatta iken) ona şöyle sordu: – Canın acıyor mu babacığım? – Hayır kızım! Yalnız kalabalıktan dolayı bir insanın çektiği sıkıntı kadar sıkılma duyuyorum! Rüşeyd'i Ziyad'ın yanına götürdüler. Ziyad ona şöyle dedi:

– Dostun -yani Ali (a.s), başına getirdiğimiz belâlar hakkında sana bir şey söylemedi mi? – El ve ayaklarımı kesecek ve beni asacaksınız, dedi. – Allah'a andolsun ki, onun gelecekten verdiği bu haberi yalanlayacağım. Bırakın gitsin! Tam çıkmak üzereyken Ziyad bağırarak şöyle dedi: "Geri getirin!" Daha sonra şöyle devam etti: "Senin için dostunun önceden haber verdiği beladan daha iyisini bulamadık. Mutlaka sen yaşadığın sürece kötülükten başka bir şey yapmayacaksın." Görevlilere dönerek de; "Onun el ve ayaklarını kesin!" dedi. Sonra emir üzerine el ve ayakları kesildi; fakat o hâlâ konuşmakta idi. Rüşeyd şöyle dedi:

– Başka bir şey daha vardı ki onu yapmayı unuttun.

Ziyad şöyle dedi:

- Dilini kesin.

Dilini dışarı çıkartıp kesecekleri an şöyle dedi Rüşeyd:

– Bırakın bir şey söyleyeyim.

Onu bıraktılar ve Rüşeyd şöyle dedi:

– Allah'a andolsun ki, bu işiniz de Emir'ül-Müminin'in (Hz. Ali) sözünü tasdik etmektedir. Beni dilimin kesileceğinden dahi haberdar etmişti. Onun el ve ayakları kesik, yaralı bir şekilde saraydan dışarı attılar. İnsanlar onun etrafında toplandı ve o gece vefat etti. Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun.

Kızı şöyle der:

Bir gün babama sordum: "Ne kadar çalışıyorsun baba?!" Dedi ki: "Kızım! Bizden sonra öyle bir halk gelecek ki onların din hakkındaki görüşleri ve bilgileri bizim şimdiki çalışmamız ve zahitliğimizden daha faziletli olacaktır."O, kızına şöyle nasihat ederdi: "Kızcağızım! Sözü gizlemekle öldür ve kalbini emanet mekânı kıl!"[289]

5- Cüveyriyye b. Mushir el-Abdî

İbn-i Ebi'l-Hadid şöyle yazmaktadır: "Bir gün Ali (a.s) ona bakarak şöyle dedi: 'Cuveyriye! Yaklaş! Sana ne zaman gözüm takılsa seni sevdiğimi anlıyorum...' Daha sonra sır kabilinden birtakım şeyleri onunla paylaştı ve sonunda şöyle dedi: Ey Cüveyriyye! Bizim dostlarımız bizi sevdikleri müddetçe onları sev. Bize düşman olduklarında ise onlara düşman ol. Ve düşmanlarımız bize karşı düşmanlık ettikleri sürece onlarla düşman ol; fakat bizim muhabbet ve sevgimiz kalplerine yerleştikten sonra onlarla dost ol."

Cüveyriyye'nin Hz. Ali'ye (a.s) yakınlığını belirtmek amacıyla şu rivayeti beyan edebiliriz: "Bir gün İmam'ın evine geldi. İmam uyuyordu. Bir grup arkadaşı da orada oturuyordu.

Cüveyriyye şöyle dedi: 'Ey uyuyan, kalk! Şüphesiz başına öyle bir darbe alacaksın ki, yüzündeki sakalın kana bulanacak!' İmam tebessüm ederek şöyle buyurdu: Ben de seni akıbetinden haberdar edeyim. Canım elinde olan Allah'a andolsun ki, seni zina çocuğu, gaddar, acımasız bir hükümdarın yanına götürecekler. O hükümdar senin el ve ayaklarını kesecek ve seni bir... ağaca asarak idam edecektir." Ravi der ki: "Aradan fazla bir zaman geçmeden Ziyad Cüveyriyye'yi tutukladı. Ellerini ve ayaklarını kesip... kısa bir ağaca astılar." Yazar: Bu hadisi Habbe el-Uranî (r.a) de nakletmiş ve şunları eklemiş: "Ziyad b. Ebih tam bir Ali (a.s) düşmanlığı uzmanıydı. Sürekli olarak Ali (a.s) dostlarını araştırırdı. Onları çok iyi tanırdı. Nerede olurlarsa onları bulur ve öldürürdü."

6- Evfa b. Husayn

Benî Ümeyye zulmünün bir diğer kurbanı... Ziyad, onun anına gelmesini istedi; fakat o Ziyad'la karşılaşmaktan kaçındı. Bir gün Ziyad etrafındaki insanlara göz gezdirirken, birden onu fark etti:

– Kim bu? diye sordu.

– Evfa b. Husayn, dediler.

Ziyad kendi kendine; "Kendi ayaklarıyla tuzağa düştü."

dedi. Sonra ona sordu:

– Osman hakkındaki görüşün nedir?"

– Osman Peygamber'in (s.a.a) damadı, iki kızının eşiydi.

– Muaviye hakkında ne diyorsun? diye sordu.

– O bağışlayıcı ve hoşgörülü biridir.

Evfa usta bir konuşmacıydı, nerede nasıl konuşacağını iyi bilirdi. Bu yüzden Ziyad onun sözlerinden aleyhine kullanabileceği bir şey bulamadı.

Tekrar sordu:

– Peki, benim hakkımda ne düşünüyorsun?

– Duydum ki Basra'da şöyle demişsin: Allah'a yemin ederim ki, suçsuzu suçlunun yerine, burada bulunanı bulunmayanın yerine cezalandıracağım.

– Evet, dedi, bunu söyledim.[290]

– Çok yanlış ve hatalı bir yol tutmuşsun.

Yazar: İleri görüşlü bu usta konuşmacı, Ziyad'a cevap verirken tedricî olarak ve hikmetli bir ifade tarzıyla onun kendi yanlışlıklarının farkına varmasını hedefliyor. Unutmayalım ki, o bu cevapları verirken, bir yandan mızrak ve kılıçların arasında, bir yandan da hak ile batıl arasındaki bir yol üzerinde bulunuyordu. Bu da Hz.

Ali'nin (a.s) bu öğrencisinin nüktedanlığı karşısındaki hayranlığımızı bir kat daha artırmaktadır. Ancak Evfa'nın bu öğütlerinin bir tek faydası oldu, o da Ziyad'ın şöyle demesidir: "Zurnacı adam, diğerlerinden daha kötü değil."[291] Sonra öldürülmesini emretti.[292] Sahi, Ziyad, Evfa b. Husayn'ı hangi suçtan dolayı hedef seçti, kanını döktü? Oysa Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmamış mıydı: "Müslümanın canı, ırzı ve malı diğer Müslümanlara haramdır." Gördüğünüz gibi bu büyük adam, Ziyad'a cevap verirken, hiçbir gizliliği açığa vurmadığı gibi, saklı kalması gereken hiçbir sırrı da aşikâr etmemiştir; sadece herkesin bildiği şeyleri söylemiştir.

Ancak Kur'ân'ın; "Hiçbir günahkâr bir başkasının günah yükünü taşımaz." gibi açık hükmüne muhalefet eden, bu hükmü kulak ardı eden ve suçsuz birine suçlu muamelesi yapıp onu cezalandıran birisinin Kur'ân ve din mantığını hiçbir şekilde anlamayıp bunun gibi bir yiğidin kanını dökmesinden şaşırmamak gerekir.  Ziyad, o zamanlar zulüm ve adaletsizlik sarayının divanına oturmuştu. İnsanlar dünya hayatının en sıkıntılı günlerini yaşıyorlardı.

Kitleler hâlinde zindanlara atılıyor, gruplar hâlinde yurtlarından sürülüyorlardı. Sürgünde yaşamak zorunda kalıyorlardı. Her gün yüzlerce insan, gözlerin oyulması, ellerin kesilmesi, ayak, göğüs ve sırt kemiklerinin kırılması gibi[293] çeşitli cezalara çarptırılmak üzere onun cehennemi andıran sarayına götürülürdü. Elleri ve ayakları bağlı nice insanlar, gruplar hâlinde Kûfe ve Şam arasında götürülüp getirilirdi. Kûfe'de ölümcül bir korku ve dehşetten, Şam'da da bu insanlar için korkunç bir ölümden başka bir şey yoktu. Kûfe daha kısa bir süre önce isyan ve komploların merkeziydi.

Zalim Emevî yönetiminin baskı ve zorbalıkları sonucu kırık bir organa, yaralı bir uzva dönüşmüştü. Mecalsiz, bitkin ve her buyruğa amade, iradesiz bir varlık  sergiliyordu. Bitkindi Kûfe. Dünün komplocuları, bugünün müstebit ve her istediğini yapan hükümdarları olmuşlardı. Öyle ki, Emevî zulmü şehirde ölüm saçıyordu. Mazlum millet zulüm altında inim inim inliyordu. Yazık! Niçin halkın öfkesi bir zelzeleye dönüşüp şehri yerle bir etmiyordu! Neden halk topluca şehri terk edip dağlara ve çöllere çekilmiyordu?! Muaviye, babasının gayrimeşru çocuğu (Ziyad b. Ebih) ve mektebinin diğer mensupları şu noktayı kavrayamıyorlardı: Zor ve baskı, uğruna savaşılan ideallerin olgunlaşmasının en büyük etkenidir. Zalim, zorba ve müstbitler bu ideallere karşı savaştıkça onlar daha bir gelişirler. Şunu anlamıyorlardı: Baskı ve korku, ebediyet mührü vurulan bir düşünceyi, bir mektebi yok edemezdi. Köklü bir düşünce tıpkı sağlıklı bir tohum gibi, tarihle beraber adım adım, nesiller ve asırların akışına paralel olarak olgunlaşır. Zaman geçtikçe yaşama yeteneği gelişir ve gittikçe hayatiyet kazanır. Nitekim sonraki dönemlerde, o günkü Kûfe ile aynı fikri paylaşan, Muaviye ve dostlarına yönelik asla bitmez bir kin ve nefret besleyen yüz milyonlarca insan, dünya sahnesine çıktı. İdam Dışında Uygulanan Çeşitli İşkenceler Emevî tezgahın cinayetleri, öldürmek, sürgün etmek, evleri yıkmak, insanların mallarına el koymak, ağızları dikmek gibi korkunç uygulamalarla sınırlı değildi. Bunların yanında başka işkence yöntemlerini de geliştirmişlerdi. İbn-i Esir, Evfa b. Husayn faciasını aktarmak bağlamında şunları yazıyor: "O, otuz ya da seksen kişinin ellerinin kesilmesinden sonra Ziyad tarafından öldürülen ilk kişiydi." Muaviye Kûfe ve Basra'nın her tarafını araştırıyordu. Bu iki şehirde eli kılıç tutan, etkili konuşmalar yapan, güçlü şiirler yazan Şiîlerden herkesi kendi merkezlerinden topluyor ve zindanlara atıyordu. Ellerini zincirlere vuruyor, evlerini yerle bir ediyordu veya boyunlarını vuruyordu. Yezid'in babasının o günlerde Şia'nın büyüklerine, önde gelen şahsiyetlerine karşı uyguladığı korkunç cinayetlerden birkaç örnek sunuyoruz:

B) BASKI VE TEHDİT ALTINDA OLAN KİMSELER

1- Abdullah b. Haşim Mırkal

Kureyş'in ileri gelenlerinden ve Basra'daki Şiîlerin önderi sayılırdı. Babası Haşim Mırkal [b.

Utbe b. Ebi Vakkas] Sıffin Savaşı'nın cesur ve öncü komutanlarından biriydi.

Muaviye Sıffin Savaşı'nda onun karşısında ölümcül bir dehşet yaşamıştı. Haşim o gün İmam Ali'nin (a.s) ordusunun sol kanadının başında bulunuyordu. Muaviye, valisi Ziyad'a şu mektubu yazdı:

"...Abdullah b. Haşim b. Utbe'yi göz altına al, yakalayıp elleri bağlı olduğu hâlde Şam'a benim yanıma gönder." Ziyad gece vakti ona bir saldırı düzenledi. Ellerini zincirle bağlayarak Şam'a gönderdi. Onu Muaviye'nin yanına götürdükleri sırada, Amr b. As da orada bulunuyordu. Muaviye Amr'a şöyle dedi: "Bu adamı tanıyor musun?" "Evet, dedi, bunun babası Sıffin Savaşı'nda... diyen adamdır." (Haşim'in Sıffin Savaşı'nda söylediği şiiri tekrarladı.) Daha sonra şu beyti okudu: "Bazen yeşillik ve otlar tezeğin üzerini örter. Ancak içerideki öfke ve kin, olduğu gibi baki kalır."[294] Sonra şunları ekledi:

"Sakın! Ey müminlerin emiri! Bu sessiz timsahı serbest bırakma. Onun can damarını kopar.

Irak'a geri gönderme. Çünkü bu, nifak ve ayrılık çıkarmaktan geri duracak bir adam değildir. Bunlar İblis'in hile ve düşmanlık ateşini körükleyen kimselerdir.

Onun içinde, seninle onun arasında silâhlı çatışmanın olmasına ilişkin bir arzu vardır. Kafasında sana karşı isyana dönük fikirler dolaşmaktadır. Onun etrafında ona yardım eden kimseler de vardır. Her günaha kendi benzeri ceza verilir." Iraklılara bu şekilde hakaret etmek, onlara bu şekilde saldırmak, Amr b. As'ın öteden beri bilinen ve asla terk etmediği bir davranışıdır. Bundan önce Iraklıları bu şekilde düşmanca tasvir eden başka birine rastlamadık. Fakat Mırkal'ın oğlu korkak biri değildi ki, bu tür iğrenç hakaret ve saldırılar etkili olabilsindi. O bir aslan yavrusuydu. Nesebi güçlü pençeleri olan aslanlara dayanıyordu. Nitekim Amr'a cevap vermek maksadıyla konuşmaya başladığı zaman bu asaletini sergiledi: – Ey Amr! Ben eğer öldürülürsem, akrabaları onu yalnız bırakan ve bu arada ölümü yetişen biri olurum. Fakat sen değil misin ki, er meydanına çağırıldığında bundan kaçan? Seni ne kadar meydana çağırdıysak, bir bahaneyle bundan kaçtın, yüzü kara bir cariye gibi veya bir tarafa götürülmek istenen inatçı bir koyun gibi hep yüz çevirdin ve kaçtın. En küçük bir savunma refleksi dahi gösteremedin! Amr şöyle dedi: – Dikkat et! Allah'a yemin ederim, şu anda öyle bir aslanın tuzağına düşmüşsün ki, bütün akranlarından daha üstündür. Öyle sanıyorum ki, Emir'ül-Müminin'in pençesinden kurtulamayacaksın! Abdullah şu karşılığı verdi: – Ey As'ın oğlu! Allah'a yemin ederim, seni görüyorum

ki, meydanı boş bulunca kükremektesin; ama yüz yüze gelindiği zaman bir ödleksin. Arkadan zalim ve insafsız birisin; yüz yüze gelindiğinde ise korkağın tekisin. Diken tarlasında eğri bir dal gibi meyvesiz ve faydasızsın... Sen değil misin ki, daha düne kadar, çocuklukta şiddete maruz kalmamış, yaşlılıkta dinden uzaklaşmamış, elleri güçlü, dilleri keskin, eğrileri bertaraf edip, zorlukları ve engelleri aşan, azı arttıran, susuzluğu gideren, zelili aziz kılan adamlar sana egemen olmuşlardı? Amr şunları söyledi: – Allah'a yemin ederim ki, o gün babanı gördüm; karnını deşmişlerdi, bağırsakları dışarı dökülmüştü, sırtının kemikleri kırılmıştı ve bütün bedeni yara bere içindeydi. Abdullah da şu karşılığı verdi: – Ey Amr! Biz seni ve sözlerini sınamışız. Senin dilinin yeterince yalancı ve aldatıcı olduğunu gördük. Sen şu anda senin durumunu bilmeyen, senin yaptıklarını sınama imkânını bulmayan insanlar arasındasın. Eğer Şam halkından başka bir halkın arasında olsaydın, iğrenç fikirlerini ifade etmekten utanacaktın, söz söyleme yolunun kesildiğini görecektin. Sırtındaki ağır vebal yüküyle yerinde oturacaktın. Korkudan ayakların birbirine dolanacak tir tir titreyecektin.

Bu sırada Muaviye araya girdi ve ikisine şöyle dedi: "Yeter artık...!" Sonra aralarındaki akrabalık bağının hatırına Abdullah'ın serbest bırakılmasını emretti. Bundan sonra Amr b. As bu davranışından dolayı Muaviye'yi sürekli olarak eleştirdi ve bu olaya ilişkin serzenişler içeren şu anlama gelen şiirler okudu: "Sana bir emir verdim; yapmadın. Haşim'in oğlunu öldürmedin; oysa onu öldürmek bir zaferdi. Ali'ye o kanlı hengamede yardım eden değil miydi o? Sıffin'de kanımızdan deryalar oluşuncaya kadar savaştan geri durmadı. İşte bu da onun oğludur ve herkes babasına benzer. Çok geçmeden pişmanlıktan parmaklarını

ısıracaksın."

2- Adiyy b. Hatem et-Tâî

Değerli sahabî... Peygamber'in (s.a.a) huzuruna geldiğinde, Peygamber onu saygıyla ağırlamıştı.

Büyük lider, hatip, zeki ve yiğit insan... Hicretin dokuzuncu yılında Müslüman oldu ve güzel bir Müslümanlık örneği sergiledi. Kendisi anlatıyor: "Medine'ye geldiğim zaman, insanlar merakla beni süzüyorlardı ve birbirlerine; 'Adiyy b.

Hatem'dir bu!' diyorlardı. Allah'ın Resulü bana; 'Müslümanlığı kabul et ki, selâmete eresin.' dedi. Dedim ki: 'Benim bir dinim var.' Buyurdu ki: 'Senin dinini senden daha iyi biliyorum. Bana öyle geliyor ki, etrafımdaki yoksulları görüyorsun, insanların hepsinin eşit olmasını gözlemliyorsun ve bu, senin Müslüman olmanı engelliyor.' Sonra şunları söyledi: 'Hiç Hiyre'ye gittin mi?' 'Hayır, gitmedim, dedim, ama nerede olduğunu biliyorum.' Buyurdu ki: 'Yakın bir zamanda bir devenin sırtındaki hevdece oturmuş bir kadın, bir erkeğin himayesinde olmaksızın Hiyre'den çıkıp Mekke'ye gidecek ve Allah'ın evini tavaf edecektir. Hiç şüphesiz Hürmüz'ün oğlu Kisra'nın hazineleri elimize geçecektir.' 'Hür'müz'ün oğlu Kisra'nın mı?' diye sordum. 'Evet, her taraftan öyle mal ve servet akacak ki, insanlar zekât alacak birini bulmaya çalışacaklar...' dedi." Adiyy diyor ki: "Peygamber'in (s.a.a) haber verdiği olayların ikisini gözlerimle gördüm. Devenin sırtındaki hevdece oturmuş kadını da gördüm, Kisra'nın hazinelerinin ele geçirilmesini de... Hatta ben o hazinelere saldıran ilk süvariler arasındaydım. Allah'a yemin ederim ki, üçüncüsü de gerçekleşecektir."[295] Devam ediyor: "Kabileme mensup bazı adamlarla birlikte Ömer'in yanına geldim. Bir işle meşgul olduğu için bana bakmadı. Öne çıktım ve 'Beni tanıdın mı?' diye sordum. 'Evet; sen, başkalarının inkâr ettiği sırada iman eden, başkalarının tanımadığı zaman tanıyan, başkalarının ihanet ettiği zaman vefa gösteren, başkalarının yüz çevirdiği zaman koşup bağlanan kimsesin. Ayrıca Peygamber'in (s.a.a) ashabının yüzünü ağartan ilk sadaka da Tayy kabilesinin gönderdiği sadakaydı.' dedi."[296] Adiyy devamla şunları söylüyor: "Müslüman olduğum günden itibaren hiçbir namaz kılınmamış ki benim abdestim olmasın.”[297] Sıffin Savaşı'nda, Âiz b. Kays Hurmuzî et-Tâî sancağı

taşımak hususunda onunla münakaşa etti. Tayy kabilesinde Hurmuzî koluna mensup olanların sayısı Adiyyoğulları'nın[298] sayısından fazlaydı. Abdullah b. Halife et-Tâî ortaya atıldı ve şöyle dedi: "Ey Hurmuzîler! Adiyy'le mi kavga ediyorsunuz? Yoksa aranızda Adiyy gibi birisi veya atalarınız arasında onun babası gibi birisi mi vardır? Kabilenin hamisi ve ihtiyaç zamanı suyun savunucusu o değil midir? Mirba'ın[299] (dörtte bir ganimet payı) sahibinin oğlu, o değil midir? O değil mi Arapların en cömerdinin oğlu? Bütün varlığı talan edildiği hâlde, kendi himayesinde olan kimseleri savunan kimsenin oğlu değil midir? O hiçbir zaman hile nedir bilmeyen, günah işlemeyen, cahil olmayan, cimrilik etmeyen, yaptığı iyilikleri başa kakmayan ve korku nedir bilmeyen kimse değil midir? Sizin atalarınız içinde onun babası gibi birisi ve sizin içinizde de onun gibi birisi var mıdır? Varsa gösterin! O İslâm'da sizin en üstününüz değil midir? Hem sizin adınıza Peygamber'in (s.a.a) yanına giden de, o değil miydi? Nuhayle, Kadisiyye ve Medain Savaşları'nda, Celulâ, Nehavend ve Şuşter vakıalarında sizin komutanınız o değil miydi? Nasıl olur da kendinizi onunla mukayese edersiniz? Allah'a yemin ederim ki, sizin kabilelerinizin gruplarından hiçbir grup sizin talep ettiği şeyi talep etmez." Bu sırada Hz. Ali (a.s) şöyle dedi: "Bu kadarı yeter, ey Halife'nin oğlu! Hepiniz yanıma gelin ve kabilenin bütün mensuplarını da getirin." Herkes Hz.

Back Index Next