Back Index Next

Ali'nin yanında toplandılar. Buyurdu ki: "Abdullah b. Halife'nin sözünü ettiği bu savaşların tümünde sizin komutanınız kimdi?" "Komutanımız Adiyy idi." dediler. Abdullah b. Halife dedi ki: "Ey Emir'ül-Müminin! Onlara sorun; acaba Adiyy'in kendilerinin başkanı ve büyüğü olmasına razı değil midirler?" Hz. Ali (a.s) onlara sordu. Şu cevabı verdiler: "Niçin razı olmayalım!" Dedi ki: "Adiyy içinizde sancağı taşımaya en lâyık olan kimsedir. Sancağı ona verin."[300] 51 yılında Ziyad memurlarını, onu Kûfe'de kendi adıyla bilinen (Adiyy Camii) camide yakalamaları için gönderdi. Onu camiden çıkarıp hapse attılar. Şehirdeki bütün Yemenliler, Rabîa ve Mudar kabilelerinin mensupları Adiyy'in tutuklanmasına karşı tepki gösterdiler. İnsanlar Ziyad'ın yanına geldiler ve Adiyy hakkında onunla konuştular. Peygamber'in (s.a.a) sahabesi olan bir kimseye karşı sergilediği bu muameleden dolayı onu eleştirdiler, kınadılar. Ziyad, Adiyy'den Abdullah b. Halife et-Tâî'yi kendisine getirmesini istedi. -Abdullah Hucr'un arkadaşlarındandı. Ziyad'ın memurlarına (el-Hamrâ) karşı gelenlerden biriydi.- Adiyy bu öneriyi kabul etmedi. Sonunda Ziyad, Abdullah'ın Kûfe'den çıkmasına razı oldu.[301] Bir gün Adiyy Muaviye'yle karşılaştı. O, Muaviye'nin gözünde büyük ve heybetli biri görünürdü. Onun fitne ortamlarındaki doğruluğunu sınamış, zorluklar esnasındaki isabetli kararlarını gözlemlemiş, geçmişindeki isabetli görüşlerini ve deneyimlerini görmüştü. Bu yüzden onunla konuşurken, öteden beri kendisine muhalif olan büyük insanlara karşı sergilediği özel tutumunu sergiledi ve onunla dikkatli bir konuşma yaptı. Sordu:

– Tarafa'lar neredeler ey Adiyy? (Tarafalar derken, Adiyy'in oğulları, Tariyf, Târif ve Tarafa'yı kastediyordu.)

– Sıffin Savaşı'nda Ali'nin safında savaşırken öldürüldüler.

– Ali sana karşı insaflı davranmamış; senin oğullarını ölüme gönderirken, kendi oğullarını korumuş.

– Asıl ben Ali'ye karşı insaflı davranmamışım; o öldürüldü, ben henüz hayattayım.

– Osman'ın kanından bir damla kalmıştır ki, Yemenli bir büyüğün kanından başkası onu temizlemez.

Adiyy şu karşılığı verdi:

– Allah'a yemin ederim ki, ey Muaviye! Senin düşmanlığını yerleştirdiğimiz kalplerimiz, hâlâ sinelerimizde çarpmaktadır. Eğer sen bir parmak kadar hile ve kandırma yolundan girişimde bulunursan, biz bir karış düşmanlık yolundan sana yöneliriz. Şunu da bil ki, boğazımız kesilse ve canımız dudaklarımıza gelip dayansa bu durum, bizim için Ali hakkında söylenen kötü bir söz işitmekten daha kolay gelir.

Kılıcı öyle birine salla ki elinde kılıç olsun...

Bu sırada Muaviye hazır bulunanlara döndü ve şöyle dedi:

"Bunlar hikmetli sözlerdir; onları yazın..." Böylece Adiyy'in hamlesinden bu şekilde sıyrılmış oldu. Sonra tekrar Adiyy'e döndü ve onunla her konuda koyu bir sohbete daldı. Diyeceksin ki, az önceki sert ve kırıcı konuşmalar onların arasında geçmemişti.[302] Bir süre sonra:

– Bana Ali'yi anlat, dedi.

Adiyy:

– Mümkünse bu konuyu bir kenara bırak, dedi.

Muaviye:

– Hayır, vazgeçmiyorum, dedi.

Bunun üzerine Adiyy konuşmaya başladı ve Ali'yi şöyle

anlattı:

– Allah'a yemin ederim ki, Ali sonu olmayan bir varlık gibiydi. Güçlü bir adamdı. Daima doğru konuşan, dürüst biriydi. Adaletle, insafla hükmederdi. Çevresinden hikmet fışkırırdı.

Yaptıklarından ve sözlerinden ilim dökülürdü. Dünyadan ve dünyanın çekici süslerinden uzaklaşırdı. Geceleri yalnızlık köşesine çekilirdi. Allah'a yemin ederim ki, daima göz yaşı döker ve uzun düşüncelere dalardı. Yalnız kalınca nefis muhasebesi yapardı. Geçmişine daima üzülür, hüzün duyardı. Giysi olarak kısa elbiseleri, yiyeceklerden de kuru ve sert yemekleri seçerdi. Aramızda bizden biri gibiydi. Ona bir soru sorduğumuzda cevap verirdi. Ona yöneldiğimiz zaman o da bize yaklaşırdı. Onun bu kadar merhametli ve bize yakınlık göstermesine rağmen heybetinden onun yanında konuşacak gücü kendimizde bulamazdık. Azameti  karşısında ona bakacak mecalimiz olmazdı. Tebessüm ettiği zaman inci misali dişleri görülürdü. Dindar insanlara büyük saygı gösterirdi. Güçsüzlerle dost olurdu.

Güçlüler onun kendilerine zulmetmesinden endişe etmezlerdi, zayıflar onun adaletinden ümitlerini kesmezlerdi. Yemin ederim ki, çok iyi hatırlıyorum; bir gece onu ibadet ettiği mihrabında gördüm. Gece karanlık perdesini her tarafa yaymış, yıldızların üzerini örtmüştü. Göz yaşları sakallarına

dökülüyordu. Yılan tarafından ısırılmış gibi kıvranıyordu, yürek yakacak şekilde inliyordu. Sesi şu anda kulağımda gibi: "Ey dünya! Bana yönelmiş, bana yüzünü mü gösteriyorsun! Benden başkasını aldat! Henüz eline o fırsat  geçmemiş ki, beni aldatasın! Seni üç talakla boşadım ki, bundan geri dönüş olmaz. Senin hayatın alçak ve değerin de azdır... ah! Azık az; yol uzun ve bir dost yoktur!.."

Muaviye'nin gözleri doldu. Elbisesinin yeniyle göz

yaşlarını sildi ve:

– Allah Ebu'l-Hasan'a rahmet etsin! dedi. Gerçekten dediğin gibiydi... Peki ona karşı sabrın nasıldı?

– Tıpkı, kucağında yavrusu boğazlanan bir annenin sabrı gibi. Göz yaşları kurumaz ve gözlerindeki yaşlar dinmez...

Muaviye sordu:

– Onu ne kadar anıyorsun?

– Zaman onu unutmama izin veriyor mu ki?[303]

Yazar: Adiyy b. Hatem, Muhtar b. Ebu Übeyde zamanında hicrî 68 tarihinde[304] 120 yaşında vefat etti. Onun ölümüyle birlikte, sadece meleklerde bulunan bir ruh, yalnız hikmet ehli olan kimselerde bulunan sağlam bir fikir ve ancak Allah'ın velilerinde bulunan gerçek bir iman bu cihandan ayrılmış oldu.

3- Sa'saa b. Sûhan

Önde gelen bir Arap lideriydi. Üstün bir soya mensup, faziletli bir öncüydü. Resulullah (s.a.a) zamanında Müslüman oldu. Ancak yaşı küçük olduğu için Peygamber'le hiç karşılaşmadı. Ömer'in hilâfeti zamanında halifenin karşısına ağır bir problem çıktı. Halife bir konuşma yaptı ve bu problemle ilgili olarak insanların görüşlerini öğrenmeye çalıştı. Henüz genç bir delikanlı olan Sa'saa yerinden kalktı, problemin üzerindeki perdeyi kaldırdı ve bu meseleyle ilgili doğru yolu gösterdi. Gerçekten onun dedikleri aynen uygulanarak problem aşıldı. Kısacası Kûfe'de ünlü bir adamdı. Emir'ül-Müminin'in (a.s) yanında Cemel ve Sıffin Savaşları'na katıldı. el-İsabe[305] adlı eserde şöyle yazıyor: "Muğiyre (Kûfe valisi), Muaviye'nin emri doğrultusunda Sa'saa'yı Kûfe'den Cezire'ye veya Bahreyn'e sürdü. Bazıları, onun İbn-i Kafan adasına sürüldüğünü... ve orada vefat ettiğini söylemişlerdir..." Muaviye, Sa'saa b. Sûhan'ı, Adiyy'i, Abdullah b. Kevvâ  Yeşkurî'yi ve Hz. Ali'nin dostlarından ve Kureyş'in büyüklerinden bir grubu hapse attı. Bir gün onların bulunduğu zindana uğradı ve onlara dedi ki:

– Sizi Allah adına yemine veriyorum. Soracağım soruya doğru cevap verin. Benim nasıl bir halife olduğumu düşünüyorsunuz.

İbn-i Kevvâ şu karşılığı verdi:

– Eğer bizi yemine vermemiş olsaydın, senin bu soruna cevap vermeyecektik. Çünkü sen zalim bir kindarsın ve iyi kimseleri öldürmekten dolayı Allah'tan korkmazsın! Ama şimdi zorunlu olarak cevap vereceğiz. Şu kadarını biliyoruz ki, senin geniş bir dünyan ve dar bir ahiretin var. Karanlıkları aydınlık gibi gösteriyor, aydınlığı da karanlık olarak nitelendiriyorsun.

Muaviye -belki de mevzuyu değiştirmek için- şöyle dedi:

– Yüce Allah hilâfete Şam ehli ile değer kazandırdı.Çünkü onlar haremin savunucularıdırlar.

Allah'ın koyduğu haramları terk ederler. Iraklılar gibi değildirler ki, Allah'ın koyduğu haramları hafife alsınlar; Allah'ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını da haram saysınlar.

Abdullah şöyle dedi:

–        Ey Ebu Süfyan'ın oğlu! Her sözün bir cevabı var. Ama biz senin baskı ve zorbalığından endişe ediyoruz. Eğer bize konuşma özgürlüğünü verirsen, Allah'ın yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan, pişmanlık duymayan keskin dillerimizle Iraklıları savunuruz. Aksi takdirde Allah'ın emri gelinceye ve genişliğe çıkıncaya kadar sabrederiz.

Muaviye dedi ki:

– Allah'a yemin ederim ki, hiçbir zaman senin diline özgürlük vermeyeceğim.

Bu sırada Sa'saa söz aldı ve şöyle dedi:

– Sözünü söyledin, ey Ebu Süfyan'ın oğlu! Maksadını da anlattın. Söylemek istediğin her şeyi de söyledin. Ama gerçek senin söylediğin gibi değildir. Zorla hükümet koltuğuna oturan, insanlara karşı kibir ve gururla hareket eden, yalan ve aldatma gibi batıl yöntemlerle halka egemen olan bir kimse nasıl halife olabilir ki? Allah'a yemin ederim ki, sen Bedir Savaşı'nda ne bir darbe vurdun, ne de bir ok attın.

Bilâkis o savaşta tam da şu sözde ifade edilen duruma örnek oluşturdun: 'Olup bitenlere seyirci kaldın...'[306] Sen ve baban hem kervan (Ebu Süfyan kervanı), hem de sefer (Bedir'e giden Kureyş ordusu)[307] olayında da insanları

Resulullah'a (s.a.a) karşı kışkırtan kimselerdendiniz. Sen ve baban Resulullah'ın (s.a.a) azat ettiği savaş esirlerindendiniz. Azat edilmiş bir köleden halife olur mu? Muaviye bu sözlere cevap olarak sadece şunu söyleyebildi:

– Eğer Ebu Talib'in şu şiirini kendime şiar edinmiş olmasaydım, mutlaka sizi öldürürdüm:

"Onların cahilliklerine hilimle ve hoşgörüyle cevap verdim. / Güç yettiği hâlde birini affetmek, bir tür büyüklüktür..."

Bir başka seferinde Muaviye Sa'saa'ya sordu:

– İyiler ve fasıklar kimlerdir?

Sa'saa şu karşılığı verdi:

– Hileyi terk etmenin bir gereği de açık söz söylemektir. İmam Ali ve dostları iyilerin önderleridirler. Sen ve dostların da diğer grubu temsil ediyorsunuz.

Muaviye sordu:

– Şam halkı hakkında ne düşünüyorsun?

– İnsanlara karşı herkesten çok itaatkârdırlar; ama Allah'a karşı herkesten çok asidirler. Karşı konulmaz güce sahip Allah'ın emrine isyan ediyorlar; buna karşılık kötülerin kudret tezgahlarının tufeylisidirler. Kahrolsunlar. Yok olsunlar. Daima utanç içinde olsunlar; yüzleri kara olasıcalar!

Muaviye şöyle dedi:

– Allah'a yemin ederim ki, ey Sûhan'ın oğlu! Çoktan beri hayat kadehin dolmuştur; ancak Ebu Süfyan'ın oğlunun hilmi seni savunuyor.

Sa'saa şu karşılığı verdi:

Bu, Allah'ın emrine ve kudretine bağlıdır. Beni savunacak olan O'nun gücüdür. Kuşkusuz başıma her ne gelirse, ezelde ilâhî takdir olarak yazılmıştır.[308]

Mes'udî şöyle der:

"Sa'saa'nın başından ilginç maceralar geçmiştir. Ondan geriye son derece beliğ, açık, derin anlamlı, aynı zamanda veciz ve kısa sözler kalmıştır." "Sa'saa Emir'ül-Müminin'in (a.s) dostları arasında seçkin bir şahsiyete sahipti.

Emir'ül-Müminin onu 'güçlü ve usta hatip' olarak överdi. Sonraları Cahiz onu, insanların en düzgün ve en açık konuşanı olarak nitelendirmiştir." Barış anlaşmasından sonra Kûfe'ye gelen Muaviye, bir gün ona şöyle dedi:

– Allah'a yemin ederim ki, senin bu şekilde güven içinde dolaşmandan nefret ediyorum. O da şu karşılığı verdi:

– Allah'a yemin ederim ki, ben de seni bu unvanla (halife unvanıyla) çağırmaktan nefret ediyorum. Sonra onu halife diye selâmladı. Muaviye şöyle dedi:

– Eğer doğru söylüyorsan ve beni gerçekten halife olarak kabul ediyorsan, minbere çık ve Ali'ye lânet oku.

Sa'saa minbere çıktı. Allah'a hamdü sena ettikten sonra şöyle dedi: "Ey insanlar! Ben şu anda kötülüğü önüne almış, iyiliği ise arkasında bırakmış bir adamın yanından geliyorum.

Bu adam bana Ali'yi lânetlememi emretti. Haydi ona lânet okuyun. Allah'ın lâneti onun üzerine olsun."

Camide bulunanlar hep bir ağızdan "Amin." dediler.

Ardından Muaviye'nin yanına gitti ve olanları ona anlattı.

Muaviye dedi ki: "Allah'a yemin ederim ki, senin maksadın benden başkası değildir. Geri dön ve ona ismen lânet oku."

Sa'saa tekrar camiye döndü, minbere çıkıp şöyle dedi:

"Ey insanlar! Emir'ül-Müminin bana Ali'ye lânet okumamı emretti. Haydi ona lânet okuyun." Camide bulunanlar hep

bir ağızdan "Amin" dediler. Bu olay da Muaviye'ye aktarılınca şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, onun maksadı benden başkası değildir. Onu bu şehirden çıkarın. Benimle aynı şehirde bulunmasın." Bunun üzerine Sa'saa'yı Kûfe'den sürdüler.[309]

İbn-i Abdurabbih yazıyor:

"Bir gün Sa'saa Muaviye'nin yanına gitti. Amr b. As da Muaviye'nin yanında divanda oturuyordu. Sa'saa içeri girince Amr b. As şöyle dedi: 'Turabîciliğinin[310]

hatırına ona yer verin!' Sa'saa şöyle dedi: Ben turabîyim (aslım topraktır). Topraktan yaratıldım ve ona geri döneceğim. Yine ondan diriltileceğim. Fakat sen ateşten bir kıvılcımsın." Iraklılardan oluşan bir heyet Muaviye'nin yanına geldi. Kûfelilerden oluşan grubun içinde Adiyy b. Hatem, Basra grubunun arasında da Ahnef b. Kays ve Sa'saa b. Sûhan da bulunuyordu. Amr b. As Muaviye'ye şöyle dedi: "Bunlar dünya ehli ve Ali Şiîlerindendirler. Cemel ve Sıffin Savaşları'nda onun yanında savaştılar. Onlardan sakın!" Abdulkays Sa'saa b. Sûhan'ın o kadar çok macerası var ve bu maceralar o kadar çeşitlidir ki, bunların tümünü anlatmak, kitabımızda esas aldığımız özetleme yöntemine uygun düşmez. Yukarıda bazı örnekler verdik ki, tarihten bazı sayfaları dikkatlere sunalım ve onun Muaviye'yle karşılaşmalarına ve Muaviye'nin ona karşı takındığı tavra ışık tutalım.

4- Abdullah b. Halife et-Tâî

Savaş meydanında ateş saçan bir kahraman... Uzeyb, kanlı Celûlâ, Nehavend, Şuşter ve Sıffin Savaşları'nda eşsiz kahramanlıklar sergilemişti. Öyle etkileyici bir hatipti ki, Sıffin Savaşı'nda Tayy kabilesine mensup bir adam, kabilenin sancağını taşımak hususunda Adiyy b. Hatem'le tartışınca, kesin ve etkileyici bir konuşma yapmış –bu konuşmaya daha önce yer verdik- ve tartışmaya son noktayı koymuştu.

Ayrıca Hucr ile omuz omuza Emir'ül-Müminin'i (a.s) cansiperane savunmuştu. Ziyad'ın "el-Hamrâ" grubundan oluşan askerleri ona saldırmıştı. O kendisini kahramanca savunmuş, kavminin ve kabilesinin yardımıyla onları yenilgiye uğratmıştı. Onun takva sahibi ve iffetli kız kardeşi dışarı çıkmış ve şöyle feryat etmişti: "Ey Tayy kabilesinin erkekleri! Mızraklarınızı ve dillerinizi Abdullah b. Halife'ye veriyor musunuz?" Kabilenin erkekleri, bu kamçılayıcı söz üzerine askerlere saldırmış ve onları tarumar etmişlerdi.

Böylece Ziyad çaresiz kalmıştı. Sonra kabilenin büyüğü Adiyy b. Hatem'i zindana attı ve

kurtulması için Abdullah b. Halife'yi teslim etmesini şart koştu. Adiyy bu öneriyi kabul etmedi. Sonunda Ziyad Abdullah'ın Kûfe'yi terk etmesi şartıyla razı oldu. Adiyy, Abdullah'a Kûfe'den çıkmasını önerdi ve serbest olarak Kûfe'ye dönmesi için çaba sarf edeceğine söz verdi. Abdullah Cebeleyn'e,[311] bir rivayete göre de San'a'ya gitti. Vatan özlemiyle dolu bir yürekle uzun zaman oralarda derbeder yaşadı.

Aradan bir süre geçince Adiyy'e bir mektup yazdı ve verdiği sözü tutmasını istedi. Olayları çok güzel tasvir eden güçlü bir şairdi. Birçok kasidesi ve beyitleri var. Bunları Adiyy'i eleştirmek maksadıyla yazmıştır. Bu şiirlerde geçmişini, yaşadığı gurbeti ve şimdiki esareti ona hatırlatır. Ancak Adiyy verdiği sözü yerine getirme imkânını bulamadı. Abdullah ömrünün sonuna kadar sürgün edildiği yerde kaldı. Ziyad'ın ölümünden çok kısa bir süre önce öldü.

Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun.[312]

MACERANIN SONU

Yukarıda işaret ettiğimiz olayların arasında, tarih kaynaklarında dikkat çekecek bir boşluk vardır. Mevcut tarih kaynakları, kotardıkları hikâyelerle bu boşlukları bir türlü kapatamamışlardır. Buraya kadar Muaviye'nin kesin anlaşmalarla verdiği sözlere ne kadar bağlı kaldığını gördük. Gördük ki, anlaşmanın beş maddesi de yeminler verdiği, kesin sözlerle pekiştirdiği ve ahdettiği hâlde, anlaşmaya uygun bir şekilde uygulanmamıştır. Ne hükümeti ele geçirdiği sırada söz verdiği gibi Allah'ın kitabına, Peygamber'in sünnetine ve lâyık halifelerin uygulamalarına göre hareket etti, ne kendisinden sonra halifenin belirlenmesini şûraya bıraktı, ne de hilâfeti gerçek sahibine tevdi etti. Aynı şekilde Hz.

Ali'ye yapılan çirkin küfürleri de durdurmadı. Hatta bu çirkin küfürlerin minberlerde yapılması geleneğini başlattı. Anlaşma gereğince verilmesi gereken haracı da vermedi. İmam Ali'nin taraftarları ve dostları da onun hain saldırılarından kurtulamadılar. Anlaşmadan sonra onlara karşı öyle cinayetler işledi ki, İslâm'dan önce dahi benzerlerine rastlanmamıştı. Örneğin: İslâm döneminde ilk defe kılıçla kesilip şehirlerde teşhir edilen baş, İmam Ali dostlarınındı ve bu iş Muaviye'nin emriyle gerçekleşti. İslâm döneminde ilk defa diri diri mezara konulan kişi de bir Şiî'ydi ve bu cinayetin emrini de Muaviye vermişti. İslâm döneminde ilk defa hapse atılan kadın da bir İmam Ali dostuydu ve bu hükmü de Muaviye vermişti.  Elleri ayakları bağlı, savunmasız bir şekilde katledilen ilk şehitler de Şiîlerdi ve onların katili de Muaviye'ydi. Kısacası, Muaviye anlaşmanın bütün maddelerini ihlâl etti. Bütün sözlerini çiğnedi. Şaşırmamak elde değil, bütün

bu yaptıklarına rağmen İslâmî hilâfet iddiası da vardı! Anlaşmanın son maddesi ise, son derece titiz ve duyarlılıkla hazırlanmıştı. Halkın nazarında en ağır şart sayılıyordu.

Bu şartı çiğnemek açık bir şekilde Kur'ân'a ve Peygamber'e muhalefet anlamına gelirdi. Bu yüzden söz konusu madde bir süre ihanetten ve çiğnenmekten masun kaldı.

Sekiz yıl bu maddeyi gözetti. Ama sonunda bu

maddeden de sıkıldı. Bu gibi işleri yapmaya teşvik eden ve sürekli olarak kendisine vesveseler telkin eden Emevîlik karakteri sonunda galip geldi. Muaviye'nin Emevî olduğu kesinleşti. Tarihçilerin iddia ettikleri ve dilden dile dolaşan annesi Hind

ile ilgili söylentilerin asılsız olduğu ortaya çıktı. Artık Muaviye'nin Emevî soylu Ebu Süfyan'ın oğlu olduğuna kuşku kalmamıştı!

Ebu Süfyan'ın ve Hind'in oğlu da Kur'ân'ı dikkate alır mıydı?! Geçmişteki bütün cinayetlerini unutturan cinayeti nihayet gerçekleştirdi. İbn-i Abbas'ın deyimiyle Arapların ya da Ebu İshak Sebiî'nin deyimiyle insanlığın iki büklüm boyun eğdikleri süreç başlamış oldu. Barış anlaşmasının içerdiği maddelerden biri İmam Hasan'ın can güvenliğini öngörüyordu. Bu madde doğal

olarak diğer maddelerden daha çok ihanetten masun kalacaktı ve şartlar gereğince daha çok korunup gözetilecekti. Kılıçların kınına koyulmasından, savaş meydanının boşaltılmasından ve karşı taraf anlaşmaya bağlı kalacağına söz vermesinden sonra bu maddenin çiğnenmesi, Muaviye'nin hayatı boyunca işlediği cinayetlerin en büyüğüydü. Ne Medine'de -İmam Hasan'ın (a.s) evinde-, ne Peygamber'in (s.a.a) ailesinde, ne Şiîler arasında, ne de akrabalık veya başka bir bağla İmam Hasan'la ilişkisi bulunan kimseler arasında Muaviye'nin dünyasının aleyhine sayılabilecek bir davranış sadır olmuş değildi. Şu hâlde bu hainliğin nedeni neydi ve hangi bahaneyle izah edilebilirdi?! Hiçbir anlaşma metninde rastlanmayacak kadar ısrarla verilen onca söze, onca yemine ne oldu?... Acaba sözde Müslüman bazı aldanmış kimselerin Muaviye'nin oğlu Yezid'in Hüseyin'i katletmesini mazur göstermek için "Mağrur bir gençti, maymunlarla oynaşması aklını başından almıştı, şarap içtiği için o cinayeti işledi." şeklinde düzdükleri bahaneye ve gerekçeye benzer bir gerekçeyi Muaviye için de kurgulayabilir miyiz? Muaviye'ye yakıştırdıkları tedbirlilik, olgunluk, uyanıklık gibi özellikleri ne yapacağız? Acaba bu niteliklerle İmam Hasan'ı katletme faciası birbiriyle bağdaştırılabilir mi? Aslında babanın işlediği bu korkunç cinayetti oğlu o dehşet verici cinayeti işlemeye sevk eden. Böylece babaoğul İslâm tarihinin en büyük  cinayetini işlediler: İki cennet serverini öldürme cinayeti. Peygamber'in (s.a.a) neslinin devam edeceği tek kanalı kesme faciası. Gerçekte bu cinayet, Peygamber'in tarihsel devamlılığını kesmeye yönelikti. Evet, bu iki katilin Peygamber'in halifesi adını taşıyor olmaları da ayrıca hayret vericidir!! Vah İslâm'ın hâline ki, Peygamber'inin halifeleri bu tıynette insanlardandı!! Muaviye'nin dirayeti ve işbilirliği(!) adam öldürmede öyle özel yöntemler geliştirmesine yol açtı ki, ondan sonra oğlu  Yezid babasıyla özdeşleşen bu  özel cinayet yöntemini kullanmadı ve kendisi mağrur bir genç , babası da deneyimli, usta bir siyasetçi adıyla tarihteki yerlerini aldılar!!  Kuşkusuz eğer Ebu Süfyan'ın ömrü vefa etseydi, soyu için öngördüğü ikbalin bu iki evlâdı aracılığıyla gerçekleştirilmiş olduğunu gönül rahatlığıyla seyredecekti. Derken Muaviye Mervan b. Hakem'i,[313] İmam Hasan'ın eşlerinden biri olan Eş'as b. Kays el-Kindî'nin kızı Cu'de ile  görüşüp İmam Hasan'ı zehirletmesini sağlamak üzere görevlendirdi. Cu'de'ye bu hizmetine  karşılık Hasan'ın ölümünden sonra Yezid'le evlendirileceği vaat edildi ve peşin olarak da bin dirhem para verildi. Eş'as b. Kays Müslümanlığı kabul ettikten sonra utanç verici bir şekilde irtidat eden, sonra şartların zoruyla tekrar Müslüman olmak durumunda kalan ünlü münafıktır. Cu'de de böylesine kirli bir kimsenin kızı olması hasebiyle, böylesine utanç verici bir görevi kabul etmeye herkesten daha hazır bir karaktere sahipti. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Eş'as, Emir'ül-Müminin'in (Hz. Ali) kanına ortak oldu. Kızı Hasan'ı zehirledi. Oğlu Muhammed'in eli de Hüseyin'in kanına bulaştı." Böylece Muaviye'nin amacı fiilen gerçekleşti. Bu eylemle birlikte ümmetin kaderi değişti. Mutsuzluk ve yozlaşma her tarafı kapladı. Bizzat Muaviye'nin kendisi ve

Back Index Next