[1] - Bunları Zübeyr b. Bekar, el-Muveffekıyyat adlı kitabında ve İbn-i Hacer, el-İsabe adlı eserinin birinci bölümünde Haris b. Veheb'in hayat hikâyesi kapsamında ondan nakletmiştir.

[2] - Çünkü Muaviye ısrarla İmam Hasan'a (a.s) barış önerisinde bulunuyor, Allah için ve halkın lehine her şartı kabul etmeye hazır olduğunu bildiriyor ve ümmetin canını koruması gerektiğini hatırlatıyordu. Bu öneri açık bir şekilde her iki cepheye bildirildi ve herkesin bundan haberi oldu. Oysa herkes -hem İmam Hasan, hem Muaviye ve hem de her iki ordu- savaşın devam etmesi durumunda Muaviye'nin zafere ulaşacağını biliyordu. Bu durumda

eğer İ-mam Hasan savaşa devam etmeye ısrar edecek olsaydı ve sonra da herkesin bildiği akıbete uğrasaydı, insanlar onu eleştirmek ve onu kınamak hususunda kendilerini haklı görürlerdi. Ve eğer İmam Hasan o gün savaşa devam etmek için "Muaviye savaş şartlarına uymayacak veya milletin canı ve dini konusunda ona güvenilemez." mazeretine sarılsaydı, hiç kimse bu mazereti kabul etmezdi. Çünkü Muaviye'nin bütün şartları kabul etmeye hazır olduğu doğrultusundaki bildirisi herkesi yanıltmış idi. O gün Emevîlerin çirkin çehresi, insanların, İmam Hasan'ın görüşünü kabul etmelerine yardımcı olacak veya Muaviye'yi ezecek kadar açık değildi. Çünkü, dediğimiz gibi, genel olarak Müslümanlar onun Müslümanlık geçmişine bakıyorlardı ve bu hususta Muaviye düzeninin yoğun propagandasının etkisi altında kalmışlardı. Fakat Seyyid'uş-Şuheda İmam Hüseyin'in döneminde bu aldatma perdesi yırtılmıştı; işte bu nedenle onun kendini feda etmesi, hakikat ve hakikat yanlılarına yardımcı olmak konusunda ebedî bir etki bırakabilirdi... Ve Allah'a şükürler olsun ki bıraktı

da... Daha geniş bilgi için elinizdeki kitabın "Biat Günlerinde Kûfe" bölümüne bakınız.

[3] - Barış anlaşmasının metni, şartları ve Muaviye'nin bu şartlara ne kadar bağlı kaldığı mevzularını bu kitapta okuyacaksınız inşallah.

[4] - Hicretin altısında, Resulullah Kâbe'yi ziyaret etmek niyetiyle bin dört yüz kişiyle birlikte Mekke'ye doğru hareket etti. Kureyş "Hudeybiye" denilen yerde Resulullah'ın yolunu keserek Müslümanların Mekke'ye girmelerine engel oldu. Resulullah bu mevzuu Kureyş'le konuşmak için Mekke'ye bir elçi gönderdi. Kureyş elçiyi zindana attı; onun öldürüldüğü söylentisi Peygamber'e ulaşınca savaşmaya karar verdi ve Müslümanlardan

fedakârlık yapmaları konusunda biat aldı (bu biata "Rızvan Biati" denir). Kureyş mazeret getirerek Resulullah'ın elçisinin zindana atılmasını aptal kişilere mal etti. Bunun üzerine Kureyşlilerle Peygamber arasında sulh anlaşması yapıldı; bu anlaşmanın bir maddesinde Müslümanların Medine'ye geri dönmeleri şart koşulmuştu.

Resulullah Müslümanlara kurban kesip başlarını tıraş etmelerini emretti (bu iş, ihramın tamamlanması ve hac veya umre amellerinin sona ermesi anlamına geliyor). Müslümanlar bu anlaşmaya çok şaşırdılar ve hatta ilk başta itaat etmediler; hatta Müslümanlardan biri açıkça sulh konusunda Resulullah'a itiraz etti. Fakat Medine'ye döndükten sonra yavaş yavaş bu anlaşmanın maslahatlarını ve bunun getirdiği büyük sonuçlarını gördüler.

Bu büyük maslahat, İslâm dinini yaymakta Müslümanların serbestliği ve kâfirleri İslâm diniyle tanıştırmak imkânından ibaretti. Demişlerdir ki: "Hudeybiye Anlaşması'ndan iki yıl sonraya kadar Müslüman olanların sayısı, önceki yıllarda Müslüman olanların tümünden fazlaydı." (A. Hameneî)

[5] - Bu kitapların ismi, Fihrist-i İbn-i Nedim, Rical-i Necaşî vs. rical kitaplarında, yazarlarının hayatında  kaydedilmiştir. Bu kitapta, İmam Hasan b. Ali'nin sulhu ve şahadeti hakkında yazılan diğer kitapların da bahsi geçmiştir. -Bu kitaplardan bir iz kalmadığını göz önünde bulundurarak- burada hepsinin ismini kaydetme gereğini duymuyoruz.

[6] - Ümm-ü Veled, sahibinden çocuğu olması nedeniyle sahibinin ölmesinden sonra azat olan cariyeye denir.

[7] - Resulullah'a herkesten evlâ olmasının nedeni, onun evlâdı, ciğerparesi ve onun bir parçası olmasıdır; babaya çocuktan, bütüne de cüzden daha yakın ve evlâ kimse olamaz. Resulullah'ın evine evlâ olmasının sebebi ise onun annesi Sıddıka-i Tahire'nin (Fatıma-nın) şer'î mirasçısı olmasıdır. Süleyman'ın Davud'un vârisi olması gibi Fatıma da babasının vârisidir. Mirasın genel hükümlerinin de bu hususta özel bir nitelik kazanmasını gerektiren bir kanıt yoktur. Tafdil ve afdaliyet sıygasının (daha evlâyım) kullanılması, her birinin kızı Resulullah'ın evinde olduğu için orada defnedilen Ebu Bekir ve Ömer'e işarettir. Onların bu hareketi, onlara göre zevcenin yerden de miras aldığını göstermektedir. Bu ise İslâm uleması arasında günümüze kadar ihtilâf konusu olmuştur. Evet, Aişe ve Hafsa -Resu-lullah'ın evinden miras alabilirlerdi varsayımına göre- her biri 72 paydan bir pay hakkına sahiptiler; çünkü onlar Peygamber'in 9 eşinden sadece ikisiydi yani, her birinin payı, evin tamamının sekizde

birinin dokuzda biriydi. Bugün Resulullah'ın odasının genişliğinin ne kadar olduğunu bilemiyoruz; ancak oraya 72 mezarın yerleşeceğini kabul etmek zo-rundayız! Aksi durumda Fatıma-ı Zehra'nın mirasçıları olan Hasan ve Hüseyin'in Ebu Bekir ve Ömer'in oraya defnedilmesine müsaade ettiklerini söylememiz gerekecek... Bunun, bundan başka bir izahı yoktur... Herhalukârda, Zehra oğlu Hasan'ın Resululah'a ve onun evine herkesten daha lâyık ve evlâ olduğunu itiraf etmek gerekir.

[8] - Bu saygılı kınamanın bir benzerini Beyhakî de el-Mehasin-u ve'l-Mesavi kitabının c.1, s.35.de Hasan Basrî'den nakletmiş ve demiştir ki: "Ahnef b. Kays, Cemel Savaşı'nda Aişe'ye, 'Ey Ümm'ül- Müminin! Acaba bu yol hakkında Resulullah'tan bir şey duydun mu?' diye sordu. Aişe; 'Hayır!' dedi. Bunun üzerine; 'Acaba bu konuda Kur'ân'da bir şey okumuş musun?' dedi. Aişe; 'Kur'ân sizin okuduğunuz gibidir.' dedi. Bu defa; 'Acaba Müslümanlar azınlıkta ve müşrikler çoğunlukta olduğu zaman Resulullah kendi eşlerinden yardım istedi mi hiç?' dedi. Aişe; 'Hayır, asla!' dedi." "Ahnef; 'O hâlde bizim suçumuz ne?!' dedi."

[9] - Kenz'ül-Ümmal'ın birinci cildinin 44. sayfasında da yer alan 874. hadis olan bu hadisi, Tirmizî nakletmiştir.  Ehlisünnet'in Sihah, Sünen ve Müstedreklerinde bunun gibi birçok hadis nakledilmiştir.

Bu hadislerin bazısında şöyle geçer:

"Ben sizin aranızda iki halife bırakıyorum; Biri gökten yere sarkan bir ip olan Allah'ın kitabı, diğeri itretim, yani

Ehlibeyt'imdir. Bu ikisi kıyamette benim huzuruma gelinceye kadar birbirinden ayrılmazlar."

(İmam Ahmed ve Taberanî el-Kebir'de)

[10] - Bu konuda bk. Şerh-u Nehc'il-Belâğa, c.4, s.13, Muaviye-nin

İmam Hasan'a (a.s) mektubu.

[11] - Bunun teyidi için bk. Muaviye'nin bu hususla ilgili kendi

sözleri, Tarih-i Mes'ûdî -el-Kâmil, İbn-i Esir haşiyesi- c.6, s.78-79.

Geçmiş şairlerden birçoğu kasidelerini bu konuda

yoğunlaştırmışlardır. Örneğin, Mehyar-i Deylemî kendi kasidesinde

bunu göz ö-nünde bulundurarak diyor ki:

"O iki alçak, Hind'in oğlu ve oğlu (Muaviye ve Yezid)

Her ne kadar yaptıkları iş büyük, günah ve korkunç ise de

Yaptıkları işi ilk yapanlar değillerdi.

Bunları diğerlerinden öğrenmiş ve onları izlemişlerdir."

Yine onun hocası Seyyit Razî de diyor ki:

"İzleyicilerin işi büyük olsa da

Geçmiştekilerin işinden daha çirkin değildi."

Ve yine bu ikisinden daha önce Kumeyt el-Esedî demiştir ki:

"Okçular, kendilerinden başkasının yayından ok

atmaktalar.

Nice sonra gelenler var ki kötülük zeminini öncekiler

hazırlamıştır onun için."

Ve bunun gibi daha nice şiir yazılmıştır.

[12] - Muaviye, Ebu Umame el-Bahilî aracılığıyla Hz. Ali'ye

gönderdiği mektubunda şöyle yazmıştır: "Ona -Ebu Bekir'e- biat

etmekte gevşek davrandın, nihayet serkeş bir erkek deve gibi

zorla ona doğru götürüldün."

[13] - İmam'ın buyruğunda geçen bu meşhur misalin devamının

tercümesi şöyledir: Şimdilik günün konusu olan Muaivye'yle uğraş,

herhalukârda geçen ve bugün düşünülmeyecek ve hakkında bir

şey yapılmayacak şeyle değil. Bu Ehlibeyt sözünde gönül sahipleri

için büyük ve eğitici bir ders var. (A. Hameneî)

[14] - Ehlibeyt tarihine verilen en büyük zararlardan biri, tarihte,

bu tartışma ve konuşmalardan bir izin bile olmayışıdır, biz,

tesadüfen düşmanın kontrol ve sansüründen korunmuş olan

küçük bir bölüme ulaşabildik; bu durum bana yenilikçi şair Hacı

Abdulhüse-yin Ezrî'nin şu beytini hatırlatıyor:

"Kendi zamanında heva ve heveslerin yazdığı şeyleri oku

Ki geçmişte vuku bulan olayları haber versin sana."

[15] - Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, c.4, s.12

[16] - Bu konu Muaviye'nin Muhammed b. Ebibekir'e gönderdiği mektupta açık bir şekilde zikredilmiştir. Muaviye, bu mektupta Ebu Bekir oğlu Muhammed'e şöyle yazmıştır: "Senin baban ve Faruk (Ömer) onu -Ali'yi (a.s)- hakkından alı koyan ve ona muhalefet eden ilk kişidirler. Bu işte ikisi de aynı yolu izlediler. Sonra onu kendilerine biate çağırdılar. O ise onlara biat etmede gevşek davranınca her taraftan baskı yaparak onun

hakkında büyük bir karara vardılar. Nihayet o da onlara biat etmek zorunda kaldı. Fakat onlar hayatta oldukları müddetçe onu kendi işlerine karıştırmadılar ve kendi sırlarını ona açmadılar." Daha sonra şöyle eklemiştir:

"Eğer bizim bu gidişatımız isabetli ve hak üzereyse, bu yolu seçen ilk kişi senin babandır; biz ise onun yolunun takipçileri ve ortaklarıyız; eğer o bu işe girişmeseydi biz de Ebu Talip oğluna muhalefet etmez ve işi ona bırakırdık, fakat bu işte başı o çekti ve biz de onun peşinden yola düştük..." (İ bn-i Esir'in Tarihinin haşiyesinde Mes'ûdî'nin Tarihi, c.6, s. 78-79)

[17] - Emir'ül-Müminin'in buyruklarında bu konu için birçok şahitler bulabilirsiniz. Bu cümleden: "Vallahi, Resulullah'ın öldüğü günden şimdiye kadar beni sürekli hakkımdan kenara ittiler ve haksız yere onu kendilerine

has kıldılar." Ve: "Allah'ım! Ben Kureyş ve yardımcılarını sana şikâyet ediyorum çünkü onlar benimle akrabalık bağlarını kestiler, makamımı küçük düşürdüler ve benim olan bir şey hakkında hep

birlikte benimle kavga etmeye kalkıştılar..."

[18] - Mes'udî Muruc'uz-Zeheb (İbn-i Esir'in haşiyesi) c.5, s. 178-

179'da şöyle yazıyor:

"Fakat Abdullah b. Ömer ondan sonra Yezid'e ve Abdulmelik'in

temsilcisi olarak Haccac'a biat etti!"

Mes'ûdî'ye göre bu "oturanlar"a (tarafsızlara) "Osmancılar"

de-nilmesi daha uygun olur. Ebu'l-Feda (c.1, s.171) onların Ali'ye

(a.s) biat etmekten sakındıkları için Mutezile (=köşeye çekilmişler)

olarak adlandırılmalarını daha uygun görmüştür. Fakat bence

bunlar ne Osmancı, ne de Mutezilî idiler; bunlar zamanlarının

imamını ta-nımadan ölen kişilerdir.

[19] - Nehc'ül Belâğa'nın 27. hutbesinin bir bölümü.

[20] - Bu hadisi ayrıntılı bir şekilde Yenabi'ul-Mevedde, c.2, s.440'da, Feraid'us-Sımtayn'da Hameveynî'den ve el-Müsned kitabında Muvafık b. Ahmed el-Harezmî'den naklen kaydetmiştir. Yine İbn-i Haşşab tarihinde, İbn-i Sabbağ el-Fusul'ul-Mühimme'de, Hafız Gencî el-Beyan'da, Es'ad b. İbrahim b. Hasan b. Ali el-Hanbelî el-Erbain kitabında, Hafız Buharî (Hace Parsa) Fasl'ul-Hitab adlı eserinde bunu rivayet etmiştir.

[21] - Şebravî eş-Şafiî, el-İtihaf bi-Hubb'il-Eşraf adlı eseri, s.129, Mısır basımı ve yine Safurî eş-Şafiî'nin eseri Nüzhet'ül-Mecalis, c.2,s.184.

[22] - İbn-i Teymiye, el-Minhac adlı eserinde, c.4, s.210

[23] - Mes'ûdî, İbn-i Esir'in Tarihi'nin haşiyesi, c.6, s.61

[24] - Usul-u Kâfi, s.151, Keşf'ul-Gumme, s.159 vs.

[25] - Örneğin Sahih-i Müslim, c.2, s.119, "İnsanlar Kureyş'in İzleyicileridir" babında, Cabir b. Semure'den şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah'ın şöyle buyurduğunu duydum: Din kıyamete kadar ayakta duracaktır ve insanlara tümü Kureyş-ten on iki kişi hükümet edecektir." Bunun bir benzerini Buharî kendi Sahih'inde, c.4, s.164; Ebu

Davud ve Tirmizî el-Cami'de, Hamidî el-Cem-u Beyn'es-Sahihayn-de ve diğerleri rivayet etmişlerdir. Bu hadiste, sayıların "12"de sınırlandırılması ve ayrıca Müslim'in rivayetinde zikredilen fazlalık - yani Resul-i Ekrem'in kıyamete kadar olan halifelerinin sayısı budur- apaçık Şia'nın İmamlar hakkındaki iddia ve inancını teyit etmekte ve çeşitli boyların halife diye hükümet sürdüğü tarihî gerçeklerle bağdaşmamaktadır.

[26] - Dairet'ul-Mearif, Ferid Vecdi, "Hasan" maddesi, c.3, s.231

[27] - İrşad-i Müfid, s.167; Yakubî, c.2, s.201 ve diğerleri.

[28] - Bir gün Muaviye Kureyş'in ve kavminin ileri gelenlerinin yanında şöyle dedi: "Anne, baba, amca, hala, dayı, teyze, dede ve nine bakımından insanların en üstününü tanıtın bana!" Malik b. Aclan ayağa kalkıp İmam Hasan'a (a.s) işaret ederek şöyle dedi: "Dediğin adam budur. Babası Ali b. Ebu Talib, annesi Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma, amcası Cafer-i Tayyar, halası Ebu Talib kızı Ümmü Hani, dayısı Resul-i Ekrem'in oğlu Kasım, teyzesi Resulullah'ın kızı Zeynep, dedesi Resulullah ve ninesi Huveylid kızı Hatice'dir." Bunun üzerine oradakilerin hepsi sustu ve İmam Hasan (a.s) ayağa kalktı. Amr b. As, Malik'e dönerek; "Yalan konuşmanın sebebi Haşimoğulları'nı sevmen midir?" dedi. Malik; "Ben bundan da-ha doğru bir şey söylemiş değilim; yaratanın gazabını alarak kulların hoşnutluğunu kazanmak isteyenler dünyada kendi arzularına ulaşamazlar; ahirette de bedbahtlıktan başka bir nasipleri olmaz. Haşimoğulları'nın tiyneti herkesten temizdir ve onlar herkesten cö-merttirler... Öyle değil mi ey Muaviye?" dedi. "Evet, öyledir." dedi.

[29] - Yakubî, c.2, s.190, İbn-i Esir, c.3, s.16 ve Mekatil'ut-Talibiyyin.

[30] - Bu konuda bk. Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, c.4, s.11. Bazı diğer kaynaklarda "Übeydullah" yerine kardeşi "Abdullah" kaydedilmiştir; fakat "Savaş Seferberliği ve Komutanlık" bölümünde İmam Hasan'a biat edildiği gün Abdullah'ın Kûfe'de olmadığına değineceğiz.

[31] -  Bu hutbeyi Hişam b. Hassan rivayet ederek; "Bu, İmam Hasan'ın kendisine biat edildikten sonra okuduğu hutbesinin bir bölümüdür." demiştir. Bihar'ul-Envar, c.10, s.99 ve Tarih-i Mes'ûdî.

[32] - Bunu tarihçilerden birçoğu zikretmiştir.

[33] - el-İmamet-u ve's-Siyase, s.151

[34] - Kitabımızın akışı içinde "Muaviye ve Şia'nın Önde Gelenleri"bölümünde, bu zatın hayat hikâyesini sunacağız. Yukarıdaki tasviri Mes'udî ondan nakletmiştir. İbn-i Esir Tarihi haşiyesi, c.4, s.118

[35] - Belâzurî Futuh'ul-Buldan'da, Berrakî Tarih'ul-Kûfe'de ve Hamevî el-Mu'cem'de bunu zikreder. Fakat "Basra" maddesinde bundan farklı bir görüşe yer vermiş ve şöyle demiştir: "Basra şehri hicrî 12. senesinde Kûfe'den 4 ay önce kurulmuştur."

[36] - el-Bidayet-u ve'n-Nihaye, c.8, s.41.

[37] - Şeyh Müfid el-İrşad adlı kitabında, s.170 ve Tabersî A'lâm'ul-Verâ kitabında.

[38] - İbn-i Esir Tarihi'nin haşiyesi, c.6, s.42.Yazar: Kim bilir! Belki de Kûfelilerin Muaviye'ye yazdığı gibi

Şam halkından da İmam Hasan'a mektup yazmış kimseler vardı! Çünkü her iki grubun -Kûfeliler ve Şamlılar- da maddî nimetlere aldanmaya müsait olduğu ve ihanete sebep olan ahlâkî yoksulluk konusunda ortak olduklarını yukarıda vurguladık. Muaviye taraftarlarının Hz. Ali'ye (a.s) yazdıkları mektup hususunda bakınız: el-Mehasin-u ve'l-Mesavi, Beyhakî, c.2, s.200 Abdulmelik Mervan'ın askerlerinin Mus'ab b. Zübeyr'e mektup yazarak ondan eman dilemeleri ve mükâfat istemeleri konusunda bk. Tarih-i Yakubî, c.3, s.12. Muaviye'nin yakınlarının İmam Hasan'a yazdıkları mektuplar, Hz. Hasan'ın emaneti gözeterek mektup yazanların sırrını açığa çıkarmaması nedeniyle veya tarihçilerin bu mevzuu da diğer birçok mevzu gibi görmezden geldikleri için bizden gizli kalmış

olabilirler.

[39] - İlel'uş-Şerayi, s.84.

[40] - Bk. el-İmamet-u ve's-Siyase, s.150

[41] - Taberî Tarihi, c.6, s.109

[42] - "Zad'el-mukatele mieten mieten" cümlesinin tercümesi olup, askerlerin payına düşen parayı yüz dirhem artırdı anlamına gelmektedir; yani payına beş yüz dirhem düşeni altı yüze ve dokuz yüz dirhem düşeni bin dirheme çıkardı veya her askere ilk önce yüz dirhem verdi ve daha sonra vazifesini iyi bir şekilde yerine getirdiğini görünce ona yüz dirhem daha ekledi ve bu şekilde devam etti. Bu cümlede, sadece paya düşen hissenin artırılışından söz edilmektedir. (A. Hameneî)

[43] - Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, c.4, s.12.

[44]  Bk. bir önceki dipnot.

[45] Şerhu Nehc'ülBelâğa, İbni Ebi'lHadid, c.4, s.12.

[46] Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Üstad Abdullah Alailî'nin

Osman döneminde Müslümanların topluluğu hakkındaki yazısı;

Kitabu Eyyam'ilHüseyin, s.112128. Biz de konumumuzu

tamamlamak için onun bu yazısının belirgin çizgilerini alarak

burada nakletmemiz daha uygun olacak. Diyor ki:

Bu Emevîler, ruhsuz kalıplarına ve bir işe yaramaz varlıklarına

üstün bir değer ve kişilik yakıştırmakla kalmadılar; daha ileri

giderek sınıflı bir toplum oluşturdular... Ummadıkları bir şekilde

Emevîlerin ve taraftarlarının yanında çok büyük bir servet birikti.

Mervan, nefsine ve hevesine uygun olarak toplumun takdirini ele

aldı ve büyük vilayetlerin çoğu onun bunun tımarı oldu.

Ya'la b. Ümeyye, çok miktardaki mülküne rağmen yüz bin

dinarlık bir servet biriktirdi.

Abdurrahman b. Avf"ın mal varlığı beş yüz bin dinara ulaştı.

Zeyd b. Sabit'in biriktirdiği altın ve gümüş o kadar fazlaydı ki,

bölüştürmek için baltayla kırmak zorunda kaldılar...

Halkın büyük çoğunluğu bu yeni yönetim tarzını kabul

etmeyip halifenin adamlarıyla mücadele etmeye başladı. Onları

dinsizlikle suçladılar ve gizlice yavaş yavaş ve derinden yürütülen,

fakat her gün daha da alevlenen bir savaşa giriştiler.

O günün genel durumu iki cümlede özetlenebilir: Halka desise

yapmakta olan bir hükümet ve hükümete karşı komplo hazırlayan

bir millet. Fakat her zaman üstünlük ve nihaî zafer halkındır.

İnsaflı olarak söylenmesi gerekir ki, halk kıyam ederken sert ve gururlu davranmadı. İlk önce iş başında olanlarla bağlantı kurdular

ve defalarca temsilcileri kanalıyla isteklerini ortaya koydular; fakat

her defasında istekleri peş peşe, sert ve tahrik edici bir şekilde

geri çevrildi.

Bu arada Amr b. As halkı Osman'a karşı ayaklandırıyor ve

açıkça onun siyasetini eleştiriyordu; gizli yollarla onun hakkında

bilgi toplayıp onun evinde cereyan eden olayları açığa çıkarıyordu;

karşılaştığı herkese Osman'ın nefretini aşılıyordu. Osman,

kendisine muhalif olup kendisine karşı ayaklanan bir gruba

konuşma yaparken Amr ona diyordu ki: "Ey Emir'ülMüminin! Sen

kendini helâk ettin, biz de kendimizi seninle birlikte helâk ettik. O

hâlde sen tövbe et ki, biz de tövbe edelim."

Diğer taraftan Aişe, Osman'a öyle bir şekilde kafayı takmıştı

ki, Osman hutbe okuduğu bir esnada Resulullah'ın gömleğini eline

alarak; "Daha bu elimdeki Resulullah'ın gömleği eskimeden sen

onun sünnetini eskittin ve çürüttün." diyordu.

Öbür taraftan Talha ve Zübeyr ayaklananlara malî yardımda

bulunuyorlardı. Fakat Hz. Ali (a.s) Osman'a karşı tüm öfke ve

rahatsızlığına rağmen iki oğlunu Müslümanların arasındaki sahip

oldukları saygınlığa rağmen ve hizmetçilerini adil olmayan, kinle

karışık olayların meydana gelmesini önlemek için Osman'ın

yardımına gönderdi. Halkın Osman'ın evini kuşatıp onun suyunu

kestiği haberini alınca, onun için üç kırba su gönderdi ve Hasan'la

Hüseyin'e dedi ki: "Kılıçlarınızı alarak Osman'ın evinin kapısında

durun ve hiç kimsenin ona bir zarar vermesine müsaade etmeyin."

Bu olayda İmam Hasan b. Ali'nin vücudu kana boyandı ve Kamber

Hz. Ali'nin kölesi yaralandı.

Bu olayla ilgili olarak tarihin Hz. Ali ve evlâtları hakkında

yazdığı bunlardır. Oysa diğer taraftan, Osman'ın kuşatıldığı zaman

Şam'da olan Muaviye'ye şöyle yazdığını da vurgulamaktadır:

"Medine halkı kâfir olmuş, bana karşı itaatsiz olmuş ve

ettikleri biati bozmuştur; Şam savaşçılarından mümkün olduğu

kadarını süratli ve rahvan atlara bindirerek bana gönder."

Muaviye bu mektubu aldıktan sonra gevşek davranarak vakit

öldürmeye çalıştı; çünkü iddia ettiği gibi bu işte parmakları olan

Resulullah'ın sahabesine muhalefet etmek istemiyordu.

Amr b. As'ın, halkı Osman'ı öldürmeye tahrik etmesi, Aişe'nin

onun karşısında durup apaçık ona muhalefet etmesi, Muaviye'nin

ona yardım etmekten çekinmesi, Talha ve Zübeyr'in onun muhaliflerine yardım etmesi... ve sonra bunların her birinin

diğerini Osman'ın kanını istemeye teşvik etmesi ve onun kanını

hayırsever bir şekilde kendisine nasihatte bulunan, onu bu

akıbetten sakındıran ve olaylar karşısında ona gelen belâlara

kendisini siper eden Hz. Ali'den istemesi şaşırtıcı ve gülünç değil

midir?

[47] Şerhu Nehc'ilBelâğa, İbni Ebil'lHadid, c.4, s.13.

[48] Şerhu Nehc'ilBelâğa, c.4, s.13 ve 10.

[49] age

[50]  Mes'udî, İbni Esir Haşiye'sinde, c.6, s.119.

[51] İbni Kesir, c.8, s.3637.

[52] İbni Ebi'lHadid, c.4, s.13.

[53] “Menbic", bu isimle bilinen Fırat üstündeki köprüye yaklaşık

18 km. ve Haleb'e yaklaşık 60 km. (ve Mu'cem'in dediğine göre,

iki gün) uzaklıktaki eski bir büyük şehrin ismidir. Mu'cem'ul

Buldan'da şöyle yazıyor:

"Oradan Melita'ya dört günlük ve Fırat'a bir günlük yol var. Bu

şehirden Buhterî ve Ebu Furas elHamdanî gibi kişiler çıkmıştır.”

[54] Tarihi Yakubî, c.2, s.191.

[55] Şerhu Nehc'ilBelâğa, İbni Ebi'lHadid, c.4, s.13.

[56] bk: Yakubî Tarihi, c.2, s.94; elİmametu ve'sSiyase, s.151

[57]  Hadâret'ulİslâm fi Dar'isSelâm, Cemil Müdevver'in eseri.

[58] İnsanları, önemli bir meseleyi bildirmek amacıyla camide

toplamak için söylenen bir söz.

[59] Nuhayle, Şam yönünde Kûfe'ye yakın bir yerin ismidir.

Yazar: Günümüzde hâlâ Kerbelâ tarafında, Kûfe'ye 12 mil

uzaklığında "Nuhayle Hanı" diye meşhur olan bir bina var.

[60] Şerhu Nehc'ilBelâğa, İbni Ebi'lHadid, c.4, s.14.

[61] Tarihi Yakubî, c.2, s.171.

[62] elHarayic ve'lCerayih, s.228, İran basımı.

[63] Bu şehir Sasanîlerin bin yıllık baş kenti ve Babil'in azamet

ve yüceliğinin mirasçısıydı. Bugün Tâkı Kisra ve Resulullah'ın

büyük sahabesi Selmani Farisî'nin mezarı dışında ondan bir iz

kalmamıştır. Medain, Dicle nehri kıyısında birbirine yakın yedi

şehirden ibaretti; Müslümanların hicretin 15. yılında fethettikleri

bu şehir o dönemde bütün İran'ın başkentiydi. Bu yedi şehir

şunlardan ibaretti: Batıdan Sülukiyye, Derzican, Veh Erdeşir,

Cundişapur (Kuke), Müzlemi Sabat tarafında Şahrud'a bitişik;

doğudan İspanir, Rumegan ve Tisfun (Medain'in merkezi).

Medain, hicrî 150 yılında Bağdat şehrinin kurulması sonucu

viraneye dönüşmeden önce, fethinden sonra yüz yılı aşkın bir süre

boyunca bayındırlaşmaktaydı. Bu süre içerisinde Kûfe, Müslüman

olan İranlı köleleri Kûfe'ye göndermek suretiyle onun sanayi,

hazine ve mahsulatından istifade ediyordu.

Selmani Farisî'nin Medain'de valiliği döneminde bu şehrin

halkı Şia mektebini seçerek Ehlibeyt'e uydu ve yedinci asra kadar

da orada sürekli ihlâslı ve hareketli Şiîler yaşıyordu. Mes'udî,

Irak'la ilgili bölümde ona işaret ederek şöyle yazmaktadır:

"Irak'ın şehirleri Medain ve ona bağlı olan şehirlerdir. Bu

şehrin halkı en güzel renge, en güzel kokuya, en güzel mizaca ve

en iyi ahlâka, üstün faziletlere ve en seçkin iyiliklere sahiptirler..."

[64] Meskin, yemyeşil, bağ ve ağaçlarla dolu bir bölgenin

ismidir. Duceyyil nehri kıyısındaki Evana köyü buraya bağlıdır. Hicrî

6. asrın şairlerinden olan Ebu'lFerec esSevadî'nin şiirinde de bu

bölgeye işaret edilmiştir.

[65] Mâverdî, elAhkam'usSultaniyye adlı eserinde Hamevî'den

şöyle rivayet eder: "İls, bu taraftan Irak'ın başlangıç noktasıdır."

Yazar: İls, Akbura'yla Samerra'nın arasında yer almıştır. Akbura

ise, Evana yakınındaki Düceyl bölgelerinden bir kasabadır.

[66] elİrşad, Şeyh Müfid, s.170; Şerhu Nehc'ilBelâğa, İbni Ebi'l

Hadid, c.4, s.14 ve Tarihi Yakubî, c.2, s.191. Diğer bir tarihçi onun

Abdullah b. Abbas, yani Übeydullah'ın kardeşi olduğunu söylemiştir;

fakat bu doğru değildir. Çünkü Abdullah, Hasan b. Ali'nin

hilâfeti döneminde Kûfe'de değildi. O, bu sırada Mekke'deydi ve

oradan İmam Hasan'a savaş konusunda önerilerini içeren bir

mektup yazmıştır. Bu mektup Şerhu Nehc'ilBelâğa'da, c.4, s.8

9'da kaydedilmiştir. Abdullah Kûfe'de olsaydı, bu dönemde gelişen

olaylarda ismi gizli kalacak bir kişi değildi. Taberî kendi Tarih'inde,

c.6, s.81'de yazıyor ki:

"Bu yılda (hicretin 40'nda) tarihçilerin genelinin

söylediğine göre Abdullah Basra'dan çıkarak Mekke'ye

gitti. Bazıları bunu reddederek onun Emir'ülMüminin

Ali'nin (a.s) şahadetine kadar onun direktifleri

doğrultusunda Basra'da kaldığını ve Ali'nin şahadetinden

sonra da Hasan b. Ali'nin barış imzalamasına kadar da

orada kaldığını ve sonra Mekke'ye gittiğini ileri

sürmüşlerdir." Yazar: Hayır, o Basra'da da değildi; aksi durumda İmam

Hasan'ın Medain'de sıkı bir şekilde ihtiyaç duyduğu anda Basra

güçleri gecikmezdi. İbni Esir de Abdullah b. Abbas'ın Emir'ül

Müminin Ali'nin hayatı döneminde ondan ayrıldığını teyit

etmektedir. (c.3, s.166) Bu yanlışlığın, iki kardeşin isimlerinin

yazılış benzerliği ve babalarının bir oluşundan kaynaklandığı

sanılmaktadır.

Bazılarının yaptığı diğer bir yanlışlık, öncü birliğin

komutanının Kays b. Sa'd olduğunu sanmalarıdır. Oysa (İbni

Esir'in de açıkça beyan ettiği gibi) Kays bu öncü ordunun keşif

birliğinin kumandanıydı; tarihçiler de bu nedenle yanılmış

olabilirler.

[67] Orijinal metindeki "ve leysetil seklâ ke'lmuste'cere"

cümlesinin karşılığı olarak seçilmiştir. (A. Hameneî)

[68] Bazıları, Yemen olayını göz önünde bulundurarak Ubeydullah'ın,

Muaviye'nin gönderdiği güçler karşısında direnemeyerek

Yemen'den çıkmasından dolayı onun geçmişinde şüphe etmek istemişlerdir.

Fakat gerçekten o gün Yemen'in askerî karargâhının

Busr b. Ertad'ın saldırısı karşısında direnmeyecek kadar zayıf olduğunu

itiraf etmek gerekir. Yemenlilerden bir grubunun Haşimoğulları'nın

hükümetinden ayrılıp Muaviye'ye mektup yazmaları,

emirleri Said b. Nemran'ı ordudan çıkarmaları ve valilerine karşı düşmanlık gütmeleri gibi olayların tümü Übeydullah'ın bütün bu

şüphelerden uzak olduğunu göstermektedir. Übeydullah o olayda

Busr b. Ertad'a karşı direnmek isteseydi, Yemendeki Osman

yanlıları onun işini bitirirlerdi ve artık Busr'a gerek kalmazdı!

Ayrıca Übeydullah daha önce Mekke ve Medine valilerinin yaptığı

şeyin aynısını yapmıştı; onlar da Busr'un karşısından kaçmış ve

sonuçta Muaviye'nin gönderdiği bu adam, bu üç büyük şehre

saldırarak bu bölgelerin halkından otuz bin üzerinde savunmasız

insan öldürmüştür. Ubeydullah'ın Yemen'den çıkarak Kûfe'ye

gittiğini bilmekteyiz; eğer ihanet etmek isteseydi kesinlikle

Kûfe'ye gitmezdi. Ve yine Said b. Nemran'ın Hz. Ali'nin huzurunda;

"Ben halkı Yemenlileri savaşa davet ettim; bir grubu davetimi

kabul etti ve zayıf bir savaş da yaptık ve sonra halk etrafımdan

dağılınca ben de geri döndüm." şeklinde işine gerekçe sunduğunu

görmekteyiz. Acaba İbni Nemran'ın başına gelenler, İbni Abbas'ın

mazeretini geçerli kılmıyor mu? Dolayısıyla onun geçmişinin

eleştiriye tâbi tutulması doğru değildir. Kısacası İmam Hasan'ın,

onun bu geçmişine güvendiği için bu mevkie seçmesine

şaşırmamak gerekir.

[69] Ordunun öncül birliğinin komutanı hakkında söylediklerimiz

için bk: Şerhu Nehc'ilBelâğa, İbni Ebi'lHadid, c.4, s.14; İrşadı

Müfid, s.168169; Tarihi Yakubî, c.2, s.191. Bunların içinde

üçüncü kumandanın ismini kaydetmeyen tek kişi Yakubî'dir.

Yakubî daha sonra der ki:

"İmam Hasan, Übeydullah'a, Kays b. Sa'd'ın görüşünü

göz önünde bulundurmasını emretti. Übeydullah adaya

doğru (maksadı Beynennehreyn'dir) hareket etti. Muaviye

de Hz. Ali'nin şehid edildiği haberini duyunca, onun

şahadetinden 18 gün sonra Musul'a ulaştı ve iki ordu

birbiriyle orada karşılaştı..."

Yazar: Burada ismi geçen Musul, Hamevî'nin elMu'cem'de

işaret ettiği gibi İmam Hâdi'nin (a.s) oğlu Seyyid Muhammed'in

türbesinin yakınında yer alan Meskin'e bağlı bir yerin ismidir; ünlü

Musul şehri değildir. Dolayısıyla, Muaviye'nin ordusunun indiği yer hakkında

Yakubî'nin rivayetiyle diğer tarihçilerin söyledikleri arasında bir

çelişki yoktur. Çünkü Musul, Heyuza ve Cenubiyye gibi beldelerin

tümü Meskin'e bağlı yerlerdi. Şayet Muaviye'nin ordusu bütün bu

kasabaları işgal etmiştir; dolayısıyla tarihî rivayetlerin her birinde

bunlardan birinin ismi geçmiş olabilir. Burada sadece

"Cenubiyye"nin ismine işaret etmekle yetinmemizin sebebi, yeri

geldiğinde genişçe açıklayacağımız Kays b. Sa'd'ın İmam Hasan'a

yazdığı mektubunda bu isme değinmesidir.

[70]- Übeydullah b. Abbas bu ordunun kumandanlığına seçildiği

gün otuz dokuz yaşındaydı.

[71]- Tarih-i İbn-i Kesir, c.8, s.14 ve diğer kaynaklar.

[72]- 1- Yazar, "Savaş Kararı" bölümünün sonunda, Kûfe ordusunun sayısını 90 veya 100 bin kişi olarak (iki farklı  Rivayete göre) kaydetmiştir. Bu rakam görünüşte yukarıdaki rakamla bağdaşmamaktadır. Fakat az ileride de göreceğimiz gibi 90 veya 100 bin sayısı sadece Yakubî ve İbn-i Kuteybe'nin rivayetinde vardır; oysa bu rakam yazar açısından ve bu bölümde yapılan incelemeyle teyit edilmemektedir. (A. Hameneî)

[73]- el-Harayic-u ve'l-Cerayih, Ravendî, s.228

[74]- Bağdad'ın batısında Fırat kıyılarında, Bağdad'ın yaklaşık 65 km. uzağında bir şehirdi. Bu şehre "Enbar" ismi verilmesinin nedeni, İranlıların bu bölgeye egemenlik kurduğu dönemde bütün buğday ve arpa ambarlarının orada olmasıdır. Abbasî halifesi Ebu'l-Abbas es-Saffah hayatının sonuna kadar bu şehirde kalmış, burada saraylar ve köşkler yaptırmıştır. Fakat bir süre sonra şehir harap olmuştur.

[75]- Bihar'ul-Envar, Muhammed Bâkır Meclisî, c.10, s.110

[76]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, c.4, s.14:

[77]- Taberî Tarihi, c.6, s.94

[78]- O, Ebu'l-Hasan b. Muhammed b. Übeydullah b. Ebi Seyf-dir. Aslen Basra ahalisinden olup Medain'de ikâmet etmiştir. Sonra Bağdat'a giderek hicrî 215 yılında orada vefat etmiştir. İbn-i Ebi'l- Hadid, Şerh-u Nehc'il-Belâğa'sında ondan çok sayıda rivayet naketmiştir. Onun çeşitli alanlarda iki yüz telif eseri vardır. Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun.

[79]- Doğru olanı "Abdullah" ve "Kays" değil "Übeydullah"tır. Biz daha önce her iki konudaki yanlışlığın sebebini açıklamıştık.

[80] - Kâmil'ut-Tevarih, c.3, s.61

[81]- - Şerh-u Nehc'il-Belâğa, c.4, s.7 ve İbn-i Kesir, c.8, s.42

[82]- Orijinal metinde; "lillahi ebuk" tabiri geçmektedir. Arapça'da bu cümle genellikle şefkat ifadesi olarak kullanılır; Bizlerde bunun yaklaşık olarak karşılığı, "Babana rahmet, Allah ölenlerine rahmet eylesin." gibidir. (A. Hameneî)

[83]- el-İmamet-u ve's-Siyase, İbn-i Kuteybe ed-Dineverî, s.151

[84]- Yakubî, c.2, s.194; İbn-i Esir, c.3, s.166; birinci kaynak ordunun sayısını 90 bin ve ikincisi ise 70 bin rivayet etmiştir.

[85]- İbn-i Kuteybe el-İmamet-u ve's-Siyase adlı eserinde ve Seyyid Murtaza Tenzih'ul-Enbiya adlı eserinde Süleyman b. Surad'ın iki yıl boyunca Kûfe'de olmadığını vurgulamışlardır. Ziyad'a gelince Basra valisi olan Abdullah b. Abbas onu Fars hükümetine tayin ettiği hivrî 39 yılından beri orada ikâmet ediyordu; bundan önce de -Taberî'nin "39. Yıl Olayları" bölümünde naklettiği rivayete göre- Basra'da yaşıyordu.

[86]- İmam'ın Kûfe'deki izleyicilerinin ileri gelenlerinden olan Beşir el-Hamdanî'nin cevabı. Bk. Bihar'ul-Envar, c.10, s.113.

[87]- Bu açıklama ve tevil Zührî'nin rivayetinin Arapça metininden uzak değildir. Dolayısıyla, orijinal metinle tercümesinin görünürdeki uyuşmazlığı bu ihtimali uzak kılmamalıdır. (A.Hameneî)

[88]- el-İrşad, s.169. Bu bölümü aynen İrbilî Keşf'ul-Gumme adlı kitabının 161. sayfasında, Allâme Meclisî Bihar'ul-Envar'ın 10. cildinin 100. sayfasında kaydetmişler.

[89]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, c.4, s.14

[90]- İbn-i Ebi'l-Hadid'in bu alandaki sözünün aynısı, c.4, s.14

[91]- "Sabat" lügatta, iki ev arasında yer alan üstü kapalı alana denir. Aynı zamanda Medain'de Şahrud üzerine kurulan köprünün yakınındaki bir yerin ismidir . Buna "Sabat" denilmesinin nedeni, büyük ve eşine az rastlanır bir bölge olması olabilir. Ki üstü kapalı bu bölge "Müzlem-i Sabat" olarak adlandırılmış olabilir.

[92]- Hasan Murad, ed-Devlet'ul-Emevîyyet-i Fi'ş-Şam ve'l-Endulus adlı kitapta yanlışlıkla İmam Hasan'a indirilen hançer darbesini Ümeyyeoğulları'nın taraftarlarına nispet etmiş ve bu suikastın onlar tarafından gerçekleştiğini yazmıştır. İleride ("Barışın Görünümü" bölümünde) bu olayın tarihî metinlerini geçmiş tarihçilerin zikrettiği ve  yeni tarihçilerin de algılamaları gerektiği gibi okuyucuların dikkatine sunacağız.

[93]- Şeyh Müfid'in el-İrşad adlı kitabındaki metni, s.170 .

[94]- İbn-i Tavus'un el-Melâhim ve'l-Fiten adlı kitabında (s.142, hicrî 1368 Necef basımı) geçen rivayette ise şu ifadeye yer verilir: "Ve intikamını bizden istediğiniz Nehrevan ölüsü".

[95]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, c.4, s.15

[96]- Bu söz, İmam Hasan'ın (a.s) barış istediğine ilişkin olarak Meskin ordugâhında çıkarılan söylentinin yalan ve gerçek dışı olduğunun kanıtıdır.

[97]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, c.4, s.15

[98]- Tarih-i Yakubî, c.2, s.191; Şerh-u Nehc'il-Belâğa, c.4, s.15

[99]- el-Âlem'ul-Arabî Dergisi, yıl: 11, sayı: 2, s.30

[100]- el-Kâmil Fi't-Tarih, İbn-i Esir, c.5, s.176

[101]- Mes'ûdî şöyle yazar: "Kays b. Sa'd, dindarlık, zühd ve Ali sevgisinde yüce bir makamdaydı. Allah korkusu ve ibadeti öylesine yüceydi ki, bir gün namaz hâlindeyken secde yerinde büyük bir kobra yılanı kıvrılarak geçiyordu. Kays, başını biraz kenara çekerek yılanın yanına secde etti. Yılan, Kays'ın boğazına sarıldı, ama o namazına olduğu gibi devam etti ve ancak namazı bitirdikten sonra yılanı tutup bir kenara fırlattı." Mes'ûdî devamla şöyle der: "Buna benzer bir kıssayı Hasan b. Ali b. Abdullah b. Muğiyre b. Muammer b. Hallad, İmam Eb'ul-Hasan Ali b. Musa er-Rıza'dan nakletmiştir." Kays, hicrî 85 yılında vefat etmiştir.

[102]- Mekatil'ut-Talibiyyin, s.35

[103]- Mekatil'ut-Talibiyyin, s.35

[104]- İrşad-ı Müfid, s.170

[105]- Çünkü mektubun ilk cümlesi, Übeydullah'ın, Meskin karargâhına girişiyle ilgili olarak ilk kez İmam Hasan'a (a.s) bilgi ulaştırıldığını içermektedir. Yine mektup, Kays tarafından gönderilmiştir.

[106]- Bihar'ul-Envar, c.10, s.114

[107]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, c.4, s.8

[108]- Yakubî Tarihi, c.2, s.191; Ravzat'uş-Şüheda, s.115

[109]- İbn-i Kesir şöyle rivayet eder: "Ebu'l-Arîf şöyle dedi: Meskin'de Hasan b. Ali'nin ordusunun öncü bölümündeydik ve Şam ordusuyla savaşmak için gerçekten kendimizi fedakârlığa hazırlamıştık..." (el-Kâmil Fi't-Tarih, c.8, s.19)

[110]- Bu cümle tarih kaynaklarının büyük bir bölümünde mevcuttur. İbn-i Kuteybe, Tarih'ul-Hulefa'ir-Raşidin ve Devlet-u Benî Ü-meyye kitabında aynı cümleyi aktarmıştır. (s.151, Mustafa Muhammed Basımı, Mısır)

[111]- İlel'üş-Şerayi', İbn-i Babeveyh, s.84

[112]- İbn-i Nedim şöyle yazar (s. 249): "Hişam b. Hakem'e, Muaviye'nin Bedir Savaşı'nı görüp görmediği soruldu. Hişam; 'Evet, hem de karşı orduda yer aldı.' diye cevap verdi."

[113]- el-Mehasin-u ve'l-Mesavi, Beyhakî, c.1, s.109 ve 210

[114]- Dimyerî şöyle yazar (c.1,s .59): "Bir kadın, Peygamber'in huzuruna gelerek Muaviye ile evlenme hususunda istişare eder. Peygamber şöyle buyurur: O kişiliksiz bir yoksuldur."

[115]- el-Mehasin-u ve'l-Mesavi, Beyhakî, c.1, s.109 ve 210

[116]- Osman'ın öldürüldüğü dönemde yaşayan ve bu konuyu dile getiren insanların konuşmalarında, hutbelerinde ve şiirlerinde bu gerçek (Muaviye'nin yardım etmeme olayı) açık bir şekilde görülmektedir. "Şebes b. Rib'î Muaviye ile yaptığı görüşmelerin birinde şöyle dedi: Andolsun Allah'a, neyi istediğini ve neyin peşinde  Olduğunu bilmiyor değiliz. İnsanları aldatmak, dikkatlerini çekmek ve sana uymalarını sağlamak için; 'İmamınız mazlumca öldürüldü ve biz onun intikamını almak için ayaklandık.' demekten başka bir söz bulamadın. Cahil insanlar da senin bu sözüne kandılar. Ama biz, şimdi peşinde olduğun şeye ulaşmak için Osman'a yardım etmediğini ve öldürülmesinden yana olduğunu biliyoruz. Amaçlarına ulaşmak için gayret eden nice insanlar olmuştur ki, Allah kendi kudretiyle buna engel olmuştur. Nice insanlar da vardır ki Allah'ın izniyle, besledikleri arzuya ve hatta daha güzeline ulaşmışlardır. And-olsun Allah'a ki, bu ikisinden hiçbiri senin hakkında hayırlı olmayacaktır. Eğer amacına ulaşamayacak olsan, Arapların en bahtsızı olacaksın ve eğer de arzularına ulaşacak  olsan, ancak ateşe duçar olmakla bunu elde edeceksin... Öyleyse ey Muaviye Allah'tan sakın, bu sevdadan vazgeç ve bu işin ehliyle çekişip durma..."     (Taberî Tarihi, c.5, s.243) İbn-i Asakir, Ebu Tüfeyl Amir b. Vasile'den şöyle aktarır: Ebu Tüfeyl bir gün Muaviye'nin yanına gider ve Muaviye ona şöyle der: "Muhacir ve ensarın Osman'ı yalnız bıraktıkları gün, neden Osman'a yardım etmedin?" Ebu Tüfeyl bu soruyu şöyle yanıtlar: "Şam halkı senin emrinde olduğu hâlde sen niye yardım etmedin?!" Muaviye; "Kanını istemek yardım etmek değil midir?" dedi. Ebu Tüfeyl gülerek; "Âdeta bu şiir seninle Osman hakkında söylenmiştir." dedi: "Öldükten sonra bana ağlayacağını zannetmem Çünkü yaşarken hiçbir hayrın olmadı ki." Mes'ûdî aynı rivayeti, Ebu Tüfeyl'in cevabına şu cümleyi de ekleyerek nakletmiştir: "Osman'ı çevreleyen belâ karşısında sen niye yardım etmediysen, ben de aynı nedenle yardım etmedim." Belâzurî şöyle yazar: "Osman'ın yardım talebi karşısında Muaviye, olayı önemsemeyerek sadece vaatle yetindi. Muhasara çemberi daraltılıncaya kadar aynı durum devam etti. Muhasaranın daraltılmasıyla Muaviye, Yezid b. Esed el- Kuşeyrî komutasındaki destek birliği gönderirken Yezid b. Esed'e şöyle dedi: 'Zi-Haşeb bölgesine vardığında oracıkta kal. Gaibin görmediğini şahid görür, diyerekten sakın ilerleme. Çünkü şahid benim, sen ise gaipsin.' Osman öldürülünceye kadar Yezid b. Esed'in aynı yerde konakladığı ve daha sonra da Muaviye tarafından geri çağrıldığı söylenmektedir."

[117]- Beyhakî şöyle yazıyor: "Sıffin Savaşı başladığında İmam Ali (a.s) Muaviye'ye şöyle bir mektup yazdı: İnsanlar seninle benim aramda kalıp niye öldürülsünler ki, kendin çık ortaya. Eğer beni öldürecek olsan sen rahatlamış olursun ve eğer ben öldürecek olsam ben rahatlamış olurum." "Bunun üzerine Amr b. As Muaviye'ye; 'Bu adam insaf üzere seninle konuşuyor ve hakkı söylüyor, meydana atıl ve kendisiyle savaş!' dedi. "Muaviye; 'Senin dediğini yapmayacağım Amr b. As. Savaşa çıkayım da beni öldürsün mü?! Bu arada sen de hilâfete  konasın, öyle mi?! Ebu Talip oğlu Ali'nin, kahramanlar ve yiğitler efendisi olduğunu bütün Kureyş kabilesi bilmektedir.' dedi." (el-Mehasin-u ve'l-Mesavi, c.1, s.37) Aynı kitabın 38. sayfasında ise şöyle yazar: "Şa'bî'den şöyle rivayet edilmiştir: Muaviye bir grup insanla beraberken Amr b. As'ın geldiğini gördü ve gülmeye başladı.  Amr Muaviye'nin güldüğünü görünce şöyle dedi: Ey müminlerin emiri! Allah yüzünü güldürsün ve gözlerini aydın kılsın. Şimdi gülecek ne var, ben bir şey göremiyorum!.." "Muaviye: Sıffin Savaşı'nda Iraklıların savaşına  çıktığını, Ebu  Talip oğlu Ali'nin sana doğru saldırıya geçtiğini ve sana yaklaştığında ise senin kendini attan atıp mahrem yerlerini açtığın günü hatırlıyorum. Yüce bir Haşimi'nin karşısında bunu yapmayı nasıl aklettin? Oysa ki o dileseydi öldürürdü seni!" "Amr b. As: Bana güleceğine kendine gülsen daha iyi olur Muaviye! Eğer Ali'nin karşısına benim çıktığım gibi sen çıkmış olsaydın, andolsun Allah'a bir darbeyle senin çocuklarını yetim bırakacaktı, servetin yağmalanacaktı ve bütün gücü alınacaktı. Ama sen silâhlı insanlardan oluşan setten bir duvar arkasında kendini koruyordun. Ali seni savaş için meydana çağırdığında öyle bir hâldeydin ki hiç unutamıyorum. Gözlerin kararmıştı, alnından terler akmaktaydı, ağzının ve burnunun suyu birbirine karışmıştı ve altından da adını söylemekten hoşlanmadığım bir şeyler çıkmaktaydı!!" "Muaviye: Yeter artık... bu kadarına ne gerek vardı...?!" Mes'ûdî de bu konuşmayı aynen aktarmış (İbn-i Esir Haşiyesi, c.6 s.91); ancak onun rivayetinde Muaviye ile Amr arasındaki konuşma şöyle başlar: "Amr b. As: Eğer Mısır ve orada hüküm sürmek olmasaydı

kendimi kurtarırdım. Çünkü Ebu Talip oğlu Ali'nin hak ve kendiminse batıl üzere olduğumu bilmekteyim." "Muaviye: Andolsun Allah'a, Mısır senin gözlerini kör etmiştir. Eğer Mısır olmasaydı gözün kör olmazdı." "Bunu dedikten sonra Muaviye manalı bir şekilde gülmeye başladı." "Amr b. As: Ey Müminlerin emiri niye gülüyorsun? Allah yüzünü her zaman güldürsün!" "Muaviye: (Sıffin Savaşı'nda) Ali'nin karşısındaki buluş ve yaratıcılığına gülüyorum!..."

[118]- İmam Ali'nin (a.s) hilâfeti döneminde Basra valiliğine atanan Abdullah b. Abbas, Ziyad'ı, İran'ın bir bölgesine yönetici olarak göndermiş ve İmam Hasan'ın (a.s) hilâfetinde de aynı görevinde tutulmuştu. Muaviye tehditlerle dolu ve aynı zamanda vaatler içeren mektuplar göndermekteydi Ziyad'a. Ziyad bu mektupları okuduktan sonra bir hutbe okudu ve hutbesinde Muaviye'yi kötüledi ve de "Hamza'nın ciğerini yiyen kadının oğlu, nifak kaynağı, Hendek Savaşı'ndaki hiziplerin artığı" olarak tanıttı. Ayrıca Ziyad -o gün izinde yürüdüğü ve itaat ettiği- Resulullah'ın (s.a.a) oğullarının varlığıyla tehdit etti Muaviye'yi. Elinizdeki kitabın "Ordunun Sayısı" bölümünde son hutbenin tam metnini okuyabilirsiniz. Ziyad'ın istilhakı (Ebu Süfyan soyuna dahil edilmesi) olayı da kısaca şöyle gerçekleşir: Ebu Süfyan, Taif şehrinde Hars b. Kilde es-Sakafî'ye haraç ödeyen "Bayrak Sahipleri"nden (şehre giren yolculara ve yabancılara bildirmek üzere evinin kapısına bayrak diken fahişelerden) olan Sümeyye adında biriyle zina eder, işte bu zinanın ürünü Ziyad'dır. Muaviye istilhak olayında, Sümeyye ve onun gibi fahişeleri pazarlayan İbn-i Esma ve Ebu Meryem'in tanıklığını kabul eder. Böylece Muaviye, Ziyad'ı şer'î ve yasal kardeşi olarak duyurur. Tam karşı yönde ısrarla hareket ederek Ebu Süfyan'ın Sümeyye'yi hiç görmediğine dair Kureyş'ten tanık hazırlayan ve bu hususta yemin etmelerini sağlayan damadı Abdullah b. Amir'e (Muaviye'nin kızı Hind'in kocası) aldırış bile etmez. İstilhak olayının gerçekleşmesiyle Ebu Süfyan'ın kızı Cüveyriye Ziyad'ın yanında örtüsünü açarak şöyle diyor: "Sen artık benim kardeşimsin, Ebu Meryem öyle diyor!!" Ziyad, yatağında dünyaya geldiği birinci babası -Hars b. Kilde es-Sakafî'nin Rumlu kölesi Übeyd'in- hakkında şöyle der: "Übeyd, teşekkür ettiğimiz ve minnettar olduğumuz bir babadır..." İstilhak olayı -doğru ve güçlü görüşe göre- hicrî 41 yılında gerçekleşmiştir. İnsanlar açısından "istilhak" olayı, İslâm'a karşı açıkça yapılan en büyük saygısızlıktan ibaretti. İbn-i Esir şöyle yazar: "İstilhak olayı, şer'î hükümleri reddeden ilk olay olmuştur. Çünkü Resulullah (s.a.a) bu hususta çocuğun yatak sahibine ait olduğunu ve zina edenin de taşlanması gerektiğini buyurmuştur. Muaviye bu hükme muhalefet ederek cahiliye geleneklerine uymuştur. Yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur: Yoksa cahiliye hükmünü mü istiyorlar? Kesin inanç sahipleri için Allah'tan daha güzel hüküm veren kimdir?" "Ziyad, Arapların onun yeni soyunu kabul etmeyeceklerini biliyordu. Çünkü Araplar işin iç yüzünü çok iyi biliyorlardı. Bu yalanın gerisindeki maksadın farkındaydılar. Bu yüzden el-Mesalib adlı bir kitap hazırladı ve bu kitapta her noksanlığı Araplara nispet etti ki, bu, onun ırkçılığının (şuubîliğinin) de göstergesiydi." "Kûfe, ilk Emevî valisi Muğiyre b. Şu'be es-Sakafî'den sonra Ziyad'ın hakimiyetine girmekle bir bakıma helâk oldu. Ziyad Kûfe'yi bir cehenneme çevirdi. Artık Kûfe'de durmak bilmeyen sarsıntıların olması kaçınılmazdı." Taberî, c.4, s.123'de şunları yazar: "Ziyad Kûfe'ye geldiğinde şunları söyledi: 'Sizden bir şey

istemeye geldim ki, bunu sırf sizin için istiyorum.' Dediler ki: 'Her ne istiyorsan bize söyle.' Dedi ki: 'Benim Muaviye'nin kardeşi olduğumu kabul edin.' Dediler ki: Eğer bizden yalancı şahitlik etmemizi istiyorsan, bunu kesinlikle kabul etmeyiz." "Ziyad, Kûfe ve Basra vilâyetlerini birlikte yöneten ilk kişiydi. İlk kez onun önünde silâhlar taşındı, ilk onun için sancak dikildi ve ilk kez korumalar tarafından korunan kişi oydu." "Kendisi bulunmadığı zaman vekil olarak Semure b. Cündeb'i Basra'da, Amr b. Hüreys'i de Kûfe'de bırakırdı. Bir  keresinde altı ay sonra Basra'ya gittiğinde, Semure'nin tamamı Kur'ân ilmi taşıyanlardan oluşan sekiz bin kişiyi öldürdüğünü gördü." "Ziyad hicretin 53. senesinde öldü. Hicretin 159. senesinde Abbasî halifesi el-Mehdi bu soy değişikliğinin (Ziyad'ın Ebu Süfyan'ın oğlu ve Muaviye'nin kardeşi olduğu iddiasının) geçersiz olduğunu ilân etti, Ziyad'ın soyundan gelenlerin Kureyş ve Arap divanlarından çıkarılmasını emretti. Bu tarihten itibaren Ziyad

Romalı bir köle olan asıl babasına nispet edilerek anılmaya başladı!!" 

[119]- İbn-i Kesir, c.8, s.17

[120]- Mes'udî, İbn-i Esir Haşiyesi, c.4, s.47

[121]- Bu konuya dair kaynaklara "Biat" bölümünde işaret etmiştik.

[122]- Tarih-i Yakubî, c.2, s.191

[123]- Tarih-i Yakubî, c.2, s.191

[124]- Bihar'ul-Envar, c.10, s.110. Ayrıca bk. el-İrşad, Şeyh Müfid

[125]- Tarih-i Yakubî, c.2, s.191

[126]- age.

[127]- Dimyerî, c.1, s.58'de İmam Hasan'ın (a.s) hilâfetini anlattıktan ve hilâfetinin süresini gün olarak verdikten sonra şunları söylüyor: "Bu, Resulullah efendimizin (s.a.a) hilâfet dönemi için işaret ettiği sürenin sonunu gösteriyordu. Bu dönemden sonra, zalim kral devri ve Resulullah efendimizin (s.a.a) işaret ettiği gibi haksız, kapsamlı fesat sultasının dönemi başlamıştı."

[128]- İbn-i Kesir, c.8, s.19'da şu değerlendirmeyi yapıyor: "O -İmam Hasan (a.s)- bu gelişmeler karşısında sağlam

karakterli bir imam olduğunu kanıtladı. Ruhunda en küçük bir sıkıntı ve vicdanında bir peşmanlık ve rahatsızlık hissetmedi. Hiç daralmadı. Her gelişme karşısında daima memnun ve güler yüzlü idi."

[129]- Bihar'ul-Envar c.10, s.107'de İmam Hasan'ın sözleri olarak rivayet edilir.

[130]- Zemahşerî, İbn'ul-Bey', Taberanî, Yenabi'ul-Mevedde, elİsabe, c.2, s.12 ve başkaları.

[131]- Süleym b. Kays'ın kitabı. el-Mehasin-u ve'l-Mesavi, Beyhakî, s.49. Bu ikincisi, adı geçen hadisi şiire alan Himyerî'nin sözlerini de nakletmiştir:

[132]- el-İnabe, İbn-i Batta

[133]- Hilyet'ül-Evliyâ, Ebu Nuaym

[134]- el-İsabe, c.2, s.11

[135]- Hilyet'ül-Evliyâ

[136]- Bihar'ul-Envar, c.4, s.58

[137]- el-Menakıb;, Tirmizî'nin kitabı; el-Ensab, Sem'anî; el-Fedail, Ahmed

[138]- Gazalî, İhya-u Ulum'id-Din; Kut'ul-Kulub, Mekkî (Ebutalib)

[139]- Süleym b. Kays'ın kitabı, s.98

[140]- Ikd'ul-Ferid, c.1, s.194; Beyhakî, c.1, s.40; Buharî, Hatib (Bağdadî), Sem'anî, Harkuşî, Cenabizî, Hilyet'ül-Evliyâ'da Ebu Nuaym, Yenabi'ul-Mevedde, Muruc'uz-Zeheb vs.

[141]- Buharî, Müslim, el-İsabe, c.2, s.12

[142]- Burada hicrî 40 tarihinde Bizans İmparatoru'nun Şam sınırında bk: el-İsabe, c.2, s.12; Tarih-i İbn-i Kesir, c.8, s.14 vs. gerçekleştirdiği faaliyetlere işaret ediliyor.

[143]- bk: el-İsabe, c.2, s.12; Tarih-i İbn-i Kesir, c.8, s.14 vs.

[144]- İbn-i Haldun, İbn-i Esir, Meclisî ve diğerleri. Bu hitabenin ilk bölümü daha önceki bölümlerde geçti.

[145]- Medine halkının üç gün boyunca canını, malını ve

namusunu helâl sayan, hunharca cinayetlerin işlendiği "Hirre" olayının kahramanı ve Kâbe'yi mancınıklarla harabeye çeviren kişi... Ve yine Muaviye'nin, oğlu Yezid'in hükümetine ortam hazırladığı dönemde, bu hedefin ön hazırlıklarından biri olarak, oğlu Yezid'e tavsiyede bulunduğu ve şöyle dediği kimse: "İlerde Medine halkıyla sürtüşmen olacak. Eğer böyle olursa, Müslim İbn-i Ukbe'yi bu iş için görevlendir (halkı bastırma görevi). Çünkü onun bana olan vefakârlığı ispatlanmıştır!" (Taberî, Beyhakî ve İbn-i Esir.)

[146]- Muğiyre b. Şu'be, Beyhakî'nin el-Mehasin-u ve'l-Mesavî'de

yazdığına göre, İslâm'da ilk rüşvet veren kişi ve kendisinden bahseden bütün tarihçilere göre, Ziyad'ın [Ziyad b. Ebih –babasının oğlu Ziyad-], Ebu Süfyan'ın oğlu tanınması olayında, (yani Ebu Süfyan'ın, Ziyad'ın annesiyle kurduğu gayrimeşru ilişkisinden peydahlanan Ziyad'ın Ebu Süfyan'ın oğlu tanınması hususunda) aracılık eden kimsedir. İslâm'a aykırı olan bu girişim onun arabuluculuğunda, yol göstericiliğinde resmiyet kazanmıştı. Ve yine, Muaviye'den sonra hilâfet için Yezid'i namzet gösterme ve tanımak konusunda diğerlerinden hızlı davranan ve: "Muaviye'yi öyle bir maceraya sürükledim ki, Muhammed ümmeti için pek kalıcı olacak ve öyle bir düğüm ortaya attım ki, kısa zamanda çözülecek gibi değil." diyen zatın ta kendisidir. Yine o kimsedir ki, Hassan b. Sabit onu hicvetmiş ve hakkında şu ünlü dizeleri yazmıştır: "Eğer pislik ve kirlilik somutlaşacak olsa / Sakif'in bu kölesi iğrenç yüzlü ve tek gözlü olur..."

[147]- Amr b. As; evet, o meşhur şeytan ruhlu adam ve hizmetçisi Verdan'ın deyimiyle, dünya ve ahiretin kalbinde saf tuttuğu ama dünyayı ahirete tercih eden ve Mısır valiliği karşılığında, Muaviye ile birlik olan kimse... Ama ne satan kâr elde edebildi ve ne de alıcının haysiyeti ve şerefi kaldı! İbn-i Abdurabbih kendi rivayet zinciriyle, Hasan Basrî'den şöyle rivayet eder: "Muaviye, yönetimi ele almanın yolunun, Amr b. As'ın, kendisine boyun eğmesinden geçtiğini hissedince, ona işbirliği teklifinde bulundu. Amr şöyle dedi: 'Ne için arkanda olayım? Senin tezgâhında izine dahi rastlamadığım ahiret için mi? Yoksa dünya için mi? Beni kendine ortak ettiğin takdirde yanında olurum.' Muaviye; 'Peki ortağım ol.' Amr; 'Öyleyse Mısır ve civarının yönetimini bana bıraktığına dair bir ferman yazman şartıyla bunu kabul ederim.' dedi. Muaviye kabul ederek, fermanın sonuna şunu ekledi: 'Ve Amr, emre itaat edeceği taahhüdünde bulunmuştur.' Amr; 'Bu durumun, şartı değiştirmeyeceğini de ekle.' dedi. Muaviye; 'Buna gerek yok.' dediğinde Amr; 'Hayır, yazman gerekir...!!' dedi." "98 yaşında ölen bu yaşlı sözde sahabe, o uzun ömrürün, böyle pis bir irtidada hedef olmasıra razı oldu ve utanmadan şu  sözleri söylemekten kaçınmadı: Eğer Mısır'a hükümet etmek gibi bir amaç olmasaydı, kurtuluşu yeğlerdim Zira biliyorum ki Ali b. Ebu Talib hak üzeredir, bense hakka karşıyım!" "Hayatının ilk başlardaki bölümü, İslâm'a ve Resul-i Ekrem'e zarar vermekle geçti. 'Mebit Gecesi' diye meşhur olan, İslâm Peygamberinin öldürülmesi plânında yer alan kişilerden biri ve 'Şüphesiz sana buğzeden yok mu, o dur nesli kesilen!' ayetinin [Kevser Sûresi], hakkında nazil olduğu kişidir. Sonraları, Osman'a karşı ayaklanma olayına katılanlardan biri oldu ve  ancak olayın daha vahim olmasına sebep olduktan sonra Filistin'e gitti. (Nitekim, Osman'ın öldüğü haberini duyunca, kendisi de bu gerçeği itiraf etti.) İşin sonunda da, onca rezaletle birlikte, Muaviye'ye katıldı." "Sıffin Savaşı'nda, tarihin tanık olduğu en iğrenç bir harekete tevessül ederek, kendisini mutlak ölümden kurtardı. Daha sonra, Müslümanların kandırılmasının timsali olan ve dinin temellerini sarsan, Kur'ân sayfalarının mızraklara takılması plânını hazırladı. Nitekim, ölüm döşeğinde oğluna şöyle dedi: 'Öyle işler yaptım ki, Allah katında ne cevap vereceğimi bilemiyorum.' Daha sonra, biriktirdiği onca servetine bakıp şöyle dedi: 'Keşke bunlar (biriktirdiğim mal) hayvan pisliği olsaydı! Keşke 30 sene önce ölseydim! Muaviye'nin dünyasını kalkındırıp, kendi dinimi zayi ettim; dünyayı seçip ahiretten oldum, kör oldum, yolu kaybettim ve ecelim gelip çattı.' Kalan serveti, bağları ve tarlaları hariç 300 bin dinar altın ve 2 milyon dirhem gümüştü." "Resul-i Ekrem (s.a.a), o ve Muaviye hakkında şöyle buyuruyordu: 'Bu ikisi, hile ve aldatma dışında birlik olmazlar.' Bu hadisi, Taberanî ve İbn-i Asakir rivayet etmişler." Ahmed b. Hanbel ve Ebu Ya'la kendi müsnetlerinde, Ebu Berze'den şöyle rivayet ederler: "Peygamberle birlikte idik, şarkı sesi duyduk. 'Bakın nedir bu?' diye buyurdu. Ben biraz ilerleyince,  Muaviye ve Amr b. As'ı şarkı söylerken gördüm. Dönüp Peygamber'e haber verdim, o da şöyle buyurdu: Allah'ım, bu ikisini fitneye duçar et! İlâhî, bu ikisini ateşe at!" İbn-i Hacer'in yazdığı Tathir'ul-Cinan kitabından şöyle nakledilir: "Amr ve Muğiyre bir gün minbere çıkıp, Hz. Ali (a.s) hakkında yakışıksız sözler sarf edip küfür ettiler. Bazıları İmam Hasan'a; 'Sen de çıkıp onların cevabını ver.' dediler. İmam Hasan; 'Minbere çıkarım ama, şu ikisinin, doğru söylersem tasdik etme, yalan söylersem yalanlama taahhüdünde bulunması şartıyla.' İkisinin söz vermesinden sonra, İmam Hasan minbere çıkıp, Allah'a hamd ü senadan sonra şöyle dedi: 'Allah aşkına ey Amr ve ey Muğiyre! Allah Resulü'nün, öndekine (bineği çekene) ve biniciye lânet ettiği ve onlardan birinin Muaviye olduğunu biliyor musunuz?' (Şu olaya işaret ediliyor: Bir gün Ebu Süfyan binek üstünde, oğlu Muaviye önde, diğer oğlu Utbe de arkada, yoldan geçiyorlardı. O sırada Allah Resulü'nün gözü onlar ilişince; 'Allah'ım, çekene de, sürene de, binene de, lânet et.' buyurdu.) 'Evet biliyoruz.' dediler." "Sonra dedi: 'Ey Muaviye ve ey Muğiyre! Resulullah'ın (s.a.a) Amr'a söylediği her kafiye karşısında lânet ettiğini duymadınız mı?' 'Evet duyduk.' dediler. Daha sonra; 'Ey Amr ve ey Muaviye! Peygamber'in, şu adamın (Muğiyre) kavmine ve yakınlarına lânet

ettiğine şahit olmadınız mı?' dedi. 'Evet, şahit olduk.' dediler. "Bunun üzerine İmam Hasan şöyle dedi: Öyleyse Allah'a bu nimetinden dolayı şükrediyorum ki, sizleri, Ali'den uzaklaşan ve nefret eden kimseler kıldı." Bu Amr, o kimsedir ki, büyük sahabe "Ammar b. Yasir" (r.a)  şu cümleleri, Sıffin Savaşı'nda onun hakkında sarf etmiştir:  Allah ve Resulü'nü inkâr edip, düşmanlık yolunu seçen, Müslümanlara zulmeden, müşriklere yardım eden, Allah'ın dinini aziz ve Resulü'nü (s.a.a) muzaffer kıldığını görünce, isteyerek değil, korkudan Müslüman olan birini görmek istiyor musunuz?... Allah'a yemin ederim ki, Resulullah'ın vefatından sonra, Müslümanlara düşmanlık, bozguncularla dostça geçinmekle tanınmıştır. Direnin ve onunla savaşın. Zira o, Allah'ın nurunu söndürmek gayesinde ve Allah düşmanlarının dostudur." (Taberî, İbn-i Ebi'l-Hadid, Mes'udî ve diğerleri)

[148]- Zemahşerî'nin Rebi'ul-Ebrar, İbn-i Saib'in el-Mesalib, Ebu'l- Ferec'in el-Eğani, İbn-i Seman'ın Mesalib-u Benî Ümeyye ve Cafer b. Muhammed el-Hemedanî'nin Behcet'ul-Müstefid adlı kitaplarına müracaat edilsin. Açıklanan bu kitaplara başvurduktan sonra okurlar, Muaviye'yi, bu kitaplarda ad ve özellikleriyle tanıtılan dört babadan birine nispet etmekte serbesttirler. Müellif: Arapların ulusu da (Hz. Ali) Nehc'ül-Belâğa'da bu hususa işaret eder ve şöyle der: "Nesebi sahih ve açık olan biri, nesebi sahih olmayan, birinin soyuna yamanan kimse  ibi değildir."

[149]- Daha geniş bilgi için Muruc'uz-Zeheb, c.2, s.72 ve daha önce, bu cinayetlerden bazısına değindiğimiz diğer kaynaklara, ya da daha sonra gelecek "Anlaşma Şartlarına Vefa" bölümünde hatırlatacağımız kaynaklara başvurulabilir.

[150]- Muruc'uz-Zeheb, c.2, s.72'deki şu açıklamayı hatırlatmakta fayda görüyoruz: "Ali (a.s) Sıffin Savaşı günlerinde, dostlarından bazısının Şam halkına küfür ettiklerini duyduğu zaman, onlara şöyle dedi:

"Ben, sizin ağzı bozuk ve küfürbaz olmanızdan hoşlanmam; en iyisi, onların yaptıklarını söylemek ve durumlarını açıklamaktır. Bu, en doğrusu ve özür dilemeye en yakın olanıdır. Sövmek yerine şunu söyleyin: Allah'ım! Bizlere ve onlara boş yere kan akıtmayı nasip etme, aramızda barış kur, onları sapıklıktan kurtar ki hakkı tanısınlar ve batıla meyledenler karanlıktan dönsün..." (Nehc'ül-Belâğa Şerhi, c.1, s.420-421) Bir gün Muaviye'nin elçisi İmam Hasan'ın (a.s) yanına gelip, taleplerini ilettikten sonra şöyle dedi: "Allah'tan istiyorum ki seni korusun ve bu kavmi helâk etsin." İmam Hasan ona şöyle dedi: "Yavaş ol! Seni güvenilir bilen kimseye hıyanet etme. Beni, Resulullah'ın babamın ve anamın hatırı için sevmen senin için yeterli; ama bir toplumun, sana inanıp güvendiği hâlde, senin onlara düşmanlık edip bedduada bulunman, senin hainliğine yeterli bir sebeptir..." (el-Melâhim ve'l-Fiten, s.143, Necef baskısı)

[151]- Dineverî, s.303

[152]- Bk. Tarih-i İbn-i Esir, c.3, s.162

[153]- Muruc'uz-Zeheb, c.2, s.343 ve İbn-i Ebi'l-Hadid, c.2, s.357

Mutrıf b. Muğiyre şöyle anlatır: "Babam Muğiyre ile Şam'a Muaviye'nin yanına gittik. Babam, Muaviye'nin huzuruna gidiyor ve konuşuyordu. Döndüğünde benimle, Muaviye hakkında konuşuyordu, aklı ve dirayeti hakkında bir şeyler söylüyor ve onu övüyordu. Yine bir gece Muaviye'nin yanından döndüğü zaman, yemek istemeyecek kadar üzüntülü buldum. Bir şey söylemesi için bir süre bekledim ve kendi kendime; 'Bir şey mi oldu acaba?' diye düşündüm." "Sonunda kendisine; 'Bu gece niçin bu kadar üzüntülüsün?' dedim. Babam; 'Oğlum! Şu anda ben, insanların en alçağının yanından geliyorum.' dedi." "Ben; 'Ne oldu ki?' dedim. Babam; 'Bu gece Muaviye ile yalnız olduğum bir anda ona; 'Arzularına ulaştın ey Emir'ül-Müminin! Ne olur adalet ve iyiliği meslek edinsen, artık yaşlanmışsın. Benî Haşim'den kardeşlerini göz önüne alman ve akrabalığın gerektirdiği gibi davranman iyi olur. Allah'a andolsun, onların elinde, seni korkutacak şey yoktur.' dedim.' dedi." "Muaviye cevap olarak şöyle dedi: 'Hayır! Asla! Teym kabilesinden olan adam hilâfete geçti, adaleti icra etti ve bir sürü iş becerdi; ama kendisi gibi adı da öldü, sadece ara sıra ismi telaffuz edilir oldu: Ebu Bekr... Ondan sonra Adiyy kabilesine mensup adam yönetime geçti. On yıl rahatını bırakıp zahmete katlandı; o da öldüğünde adıyla birlikte gömüldü, bazen isminin anılması dışında: Ömer... Ondan sonra soy bakımından eşsiz olan kardeşimiz Osman halife oldu. O da bir şeyler yaptı; ama öldükten sonra, onun da ismi ve yaptıklarından bir eser kalmadı... Fakat o Haşimî adamın ismi, her gün beş kere anılmaktadır: Eşhedu enne Muhammeden Resulullah..! Bu durumda, o ismi gömmekten, gömmekten başka ne yapabiliriz!"

[154]- el-Herayic-u ve'l-Cerayih, Said b. Hibetullah Ravendî (ölm: h. 573), s.228

[155]- Doğru olan budur ve bunun kanıtı da, İmam Hasan'ın Medain'de ashabıyla meşvereti sırasında irad ettiği şu hitabedir:

"Biliniz ki! Muaviye bizi öyle bir işe davet ediyor ki, ne övünülecek bir yanı var, ne de insafa sığan bir tarafı..."

Başka kaynaklarda da bu söze işaret ediliyor. Tarihçilerden bazıları bu sözü reddetmekte ama, İmam Hasan'ın (a.s) kendi sözünün, onların sözlerine önceliği vardır.

[156]- Hasan Basrî'nin bu konuda, "Anlaşmanın Önemli Maddelerinin Tekiki" bölümünde nakledeceğimiz güzel ve beliğ bir sözü var. Ahmed Müsned'inde, Ebu Ya'la, Tirmizî, İbn-i Hayyam, Ebu Davud ve Hâkim, Resulullah'tan (s.a.a) şu hadisi nakletmişlerdir:               "Benden sonra hilâfet 30 yıldır, ondan sonra saltanat hâline gelecek." Ve Ebu Nuaym'ın el-Fiten kitabı ve Beyhakî'nin ed-Delâil kitabındaki tabirle: "...ve ondan sonra zalim bir saltanat olacak." Ehlisünnet tarafından da bu hadis doğru kabul edilmiştir. Ehlisünnet ravilerinden biri, bu hadise yazdığı haşiyede şöyle diyor: "Ve Resulullah'tan sonraki o otuz yıl, Hasan b. Ali'nin vefatıyla son buldu."

Ebu Said, Abdurrahman b. Ebza'dan, o da Ömer'den şöyle nakletmiştir: "Bedir Savaşı'nda bulunanlardan hayatta bir kişi dahi kalmışsa, hükümet onun hakkıdır. Onlardan sonra Uhud Savaşı'nda bulunanlardan tek bir kişi hayatta olduğu sürece, başkalarının hükümette payı yoktur ve... Azat olmuş köleler, evlâtları ve Mekke'nin fethinde teslim olanların hiçbiri, yöneticiliğe lâyık değildirler..." Yazar: Muaviye'nin, kendi meşhur yöntemleriyle halktan aldığı biat ise, caiz olmayanı caiz yapamaz.

[157]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, c.4, s.5

[158]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, c.4, s.13-73

[159]- Bu konuyla ilgili geniş bilgiyi Yakubî Tarihi, c.2, s.201 ve 202; İbn-i Kesir'in el-Bidayet-u ve'n-Nihaye kitabı, c.8, s.40 ve Bihar'ul- Envar kitabı, c.10, s.98'de bulabilirsiniz.

[160]- el-İmamet-u ve's-Siyase, s.159-160

[161]- Mes'udî Tarihi, c.6, s.67

[162]- Taberî Tarihi, c.6, s.3

[163]- Şam'da, sulu, bol ağaçlı yeryüzünün dört cennetinden biri olarak nitelendirilen bir yerin adı.

[164]- Mes'ûdî Tarihi (İbn-i Esir'in hamişinde), c.5, s.216

[165]- el-Mehasin-u ve'l-Mesavî, Beyhakî, c.1, s.64. Tarihî hikâyelerde, Şam halkının İslâm büyüklerinden habersiz olduklarına dair birçok örnek mevcuttur. Örneğin: Adamın biri Şam'da, kabile büyüklerinden birine sordu: "İmamın (yani Muaviye) minberde lânet okuduğu şu Ebu Turab (Hz. Ali'nin lakaplarından biri) kimdir?" O da şöyle cevap verdi: "Sanıyorum çöl haydutlarından biri olmalı!!!" Bir gün Şam ehlinden biri, Hz. Muhammed'e (s.a.a) salâvat getiren bir arkadaşına sordu: "Şu Muhammed hakkında ne diyorsun? O bizim Allah'ımız değil mi?" Abdullah b. Ali hicrî 132 yılında Şam'ı fethettiği zaman, şehrin ileri gelen büyüklerinden bir grubu Ebu'l-Abbas Saffah'ın huzuruna gönderdi. Onlar Ebu'l-Abbas'ın yanında; "Siz hilâfeti ele geçirmeden önce, Peygamber'in mirasını yürütecek akraba ve yakınları olarak, Ümeyyeoğulları'ndan başkasını tanımıyorduk." diye yemin ettiler!!! (Bu konuda, Kâmil-i İbn-i Esir'in 6. cildinin hamişinde basılan Muruc'uz-Zeheb kitabının 107 ila 109 sayfalarına bakın.) Yazar: Üstte söylenenler, Muaviye'nin, halkı İslâm büyüklerinden, özellikle Peygamber ailesinden habersiz bırakma ve Şam'da isimlerinin nüfuzunu engelleme politikasını, bütün Emevî padişahlarının takip ettiğinin delili ve Şam halkının Müslümanlığa olan ilgi ve alâkasının göstergesidir. Öyle tahmin ediliyor ki: Şam, Emevî döneminde, Rum ve Aram gibi yerli gayrimüslim çoğunluktan ibaretti ve Şam'ın fethinden başka,  eski geleneklerin değişmesine sebep olacak başka bir olayın o bölgede gerçekleştiğini göremiyoruz ve hiçbir tarihî metinde bu kuşkumuzu ortadan kaldıracak bir konuya rastlayamayız.

[166]- Taberî Tarihi, c.6, s.93 ve İbn-i Esir, c.3, s.162

[167]- Medainî, Şerh-u Nehc'il-Belâğa, c.4, s.8'den naklen

[168]- Feth'ul-Bari (Sahih-i Buharî Şerhi), İbn-i Akil'in en-Nesayih'ul-Kâfiye, s.156, 1. baskısından naklen ve Bihar'ul-Envar, c.10, s. 115.

[169]- Tarih'ul-Hulefa, Suyutî, s.194; İbn-i Kesir, c.8 s.41; el-İsabe, c.2 s.12-13; İbn-i Kuteybe, s.150; Dairet'ul-Mearif, Ferid Vecdi, c.3, s.443, 2. baskı ve diğer kaynaklar.

[170]- Umdet'ut-Talib, İbn'ul-Muhenna, s.52.

[171]- Medainî, İbn-i Ebi'l-Hadid'in Nehc'ül-Belâğa Şerhi, c.4, s.8'den naklen; Bihar'ul-Envar, c.10, s.115; el-Fusul'ul-Muhimme, İbn-i Sabbağ ve diğer kaynaklar.

[172]- A'yan'uş-Şia, c.4, s.43

[173]- Ebu'l-Ferec el-İsfahanî'nin Mekatil'ut-Talibiyyin kitabı, s.26; İbn-i Ebi'l-Hadid'in Şerh-u Nehc'il-Belâğa, c.4, s.115. Diğer tarihçiler ise şöyle der: "İmam Hasan Muaviye'den, Hz. Ali'ye sövmemesini istedi. Muaviye bunu kabul etmedi, fakat İmam Hasan'ın hazır bulunduğu ortamlarda, onun işitebileceği şekilde sövülmemesini kabul etti." İbn-i Esir der ki: "Daha sonra buna bile vefa etmedi."

[174]- İran'ın Ahvaz sınırına yakın bir şehir. "Cerd" veya "Cerad" eski Farsça ve yeni Rusça'da, şehir anlamındadır. Buna göre "Darabcerd" yani, Darab şehri.

[175]- Bu maddeye ait cümleleri dağınık bir şekilde, el-İmamet-u ve's-Siyase, s.200; Taberî Tarihi, c.6, s.92; İlel'uş-Şerayi, İbn-i Babeveyh, s.81; İbn-i Kesir Tarihi ve diğer kaynak kitaplarda bulabilirsiniz.

[176]- Mekatil'ut-Talibiyyin, s.26; Nehc'ül-Belâğa Şerhi, c.4, s.15; Bihar'ul-Envar, c.10, s.101 ve 115; Dineverî, s.200. Her cümle, belirtilen kaynaklardaki şekliyle alınmış ve hiçbir kelimesi değiştirilmemiştir.

[177]- Ali'nin (a.s) ashabı ve Şiîlerinin güvenliği ile ilgili paragrafları, Taberî, c.6, s.97; İbn-i Esir, c.3, s.166; Mekatil'ut- Talibiyyin, s. 26; Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, c.4, s.15; Bihar'ul-Envar, c.10, s.115; İlel'uş-Şerayi, s.81 ve en-Nesayih'ul- Kâfi'ye, s.156 kitaplarından okuyabilirsiniz.

[178]- Bihar'ul-Envar, c.10, s.115, en-Nesayih'ul-Kâfiye, s.156, Birinci baskı.

[179]- el-İmamet-u ve's-Siyase, s.200

[180]- Bihar'ul-Envar, c.10, s.155

[181]-  İbn-i Kesir Tarihi, c.6, s.220

[182]- İbn-i Ebi'l-Hadid, c.4, s.13

[183]- Dineverî, s.203

[184]- Tarih-i Yakubî, c.2, s.192

[185]- Kâmil-i İbn-i Esir, c.3, s.163 ve en-Nesayih'ul-Kâfiye, s.158

[186]- Muruc'uz-Zeheb, c.6, s.7

[187]- İbn-i Kesir Tarihi, c.6, s.321

[188]- en-Nesayih'ul-Kâfiye, s.153

[189]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, c.4, s.5

[190]- en-Nesayih'ul-Kâfiye, s.159

[191]- Muruc'uz-Zeheb, c.6, s.7

[192]- Muruc'uz-Zeheb, c.2, s.342 ve İbn-i Ebi'l-Hadid, c.2, s.357

[193]- İbn-i Esir, en-Nesayih'ul-Kâfiye, s.9'dan naklen

[194]- Taberî Tarihi, c.6, s.157 1. baskı

[195]- et-Tenbih-u ve'r-Redd-u Alâ Ehl'il-Ehva ve'l-Bide', s.28, Muhammed

b. Ahmed el-Meltî, ölm: hicrî 377

[196]- "Zalim padişahlık düzeninde kadılık yapmak caizdir." Fıkhî kuralında, dört mezhep fıkıhçıları görüş birliği  içindedirler. Delilleri ise, Resulullah'ın sahabelerinden bazısının, Muaviye'nin düzeninde kadılık yapmayı kabul etmeleridir.

[197]- Ebu Hanife şöyle der: "Biliyor musunuz Şamlılar bize neden düşmandırlar?" Dediler: "Hayır." Ebu Hanife; "Düşmanlıklarının sebebi, bizim, eğer Ali b. Ebu Talib'in (k.v) ordusuna katılsaydık, ona yardım eder, onun için Muaviye ile savaşırdık, doğrultusundaki inancımızdır. İşte bu yüzden bizi sevmezler." dedi. İbn-i Akil'in en- Nesayih'ul-Kâfiye kitabının 36. sayfasında, et-Temhid fi Beyan'it-Tevhid kitabında Ebu Şekur'dan naklettiği rivayete bk.

[198]- Bu ferman metnini Taberî Tarihi, c.11, s.355'de görebilirsiniz.

[199]- Dairet'ul-Mearif, Ferid Vecdi, c.3, s.231

[200]- Ebu Cafer en-Nakib, s.41, Bağdat baskısı

[201]- el-Bidayet-u ve'n-Nihaye, c.8, s.19

[202]- Hayat'ul-Hayavan, c.1, s.58.

[203]- Bunu Beyhakî, el-Mehasin-u ve'l-Mesavî, c.2, s.63 ve başkaları kitaplarında belirtmişlerdir.

[204]- Muhtasar-u Tarih'il-Arab ve't-Temeddun'il-İslâmî, s.61

[205]- İbn-i Kesir Tarihi, c.8, s.19 ve A'yan'uş-Şia, c.4, s.52 ve el-Müstedrek, Hâkim.

[206]- el-Mehasin-u ve'l-Mesavî, Beyhakî, c.1, s.64

[207]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, c.4, s.13

[208]- age.

[209]- Dairet'ul-Maarif, Ferid Vecdi, c.4, s.535

[210]- Bu konuşmanın tamamını kaynaklarıyla birlikte, bu kitabın "Anlaşma Şartlarına Vefa" bölümünde, Yezid'e  biatin ön hazırlıklarından söz ederken bulacaksınız.

[211]- Bu söz İbn-i Esir'dendir. (el-Kâmil, c.3, s.162) Ardından şöyle diyor: "Buna bile vefa etmedi."

[212]- İbn-i Esir, el-Kâmil'de yazıyor:

"Darabcerd vergisini Basralılar vermeyip; ''Bu bizim hakkımız, kimseye vermeyiz.' dediler." Devamla şunları yazıyor: "Bu iş de Muaviye'nin emri ile yapıldı!!"

[213]- Cabir b. Semure şöyle der: "Resulullah her zaman ayakta hutbe okurdu. Onun oturarak hutbe okuduğunu söyleyen kimse yalan söylemiş olur." Bu sözü Cezayirî Ayat'ul-Ahkâm adlı eserinin 75. sayfasında rivayet etmiştir. Galiba ilk defa minberde oturarak hutbe okuyan kişi Muaviye'ydi.

[214]- Tarih-i Yakubî, c.2, s.192

[215]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, c.4, s.16

[216]- Asıl adı Amr b. Abdullah el-Hemedanî'dir. Tâbiîn kuşağına mensuptur. (Peygamberi görmemiş, ama onun  sahabesini gören kimselerdendir.) Kırk yıl boyunca sabah namazını yatsı namazının abdestiyle kıldığı söylenmiştir. Her gece Kur'ân'ı baştan sona okurdu. Zamanında ondan daha çok ibadet eden ve hadis rivayeti bakımından ondan daha güvenilir bir başkası yoktu.

[217]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, c.4, s.16

[218]- el-İrşad, Şeyh Müfid, s.169, İran baskısı

[219]- Mes'udî (İbn-i Esir'in hamişinde), c.6, s.61-62; İbn-i Kesir, c.8, s.18; Tarih-i Taberî, c.6, s.93

[220]- Enbiyâ, 109-111

[221]- Bihar'ul-Envar, c.10, s.114

[222]- Mesudî, İbn-i Esir haşiyesi, c.6, s.41-42,

[223]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, c.4, s.16

[224]- Nu'man b. Münzir'in kızı Hind'in adının verildiği kilise. Hayre'de bulunan bu kilisede Hind rahibelik hayatını  seçmişti

[225]- bk: Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, c.4, s.6

[226]- bk: Muruc'uz-Zeheb, Mes'ûdî, Tarih-i İbn-i Esir'in haşiyesinde, c.6, s.97 

[227]- Nehc'ül-Belâğa, 53. Mektup

[228]- Muaviye'yi lânetleyen kimse, kendi dostu Semure; ona pis ve alçak damgası vuran, yakın arkadaşı Muğiyre; kendisiyle kapışan Aişe; ilişkisini kesen Malik b. Hubeyre es-Sekûnî; cinayetlerinin üzüntüsünden can veren Rebi b. Ziyad el-Harisî; başka bir büyük Ebu İshak es-Sebiî ve son olarak sözü nakledilen kişi de Hasan Basrî idi. Bu konularda İbn-i Ebi'l-Hadid'in Nehc'ül-Belâğa şerhine, İbn-i Esir'in el-Kâmil adlı tarih kitabına, Muruc'uz- Zeheb'e vs. bakabilirsiniz.

[229]- Benî Ümeyye egemenliği onun zamanında son bulan; "Himar" ve "Ca'dî" lakaplı Mervanı Emevîdir. (Hocası Ca'd b. Dirhem olduğu için Ca'dî denmiştir.) Hocası İbn-i Dirhem bir zındıktı ve inancını ona öğretiyordu. Bu yüzden halk onu kınıyordu. Abbasî askerleri kendisini takip edince, ailesini Busir şehrinde bir kiliseye teslim edip kendisi kaçtı! Bu da camilelerle hiç ilgisinin olmadığının bir göstergesi gibiydi!! Bu konuda İbn-i Esir'in el-Kâmil adlı eserine bk. (c.5, s.159)

[230]- İbn-i Kuteybe, c.1, s.151

[231] el-İmamet-u ve's-Siyase, c.1, s.152

[232]- Mekatil'ut-Talibiyyin, s.29

[233]- el-İmamet-u ve's-Siyase, c.1,s.160

[234]- Beyhakî el-Mehasin-u ve'l-Mesavi kitabında (c.1, s.108) Muğiyre'nin bu entrikasından bahsetmiş; ama rivayetlere dayanarak veya kendi görüşüne göre, Muğiyre'nin bu konuyu ilk önce Muaviye'nin kendisiyle konuştuğunu, Muaviye'nin buna güvendikten sonra Muğiyre'ye şöyle dediğini eklemiştir: "İşinin başına dön ve kardeşinin oğlu için bu işi ayarla... Ve bu konuyu hızlı bir haberciyle tekrar yazıp gönderdi."

[235]-Yaşlılık meselesinin, Muğiyre'nin mantığında ne kadar öneme sahip olduğuna bakın!

[236]- el-Kâmil, İbn-i Esir (c.3, s.198-201). Bu hadisten, sözde bu Peygamber sahabesinin, Muhammed ümmetine olan ilgi ve taassubu tamamen anlaşılıyor! 

[237]- Birçok yazar, bu zaman dilimini yanlış idrak etmişlerdir. Bu cümleden Hasan Murad ed-Devlet'ul-Emevîyye kitabında (s.70) şöyle yazıyor: "Bundan anlaşılıyor ki, Yezid'in veliahtlığı konusu, beklenmedik bir şey değildi!!" Değerli okuyucular Ahnef'in konuşmasından ve daha önceki konulardan, bu konunun beklenmedik bir şey olduğunu anlamışlardır.

[238]- İbn-i Kuteybe, c.1,s.156-158; Mes'ûdî, İbn-i Esir hamişinde,

c.6, s.100-102

[239]- İbn-i Kuteybe, c.1, 63-65

[240]- Bu sözlerden, Ümm'ül-Müminin'in de Muaviye'nin istediği şeye yöneldiği sonucunu çıkarabiliriz. 

[241]- c.1, s.168-172

[242]- Daha önce Muaviye'nin, İmam Hasan'dan (a.s) daha büyük olmasını, hilâfet için kendisinin tercih edilmesinin gerekliliğinin kanıtı olarak gösterdiğini gördük. Zaten bu, hilâfete liyakati için gösterdiği tek delildi. Sormak lazım: Bu delil niçin şimdi geçerli değil?!

[243]- Öncelikle ceddi Resulullah'ın (s.a.a) açık beyanına , sonra, barış anlaşmasına göre, İmam Hasan'dan sonra hilâfet hakkı İmam Hüseyin'indi. 

[244]- Bu cümleyle, babası İmam Ali'nin ismini halifeler zümresinde saymayan Muaviye'ninkinine işaret ediyor.

[245]- Dikkatli bir incelemeden de anlaşılacağı üzere, "ettenekkub an istiblâğ'il-bey'a" ifadesinin Arapça orijinalinden bundan başka bir anlamı elde etme imkânı yoktur. Bu cümlede problem, ifadenin orijinalinde geçen "istiblâğ" kelimesidir. Elimde bulunan "Akrab'ul-Mevarid" sözlüğünde açıklaması yer almamaktadır. Bu satırların yazıldığı sırada başka bir sözlüğe ya da bu kelimenin anlamını bilen birine ulaşma imkânı da yoktu. Bendenizin (Farsça'ya çeviren) kanaatine göre, İmam Hüseyin'in maksadı şudur: "İlk üç halifeden söz ettikten sonra, normal yollardan ve halkın genelinin temayülüyle kendisine biat edilen kişiden -yani Hz. Ali'den- söz etmedin." Saygıdeğer dilbilimcilerden beklentimiz bu cümlenin orijinalinin anlamına dair kesin bir kanaate ulaşırlarsa, bizlere iletmeleridir. (A. Hameneî)

[246]- Bu cümlenin anlamı şudur: Bu maksatlı zulüm, nifak ve ayrılık çıkarmayı arzulayan şeytanı amacına ulaştırdı.

[247]- En-Nesayih'ul-Kâfiye, İbn-i Akil, s.19-20

[248]- En-Nesayih'ul-Kâfiye, İbn-i Akil, s.19-20

[249]- Bu konuda daha fazla açıklamayı, kaynaklarıyla birlikte "Barışın Görünümü" bölümünde yaptık.

[250]- İmam Hasan (a.s) ile Muaviye arasında barışın yapıldığı yıl.

[251]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, c.3, s.15

[252]- İbn-i Esir c.4, s.187 ve Taberî, c.6, s.141

[253]- Mes'ûdî (İbn-i Esir'in hamişinde), c.6, s.99

[254]- Taberî, c.6, s.96 ve İbn-i Esir, c.3, s.105

[255]- en-Nesayih'ul-Kâfiye kitabına bakın, s.73, 1.baskı

[256]- Mes'ûdî (İbn-i Esir'in haşiminde), c.6, s.81-82

[257]- Taberî Tarihi, c.6, s.95

[258]- İbn-i Esir, c.3, s.612

[259]- İbn-i Ebi'l-Hadid, c.3, s.16

[260]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, c.1, s.358

[261]- Allâme Eminî Necefî, el-Gadir adlı kitabının 5. cildinin s.185'den 329'a kadar olan bölümünde, hadis uyduranlar ve yalancılar hakkında çok değerli bir konu beyan etmiş ve 620 kişilik hadis uydurup ve tarihin tanınmış muhaddislerinden sayılan şahısları açıklamamıştır. Bu kitaba müracaat edebilirsiniz. Yazar: Elinizdeki kitabın yazıldığı sırada İslâm âlemi bir haftadır, araştırmacı, mücahit Allâme'sini kaybetmiş, ona ve yarım kalıp tamamlanmayan büyük eserine (el-Gadir) büyük bir üzüntü ile matem tutmaktadır.

[262]- Kinde kabilesi ilk önce Yemen'de ikâmet eden Benî Kehlan kabilesinin bir taifesi idi ve sonraları bunların birçok büyüğü Irak'a hicret ettiler. Kehlan ve Himyer, Sebe' b. Yeşcub b. Ya'rub b. Kahtan'ın oğullarıdır ve Sebe' her iki kabilenin nesebine de verilen bir isimdir. Bilinmektedir ki Araplar Haşim b. Abdumenaf hanedanından

sonra 4 hanedanı büyük ve şerefli tanımışlardır: Kays-ı Fezarî'nin hanedanı, Darimiyyin'in hanedanı, Benî Şeyban hanedanı ve Yemenlilerin Haris b. Ka'b'ın hanedanı. Fakat Kinde, hanedan olarak sayılmamıştır; bilâkis padişahlar sınıfından sayılmakta ve azgın padişah İmrau'l-Kays da onlardandır. Bu taife, hem Yemen'de, hem de Hicaz'da hükümet ettiler ve İslâm'dan sonra da bu kabilenin görkemi ve ihtişamı devam etti. Onlardan bazılarının isimleri İslâmî devrim ve fetihlerde anılmaktadır; bir kısmı ise bazı vilayetlerin valiliklerinde yer almışlardır. Bunlara örnek olarak Hüseyin b. Hasan el-Hacerî kadılık unvanına sahip idi. Bir diğeri olan Cafer b. Osman el- Mekfuf seçkin şairlerden sayılmaktaydı. Hani b. Ca'd b. Adiyy, Hucr'un yeğenidir. Kûfe'nin önde gelen saygın kişilerinden idi. Cafer b. Eş'as ve oğlu Abbas b. Cafer, İmam Ebu'l-Hasan Musa ve İmam Ali b. Musa Rıza'nın (a.s) Şiîlerindendir. Fakat Eş'as'ın kendisi (Cafer'in babası) Kûfe'nin en büyük münafığı idi; Müslüman oldu ve Allah Resulü'nün (s.a.a) vefatından sonra mürtet oldu; sonra tekrar Müslüman oldu ve Ebu Bekir onun Müslümanlığını kabul etti ve Muhammed b. Eş'as'ın annesi olan kız kardeşini onunla evlendirdi. İmam Hasan (a.s) da onun kızıyla evlendi ve işte bu kadın Muaviye'nin kışkırtmasıyla İmam'ı (a.s)zehirledi.

[263]- el-İsabe (c.1, s.329) adlı kitapta şöyle yazmaktadır: "Kendisi esir olduğu bir dönemde cünüp olmuştu. Görevlilerden birine şöyle dedi: 'Kendimi temizlemem için bana su verir misin? Bu vereceğin suyu yarın vereceğin suyun yerine sayarsın.' Görevli ise şöyle söyledi: 'Susuzluktan öleceğinden korkuyorum. O zaman Muaviye beni öldürür.' Hucr bu durum karşısında yüce Allah'ın dergâhına ellerini kaldırarak su istedi. Ansızın yağmur bulutu belirdi ve yağmur yağmaya başladı. Kendisine yetecek kadar yağan yağmur suyundan aldı. Dostları kendisine şöyle dediler: 'Bizi kurtarması için Allah'a dua et.' O şöyle dedi: Ya Rabbi! Bizim için hayırlı olan ne ise, bize onu nasip eyle!"

[264]- Taberî, c.6, s.108

[265]- Taberî (c.6, s.132) yazıyor ki: "O günden sonra idi ki Ziyad kendisi için maksure* yaptırmıştır."

* Maksure; imamın mihrabını cemaatin safından ayırmada kullanılan örgü ve aynı zamanda suikastlara karşı yararlanılan siper demektir. (A. Hameneî)

[266]- Bazıları bu şiirin Zeyd'in kızı Hind-i Ensarî tarafından Hucr için okunduğu görüşünü savunmaktadırlar.

[267]- İbn-i Esir'in el-Kâmil adlı eseri, c.3, s.192. İbn-i Sa'd ve Mus'ab Zübeyrî -Hâkim'in naklettiğine göre- Hucr'un hayatı münasebetiyle şöyle demişlerdir: "Hucr Muaviye'nin emriyle Azra yeşilliğinde öldürüldü ve kendisi bu bölgeyi fetheden kişi idi..." Yazar: Hucr'un kendisine ait olan; "Bu vadinin köpeklerinin üzerine havladığı ilk Müslüman şahıs benim." cümlesinden de bu anlaşılmaktadır; yani bu yeri fethederken köpeklerin havlamasından bahsediyor.

[268]- Taberî Tarihi, c.6, s, 156

[269]- el-Kâmil, İbn-i Esir, c.3, s.193

[270]- Taberî Tarihi, c.6, s.153

[271]- Taberî Tarihi, c.6, s.153

[272]- Yani Haşimoğulları

[273]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, c.4, s.18

[274]- Taberî Tarihi, c.6, s.157 ve başkaları.

[275]- Bu konu el-İstiab, Usd'ul-Gabe, ed-Derecat'ur-Rafîa ve el-Emali adlı eserlerde de zikredilmiştir.

[276]- Bihar'ul-Envar, c.10, s.149

[277]- İbn-i Nedim'in Fihristi, s.136

[278]- Rical-i Necaşî, s.306

[279]- Bihar'ul-Envar ve diğer kaynaklar. Taberî bu rivayeti İmam Hasan (a.s) hakkından nakletmiştir. Fakat doğru değildir. Zira Hucr ve dostlarının ölümü İmam'ın vefatından iki yıl sonra olmuştur.

[280]- Kûfe yakınlarında, Fırat'ın doğu kıyısında bir yer adı. Hizasında, yani Fırat'ın batı kıyısında Mirvaha yer alır ki, orada Muhtar Sakafî'nin babası Ebu Übeyd'in meşhur savaşı meydana gelmiştir.

[281]- Bu tür idamı, ilk kez Ziyad uyguladı. Diğer zalimler ise, bu hususta ona uydular. İkinci Muaviye (Yezid b. Muaviye'nin oğlu) Ümeyyeoğulları'na itiraz ve Benî Haşim'in hakkını itiraf amacıyla hilâfetten çekildiğini belirtince, Emevîler bunun onun eğiticisi Ömer 'tan kaynaklandığını düşündükleri için onu yakalayıp diri diri gömdüler. Bu hususta bk. Hayat'ul-Hayavan, Dimyerî, s.62. Dimyerî kitabında İkinci Muaviye'nin hilafetten çekilme sebeplerini, Şia olduğunu ve Peygamber'in Ehlibeyti'ne tâbi olduğunu açık bir şekilde ifade ettiğini içeren İkinci Muaviye'nin hutbesini nakletmiştir.

[282]- el-İsabe, c.4, s.294

[283]- Hucr ve arkadaşlarıyla ilgili yazılar için bk. el-İmamet-u ve's-Siyase, el-Kâmil, Taberî Tarihi, Şerh-u Nehc'il-Belâğa, el-İstiab, en-Nesayih'ul-Kâfiye, Tarih'ul-Kûfe.

[284]- Sefinet'ul-Bihar, c.2, s.360

[285]- Taberî, Ammare b. Ukbe'nin dedikoduculuğunu beyan ettikten sonra şöyle yazmaktadır: "Bazıları, Amr b. Hamık'ın iki şehri -Kûfe ve Basraisyana kaldıran kişi olduğu haberini Yezid b. Revim'in verdiğini söylemektedirler."

[286]- Bihar'ul-Envar, c.10, s.101

[287]- Bihar'ul-Envar, c.10, s.102

[288]- Hacer, Bahreyn devletinin şehirlerinden biridir

[289]- Sefinet'ül-Bihar, c.1, s.522

[290]-  Ziyad'ın bu konuşmasını tarihçilerin birçoğu nakletmiştir. Konuşmanın bu bölümünü, "Şüphe ve Kararsızlığın İnce Sınırları" bölümünün kapsamı içinde aktarmıştık.

[291]- Bu deyim, onun bu açık sözlülüğü ile, diğerlerinden fazla bir suç işlemediğinden kinayedir. (A. Hameneî)

[292]- Bk. el-Kâmil, İbn-i Esir, c.3, s.183; Taberî Tarihi, c.6, s.130-132

[293]- Hucr'un arkadaşlarından biri olan Umeyr b. Yezid'i Ziyad'ın yanına götürdüler. Daha önce Ziyad onun canına ve malına dokunulmayacağı yönünde güvence vermişti. Onu getirdiklerinde, zincirle bağlamalarını, güçlü birkaç adamın onu havaya kaldırıp yere vurmalarını emretti. Onlar da bu işi birkaç kere tekrarladılar. (Taberî, c.6, s.147)

[294]- Araplar bu beytin orijinalini dışarıda sessiz görünen, ama iç dünyası bundan tamamen farklı olan kimseleri anlatmak maksadıyla kullanırlar. Burada Amr b. As'ın maksadı şudur: Bu adamın sessiz ve uysal görünmesine aldanma. Onun göğsünde Sıffin Savaşı'nın öfke, kin ve düşmanlığı engin bir deniz gibi dalgalanmaktadır. (A. Hameneî)

[295]- el-İsabe, c.4, s.228-229

[296]- age

[297]- age

[298]- Bu Adiyy, Adiyy b. Hatem'in beşinci kuşaktan dedesidir. Dolayısıyla Peygamber'in sahabesi Adiyy b. Hatem'in soy ağacı şöyledir: Adiyy b. Hatem b. Abdullah b. Sa'd b. Haşrec b. İmrau'l- Kays b. Adiyy.

[299]- Mirba', İslâm öncesi cahiliye döneminde ganimetten kabile reisine verilen dörtte birlik özel paydır.

[300]- Taberî, c.6, s.5

[301]- el-Kâmil, İbn-i Esir, c.3, s.189

[302]- Mes'udî Tarihi, İbn-i Esir Haşiyesi, c.6, s.65

[303]- el-Mehasin-u ve'l-Mesavi, Beyhakî, c.1, s.33

[304]- Tarih'ul-Kûfe, s.388; el-İsabe, c.4, s.119

[305]- el-İsabe, c.1, s.23

[306]- Bu ifadenin orijinali bir darbımesel olup, "O gün hiçbir şey yapmadın." anlamındadır. Ya da şu anlamı ifade etmektedir: "O gün mertçe savaşacağına, hile ve hıyanet yolunu tuttun ve tıpkı bugün hükümete geldiğin gibi davrandın." Bu kitabı tercüme ederken imkânsızlıklardan dolayı, bu deyimin anlamını daha güzel  algılayabileceğimiz bir kaynağa ulaşamadık. Arapça'yı iyi bilen bazı değerli kimselere de müracaat ettik, yine de ifadedeki kapalılığı gideremedik. (A. Hameneî)

[307]- Ebu Süfyan'ın önderliğinde Mekke'ye dönen Kureyş kervanı. Bu kervan Mekke'ye gelirken Bedir yakınlarında Müslümanlar tarafından hedef seçilmişti. Bu haberi alan Mekkeliler, kervanı korumak üzere bir ordu gönderdiler. Bu ordu, kervanı korumak amacıyla Mekke'den yola çıktı ve Bedir'de Müslümanların elinden

ağır bir hezimet aldı. (A. Hameneî)

[308]- Muruc'uz-Zeheb, İbn-i Esir haşiyesinde, c.6, s.117

[309]- Sefinet'ul-Bihar, c.1, s.31

[310]- Yani Ebu Turab'a olan dostluğunun hatırına. Ebu Turab Hz. Ali'nin (a.s) lakabıydı.

[311]- Tayy kabilesinin yaşadığı Eca ve Selma isimli iki dağ. Bu iki dağın Fedek'e uzaklığı bir gün, Hayber'e uzaklığı beş gece ve Medine'ye uzaklığı ise üç menzil kadardır. 

[312]- Bk. Taberî Tarihi, c.6, s.5 ve 157-160

[313]- Mes'udî, İbn-i Esir haşiyesisi, c.5, s.198'de, Beyhakî c.1, s.64'te İmam Hasan'ın Cemel Savaşı'nda esir düşen veya Basra'da bir kadının evinde saklanan Mervan'ın canını kurtarmak için nasıl uğraştığı anlatılmaktadır. Şerif Razî Nehc'ül-Belâğa, c.1, s.121'de şunları söylüyor: "Anlatıldığına göre Cemel Savaşı'nda Mervan b. Hakem esir düşer. İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s) Emir'ül-Müminin'in (a.s) yanında onun için şefaatçilik ederler ve İmam Ali de onu serbest bırakır. İmam Hasan ve İmam Hüseyin derler ki: 'Mervan sana biat etmek istiyor, ey Emir'ül-Müminin!' İmam Ali şöyle der: Osman'ın öldürülmesinden sonra bana biat etmemiş miydi? Benim onun biatına ihtiyacım yok. Onun eli Yahudi elidir. (Araplar ihanet eden elleri ve düzenbaz insanları Yahudi eli olarak nitelendirirler.) Şimdi biat eder, biraz sonra biatine ihanet eder. Haberiniz olsun, o bir zaman iktidara gelecektir. Ama bir köpeğin burnunu yalaması kadar kısa sürecek egemenliği. O dört koyunun babasıdır. Bu ümmet onun ve oğullarının sebeb oldukları kanlı bir gün görecektir." Yazar: Mervan, İmam Hasan'ın kendisini kurtarmak için sarfettiği çabanın karşılığını, Muaviye ile Cu'de arasında aracılık yapmak şeklinde verdi. Zaten bu karakterden de bu beklenirdi.

[314]- Mes'udî Tarihi, İbn-i Esir Haşiyesi, c.6, s.55-56

[315]- Medine yakınlarında bir kuyu

[316]- İbn-i Abdulbirr

[317]- İbn-i Kuteybe (ölm: 276), s.159-160. Buna benzer açıklamaları Yakubî ve Taberî de nakletmişlerdir.

[318]- c.2, s.203

[319]- Şerh-u Nehc'il Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, c.4, s.4

[320]- Yakubî, c.2, s.200; Mes'udî, İbn-i Esir Haşiyesi, c.6, s.57. Bu son kaynakta bir iki küçük kelime farklılığı vardır.

[321]- Taberî'nin eseri.

[322]- el-Müstedrek, c.6, s.5, Paris baskısı

[323]- Delail'ul-İmame, s.61