HiDAYET ÖNDERLERİ
HZ.MUHAMMED (SAA)

İÇİNDEKİLER

 

Back Index Next

 

Arka arkaya Müslümanların başlarına gelen belâlar, münafıklarda ve Medine Yahudilerinde onların heybetlerini kaybettikleri imajının belirmesine yol açtı. Buna karşılık olarak Hz. Peygamber (s.a.a) ise, siyasî bilgeliği ile Beni'n-Nadîr Yahudilerine karşı takınacağı sağlıklı tutumun ana hatlarını onların niyetlerini ortaya çıkararak belirlemek istedi. Bu düşünce ile öldürülen iki kişinin diyetlerini ödeme konusunda onların katkıda bulunmalarını istedi. Beni'n-Nadîr Yahudileri Hz. Peygamber'i (s.a.a) ve beraberindeki Müslüman heyetini evlerinin yakınında hoş görmüşlük ifade eden gösteriler ile karşıladılar. Oysa içlerinde kötülük düşünüyorlardı. Kötü niyetlerini saklı tutarak Peygamber'in isteğini gerçekleştirmek üzere ondan oturmasını istediler. Hz. Peygamber de evlerinden birinin duvarına yaslanarak oturdu. Bu durumu fırsat bilen Yahudiler yukarıdan bir taş düşürerek onu öldürmeye koştular. Fakat o anda kendisine bu sinsi komployu haber veren bir vahiy indi. Bunun üzerine sahabîleri Yahudilerin yanında bırakarak aralarından hemen ayrıldı. Hz. Peygamber'in bu tutumunu gören Beni'n-Nadîr Yahudileri sarsıldılar ve neye uğradıklarını şaşırdılar. Ayrıca yapmayı kurdukları kötü eylemin şiddeti ile endişeye ve üzüntüye kapıldılar. Oradaki sahabîler hemen mescide Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanına gittiler. Kendisine niçin Yahudi mahallesinden döndüğünü sormaları üzerine ondan şu cevabı aldılar: "Yahudiler bana suikast düzenlemek istediler; fakat Allah bana bunu haber verdi. Ben de kalkıp oradan ayrıldım."[308]

Bu olayın ortaya çıkması ile Allah onların kanlarını helâl kıldı. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.a) ile yaptıkları saldırmazlık sözleşmesini çiğneyerek ona suikast düzenlemeyi plânladılar. Dolayısıyla yaptıklarına karşılık Medine'den sürülmeyi hak etmişlerdi. Fakat münafıkların elebaşı Abdullah b. Ubey ve başkaları işe karışarak Beni'n-Nadîr Yahudilerini Hz. Peygamber'in (s.a.a) emrini dinlemeyip ona karşı direnmeye teşvik etti. Onlara kendisinin ve cemaatinin onlara Hz. Peygamber'e (s.a.a) karşı yardım edeceklerini, onları yarı yolda bırakmayacaklarını vaat etti. Bu kışkırtmalara güvenen Beni'n-Nadîr Yahudileri Hz. Peygamber'in (s.a.a) emrine karşı çıkarak kalelerinin içine kapanıp direnişe geçtiler.

Hz. Peygamber (s.a.a) münafıkların sinsi gayretlerini öğrenince, İbn-i Umm-i Mektum'u Medine'de yerine bırakarak Beni'n-Nadîr Yahudilerini kuşatmaya çıktı. Onlara karşı öyle bir yöntem kullandı ki, teslim olmaya ve sadece develere yükleyebileceklerini alarak zillet ve aşağılık hâlinde bölgelerinden çıkmaya mecbur oldular.[309]

Müslümanlar bu Yahudi sürgünü sonucunda birçok mal ve silâhı ganimet olarak aldılar. Fakat Resulullah (s.a.a) düzenlediği bir toplantıda bu ganimetlerin, ensardan Sehl b. Huneyf ile Ebu Dücane hariç sadece muhacirlere dağıtılması, böylece onların ekonomik bağımsızlığının gerçekleşmesi yolundaki görüşünü Müslümanlara sundu. Çünkü ensar kesiminden olan bu iki kişi yoksul kimselerdi. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.a), bu ganimetlerden onlara da pay verdi.[310]

8- Uhud'dan Sonraki Askerî Harekât

Beni'n-Nadîr Yahudilerinin sürgün edilmelerinden sonra Medine'ye sakin ve istikrarlı bir atmosfer hâkim oldu. Münafıklar kirli oyunlarının açığa çıkmasından dolayı endişeye kapıldılar ve gelecek dönemin onların bastırma belini kırma dönemi olacağını iyice anladılar. İşte bu ortamda Gatafan kabilesinin Medine'ye saldırmak için hazırlık yaptığı haberleri Hz. Peygamber'in (s.a.a) kulağına geldi. Bu haberler üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) ve Müslümanlar hemen bu kabile üzerine yürümeye giriştiler. Fakat yolda aniden Gatafanlılar ile karşılaştılar. Çünkü onlar Müslümanlarla karşılaşmanın hazırlıklarını daha önce yapmışlar ve onları beklemekteydiler. Ancak taraflar birbirlerinin gözünü korkuttukları için çatışma olmadı. Bu savaşta Hz. Peygamber (s.a.a) namazları korku namazı şeklinde kıldı. Çünkü düşmanın saldırı tehlikesine ihtimal veremedikleri kısa bir süreleri hiç olmadı. Böylece Müslümanlar çatışmaya girmeden Medine'ye döndüler.[311] Bu savaşa Zatu'r-Rika Savaşı adı verildi.

İkinci Bedir

Müslümanlar zor günlerini hızla geride bıraktılar ve gün geçtikçe savaş tecrübeleri arttı. Bu arada peyderpey şeriat hükümleri iniyor ve bu sayede sosyal ilişkilerini kötülüklerden arındırıp hayatlarının gelişmeleri bütün yönleri ile düzene giriyor, imanları kökleşip sağlamlaşıyordu., Öyle ki son derece parlak direniş, fedakârlık, İslâm dinine ve İslâm ümmetine samimiyetle bağlılık örnekleri ortaya çıkıyordutı.

Artık Uhud'daki yenilginin izlerinin silinmesinin eşiğine yaklaşılmıştı. Böylece Bedir'de öldürülen müşriklerin intikamını almak azminde olduğunu belirtmek amacıyla Uhud'da: "Sizinle buluşacağımız yer Bedir'dir." diyen kâfirlerin elebaşı Ebu Süfyan'ın tehdidinin vadesi gelmişti. İşte bu buluşmanın vadesinin geldiği düşüncesi ile Hz. Peygamber (s.a.a) bin beş yüz savaşçının komutasında sefere çıktı ve orada sekiz gün konakladı. Müşriklerin gayretleri Müslümanları korkutup seferden alıkoymayı başaramadı. Tersine, Hz. Peygamber'in (s.a.a) ve Müslümanların kesin kararlılıkla bu buluşma tehdidinin üzerine vardıklarını öğrenen müşriklerin kendilerini korku sardı. AncakBöylece Hz. Peygamber'in bu kararlılığı üzerine Ebu Süfyan kendisi tarafından belirlenmiş olan buluşma yerine doğru sefer düzenlemek zorunda kaldı. Fakat askerî hazırlıkları etkileyen kuraklığı ve kıtlığı gerekçe göstererek bu seferi yarıda kesip Mekke'ye geri döndü. Bu geri dönüş Kureyşlilerin alınlarına bir hezimet ve korkaklık aybı damgası kazmış oldu. Müslümanların ise moralleri yükseldi, mutluluklarını ve neşelerini geri almış oldular.

Kısa bir süre sonra Dûmetu'l-Cendel denen bölgenin sakinlerinin yolları kestikleri ve Medine'ye saldırma hazırlığı yaptıkları yolunda haberler alındı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) bu saldırganları karşılamak için bin kadar Müslümanın komutasında sefere çıktı. Dûmetu'l-Cendelliler Hz. Peygamber'in sefere çıktığını işitir işitmez apar topar kaçtılar. Kaçarken yanlarındaki bütün ganimetleri geride bıraktılar. Böylece Müslümanlar savaşsız olarak bırakılan ganimetleri ele geçirmiş oldular.[312]

9- Beni'l-Mustalak Savaşı ve Münafıklığın Rolü

Beni'l-Mustalak kabilesinin lideri Haris b. Ebu Dirar'ın Medine'ye saldırma hazırlığı yaptığı yolunda yeni haberler geldi. Hz. Peygamber (s.a.a) her askerî harekât öncesinde yaptığı gibi soruşturma yaparak haberin doğruluğundan emin oldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber Müslümanlara çağrı yaptı. Müslümanlar da sefere çıkarak Beni'l-Mustalak kabilesinin askerleri ile Mureysi' adı ile anılan kuyunun yanında karşılaştılar. Taraflar savaşa tutuştu. Savaşta Beni'l-Mustalak kabilesinden on kişinin öldürülmesi üzerine müşrikler vuruşmayı yarıda bırakarak kaçtılar. Bu savaşta Müslümanlar çok miktarda ganimet elde ettiler. Ayrıca kabilenin çok sayıda kadını esir alındı. Bunlar arasında Haris kızı Cuveyriye de vardı. Hz. Peygamber (s.a.a) onu azat etti ve arkasından onunla evlendi. Bunun üzerine Müslümanlar Hz. Peygamber'in (s.a.a) ve sözü edilen Cüveyriye'nin hatırı için ellerindeki Beni'l-Mustalak kabilesinden alınmış esirleri serbest bıraktılar.[313]

Bu savaşta kabile taasubundan kaynaklanan kibir yüzünden az kalsın muhacirler ile ensar arasında fitne çıkacaktı. Hz. Peygamber (s.a.a) bu tür sloganların atıldığını öğrenince Müslümanlara: "Bırakın onları, onlar fitnedir." dedi.[314] Fakat münafıkların elebaşı Abdullah b. Ubeyy, hemen fitne çıkarmaya ve tartışmayı alevlendirmeye girişti. Muhacirleri koruyup onlara yardım ettikleri için çevresindeki Medine yerlisi Müslümanlara kınamalar yöneltti. Sonra: "Vallahi, eğer Medine'ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır." dedi. Abdullah b. Ubeyy'in bu yıkıcı gayretleri az kalsın başarıya ulaşacaktı. Bereket versin ki, Hz. Peygamber (s.a.a) Abdullah b. Ubeyy'in tahriklerinden ve münafıklığından emin olduktan sonra hemen Medine'ye dönme emri verdi. Bu arada Ömer b. Hattab'ın Abdullah b. Ubeyy'in öldürülmesi yolundaki görüşünü reddetti ve: "İnsanlar Muhammed arkadaşlarını öldürüyor dediklerinde durum nasıl olur Ey Ömer? Kesinlikle hayır!" dedi.[315] Hz. Peygamber (s.a.a) bir gün bir gece süren dönüş yolculuğu boyunca askerlerinin dinlenmesine izin vermedi. Bu yüzden Medine'ye varıldığında aşırı yorgunluktan hâlsiz düşen Müslümanlar uykuya daldılar. Böylece karşılıklı konuşmalara ve tartışmanın derinleşmesine fırsat verilmemiş oldu. Medine'nin kapılarına gelindiğinde Abdullah b. Ubeyy'in oğlu Abdullah, başka hiçbir Müslüman işe karışmadan babasını kendi elleri ile öldürmesi yolunda Hz. Peygamber'den (s.a.a) izin istedi. Çünkü eğer Müslümanlardan biri babasını öldürme işine katılacak olursa, öfkeye kapılıp babasının intikamını almaya kalkışacağından endişe ediyordu. Fakat rahmet nebisi olan Hz. Peygamber (s.a.a) ona: "Hayır, öyle şey olmaz. Tersine, bizimle beraber oldukça ona yumuşak ve arkadaşça davranacağız." dedi. Arkasından oğul Abdullah şehir kapısında durarak, Resul-i Ekram (s.a.a) izin vermedikçe babasının şehre girmesini engellemek amacıyla harekete geçti.[316] İşte bu ortamda münafıkların davranışlarını ve gizli niyetlerini açıklayan Münafıkûn Suresi indi.

10- Cahiliye Geleneklerinin Kaldırılması

Hz. Peygamber (s.a.a) bir defasında o engin merhameti ve insan sevgisi ile dolu temiz kalbi ile Kureyşliler karşısında ayağa kalkarak: "Ey burada bulunanlar, şahit olun ki, şu Zeyd benim oğlumdur." dedi.[317] Böylece Zeyd, kölelik konumundan Allah kullarının en üstünü olan Hz. Peygamber'in oğlu olma mertebesine geçti. Sözü edilen Zeyd, peygamberliğin daha ilk günlerinde Resulullah'a (s.a.a) samimî bir yönelişle iman etmişti. Günler geçti ve Zeyd, yüce Peygamber'in (s.a.a) gözetimi altında erkeklik çağına girdi. Büyük bir devrimcinin ve yüce bir ıslâhatçının ancak gösterebileceği bir cesaretle Hz. Peygamber (s.a.a) halasının kızı Zeynep bint-i Cahş'ı bu Zeyd'e eş olarak seçti. Zeynep, itibarlı sosyal konumundan ve yüksek düzeyli soyluluğundan vazgeçerek, bu konumunun ayrıcalığını gözden çıkararak vaktiyle köle olan bir erkekle evlenmeyi ilk başta reddetti. Fakat samimî imanı onu yüce Allah'ın emrine olumlu karşılık vermeye sevk etti. Çünkü yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah ve Resulü, bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek veya kadın o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur."[318]

Bu uygulama ile Resulullah (s.a.a) ölümsüz risaletin değerlerini uygulamak üzere köhne cahiliye geleneklerine son vermenin parlak ve şaheser bir örneğini verdi. Fakat aradaki kültür farkı ile huy uyuşmazlığı, cahiliye tortularından yana hâlâ sıkıntı çeken bir toplumda bu ufuk açıcı tecrübenin başarılı olmasına engel oldu. Hz. Peygamber (s.a.a) bu ilişkide beliren geçimsizleri düzeltmek için araya girdi. Böylece işin bir çıkmaz sokağa girmesine meydan vermemeye çalıştı. Bu amaçla Zeyd'e: "Eşini yanında tut ve Allah'tan kork." diyerek nasihat verdi. Fakat Zeyd'in Zeynep'ten şikâyet etmesinin ardı arkası kesilmedi. Nihayet bu şikâyetler Zeyd'in Zeyneb'i boşaması ile sonuçlandı.

Bir süre sonra evlâtlık edinilen çocukların öz evlât gibi sayılmaları yolundaki yaygın Arap geleneğinin kaldırılması ile ilgili ilâhî emir indi. Bu emri içeren ayette şöyle buyuruluyordu: "Allah... evlâtlıklarınızı da (öz) çocuklarınız gibi saymadı. Bu, sizin (yalnızca) ağzınızla söylemenizdir. Allah ise hakkı söyler ve (doğru olan) yola yöneltip iletir."[319] Ancak yüce Allah, evlâtlıklar için velilik hakkı ile din kardeşliğini geçerli saydı.

Yüce Allah ayetler indirerek bu batıl geleneği yıkma bağlamında Peygamberi'ne (s.a.a) Zeyd tarafından boşandıktan ve bekleme süresini tamamladıktan sonra Zeynep ile evlenmesini emretti. Mesele ile ilgili az önce okuduğumuz ayetlerde yüce Allah Hz. Peygamber'i (s.a.a) söz konusu cahiliye geleneğini kaldırmaya, insanlardan korkmayarak tam bir cesaretle yüce Allah'ın hükümlerini uygulamayı sürdürmeye teşvik etmiştir.[320]


MÜŞRİKLERİN güç gösterisi VE sert ilâhî ceza

Müşrik Güçlerin İttifakı ve Hendek Savaşı

Hicret'in beşinci yılı sona ermek üzereydi. Müslümanların karşılaştıkları bütün olaylar, yaptıkları bütün savaşlar, genç devleti savunma ve Medine çevresinde emniyeti daha da yerleşik kılma amacına yönelikti. İslâm dinine ve İslâm devletine düşman çevreler ve odaklar tarafından meydana gelen olaylar, tür ve sayı bakımından daha önceki yıllara göre farklılık gösteriyordu. Yahudiler bu olay çeşitliliğini lehlerine kullanarak bunları bir noktada merkezleştirmeye, zenginleştirmeye, güçlendirmeye ve düşmanlık dürtüsünün kışkırtıcı unsuru yapmaya çalışıyorlardı. Tek amaçları bu yolla İslâmiyet'in varlığının köklerini Arap Yarımadası'ndan söküp çıkarmaktı. Bu gayretlerinin bir örneği şu oldu: Müşrikler bunlara gelerek İslâm dininin mi, yoksa putperestliğin mi daha üstün olduğunu sordular. Yahudiler bu soruyu fırsat bilerek putperestliğin İslâm dininden daha üstün olduğunu ileri sürmekten, müşriklerin kafalarında çöreklenen ve bu vehmi pekiştirmekten geri kalmadılar.[321]

Bunlara ek olarak müşrik kabileleri birleştirip kendilerine askerî taktikler verdikten sonra onları İslâm devletinin başkenti olan Medine'ye doğru sefere çıkarmayı başardılar. Bu haber tedbirli, uyanık ve her türlü siyasî hareketi güvenilir gözlerle (casuslarıyla) yakından izleyen bir başkomutan olan Hz. Peygamber'in (s.a.a) kulağına çok çabuk ulaştı.

Hz. Peygamber (s.a.a) bu ani gelişme karşısında ne yapılması gerektiği konusunda sahabîlerle istişarelerde bulundu. Müzakereler sonunda Medine'nin açık (sursuz) tarafının önünde hendek kazılmasına karar verildi. Hendeğin kazılması işlemi iş bölümüne bağlandıktan sonra Hz. Peygamber (s.a.a) bu kazı işine Müslümanlarla birlikte bizzat katıldı. Onları şu sözleri ile çalışmaya teşvik ediyordu: "Ahiret hayatından başka hayat yoktur. Allah'ım, ensarı ve muhacirleri bağışla!"[322]

Samimî Müslümanların gösterdikleri gayrete ve heyecana rağmen işlerin ilerlemesini engellemede de münafıkların ve görev kaçaklarının rolü de önemsenmeyecek kadar az değildi.[323]

Sayıları on bin kadar savaşçıya ulaşan müşrik müttefik güçler Medine'nin etrafını sardı. Şehrin sursuz tarafı önüne kazılan hendek içeri girmelerine engel olduğu kadar daha önce hiçbir yerde görmedikleri bu savunma yöntemi onları dehşete düşürdü. Hz. Peygamber (s.a.a) üç bin savaşçı ile Sel’i tepesinein tabanına çıktı. Buradan sürpriz gelişmelere karşı koymak için görevleri ve rolleri savaşçılar arasında dağıttı.

Müttefik güçler bir aya yakın bir süre boyunca Medine'yi kuşatma altında tuttular, fakat birkaç kişi hariç hendeği geçmeyi bir türlü başaramadılar. Bu süreçte Müslümanlar parlak tutumlar sergilediler. Bu direnişin başta gelen kahramanı Ebu Talip oğlu Ali (a.s) idi. Hz. Ali Müslümanların, karşısına çıkmaktan çekindikleri, tanınmış bir Arap kahramanı olan Amr b. Abdevud adında bir savaşçı ile teke tek dövüşmeye çıktığı zaman Hz. Peygamber (s.a.a) tarafından cesur tutumu şu sözlerle taçlandırıldı: "İmanın bütünü şirkin bütününün karşısına çıktı." Çünkü Müslümanlar bu müşrik dövüşçünün karşısına çıkmaktan kaçınmışlardı.[324]

Benî Kurayza Yahudileri Müslümanlara karşı herhangi bir savaşa girmeyeceklerine dair Resulullah (s.a.a) ile anlaşma yapmış oldukları hâlde müşrikler onlardan yardım isteme girişiminde bulundular. Önder Resul (s.a.a), Yahudilerin savaşa katılma ve Müslümanlara karşı bir iç cephe açma kararında olduklarını kesin olarak anladı. Fakat yine de Sa'd b. Muaz ile Sa'd b. Ubade'yi Benî Kurayza Yahudilerinin tutumunu öğrenmeye gönderdi. Bu iki sahabînin dönüşte daha önce gelen haberleri pekiştirmeleri üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu: "Allahu ekber. Ey Müslümanlar, fetih ile müjdelenin."[325]

Müslümanlara Yönelik Baskı

Müslümanlar Medine kuşatması sırasında çeşitli baskılara maruz kaldılar. Bu baskıların başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz:

1- Besin maddesinin kıtlaşması: Öyle ki, açlığın kara bulutunun Müslümanların üzerine çökmesine ramak kaldı.[326]

2- Ağır hava şartları: Uzun kış gecelerinin dondurucu soğuğu iliklere kadar işliyordu.

3- Münafık şebekelerin, Müslümanların safları arasında yürüttükleri amansız psikolojik savaş, Müslümanları savaşmaktan caydırma girişimleri ve onları direnmeye devam etmenin kötü sonuçlar doğuracağı yolundaki korkutmaları.

4- Kuşatma süresi boyunca sürpriz bir saldırıya uğramak endişesi ile katlanılan sürekli gece uykusuzluğu. Bu durum Müslümanları bitkin düşürmüştü. Çünkü müttefik güçlerin çokluğu ile karşılaştırıldığı zaman sayıları azdı.

5- Benî Kurayza Yahudilerinin arkadan vurma girişimleri: Öyle ki, bunların bu ihaneti, Müslüman güçleri içeriden tehdit eden ve Medine'de yaşayan ailelerinin güvenliği ile ilgili endişelerini arttıran ciddi bir tehlike idi.

Düşmanın Hezimeti

Müttefik güçlerin farklı niyetleri ve değişik hedefleri vardı. Kureyş kabilesi Resulullah'a (s.a.a) ve ilâhî risalete yönelik düşmanlığının dürtüsü ile hareket ederken, Yahudiler Medine üzerinde nüfuzlarını geri alma peşinde idiler. Gatafan, Fezare ve diğer kabileler de Yahudilerin kendilerine vaat ettikleri Hayber mahsullerine göz dikmişlerdi. Bunlar bir yana, öbür yandan kuşatma şartlarının sertliği, müttefik savaşçıların gönüllerinde bıkkınlık ve isteksizlik meydana getirmişti. Ayrıca Müslümanların gösterdikleri dayanıklılığın ve güçlülüğün yanı sıra Nuaym b. Mesud'un müttefik güçlerin savaşçıları ile Yahudiler arasında gerçekleştirdiği bölücülük faaliyetleri de bellerini büküyordu. Sözü geçen Nuaym Müslüman olduktan sonra Resulullah'a (s.a.a) gelerek: "Ne istersen bana emret." dedi. Hz. Peygamber ona şu karşılığı verdi: "Sen bizim aramızda tek bir kişisin. (Bizimle savaşa katılmanın fazla bir önemi olmaz) En iyisi sen elinden geldiği kadar düşman askerlerini bizimle savaşmaktan vazgeçir. Zira savaş hiledir."

Bütün bunlara ek olarak yüce Allah müttefik güçler üzerine sert ve soğuk bir rüzgâr gönderdi. Bu güçlü rüzgâr müttefik savaşçılarda korku ve kaygı meydana getirdiği gibi çadırlarını söktü ve içlerinde yemek pişirdikleri kazanlarını devirdi. Bunun üzerine Ebu Süfyan yüksek sesli bir çağrı ile Kureyşlilere geri dönme emri verdi. Bu emri alan Kureyşliler taşıyabilecekleri eşyalarını yanlarına alarak apar topar kaçtılar. Diğer kabileler de onları izledi. Öyle ki, sabahleyin gün ağardığında müttefik savaşçılardan tek bir kişi bile yerinde kalmamıştı. “Allah savaşı kazanmada müminlere yettigüçlü ve üstün iradelidir.”[327]

Benî Kurayza Savaşı ve Medine Yahudilerinin Tasfiyesi

Benî Kurayza Yahudileri, Müslümanlara karşı besledikleri gizli kin ve düşmanlığı Hendek Savaşı'nda açığa vurdular. Eğer yüce Allah bu savaşta müttefik güçleri perişan etmemiş olsaydı, Benî Kurayza Yahudileri, Müslümanları arkadan vurmayı başaracaklardı. Bu yüzden Resulullah'ın (s.a.a), onların haince davranışlarına mutlaka bir karşılık vermesi gerekirdi. Bu yüzden Müslümanların dinlenmelerine fırsat vermeden Yahudileri kalelerinde kuşatmak üzere onlara hemen hareket etmelerini emretti. Böylece yeni askerî hareketin önemini vurgulamış oldu. Nitekim müezzin Müslümanlara şöyle seslendi: "Kim emir dinleyen ve aldığı emre itaat eden biri ise, ikindi namazını mutlaka Benî Kurayza Yahudilerinin bölgesinde kılsın."[328]

Hz. Peygamber (s.a.a) sancağını Hz. Ali'ye (a.s) verdi ve Müslümanlar çekmekte oldukları açlığın, uykusuzluğun ve müttefik kuşatmasının yol açtığı yorgunluğun acısı ile birlikte Hz. Ali'nin peşinden gittiler... Yahudiler Resulullah (s.a.a) ve Müslümanlar tarafından kuşatıldıklarını gördüklerinde, paniğe ve korkuya kapıldılar ve Hz. Peygamber'in onların varlıklarına son vermeden geri dönmeyeceğini iyice anladılar.

Yahudiler, müttefikleri Evs kabilesinin mensuplarından olan Ebu Lubabe b. Munzir'e gidip durumları hakkında görüşünü sordular. Fakat Ebu Lubabe, küçükleri ve yaşlıları ile ağlaya ağlaya kapısına dayanan Yahudilere hakkında bilgi sahibi olduğu akıbetlerini açıkladı.[329] Hz. Peygamber Benî Kurayza Yahudilerinden gelen ve daha önceki haince tutumları sebebi ile cezalandırılmaksızın Medine'yi terk edip gitmelerini içeren teklifi reddetti ve Allah'ın ve O'nun Resulü'nün hükmüne boyun eğmekten başka bir çareleri olmadığını söyledi. Evs kabilesi, Yahudilerinin talebi üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) nezdinde arabuluculuk girişiminde bulundu. Hz. Peygamber (s.a.a) Evs kabilesinin temsilcilerine: "Benimle müttefikleriniz arasında sizden birinin hakem olmasına razı olmaz mısınız?" diye sordu. Evs kabilesi temsilcilerinin: "Razıyız." diye karşılık vermeleri üzerine Hz. Peygamber (s.a.a): "O hâlde onlara söyleyin de Evs kabilesinden istedikleri bir kişiyi seçsinler." dedi. Yahudiler de Sa'd b. Muaz'ı hakem olarak seçtiler.[330]

Bu tercih, Yahudiler hesabına talihsiz bir seçimdi. Çünkü tercih ettikleri Sa'd b. Muaz, müttefiklerin toplantı düzenledikleri gün onlara gelerek Müslümanlar ile müttefikler arasında tarafsız bir tutum benimsemelerini istemişti; fakat Yahudiler buna yanaşmamıştı.

Sa'd hakem olarak belirlendiği zaman yaralı idi. Onu taşıyarak Resulullah'ın (s.a.a) yanına götürdüler. Hz. Peygamber onu karşıladı ve çevresindekilere: "Efendiniz için ayağa kalkın." dedi. Resulullah'ın (s.a.a) bu direktifi üzerine orada bulunanlar Sa'd'ı ayakta karşıladılar. Arkasından Sa'd, Yahudi erkeklerin öldürülmesine, kadınları ile çocuklarının esir alınmasına ve mallarının Müslümanlar arasında bölüştürülmesine hüküm verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) ona: "Onlar hakkında yedi göğün üzerinde bulunan Allah'ın hükmü ile hüküm verdin." dedi.[331]

Bu karar üzerine Resulullah (s.a.a), Benî Kurayza kabilesinin mallarını, beşte birlik bölümünü humus olarak çıkardıktan sonra, kadınları ve çocukları ile birlikte Müslümanlar arasında bölüştürdü. Atlı savaşçılara üç, piyade savaşçılara bir pay verdi. Arkasından humus olarak ayırdığı beşte birlik payı ilerdeki savunma görevlerine hazırlık yapmak üzere binek hayvanı, silâh ve başka teçhizat satın almak için Zeyd b. Harise'ye teslim etti.[332]



5. BÖLÜM

● Fetih Aşaması

● İslâm Yarımada Dışında

● Putperestliğin Yarımada'dan Tasfiyesi

● Hz. Peygamber'in Son Günleri

● Son İslâmî Risaletin Bazı ÖğretileriÖzellikleri

● Son Peygamber'in (s.a.a) Mirası

 


FETİH AŞAMASI

1- Hudeybiye Barışı

Hicret'in altıncı yılının sonuna yaklaşılmıştı. O sene Müslümanlar için sürekli bir cihat ve yıpratıcı bir savunma yılı oldu. Müslümanlar bu yılı İslâm risaletini yaymak, İslâm'ın hedeflediği insanı ve toplumu oluşturmak, İslâm medeniyetini meydana getirmek gayreti ile geçirdiler. Arap Yarımadası'nda yaşayan herkes bu dinin yüceliğini idrak etmişti; yine herkes onu yok etmenin, ortadan kaldırmanın imkânsız olduğunu fark etmişti. O dönemim en büyük siyasî ve askerî gücü olan Kureyş kabilesinin yanı sıra Yahudiler ve diğer müşrik güçlerle girişilen sıcak savaşlar İslâm'ın yayılmasına, öğretilerinin yaygınlaşmasına ve hedeflerine ulaşmasına engel olmadı.

Beytu'l-Haram hiç kimsenin özel mülkü veya belirli bir mezhebin ya da inanç grubunun ticaret ve geçim kaynağı değildi. Hatta Oorada çeşitli heykeller ve putlar vardı. Bunlara inananlar onları ziyaret ederlerdi. Fakat Kureyş kabilesinin azgınlığı ve zorbalığı, Hz. Peygamber'i (s.a.a) Beytu'l-Haram'ı ziyaret etmekten alıkoymuştu.

Hz. Peygamber (s.a.a) o sırada Kureyş kabilesinin İslâm'a karşı takındığı tutumu sürdürme konusunda zora girdiğini anladı. Bu bilinçle Müslümanlar ile beraber umre görevini yerine getirmek üzere ibadet amaçlı bir yolculuk düzenlemeyi kararlaştırdı. Aynı zamanda bu fırsattan yararlanarak İslâm çağrısını devam ettirmeyi, imkân bulduğu oranda İslâm inancının temel kavramlarını, ayırıcı özelliklerini açıklamayı ve bunların yanı sıra Beytu'l-Haram'a yönelik saygısını ve kutsama içerikli yaklaşımını ifade etmeyi tasarlıyordu. Onun bu hareketi İslâm risaleti ile ilgili yeni bir açılım dönemi, savunma aşamasından yayılma ve saldırı aşamasına geçiş dönemi olacaktı.

Hz. Peygamber (s.a.a) ve sahabîleri sarp bir yolu aştıktan sonra Hudeybiye diye adlandırılan düz bir bölgeye indiler. Bu düzlüğe indiklerinde Hz. Peygamber'in devesi yere çöktü. Bunun üzerine Peygamber: "Böyle yapmak onun alışık olduğu bir şey değildi. Onu yürümekten alıkoyan güç, Mekke'de fili yürümekten alıkoyan güçtür." dedi.[333]

Arkasından Hz. Peygamber (s.a.a) orada konaklamayı emretti ve şöyle dedi: "Bugün eğer Kureyş kabilesi beni sıla-i rahim (akraba ziyareti) içeren bir plânı kabul etmeye çağırsalar, bu izni onlara veririm."[334] Fakat Kureyşliler Müslümanları gözetlemeye aldılar ve atlı askerleri de geçecekleri yolu tuttular. Arkasından da Hz. Peygamber'in (a.s) amacını öğrenmek ve onu Mekke'ye girmekten vazgeçirmek maksadı ile Huzaa kabilesinden bir heyetin başında Budeyl b. Verka'yı aracı olarak gönderdiler. Heyet, Hz. Peygamber (s.a.a) ile görüştükten sonra onun amacının barış ve umre ziyareti olduğu konusunda Kureyşlileri ikna etmek üzere geri döndü. Fakat Kureyşliler ikna olmaya yanaşmayarak Habeşlilerin lideri olan Huleys'in başkanlığında başka bir heyet gönderdiler. Hz. Peygamber Huleys'in gelmekte olduğunu gördüğünde: "Bu gelen adam Allah'ın yüceliğini kabul eden bir kavimdendir." dedi. Huleys, konaklama yerinin çevresindeki kurbanlık hayvanları görünce, Hz. Peygamber ile görüşme gereğini duymadan Kureyşlileri onun ve diğer Müslümanların umre yapmak amacı ile geldikleri hususunda ikna etmek üzere geri döndü. Fakat Kureyşliler yine ikna olmayarak Sakıf kabilesinden Mesut b. Urve'yi elçi olarak gönderdi. Mesut, Hudeybiye'ye vardığında gördüğü manzara karşısında şaşkınlıktan donakaldı. Çünkü Müslümanlar, Hz. Peygamber'in abdest alırken yıkadığı azalarından akan suyunun dağılan damlalarını toplamak için birbirleriyle yarışıyorlardı. Bu manzarayı gördükten sonra geri dönen Mesut, Kureyşlilere şöyle dedi: "Ey Kureyşliler, ben Kisra'nın sarayına da, Kayser'in sarayına da, Necaşî'nin sarayına da gittim. Vallahi, Muhammed'in sahabîlerinin ona olan bağlılıkları gibi hiç kavmin hükümdarına bağlı olduğunu görmüş değilim. Ben öyle bir kavim gördüm ki, onlar Muhammed'i hiç sebeple teslim etmezler. Görüşlerinizi buna göre ortaya koyun."[335]

Hz. Peygamber (s.a.a) Müslümanların bu ibadet amaçlı yolculuğu sırasında haram aylara saygı gösterdiğini fiilen ifade etti. Çünkü Müslümanlar yolcular tarafından taşınması gereken silâhlar dışında hiçbir silâh yanlarına almamışlardı. Ayrıca Medine civarında yaşayan kabileleri Müslümanlığı kabul etmemiş olmalarına rağmen bu yolculukta Müslümanlar ile birlikte olmak için çağırmıştı. Böylece İslâm ile diğer güçler arasındaki ilişkinin savaş esasına dayanmadığını vurgulamak istemişti.

Hz. Peygamber (s.a.a) asgarî bir tahmine göre bin dört yüz kişilik bir Müslüman cemaatle yola çıktı. Yetmiş deveden oluşan kurbanlıkları önden göndermişti. Hz. Peygamber'in (s.a.a) umre ziyareti yapmak amacı ile Müslümanlarla birlikte yola çıktığı haberi Kureyşlilere ulaştı. Önlerinde iki yol vardı. Ya Müslümanların Umre ziyareti yapmalarını hoşgörü ile karşılayacaklardı. O takdirde Müslümanların Beytü'l-Haram'ı ziyaret etmek şeklindeki arzuları gerçekleşecek, muhacirler ailelerini ve akrabalarını görme mutluluğuna kavuşacak ve imkân olursa onları İslâm'a çağıracaklardı. Ya da Kureyşliler, Müslümanların Mekke'ye girmelerine engel olacaklardı. O takdirde Kureyş kabilesinin itibarı sarsılacaktı. Sadece umre ziyareti yapmak ve kutsal Kâbe'ye saygılarını ifade etmek isteyen barışçı bir topluluğa kötü davranması sebebi ile diğer kabilelerin kınanmalarına hedef olacaktı.

Kureyşliler sertlik ve inatçılık dışında kalan her yaklaşımı reddederek Halid b. Velid komutasında yaklaşık iki yüz kadar atlıyı Peygamber'i ve Müslümanları karşılamak üzere yola çıkardılar. Hz. Peygamber (s.a.a) savaşçı olarak değil de ihrama girmiş olarak yola çıktığı için Kureyşlilerin bu tavırları karşısında şöyle dedi: "Yazıklar olsun şu Kureyşlilere, savaş onları yedi bitirdi. Benimle Araplar arasından çıksalar ne kaybederler? Eğer Araplar beni ortadan kaldırsalar, istedikleri olmuş olurdu. Eğer Allah beni onlar karşısında üstün getirse, bol servete kavuşmuş olarak İslâm'a girerlerdi. Yok, eğer böyle yapmak istemeseler, güçlü oldukları hâlde savaşırlardı. Kureyşliler ne sanıyorlar? Vallahi, Allah'ın benimle gönderdiği din uğruna cihat etmeye devam edeceğim. Ya Allah bu dini üstün getirir veya şu bindiğim deve yalnız kalır [canımı bu yolda veririm]."

Bunları söyledikten sonra Kureyşli atlıların yolundan saparak başka bir yola girdi. Böylece bir çatışma çıkmasından kaçınmak istedi. Çünkü Kureyşliler çıkabilecek olan çatışmayı tutumlarının doğruluğunu kanıtlayan bir bahane ve övünme sebebi olarak kullanacaklardı. Hz. Peygamber (s.a.a) Huzaa kabilesinden Hıraş b. Ümeyye'yi durum hakkında müzakere yapsın diye Kureyşlilere gönderdi. Fakat adamın devesinin ayaklarını keserek öldürdüler. Az kalsın kendisini de öldürüyorlardı. Kureyşliler örflere ve geleneklere saygıyı ve yükümlülüğü gözetmiyorlardı. Kureyşliler müzakere teklifini reddetmelerinin hemen arkasından elli kişilik bir grubu Müslümanları kışkırtmak için görevlendirdiler. Bunlar aracılığı ile Müslümanlardan barış sıfatı ile çelişen bir tepki almayı umuyorlardı. Fakat plânları başarısız oldu. Müslümanlar, üzerlerine gönderilen kışkırtıcıları esir almayı başardı; ancak Resulullah (s.a.a) onları affetti. Böylece barışçı amacını vurgulamış oldu.[336]

Hz. Peygamber (s.a.a) Kureyşlilere başka bir elçi göndermek istedi. Hz. Ali'yi kendisini temsil etmek üzere elçi olarak göndermeyi uygun görmedi. Çünkü Hz. Ali İslâm'ı savunmak için yapılan savaşlarda Kureyş kabilesinin büyüklerini öldürerek canlarını yakmıştı. Bu yüzden Hattab oğlu Ömer'i seçti. Fakat Ömer hiçbir Kureyşliyi öldürmemiş olmasına rağmen kendisine zarar vereceklerinden korktu ve Hz. Peygamber'e (s.a.a) Affan oğlu Osman'ı göndermesini teklif etti.[337] Çünkü Emevî kökenli idi ve Ebu Süfyan'ın akrabası oluyordu. Kureyşliler ile görüşmeye giden Osman'ın dönüşü gecikti ve öldürüldüğü haberi yayıldı. Bu haber Mekke'ye girmek için harcanan barışçı çabaların başarısızlığını gösteren bir uyarı idi. Hz. Peygamber'in savaşmaya hazırlanmaktan başka bir çaresi kalmamıştı. İşte Rıdvan Biati o sırada gerçekleşti. Peygamber bir ağacın altında oturdu ve sahabîleri ne pahasına olursa olsun kararlı ve sebatkâr davranacaklarına dair kendisine biat ettiler. Fakat Osman'ın dönmesi ile Müslümanların öfkesi yatıştı. Kureyşliler Peygamber (s.a.a) ile müzakere yapmak üzere Süheyl b. Amr'ı gönderdiler.

Barış Şartları

Kureyşlilerin temsilcisi Süheyl'in barış şartları konusunda katı davranması sebebi ile az kalsın müzakereler başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Fakat sonunda birtakım şartlar üzerinde anlaşma oldu. Bu şartları şöyle sıralayabiliriz:

1- Her iki taraf on yıl boyunca savaştan uzak duracaklarını taahhüt ettiler. Bu süre içinde insanlar güvene kavuşacaklar ve birbirlerinden uzak duracaklardı.

2- Herhangi bir Kureyşli velisinden izinsiz olarak Muhammed'e gelirse, Muhammed onu Kureyşlilere geri verecek; buna karşılık Muhammed'in yanındakilerden biri Kureyşlilerin yanına giderse, Kureyşliler onu geri vermeyeceklerdi.

3- Kim Muhammed'in akdi ve ahdi altına girmek isterse, buna girer. Kim Kureyş kabilesinin akdi ve ahdi altına girmek isterse, buna girer.

4- Muhammed, sahabîleri ile birlikte bu yıl Mekke'ye girmeyerek Medine'ye dönecek. Gelecek yıl Mekke'ye girecek ve orada üç gün kalacak. Mekke'ye gelişinde yanında hayvan sırtında yolculuk edenlerin taşıyabilecekleri dışında başka silâh bulundurmayacak ve kılıçlar kınlarında olacak.[338]

5- Hiç kimse dinini terk etmeye zorlanmayacak. Müslümanlar Mekke'de açıkça ve özgürlük içinde Allah'a ibadet edecekler. İslâm Mekke'de açıkça uygulancak. Hiç kimse eziyet edilmeyecek ve hiç kimse kınanmayacak.[339]

6- Hırsızlık ve vurgunculuk olmayacak. Her iki taraf karşı tarafın mülkiyetine saygı gösterecek.[340]

7- Kureyş kabilesi hiç kimseyi Muhammed'e karşı insanla veya silâhla desteklemeyecek.[341]

Barış anlaşmasının maddeleri bazı Müslümanların hoşuna gitmedi. Hz. Peygamber'in (s.a.a) Kureyş karşısında geri adım attığı düşüncesi ile ona itiraz ettiler. Oysa onun Allah tarafından yönlendirildiğini, İslâm risaletinin geleceğine ve yüce çıkarlarına dört gözle baktığını kavrayamadılar. Hz. Peygamber (s.a.a) kendisine itiraz edenlere: "Ben Allah'ın kulu ve elçisiyim. O'nun emrine karşı gelmem ve O da beni yüzüstü bırakmaz." diyerek karşılık verdi. Hz. Peygamber bu sözüyle bazı Müslümanların hoşuna gitmeyen anlaşma maddelerini onayladı.

Diğer taraftan Ebu Cendel'in Kureyş kabilesine teslim edilmesi meselesi, bazı Müslümanların içerisinde ki bazı kimselerin sinirlerinin gergin olduğu bu ortamda yeni bir sert itiraz konusu oldu.[342]

Fakat bu barış, anlaşma maddelerinin bazı Müslümanlara verdiği görüntünün tersine, aslında Müslümanlar için açık ve büyük bir fetih niteliği taşıyordu. Çünkü çok geçmeden anlaşmanın şartları Müslümanların lehine döndü.

Bu arada Medine'ye dönüş yolunda putperestliğin önder gücü ile yapılan bu anlaşmanın gerçek boyutunu vurgulayan ve Müslümanlara yakında Mekke'ye girecekleri müjdesini veren Kur'ân ayetleri indi.[343]

Hudeybiye Barış Anlaşması'nın Sonuçları

1- Kureyş kabilesi, düzenli bir askerî ve siyasî güç olarak ve gerçek bir yeni bir devlet olarak Müslümanların varlığını kabul etti.

2- Müşriklerin ve münafıkların kalplerine korku girdi, fonksiyonları azalma yoluna girdi ve karşılaşmada  karşıya gelme durumunda zayıflıkları ortaya çıktı.

3- Barış ortamı İslâm'ın yayılmasına fırsat verdi. Çok sayıda kabile İslâm'a girdi. Çünkü Resulullah (s.a.a) İslâm risaleti hareketinin başlangıcından beri Kureyş kabilesinin kendisine karşı tutumunu İslâm'ı özgürce anlatabileceği ve güvenlik ortamında İslâm'ı açıklayabileceği bir fırsat vermesinibırakmalarını bekliyordu.

4- Müslümanlar Kureyş kabilesinden yana güvene kavuştular ve bu rahatlığın sonucu olarak bütün ağırlıklarını ve gayretlerini Yahudilere ve diğer İslâm karşıtlarına karşı koymaya yönelttiler.

5- Barış müzakereleri sayesinde Kureyş kabilesinin müttefikleri, Müslümanların tavrını anlamaya ve onlara karşı eğilim göstermeye başladılar.

6- Barış anlaşması, Hz. Peygamber'e (s.a.a) Arap Yarımadası dışındaki hükümdarlara ve devlet başkanlarına mektup ve elçi gönderme ve İslâmiyet'i Arap Yarımadası bölgesinin dışına taşımayı sağlayacak bir adım olarak Mute Savaşı'na hazırlanma imkânı verdi.

7- Barış anlaşması, putperestliğin en önemli kalesi olan Mekke'yi ilerdeki aşamalarda fethetmenin zeminini hazırladı.

2- İslâmî Risaletin Medine Dışına Adım Atması

Kureyş kabilesinin geçmişte İslâm'a son verme girişimleri, Hz. Peygamber'in devletin temellerini ve İslâm toplumunu sağlamlaştırmak, pekiştirmek ve savunmak uğruna verilen savaşlarla yıllar boyunca meşgul olmasına yol açan başlıca faktör oldu. Bu savaşlar sırasında Hz. Peygamber cihanşümul ve bütün dinlere son veren ilâhî mesajını tam bir özgürlük içinde tebliğ edememişti. Fakat Hudeybiye Barışı'nın imzalanması sayesinde Hz. Peygamber Kureyş kabilesinden yana güvene kavuştu. Bu güven ortamı, Hz. Peygamber'e (s.a.a) Arap Yarımadası'nı çevreleyen büyük güçlerin liderlerine ve gerek Arap Yarımadası'nda, gerekse dışında yaşayan toplumların başkanlarına elçilerini göndererek ilâhî direktifleri kendilerine açıkladıktan sonra onları İslâm'a çağırmak için uygun bir fırsat sağladı.

Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.a) bir defasında sahabîlerine: "Ey insanlar, Allah beni rahmet olarak ve herkese hitap etmekle görevlendirerek gönderdi. Havarilerin İsa Peygamber'e karşı çıktıkları tarzda bana karşı çıkmayın!" dedi.

Sahabîlerin: "Havariler İsa Peygamber'e nasıl karşı çıktılar?" diye sormaları üzere Hz. Peygamber (s.a.a) şu cevabı verdi: "İsa Peygamber havarilerini benim sizi çağırdığım görevin aynısına çağırdı. Ama aralarında yakın bir yere gönderileni razı oldu ve aldığı emre teslim oldu. Uzak bir yere gönderileni ise yüzünü ekşitti ve gevşek davrandı."[344]

Bunun üzerine çağrı ve hidayet elçileri Allah Resulü'nün emrini dünyanın çeşitli yörelerine ulaştırmak üzere yollara koyuldular.[345]

3- Hayber Savaşı[346]

Hz. Peygamber (s.a.a) samimî gayretleri, büyük tecrübesi, üstün cesareti ve ilâhî yönlendirme sayesinde Müslümanlara risalet bilinci, direniş ve iyilik merdiveninin basamaklarını bir bir tırmandırdı. Onların ruhlarına sabır ve birbirleriyle iyi ve kardeşçe geçinme tohumları ekti. İlâhî mesajı, mektupları ve elçileri aracılığı ile Arap Yarımadası dışındaki insanlık âlemine ve civardaki güçlerin liderlerine ulaştırmayı başardı.

Hz. Peygamber (s.a.a) bu tebliğ kampanyasını başlatırken, farklı tepkiler ile karşılaşabileceğini önceden hesap etti. Çağrıya muhatap olan liderlerin bazısının tepkisi, münafık grupların kalıntılarının ve özellikle tarihleri ihanetle ve arkadan vurma eylemleriyle dolu olan Yahudilerin yardımı ile girişeceği Medine'ye yönelik bir askerî saldırı olabilirdi.

Hayber, Yahudiler için güçlü bir kale ve büyük bir merkez konumunda idi. Bu yüzden Peygamber (s.a.a) geride kalmış bu gücü ortadan kaldırmaya karar verdi. Bu düşünce ile Hudeybiye dönüşünün üzerinden sadece birkaç gün geçer geçmez bin altı yüz kişiye ulaşan bir Müslüman ordusu hazırladı. Bu ordunun savaşçılarına şu sözleri ile asla ganimet elde etmek için sefere çıkmamalarını tembih etti: "İçinde sadece cihat arzusu olanlar dışında hiç kimse sakın bizimle sefere çıkmasın."[347]

Hz. Peygamber (s.a.a) bu sefere çıkmadan önce Yahudilerin müttefiklerini vehme düşürüp yanıltarak Yahudileri desteklemeye koşmalarını engelleyen bir yöntem izledi. Böylece savaşın uzamasını önlemeyi hesap etmişti.

Müslüman güçler, Yahudilerin kalelerine ve surlarına sürpriz bir saldırı düzenlediler. En önde Hz. Peygamber'in (s.a.a) sancağını taşıyan Hz. Ali (a.s) yürüyordu.

Yahudiler öteden beri sağlam bir plâna göre korunmuş kalelerine kapandılar. Sonra iki taraf arasında arka arkaya silâhlı atışmalar meydana geldi. Müslümanlar bu atışmalar sırasında birkaç önemli mevzii ele geçirmeyi başardılar. Bununla birlikte çatışmalar şiddetli oldu ve kuşatma süresi uzadı. Müslümanlar bu kuşatma sırasında çok açlık çektiler. Hatta bu yüzden normal durumda yenmeyecek maddeleri yemek zorunda kaldılar.

Resulullah (s.a.a) sancağını, fetih ellerinde gerçekleşsin diye, birkaç sahabîye verdi. Fakat ellerine sancak alanların girişimleri ya kaçışla ya da başarısızlıkla sonuçlandı. Müslümanların bitkinliği son noktaya ulaşınca, Hz. Peygamber (s.a.a): "Yarın bu sancağı Allah ve Resulü'nü seven, Allah'ın ve Resulü'nün de onu sevdiği, ısrarla öne atılan, asla kaçmayan, birine vereceğim. Allah onun eliyle Allah fetih nasip etmedikçe o geri dönmezyen birine vereceğim." dedi.[348]

Hz. Peygamber (s.a.a) ertesi gün Hz. Ali'yi çağırarak sancağı ona verdi ve fetih onun ellerinde gerçekleşti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) ve Müslümanlar sevindiler. Resulullah (s.a.a) geride kalan Yahudiler ile teslim olmalarından sonra artık Müslümanların mülkü olan tarlalarının ürününün yarısı kendilerine kalmak üzere barış anlaşması yaptı. Buranın geride kalan Yahudilerine Beni'-Nadîr, Benî Kaynuka ve Benî Kurayza Yahudilerine davrandığı gibi sert davranmadı. Çünkü geride kalan bu Yahudilerin gücü Medine'de önemli bir etki meydana getirecek nitelikte değildi.

4- Hz. Peygamber'e (s.a.a) Suikast Girişimi

Bir grup, gizli kinlerini yatıştırmak ve düşmanca duygularını tatmin etmek için Hz. Peygamber'e (s.a.a) suikast düzenleyerek onu öldürmeye karar verdi. Bu maksatla Yahudi Selâm b. Muişkiem'in eşi Zeynep bint-i Haris, Hz. Peygamber'e kızarmış bir koyun ikram etti. Kadın, koyuna zehir katmış ve zehirin en çoğunu koyunun ön butlarına aşılamıştı. Çünkü Resulullah'ın (s.a.a) koyunun en çok ön butlarını sevdiğini biliyordu.

Kadın, koyunu Resulullah'ın (s.a.a) önüne koyunca Hz. Peygamber ön budunu alarak ondan bir lokma ağzına alıp çiğnedi; ama yutmadan ağzından çıkardı. Fakat bu koyundan kopardığı bir diğer lokmayı da çiğneyip yutmuş olan Bişr b. Bera' b. Ma'rur, zehirlenerek öldü.

Hz. Peygamber (s.a.a) işlemek istediği bu cinayeti itiraf eden kadını affetti. Çünkü kadın, Hz. Peygamber'in gerçekten peygamber olup olmadığını denemek için bu işe giriştiğini ileri sürdü. Aynı şekilde kadın ile birlikte bu suikastın düzenlenmesine katılanları araştırıp kovuşturmaya da girişmedi.[349]

5- Fedek Halkının Teslim Olması

Hakkın ve adaletin hücumları önünde ihanet yuvaları birbiri peşi sıra düştü. Yüce Allah'ın yardımı ile Hayber'in fethi gerçekleşir gerçekleşmez Allah, Fedek halkının kalplerine korku saldı. Bu korkunun etkisi ile Resulullah'a (s.a.a) bir heyet göndererek barış anlaşması imzalamak istediklerini bildirdiler. Peşin olarak kabul ettikleri şartlara göre Fedek bahçelerinden elde edilen ürünün yarısını Hz. Peygamber'e verecekler ve itaatkâr ve barışa sadık kişiler olarak İslâm egemenliğinin sancağı altında yaşayacaklardı. Resulullah (s.a.a) bu şartlar üzerine barış teklifini kabul etti.

Böylece Fedek bölgesi, Kur'ân'ın hükmüne göre Resulullah'ın (s.a.a) özel mülkü oldu. Çünkü buraya hiçbir atın ayağı basmamış ve alınması için hiçbir silâh kullanılmamıştı. Zira buranın halkı tehditsiz ve savaşsız olarak Hz. Peygamber'e teslim olduğunu ilân etmişti. Resulullah (s.a.a) da burayı kızı Fatıma'ya (a.s) bağışladı.[350]

Fedek yöresinin teslim olması ile Arap Yarımadası'nın ihanet odaklarından temizlenmesi işi tamamlandı. Böylece Yarımada, silâhlarından arındırılarak İslâm devletinin kanunlarının koruması altına alınan Yahudilerin fitnelerinden, ortalığı karıştırma girişimlerinden kurtuldu.

Hayber'in fethedildiği gün, Cafer b. Ebu Talip, Habeşistan'dan döndü. Hz. Peygamber (s.a.a) onu karşılayarak alnından öptü ve "Bu iki olayın hangisine sevineyim? Hayber'in fethedilmesine mi, yoksa Cafer'in gelmesine mi?" dedi.[351]

6- Kaza Umresi

Hudeybiye Barışı'yla geçen süreçte Müslümanların İslâm egemenliğinin dayanaklarını sürekli pekiştirme gayretleri devam ettiile geçen süreçte Hudeybiye Barışı'nın günleri doldu. Hayber kalesinin fethedilmesinden sonra önemli bir askerî harekât olmadı. Sadece karışıklık çıkaran bazı unsurlar üzerine tebliğ veya bastırma amaçlı birkaç seriye sefere çıkarıldı.

Hudeybiye Barışı'nın üzerinden bir yıl geçti. Bu süre zarfında her iki taraf da anlaşmanın şartlarına uydular. Şimdi Hz. Peygamber'in ve Müslümanların anlaşmaya göre Beytü'l-Haram'ı serbestçe ziyaret etmelerinin vakti gelmişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber'in münadisi Müslümanların kaza umresini yerine getirmek için hazırlık yapmaları yolunda çağrıda bulundu. Hz. Peygamber'le birlikte iki bin kadar Müslüman yola çıktı. Müslümanların yanlarında silâh yoktu, sadece kınlarında olan kılıçlarını götürmüşlerdi. Ama yine de Hz. Peygamber (s.a.a) bir arkadan vurma girişiminin olabileceğinden çekiniyordu. Bunun için beklenmedik gelişmeler karşısında savunma yapmaya hazır hâlde beklesinler diye silâhlı bir birliği Merru'zd-DZahran denen yere yerleştirdi.

Hz. Peygamber (s.a.a) Zu'l-Huleyfe'ye varınca kendisi ve beraberindeki sahabîleri ihrama girdiler. Yanına kurbanlık olarak altmış büyük baş hayvan aldı. Atlılarar kafilenin önünden gidiyordu. Sayıları yüz kadar olan bu hayvanlar kervanının başında Muhammed b. Mesleme vardı. Bu arada Mekke şefleri ile onların peşlerinden giden halk da Mekke yakınlarındaki şehre bakan dağlara ve tepelere çıktılar. Böylece Hz. Peygamber'i (s.a.a) ve ashabını görmek, onları seyretmek istemediklerini kanıtlamak istiyorlardı. Fakat Hz. Peygamber'in (s.a.a) azameti ve Müslümanların, Resulullah'ın çevresini sararak yüksek sesli telbiyeleri ile etrafı çınlatan görüntülerinin heybeti gözlerini kamaştırdı ve onları, ziyaret görevlerinin gereklerini yerine getiren Hz. Peygamber'i (s.a.a) ve Müslümanları kendilerini kaybetmiş bir şaşkınlık hâlinde seyretmeye sevk etti.

Hz. Peygamber (s.a.a) Beytullah'ın çevresini, yularını Abdullah b. Revaha'nın tuttuğu binek hayvanının sırtında tavaf etti ve Müslümanların yüksek sesle şunları haykırmalarını emretti: "Tek Allah'tan başka ilâh yoktur. O'nun vaadi gerçekleşti. O kulunu destekledi, ordusunu üstün getirdi ve tek başına müttefikleri bozguna uğrattı."

Bu sözlerin nidaları Mekke'de ve şehrin vadilerinde çınladı. Müşriklerin kalpleri korkudan küt küt çarptı ve yedi yıl önce bu şehirden kovalanıp bir kaçak olarak çıkan Hz. Peygamber'e yönelik ilâhî destek tablosu gönüllerini kin ve öfke ile doldurdu.

Hz. Peygamber (s.a.a) ve Müslümanlar, umre ibadetinin gereklerini tamamladılar. Onları istemeyerek izleyen Kureyşliler, İslâm'ın ve Müslümanların ne kadar güçlü olduğunu yakından gördüler. Böylece Hz. Peygamber'in (s.a.a) ve beraberindekilerin Medine'ye göç etmiş olmaları sebebi ile sıkıntıda, darda ve çaresizlik içinde oldukları yolunda aldıkları haberlerin yalan olduğunu kesinlikle anladılar.

Bilal Kâbe'nin damına çıkarak Kureyşli kâfirleri kine boğan çarpıcı bir manevî atmosfer içinde öğle ezanını okuyarak tevhid çağrısını ilân etti... Artık Mekke bütünü ile Müslümanların tasarrufu altında idi.

Muhacirler Allah yolunda terk etmiş oldukları evlerini ziyaret etmek ve uzun bir ayrılıktan sonra aileleri ve akrabaları ile buluşup görüşmek üzere ensardan kardeşlerinin eşliğinde şehre dağıldılar.

Müslümanlar Mekke'de üç gün kaldıktan sonra Kureyş kabilesi ile yapmış oldukları anlaşma gereğince şehirden ayrıldılar. Ayrılmadan önce Hz. Peygamber'in (s.a.a) Meymune ile evlenme töreninin burada yapılması yolundaki isteğini Kureyşliler reddettiler. Çünkü eğer Hz. Peygamber'in (s.a.a) Mekke'de kalışı uzayacak olursa, gücünün artacağından ve İslâm'ın Mekke toplumunu karıştıracağından korktular.

Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.a) yeni eşi Meymune'yi o gece alıp yanına getirmesi işi ile Ebu Rafi'i görevlendirerek öğle namazından önce Müslümanları yanına alarak Mekke'den ayrıldı.[352]


İSLÂM YARIMADA DIŞINDA

1- Mute Savaşı[353]

Hz. Peygamber (s.a.a) güveni Arap Yarımadası'nın kuzeyine yaymaya, o yörenin halkını İslâm'a çağırmaya ve oradan Şam'a doğru ilerlemeye karar verdi. Bu düşünce ile Haris b. Umeyr Ezdî'yi Gassanî hükümdarı Haris b. Ebu Şimr'e elçi olarak gönderdi. Fakat Gassanîlerden Şurahbil b. Amr, Hz. Peygamber'in bu elçisinin yolunu keserek onu öldürdü.

Tam bu sırada Resulullah (s.a.a) bir Müslüman heyetini halkı İslâm'a çağırsınlar diye Şam tarafına gönderdi. Fakat Şam'a bağlı Zatu'l-Atlah denen yörenin halkı bu heyete saldırarak onları öldürdü. Heyet üyelerinin öldürüldüğü haberi Hz. Peygamber'e (s.a.a) gelince çok üzüldü ve Müslümanları sefere çıkmaya çağırdı. Üç bin savaşçıdan oluşan bir ordu hazırlayarak komutanlığına Zeyd b. Harise'yi tayin etti. Gerektiği takdirde Zeyd'in yerine Cafer b. Ebu Talib'in ve onun yokluğunda da yerine Abdullah b. Revaha'nın geçeceğini bildirdi. Birlik yola çıkmadan önce bir konuşma yaparak onlara şunları söyledi:

"Allah'ın adı ile savaşın... Onları İslâm'a girmeye çağırın... Eğer bu dediğinizi yaparlarsa, artık üzerlerine varma, onları kendi hâllerine bırak... Teklifinizi kabul etmezlerse, Allah'ın ve sizin bu ortak düşmanlarınız ile Şam'da savaşın. Orada insanlarla ilişkilerini kesip kiliselere ve manastırlara kapanmış birtakım adamlar bulacaksınız. Onlara ilişmeyin. Kendilerini şeytana adamış başka birtakım adamlar da bulacaksınız. Başlarında külahlar olacak. Bu külahları kılıçlarınızla başlarından düşürün. Sakın kadınları, süt çağındaki çocukları ve yaşlıları öldürmeyin. Sakın hurma ağaçlarını ve başka ağaçları kesmeyin ve evleri yıkmayın."[354]

Resulullah (s.a.a) sefere gönderdiği bu ordunun askerlerini Seniyyetü'l-Veda denen yere kadar uğurladı.

Müslüman ordusu, Meşarık diye adlandırılan yöreye varınca silâh, teçhizat ve asker sayısı bakımından beklediğinden çok daha büyük bir Bizans ordusu ile karşılaştı. Karşılarına çıkan Bizans ordusunun savaşçı sayısı iki yüz bini buluyordu. Müslüman ordusu Mute'ye yöneldi ve düşmana burada karşı koymaya karar verdi. Birçok sebebin etkisi ile Müslüman ordusunda çözülme belirdi ve ordunun üç komutanının üçü de öldürüldü. Çözülmeye yol açan faktörlerden biri, Müslümanların yabancısı oldukları ve yardım alacakları merkezlerden uzak bir yerde savaşmaları idi. Ayrıca Müslümanlar saldırı savaşı yaptıkları hâlde Bizanslılar büyük bir asker sayısı ile savunma savaşı yapıyorlardı. Bunlara ek bir faktör de taraflar arasındaki savaş tecrübesi konusundaki dengesizlikti. Bizans ordusu tarihte iz bırakan savaşlar yapmış düzenli bir güçtü. Oysa Müslüman ordusu, savaşçı sayısı az, tecrübesi yetersiz, oluşumu üzerinden az zaman geçmiş bir güçtü.[355]

Resulullah, Cafer b. Ebu Talib'in ölümüne çok üzüldü. Arkasından hüngür hüngür ağladı. Evine giderek ailesine taziyelerini sundu ve çocuklarını teselli etti. Cafer'in yanı sıra Zeyd b. Harise'ye de çok üzüldü.[356]

2- Mekke'nin Fethi[357]

Mute Savaşı'ndan sonra bölgedeki güçlerin tepkileri farklı oldu. Bizanslılar Müslümanların geri çekilmelerine, Şam'a girememelerine sevindiler.

Kureyşlilere gelince; onlara egemen olan duygu da sevinç oldu. Ayrıca, Müslümanlara yönelik cüretleri yeniden uyanmaya başladı ve güvenliği ihlâl etme yolu ile Hudeybiye Barışı'nı çiğneme girişimlerini devreye soktular. Bu amaçla Hudeybiye Barış Anlaşması'nın arkasından kendilerine müttefik olan Bekroğulları kabilesini, yine o anlaşmayı izleyen günlerde Hz. Peygamber (s.a.a) ile ittifak yapan Huzaaoğulları kabilesine karşı kışkırttılar. Bekroğulları'na silâh yardımı yaptılar. Bu yardımlardan yüz bulan Bekroğulları kabilesi, ansızın Huzaa kabilesine saldırarak her şeyden habersiz, güven içinde evlerinde oturan bu kabilenin bazı fertlerini öldürdüler. Öldürülenlerin bazıları ibadet hâlinde idiler. Bu baskın üzerine Huzaalılar korku içinde Resulullah'a (s.a.a) koşarak ondan yardım istediler. Bu kabilenin temsilcisi olan Amr b. Salim, mescidin bir köşesinde otururken bulduğu Resulullah'ın (s.a.a) önünde, ayakta durarak barış anlaşmasının çiğnendiğini anlatan ve şairinin kendisi olduğu beyitler okudu. Dinlediği bu beyitlerden etkilenen Resulullah (s.a.a) Amr'a: "Ey Amr b. Salim, sana yardım kesindiredildi." dedi.

Kureyşlilere gelince; uyandılar ve davranışlarının kötülüğünü anladılar. Müslümanlardan duydukları korkunun ve kapıldıkları paniğin baskısı altına girdiler. Yaptıkları toplantıda barışı yenilemek ve Hz. Peygamber'den (s.a.a) anlaşma süresinin uzatılmasını istemek üzere Ebu Süfyan'ın Medine'ye gönderilmesine oy birliği ile karar verdiler.

Fakat Hz. Peygamber (s.a.a) Ebu Süfyan'ın isteğine kulak asmadı. Ona: "Bir olay var mı?" diye sordu. Ebu Süfyan'ın: "Allah korusun." karşılığını vermesi üzerine Kureyş liderine: "Biz süremize ve barışımıza bağlıyız." cevabını verdi.

Ama Ebu Süfyan'ın kafası rahatlamadı ve aldığı cevabı yeterli bulmadı. Hz. Peygamber'den (s.a.a) taahhüt ve güvence alarak işi sağlama bağlamak istiyordu. Bunun için Hz. Peygamber (s.a.a) üzerinde etkili olabilecek kimseleri aracı olarak devreye sokmak istedi. Fakat bu amaçla kendilerine başvurduğu kimseler kendisini ya reddettiler veya ilgisizlikle karşıladılar.

Bu durumda hayal kırıklığı içinde Mekke'ye dönmekten başka yapacak bir şey bulamadı. Müşrikler hesabına gelişmeler zor bir döneme girmişti. Çünkü şartlar değişti. Hz. Peygamber (s.a.a) günden güne gelişen askerî hazırlığına ve kökleşen iman gücüne bağlı olarak Mekke'yi fethetmek isterken Kureyşlilerin istediği tek şey, can güvenliği ile mal dokunulmazlığı idi. Üstelik barış anlaşmasının çiğnenmesiyle fırsat da oluşmuş ve da çıkmıştı. İslâm'ın Arap Yarımadası'na bütünü ile egemen olması yolunda Mekke, son adım olmaya yaklaşmıştı.

Hz. Peygamber (s.a.a) genel seferberlik ilân etti. Bütün Müslüman topluluklar gönderdikleri heyetler aracılığı ile onun bu çağrısına olumlu karşılık verdiler. Resulullah (s.a.a) yaklaşık on bin savaşçıdan oluşan bir ordu hazırladı. Maksadını ve ne yapmak istediğini çok yakınları dışında kalan herkesten saklı tutmaya çalıştı. Bu günlerde sık sık şöyle dua ediyordu: "Allah'ım, Kureyşlileri gözlerden ve haberlerden mahrum et ki, onları kendi beldelerinde ansızın baskına uğratalım."[358]

Anlaşılan Hz. Peygamber (s.a.a) ilâhî destekli zaferin hızlı bir şekilde, bir damla bile kan dökülmeden gerçekleşmesini arzu ediyordu. Bunun için ani baskına dayanan bir yöntem uygulamayı düşünüyordu. Fakat bu haber, duyguları karşısında zayıf düşen bir adama sızdı ve bu adam Kureyş kabilesine bu haberi içeren bir mektup yazarak onu yerine ulaştırsın diye bir kadına verdi. Bu bilginin vahiy yoluyla Hz. Peygamber'e (s.a.a) iletilmesi üzerine Allah'ın Resulü, Hz. Ali ile Zübeyr'e kadına yolda yetişip mektubu geri almalarını emretti. Hz. Ali, Resulullah'a (s.a.a) olan güçlü imanından oluşan ın yaptırım güçlecü ile söz konusu mektubu kadından geri aldı.[359]

Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Ali'nin getirdiği mektubu teslim alınca, Müslümanları mescitte topladı. Toplantıda bir yandan sahabîlerin gayretlerini harekete geçirdi ve ihanetten sakındırıcı telkinlerde bulundu, öte yandan da Allah rızası uğruna duyguları zaptetmenin önemini açıkladı. Bu arada Müslümanlar ihbar mektubunun yazarı olduğu ortaya çıkan, fakat mektubu ihanet kastıyla yazmadığı hususunda Allah adı üzerine yemin eden Hatıb b. Ebu Beltaa'ya yüklenerek onun camiadan uzaklaştırılmasını önerdiler. Ömer ise hiddete kapılarak Hz. Peygamber'den adamın öldürülmesine karar vermesini istedi. Fakat Hz. Peygamber bu isteğe: "Ey Ömer, ne bileceksin. Belki de yüce Allah Bedir Savaşı'na katılanlara tecelli etti ve 'Ne yaparsanız yapın, sizi peşinen affettim.' buyurdu." karşılığını verdi.[360]

İslâm Ordusunun Mekke'ye Hareket Etmesi

Hazırlanan bu büyük İslâm ordusu, ramazan ayının onunda Mekke'ye doğru hareket etti. Kedid adı ile bilinen yere varıldığında, Hz. Peygamber (s.a.a) su istedi ve Müslümanların gözleri önünde su içerek orucunu bozdu ve Müslümanlara da oruçlarını bozmalarını emretti. Fakat bazıları önderin ve Elçi'nin emrini dinlemeyerek oruçlarını bozmadılar. Hz. Peygamber (s.a.a) bu kimselerin emir dinlemezliğine kızarak: "Bunlar asidirler." dedi ve onların da oruçlarını bozmalarını emretti.[361]

Müslüman ordusu Merru'd-Dahran adı ile bilinen yere varınca, Hz. Peygamber (s.a.a) askerlere çöle dağılmalarını ve herkesin ateş yakmasını emretti. Böylece koyu karanlık gece aydınlandı ve Müslüman ordusunun Kureyşli güçleri önüne katarak ezecek çapta büyük bir ordu olduğu görüntüsünü verdi. Bu manzara Cuhfe denen yerde Hz. Peygamber'in askerî konvoyuna katılmış son muhacir olan Abbas b. Abdulmuttalib'i kaygıya düşürdü. Abbas bu kaygının etkisi ile Hz. Peygamber Mekke'ye girmeden şehir dışına çıkıp teslim olmaları yolunda öneride bulunmak için Kureyşliler ile bağlantı kurmanın yolunu bulmaya koyuldu.

Bu sırada ansızın Budeyl b. Verka ile konuşan Ebu Süfyan'ın sesi duyuldu. Böyle büyük bir gücün Mekke yakınına gelip dayanmış olduğunu şaşkınlıkla karşılıyordu. Ebu Süfyan, Abbas'tan Hz. Peygamber'in Mekke'yi fethetmek üzere ordusu ile şehrin üzerine yürüyeceği haberini alınca, korkudan titremeye başladı. Bulabildiği tek çare Abbas aracılığı ile Hz. Peygamber'den (s.a.a) güvenlik garantisi almaktı.

Af ve yüce ahlâk kaynağı olan Hz. Peygamber'in, amcası Abbas'ın arcılığını kale almayarak hoşgörü cimriliği göstermesi beklenemezdi. Nitekim Abbas'a: "Git; yarın sabah onu bana getirene kadar kendisine güvenlik tanıyoruz." dedi.

Ebu Süfyan'ın Teslim Olması

Ertesi sabah Ebu Süfyan, Hz. Peygamber'in (s.a.a) karşısına gelip dikilince, Peygamberimiz ona: "Yazıklar olsun sana, Allah'tan başka ilâh olmadığını öğrenmenin vakti gelmedi mi?" diye sordu. Ebu Süfyan, Hz. Peygamber'e şu karşılığı verdi: "Anam, babam sana kurban olsun. Ne kadar yumuşak huylu, ne kadar kerem sahibi ve ne kadar akrabalık bağlarını gözeten birisin. Vallahi, öyle sanıyorum ki, eğer Allah'ın yanı sıra bir başka ilâh olsaydı, artık bana bir yararı olması gerekirdi." Arkasından Hz. Peygamber (s.a.a): "Yazıklar olsun sana, benim Allah'ın Resulü olduğumu öğrenmenin vakti gelmedi mi?" diye sordu. Ebu Süfyan, bu soruya şu cevabı verdi: "Anam, babam sana kurban olsun. Ne kadar yumuşak huylu, ne kadar kerem sahibi ve ne kadar akrabalık bağlarını gözeten birisin. Vallahi, bu konuda şu ana kadar içimde şüphe var."[362]

Abbas b. Abdulmuttalip, Ebu Süfyan'a Müslümanlığı kabul etmesi yolunda baskı yapmak için içinde bulunduğu durumu fırsat bilerek ona: "Yazıklar olsun sana, öldürülmeden önce Müslüman ol ve Allah'tan başka ilâh olmayıp Muhammed'in O'nun elçisi olduğuna şahadet et." dedi. Ebu Süfyan da ölümden korktuğu için kelime-i şahadet getirerek Müslüman nüfusunun bir ferdi oldu.

Ebu Süfyan'ın teslim olmasının arkasından geride kalan müşrik liderleri de teslim oldu. Fakat Hz. Peygamber (s.a.a) Kureyşliler üzerine kurulan psikolojik baskıyı tamamına erdirip kan dökülmeden teslim olmalarını sağlamak için Abbas'a şu talimatı verdi: "Ey Abbas, Ebu Süfyan'ı vadinin dar yerinde, dağın alnacında tut ki, Allah'ın askerleri yanından geçerken onları gözleri ile görsün."

İslâm'ın ve başkomutan Resulullah'ın merhametine yönelik güveni yaygınlaştırmak ve Ebu Süfyan'ın büyüklük kibir duygusunu tatmin edip inatlaşmasına meydan vermemek için Hz. Peygamber ş(s.a.a) şu genel direktifi verdi: "Kim Ebu Süfyan'ın evine girerse, güvendedir. Kim evinin kapısını üzerine kilitlerse, güvendedir. Kim Mescid-i Haram'a girerse, güvendedir. Kim silâhtan arınırsa güvendedir."

Allah'ın askerleri vadinin geçidinden resmî geçit yaparken Abbas, geçen birlikleri ayrı ayrı Ebu Süfyan'a tanıtırken Kureyş lideri dehşete kapılarak Abbas'a: "Ey Ebulfazl, kardeşinin oğlunun egemenliği, krallığı gerçekten çok büyük oldu." dedi. Abbas ona: "Ey Ebu Süfyan, bu nübüvvettir." dedi. Ebu Süfyan, Abbas'ın bu cevabına karşılık verip vermemekte tereddüt ederek: "Evet, o hâlde" dedi. Sonra Mekke halkını uyarmak ve Resulullah'ın (s.a.a) verdiği güvence ile ilgili haberi ilân etmek üzere şehre hareket etti.[363]

Mekke'ye Giriş

Hz. Peygamber (s.a.a), Müslüman birliklerin her birinin hangi giriş kapısından şehre girmeleri gerektiğini bilgece belirleyerek bu yoldaki emirlerini birliklere duyurdu. Bütün birliklere saldırıya karşılık vermek gereği duyulmadıkça savaşa başvurulmaması gerektiğini ısrarla hatırlattı. Belli sayıdaki bazı müşriklerin ne durumda yakalanırlarsa yakalansınlar, hatta Kâbe'nin örtüsüne asılmış olarak bulunsalar bile kanlarının dökülmesi gerektiğini vurguladı. Çünkü bu azılı müşrikler büyük cinayetler işlemişler, İslâm'a ve Hz. Peygamber'e (s.a.a) ölçüsüz derecede düşmanca davranmışlardı.

Mekke'nin evleri görülür-görülmez Hz. Peygamber'in (s.a.a) gözleri yaşla doldu. Muzaffer İslâm güçleri şehrin dört tarafından Mekke'ye girdi. Şehir, izzet ve zafer görüntüleri ile yücelik kazanmıştı. Resul-i Ekrem (s.a.a), Allah'ın kendisine sunduğu bağışa ve nimete karşılık ona duyduğu saygıyı ve şükrü ifade etmenin somut bir göstergesi olarak başı eğik bir şekilde Mekke'ye girdi. Çünkü Allah'ın adını yüceltme yolunda katlandığı uzun sıkıntılardan ve ıstıraplardan sonra "Ümmü'l-Kura=Şehirlerin Anası" diye anılan bu şehir, risaletinin ve devletinin önünde dize gelmişti.

Mekke halkının ısrarlı isteklerine rağmen Hz. Peygamber (s.a.a) hiçbir kimsenin evine girmeyi kabul etmedi. Kısa bir istirahattan sonra gusletti ve binek hayvanının sırtına çıkarak tekbir getirdi. Arkasından bütün Müslümanlar da tekbir getirdiler. Dağlar ve ovalar bu tekbir sesleri ile çınladı. O dağlar ve ovalar ki, bazı müşrik liderler İslâm'dan ve onun zaferinden korktukları için oralara kaçmışlardı. Hz. Peygamber Beytullah'ı tavaf ederken etrafında bulunan her puta eli ile işaret ediyor ve "De ki: Hak geldi, batıl yok oldu. Zaten batıl yok olmaya mahkûmdur."[364] ayetini okuyordu ve hemen arkasından putu yüzüstü yere düşüyordu.

Sonra Hz. Peygamber (s.a.a) omuzlarına ayaklarını basıp yukarıya yükselebilmek için Hz. Ali'ye oturmasını emretti. Fakat Hz. Ali, Hz. Peygamber'i (s.a.a) taşıyamadı. Hz. Ali'nin omuzları üzerinde ayakta durup Kâbe'nin üstündeki putları kırmak istiyordu. Hz. Ali Hz. Peygamber'i taşıyamayınca, bu sefer Hz. Ali, amcası oğlunun omuzlarına basıp yükselerek yukarılardaki putları kırdı. Arkasından Hz. Peygamber Kâbe'nin anahtarlarını istedi, kapıyı açıp içeri girdi ve orada bulunan şekilleri yok etti. Sonra Kâbe'nin kapısında durarak durmadan çoğalan kalabalığa karşı bu büyük fetih ile ilgili bir konuşma yaptı. Konuşmasında şunları söyledi:

"Tek Allah'tan başka ilâh yoktur. O'nun ortağı yoktur. Vaadini doğru çıkardı, kulunu destekledi ve müttefik orduları tek başına hezimete uğrattı. Haberiniz olsun. Bütün ayrıcalıklar, iddia edilen bütün kanlar ve mallar, Beytullah'ın bakımı ve hacıların su ihtiyacının karşılanması dışında, hepsi şu ayaklarımın altındadır..." Sonra şöyle dedi: "Ey Kureyşliler, Allah sizden cahiliyye gururu ile ve yine o döneme ait atalarla böbürlenme geleneğini giderdi. İnsanlar Adem'den türedi ve Adem de topraktan yaratıldı..."[365]

Arkasından şu ayeti okudu: "Ey müminler, biz sizi bir erkek ile bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımazın için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz, kötülüklerden en çok sakınanızdır. Hiç şüphesiz Allah her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandır."[366] Daha sonra şöyle buyurdu: "Ey Kureyşliler, görüşünüz nedir, benim size ne yapacağımı bekliyorsunuz?"

Mekkeliler: "Sen bizim için kerem sahibi bir kardeş, kerem sahibi bir yeğensin." dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a): "Gidin, serbestsiniz!" dedi.[367]

Sonra Bilal, öğle ezanını okumak üzere Kâbe'nin damına çıktı. Arkasından Müslümanlar, Hz. Peygamber'in (s.a.a) imamlığı ile Mescid-i Haram'da bu fethi izleyen ilk namazlarını kıldılar.

Müşrikler şaşkınlık içinde idiler. Korku ve çekingenlikle karışık bir dehşetin yoğun etkisine maruzdular. Bunun yanı sıra ensar Müslümanları da kerem sahibi Hz. Peygamber'in Mekke halkına gösterdiği ve karşılığını da fazlası ile gördüğü sıcak ilgiyi gördükleri için onun kendileri ile birlikte Medine'ye dönmeyeceği endişesine düştüler. Bu konudaki sorular hayallerinden geçerken, Allah'a dua etmekle meşgul olan Hz. Peygamber (s.a.a) onların kafalarını kurcalayan ve kendisine malum olan endişeleri, onların tarafına dönerek söylediği şu sözlerle dağıttı: "Allah korusun, hayat sizin hayatınız ve ölüm de sizin ölümünüzdür." Hz. Peygamber bu sözleri ile Medine'nin, İslâm'ın başkenti olarak kalacağını ilân ediyordu.

Sonra insanların ona biat etme töreni başladı. Önce ona erkekler biat etti. Bu arada bazı Müslümanlar kanlarının dökülmesi gerektiği bazı azılı müşriklerin affedilmesi için Hz. Peygamber'in (s.a.a) nezdinde aracı oldular. Peygamberimiz de bu istekleri kabul ederek söz konusu müşrikleri affetti.

Erkeklerden sonra kadınların biat etmelerine sıra geldi. Sırası gelen kadın daha önce Hz. Peygamber'in içine elini daldırdığı su dolu bir maşrapaya elini daldırarak ona biat ediyordu. Bu biatte kadınlar Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarına, hırsızlık yapmayacaklarına, zina etmeyeceklerine, çocuklarını diri diri toprağa gömerek öldürmeyeceklerine, hiç kimseye kendilerinin uydurdukları bir isnat ile iftira atmayacaklarına ve Peygamber'in maruf içerikli emirlerine karşı gelmeyeceklerine dair söz verdiler.[368]

Bu sırada Resulullah'ın (s.a.a) müttefiki olan Huzaa kabilesinden bazı kişiler müşriklerden bir erkeğe saldırarak onu öldürdüler. Hz. Peygamber (s.a.a) bu olayı öğrenince öfkelendi ve halkın karşısına geçerek şu konuşmayı yaptı: "Ey insanlar, yüce Allah gökleri ve yeryüzünü yarattığı günden beri Mekke'yi saygın bir yer ve haram bölge kıldı. Burası kıyamet gününe kadar da kan dökülmesi haram olan saygın ve haram bölgedir. Allah'a ve ahiret gününe inanan bir kimsenin bu şehirde kan dökmesi veya bir ağacı kesmesi helâl değildir."[369]

Sonra sözlerine şunları ekledi: "Kim size: 'Resulullah bu şehirde savaştı.' derse, ona deyin ki: Ey Huzaalılar, Allah bu şehirde savaşmayı elçisine helâl kıldı; ama size helâl kılmadı." Kureyşliler Hz. Peygamber'in (s.a.a) Mekke'ye karşı takındığı tutumu ve bu şehrin halkına gösterdiği sıcak ilgiyi, merhameti, hoşgörüyü, affediciliği, saygıyı ve kutsamayı bütünü ile takdir etti ve bu yüzden insanların kalpleri güven ve huzur içinde ona ve İslâm dinine doğru meyletti.

Resulullah (s.a.a) Mekke'nin her yanındaki ve çevresindeki put kalıntılarını ve müşriklere ait ibadet yerlerini yıkmak için seriyeler gönderdi. Fakat Halid b. Velid, amcasının öcünü almak için teslim olmuş Cuzeyme kabilesinden birkaç kişiyi öldürmek gibi bir yanlış iş yaptı.[370] Hz. Peygamber (s.a.a) bu olayı öğrenince kızdı ve hemen Hz. Ali'ye gerekli parayı yanına alıp Cuzeyme kabilesine giderek öldürülen kişilerin diyetini vermesini emretti. Arkasından kıbleye doğru döndü ve ellerini kaldırarak: "Allah'ım, Halid b. Velid'in yaptığı bu işten uzak olduğumu, onun sorumluluğuna katılmadığımı sana arz ederim." dedi. Hz. Peygamber'in bu sözleriyle Cuzeyme kabilesi mensuplarının sinirleri yatıştı ve gerginlikleri yumuşadı.[371]

3- Huneyn Savaşı ve Taif Kuşatması[372]

Hz. Peygamber (s.a.a) Mekke'de on beş gün geçirdi. Böylece bu şehir uzun bir müşriklik döneminden sonra yeni bir tevhit döneminin başlatıyordu.açıcısı olarak Mekke'de on beş gün geçirdi. Bu süre içinde Müslümanlarda hâkim olan duygular gıpta ve sevinç oldu. Şehirlerin anası diye anılan Mekke, tarihinin en güvenli günlerini yaşıyordu. Burada Hz. Peygamber'e (s.a.a) gelen haberlere göre Hevazin ve Sakıf kabileleri İslâm'a karşı savaş açmaya hazırlanıyorlardı. Bu iki kabile diğer müşrik ve münafık güçlerin yapamadıkları bir işi, yani İslâm'ı yok etme hedefini gerçekleştirebileceklerini sanıyorlardı.

Hz. Peygamber (s.a.a) bu iki kabile ile karşılaşmak için sefere çıkmaya karar verdi. Fakat her fetih öncesi seferde yaptığı gibi bu sefere çıkmadan önce de Mekke'deki yönetim mekanizmasının temellerini sağlamlaştırmayı ihmal etmedi. Bu maksatla insanlara Kur'ân'ı ve İslâm hükümlerini öğretmesi için Muaz b. Cebel'i, cemaate namaz kıldırması ve devlet işlerini idare etmesi için de Uttab b. Useyd'i görevlendirdi.

Arkasından on iki bin savaşçı ile sefere çıktı. Bu ordu Müslümanların o güne kadar bir eşini görmedikleri derecede büyük bir güçtü. Bu gücün büyüklüğü Müslümanların gurura ve gaflete kapılmalarına yol açtı. O kadar ki, Ebu Bekir: "Eğer bugün Şeybanoğulları ile karşılaşsaydık, asla sayı azlığı yüzünden yenilmezdik." dedi.[373]

Hevazin ve Sakıf kabileleri ise, aralarında ittifak yaparak kadınları ve çocukları da dahil olmak üzere tam bir seferberlik hazırlığı ile Huneyn denen yerde savaşmaya çıktılar. Müslümanları şaşırtıp tuzağa düşürmek için pusuya yattılar. İslâm ordusunun öncü güçleri bu pusu yerinin yakınına vardıklarında, pusudaki güçler bu öncü güçleri geri kaçmak zorunda bıraktılar. Onlar geri kaçınca, arkadan gelen diğer Müslüman güçler de düşman silâhlarından paniğe kapılarak geri kaçtı. Allah'ın elçisinin yanında sadece on kişi kaldı. Bu on kişinin dokuzu Haşimoğulları'ndan ve biri de Eymen (Ümmü Eymen'in oğlu) idi. Müslümanların uğradıkları bu bozgun, münafıklar arasında büyük bir mutluluk ve sevinç uyandırdı. Ebu Süfyan büyük bir yaygara ile ortaya çıktı ve "Denize kadar sürülünceye dek onların hezimeti son bulmaz." dedi. Bir başkası: "Haberiniz olsun, bugün büyü bozuldu." dedi. Bu arada, bu karışık durumda ortaya çıkan bir başkası Hz. Peygamber'i (s.a.a) öldürmeye girişti.[374]

Hz. Peygamber (s.a.a), amcası Abbas'a yüksek bir kaya üzerine çıkarak kaçmakta olan muhacir ile ensarın savaşçılarına şöyle seslenmesini emretti: "Ey Bakara Suresi'nde kastedilen Müslümanlar, ey ağacın altında Peygamber'e biat edenler! Bana doğru gelin. Nereye kaçıyorsunuz? Bu, Allah Resulü'dür."

Bu çağrı üzerine gaflet sonrası bir bilinç geri gelir gibi oldu. Müslümanlar gevşeme sonrasında yeni bir heyecan buldular. Hz. Peygamber'i (s.a.a) destekleme ve İslâm'ı savunma doğrultusundaki vaatlerine bağlılıklarını yeniledikleri görüldü... Hz. Peygamber Müslümanları coşturan bu heyecanı görünce: "Şimdi tandır ateşlendi; ben peygamberim, bu yalan değil; ben Abdulmuttalip oğluyum." dedi. Yüce Allah Müslümanların kalplerine huzur ve soğukkanlılık indirdi ve onları desteği ile teyit etti. Bunun sonucunda kâfir ordusunun birlikleri hezimete uğrayarak geri kaçtılar. Arkalarında altı bin esir ile pek çok miktar da ganimet bırakmışlardı.[375] Hz. Peygamber (s.a.a) düşmanın Evtas, Nahle ve Taif mıntıkalarına kadar kovalanması tamamlanıncaya kadar ganimetlerin korunmasını ve esirlerin gözetim altında tutulmasını emretti.

Hz. Peygamber'in (s.a.a) yüce ahlâkının, büyük affediciliğinin ve geniş merhametinin bir belirtisi, bu savaş sonrasında da ortaya çıktı. Çünkü Ümmü Süleym'in cepheden kaçarak Resulullah'ı korumasız bırakanların öldürülmesi yolundaki teklifine: "Allah işin üstesinden geldi, Allah'ın afiyeti daha geniştir." karşılığını verdi.

Öte yandan Hz. Peygamber (s.a.a) Müslümanlardan birinin duyduğu kinin etkisi ile müşriklerin küçük çocuklarını öldürdüğünü öğrenince, buna kızdı ve "Bazıları nasıl oluyor da öldürme eylemini küçük çocukları kapsayacak kadar ileri götürdüler. Haberiniz olsun, biz çocukları öldürmeyiz!" dedi. Useyd b. Hudeyr'in Hz. Peygamber'e: "Ey Allah'ın Resulü, onlar müşriklerin çocukları değiller mi?" karşılığını vermesi üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi: "Sizin en seçkinleriniz ve en iyileriniz, müşrik çocukları değil mi? Herkes fıtrat üzere doğar ve konuşmaya başlayıncaya kadar bu doğal niteliğini sürdürür. Sonra ana-babası onu Yahudi veya Hıristiyan yapar."[376]

Müslüman güçler, düşman güçleri Taif'e kadar kovalamayı sürdürdüler. Taif'e ulaşınca orayı yirmi küsur gün kuşattılar. Kaleye sığınan düşman, surların ve hurma bahçelerinin arkasından Müslümanlara ok attı. Yirmi küsur günün sonunda Hz. Peygamber (s.a.a) birçok gerekçe ile Taif'ten ayrıldı.

Dönüşünde düşman esirlerin ve ganimet mallarının toplandığı yer olan Ceirrane'ye vardığında, kendisinden af isteyen Hevazin kabilesinin temsilcileri Hz. Peygamber'in huzuruna çıktılar. Şöyle dediler: "Ey Allah'ın Resulü, bu esirler arasında çocukluğunda senin bakımını üstlenen halaların ve teyzelerin de var. -Bilindiği gibi Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanlarında süt emme çağını yaşadığı Sa'doğulları, Hevazin kabilesinin bir kolu idi.- Eğer biz vaktiyle Haris b. Ebu Şimr'e veya Nü'man b. Münzir'e çocukluklarında süt emzirseydik de sonra senin başımıza getirdiğin durumun benzerini başımıza getirselerdi, onlardan bize şefkat ve bağlılık göstermelerini umardık. Oysa sen kendisine bakım ve gözetim hizmeti verilenlerin en hayırlısısın." Bu istek üzerine Hz. Peygamber ya esirleri veya ganimet mallarını tercih etmelerini istedi. Hevazinliler esirlerin serbest bırakılmasını tercih ettiler. Arkasından Peygamber onlara: "Ganimet mallarından bana ve Abdulmuttalipoğulları'na düşen payları size geri veriyorum." dedi. Hz. Peygamber böyle deyince, bütün Müslümanlar başkomutanları olan Peygamber'e uyarak hemen paylarına düşen ganimet mallarını Hevazinlilere bağışladılar.[377]

Resulullah (s.a.a), üstün bilgeliğinin, insanların vicdanlarını kavrayan geniş dirayetinin, herkesi doğru yola iletme gayretinin ve savaş ateşini söndürme isteğinin somut bir göstergesi olarak bu savaşın kışkırtıcısı olan Malik b. Avf'ı bile, eğer Müslümanlığı kabul etmek üzere huzuruna gelirse, af kapsamına alacağını şöyle duyurdu: "Malik'e haber verin. Eğer Müslüman olarak yanıma gelirse, ailesini ve malını kendisine iade edeceğim gibi, ayrıca ona yüz deve veririm." Bu sözleri öğrenen Malik, hemen Müslüman oldu.[378]

Ganimetlerin Bölüştürülmesi

Müslümanlar Resulullah'ın (s.a.a) başına üşüştüler. Israrla ganimet mallarını paylaştırmasını istiyorlardı. O kadar ki, onu bir ağacın altına sığınmak zorunda bıraktılar ve cüppesini çıkarıp aldılar. Bu sıkıştırmalar üzerine Hz. Peygamber onlara: "Cüppemi verin, vallahi eğer size verilecek Tihame ağaçlarının sayısı kadar küçükbaş hayvan bile olsaydı, onları aranızda bölüştürürdüm. Sonra da beni ne cimri, ne korkak ve ne de yalancı olarak bulurdunuz." dedi.

Hz. Peygamber (s.a.a) bu sözleri söyledikten sonra yerinden kalktı ve bir devesinin hörgücünden bir tutam kıl kopararak iki parmağı arasına koydu ve sonra havaya kaldırarak ganimet mallarının bölüştürülmesini bekleyen gazilere: "Ey insanlar, sizin ganimetlerinizde ve bir tutam bu kılda humus dışında benim payım yoktur. Humus da size geri döndürülecektir." dedi. Arkasından bölüştürmenin adaletli olması için ele geçen bütün ganimetlerin geri döndürülmesini emretti.

Hz. Peygamber bu ganimet bölüşümünde ilkönce kalpleri İslam’a yumuşatılmak istenenlere ganimetlerden pay vermeye başladı. Uygulamanın bu ilk adımında Ebu Süfyan, oğlu Muaviye, Hekim b. Hizam, Haris b. Haris, Suheyl b. Amr, Huveytip b. Abduluzza, Safvan b. Umeyye ve benzerleri gibi daha düne kadar Peygamber'e düşmanlık yapan ve ona karşı savaşan küfür ve şirk önderlerini pay verilecekler kapsamına aldı. Daha sonra kendi adına humustan ayırdığı bölümü aralarında bölüştürdü. Yalnız Hz. Peygamber'in bu uygulaması İslâm'ın yararını ve Peygamber'in (s.a.a) amacını idrak edememiş bazı Müslümanların gönüllerinde burukluk ve kıskançlık duyguları uyandırdı. Öyle ki, böylelerinden biri ona: "Seni adil görmüyorum." dedi. Hz. Peygamber bu kişiye: "Yazıklar olsun sana, eğer bende adalet yoksa, o kimde bulunabilir?" karşılığını verdi. Ömer b. Hattab, bu kişiyi hemen öldürmek istedi. Fakat Hz. Peygamber buna izin vermeyerek Ömer'e şöyle dedi: "Bırak onu; onun öyle taraftarları olacak ki, dinin alabildiğine derinliklerine dalacaklar ve sonunda okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar."[379]

Ensarın İtirazı

Ensar Müslümanların önde gelen bir temsilcisi olan Sa'd b. Ubade, ensar arasında dilden dile dolaşan şu sözleri Hz. Peygamber'e (s.a.a) iletmeyi uygun gördü: "Allah'ın Resulü, kavmi ile buluşunca sahabîlerini unuttu." Sa'd, ensarı bir yerde topladı ve kerem sahibi Hz. Peygamber (s.a.a) onlara bir konuşma yaptı. Konuşmasına başlamadan önce Allah'a hamd ve onu övme görevini yerine getirdi. Arkasından şöyle dedi:

"Ey ensar Müslümanları, içinizden geçen duyguları ifade ettiğiniz ve bana ulaşan sözleriniz nedir? Ben size geldiğimde, sapıktınız da Allah sizi doğru yola iletmedi mi? Fakirdiniz de Allah sizi varlıklı yapmadı mı? Birbirinize düşmandınız da Allah kalplerinizi uzlaştırmadı mı?" Ensar Müslümanları: "Evet, Allah ve O'nun Resulü, en güvenilir ve en üstündür. (Yani güvenilen ve üstün dayanağımızdır.)" karşılığını verdiler. Hz. Peygamber: "Ey ensar Müslümanları, bana cevap verir misiniz?" sorusunu sordu. Ensar Müslümanları: "Ey Allah'ın Resulü, sana ne cevap verelim?" diye sordular. Hz. Peygamber sözlerine şöyle devam etti:

"Eğer isteseydiniz şöyle derdiniz ve doğru da söylemiş olurdunuz: 'Sen bize yalanlanmış olarak geldin, biz seni tasdik ettik; bize yalnızlığa itilmiş olarak geldin, biz seni destekledik; bize kovulmuş olarak geldin, biz seni bağrımıza bastık; bize yoksul ve çaresiz geldin, biz seni huzura kavuşturduk.' Ey ensar Müslümanları, içinizde dünya ile ilgili bir huzursuzluk sebebi buldunuz. Ben bu dünyalık ile Müslüman olsunlar diye bir kavmin kalplerini kazanmak istedim ve sizi İslâm'ınıza havale ettim. Ey ensar Müslümanları, insanlar koyunları ve develeri alıp götürürken, sizin evlerinize Resulullah ile birlikte dönmeniz sizi hoşnut etmez mi? Muhammed'in nefsini kudret elinde tutan Allah'ın adına yemin ederim ki, eğer hicret olmasaydı, ben ensardan bir kişi olurdum. Eğer tüm insanlar bir geçide ve ensar başka bir geçide girse, ben ensarın girdiği geçide girerim."

Hz. Peygamber'in (s.a.a) ensar Müslümanlarına söylediği bu sözler, onların kalplerinde Peygamber'e yönelik bir sevgi ve onun hakkındaki hatalı tasavvurlarına dönük bir bilinç uyandırdı. Bu sevginin ve bilincin etkisi ile hüngür hüngür ağlayarak: "Ey Allah'ın Resulü, bu nasipten, bu paydan hoşnuduz!" dediler.

Hz. Peygamber (s.a.a) yanındakiler ile birlikte zilkade ayında Ceirrane'den ayrılarak Mekke'ye doğru hareket etti. Mekke'de umresini tamamlayarak ihramından çıktı ve Uttab b. Useyd'i Muaz b. Cebel ile birlikte Mekke'de yerine temsilci olarak bırakıp yanındaki muhacirler ve ensar ile birlikte Medine'ye doğru yola çıktı.[380]

4- Tebük Savaşı[381]

Artık İslâm devleti, çevresine korku salan bir güç oldu. Bu devletin sınırlarını ve topraklarını korumak Müslümanların başlıca görevi idi. Çünkü bu devletin güven içinde varoluşu, İslâmî risaletin yeryüzünün her tarafına ulaştırılmasının ön şartını oluşturuyordu.

Hz. Peygamber (s.a.a) Bizanslılar ile savaşa hazır olmaları için İslâm devletinin her tarafında seferberlik ilân etti. Çünkü Bizanslıların Arap Yarımadası'na saldırarak İslâm devletini düşürmek ve İslâm dinini yok etmek için hazırlandıkları yolunda haberler geldi. O yıl kuraklık ve kıtlık yılı ve vakit,dönem, çok sıcak geçen bir yaz mevsimi idi. Bu durum güçlü, deneyimli, silâh, malzeme ve asker sayısı bakımından üstün durumda olan düşmanın karşısına çıkma zorluğunu arttırıyordu. Diğer yandan da Bu durum zayıf ruhların ve maneviyatı düşük kimselerin isteksiz davranmalarına ve işi ağırdan almalarına yol açarken münafıkların tekrar ortaya çıkarak açıktan azimleri törpüleme ve İslâm'ı savunmasız bırakma doğrultusundaki çalışmalarını yoğunlaştırmaya cesaretlendirdi.

Bazıları dünyaya aşırı bağlılıkları sebebi ile orduya katılmaya yanaşmazken, diğer bazıları şiddetli sıcakları bahane gösterdiler. Başka bazıları da aşırı yoksullukları ve sSamimî müminlerin Allah yolunda cihat uğruna mallarını harcamalarına rağmen, bazıları da aşırı yoksullukları ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) savaşçıları teçhizatlandırıp yanında götürme imkânlarının kıtlığı sebebi ile seferberliğe katılmadılar.

Bu arada Hz. Peygamber'in (s.a.a) kulağına, münafıkların bir Yahudi'nin evinde toplanarak insanları savaşa katılmaktan caydırmaya, onları düşmanla karşılaşma konusunda korkutmaya çalıştıkları yolunda haberler geldi. Bu haberi alır-almaz hemen işe kararlı ve şiddetli bir yaklaşım ile el koyarak başkalarına ibret dersi olsun diye birilerini göndererek söz konusu bozguncuların evlerini yaktırdı.

Bu durumla ilgili inen ayetlerde münafıkların sinsi komploları açığa vurulmuş, işi ağırdan alanların isteksizlikleri kınanmış, savaşa katılma imkânına sahip olmayanların mazur oldukları vurgulanmıştır. Müslüman ordusunun savaşçı sayısı en az otuz bin kişiye ulaştı. Hz. Peygamber, zekâsının yüksekliğinden, isabetli tedbir alma yeteneğinden ve güçlü yakininden emin olduğu Hz. Ali'yi Medine'de yerine bıraktı. Çünkü münafıkların şehirde yıkıcı eylemler yapabileceklerinden endişe ediyordu. Nitekim Hz. Ali'yi yerine almak üzere görevlendirirken: "Ey Ali, Medine şehri ancak ya benim ile veya seninle düzelir." dedi.[382]

Hz. Ali'nin Hz. Peygamber (s.a.a) Yanındaki Konumu İle İlgili Açıklama

Münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar Hz. Ali'nin Medine'de bırakılması konusunda çeşitli dedikodular yaymaya giriştiler. Şöyle dediler: "Peygamber onu hafif gördüğü, yanında istemediği ve onun yakasından düşmesini sağlamak için Medine'de bıraktı." Böylece Medine ortamında istedikleri gibi at oynatmanın şartlarını elde etmeyi arzu ediyorlardı. Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) hemen Resulullah'ın (s.a.a) peşine düştü ve ona Medine yakınlarında yetişerek kendisine şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, münafıklar benim sana ağırlık ettiğimi, senin beni yanında istemediğin ve benim yakandan düşmemi sağlamak için Medine'de bıraktığını iddia ediyorlar."

Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'ye şu karşılığı verdi: "Yalan söylediler. Seni, arkamda bıraktığım önemli görevi yapman ve kendi ailem ile senin ailende yerimi tutman için geride bıraktım. Ey Ali, Harun Musa için ne idi ise, senin de benim için o olmandan hoşnut değil misin? Şu farkla ki benden sonra peygamber gelmeyecek."[383]

Zorluk Ordusu

İslâm ordusu yola çıktı; yol çetin ve uzundu. Hz. Peygamber daha önceki savaşların tersine bu savaşta güdülen amacı ve izlenecek yolu Müslüman askerlere açıkladı. Yolda giderken Medine'den birlikte yola çıktıkları bazı gruplar ve kişiler konvoydan ayrılıyorlardı. Peygamber bu komplolar ile ilgili olarak sahabîlerine şöyle dedi: "Bırakın onu, eğer onda hayır varsa, Allah onun size katılmasını sağlayacaktır. Yok, eğer adamdan hayır gelmeyecek ise Allah sizi ondan kurtarmış oldu."

Hz. Peygamber (s.a.a) Salih Peygamber'in kavminin harabeliğinden geçerken yürüyüşünü hızlandırdı ve öğüt vermek maksadı ile sahabîlerine şunları söyledi: "Onların başlarına gelenlerin benzerinin sizin de başınıza gelmesi korkusu ile zalimlerin evlerine girerken mutlaka oralara ağlayarak girin." Müslüman askerlere bu yörenin suyunu kullanmayı yasakladı. Oraların hava şartlarının tehlikesi konusunda askerlerini uyardı.[384] Su, yiyecek, zarurî ihtiyaçlar ve binek hayvanı bakımından bu savaşı kuşatan zorluklar sebebiyle bu savaşa çıkan orduya "Zorluk Ordusu" adı verildi.

Müslümanlar Bizans ordusunu bulamadılar. Çünkü Bizans ordusu dağılmıştı. Bunun üzerine başkomutan Peygamber düşmanın kovalanması veya Medine'ye dönülmesi hususunda sahabîlerinin görüşlerini bildirmelerini istedi. Sahabîleri ona: "Eğer sana yolunu devam etmen doğrultusunda emir verildi ise, ilerlemeye devam et." dediler. Resulullah onlara: "Eğer bana böyle bir emir verilmiş olsa idi, sizden görüşlerinizi bildirmenizi istemezdim." karşılığını verdi.[385] Hz. Peygamber (s.a.a) bu noktada geri dönmeye karar verdi.

Bu arada Resulullah (s.a.a) Yarımada'nın kuzeyini oluşturan bölgenin liderleri ile ilişki kurarak kendileri ile iki tarafın birbirine saldırmayacağına dair anlaşma imzaladı. Ayrıca Halid b. Velid'i Dûmetu'l-Cendel denen yörenin lideri üzerine yürümeye göndererek Bizanslıların bundan sonra girişebilecekleri başka bir saldırıda onlarla işbirliği yapması ihtimalini bertaraf etmeye çalıştı. Bu yürüyüş sırasında Müslümanlar bu yörenin liderini esir almayı ve çok miktarda ganimet elde etmeyi başardılar.[386]

Hz. Peygamber'e (s.a.a) Suikast Girişimi

Hz. Peygamber (s.a.a) ve Müslümanlar Tebük'te on küsur gün kaldıktan sonra Medine'ye dönmek üzere yola çıktılar. Bu yolculuk sırasında Allah'a ve Peygamber'e inanmamış olan bir grup, şeytanın tahrikine kapılarak Resulullah'a (s.a.a) suikast düzenlemeyi kararlaştırdı. Bu menfur eylemi Peygamber'in devesi yanlarından geçerken onu ürküterek Resulullah'ı yakınlardaki bir vadiden aşağı atmasını sağlamak suretiyle gerçekleştirmeyi plânladılar.

Ordu Şam ile Medine arasında yer alan bir geçide vardığında Hz. Peygamber askerlerine: "İçinizde vadinin tabanı boyunca yol almak isteyenler varsa, orası sizin için daha geniştir." dedi. Bunun üzerine askerler vadi tabanı boyunca yol almayı tercih ederlerken, Resulullah'ın kendisi geçit yolundan gitmeyi uygun gördü. Devesini önden Ammar b. Yasir çekerken, arkadan onu Huzeyfe b. Yeman güdüyordu. Hz. Peygamber (s.a.a) bu sırada ay ışığında yüzleri örtülü ve kuşku uyandırıcı bir hareket tarzı ile peşinden gelen birkaç atlıyı fark etti. Onlara kızarak kendilerine yüksek sesle bağırdı ve Huzeyfe'ye binek hayvanlarının yüzlerine elindeki kamçı ile vurmasını emretti. Bunun üzerine adamlar korkuya kapıldılar, Hz. Peygamber'in (s.a.a) içlerinde gizledikleri hain plânı sezdiğini anladılar. Bu korku ile insanlar arasına karışarak kimliklerinin ortaya çıkmamasını sağlamak için geçit yolundan ayrılıp hızla gözlerden kayboldular.

Huzeyfe bu canilerin binek hayvanları aracılığı ile kim oldukları belirlendikten sonra üzerlerine gönderilecek kişiler eli ile öldürülmelerini Resulullah'tan (s.a.a) istedi. Fakat rahmet peygamberi olan Resulullah onları affetti ve işlerini yüce Allah'a havale etti.[387]

Tebük Savaşı'nın Bazı Sonuçları

1- Müslümanlar güçlü bir inanca sahip, komşu devletlerin ve diğer dinlerin bağlılarının yüreklerine korku salan, düzenli ve büyük bir güç olarak sahneye çıktılar. Bu durum, İslâm beldelerinin içinde ve dışında yaşayan bütün güçleri İslâm'a ve Müslümanlara saldırmaktan caydıracak gerçek bir uyarı idi.

2- Müslümanlar kuzey sınırlarında egemen olan liderler ile imzaladıkları anlaşmalar yolu ile bölgenin güvenliğini garantiye bağladılar.

3- Müslümanlar asker sayısı, silâh ve teçhizat bakımından büyük bir orduyu sefere çıkarmaya güçlerinin yettiğini kanıtladılar. Böylece ordu düzenleme ve savaşa hazırlama deneyimlerini artırdılar. Tebük'e kadar uzanan yolculukları bir tür tatbikat ve geniş çaplı arazi keşfi mesabesinde bir eylem oldu. Müslümanlar bu seferde elde ettikleri arazi bilgilerinden daha sonraki aşamalarda çok yararlandılar.

4- Tebük Seferi Müslümanların maneviyatına yönelik bir deneme ve münafıkları belirleyip onları diğer Müslümanlardan ayırma fırsatı oldu.

5- DZirar Mescidi

Hz. Peygamber (s.a.a) hoşgörü içerikli bir şeriat ve tevhid ilkesine dayalı bir din getirdi. Bütün gücü ile salih bir insan tipi yetiştirmeye ve ilâhî öğretiler uyarınca sağlıklı bir toplum oluşturmaya çalıştı. Karşılaştığı bütün sıkıntılara, zorluklara ve savaşlara, insanı müşriklik kirlerinden, şeytan kışkırtmalarından ve ruhsal hastalıklardan arındırmak için katlandı.

Hz. Peygamber bu yoğun çabayı harcamakla meşgulken bir kısım münafık grupların kalplerinde kıskançlık ve kin duyguları harekete geçti. Bu şer odakları Kuba Mescidi'nin karşısında başka bir mescit inşa etmeye giriştiler ve bu girişimlerini sonuca vardırdılar. İddialarına göre bu yeni mescit özürlülere, sakatlara, uzağa gidemeyenlere hizmet edecek ve yağmurlu gecelerde işe yarayacaktı.

Mescidin yapımı bittikten sonra onu inşa eden şer güçlerin temsilcileri Hz. Peygamber'e (s.a.a) koştular. Ondan yaptırdıkları mescitte namaz kıldırmasını istiyorlardı. Böylece yaptıkları işe meşruluk kazandıracaklarını hesap ettiler. Hz. Peygamber bu isteğe cevap vermeyi erteledi. Çünkü Tebük Seferi'ne çıkma hazırlığı ile meşgul idi. Tebük Seferi'nden döndükten sonra ise Peygamber'i bu mescitte namaz kılmaktan men eden ilâhî emir indi. Çünkü bu mescit Müslümanların sözbirliğini parçalayacak ve ümmete zarar verecek bir fitne faktörü idi. Takva ilkesine dayalı olarak inşa edilen yapı ile Müslümanlara zarar vermek amacı üzerine inşa edilen öbür yapı arasında dağlar kadar fark vardı. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.a) bu yeni mescidin yıkılmasını ve yakılmasını emretti.[388]

6- Heyetler Yılı

Arap Yarımadası üzerinde İslâm egemenliği belirgin bir şekilde ortaya çıktı. Resulullah (s.a.a) mühlet tanıma ve uyarma yollarına başvurup eli boş dönmedikçe güç kullanma ve savaşma yoluna asla başvurmuyordu. Hatta çoğu olaylarda Müslümanların giriştikleri savaşlar savunma amaçlı idi. Şu da var ki, bazı müşrik güçler şiddete, kaba güce, tehdide ve korkutmaya maruz kalmadıkça hakkı tanımıyor, yola gelmiyorlardı.

Müslümanlar devletlerinin başkenti olan Medine'ye döndükten sonra Hz. Peygamber (s.a.a) beldeleri putperestlik mekânlarından ve şirk heykellerinden temizlemek üzere birkaç seriye sefere çıkardı.

Müslümanların gücü ve birbirini izleyen başarılar, hedeflerinin belirginlik kazanması ve yol göstericiliğinin etkinliği sayesinde Arap Yarımadası'nın bütün kabileleri ve bu kabilelerin liderleri İslâm'ın sesini duyarlı kulaklarla dinlemeye başladılar. Bunun sonucu olarak kabilelerin seçilmiş heyetleri Resulullah'ın (s.a.a) önünde Müslümanlığı kabul ettiklerini ifade etmek için Medine'ye akın ettiler. Bu yüzden Hicret'in dokuzuncu yılı olan bu yıla "Heyetler Yılı" adı verildi.[389] Hz. Peygamber bu heyetleri bizzat karşılıyor, onlara nazikçe davranıyor, kendilerine Kur'ân'ın farzlarını ve İslâm'ın hükümlerini öğretecek hocalar gönderiyordu.

Sakıf Kabilesinin Müslüman Olması

İlâhî desteğin oluşturduğu şartlar, her aklı başında kimseyi durumunu gözden geçirmeye ve İslâm karşısında aklının hakemliğine başvurmaya sevk etti. Sakıf kabilesi, kalelerinin içine kapandığında Hz. Peygamber'in Taif'in fethedilmesini sonraya bırakması, ona yaraşan son derece bilgece bir karar oldu. İşte şimdi aynı Sakıf kabilesi uzun bir süre inatla direndikten, karşı durduktan, yanlarına Müslüman olarak gelerek hemşerilerini yeni dine çağıran bir lider olan Urve b. Mes'ud Sakafî'yi öldürdükten sonra, seçtiği bir heyeti Hz. Peygamber'e göndererek Müslümanlığı kabul ettiğini bildiriyor.

Hz. Peygamber Sakıf kabilesinin heyetinin gelişini hoşnutlukla karşıladı. Mescid-i Nebevî'nin bir köşesinde onlar için özel bir bölüm hazırlandı ve Halid b. Said'i onlarla ilgili teşrifatı yerine getirmek için görevlendirdi. Sonra heyet Hz. Peygamber ile İslâm üzerine müzakerelere başladı. İslâm'a girmek için bazı şartlar ileri sürüyorlardı. Bunların başta geleni, Peygamber'in belli bir süre için kabilelerinin özel putuna dokunmaması idi. Hz. Peygamber sırf Allah için olan katıksız tevhit ilkesi üzerinde ısrar ederek bu tekliflerini reddetti. Müzakereler ilerledikçe heyetin adım adım tavizler vermeye başladığı görüldü. Nitekim konuşmaların bir aşamasında İslâm'ı kabul ettiler. Yalnız Peygamber'den putlarını kendi elleri ile kırmaları şartından muaf tutulmalarını istiyorlardı. Bir de namaz kılma yükümlülüğünden muaf tutulmayı teklif ediyorlardı. Hz. Peygamber bu teklifi: "Namazı içermeyen bir dinde hayır yoktur!" diyerek geri çevirdi. Sonuçta İslâm'ı şartsız olarak kabul ettiler. Heyet, dinin hükümlerini öğrenmek üzere bir süre Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanında kaldı. Sonra Resulullah (s.a.a) Taif'teki putları kırmak üzere Ebu Süfyan b. Harb ile Muğire b. Şu'be'yi oraya gitmekle görevlendirdi.[390]

7- Hz. Peygamber'in (s.a.a) Oğlu İbrahim'in Vefatı

 

Back Index Next