2. Bakara Suresi

(Bu sure, 281. ayet müstesna Medine'de nazil olmuştur ve 286 ayettir Kur'an'ın en uzun süresi­dir Adını, 67-71. ayetlerde Yahudilere kesmeleri emredilen sığırdan alır Yalnız 281. ayeti Veda Haccında Mekke'de inmiştir inanca, ahlâka ve ha­yat nizamına dair hükümlerin önemli bir kısmı bu surede yer almıştır)

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla

1-     Elif, Lam, Mim.

2-     İşte o (yüce) kitap (Kur'an), hiç şüphe­siz takva sahipleri için bir hidayettir.

3-     Onlar ki gaybe iman ederler, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiği­miz rızıktan infak ederler.

4-     Onlar ki sana indirilene de senden önce indirilenlere de iman ederler; ahirete de sadece onlar yakin ederler.

5-    İşte onlardır Rablerinden bir hidayet üzere olanlar ve sadece onlardır felaha erenler.

6-                        Şüphesiz küfre sapanları uyarsan da uyarmasan da birdir; iman etmezler.

7-                        Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinde perde vardır ve büyük azap da onlar içindir.

8-                        İnsanlardan, iman etmedikleri halde, Al­lah'a ve ahiret gününe iman ettik diyenler vardır.

9-                        Bunlar Allah'ı ve iman edenleri aldatmaya çalışırlar, oysa sadece kendilerini aldatırlar da far­kında değillerdir.

10-               Kalplerinde hastalık vardır da böylece Al­lah hastalıklarını artırmıştır. Yalan söyledikleri için onlara elem verici azap vardır.

11-               Kendilerine, «Yeryüzünde fesat çıkarma­yın» denildiği zaman, «Bizler sadece ıslah edicile­riz» derler.

12-               İyi bilin ki asıl fesat çıkaranlar kendileridir, lakin bilincinde değillerdir.

13-               Onlara, «İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin» denilince, «Be­yinsizlerin iman ettiği gibi mi iman ede­lim?» derler. İyi bilin ki asıl beyinsizler kendileridir, fakat bilmezler.

14-               İman edenlere rastladıkları za­man, «İman ettik» derler. Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında, «Biz şüphesiz sizinleyiz, onlarla sadece alay etmekte­yiz» derler.

(Şeyâtin, Arapça'da kibirli, asi, zarar verici, mel'un kimse ve kötü cin anlamına gelen şeytan kelimesinin çoğuludur. Hem insanlar, hem de cin­ler için kullanılır. Kur 'an 'da genellikle kötü cinler için kullanılmış olmasına rağmen, bazı yerlerde kötü insanlar da kastedilir. Konunun gelişinden insanları mı, cinleri mi kastettiği kolayca anlaşı­labilir. Burada, İslâm'a karşı çıkmada en önde yer alan Arap liderleri kastedilmektedir.)

15-      Allah da onlarla alay eder ve şaş­kınlık içinde bocalayıp dursunlar diye onlara taşkınlıklarında mühlet verir.

16-      Onlar hidayet karşılığında sapık­lığı satın alan kimselerdir. Bu yüzden yaptıkları ticaretten kazanç elde edeme­mişler ve de hidayete erememişlerdir.

17-      Onların örneği ateş yakan, ateş etraflarını aydınlatınca Allah'ın nurları­nı yok ettiği ve onları (hiçbir şeyi) göre­medikleri karanlıklarda terk ettiği kim­senin örneği gibidir.

18-      Sağırdırlar, dilsizdirler, kördür­ler; bu yüzden (hakka) dönmezler.

19-      Yahut (münafıkların durumu,) gökten (sağanak halinde boşanan), içinde yoğun ka­ranlıklar, gürültü ve şimşek bulunan yağmur yüklü bulut gibidir. Onlar yıldı­rımlardan gelecek ölüm korkusuyla par­maklarını kulaklarına tıkarlar. Hâlbuki Allah, kâfirleri çepeçevre ihata etmiştir.

20-      Şimşeğin çakması neredeyse gözlerini alır; onları aydınlattıkça ışığında yürürler ve üzerlerine karanlık basınca durakalırlar. Allah dileseydi işitme ve görmelerini giderirdi. Doğrusu Allah her şeye kadirdir.

21-      Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yara­tan Rabbinize ibadet ediniz; umulur ki takvalı olursunuz.

22-      O, yeryüzünü size bir döşek ve göğü de bir bina kıldı. Gökten su indirip size onunla rızık ola­rak ürünler meydana getirdi. O halde (bütün bunları) bile bile Allah'a şirk koşmayın.

23-      Kulumuza indirdiğimizden şüphe ediyor­sanız, siz de onun benzeri bir sure getirin ve eğer doğru sözlü iseniz, Allah'tan başka şahitlerinizi de çağırın.

24-      Yok, eğer yapamazsanız ki yapamayacaksı­nız, o halde, küfre sapanlar için hazırlanan ve ya­kıtı insanlar ve taş olan ateşten sakının.

25-               İman edip salih işler yapanlara, kendileri için altlarından ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Oradan bir meyve ile rızıklanınca, «Bu daha önce de rızıklandığımız şeydir» derler. Ken­dilerine birbirine benzer (nimetler) verilmiştir. On­lara orada tertemiz eşler vardır ve onda temelli kalırlar.

26-               Allah, sivrisineği ve onun da ötesinde bir varlığı örnek olarak vermekten hayâ etmez. İman edenlere gelince, bunun Rablerinden gerçek bir örnek olduğunu bilirler. Küfre sapanlar ise, «Al­lah bu örnekle neyi irade etmiştir?» derler. O, bu örnekle birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayet eder. Onunla saptırdığı yalnız fâsıklardır.

27-      Onlar Allah'la yaptıkları sözleşmeyi sözleştikten sonra bozarlar, Allah'ın birleştirilmesini buyurduğu şeyi ayırırlar ve yeryüzünde fesat çıkarırlar. Hüsrana uğrayanlar işte onlardır.

28-      Allah'ı nasıl inkâr edersiniz? Hâlbuki ölü idiniz de sizleri diriltti, sonra öldürecek, sonra tekrar diriltecek ve sonunda O'na döndürüleceksiniz.

29-      Yerde olanların hepsini sizin için yaratan O'dur. Sonra göğe doğru yönelerek onları yedi gök olarak düzenledi. O her şeyi bilendir.

30-      Hani Rabbin meleklere, «Ben yeryüzünde bir halife karar kılacağım» demişti de melekler, «Orada fesat yapacak ve kan akıtacak birini mi karar kılacaksın? Oysa biz seni överek yüceltiyor ve seni sürekli takdis ediyoruz» demişlerdi. Allah ise, «Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim» demişti.

(Halife, kendisine otorite tarafından verilen görevleri, onun yerine kullanan kişidir. O halde insan mâlik değildir, o sadece Allah'ın temsilcisi­dir ve kendisine gerçek hâkim olan Allah tarafın­dan verilenler dışında hiçbir güce sahip değildir. Bu nedenle, kendi istediklerini yapma hakkına sa­hip değildir. Onun görevi, temsil ettiği otoritenin isteklerini yerine getirmektir. Eğer verilen yetkile­ri kendisinin sanır veya bu yetkileri kendi arzula­rına göre kullanırsa veya bir başkasının hâkimiye­tini kabul edip, onun isteklerine boyun eğerse, bu isyan ve ihanet olur.)

31-  Âdem’e bütün isimleri öğretti, sonra onları meleklere sunarak, «Eğer doğru sözlü iseniz bunların isimlerini bana söyleyin» dedi.

(İsimler ve kavramlar insanoğlunun eşyayı algılamasına yarayan araçlardır. Gerçekte insa­noğlunun eşya ile ilgili tüm bilgisi, onlara isimler vermesine dayanır. Bu nedenle Hz. Âdem’e (a.s) her şeyin isimlerinin öğretilmesi, onlarla ilgili bil­ginin de öğretilmesi anlamına gelir.)

32-  Onlar şöyle dediler: «Sen münez­zehsin, öğrettiğinden başka bizim bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen bilensin ve hikmet sahibisin.»

33-    Allah, «Ey Âdem! Onlara isimle­rini söyle» dedi. Âdem onlara isimlerini söyleyince, Allah, «Ben göklerin ve ye­rin bütün gizliliklerini biliyorum; sizin açıkladığınızı ve gizlemekte olduğunu­zu da bilirim, diye size söylememiş miydim?» dedi.

34-    Hani meleklere, «Âdem'e secde edin» demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişlerdi. O ise şiddetle kaçın­mış ve büyüklük taslamıştı; o zaten kâ­firlerden idi.

(İblis, sözlükte çok aşırı karamsar olan, ümit­siz anlamına gelir. Aynı zamanda Allah'a isyan eden, insan soyuna boyun eğmemenin sembolik göstergesi olarak Hz. Âdem’e (a.s) secde etmeyi reddeden ve kıyamet gününe kadar insanları sap­tırmak için Allah'tan mühlet isteyen cinne verilen addır. Bu cinne şeytan da denir. O sadece kötü ve soyut bir güç değil, insan gibi belli bir kişiliğe sa­hip bir varlıktır. Genelde bilindiği gibi o bir melek değil, melekler gibi özel bir tür olan cinlerden bi­ridir.)

 

35-    «Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleş, ora­da istediğinizden bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz» de­dik.

36-  Şeytan oradan ikisini de kaydırdı ve onları bulundukları yerden çıkardı. Onlara, «Birbirinize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir zamana kadar bir yerleşim ve meta vardır» dedik.

37- Derken Âdem, Rabbinden bir takım keli­meler aldı da Rabbi bunun üzerine tövbesini ka­bul etti. Şüphesiz O tövbeleri daima kabul eden­dir, merhameti bol olandır.

(İbn-i Abbas Hz. Resulullah'a (s.a.a), bu ayetin tefsirini sorarak «Âdem (a.s), hangi kelimeleri aldı da Rabbi onun tövbesini kabul etti?» dedi. Hz. Resulullah şöyle buyurdu: «Âdem, Allah'a şöyle yalvarmıştı: «Ey Rabbim, Muhammed (s.a.a), Ali, Fatma, Hasan ve Hüseyin' in hakkı için beni bağış­la.» Böylece yüce Allah Âdem’in bu kelimeler ile yalvarışın­dan dolayı onun tövbesini kabul etti.»)

38-               «İnin oradan hepiniz; tarafımdan size bir hidayet gelince, benim hidayetime uyanlar için artık korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir» de­dik.

39-               «Küfre sapan kimseler ve ayetlerimizi ya­lan sayanlar (var ya), işte onlardır cehennem ehli olanlar ve onlar onda temelli kalacaklardır.»

40-               Ey İsrail oğulları! Size verdiğim nimeti ha­tırlayıp ahdimi yerine getirin ki ben de ahdinizi yerine getireyim ve sadece benden korkun.

41-               Elinizde bulunanı onaylayıcı olarak indir­diğime iman edin, onu ilk inkâr eden siz olmayın, ayetlerimi az bir karşılık ile satmayın ve yalnız benden sakının.

42-               Hakkı batıl ile karıştırmayın ve bile bile hakkı gizlemeyin.

43-               Namazı kılın, zekâtı verin ve rü­kû edenlerle birlikte rükû edin.

44-               Kitabı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da başkalarına mı iyili­ği emredersiniz? Siz akletmez misiniz?

45-               (Hakka uyma noktasında) Sabır ve na­mazdan yardım alın ve şüphesiz bu, hu­şu duyanlardan başkasına ağır gelir.

46-               Onlar, kesinlikle Rablerine kavu­şacaklarını ve O'na döneceklerini bilen­lerdir.

47-               Ey İsrail oğulları! Size verdiğim nimeti ve (bir zamanlar) sizi âlemlere üs­tün kıldığımı hatırlayın.

(İsrail oğullarının, canlı-cansız diğer bütün varlıklardan üstün tutuluşu, onların yeryüzü hali­feliğine seçildikleri ve bu görevi yürüttükleri dö­nem ile sınırlıdır. Yüce Allah'ın emirlerini çiğne­dikleri, peygamberlerine karşı geldikleri, Allah'ın kendilerine bağışlamış olduğu nimetlere karşı nankörlük ettikleri, sorumluluklarına bağlı kal­madıkları andan itibaren ise yüce Allah onlar hakkında lanet, gazap, alçalma ve perişanlıktan ibaret olan hükmünü ilân etmiş, kendilerini dün­yanın çeşitli yerlerine dağılma cezasına çarptır­mış ve onlar hakkındaki tehditlerini gerçekleştir­miştir.)

48-    Hiç kimsenin başkasının yerine bir şey ödeyemeyeceği, kimseden şefaat kabul edilmeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kendilerine yardım da
edilmeyeceği günden sakının.

49-   Hani size azabın en kötüsünü tat­tıran, yeni doğan oğullarınızı boğazla­yan ve kızlarınızı hayatta bırakan Fira­vun ailesinden sizi kurtarmıştık ve bun­da sizin için Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı.

50-  Hani denizi yararak sizi (boğulmak­tan) kurtarmış ve siz bakıp dururken (göz­leriniz önünde ) Firavun ailesini boğmuştuk.

51-  Hani Musa ile kırk gece için sözleşmiştik. Sonra siz zalimlerden olarak buzağıyı (ilah) edinmiştiniz.

(İsrail oğulları Mısır'dan kaçıp Sina yarıma­dasına girdiklerinde Allah, Hz. Musa'yı (a.s) ken­disine henüz esaretten kurtulan kavme rehberlik etmesi için emirler, tavsiyeler ve kanunlar vermek üzere kırk gün kırk gece Tur'a davet etmişti.)

52-  Sonra şükredersiniz diye bunun ardından sizi affetmiştik.

53-    Hani hidayet bulursunuz diye Musa'ya da kitabı ve Furkan’ı vermiştik.

(«Furkan», hak ve bâtılı birbirinden ayırma­ya yarayan bir ölçü anlamına gelir. Burada ise ki­şinin yanlış ile doğruyu, hak ile bâtılı birbirinden ayırmasına yarayan İslâmi kavrayış ve ilim kaste­dilmiştir.)

54-    Hani Musa kavmine, «Ey kav­mim! Buzağıyı benimsemekle kendinize zulmettiniz. Yaratanınıza tövbe edip O'na dönün ve nefislerinizi öldürün. Bu, yaratanınız katında sizin için daha hayırlıdır» demişti de böylece Allah tövbenizi kabul etmişti. Zira O, tövbeleri kabul eden ve merhamet edendir.

(«Nefislerinizi öldürün» ifadesi üç manaya gelebilir. Birincisi gerçek anlamı ki, herkesin ken­di kendini öldürmesi ve intihar etmesidir. Lakin bu ilahi dinler açısından hiç bir zaman doğru görül­memiş bir şeydir. O halde kastedilen mana bu de­ğildir. İkincisi, işin geleneksel anlamıdır ki, esasen «Kardeş olan bir kavmin fertleri, haydi bakalım şimdi birbirinizi öldürünüz» demektir. Çoğunlukla tefsirciler bu manayı gözetmişlerdir. Tur'a giden Hz. Musa'nın arkasından Sâmiri, altından bir bu­zağı heykeli yapmış, onu bağırtmış ve Apis öküzü­ne tapan Mısırlılar ve diğer puta tapıcılar gibi, İs­rail oğullarının bir kısmını, «İşte Musa bunu ara­maya gitti» diyerek ona taptırmış ve çok yakın bir zamanda bizzat şahit oldukları nimetlere karşı nankörlük yapıp bir bozgun ve karışıklık çıkarmış, kavmin diğer bir kısmı Hz. Harun ile beraber bu gidişi önleyememiş ve Hz. Musa'nın dönmesini beklemişlerdir. O zamana kadar da bu karışıklık gittikçe yayılmış, Hz. Musa Tur'dan dönünce hep­sine birden «Kendinize yazık ettiniz» diye hitap et­miş, hem buzağıya tapanlara, hem de ses çıkar­mayıp bekleyenlere, bu günahlarından dolayı hemen tövbe etmelerini ve tövbe edenlerin, etmeyenleri derhal öldürmelerini emretmiştir. Bunun üzerine İsrail oğulları da hallerini ıslah edip uslanmışlardır. İşte burada bu olay hatır­latılmıştır. Hikâye olunduğuna göre bu olayda Ölenlerin sayı­sı yetmiş bine ulaşmıştır. Bizim de kabullendiğimiz üçüncüsü ise sırf mecazî anlamıdır ki, «nefsinizi öldürünüz», yani nefsa­ni isteklerinizi öldürün. Zira size bu kötülükleri yaptıran, sizi şirke saptıran hep nefsanî isteklerdir. Tövbe de bunların kırıl­ması ile faydalı olur ve ancak o zaman kabul edilir.)

55-  Hani bir zamanlar, «Ey Musa! Allah'ı apa­çık görmedikçe sana iman etmeyeceğiz» demişti­niz de bakıp durduğunuz halde sizi yıldırım çarp­mıştı.

56-    Ölümünüzden sonra, şükredesiniz diye sizi tekrar diriltmiştik.

57-    Sizi bulutla gölgelendirdik, size kudret hel­vası ve bıldırcın indirdik. «Rızık olarak verdiği­miz temiz şeylerden yiyin» dedik. Onlar bize de­ğil, kendilerine zulmediyorlardı.

58-    Hani, «Şu kasabaya girin, orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, kapısından secde ederek girin, «Günahlarımızı bağışla» deyin de böylece biz de hatalarınızı bağışlayalım, (şüphesiz biz) ihsan sahiplerine daha da artırırız» demiştik.

(Bazı rivayetlere göre burada sözü edilen ülke «Kudüs»tür. Yüce Allah-u Teâlâ Yahudilere Mısır'dan çıktıktan sonra oraya girmelerini ve kasabadaki zalim topluluğu dışarı çıkarmalarını emretmişti. Fakat Yahudiler yüce Allah'ın bu emrine uymamış, bunun üzerine de yüce Allah Yahudileri kırk yıl boyunca çölde perişan bir halde dolaşmaya mahkûm et­mişti.)

59-    Ama zulmedenler, kendilerine söylenmiş olan sözü başka sözle değiştirdiler. Biz de zulmedenlere, yoldan çıkmalarından dolayı gökten azap indirdik.

          (Yahudiler kırk yıl çölde perişan bir halde do­laştıktan sonra Nuh oğlu Yuşa peygamberin lider­liği altında bu ülkeyi fethederek içeri girmişlerdi. Fakat Allah karşısında saygı ve alçakgönüllülüğün belirtisi olsun diye secdeye kapanarak ve «günah­larımızı bağışla, affet bizi» anlamına gelen «hittetun» diyerek ülke kapısından içeri girmeleri gere­kirken, bir kez daha karakterlerini açığa vurmuş, kendilerine emredilenden başka bir tarzda kapıdan girmiş ve girerken yüce Allah'ın kendilerine emret­tiğinin dışında bir söz söylemişlerdi.)

60-  Hani Musa, topluluğu için su ara­mıştı da, «Asanla taşa vur» demiştik. Böylece ondan on iki pınar fışkırmış, herkes içeceği yeri bilmişti. «Allah'ın rızkından yiyin, için, yalnız yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın (demiştik)

61-  Hani, «Ey Musa! Bir çeşit yeme­ğe asla dayanamayacağız, bizim için Rabbine yalvar. Bize, yerin bitirdiği sebze, hıyar, sarımsak, mercimek ve so­ğan yetiştirsin» demiştiniz de, «O hayır­lı olanı o daha düşük şeyle mi değiştir­mek istiyorsunuz? (O halde) Bir şehre inin, şüphesiz orada sizin istediğiniz (şeyler) vardır» demişti. Böylece onlara horluk ve yoksulluk (damgası) vuruldu ve Allah'ın gazabına uğradılar. Bu (horluk ve yoksulluk), Allah'ın ayetlerini inkâr etme­leri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerindendi. Bu (inkâr ve cinayet), karşı gelmeleri ve taşkınlık yapmalarındandı.

(İsrail oğullarının tarihi, kendi peygamberle­rini öldürme olayları ile doludur. Mezkûr ayet de İsrail oğullarının tarihindeki en utanç verici bölü­me değinir ve onların, Allah'ın lanet ve gazabını hak ettiklerini bildirir. Onlar, aralarından kanuna ve ahlâka aykırı kişileri seçmişler, onları önder ve başkan yapmışlar, en iyi insanları ise ya zindana, ya da darağacına göndermişlerdir.)

62-  Şüphesiz, iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiiler'den her kim Allah'a ve ahiret gününe iman edip salih iş yaparsa, şüphesiz ecirleri Rableri karındadır. Onlar için artık korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

(Aya ve yıldızlara tapan ve Cizre ve Harran civarında yaşayan bu kimseler, Yahudilik, Hıristi­yanlık ve Mecusîlik gibi çeşitli dinlerden bazı ina­nışları alarak bir din meydana getirmişlerdir. Sa­biiler, yıldızların büyük ruhlarının olduğunu kabili ederler. Hâkim, mukaddes ve azametine ulaşılması imkânsız, fakat ruhlar vasıtası ile kendisine yaklaşılabilen bir yaratıcıya inanırlar. Onlara göre ruh­lar, cevher olarak cismânî maddelerden ve cismânî melekelerden münezzehtirler. Fiilde bunlar eş­yayı meydana getirir, yenileştirir ve bir hâlden di­ğer hâle dönüştürürler. Yedi gezegenin idarecileri bunlardan olup gezegenler onların mabetleri gibi­dir. Gezegenleri ruhlar hareket ettirirler. Dünyâ hâdiselerini, rüzgârları, fırtınaları, zelzeleleri on­lar idare eder ve her varlığa kuvvet ve kânunlarını onlar dağıtırlar. Domuzun, köpeğin, pençeli yırtıcı kuşların ve güvercinin etini yemezler, sünnet yap­tırmazlar. Dînî merasim dilleri Süryânîcedir.

Şüphesiz iman edenler, Yahudiler, Hıristiyan­lar ve Sabiiler'den her kim İslam hakkında yeterli bir bilgisi olmaz ve hak yolda oldukları inancı içinde Allah'a ve ahiret gününe iman edip salih iş yaparsa, bu ayet gereğince sevaba erişecektir. Ama inat üzere hakkı bildiği halde yüz çevirecek olursa, Allah katında hiçbir özrü olmayacak ve kendinden hiçbir şey kabul edilmeyecektir.)

63-    Hani sizden kesin söz almış ve Tur dağını üstünüze çıkararak, «Size verdiğimizi kuvvetle tutun ve içindekileri hatırlayın; umulur ki takva sahiplerinden olursunuz (demiştik)

(Bu olay Kur'an'ın muhtelif yerlerinde, çeşit­li şekillerde beyan edilmiştir. Allah Teâlâ ile İsrail oğulları dağın eteğinde ahit yaparlarken, korkunç bir manzara meydana gelmiş ve dağ adeta İsrail oğullarının tepesine çökecek gibi görünmüştür. Bu olay Talmut'ta şöyle anlatılır: «O kutsal varlık, Si­na dağını büyük bir tekne gibi onların üstüne kal­dırdı ve «Tevrat'ı kabul ederseniz iyi olur, yoksa burası mezarınız olur» dedi.)

64-  Bundan sonra yine yüz çevirmiştiniz; eğer Allah'ın size fazlı ve rahmeti olmasaydı, muhakkak hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.

65-  İçinizden Cumartesi günü azgınlık edip de bu yüzden kendilerine, «Aşağılık
maymunlar olun» dediklerimizi elbette bilmektesiniz.

(İsrail oğullarından Cumartesi gününe uyma­ları istenmişti. Fakat İsrail oğulları dinî ve ahlâkî yönden bozulunca bu yasağı açıkça işlemeye ve Cumartesi günü iş yapmaya başladılar Cezanın ne olduğu konusunda görüş ayrılıkları vardır. Bazıla­rı onların fiziksel olarak maymuna çevrildikleri görüşündedirler; bazıları ise onların o zamandan itibaren maymun gibi davranmaya başladıklarını söylerler. Fakat Kur'an'ın ifadesi, bunun fiziksel bir değişme olduğuna işaret eder.)

66-    Böylece (o anda) yaptıkları ve (daha önce) yapmış oldukları şeylere karşılık bunu ibret verici bir ceza ve takva sahipleri için de bir öğüt vesilesi kıldık.

67-    Hani Musa kavmine, «Allah muhakkak bir sığır boğazlamanızı emrediyor» demişti de, «Bi­zi alaya mı alıyorsun?» dediklerinde, «Cahillerden ol­maktan Allah'a sığınırım» demişti.

(İsrail oğullarına, etraflarındaki putperest milletlerden et­kilenerek edindikleri ineğe tapma ve ineğin kutsiyeti inançları­nı kırmak için bir inek kurban etmeleri emredilmişti. Bu, onla­rın imanlarının sınanmasıydı. Eğer gerçekten Allah'ın birliği­ne inanıyor ve ibadette başka bir şeyi O'na ortak koşmuyorlar­sa, daha önceden taptıkları putu kendi elleriyle kırmalıydılar. Fakat bu çok zor bir sınavdı. Onlar inek kurban etmekten ka­çınmaya çalıştılar; Çünkü bir tek Allah'a inançları henüz tam sağlamlaşmamıştı. Bu görevden kurtulmak için ayrıntı üzerine ayrıntı sordular, fakat çok soru sordukça daha da köşeye sıkış­tılar. Sonunda onlara açıkça, o dönemde özellikle tapmak için seçilen altın renkli ineği kurban etmeleri söylendi.)

68-  «Rabbine bizim adımıza yalvar da onun nasıl ol­duğunu bize bildirsin» dediler. «O, onun ne pek kart, ne pek körpe, ikisinin ortası bir sığır olduğunu söylüyor; o halde size emredileni yapın» dedi.

69-    «Rabbine bizim adımıza yalvar da renginin ne ol­duğunu bize açıklasın» dediler. O, «Onun, bakanların içini açan parlak, sarı renkli bir sığır olduğunu söylüyor» dedi.

70-  «Rabbine bizim adımıza yalvar da onun na­sıl olduğunu bize bildirsin; çünkü o sığır bize ka­rışık geldi. Allah dilerse biz şüphesiz hidayeti bulmuş oluruz» dediler.

71-  «Yeri sürüp ekini sulayarak boyunduruk al­tında ezilmemiş, kusursuz ve alacasız bir sığır ol­duğunu söylüyor» dedi. «Şimdi hakkı bildirdin» deyip sığırı boğazladılar; az kalsın bunu yapma­yacaklardı.

72-  Hani siz bir kimseyi öldürmüş ve bunu bir­birinizin üzerine atmıştınız; oysa Allah sizin giz­lediğinizi açığa çıkarıcıdır.

73-  «Onun (sığırın) bir parçasıyla ona (ölüye) vu­run» dedik. İşte Allah ölüleri böyle diriltir ve siz­lere ayetlerini gösterir ki, aklınızı başınıza alası­nız.

74-  Sonra kalpleriniz yine katılaştı, taş gibi, hatta daha da katı oldu. Nitekim öyle taşlar var ki, altlarından ırmaklar akar. Yine öyle taşlar var ki, çatlarlar da bağırlarından su fışkırır. Yine öyle taşlar var ki, Allah korkusu ile dağlardan yu­varlanıp aşağı inerler. Allah yaptıkları­nızdan asla gafil değildir.

75-  Size iman edeceklerini mi umu­yorsunuz? Oysa onlardan bir takımı Al­lah'ın sözünü işitiyor, ona akılları yat­tıktan sonra, bile bile onu tahrif ediyor­lardı.

76-  İman edenlerle karşılaştıkları za­man, «İman ettik» derler. Birbirleriyle yalnız kaldıklarında, «Rabbinizin katın­da size karşı delil göstersinler diye mi Allah'ın size açıkladığını onlara söylü­yorsunuz? Hâlâ akıllanmayacak mısı­nız?» derler.

77-  Gizlediklerini de açıkladıklarını da Allah'ın bildiğini bilmiyorlar mı?

78-               Onların bir kısmı da bir takım ku­runtular dışında kitabı bilmeyen ümmilerdir. Onlar sadece zan ve kuruntu için­dedirler.

79-               Vay kitabı elleriyle yazıp, sonra da onu az bir değere satmak için, «Bu Allah katındandır» diyenlere! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Kazandıklarından ötürü vay haline onla­rın!

80-      «Ateş bize sadece sayılı birkaç gün değecektir» derler. De ki: «Allah katından siz söz mü aldınız? Eğer öyle ise Allah sö­zünden dönmez. Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?»

81-      Evet, kötülük işleyip suçu kendisini kuşat­mış olan kimseler (var ya), işte onlar ateş ehlidirler. Onlar onun içinde temelli kalacaklardır.

82-      İman edip salih işler yapan kimseler (var ya), işte onlar cennet ehlidirler, onlar onun içinde temelli kalacaklardır.

83-      Hani İsrail oğullarından, «Allah'tan başka­sına ibadet etmeyin; anne babaya, yakınlara, ye­timlere ve düşkünlere iyilik edin, insanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin» diye söz almıştık. Sonra siz pek azınız müstesna, (amelen ve kalben) yüz çevirip döndünüz.

84-               «Kanınızı dökmeyin ve birbirinizi yurdu­nuzdan sürmeyin» diye sizden söz almıştık. Son­ra bunu böylece ikrar etmiştiniz ve buna siz de şa­hittiniz.

85-      Sonra siz; birbirinizi öldüren, aranızdan bir takımı memleketlerinden süren, onlara karşı gü­nah ve düşmanlıkta yardımlaşan, onları çıkarmak haramken size esir olarak geldiklerinde fidyeleri­ni vermeye kalkan kimselersiniz. Yoksa siz kita­bın bir kısmına iman edip bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın dünya ha­yatında cezası sadece rezil olmaktır. Ahiret gü­nünde de onlar, azabın en şiddetlisine itilirler. Al­lah yaptıklarınızdan gafil değildir.

86-      Onlar ahiret karşılığında dünya hayatını satın alan kimselerdir; bu yüz­den azapları hafifletilmez, onlar yardım da edilmezler.

87-      Şüphesiz Musa'ya Kitab verdik, ondan sonra da ardı ardına peygamber­ler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya apa­çık deliller verdik, onu Ruh'ul Kudüs (Cebrail) ile güçlendirdik. O halde neden size bir peygamber nefsinizin hoşlan­madığı bir şey getirdiğinde, büyüklük taslayarak bir kısmını yalancı sayıp bir kısmını da öldürdünüz?

88-      «Kalplerimiz perdelidir» dediler. Hayır! Allah küfre sapmalarından dola­yı onları lânetlemiştir. O yüzden pek azı iman eder.

89-      Daha önce küfre sapanlara karşı kendilerine yardım gelmesini diledikleri halde Allah katından onlara, kendilerin­de olanı onaylayan Kitab ve tanıdıkları (Peygamber) gelince onu inkâr ettiler. Al­lah'ın laneti, kâfirlerin üzerine olsun!

90-      Allah'ın, kullarından dilediğine fazlından indirmesine haset ederek Al­lah'ın indirdiğini inkâr etmekle, kendi­lerini kötü bir şey karşılığında sattılar. Bu yüzden gazap üstüne gazaba uğradı­lar. Alçaltıcı bir azap kâfirler içindir.

91-      Onlara, «Allah'ın indirdiğine iman edin» denildiğinde, «Bize indirilene iman ederiz» derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Hâlbuki o, ellerinde bulunanı onaylayan bir gerçektir. Onlara de ki: «Eğer iman etmiştiyse­niz, o halde neden daha önce Allah'ın peygamber­lerini öldürüyordunuz?»

92-      Hiç şüphesiz Musa size apaçık deliller ge­tirdi, sonra ardından yine zalimler olarak buzağı­yı benimsediniz.

93-      Hani sizden kesin bir söz almış ve Tur'u (tehdit olarak) tepenize dikmiştik de, «Size verdiği­mize kuvvetle sarılın ve dinleyin» demiştik. (Ama onlar,) «Dinledik ve karşı geldik» demişlerdi. Kü­fürleri yüzünden buzağı sevgisi kalplerine işle­miş, sindirilmişti. De ki: «Eğer iman etmişseniz, (bu durumda) imanınız size pek de kötü bir şeyi em­retmektedir.»

94-  De ki: «Eğer ahiret yurdu Allah katında başka insanlara değil de sadece size mahsus ise (ve de) doğru sözlü iseniz, o halde ölümü dilesenize!»

95-    Bunu, önceden ellerinin takdim ettiklerin­den (günahlarından) dolayı asla dilemeyeceklerdir. Allah zalimleri iyi bilir.

96-               Hiç şüphesiz onların diğer insanlardan ve hatta şirk koşanlardan hayata daha tutkun olduk­larını bulursun. Her biri ömrünün bin yıl olmasını ister. Oysa uzun ömürlü olması onu azaptan uzaklaştırmaz. Allah onların ne yaptığını hakkıyla gö­rendir.

97-      De ki: «Cebrail'e düşman olan kimse (bilsin ki) o, Kur'an'ı, Allah'ın izniyle kendinden önceki­ni onaylayıcı ve iman edenlere ise hidayet edici ve müjdeleyici olarak senin kalbine indirmiştir.»

98-      Kim Allah'a, meleklerine, pey­gamberlerine, Cebrail'e ve Mikail'e düşman olursa (kâfirdir) ve şüphesiz Al­lah kâfirlere düşmandır.

99-      Hiç şüphesiz sana apaçık ayetler indirdik. Onları sadece fasıklar inkâr eder.

100- Onlar ne zaman bir anlaşma yapmışlarsa, içlerinden bir takımı onu bir yana atmıştır. Zaten onların çoğu iman etmezler.

101- Allah katından onlara ellerinde olanı doğrulayan bir peygamber gelin­ce, kendilerine kitab verilenlerden bir takımı bilmiyorlarmış gibi Allah'ın kita­bını arkalarına attılar.

102- Şeytanların (kötülerin) Süleyman'ın hükümdarlığı hakkında söyledikleri şeylere (yalanlara) uydular. Oysa Süleyman küfre düşmedi, ama insanlara sihir öğreten şeytanlar (kötüler) küfre sapmış oldular. Hakeza onlar (kötülerin) Babil'deki iki melek Harut ve Marut'a indirilenler hakkında söylediklerine uydular. Oysa bu ikisi, «Biz sadece imtihan aracıyız, o halde sakın küfre sapma» demedikçe, kimseye bir şey öğretmezlerdi. Bununla beraber iki melekten, koca ile karısının arasını ayıracak şeyleri öğreniyorlardı. Hâlbuki Allah'ın izni olmadıkça onlar kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek, faydalı
olmayacak şeyler öğreniyorlardı. Hiç şüphesiz onu
(sihri) satın alanın ahretten bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi!

(Yahudiler, yüce Allah'ın ellerindeki Tevrat'ı onaylayıcı olarak indirmiş olduğu Kur'an'a sırt çevirerek şeytanlar tarafından Hz. Süleyman'ın hükümranlık gücü hakkında anlatılan hikâyelerin ve yine onlar tarafından Süleyman hakkında düzü­len halkı yanıltıcı söylentilerin peşine takılmışlar­dı. Bu şeytanların halk arasında yaymaya çalıştık­ları söylentilerin özü, Hz. Süleyman'ın bir büyücü olduğu, iradesine boyun eğdirdiği hayvanları ve doğal güçleri, bildiği ve kullandığı büyü yolu ile yaptığı uydurmasıydı.)

103- Onlar iman edip takva sahibi ol­salardı, (kendileri için) Allah katındaki sevap daha hayırlı olurdu. Keşke bilseler­di!

104- Ey iman edenler! Peygamber'e, «raina» demeyin, «unzurna» deyin ve dinleyin. Kâfirlere elem verici azap vardır.

(Her ne kadar bu iki kelime (raina ve unzurna) Arapça 'da aynı anlama gelse de İbranice dilinde «raine» cümlesi, «Bizi ahmaklaştır» anlamına geliyordu. Yahudiler de bundan kötü istifade ederek «raina (Allah’ım! Bizi koru ve gözet!)» diye dua eden Müslümanlarla alay ediyordu. Allah Müslümanları uya­rarak düşmana fırsat vermemelerini, «raina» yerine aynı an­lamı ifade eden «unzurna» kelimesini kullanmalarını öğütlemiştir.)

105- Kitab ehlinden ve şirk koşanlardan küfre sapanlar, Rabbinizden size bir iyilik gelmesini istemezler. Allah, rahmetini dilediğine özgü kılar. Allah büyük ihsan sahibidir.

106-     Her hangi bir ayeti (hükmen) nesh eder ve­ya (bildirimini) ertelersek, ondan daha hayırlısını veya onun bir benzerini getiririz. Allah'ın her şe­ye kadir olduğunu bilmez misin?

107-     Göklerin ve yerin egemenliğinin Allah'a ait olduğunu ve sizin için Allah'tan başka bir veli ve yardımcı olmadığını bilmez misiniz?

108-     Yoksa siz de peygamberinizi, bundan ön­ce Musa'ya sorulduğu gibi sorguya çekmek mi is­tiyorsunuz? İmanı küfürle değiştiren, şüphesiz yolun doğrusundan sapmış olur.

109- Kitab ehlinin çoğu, hak kendilerine apa­çık belli olduktan sonra, içlerindeki kıskançlık yüzünden sizi iman ettikten sonra küfre döndür­meyi isterler. Allah'ın emri gelene kadar onlara af ve hoşgörüyle davranın. Allah muhakkak her şeye kadirdir.

110- Namazı kılın ve zekâtı verin. Kendiniz için önden gönderdiğiniz her hayrı Allah katında bulacaksınız. Allah yaptıklarınızı şüphesiz görendir.

111- «Yahudi veya Hıristiyan olma­yan kimse elbette cennete girmeyecek» dediler. Bu onların kuruntularıdır. De ki: «Doğru sözlü iseniz delilinizi getirin.»

112- Evet, iyilik yaparak yüzünü (ken­dini) Allah'a teslim eden kimsenin ecri Rabbi katındadır. Onlar için ne bir kor­ku vardır, ne de üzülürler.

113- Hepsi de kitabı okumakta olduk­ları halde Yahudiler, «Hıristiyanlar hiç­bir şey üzere değildir» dediler. Hıristi­yanlar da, «Yahudiler hiçbir şey üzere değildir» dediler. Bilmeyenler de onla­rın söylediklerine benzer şeyler söyledi­ler. Allah, kıyamet günü, anlaşmazlığa düştükleri şeylerde onlar arasında hü­küm verecektir.

114- Allah'ın mescitlerinde O'nun is­minin anılmasını yasaklayan ve onların yıkılmasına çalışan kimseden daha za­lim kim vardır? Oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Dünyada rezillik on­laradır, ahirette de büyük azap onlaradır.

115- Doğu da batı da Allah'ındır; ne­reye dönerseniz Allah'ın yüzü oradadır. Doğrusu Allah her şeyi kuşatan ve her şeyi bilendir.

      (Allah'ın yüzünden maksat, kıble kıldığı yön veya Allah 'in zatı ya da Allah 'in, insanların yap­tıkları hakkındaki bilgisidir. Bu ayet, Yahudilerin sakat yorumlarına karşı çıkarak aslında her yö­nün bir kıble olduğunu, buna göre ibadete duran kul ne tarafa dönerse yüce Allah'ın orada hazır bulunduğunu, herhangi bir yönün kıble olarak be­lirlenmesinin ise yüce Allah tarafından bir yön­lendirme olayı sayıldığını, o tarafa dönmenin O'na itaat etme anlamı taşıdığını, yoksa bunun Allah'ın o tarafta değil de bu tarafta olduğu ma­nasına gelmediğini belirtiyor.)

116- «Allah çocuk edindi» dediler. O münez­zehtir! Oysa göklerde ve yerde olanlar O'nundur. Hepsi de O'na boyun eğicilerdir.

117- Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah'tır. O, bir şeyin olmasını dilerse, ona ancak «Ol» der ve o da hemen oluverir.

118- Bilmeyenler, «Allah bizimle konuşmalı veya bize bir ayet gelmeli değil miydi?» dediler. Öncekiler de onların söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. Kalpleri birbirine benzedi. Kesin­likle yakin eden kimseler için ayetleri açıklamı­şızdır.

119- Doğrusu biz seni müjdeci ve uyarıp kor­kutucu olarak, hak ile göndermişizdir. Sen, o bü­yük ateş (Cehennem) ehlinden sorumlu değilsin.

120- Kendi dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden asla hoşnut olmayacaklardır. De ki: «Hidayet, ancak Allah'ın hidayetidir.» Sa­na gelen ilimden sonra onların heveslerine uyar­san, şüphesiz Allah'tan sana ne bir veli ve ne de bir yardımcı bulunur.

121- Kendilerine verdiğimiz kitabı hakkıyla okuyanlar (var ya), işte ona ancak onlar iman eder­ler. Onu inkâr edenler ise hüsrana uğrayanlardır.

122- Ey İsrail oğullan! Size verdiğim nimeti ve sizi (bir zamanlar) âlemlere üstün tuttuğumu hatırla­yın.

123- Kimsenin kimse adına bir şey ödeyeme­yeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimse­ye şefaatin yarar sağlamayacağı ve (kimsenin kimseden) yardım görmeyeceği günden korunun.

124-  Hani Rabbi, İbrahim'i bir takım kelimelerle denemiş, o da onları tamamla-mıştı da Allah, «Seni insanlara imam kılacağım» demişti. O, «Soyumdan da mı?» deyince, Allah, «Zalimler benim ahdime (önderlik makamına) erişemez» de­mişti.

(Ayette imamet makamının da tıpkı risalet makamı gibi insanların seçmesi esasına dayanma­dığı, bu makamın Allah'ın elinde olduğu, Allah'ın bu makamı dilediğine verdiği ve hayatları boyun­ca bir an olsun (puta taparak) kendisi ve (zulme­derek) diğerleri hakkında haksızlık edenlerin asla imamet makamına nail olamayacağı açıkça belir­tilmiştir. Ayrıca Menakıb-i Ali bin Ebi Talib s.276 ve Şevahid'ut Tenzil c.l s.92'de Abdullah b. Mes'ud'tan naklen ayetin tevilinde Hz. Resulullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilir: «Yüce Allah beni peygamber, Ali'yi ise vasi (benden sonraki imam) olarak seçti.»)

125-      Hani Kâbe’yi, insanlar için bir dönüş ve güven yeri kılmıştık ve «İbra­him'in makamını namaz yeri edinin (de­miştik)İbrahim ve İsmail'le de, «Evimi; ziyaret edenler, (orada) ikamet edenler, rükû ve secde edenler için tertemiz tu­tun» diye sözleşmiştik.

126-Hani İbrahim, «Rabbim! Burası­nı emin bir şehir kıl, halkından, Allah'a ve ahiret gününe iman edenleri ürünler­le rızıklandır» demişti de Allah, «Küfre sapanı da az bir müddet geçindirir, son­ra da onu cehennem azabına sürüklerim ve bu pek de kötü bir sonuçtur» diye söylemişti.

127-  Hani İbrahim ve İsmail, Kâbe’nin temellerini yükseltirken, «Rabbimiz! Yaptığımızı kabul buyur. Şüphesiz sen hem işiten, hem bilensin (demişlerdi)

128- «Rabbimiz! İkimizi sana teslim olanlardan kıl, soyumuzdan da sana tes­lim olanlardan bir ümmet karar kıl. Bize ibadet yöntemlerimizi göster, tövbemizi kabul buyur; çünkü tövbeleri daima ka­bul eden ve merhameti bol olan ancak sensin (demişlerdi)

129-  «Rabbimiz! İçlerinden, onlara senin ayetlerini okuyan, kitabı ve hik­meti öğreten, onları her kötülükten arın­dıran bir peygamber gönder. Doğrusu güçlü ve hikmet sahibi olan ancak sen­sin (demişlerdi)

130-  Kendini beyinsiz kılandan baş­kası İbrahim'in dininden yüz çevirmez. Şüphesiz dünyada onu seçtik, şüphesiz o, ahirette de salihlerdendir.

131-  Hani Rabbi ona, «Teslim ol» de­diğinde, «Âlemlerin Rabbi'ne teslim Oldum» demişti.

132-  İbrahim bunu (teslimiyeti) oğullarına vasiyet etti. Yakup da oğullarım! Allah dini size seçti, siz de ancak teslim olmuş olarak can verin» dedi.

133-  Yoksa Yakub'a ölüm geldiği zaman sizler yanında mı idiniz? Hani O, oğullarına, «Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?» diye sormuştu da onlar, «Senin ilahına ve babaların İbrahim, İsma­il, İshak'ın ilahı olan tek ilaha ibadet edeceğiz, biz ancak O'na teslim olmuş kimseleriz» demiş­lerdi.

134-  Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Kazandık­ları kendilerine, sizin kazandıklarınız da sizedir. Onların yapmış olduklarından sorumlu değilsiniz.

135-  «Yahudi veya Hıristiyan olun ki hidayeti bulasınız» dediler. De ki: «Biz, Hanif olan İbrahim'in dinine uyarız ve o asla şirk koşanlardan değildi.»

(Hanif, başka yollardan yüz çevirip münhasıran tek bir yöne, yani Allah'a yönelen kimse demektir.)

136-   «Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsma­il'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene, Musa'ya, İsa'ya ve Rableri tarafından peygam­berlere verilene, onları birbirinden ayırt etmeksi­zin iman ettik, biz O'na teslim olanlarız» deyin.

137-  Sizin iman ettiğiniz gibi iman etmiş olsa­lar, şüphesiz hidayeti bulmuş olurlar. Yüz çevirir­lerse, şüphesiz bir ayrılığa (düşmanlığa) düşmüş olurlar. Onlara karşı sana Allah yeter. O, işiten ve iyi bilendir.

138-  (İbrahim'in dinidir) Allah'ın rengi! Rengi (dini) Allah'ınkinden daha güzel
olan kim vardır? Biz sadece O'na ibadet edenleriz.

(Allah'ın renginden maksat; Allah'ın, insanı üzerinde yarattığı fıtratı veya dinine hidayet etme­si veya imanla temizlemesidir. Bunların «renk» olarak adlandırılması ise Hıristiyanların kullan­dığı sözün benzerini ifade etmek ve onlara kendi mantıklarıyla cevap vermek içindir. Zira Hıristi­yanlar, yeni doğan çocuklarını sarı renkli sözde kutsal bir suda vaftiz etmekte ve böylece temizlen­diklerini ve Hıristiyanlıklarının gerçekleştiğini kabul etmektedirler. Allah da burada vaftiz suyu­nun rengi olan sarı renk yerine, kendi rengi olan ve insanı üzerinde yarattığı fıtratı önermektedir.)

139-       De ki: «Allah hakkında bizimle tartışmaya mı giriyorsunuz? Oysa O, bi­zim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir ve bizim amellerimiz kendimize, sizin amelleriniz de kendinize aittir. Biz O'na ihlâs üzere bağlananlarız.»

140-       Yoksa İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: «Peki, siz mi, yoksa Allah mı da­ha iyi bilir?» Allah tarafından kendisin­de bulunan bir tanıklığı gizleyenden da­ha zalim kim olabilir? Allah yaptıkları­nızdan gafil değildir.

141-     Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Kazandıkları kendilerine, sizin kazan­dıklarınız da sizedir. Onların yapmış ol­duklarından sorumlu değilsiniz.

142-     İnsanların beyinsizleri, «Yönel­dikleri kıbleden onları çeviren nedir?» diyecekler. De ki: «Doğu ve batı Al­lah'ındır. O, dilediğini doğru yola hida­yet eder.»

143-     Böylece sizin insanlara ve Resu­lün de size şahit olması için sizi orta bir ümmet kıldık. Senin önceden yöneldi­ğin kıbleyi (Beyt'ul Mukaddes'i), sadece peygambere uyanları, ökçeleri üzerine geri dönenden ayırt edip bilmemiz için kıble yaptık. Doğrusu bu (kıble değişimi) Allah'ın hidayet ettiği kimselerden baş­kasına elbette ağır gelir. Allah imanınızı (önceden kıldığınız namazlarınızı) boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gös­teren ve merhamet edendir.

144-     Şüphesiz yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram semti­ne çevir. Bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu kitab verilenler, onun Rablerinden bir gerçek olduğunu mutlaka bilirler. Allah onların yaptıklarından gafil değildir.

145- Sen, kitab verilenlere her türlü delili getir­sen, yine de kıblene uymazlar ve sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlardan bir kısmı da diğer bir kısmının kıblesine uymazlar. Hiç şüphe­siz eğer sana gelen ilimden sonra onların hevesle­rine uyarsan, elbette o zaman zulmedenlerden olursun.

146- Kendilerine kitab verdiklerimiz, onu (Pey­gamber'i) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir takımı, doğruyu bile bile gizlerler.

147- Hak (kıble değişimi) Rabbindendir, sakın şüphelenenlerden olma.

148-      Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Nerede olursanız olun, Allah hepinizi bir araya getirir. Allah şüphesiz her şeye kadirdir.

149-      Her nereden çıkarsan, (namaz kılarken) yü­zünü Mescid-i Haram semtine çevir, şüphesiz bu Rabbinden bir haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.

150- Her nereden çıkarsan, (namaz kılarken) yüzü­nü Mescid-i Haram semtine çevir. İnsanların zul­medenlerinden başkalarının size karşı gösterecekleri bir delili olmaması için, her nerede olursanız, (namaz kılarken) yüzlerinizi o semte çevirin. O halde onlardan kork­mayın, benden korkun. (Ayrıca bu kıble de­ğişimi) Size olan nimetimi tamamlamam ve hidayete ermenizi sağlamak içindir.

151- Nitekim biz size aranızdan ayet­lerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak, size kitabı ve hikmeti öğrete­cek ve bilmediklerinizi bildirecek bir peygamber de gönderdik.

152- O halde artık beni anın ki ben de sizi anayım, bana şükredin ve (sakın nan­körlük ederek) küfretmeyin.

153-  Ey iman edenler! Sabır ve na­mazdan destek alın. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.

154-  Allah yolunda öldürülenlere, Ölüler demeyin; zira onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz.

155-  Muhakkak sizi biraz korku ve açlık ve mallardan, canlardan, ürünler­den biraz eksiltmekle deneriz. Sabre­denleri müjdele.

156-  O kimseler ki kendilerine bir musibet geldiğinde, Biz Allah'ınız ve elbette O'na döneceğiz derler.

157-  Rablerinin mağfiret ve rahmeti onlaradır. Hidayeti bulanlar da onlardır.

158-  Şüphesiz Safa ile Merve Al­lah'ın Şiarlarındandır (sembollerindendir). Kim Kâbe’yi hacceder veya umre ya­parsa, bu ikisini de tavaf etmesinde bir sakınca yoktur. Kim gönülden isteyerek iyilik yaparsa, şüphesiz Allah da iyilik­leri takdir edendir ve her şeyi bilendir.

159-  Gerçekten indirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti kitapta insanlara açıkladıktan sonra giz­leyen kimseler (var ya), onlara hem Allah lanet eder, hem lanet ediciler lanet eder.

160-  Ancak tövbe edenler, ıslah olanlar ve (giz­lemiş olduklarını) açıklayanlar başka. İşte ben onla­rın tövbesini kabul ederim. Şüphesiz ben tövbeleri kabullenen ve merhamet edenim.

161- Küfre sapanlar ve de kâfir olarak ölenler (var ya), işte, Allah'ın, meleklerin ve insanların hepsinin laneti onlaradır.

162- Onda temelli kalacaklardır, onlardan azap hafifletilmez ve (özür dilesinler diye) kendilerine mühlet de verilmez.

163- İlâhınız bir tek ilahtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, rahmandır, rahimdir.

164-     Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasın­da, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle (yüklü olarak) denizde sü­zülen gemilerde, Allah'ın gökten indirip yeri ölü­münden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı ora­da yaymasında, rüzgârları ve yerle gök arasında emre hazır duran bulutları döndürmesinde düşü­nenler için deliller vardır.

165-     İnsanlar arasında, Allah dışında bir takım eşler (ortaklar) edinen ve onları Allah'ı severcesine sevenler vardır. İman edenlerin Allah'ı sevmesi ise hepsinden kuvvetlidir. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait bulunduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu (önceden) görebilselerdi!

166-  O zaman kendilerine uyulanlar, kendilerine uyanlardan uzaklaşacak, azabı göre­cekler ve aralarındaki bağlar da kopmuş olacaktır.

167-  Uyanlar, «Keşke bizim için bir kere daha (dünyaya) dönüş olsa da bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak» derler. Böylece Allah onlara iş­lerini, üzerlerine çöken hasretler olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkacak değillerdir.

168-  Ey insanlar! Yeryüzündeki te­miz ve helal şeylerden yiyin, fakat şey­tanın adımlarına uymayın. Şüphesiz o sizin için apaçık bir düşmandır.

169-  (Şeytan) Size sadece kötülüğü, hayâsızlığı ve Allah'a karşı bilmediği­niz şeyi söylemenizi emreder.

170-  Onlara, «Allah'ın indirdiğine uyun» denilince, «Hayır, babalarımızı yapar bulduğumuz şeye uyarız» derler. Babaları bir şey akıl edemeyen ve hidayeti bulamayan kimseler olsalar da mı (onlara uyacaklar)!

171- Küfre sapanların (hakka davet edilme) örneği, bağırıp çağırmadan başkasını işitmeyene (bir tehlikeyi haber vermek için) seslenen kimsenin (çobanın) misalidir (Bu sesin kendilerine bir tehlikeyi haber verdiğini an­lamazlar. Onlar) Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bu yüzden onlar akıl etmez­ler.

172- Ey iman edenler! Sizi rızıklandırdığımız temiz şeylerden yiyin ve sadece Allah'a ibadet ediyorsanız, O'na şükredin.

173- Allah size sadece ölü hayvan etini, kanı, domuz etini, Allah'tan başkası için kesileni haram kılmıştır; elbette haksız­lık etmeksizin ve haddi aşmaksızın zorda kalana, (bunlar da) günah sayılmaz. Çünkü Allah bağışla­yandır, merhamet edendir.

174- Gerçekten, Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir değere satanlar (var ya), onların karınlarında yedikleri ancak ateştir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları günah­lardan arıtmaz. Elem verici azap onlar içindir.

175- Onlar hidayet karşılığında dalaleti, mağfi­ret karşılığında azabı satın alanlardır. Onlar, ateşe karşı ne de sabırlıdırlar.

176- Bu (azap) hiç şüphesiz Allah'ın kitabı hak olarak indirdiği içindir. Kitab hakkında ayrılığa düşenler, doğrusu derin bir ayrılık içine düşmüş­lerdir.

177- Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyilik değildir. Lakin iyilik (sahipleri) Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitab'a, pey­gamberlere iman eden, kendisi sevdiği halde ya­kınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve esirleri kurtarmaya mal harcayan, namaz kılan, zekât veren ve sözleştiklerinde söz­lerine vefa gösterenler ile zorda, darda ve savaş anında sabredenlerdir. İşte onlar dosdoğru olan­lardır ve takva sahipleri ancak onlardır.

178- Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı: Hüre hür, köleye köle, dişi­ye dişi. O halde eğer birisi (dini) kardeşi tarafından bağışlanırsa (ve kısas hükmü diyete dönüşürse) İyiliğe uymalıdır (diyet hususunda karşı tarafın maddi durumunu göz önünde bulundurmalıdır) ve (katil de öldürülenin velisine diyeti) iyilikle ödemelidir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa elem ve­rici azap onun içindir.

179-  Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (bu sayede adam öldürmekten) sakınırsınız.

180-      Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır (mal) bırakıyorsa, ana ba­baya, yakınlara, uygun bir tarzda vasi­yet etmesi, takva sahiplerine bir hak olarak size de yazıldı.

181-      Vasiyeti işittikten sonra değişti­ren olursa, bunun günahı değiştirenin üzerinedir. Allah şüphesiz işiten ve bi­lendir.

182-      Vasiyet edenin yanılacağından veya günaha gireceğinden korkan kimse onların arasını düzeltirse, ona günah yoktur. Allah şüphesiz bağışlayan ve merhamet edendir.

183-      Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki takvalı olursu­nuz.

184-      Sayılı günler (oruç size farz kılındı); içinizden hasta olan veya yolculukta bu­lunan, artık diğer günler (oruç tutsun). Oruca zor dayanabilenler, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir. Kim gönül­den hayır yaparsa (düşküne daha fazlasını ve­rirse) kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için hayır­lıdır.

185-     (O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, o ayda Kur'an, insanlara yol gösterici, doğru yola iletici, eğri ile doğruyu birbirinden ayırt edici olarak in­dirildi. Sizden kim bu ayı (yolcu değilken) idrak ederse, orucunu tutsun. Hasta veya yolculukta olan, artık diğer günler (oruç tutsun). Allah size ko­laylık ister, zorluk istemez. (Bu kolaylık) sayıyı ta­mamlamanızı, sizi hidayete ulaştırmasına karşılık Allah'ı ululamanızı ve şükretmenizi sağlamak içindir.

186-     Kullarım sana beni sorduklarında, (bilsinler ki) ben şüphesiz yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da da­vetimi kabul edip bana iman etsinler. Umulur kemale erişirler.

187- Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınla­rınıza yaklaşmanız size helal kılındı. Onlar sizin için bir giysi, siz de onlar için bir giysisiniz. Al­lah, sizin kendinize hainlik edeceğinizi biliyordu, bu sebeple tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiği­ni dileyin. Sizin için şafağın beyaz ipliği, siyah ipliğinden seçilinceye kadar yiyin için, sonra oru­cu geceye kadar tamamlayın. Mescitlerde itikâfa çekildiğinizde kadınlarınıza yaklaşmayın. Bunlar Allah'ın hudutlarıdır, onlara yaklaşmayın. Allah ayetlerini insanlara böylece apaçık bildirir. Umu­lur ki takva sahibi olurlar.

(Elbise, örtünme ve korunma aracıdır. Karı-koca arasın­daki ilişki de tıpkı böyledir. Her biri, karşı tarafın üzerine ör­tü çeker, onu korur. İslâm, insan denen şu varlığı bütünü ile ve olduğu gibi ele alır, onun yapısını ve fıtri karakterini aslına uygun biçimde kabul eder ve bu realist yaklaşım içinde elinden tutarak onu bütünü ile yüceliklerin zirvesine tırmandırmaya çalışır. Dolayısıyla eşler arasındaki ilişki, elbi­selerle beden arasındaki ilişki gibidir. Nasıl bu ikisi birbirine çok yakın, uygun ve aralarında hiç­bir şey yoksa aynı şekilde eşler de birbirleriyle çok yakın ilişki içindedirler ve birbirleri için karşılıklı birer sükûnet ve mutluluk kaynağıdırlar

Ayrıca Ramazan'da yeme ve içme zamanı ile ilgili de bir yanlış anlama vardı. Bazıları yatsı na­mazından, ertesi gün güneş batıncaya dek yeme ve içmenin haram olduğu görüşündeydi. Bazıları yatsı namazından sonra uyanık kalındığı sürece yenilip içilebileceğini, fakat uyunursa, yenilip içil­meyeceğini savunuyorlardı. Bu kendi uydurdukla­rı fikirler nedeniyle, çoğu zaman kendileri zahmet çekiyorlardı. Bu ayette onların yanlış anlamaları ortadan kaldırılıyor ve yeme-içme yasağının gü­nün ilk şafağından güneşin batışına; yeme, içme ve cinsel ilişki serbestîsinin de güneşin batışın­dan, günün ilk şafağına dek olacağı belirleniyor.)

188- Aranızda mallarınızı haksızlıkla yemeyin ve bile bile insanların mallarından bir kısmını günahla yemeniz için, onları hâkimlere aktarmayın.

(Hiç kimse hâkimlere rüşvet vererek başkala­rının malını ele geçirmeye çalışmamak ve başka­larının malını ele geçirmek için yalan iddialarla mahkemeye başvurmamalıdır. Var olan delillere göre hâkimin, haksız kimse lehine hüküm vermesi mümkündür. Oysa hâkimin kararı ne herhangi bir haramı helâl ve ne de herhangi bir helâli haram haline getirebilir. O sadece göz önündeki delillere göre bağlayıcılık ifade eder. Günahı, sorumluluğu o konuda hile yapan, yanıltmaya başvuran tarafın omuzlarındadır.)

189- Sana hilal halindeki aydan sorarlar. De ki: «Onlar, insanlar ve hac için belirlenmiş vakitlerdir.» İyilik (cahiliye döneminde inanıldığı gibi ihramlıyken) evlere
arkalarından girmeniz değildir; belki iyilik takvalı olmaktır. Evlere kapılarından girin ve Allah'tan sakının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.

(Bu, cahiliye döneminde Arapların bâtıl gele­neklerinden biri idi. Araplar ihram giydiklerinde, evlerine ön kapılarından girmezler, arka pencere­lerden eve atlarlardı. Bu ayette Allah, onları bu bâtıl gelenek nedeniyle eleştirmekle kalmıyor, ay­nı zamanda onları, atalarının bâtıl gelenek ve inançlarını körü körüne takip etmenin doğru ol­madığı konusunda da uyarıyor.)

190-  Sizinle savaşanlarla Allah yo­lunda savaşın ve aşırı gitmeyin; doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez.

191-  Onları bulduğunuz yerde öldü­rün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onla­rı çıkarın. Fitne çıkarmak, adam öldür­mekten daha kötüdür. Mescid-i Ha­ram'ın yanında, onlar savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşır­larsa onları öldürün. Kâfirlerin cezası işte böyledir.

192-      Vazgeçerlerse, şüphesiz Allah bağışlayıcı ve merhamet edicidir.

193-      Fitne kalmayıp din yalnız Al­lah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık düşmanlık sa­dece zalimlere karşıdır.

194-      Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler (dokunulmazlıklar) karşılıklıdır; o halde kim size saldırırsa, size saldırdı­ğı gibi siz de ona saldırın. Allah'tan sa­kının ve Allah'ın takva sahipleriyle be­raber olduğunu bilin.

195- Allah yolunda infak edin, (infakı terk ederek) kendinizi kendi elinizle tehli­keye atmayın, iyi işler yapın. Şüphesiz Allah ihsan sahiplerini sever.

196- Hac ve umreyi Allah için sona erdirin. Ama eğer alıkonursanız, kolayınıza gelen bir kurban (gönderin). Kurban, yerine ulaşıncaya ka­dar, başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizde hasta olan veya başından rahatsız bulunan (ve bu yüzden de başı­nı tıraş eden) varsa; fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi ya da kurban kesmesi gerekir. Gü­venliğe kavuşursanız, umreden sonra hacca başla­yan kimseye, kolayına gelen bir kurban kesmek, bulamayana da hac esnasında üç gün ve döndüğü­nüzde yedi gün oruç tutmak gerekir ki o (toplam olarak) tam on gündür. Bu (hüküm), ailesi Mescid-i Haram'da oturmayan kimseler içindir. Allah’ tan sakının ve Allah'ın cezasının şiddetli olacağını bilin.

197-      Hac bilinen aylardadır. O aylarda hac fa­rizasını eda eden kimse (bilmelidir ki) hacda, kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yok­tur. Ne hayır yaparsanız Allah onu bilir. Kendini­ze azık edinin, şüphesiz azığın en iyisi ise takva­dır. Ey akıl sahipleri, sadece benden korkun!

198-      (Hacda) Rabbinizden bir yarar dilemenizde (ticaret yapmanızda) bir günah yoktur. Arafat'tan akın ettiğinizde, AllahMeş'ar'il Haram'da anın; sizi hidayete ulaştırdığı gibi, siz de O'nu zikredin. Şüphesiz (unutmayınız ki) bundan önce sapık olan­lardan idiniz.

199- Sonra insanların toplu olarak akın ettiği yerden, siz de (Mina'ya) akın edin. Allah'tan mağ­firet dileyin. Şüphesiz Allah bağışlayıcı ve mer­hamet edicidir.

200- Hac ibadetinizi bitirdiğinizde, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın. «Rabbimiz! Bize dünyada ver» diyen in­sanlar vardır. Öylesinin, ahirette bir pa­yı yoktur.

201- İnsanlardan, «Rabbimiz! Bize dünyada güzellik, ahirette de güzellik ver, bizi ateşin azabından koru» diyenler de vardır.

202- İşte onlara, kazançlarından (ve dualarından) bir nasip vardır. Allah hesabı çabuk görür.

203- Allah'ı sayılı günlerde anın. İki günde (Mina'dan dönmek için) elini çabuk tutana günah yoktur, geri kalana (ve Mina'da üç gece durana)'da günah yoktur. (Bun­lar) Sakınan kimse içindir. Allah'tan korkun ve hepinizin O'nun huzurunda bir araya getirileceğini bilin.

204- Dünya hayatına dair konuşması senin şaşırtan ve kalbinde olana Allah'ı şahit tutan insanlar vardır. Hâlbuki o düşmanların en azılısıdır.

205- O iş başına geçince (hâkimiyeti ele geçirince), yeryüzünde fesat çıkarmaya, ekin ve nesli yok etmeye çalışır. Allah fesadı sevmez.

206- Ona, «Allah'tan sakın» denince, işlediği günah sebebiyle gurura kapılır. Artık ona cehennem yeter. O pek de kö­tü bir yataktır!

207- İnsanlar arasında, Allah'ın rıza­sını kazanmak için canını verenler var­dır. Allah kullarına karşı şefkatlidir.

(Sa'lebi şöyle diyor: «Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Medine'ye doğru hicret etmek isteyince, Ali b. Ebu Talib'i (a.s) Mekke'de borçlarını ödemek ve yanındaki halka ait emanetleri sahiplerine geri vermek için kendi yerine tayin etti. Müşrikler pey­gamberin (s.a.a) evinin etrafını sardıkları bir hal­de Ali'ye (a.s) kendi yatağında yatmasını emretti ve ona şöyle buyurdu: «Uyurken üzerime örttü­ğüm yeşil parçayı üzerine ört ve benim yatağıma yat. İnşallah sana hiçbir zarar gelmeyecektir.» Hz. Ali (a.s) bu denilenleri yerine getirdi ve bu esnada Allah, Cebrail ve Mikail'e şöyle vahyetti: «Ben si­zin aranızda kardeşlik bağını icat ettim ve birini­zin ömrünü diğerinden uzun kıldım. Sizden hangi­niz diğerini kendisine tercih eder.» Onlardan her ikisi de kendi hayatını tercih etti. Bu esnada Allah onlara şöyle vahyetti: «Neden siz de Ali b. Ebi Talib (a.s) gibi değilsiniz? Ben onunla Muhammed arasında kardeşlik bağını icat ettim. O, Peygam­ber'in (s.a.a) yatağına yattı ve Peygamber'i ken­disine tercih etti.» Simdi yeryüzüne ininiz ve onu düşmanlardan koruyunuz.» Bunun üzerine o melekler yeryü­züne geldiler, Cebrail baş tarafında ve Mikail ise alt tarafında yer aldı. Cebrail şöyle seslendi: Aferin! Aferin! Kim senin gi­bi olabilir ey Ali! Allah melekler nezdinde seninle övündü.» Peygamber (s.a.a) Medine'ye doğru hareket ettiği bir esnada mezkûr ayet Ali b. Ebi Talib hakkında nazil oldu.»)

208- Ey iman edenler! Hep birden (Allah'a) tes­limiyet içine girin, şeytanın adımlarına uymayın; o, size apaçık bir düşmandır.

209- Size apaçık belgeler geldikten sonra ka­yarsanız, Allah'ın güçlü ve hikmet sahibi olduğu­nu biliniz.

210- Onlar sadece Allah'ın ve meleklerin (indi­receği azabın) gölge salan bulutlar içinde kendileri­ne gelmesini ve böylece işin bitmesini bekliyor­lar. Elbette bütün işler Allah'a dönecektir.

211- İsrail oğullarına, ne kadar açık ayetler verdiğimizi sor! Kendisine geldikten sonra kim Allah'ın nimetini değiştirirse, (bilsin ki) şüphesiz Allah, cezası pek şiddetli olandır.

212-  Küfre sapanlara, dünya hayatı süslendirilmiştir. Onlar, (bu yüzden) iman edenlerle alay eder­ler. Oysa takva sahipleri kıyamet günü onlardan üstün olacaklardır. Allah dilediğine hesapsız şe­kilde rızık verir.

213- İnsanlar tek bir ümmetti. Derken (araların­da inanç farklılıkları ortaya çıkınca), Allah peygamber­leri müjdeci ve uyarıp korkutucu olarak gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düş­tükleri şeyler konusunda aralarında hüküm ver­mek hak üzere (bir de) kitap indirdi. Oysa kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra sırf aralarındaki haset yüzünden ihtilafa düşenler, kendilerine kitap verilenlerden başkası değildi. Allah iman edenleri, ay­rılığa düştükleri gerçeğe kendi izni ile hidayet etti. Allah dilediğini doğru yola hidayet eder.

214- Yoksa sizden önce gelip geçen­lerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber mümin­ler, «Allah'ın yardımı ne zaman?» diye­cek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.

215- Sana, ne infak edeceklerini so­rarlar. De ki: «İnfak edeceğiniz mal; ana baba, yakınlar, yetimler, düşkünler, zor­da kalan yolcular içindir. Yapacağınız her iyiliği Allah şüphesiz bilir.

216- Hoşunuza gitmediği halde, sa­vaş üzerinize farz kılınmıştır. Bir şey hoşunuza gitmediği halde sizin için ha­yırlı olabilir. Bir şey de hoşunuza gittiği halde sizin için kötü olabilir. Allah bilir ve siz bilmezsiniz.

217- Sana haram ayı, onda savaşma­yı sorarlar. De ki: «O ayda savaşmak bü­yük (bir günahtır) ve (sonuç olarak da) Allah yolundan alıkoymak, O'nu inkâr etmek ve Mescid-i Haram'a engel olmaktır. Ama halkını oradan çıkarmak Allah katında (haram ayda savaşmaktan) daha büyüktür. Fitne çıkarmak (irtidat etmek) ise öldürmekten daha bü­yüktür.» Güçleri yeterse, dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşa devam ederler. Sizden di­ninden dönüp kâfir olarak ölen olursa, bunların iş­leri dünya ve ahirette boşa gitmiş olur. İşte ateş ehli onlardır, onlar onda temelli kalıcılardır.

218- İman edenler, hicret edenler ve Allah yo­lunda cihat edenler Allah'ın rahmetini umarlar. Allah bağışlayıcı ve merhamet edicidir.

219- Sana içki ve kumarı sorarlar. De ki: ikisinde hem büyük günah ve hem insanlara bazı (maddi) faydalar vardır. Günahları faydasından da­ha büyüktür. Sana neyi (ne kadar) infak edecekle­rini sorarlar. De ki: «İtidal miktarınca» Allah düşünesiniz diye size ayetleri böylece açıklar.

220-      Dünya ve ahiret hakkında (düşünesiniz diye size ayetleri böylece açıklar). Ve sana yetimler hakkın­da sorarlar. De ki: Onların işlerini düzeltmek ha­yırlıdır. Eğer onlarla bir arada yaşarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah kimin işleri bo­zucu ve kimin düzeltici olduğunu bilir. Allah dileseydi sizi zora sokardı. Allah şüphesiz güçlüdür, hikmet sahibidir.

221- İman edinceye kadar Allah'a şirk koşan kadınlarla evlenmeyin. İman eden bir cariye, gön­lünüzü çekse de müşrik bir kadından daha iyidir. İman edinceye kadar müşrik erkeklerle mümin kadınları da evlendirmeyin. İman eden bir köle, gönlünüzü çekmiş olsa da müşrik bir erkekten da­ha iyidir. Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise izniyle cennete ve mağfirete çağırır ve insanlara hatırda tutsunlar diye ayetlerini açıklar.

222- Sana, kadınların aybaşı halini sorarlar. De ki: «O bir eziyettir. Aybaşı halinde iken kadınlardan el çekin, te­mizlenmelerine kadar onlara yaklaşma­yın. Temizlendikleri zaman, Allah'ın si­ze buyurduğu yoldan yaklaşın. Allah şüphesiz daima tövbe edenleri sever ve Allah temizlenenleri de sever.»

223- Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza (haram kılınmış zamanlar müstesna) istediğiniz zaman varın. Kendiniz için (salih çocuklar edinerek) Önceden (güzel amel­ler) takdim edin, Allah'tan sakının. O'na, hiç şüphesiz kavuşacağınızı bilin ve (bunu) iman edenlere müjdele.

224- İnsanların arasını düzeltmeniz, günahtan sakınmanız ve iyi olmanız için, Allah'a yaptığınız yeminleri engel kılmayın. Allah şüphesiz işiten ve bilendir.

(Eğer bir kimse bir şeyi yapmaya veya yap­mamaya yemin eder, sonra da yemini bozmanın daha hayırlı olduğunu fark ederse, yeminini boz­malı ve kefaretini vermelidir. Yemini bozmanın ke­fareti, on muhtacı doyurmak ve giydirmek, ya da bir köle azat etmektir. Eğer yemin eden kimse bun­lara güç yetiremezse üç gün oruç tutmalıdır.)

 

225-     Allah sizi kasıtsız yaptığınız ye­minlerinizden dolayı değil, fakat kalple­rinizin kazandığı (kasıtlı yaptığı) yeminler sebebiyle sorumlu tutar. Allah bağışla­yandır, hilim sahibidir.

226-     Kadınlarına yaklaşmamaya ye­min edenler, dört ay beklerler; bundan sonra dönerlerse, (bilsinler ki) şüphesiz Allah bağışlayıcı ve merhamet edicidir.

(Eşler arasındaki ilişkilerin her zaman için uyumlu olmadığı doğru ise de Allah, eziyet verici bir ilişkinin devam etmesine izin vermez. Bu ne­denle Kur'an kadının haklarını savunarak eşlere, ayrılmaları için kanunen nikâhlı kaldıkları, fakat pratikte ayrı yaşayıp ilişkide bulunmadıkları dört ay gibi maksimum bir süre belirlemiştir. Bu tür bir ayrılığa İslâm hukukunda «ilâ» denir. Bu süre içinde karı kocaya barışmalı, ya da hoşlandıkları uygun kimselerle evlenebilmeleri için iyilikle ay­rılmalıdırlar. Eski ve modern cahiliye döneminde olduğu gibi kadını bu şekilde süresiz bekletmek doğru değildir)

227-     Yok, eğer boşanmaya karar verir­lerse, (bilsinler ki) Allah şüphesiz işiten ve bilendir.

228-     Boşanmış kadınlar, kendi başla­rına üç aybaşı hali beklerler; eğer Al­lah'a ve ahiret gününe iman etmişlerse, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizle­meleri kendilerine helal değildir. Koca­ları bu arada barışmak isterlerse, eşleri­ni geri almakta daha çok hak sahibidir­ler. Kadınlar ödevlerine denk belli hak­lara sahiptir ve (elbette) erkekler için on­ların üzerinde bir derece (farkı da) vardır. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.

229- (Dönüşü olan) Boşama iki keredir. Ondan sonrası, ya iyilikle tutmak veya güzellikle salmaktır. Allah'ın hudutları­nı koruyamamaktan korkmadıkça kadınlara verdiklerinizden bir şey almanız size helal değildir. Eğer ikisinin Allah'ın hudutlarını koruyamayacakların­dan korkarsanız, o zaman kadının fidye vermesinde (mehirini bağışlayıp boşanmasın­da) ikisine de günah yoktur. Bunlar Al­lah'ın hudutlarıdır, onları çiğnemeyin. Allah'ın hudutlarını çiğneyenler ancak zalimlerdir.

(Bu ayet İslâm'dan önce Arabistan 'da yaygın olan çok ciddi ve kötü bir sosyal alışkanlığı dü­zeltmeyi amaçlar. O zamanlarda bir erkek istediği kadar ve istediği zaman boşama hakkına sahipti. Ne zaman eşi ile ilişkisi kötüye gitse onu boşar ve işine gelirse tekrar onunla evlenirdi. Buna bir sı­nırlama getirilmediği için, olay sık sık tekrarlana­bilirdi. Bu nedenle kadın, ne onunla tam bir evli­lik ilişkisi içinde olur, ne de başkası ile evlenebile­cek özgürlüğe sahip olurdu. Kur'an'ın bu ayeti, bu tür zulmü ortadan kaldırmaktadır. Bütün evlilik yaşamı bo­yunca bir erkek, eşini ancak iki kez boşama hakkına sahiptir. Bundan sonra ne zaman onu üçüncü kez boşarsa, artık ondan tamamen ayrılmış olur. Ayrıca erkek, eşine mehir olarak veri­len evlilik hediyelerini, elbise ve takıları geri isteme hakkına sahip değildir. Birisine hediye olarak verilen bir şeyi geri iste­mek, islâm'ın ahlâk kurallarına tamamen aykırıdır. Hz. Pey­gamber (s. a. a) bu ahlâka aykırı hareketi, kustuğunu yalamaya benzetmiştir. Bilhassa bir erkek için, daha önceden isteyerek eşine verdiği şeyleri boşandıktan sonra geri istemek, çok utanç verici bir durumdur. İslâm, erkeğin mehir olarak eşine bir şeyler vermesini mutlak olarak emretmektedir.)

230- Bundan sonra (erkek üçüncü defa) kadını boşarsa, kadın başka birisiyle evlenmedikçe bir da­ha kendisine helal olmaz. (Eğer ikinci kocası da) onu boşarsa, Allah'ın hudutlarını koruyacaklarına inandıkları takdirde (eski eşlerin) birbirlerine dön­melerine bir engel yoktur. Bunlar, bilen kimseler için Allah'ın açıkladığı hudutlardır.

231-       Kadınları boşadığınızda iddetlerini bitir­dikleri zaman, onları güzellikle tutun ya da güzel­likle bırakın. Haksızlıkta bulunmak için onları za­rarlı olacak şekilde tutmayın. Böyle yapan şüphe­siz kendisine zulmetmiş olur. Allah'ın ayetlerini de alaya almayın. Allah'ın üzerinize olan nimeti­ni, öğüt vermek üzere size indirdiği kitab ve hik­meti anın, Allah'tan sakının ve Allah'ın her şeyi bildiğini bilin.

232-  Kadınları boşadığınızda, onlar da bekle­me müddetlerini (iddetlerini) tamamladıkları za­man, kendi aralarında güzellikle anlaşmaları du­rumunda, evlenmelerine engel olmayın. İşte bu­nunla içinizden Allah'a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu sizin için daha faydalı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

233- Anneler çocuklarını, emzirmeyi tamamlatmak isteyen baba için tam iki sene emzirirler. Onların yiyecek ve gi­yeceğini uygun bir şekilde sağlamak, çocuk kendisinin olan babaya borçtur. Herkese ancak gücü nispetinde teklifte bulunulur. Ne bir ana ve ne de bir baba evladı sebebiyle zarara sokulmasın. (Ba­banın) Varisine de aynı şeyi yapmak borçtur. Ana baba aralarında danışarak ve anlaşarak sütten kesmek isterlerse, ikisine de günah yoktur. Çocuklarınızı sütanneye emzirtmek isterseniz, verece­ğinizi güzel bir şekilde ödedikten sonra size günah yoktur. Allah'tan sakının ve Allah'ın yaptıklarınızı gördüğünü bilin.

234- İçinizden ölenlerin bırakmış ol­duğu eşler kendi başlarına dört ay on gün beklerler. Bekleme müddetlerini (iddetlerini) tamamladıkları zaman, onların kendi haklarında uygun şekilde yaptık­larından (ve istedikleriyle evlenmelerinden) dolayı size günah yoktur. Allah yaptık­larınızdan haberdardır.

235- (İddeti bekleyen) Kadınlara ima yo­lu ile evlenme teklif etmenizin ya da bu arzuyu içinizden geçirmenizin hiçbir sa­kıncası yoktur. Allah onları anacağınızı bilir. Sakın uygun (kinaye ve imalı) sözler dışında onlarla gizlice sözleşmeyin müddet sona erene kadar nikâh akdine kalkışma­yın. İçinizde olanı Allah'ın bildiğini bilin de O'ndan çekinin. Allah'ın bağışlayıcı ve hilim sa­hibi olduğunu bilin.

236- Henüz kendilerine dokunmadan veya mehir belirlemeden kadınları boşamanızda size gü­nah yoktur. Onları, zengin olan kendi gücü, darda olan da kendi gücü oranında uygun bir şekilde faydalandırın. Bu ihsan sahiplerine bir borçtur.

237- Eğer onlara mehir biçer de el sürmeden onları boşarsanız, kendileri veya nikâh akdi elin­de olan erkeğin bağışlaması hali müstesna, biçti­ğinizin yarısını verin. Bağışlamanız (tümünü verme­niz) takvalı olmaya daha yakındır. Birbirinize karşı erdemi unutmayın. Allah şüphesiz yaptıklarınızı görür.

238-     Namazları ve orta namazı (öğle namazını) özenle gözetin; gönülden boyun eğerek Allah için (namaza) durun.

239-     Eğer korkarsanız, (namazı) yaya veya binek üstünde giderken kılın, güvene erişince, (namaz hü­kümleri hakkında) bilmediklerinizi öğrettiği şekilde Allah'ı anın.

240-     Sizden ölüp eşler bırakanlar, evlerinden çıkarılmaksızın bir yıla kadar eşlerinin geçimini sağlayacak şeyi vasiyet etsinler. Eğer çıkarlarsa kendilerinin meşru olarak yaptıklarından (evlilik­ten) dolayı size sorumluluk yoktur. Allah güçlü­dür, hikmet sahibidir.

241-     Boşanmış kadınlara (farz olarak biçilenlerin yanı sıra) uygun bir hediye (vermek de erkekler üzerinde bir borçtur. Bu) Takva sahipleri üzerinde bir haktır.

242-     Allah ayetlerini düşünesiniz diye böylece açıklamaktadır.

243-     Binlerce kişinin evlerinden ölüm korkusuyla çıktıklarını görmedin mi? Allah onlara «Ölün» dedi. Sonra onları diriltti. Allah insanlara bol nimet verir, fakat insanların çoğu şükretmezler.

(İsrail oğulları arasında veba salgını baş göstermişti. Bunlar ölüm korkusuyla evlerinden çıkıp kaçmaya başladılar. Bir mil gider gitmez Al­lah onları öldürdü. Kemikleri çürüdüğünde Allah, Hazkil'i gönderdi, Allah böylece onları ölümden sonra tekrar hayata kavuşturdu. Dolayısıyla taun ve veba gibi salgınlarda herkes bulunduğu yerden kaçmaya kalkışmamalı, savaş gerektiği zaman da korkup vatanlarından kaçmamalıdır Ölüm korku­suyla vatanlarını müdafaa etmekten ve Allah'ın emrini yerine getirmekten kaçınarak, sürü sürü yurtlarını terk eden kavimlerin, çok geçmeyip mahvoldukları, perişan oldukları hakkında insan­lık tarihi örneklerle doludur. Burada Allah, bütün bunları hatırlatırken Allah'ın hükmünden kaçıp kurtulmanın imkânı bulunmadığını ve böyle ya­panların, korktuklarına daha çabuk ve daha feci bir şekilde uğrayacaklarını ve hatta Allah'ın, dile­yince hükmünü yerine getirmek için ölüleri bile dirilteceğini ve dolayısıyla, ölmekle kurtulacakla­rını zannedenlerin de kurtulamayacaklarını anlat­mış, kısaca Allah'ın hükmünden kurtulmak için, ne ölümden kaçmanın, ne de ölüme koşmanın akıl işi olmadığını bildirmiştir)

244-       Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah şüphesiz işiten ve bilendir.

245- Allah'a güzel bir borç verip de Allah'ın da onu kendisine birçok kat katlayıverdiği o kimse kimdir? Allah (rızkı) hem darlaştırır, hem bollaştırır; O'na döndürüleceksiniz.

246-  Musa'dan sonra İsrail oğulları­nın ileri gelenlerini görmedin mi? Hani peygamberlerinden birine, «Bize bir hü­kümdar gönder de Allah yolunda sava­şalım» demişlerdi. (O peygamberleri ise,) «Ya savaş size farz kılındığında savaş­mazsanız?» demişti. «Memleketimizden ve çocuklarımızdan uzaklaştırıldığımıza göre niye Allah yolunda savaşmaya­lım?» demişlerdi. Ama savaş onlara farz kılınınca, az bir kısmı müstesna, yüz çevirdiler. Allah zalimleri bilir.

247-  Peygamberleri onlara, «Allah size şüphe­siz, Talut'u hükümdar olarak gönderdi» dedi. «Biz hükümdarlığa ondan layık iken ve ona malca da bir bolluk verilmemişken, bize hükümdar olmaya o nasıl layık olabilir?» dediler. «Doğrusu Allah si­ze onu seçti, bilgice ve vücutça gücünü artırdı» dedi. Allah mülkünü (hükümdarlığı) dilediğine verir. Doğrusu Allah her şeyi kuşatan ve her şeyi bilen­dir.

248- Peygamberleri onlara, Onun egemenliği­nin alameti, size sandığın gelmesidir. Onda Rabbinizden gelen bir huzur, Musa ailesinin ve Harun ailesinin bıraktıklarından kalanlar vardır ve onu melekler taşır. Eğer iman etmişseniz, bunda sizin için apaçık delil vardır. Dedi.

249-      Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, on­dan içen benden değildir, eliyle sadece bir avuç içen müstesna, kim ondan içmezse şüphesiz ben­dendir» dedi. Onlardan pek azı hariç, sudan içti­ler. Kendisi ve beraberindeki iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar), «Bugün Calut ve ordusu­na karşı koyacak gücümüz yok» dediler. Allah'a kavuşacaklarını bilenler ise, «Nice az topluluk Al­lah'ın izniyle çok topluluğa üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir» dediler.

250-      Calut ve ordusuyla karşı karşıya geldikle­rinde, «Rabbimiz! Bize sabır ver, ayağımızı sabit kıl (kaydırma), kâfir topluluğa karşı bize yardım et» dediler.

251- Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar. Davud Calut'u öldürdü. Allah ona (Da­vud'a) hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah'ın insan­ları birbiriyle savması olmasaydı yeryü­zünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah, bütün âlemlere karşı büyük bir lütuf sa­hibidir.

252- İşte bunlar Allah'ın ayetleridir. Biz onları sana, doğru olarak okuyoruz. Şüphesiz sen peygamberlerden birisin.

253- İşte bu peygamberler; bir kısmını, diğerlerinden üstün kıldık. Onlardan Allah'ın kendilerine hitab ettiği, derece­lerle yükselttikleri vardır. Meryem oğlu İsa'ya apaçık belgeler verdik, onu Ruh'ul Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Allah dileseydi, apaçık belgeler kendilerine geldikten sonra, peygamberlerin ardından birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat ayrılığa düştüler, kimi iman etti, kimi küfre saptı. Allah dileseydi (ihtilafa düştüklerinde bile) birbirlerini öldürmezlerdi, lakin Allah istediğini yapar.

254-Ey iman edenler! Alışverişin, dostluğun ve şefaatin olmayacağı günün gelmesinden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak edin. Kâfirler, zalimlerin ta kendileridirler.

255-Allah, O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, her an yaratıklarını gözetip du­randır. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde olan ve yerde olan ancak O'nundur. O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir? Onların işledikle­rini ve işleyeceklerini de bilir. Diledi­ğinden başka ilminden hiç bir şeyi kav-rayamazlar. Egemenliği gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetilmesi O'na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür.

256-Dinde zorlama yoktur; artık hi­dayetle dalalet birbirinden iyice ayrıl­mıştır. Tağutu inkâr edip Allah'a iman eden kimse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah işitendir, bi­lendir.

(Arapça «din» kelimesi hem inancı, hem de bu inanç üzerine kurulan hayat tarzını ifade eder. Burada, önceki ayetlerde ortaya konulan inanç ifade edilmek­tedir. Bu ayete göre İslâm, iman ve onun hayat tarzı hiç kim­seye zorla kabul ettirilemez demektir. Yoksa din çerçevesinde iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak ile hiç bir ilgisi yoktur. Arapça «tağut» kelimesi sözlük anlamıyla sınırları aşan herkes için kullanılır. Kur'an bu kelimeyi Allah'a isyan eden, Allah'ın kullarının hâkimi ve mâliki olduğunu iddia eden ve onları kendi kulu olmaya zorlayan kimse için kullanır. Eğer bir kimse Allah'a isyan eder ve O'nun kullarını kendine boyun eğmeye zorlarsa, o zaman tağuttur. Böyle bir kimse şeytan, rahip, dinî veya politik lider, kral veya bir devlet olabilir. Bu nedenle bir kimse tağutu reddetmedikçe Allah’a inanmış sayılamaz. Ayrıca Menakib-u Harezmi, s.24'de yer alan bir rivayette ise Hz. Peygamber'in (s.a.a) İmam Ali’ ye şöyle dediği yer almıştır: «Sen (ayette belirtilen) kopmak bilmeyen sağlam bir kulpsun.»)

257-     Allah iman edenlerin velisidir, onları ka­ranlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfre sapanların velileri ise tağuttur. Onları aydınlıktan karanlıkla­ra çıkarır. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar on­da temelli kalacaklardır.

258-     Allah kendisine hükümranlık verdi diye İbrahim ile Rabbi hakkında tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, «Rabbim dirilten ve öldüren­dir» dediğinde, «Ben diriltir ve öldürürüm» demiş­ti. İbrahim, «Şüphesiz Allah güneşi doğudan geti­riyor, sen de batıdan getirsene» dedi. Küfre sapan kimse şaşırıp kaldı. Allah zulüm eden kimseleri hidayete eriştirmez.

259- Yahut sakinlerinin boşalttığı evlerin bu­lunduğu kasabaya uğrayan kimseyi (görmedin mi?) Allah burayı ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek?» dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra diriltti, «Ne ka­dar kaldın?» dedi. «Bir gün veya bir gü­nün bir kısmı kadar kaldım» dedi. «Hayır, yüz yıl kaldın. Yiyeceğine içeceğine bak, bozulmamış; eşeğine bir bak ve hem seni insanlar için bir örnek kılaca­ğız. Kemiklere bir bak, onları nasıl bir­leştirip sonra onlara et giydiriyoruz» de­di. Bu ona apaçık belli olunca, «Artık Allah'ın her şeye kadir olduğunu biliyo­rum» dedi.

260- Hani ibrahim, «Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster» dediğinde, «İnanmıyor musun?» deyince de «Evet (inanıyorum), velâkin kalbim iyice itminana ersin» demişti. «Öyleyse kuşlardan dördünü tut da onları kendi nezdinde (keserek) parçalara ayır, sonra da her dağın üzerine onlardan bir parça koy. Ardından onları çağır; koşarak sana gelirler. O halde Allah'ın güçlü ve hikmet sahibi olduğunu bil» demişti.

261-Mallarını Allah yolunda infak edenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah her şeyi kuşatan, O her şeyi bilendir.

262-Mallarını Allah yolunda infak edip sonra infak ettikleri şeyin ardından başa kakmayan ve eza etmeyenlerin ecirleri Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

263-Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden ezi­yet gelen bir sadakadan daha iyidir. Allah zengin­dir, hilim sahibidir.

264- Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret günü­ne inanmayıp insanlara gösteriş için malını infak eden kimse gibi, sadakalarınızı, başa kakma ve eziyet etmekle boşa çıkarmayın. Zira böylesini örneği, üstünde biraz toprak bulunan ve üzerine bir sağanağın inip kendisini bütün yalçınlığı ile ortada bıraktığı bir kaya gibidir. Kazandıkların­dan hiç bir şey elde edemezler. Allah küfre sapan kimselere hidayet etmez.

265-      Allah'ın rızasını kazanmak ve kalplerini sağlamlaştırmak için mallarını infak edenlerin ör­neği, yüksekçe bir tepede bulunan, bol yağmur al­dığında yemişlerini iki kat veren, bol yağmur yağ­masa bile (ürün vermesine yetecek) çisentisi düşen bir bahçenin örneği gibidir. Allah yaptıklarınızı gö­rür.

266-      Hangi biriniz kendisi ihtiyarlamış ve çocukları da güçsüzken, altlarından ırmaklar akan, kendisi için orada her çeşit meyveden (bir miktar) bulunan hurmalık ve üzümlükler dolu bir bahçe­sinin, ateşli bir kasırganın kopmasıyla yanmasını ister? Düşünesiniz diye Allah size ayetlerini böy­lece açıklar.

267- Ey iman edenler! Kazandıklarınızın te­mizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan infak edin; göz yummadan alamayacağı­nız pis şeyleri vermeye kalkmayın. Al­lah'ın müstağni ve övülmeye layık ol­duğunu bilin.

268- Şeytan size fakirliği vaat eder ve size kötülüğü emreder. Allah ise kendi­sinden mağfiret ve bol nimet vaat eder. Allah her şeyi kuşatan ve her şeyi bilen­dir.

269- Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir. Temiz akıl sahiplerin­den başkası düşünüp anlamaz.

(el-Bidaye ve'n Nihaye c.7 s.360'da yer aldı­ğına göre İbn-i Mes' ud Resulullah 'ın şöyle buyur­duğunu naklediyor: «Hikmet on parçaya bölündü. Dokuz parçası Aliye verildi ve bir parçası da in­sanlara verildi.)

270- İnfak ettiğiniz her şeyi ve adadı­ğınız adağı şüphesiz Allah bilir. Zulüm edenlerin hiç yardımcıları yoktur.

271- Sadakaları açıkça verirseniz o pek güzel! Eğer onları yoksullara gizli­ce verirseniz sizin için daha iyidir. Allah kötülüklerinizi örter ve Allah yaptıkları­nızdan haberdardır.

272-  (Ey Peygamber,) İnsanları hidayete erdirmek senin işin değil, zira ancak Al­lah, dilediğini hidayete erdirir. Ve yalnız Allah'ın rızasını kazanmak için harca­manız şartıyla, başkalarına her ne iyilik yaparsanız bu kendi yararınızadır. Çün­kü yapacağınız her iyilik size olduğu gibi geri dönecek ve size haksızlık ya­pılma- yacaktır.

273-  (İnfaklarınızı) Allah yolunda mahsur kalan, yeryüzünde dolaşamayan ve hayâlarından dolayı kendilerini tanımayanların zengin saydıkları yok­sullara verin. Onları yüzlerinden tanırsın, (yoksa onlar bizzat) insanlardan yüzsüzlük ederek bir şey istemezler. İnfak ettiğiniz iyi bir şeyi Allah şüphe­siz bilir.

274-  Gece gündüz, açık gizli, mallarını infak edenlerin mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

(Durret'un Nasihin c.l s.22'de bu ayetin tefsiri hakkında şöyle yer almıştır: «Bu ayet Ali bin Ebi Talib hakkında inmiş­tir. Zira Hz. Ali'nin dört dirhemi vardı, birini gece, birini gündüz, birini aşikar ve birini de gizli sadaka verdi. Bunun üzerine bu ayet indi.»

275-    Faiz yiyenler ancak şeytan çarpmış kimse gibi yaşarlar. Bu, onların, zaten alışveriş de faiz gibidir demelerindendir. Oysa Allah alış verişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faizcilikten) geri durursa, geçmişi kendisinedir ve onun işi Allah'a aittir. Kim de (faizcili­ğe geri) dönerse, işte onlar ateş ehlidir ve onlar on­da temelli kalacaklardır.

276-    Allah faizi tüketir, sadakaları ise nemalandırır. Allah pek de nankör olan hiç bir günahkârı sevmez.

277-    İman edenler Salih amellerde bulunanlar, namazı ikame edenler ve zekât verenler var ya, onlar için mükâfatları Rableri katındadır. Onlar için ne bir korku vardır, ne de üzülürler.

278-Ey iman edenler! Allah'tan sakının iman etmişseniz, faizden arta kalmış hesaptan vazgeçin.

279-Böyle yapmazsanız, (bunun) Al­lah'a ve elçisine karşı açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer tövbe ederseniz sermayeniz sizindir. Böylece zulmetmemiş ve zulme uğramamış olursunuz.

280-Eğer (borçlu) darda ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet verin. Bil­miş olsanız borcu sadaka olarak bağışla­manız sizin için daha hayırlıdır.

281-Allah'a döndürüleceğiniz ve sonra zulme uğramadan herkesin kazancının kendisine eksiksiz verileceği günden korkunuz

282-      Ey iman edenler! Birbirinize be­lirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız. İçinizden bir yazıcı adalet üzere yazsın. Yazıcı onu Allah'ın kendi­sine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmeyip yazsın. Borçlu olan da yazdırsın, Rabbi olan Allah’ tan sakınsın ve ondan bir şey eksiltmesin. Eğer borçlu beyinsiz veya aciz, ya da yazdıramayacak durumda ise, velisi, adalet üzere yazdırsın. Erkeklerinizden iki şahit tutun; eğer iki erkek bulunmazsa, şahitler­den razı olacağınız bir erkek, biri sürçtüğünde di­ğeri ona hatırlatacak iki kadın olabilir. Şahitler ça­ğırıldıklarında çekinmesinler. Borç büyük veya küçük olsun, onu süresiyle beraber yazmaya üşenmeyin. Bu, Allah katında en doğru, şahitlik için en sağlam ve şüpheden uzak tutacak en yakın yoldur. Ancak aranızdaki alışveriş peşin olursa, onu yazmamanızda size bir sorumluluk yoktur. Alışveriş yaptığınızda şahit tutun. Yazana da şahi­de de zarar verilmesin. Eğer (aksini) Yaparsanız, o zaman doğru yoldan çıkmış olursunuz. Allah’tan sakının.  (Sakındığınız takdirde O) Allah size öğretir. Allah her şeyi bilir.

283-     Eğer yolculukta olup yazıcı bulamazsanız alınan rehin yeter. Şayet birbirinize güvenirseniz (rehin gerekmez ama) güvenilen kimse borcunu öde­sin, Rabbi olan Allah'tan sakınsın. Şahitliği gizle­meyin, kim onu gizlerse şüphesiz kalbi günah iş­lemiş olur. Allah yaptıklarınızı bilendir.

284-     Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır, İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar, diledi­ğine de azap eder. Allah her şeye kadirdir.

285- Peygamber Rabbinden kendine indirilene iman etmiştir. Bütün müminler de Allah'a, melek­lerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etmiştir ve «Peygamberleri arasından hiç birini ayırt etme­yiz, işittik, itaat ettik, Rabbimiz, affını dileriz, dönüş sanadır derler.

286- Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar; kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhine­dir. Rabbimiz! Eğer unutacak veya ya­nılacak olursak, bizi sorumlu tutma. Rabbimiz! Bizden öncekilere (günahları sebebiyle ağır sorumluluklar) yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediğini yükleme, bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et! Sen mevlamızsın, kâfirlere karşı bize yardım et.