İÇİNDEKİLER

 

Back Index Next

 

Ömer, "Dediğin gibidir; fakat ben onu böyle bilmiyorum!" dedi.

Her taraftan Ömer'e baskı yaparak, "Sen savaşa katılıp kılıç sallamayan kimseler için Allah'ın kılıçlarımız sayesinde bize ihsan ettiği lütfü karşısında dikilip durmuşsun...!" dediler.

Fakat Ömer, "Benim görüşüm budur!" dedi. Sonunda onlar da, "İstediğin gibi olsun!" demek zorunda kaldılar.[935]

İbn-i Hazm diyor ki: "Rey ve görüş insanın bir delil ve burhanı olmaksızın isabetli olduğunu sandığı şeydir."

Ve yine diyor ki: "Kıyas ise, hakkında açık bir nass gelmeyen bir şeyi, hükmü olan başka bir şeyle kıyaslayarak onun hakkında da aynı hükmü vermektir.[936]

Devalibî ise el-Medhal adlı kitabında istihsanı şöyle tanımlıyor: "İstihsan, delilinin daha güçlü olması veya maslahatın icab etmesi ya da sıkıntıyı gidermek için kıyasta meşhur olan hükmün aksine bir hüküm vermektir."[937]

Daha sonra Ebu Hanife'nin istihsanla ilgili şu görüşünü naklediyor: "İstihsan, hükmü değiştirmeyi gerektiren daha güçlü bir delil olması nedeniyle benzer konularda bir meselenin hükmünden başka bir hükme geçiştir."

Bu konuda Malikiler ise şöyle derler: İstihsan, fakihin konunun ayrıntılarını araştırırken tüm meseleleri kıyasın sonucuyla bağdaştırmak zorunda olmayışı, istihsana dayanarak zarar, sıkıntı, meşakkat ve maslahatı defetmeyi gerektirse bile kendisi bazı genel maslahatları kıyasın sonucuna tercih etmesidir.[938]

Daha sonra istislahı şöyle tanıtıyor: İstislah gerçekten bir maslahat nedeniyle bir nevi reye göre verilen hükümdür.[939]

Üç usul arasındaki farkı ise şöyle tanımlıyor: Kıyas ve istihsanın meseleleri diğer meselelerle sürekli kıyas halindedir. Çünkü kıyasta, kıyas meselelerini, illetlerinin bir olması nedeniyle bir hükme sahip olan, kendisine kıyas edilen diğer meselelerin hükmüyle bir saymak gerekiyor.

İstihsanda, benzeri meselelerde verilen hükümden, bazı yönlerden daha güçlü görünen illetlerinin bir olmayışı nedeniyle istihsan meselelerine dönmek gerekiyor.

İstislahın meseleleri ise, hüküm vermek için kıyas ve istihsan meselelerinde değindiğimiz gibi başka meselelerle kıyaslama yapmaya gerek yoktur; istislah meselelerinde hüküm vermek için sadece maslahat göz önünde bulundurulur.[940]

"en-Nusus ve teğyiru'l - ahkam bi - tağyiri'z - zaman fi şer'i-l İslam" ise babında şöyle yazıyor: Kadı ve müftülerden ibaret olan müçtehidler, kanun koyucusu tarafından kaldırılmayan hükmü zamanın maslahatına göre değiştirmeyi caiz bilmekteler. Ve bu din bu açıdan diğer dinlerden üstün olup apaçık bir şekilde içtihadda düşünme özgürlüğünün varlığını ortaya koymakta, toplumun maslahatı için hükümlerde gerekli yumuşaklığın olması gerektiğini kabul etmektedir. Ve böyle güzel bir başlangıçla hareket, İslam teşriinde sağlam bir kural olup apaçık bir şekilde, hükümlerin değişiminin zaman değişimiyle paralel olarak gerçekleştiğinin inkar edilemeyeceğini ilan etmektedir.[941]

Daha sonra buna tanık olarak İbn-i Kayyım'ın A'lamu'l - Mu'kiin adlı kitabındaki sözlerini getirerek şöyle diyor: "Ve bu ise şüphesiz beraberinde büyük faydalar getirecek bir üstünlüktür…"[942]

İbn-i Kayyım bu alanda çeşitli örnekler getirmiştir; örneğin yedinci örnekte şöyle yazıyor: Resulullah (s.a.a) ve Ebubekir'in döneminde ve Ömer'in hilafetinin başlarında bir adam bir defada "üç talak" sözcüğünü kullansaydı Sahihlerde kesinleşen rivayetler gereğince bir talak sayılırdı…

Daha sonra İbn-i Kayyım bu konudaki sahih hadislere değinmiş, bu cümleden Rukane b. Abdulyezid'in başından geçen olaya yer vermiştir. Rukane bir defada eşine üç talak verdikten sonra bu işten pişmanlık duyarak durumu üzüntü içerisinde Resulullah (s.a.a)'e anlattı. Hazret ona, "Eşini nasıl boşadın?" diye sorunca Rukane dedi ki: "Ona üç talak verdim" dedim. Resulullah (s.a.a), "Bir mecliste mi?" diye sordu. Rukane, "Evet" diye cevap verince Hazret, "Bu bir talak sayılır. İstersen eşine rücu et" buyurdu. Rukane de eşine rücu etti.

Ve yine demiştir ki: Ömer b. Hattab bunun sünnet olduğunu, Allah Teala'nın kullarını rahatlatmak için onlara bir lütfü olduğunu ve talakın farklı oturumlarda ve bir kaç defada gerçekleşmesi gerektiğini, mükellefin bir defada gerçekleştiremeyeceğini biliyordu.

Nitekim lian da böyledir. Eğer mükellef dört defa söyleyeceğine bir defada, "Allah'ı dört defa tanık tutuyorum ve yemin ediyorum; gerçekten o doğru konuşanlardandır" söylerse, bu sadece bir defa sayılır. Ve eğer bir adam "Elli defa Allah'a yemin ederim ki bu adam katildir" derse, sadece bir yemin sayılır…

İbn-i Kayyım bu şekilde örnek veriyor ve nihayet şöyle diyor: "Bu Allah'ın Kur'anı, bu Resulullah (s.a.a)'in sünneti, bu Arap lügati, bu konuşma örfü, bu da Resulullah (s.a.a)'in halifesi ve onunla aynı zamanda yaşayan, sayıları bini geçen o hazretin ashabı; durum da Ömer'in hilafetinden üç yıl sonrasına kadar böyleydi… "

Daha sonra şöyle yazıyor: "Bundan maksat şudur: Eskiden beri Kur'an, sünnet, kıyas ve icma bu konu için delil ifade ediyordu ve ondan sonra da onu çürütecek bir icma gelmemiştir; fakat müminlerin emiri Ömer kendi döneminde bunun Müslümanların maslahatına olduğunu görerek bir defada üç talak verilmesini ilan etmiştir![943]

Devalibî icmanın tanımında onu iki kısma ayırmaktadır:

1- Bahis konusu olan mevzuda ümmetin hepsinin değil, sadece ulemasının icması.

2- Her yerde değil, sadece Medine gibi o olayın gerçekleştiği mekanda vuku bulan icma.

Daha sonra şöyle diyor: Sahabelerin döneminden sonra diğer alimler gelince icmayı şeriatin temel ilkelerinden biriymiş gibi kabul ettiler; fakat arada tek fark onların karşılarında sınırları apaçık belli bir ilke görmediler…[944]

* * *

Buraya kadar tüm söylediklerimiz onların rey'e amel etmeyle ilgili sözlerinden öte bir şey değildir; ister kendi reylerini tevil diye adlandırsınlar, ister içtihad desinler ve ister diğer isimler versinler, hepsi aynıdır.

Çünkü gerçekte kıyas, müçtehidin iki mesele arasındaki benzerlikten dolayı bir meseledeki bir hükmü göz önünde bulundurarak diğer meselede hükmetmesidir.

İstihsan ise müçtehidin bir hükmün aksine hüküm vermeyi maslahat gördüğü bir yerde meselenin benzerinin hükmünü terk etmesidir.

İstislah müçtehidin kıyaslama yapmadan maslahat teşhis ettiği bir konuda içtihad yaptıktan sonra görüşünü belirtmesidir.

İcma ise, herhangi bir konunun hükmünde ulemanın veya bir bölge halkının görüş birliğine varmasıdır. Hulefa Medresesinde tüm içtihad kuralları bu şekilde rey ve görüş belirtmede noktalanıyor; ayrıca onlar kendi kişisel görüşlerini şerî nassa tercih etmekteler! Halife Ömer'in savaş yoluyla fethedilen toprakların beşte dördünü İslam savaşçıları arasında bölüştürmekten sakınması bunun en açık örneğidir; bu davranış Kur'an-ı Kerim'in açık nassı ve Resul-i Ekrem (s.a.a)'in sünnetine aykırıdır! Veya üç defada talak vermek yerinde bir defada, "sana üç talak verdim" söylenmesinin yeterli görülmesi de Kur'an-ı Kerim ve Resulullah (s.a.a)'in sünnetine aykırı olan diğer bir örnektir.

İşte bu nedenledir ki rey mektebi önderi bazen açık bir şekilde müçtehidler arasında, onun görüşünün Resul-i Ekrem (s.a.a)'in hadisinden öncelikli olduğunu, kendi görüşünün hazreti Resulün emrine uymaktan daha üstün olduğunu dile getiriyor! Aşağıda bunun bazı örneklerine değineceğiz:

Hanefî Önderi ve Rey'e Amel

Hatib Bağdadî, Tarih-i Bağdad adlı eserinde Yusuf b. Esbat kanalıyla Ebu Hanife'den şöyle rivayet etmektedir: "Resulullah'la ben bir dönemde olsaydık, Resulullah benim bir çok görüşüme uyardı! Din, güzel rey ve isabetli kişisel görüşten başka bir şey midir ki?!"

Ve Ali b. Asim'den ise şöyle rivayet etmektedir: Ebu Hanife Resulullah'tan bize hadis rivayet ediyordu. Sonunda, "Ben bunu kabul etmiyorum?" dedi. Ben, "Peygamberin hadisini mi?" diye sordum. Ebu Hanife, "Evet; ben kabul etmiyorum" dedi![945]

İshak-i Fezarî'den ise şöyle rivayet edilmektedir: Savaşla ilgili bir soru sormak için Ebu Hanife'nin yanına gittim. Sorumu sordum Ebu Hanife cevap verdi. Ben, "Bu konuda Resulullah (s.a.a)'ten şöyle ve böyle rivayet edilmiştir" dedim. Bunun üzerine Ebu Hanife, "Bizi kendi halimize bırak" dedi![946]

Ve yine şöyle diyor: Bazen Resulullah (s.a.a)'in bazı hadislerini Ebu Hanife'ye söylüyorlar ve o da açık bir şekilde karşı çıkıyordu!

Ve yine, "Ben Seyf'i reddetmek için Ebu Hanife'ye bir hadis rivayet ettim. Fakat Ebu Hanife, "Bu hurafe bir hadistir" dedi!

Hatib Bağdadî yine Hammad b. Seleme'den şöyle rivayet etmiştir: "Ebu Hanife rivayetleri alıyor, fakat onları kendi reyine göre reddediyordu!"

Veya, "Hadis ve sireyi kendi reyiyle reddediyordu!"[947]

Vukey, "Biz Ebu Hanife'nin Resulullah (s.a.a)'in iki yüz hadisini apaçık bir şekilde reddettiğini gördük!" diyor.[948]

Salih Ferra ise Yusuf b. Esbat'tan şöyle duyduğunu rivayet eder: Ebu Hanife Resulullah (s.a.a)'in dört yüz veya daha fazla hadisini reddetmiştir! Ben bu yüzden ona, "Ey Ebu Muhammed! Bunların tümünün Resulullah (s.a.a)'in hadisleri olduğunu biliyor musun?!" dedim. Ebu Hanife, "Evet!" dedi. "Olardan birini söyler misin?" dedim. Ebu Hanife, "Resulullah atın iki pay ve savaşçının ise bir pay aldığını söylemiş. Fakat ben bir hayvanın payını bir müminin payından fazla tayin etmem" dedi!

Resulullah (s.a.a) ve ashabı kurbanlık deveye bedeninin bir yerini keserek alamet bırakıyorlardı. Fakat Ebu Hanife, bu şekilde alamet bırakmak musledir* demiştir!

Ve yine demiştir ki, Resulullah "Satıcı ve müşteri muamele toplantısından ayrılmadıkça muameleyi feshetme hakkına sahiptirler" buyurmuştur. Fakat Ebu Hanife, "Muamele gerçekleştikten sonra feshetme hakkına sahip olmak anlamsızdır" demiştir!

Yine Resulullah (s.a.a) bir yolculuğa çıkmak istediğinde eşleri arasında kura çekiyordu, kimin adına çıksaydı onu yanına alıyordu. O hazretin ashabı da kendisini izleyerek böyle yapıyorlardı. Fakat Ebu Hanife, kur'a çekimi kumardır, diyordu![949]

Yine Hammad'dan şöyle rivayet edilmiştir: Mescid-i Haram'da Ebu Hanife'nin yanında oturduğum bir sırada biri gelerek ondan, "Sandanllarını kaybetmesi nedeniyle ayakkabı giyen ihramlı kişinin vazifesi nedir?" diye sordu. Ebu Hanife, "Kurban kesmelidir" dedi! Bunun üzerine ben şöyle dedim: "Subhanellah! Eyyub bize, Resulullah (s.a.a)'in ihramlı kişi hakkında, eğer sandallarını bulamazsa ayakkabı giysin ve onu topuklarına kadar kessin buyurduğunu rivayet etmişti. Oysa sen ayakkabı giyip kurban kesmesini söylüyorsun!"

Bişr b. Mufazzal'dan da şöyle rivayet edilmiştir: Ebu Hanife'ye dedim ki: Nafi, İbn-i Ömer'den Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Muamelede feshetme hakkı satıcıyla müşteri birbirlerinden ayrılıncaya kadardır." Ebu Hanife, "Bu bir recezdir" dedi! Ben, "Katade, Enes'ten bir Yahudi'nin bir kız çocuğunun başını iki taş arasında kırdığını ve bunun üzerine Resulullah (s.a.a)'in de o Yahudi'ni başını iki taş arasında kırdığını rivayet etmiştir" dedim. Ebu Hanife, "Boş bir sözdür" dedi.[950]

Abdussamed babasından şöyle rivayet etmiştir: Ebu Hanife'ye Resulullah (s.a.a)'in, "-Ramazan ayının gündüzünde hacamet yapan da yaptıran da orucunu bozmuş olur" buyruğunu naklettiklerinde Ebu Hanife, "Bu kafiyeli ve şiirimsi bir sözdür" dedi![951]

Abdulvaris'ten şöyle rivayet edilmiştir: Mekke'de olduğum bir sırada Ebu Hanife de Mekke'ye geldi. Bir gün onun yanına gittiğimde bir grup etrafını sarmıştı. Bir adam ondan bir soru sordu, o da cevap verdi. Adam inanamayarak, "O halde Ömer b. Hattab'tan nakledilen rivayet ne olacak?" dedi. Ebu Hanife, "O Şeytanın sözüdür" dedi! Ben, "Subhanellah!" dedim. Oradakilerden biri, "Şaşırdın mı?" dedi, "Bundan önce bir kişi gelip bir meseleyi sordu. Ebu Hanife soruyu cevaplayınca adam, o halde Resulullah (s.a.a)'ten nakledilen, hacamet yapan da yaptıran da orucunu bozmuş olur, şeklindeki rivayet ne olacak? diye sordu. Ebu Hanife, bu şiirimsi bir sözdür dedi." Ben içimden, "Bu meclis benim yerim değil; bir daha asla buraya dönmeyeceğim" dedim.[952]

Yahya b. Adem der ki: Ebu Hanife'ye Resulullah (s.a.a)'in, "Abdest imanın yarısıdır" şeklindeki hadisi aktarıldığında Ebu Hanife -alaylı bir şekilde-, "O zaman iki defa abdest alalım da imanımız kamil olsun" dedi. Yahya, "Burada imandan maksat namazdır" dedi; "Çünkü Allah Teala 'Allah sizin imanınızı zayi etmez' buyurmuştur. Burada imandan maksat namazdır. Resulullah (s.a.a) de, 'Taharetsiz namaz geçerli değildir' buyurmuştur. O halde taharet imanın veya namazın yarısıdır ve taharet olmadan namaz kılınmaz."

Süfyan b. Uyeyne şöyle diyor: Ben Allah Teala'ya karşı Ebu Hanife'den daha küstah birini görmedim. O, Resulullah (s.a.a)'in hadislerine misal getirerek reddediyordu! Ona benim, muamelede feshetme hakkının satıcıyla müşterinin birbirlerinden ayrılıncaya kadar olduğunu rivayet ettiğimi haber vermişlerdi. O, bu hadisi reddetmek için sürekli, "Peki satıcıyla müşteri zindanda ya da gemide bir muamele yapmış olsalar ne olacak?! Eğer bu muamele yolculukta gerçekleşecek olursa satıcıyla müşteri ne zaman birbirlerinden ayrılacaklar?!" diyordu.[953]

* * *

Yukarıda rey taraftarlarının önderi müçtehid Ebu Hanife'den naklettiğimiz hadisleri muteber kitaplardan bulduk ve hepsinin Resulullah (s.a.a)'den rivayet edildiğini gördük. Daha sonra Ebu Hanife'nin fetvalarına müracaat ettiğimizde Resulullah (s.a.a)'in bu hadislerine aykırı fetva verdiğine tanık olduk:

1- Sahih-i Buharî, Sahih-i Müslim, Sünen-i Ebu Davud, Tirmizi, Muavtta-i Malik ve Müsned-i Ahmed'de şöyle geçer: "Resulullah (s.a.a) at için iki pay ve sahibine ise bir pay tayin etmiştir."[954]

Ebu Hanife'nin bu hadisle muhalefeti İbn-i Rüşd'in Bidayetu'l - Müctehid'inde geçmiştir.[955]

2- Sahih-i Buharî, Sahih-i Müslim, Sünen-i İbn-i Mâce, Daremî, Tirmizî ve Müsned-i Ahmed b. Hanbel'de şöyle geçer: Resulullah (s.a.a) devenin hörgüğünün sağ tarafına kurbanlık için alamet bıraktı.[956]

el-Muhallâ kitabında şöyle geçer: Ebu Hanife, "Ben hayvana alamet bırakılmasından hoşlanmıyorum; bu amel musledir" demiştir.

İbn-i Hazm ise şöyle demiştir: "Resulullah (s.a.a)'in yaptığı bir amelin musle diye nitelendirilmesi gerçekten şaşılacak bir şeydir. Resulullah (s.a.a)'in hükmünü eleştiren bir akla yazıklar olsun!"[957]

3- Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Müşteri ve satıcı birbirlerinden ayrılmadıkça muameleyi feshetme hakkı devam eder."[958]

Fakat Ebu Hanife ve Şafiî Bidayetu'l - Müctehid kitabında geçtiği üzere, "Feshetme hakkı üç gündür" demişlerdir.[959]

İbn-i Hazm el-Muhallâ adlı eserinde Resulullah (s.a.a)'in bu konudaki rivayetlerini kaydettikten sonra şöyle demiştir: Ebu Hanife, Malik ve izleyicileri bunları aykırı bilerek, "Muamele, satıcı ve müşteri birbirlerinden ayrılmasalar bile, hiç biri diğerine feshetme hakkı vermezse sözle kesinleşir" demiş ve bu şekilde Resulullah (s.a.a)'in kesin sünnetiyle muhalefet etmişlerdir.[960]

4- Sahih-i Buharî, Sahih-i Müslim, Daremî, İbn-i Mace ve diğer kaynaklarda şöyle geçer: "İhramlı bir kişi sandallarını kaybederse ayakkabı giysin."[961]

İbn-i Hazm bu hükmü ayrıntılı bir şekilde açıklamış ve el-Muhallâ kitabında Ebu Hanife'nin buna muhalefet ettiğini kaydetmiştir.[962]

5- Sahih-i Buharî, Sahih-i Müslim, Ebu Davur, İbn-i Mace ve diğer kaynaklarda şöyle geçer: Resulullah (s.a.a) bir kız çocuğunun başını iki taşla kıran Yahudi'nin başına aynı şekilde kırdı.[963]

Fakat İbn-i Rüşd, Bidayetu'l - Müctehid adlı eserinde şöyle yazıyor: Ebu Hanife ve izleyicileri kısas babında şöyle diyorlar: "Cani nasıl öldürmüşse öldürsün sadece kılıçla kısas edilmelidir."[964]

Bu konu ayrıntılı bir şekilde İbn-i Hazm'ın el-Muhallâ adlı eserinde işlenmiştir.[965]

6- Sahih-i Buharî, Sünen-i Ebu Davud, Tirmizî, Daremî ve diğer kaynaklarda Resulullah (s.a.a)'tan şöyle rivayet edilmiştir: "Hacamet yapan da yaptıran da orucunu bozmuş olur."[966]

Fakat İbn-i Rüşd'ün Bidayetu'l - Müctehid adlı eserinde şöyle geçmektedir: Ebu Hanife ve izleyicileri, "Bu iş ne mekruhtur ve ne de orucu batıl eder!"[967]

7- Sünen-i Tirmizî, Nesaî, İbn-i Mace, Daremî ve diğer kaynaklarda, "Abdest imanın yarısıdır" şeklinde geçmiştir.[968]

8- Sahih-i Buharî, Müslim, Sünen-i Ebu Davud, Daremî ve diğer kaynaklarda şöyle geçer: "Resulullah bir yolculuğa çıkmak istediğinde eşleri arasında kura çeker ve kimin adına çıksaydı beraberinde onu götürürdü."[969]

* * *

Bütün bu hadislere ve hadis kitaplarında Resulullah (s.a.a)'ten rivayet edilen yüzlerce diğer sahih hadise Ebu Hanife ve diğer müçtehidler şahsi görüşlerini gündeme getirerek muhalefet etmişlerdir! Bu hadislerin sayısı Hatib Bağdadî'nin Tarih-i Bağdad adlı eserinde kaydettiği gibi belki de iki yüz ve bir görüşe göre de dört yüzün üzerindedir. İbn-i Hazm'ın el-Muhallâ kitabı gibi hilaf kitaplarına müracaat edenler bu hadisleri ve onların bu hadislere muhalefetlerini yeterli bir açıklamayla göreceklerdir.

Ayrıca, onlar Kur'an-ı Kerim ve Resulullah (s.a.a)'in sünneti karşısında kendi yanlarından kıyas, istihsan, ve mesalih-i mursele gibi kurallar çıkararak İslam teşriinde yeni bir bölüm açmış, İslam hükümlerini çıkarmak için Kitab ve sünnetin yanında onlara müracaat etmiş ve bazen de yukarıda örneklerine değindiğimiz gibi kendi çıkardıkları bu kuralları Kur'an ve sünnetten öne geçirmişlerdir. Resul-i Ekrem (s.a.a)'den sonra İslam hükümleri böylece değişime uğratılmış ve bütün bunlar İslam dinine isnat edilmiştir. İşte bu yüzden bazı Müslümanlar dışında,[970] İslam düşmanları, İslam dininin Resul-i Ekrem (s.a.a)'in döneminde eksik bir din olduğunu ve daha sonra ilerleyip mükemmelleştiğini sanmışlardır! Tıpkı Yahudî müsteşrik Guldiziher'in kendi kitabında "Tetavvuru'l - Akide ve'ş - Şerita-i fi'l - İslam" (İslam dininde inanç ve yasama değişimi) başlığı altında dediği gibi.

Rey'e haddinden fazla güven öyle bir yere varmıştır ki bazı Hulefa Mektebi müçtehidleri benzeri dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen, insandan utanç terleri akıtan "şerî hileler" diye bir takım hükümler vermişlerdir![971]

Daha acısı, bu müçtehidlerin övgüsünde bir takım hadisler uydurulup onların Resulullah (s.a.a)'e isnat edilişidir. Hatib Bağdadî'nin Ebu Hureyre kanalıyla Resulullah (s.a.a)'ten rivayet ettiği Ebu Hanife'yi öven şu hadis gibi: "Ümmetimde ismi Nu'man ve künyesi ise Ebu Hanife olan bir kişi gelecek; o ümmetimin meşalesidir, o ümmetimin meşalesidir, o ümmetimin meşalesidir!"[972]

Bilmem, hicri 665 yılında Mısır bölgelerinden birinin padişahı olan Melik Zahir Bibrus Benkadarî bu gibi içtihadların kapısını kapatarak İslam'a hizmet mi etmiştir ihanet mi?![973] Fakat her halükarda, içtihad ve reye göre amelin kapısını başından beri Hulefa-i Raşidin döneminde Hulefa Mektebinde hakim düzen açmış ve yine onlar kapatmış ve günümüze kadar da kapalı kalmıştır!

* * *

Hulefa Mektebinde içtihad ve reye göre amel böyleydi. Fakat Ehlibeyt Mektebinde içtihada gelince; bu mektebin izleyicileri Masum İmamlarını izleyerek bu bilimi "fıkıh" ve bu bilimdeki uzman kişileri ise "fakih" diye adlandırmaktadırlar.

Keşşî, Marifetu'r - Rical adlı kitabında, Ebu Cafer (İmam Bâkır) -a.s- ve Ebu Abdullah (İmam Sadık) -a.s-ın ashabından olan fakihlerin tanıtımı bölümünde şöyle yazıyor: Bu mektebin ileri gelenleri İmam Bârkı (a.s) ve İmam Sadık (a.s)'ın ashabından olan bu ilk kişilerin fakihliğinde ittifak içerisinde olup onlar arasında şu altı kişinin diğerlerinden daha üstün olduğunu söylemektedirler: Zurare, Maruf b. Harbuz, Bureyd-i İclî, Ebu Basir-i Esedî, Fuzeyl b. Yesar, Muhammed b. Müslim-i Taifî; ve bunların içinde de en fakihi Zurare'dir…[974]

İmam Sadık (a.s)'ın ashabından ismini saydığımız bu altı kişi dışında diğer fakihlerin tanıtımında ise şöyle yazıyor: Bu mektebin ilimde ileri gelenleri, bu altı kişinin İmam Sadık (a.s)'dan sahih olarak naklettikleri şeylerin sahih olduğunu teyit etme ve açıklamalarını doğrulamada ittifak içerisinde olup onların fakihliğini vurgulamaktadırlar. Onlar sırasıyla şunlardan ibarettir: "Cemil b. Derrac, Abdullah b. Miskan, Abdullah b. Bekir, Hemmad b. İsa, Hammad b. Osman, Eban b. Osman." Ve daha sonra şöyle ekliyor: Ebu İshak-i Fakih, yani Sa'lebe b. Meymun bunların arasında Cemil b. Derrac'ın diğerlerinden daha fakih olduğunu ve hepsinin İmam Sadık (a.s)'ın ashabından olduğunu söylemiştir.[975]

Keşşî daha sonra İmam Musa b. Cafer (a.s) ve İmam Rıza (a.s)'ın altı ashabını tanıtırken şöyle yazıyor:

Ashabın tümü bu kişilerin tasdik ettiği şeyi teyit etme konusunda ittifak içerisinde olup onların bilim bakımından yüce bir makama sahip olduklarını ve fakihliklerini itiraf etmekteler.[976]

Şeyh Saduk (ö. 381 hk.) Ehlibeyt (a.s) Mektebindeki tüm fıkıh alanlarını kapsayan ve hadise dayanan ilk kapsamlı ve büyük kitabı yazmış ve onu "Fekihu Men La Yahzuruhu'l - Fakih" diye adlandırmıştır. Bu büyük fakihin öğrencilerinden olan Şeyh Mufid (ö: 413 hk.) Usul-i Fıkıh kitabını yazmıştır. Ehlibeyt (a.s) Mektebi fakihlerinin fıkha "içtihad" demedikleri herkesçe bilinmektedir. Şeyh Tusî, "el-Mebsut" adlı kitabının başında şöyle yazıyor:

Ben … muhaliflerimizden sürekli …kıyas ve içtihadı kabul etmeyenler bir çok fıkıh hükümlerini elde edemeyecekler, dediklerini duyuyorum…

Daha sonra içtihad ve müçtehid terimleri yavaş yavaş Ehlibeyt Mektebibin usul-i fıkıh kitaplarına ve hocaların hadis naklinde kendi öğrencilerine verdikleri icazetlere geçti.

Bu icazetler ilk başta hocanın öğrencisine Masum Ehlibeyt İmamları (a.s)'dan hadis rivayet etmesine izin ve muvafakati anlamına geliyordu;[977] fakat daha sonra değişime uğradı ve öğrencinin hocası yanında okuduğu veya ondan duyduğu hadis kitaplarından rivayet etme icazeti anlamına geldi.[978]

Sonunda bu icazetler öğrencinin hocasının huzurunda okuduğu hadis kitapları ve diğer kitaplardan rivayet etmeyi kapsadı. İşte böylece o icazetler mezun olanlara verilen ilmî belgeler konumuna geldi.

Fakat hicretin sekizinci yüz yılında bazı icazet belgelerinde ulemanın "müçtehidler" diye tavsif edildiklerini görüyoruz! Bunlardan biri Allame Hillî'nin oğludur; Allame'nin oğlu hicri 741 yılında Şeyh Muhsin b. Mezahir adına verdiği icazette babasını, "Babam şeyhu'l - İslam, müçtehidlerin imamı…" şeklinde tavsif ediyor.

Veya Şeyh Ali Neylî'nin hicri 791 yılında İbn-i Fehd'e verdiği icazette, Allame Hilli'nin oğlu olan şeyhini, "Şeyhimiz mevla, imam, allame, müçtehidlerin sonuncusu…" şeklinde anıyor.[979]

Nihayet bu icazetlerden bazılarında mezun olan kişinin içtihad derecesine ulaştığına tanıklık edilmektedir. Örneğin Merhum Muhammed Bakır Meclisî hicri 1085 yılında telif eserlerini rivayet etmesi için torunu Hatunabadî'ye verdiği icazette onun içtihad derecesine ulaştığını vurgulamıştır.[980]

Son zamanlarda Ehlibeyt (a.s) Mektebi fakihleri öğrencilerinin içtihad derecesine ulaştıklarını belgeleyen yeni bir icazetler vermekteler.

Böylece "içtihad" ve "müctehid" terimleri bu şekilde Ehlibeyt (a.s) Mektebi izleyicilerinin örfüne intikal etti. Fakat bu gerçekte iki Mektep arasında isim ortaklığından başka bir şey değildir. Ama buna rağmen, bu isim ortaklığı bile Ehlibeyt (a.s) Mektebi izleyicilerinden olan bazı Ahbarileri yanıltarak bir takım nadir görüşlere sevketmiştir.

O halde her iki mektep her ne kadar aynı ismi paylaşıyorlarsa da, ancak bu terimlerin anlamında aralarında büyük bir ihtilaf vardır. Bunun nedeni ise, Ehlibeyt (a.s) Mektebi fakihlerinin hiçbir şekilde Hulefa Mektebi izleyicilerinin kendi müçtehidlerinin reyi üzerine bina ettikleri hiçbir usul-i fıkıha güvenmezler; aksine hükümleri istinbatında sadece Kur'an ve sünnete dayanırlar. İnşallah ileride buna geniş bir şekilde yer vereceğiz.

4. Bölüm

EHLİBEYT (a.s) MEKTEBİNDE TEŞRİ KAYNAĞI KUR'AN VE SÜNNETTİR

* Ehlibeyt İmamları (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) Hükümlerde İçtihada Güvenmezler

* Ehlibeyt İmamlarının (a.s) Hadislerinin Senedi Allah ve Resulüne Dayanır

* Resul-i Ekrem (s.a.a) Ali (a.s)'a Diğer İmamlar İçin Yazmasını Emretti

* Ehlibeyt İmamları (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) İlim Kitaplarını Birbirinden Almak Suretiyle Resulullah (s.a.a)'ten Almışlar ve Gerektiğinde Ona Müracaat Etmektedirler



 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ehlibeyt (a.s) Mektebinde ahkamın Kur'an-ı Kerim'den sonra kaynaklarından söz etmek istersek bu mektebin araştırma kaynaklarına müracaat etmemiz gerekiyor; nitekim Hulefa Mektebinin de yönelişini anlamak için bu metottan yararlanarak onların kendi mekteplerindeki araştırma kaynaklarına müracaat ettik. Çünkü bilimsel konularda emanetçiliği gözetmek bu metodu gerektiriyor.

Şimdi Ehlibeyt (a.s) Mektebinin araştırma kaynaklarına müracaat ettiğimizde bu mektebin İmamlarının (a.s) İslam hükümlerinin beyanında Hulefa Mektebinde "içtihad" denilen rey ve kişisel görüşe güvenmediklerini, aksine özel kitaplarda hadis ve sünnet adında Resulullah (s.a.a)'ten kendilerine ulaşan mirasa dayandıklarını görmekteyiz.

Ehlibeyt İmamları (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) Hükümlerde Kişisel Görüşe Güvenmezler

Kâfi kitabında şöyle geçer: Adamın biri İmam Sadık (a.s)'dan bir mesele sordu. Hazret adamın sorusunu cevapladı. Adam tekrar, "Eğer şöyle, böyle olursa o zaman ne dersin?" diye sorunca İmam Sadık (a.s), "Sus!" buyurdu, "Sana verdiğim cevap Resulullah (s.a.a)'tendir. Biz kendi yanımızdan görüş belirtmeyiz."[981]

Ehlibeyt İmamlarının (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) Hadislerinin Kaynağı

İmam Sadık (a.s)'ın yukarıdaki soruya verdiği cevap Besairu'd - Derecat kitabında şöyle geçmiştir: "Sana verdiğim cevap Resulullah (s.a.a)'e aittir; biz bir konuda kendi başına görüş belirten kimselerden değiliz."[982]

Meclisî (r.a) diyor ki: Bu soruyu soran, "Bu konuda zan ve içtihad yoluyla seçtiğin görüşü bana bildir" demek istediği için İmam (a.s) onu bu yersiz düşünceden çıkarıp Ehlibeyt İmamların (a.s)'ın Resul-i Ekrem (s.a.a)'den kendilerine ulaşan ve yakin dışında bir şey söylemedikleri konusunda aydınlatmıştır.[983]

Yine Besairu'd - Derecat'ta Fuzeyl b. Yesar[984] kanalıyla İmam Bâkır (a.s)'dan şöyle rivayet edilmiştir:

"Biz kendi rey ve görüşümüze göre konuşacak olursak, bizden öncekiler gibi biz de saparız. Fakat biz Allah Teala'nın Resulü'ne bildirdiği ve o hazretin bize bildirdiği kaynakla konuşmaktayız."[985]

Ve yine bu kitapta Fuzeyl b. Yesar kanalıyla İmam Sadık (a.s)'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Biz Rabb'imizin Resulüne bildirdiği ve Resulullah (s.a.a)'in bize haber verdiği delille konuşuruz; eğer bu olmasaydı biz de diğerleri gibi sapardık."[986]

Yine bu kitapta Sumae'den[987] şöyle rivayet edilmektedir: İmam Musa Kâzım (a.s)'dan, "Sizin hakkında konuştuğunuz her şeyi Allah'ın Kitabı ve Resulullah (s.a.a)'in sünnetine dayanarak mı söylüyorsunuz, yoksa kendi yanınızdan mı söylüyorsunuz?" diye sordum. Hazret, "Hakkında konuştuğumuz her şey Allah'ın Kitabı ve Resulullah (s.a.a)'in sünnetinde geçmiştir" buyurdu.[988]

Ehlibeyt İmamları (a.s) İlimlerini Miras Almışlardır

Besairu'd - Derecat kitabında Davud b. Ebu Yezid-i Ahvel[989] kanalıyla İmam Cafer-i Sadık (a.s)'dan şöyle rivayet edilmiştir:

"Eğer biz insanlara kendi rey ve canımızın istediği gibi fetva verecek olursak, helak olanlardan oluruz; bizim ilmimizin kaynağı Resulullah (s.a.a)'in mirasıdır. Biz imamlardan her biri bu mirası bir önceki imamdan almışlardır; biz onu insanların altın ve gümüşü korudukları gibi korumaktayız."[990]

Ve yine aynı kaynakta üç senetle Cabir b. Abdullah'tan,[991] İmam Muhammed Bâkır (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Ey Cabir! Vallahi eğer biz insanlarla kendi reyimizle konuşacak olsak veya onlara kendi reyimizle hadis söylersek helak olanlardan oluruz; biz insanlarla yanımızdaki bir önceki imam kanalıyla Resulullah (s.a.a)'ten miras aldığımız şeyle konuşur ve onu insanların altın ve gümüşlerini korudukları gibi koruruz."[992]

Yine bu kitapta üç senetle Muhammed b. Şureyh'ten İmam Sadık (a.s)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Eğer Allah Teala emrimize itaat edilmesini ve velayetimizi farz kılıp bizi sevmeyi emretmemiş olsaydı, sizi kapımızda tutmaz, evime sokmazdık. Vallahi biz kendi reyimize göre, kendi hevesimizden konuşmayız, Allah Teala'nın emrettiği şeyden başkasını ağzımıza almayız. Bizim yanımızda bir takım ilkeleri var ki, insanların altın ve gümüşlerini korudukları gibi onları korumaktayız."[993]

Ehlibeyt İmamları (a.s) Hadislerini Resulullah (s.a.a)'e İsnat Etmekteler

Yukarıda geçen hadislerde Ehlibeyt İmamları (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) hiçbir şeyi kendi rey ve görüşlerine göre söylemediklerini, onları Resulullah (s.a.a)'ten naklettiklerini vurgulamışlardır. Aşağıda Ehlibeyt İmamlarının (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) hadislerinin dedeleri Resulullah (s.a.a)'e isnadını inceleyeceğiz:

Sumae b. Mehran İmam Sadık (a.s)'dan şöyle rivayet etmiştir: "Allah Teala helal, haram ve tevili Resulullah (s.a.a)'e öğretmiş ve Resulullah (s.a.a) de onların hepsini Ali (a.s)'a öğretmiştir."[994]

Bunun benzeri de dört senetle Hamran b. A'yun'dan[995] ve yine Ebu Basir,[996] Ebu'l - A'ezz ve Hemmad b. Osman'dan[997] da rivayet edilmiştir.[998]

Yine Yakub b. Şuayb'den[999] iki senetle İmam Sadık (a.s)'tan şöyle rivayet edilmiştir: "Allah Teala Resul-i Ekrem (s.a.a)'e Kur'an'ı öğretti ve Kur'an dışında ona başka bir şey daha öğretti. Sonra Allah Teala Resulullah (s.a.a)'e ne öğrettiyse o da onları Ali (a.s)'a öğretti."[1000]

Muhammed Halebî[1001] İmam Sadık (a.s)'dan şöyle rivayet etmiştir: "Resul-i Ekrem'in bildiğini Ali de biliyordu. Allah Teala Resulullah'a ne öğrettiyse Resulullah da onu Emirulmüminin Ali'ye öğretmiştir."[1002]

Suleym b. Kays[1003] Emirulmüminin Ali (a.s)'dan şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (s.a.a)'ten bir şey sorduğum zaman bana cevap verir, sorularım bittince de kendisi konuşurdu. Dolayısıyla, gece ve gündüz, gök ve yer, dünya ve ahiret, cennet ve cehennem, dağ ve çöl, aydınlık ve karanlık hakkında ne kadar ayet indiyse Resulullah (s.a.a) onu bana okudu, bana imla etti ve ben de kendi elimle onu yazdım. Kur'an'ın tevil ve tefsirini, muhkem ve müteşabihini, özel ve genelini bana öğretti, nasıl, nerede ve kıyamet gününe kadar kimin hakkında nazil olduğunu bana haber verdi. O hazret Allah Teala'dan bana anlama ve ezberleme gücü vermesini istedi. İşte bu yüzden ben Kur'an'ın bir tek ayetini bile unutmuş değilim ve Resulullah (s.a.a)'in biri hakkında inen bana imla etmediği bir ayet bile yoktur."[1004]

Yukarıdaki hadisi Ehl-i Sünnet kaynaklarından Tabakat-i İbn-i Sa'd'dan aldığımız aşağıdaki üç rivayet teyit etmektedir:

1- Muhammed b. Ömer b. Ali b. Ebutalib (a.s)'dan şöyle rivayet edilmiştir: Ali'ye, "Senin Resulullah (s.a.a)'in hadislerini diğer ashabından daha fazla bilmenin nedeni nedir?" diye sorulunca şöyle buyurdu: "Ben Resulullah'tan sorduğum zaman bana cevap verir, sustuğumda ise onun kendisi konuşmaya başlardı."

2- Süleyman Ahmesî babası kanalıyla Emirulmüminin Ali'den şöyle rivayet etmiştir: "Vallahi hangi konuda, nerede ve kime karşı nazil olduğunu bilmediğim bir ayet nazil olmamıştır. Allah Teala bana bilinçli bir kalp ve konuşan bir dil vermiştir."

3- Ebu Tufeyl kanalıyla Ali'den şöyle rivayet edilmiştir: "Benden Allah'ın Kitabını sorun; benim gece mi, gündüz mü, çölde mi, dağda mı nazil olduğunu bilmediğim bir ayet yoktur."[1005]

Besairu'd - Derecat'da Zeyd b. Ali'den[1006] Emirulmüminin Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Cebrail'in Resulullah (s.a.a)'a hangi konuda ve kimin hakkında, hangi helal ve haramı, sünnet ve gidişatı, emir ve nehyi indirdiğini bilmeden gözüme uyku girmiş ve Resulullah (s.a.a) benimle sözleşmiş değildir."

Ravi diyor ki: Zeydin'in yanından dışarı çıkınca bir grup Mu'tezililerle karşılaştık; Zeyd'in sözlerini onlara aktarınca dediler ki: "Bu çok büyük bir iddiadır; böyle bir şey nasıl olabilir oysa kesinlikle Resulullah'la Ali'nin bir süre birbirlerini görmedikleri olmuştur. Bu durumda Ali onları bilebilir?"

Biz tekrar Zeyd'in yanına dönerek Mu'tezililerin eleştirilerini kendisine aktardık. Bunun üzerine Zeyd şöyle dedi: Resulullah (s.a.a) Ali'nin olmadığı günleri aklında saklayıp Ali'ye görüşünce, "Ey Ali! Falan gün filan ayet indi ve şu günde bu ayet indi" buyurarak Ali'yle görüştüğü güne kadar inan ayetleri birer birer ona söylüyordu.

Ravi der ki. Sonra biz Zeyd'in söylediklerini Mu'tezililere aktardık.[1007]

Zeyd b. Ali'ni rivayetini Hulefa Mektebi'nin önemli ve muteber kaynaklarından olan Sünen-i Nesaî, Sünen-i İbn-i Mâce, Müsned-i Ahmed b. Hanbel'de geçen aşağıdaki üç rivayet teyit etmektedir; ifade Nesaî'nindir:

1- Abdullah b. Nuceyy'den şöyle rivayet edilmiştir: "Ali (a.s); ben Resulullah (s.a.a)'in yanında hiç kimsenin sahip olmadığı bir makama sahiptim. Ben her sabah Resulullah (s.a.a)'in huzuruna çıkıp kapının arkasından, 'Allah'ın selamı senin üzerine olsun ey Allah'ın peygamberi!' diyor, Hazret yavaş bir şekilde öksürecek olsaydı evime dönüyor, aksi durumda içeri giriyordum."

2- "Benim Resulullah (s.a.a)'in huzuruna özel bir zamanda giriyordum. Ben gelerek içeri girmek için izin istiyordum. Resulullah (s.a.a) namazda olsaydı yavaşça öksürüyor, aksi durumda girmem için izin veriyordu."

3- Ali şöyle buyurmuştur: "Her gün Resulullah'la bir gece ve biri de gündüz olmak üzere iki defa görüşme iznim vardı; geceleyin görüşmeye gidince Hazret yavaşça öksürüyordu."[1008]

Yukarıda, Emirulmüminin Ali (a.s)'ın Resul-i Ekrem (s.a.a)'den öğrendiğini belgeleyen bazı rivayetlere değindik. Şimdi ise Ehlibeyt İmamlarının (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) Resulullah (s.a.a)'in emriyle Hz. Ali (a.s)'dan öğrendiklerini belgeleyen bazı rivayetlere değinelim:

Resulullah (s.a.a) Hz. Ali (a.s)'a Diğer İmamlar İçin Yazmayı Emrediyor

Emalî-i Şeyh Tusî, Besairu'd - Derecat ve Yenabiu'l - Mevedde'de Ahmed b. Muhammed b. Ali'den, İmam Muhammed Bâkır (a.s) kanlıyla babalarından şöyle rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.a)'in Hz. Ali (a.s)'a, "Sana söylediklerimi yaz" buyurdu. Ali, "Ya Resulullah! Unutmamdan mı endişeleniyorsunuz?" diye sordu. Resulullah, "Hayır! Unutmandan endişelenmiyorum. Çünkü ben Allah'tan senin hafızanı güçlendirmesini ve senin unutmamanı istedim. Bunları kendinden sonraki imamlar için yaz" buyurdu.

Ali, bunun üzerine ben, "Ya Resulullah! İmamet konusunda benim ortaklarım kimlerdir!" diye sordum. Hazret, "İmamlar senin evlatlarındandır. Allah onların sebebiyle ümmetime yağmur yağdırır. Ümmetimin duası onlar sebebiyle kabul olur ve Allah onların sebebiyle ümmetimden belayı giderir ve gökyüzü onlara rahmet indirir" buyurdu ve sonra Hasan'a işaret ederek, "Bu onların birincisidir" buyurdu ve peşinden de Hüseyin'e işaret ederek, "İmamlar Hüseyin'in evlatlarındandırlar" şeklinde ekledi.[1009]

Emirulmüminin Ali (a.s) da "Mesken"deki sözlerinde bu konuya işaret etmiş ve Ebu Arake[1010] de onu şöyle rivayet etmiştir:

Biz "Mesken"de Emirulmüminin Ali (a.s)'ın huzurundaydık; oturmuş o hazretin Resulullah (s.a.a)'den aldığı miras konusunda konuşuyorduk. Bazıları, "Resulullah'ın kılıcını miras almıştır" derken bazıları da, "O hazretin katırını miras almıştır" diyorlar, üçüncü bir grup, "Kılıcının kınındaki yazıyı miras aldığını" iddia ediyorlardı. O sırada Ali (a.s) geldi ve şöyle buyurdu: "Vallahi fırsat olsaydı ve bana izin verilseydi sizin için bir yıl boyunca konuşurdum; hem de sözlerimde tekrar olmaksızın. Vallahi benim yanımda Peygamber ve Ehlibeytine ait sahifeler var; bu sahifeler arasında "Abita" denilen bir sahife var ki Araba ondan daha zor bir şey gelmiş değildir; bu sahifede Araplar arasında Allah'ın dininden nasip almamış altmış batıl kabile olduğu kaydedilmiştir."[1011]

* * *

Emirulmüminin Ali (a.s)'dan sonra onun evlatlarından olan Ehlibeyt İmamları (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) biri diğerinden sonra bu sahifeleri miras almışlardır. Nitekim aşağıdaki rivayetler bunu açık bir şekilde ortaya koymaktadırlar.

Besairu'd - Derecat'ta Cabir b. Yezid'den şöyle rivayet edilmektedir: İmam Muhammed Bâkır (a.s), "Benim yanımda Resulullah (s.a.a)'ın hibe ettiği on dokuz kitabı içeren bir sahife var" buyurdu.[1012]

Fuzeyl b. Yesar'dan şöyle rivayet edilmiştir: İmam Muhammed Bâkır (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ey Fuzeyl! Bizim yanımızda Ali'nin kitabı var; yetmiş zıra (yaklaşık otuz beş metre) uzunluğunda olan bu kitapta yeryüzünde ihtiyaç duyulan her şey bu kitabın içindedir; hatta küçük bir tırmalamanın diyeti bile bu kitapta yazılıdır" İmam daha sonra bu tırmalamayı göstermek için eliyle baş parmağına bir çizgi çizdi.[1013]

Harman b. A'yun'dan ise şöyle rivayet edilmiştir: İmam Muhammed Bâkır (a.s) büyük bir sandığa işaret ederek şöyle buyurdu: "Ey Harman! Bu sandığın içinde Ali'nin hattı ve Resulullah'ın imlasıyla yazılmış olan yetmiş zıra uzunluğunda bir sahife var; halk hükümeti bize bırakacak olurlarsa Allah'ın indirdiğiyle hükmedeceğiz ve bu sahifede yazılanlardan dışarı çıkmayacağız."[1014]

Muhammed b. Müslim'den[1015] şöyle rivayet edilmiştir: İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyurdu: "Bizim yanımızda Ali (a.s)'ın yazılarından yetmiş zıra uzunluğunda bir sahife var. Biz bu sahifede yazılanları izler ve onun sınırlarından dışarı çıkmayız." Ben, "Bu sahifenin konusu nedir? Acaba tüm bilimleri mi içeriyor, yoksa talak ve miras gibi insanların ihtiyaç duyduğu şeylerin açıklaması mı var?" diye sordum. İmam (a.s), "Ali bu sahifede bütün ilimleri, hüküm verme ve mirasla ilgili her şeyi yazmıştır; öyle ki hükümet bize ulaşırsa, onda yazılamayan bir şey olmayacaktır ve biz ona göre davranacağız" buyurdu.[1016]

Başka bir rivayette de şöyle geçer: "Hükümet bize ulaşırsa, hükmü onda yazılamayan bir şey olmayacak ve biz ona göre davranacağız"[1017]

Yine Muhammed b. Müslim'den, İmam Bâkır veya İmam Sadık (a.s)'dan naklen şöyle rivayet edilmiştir: "Bizim yanımızda Ali'nin kitabı veya sahifesinden yetmiş zıra uzunluğunda bir sahife var; biz onu izleriz ve onda dışarı çıkmayız."[1018]

Abdullah b. Meymun'dan,[1019] İmam Sadık (a.s)'dan, babasından şöyle rivayet edilmiştir: "Ali (a.s)'ın kitabında  ihtiyaç duyulan her şey var; bu kitapta hatta tırmalama ve şiddetli baskının bile diyeti belirlenmiştir."[1020]

Ve yine bu kitapta Mervan'dan şöyle nakledilmiştir: İmam Sadık (a.s)'ın, "Bizim yanımızda Ali'nin yetmiş zıra uzunluğundaki bir kitabı vardır" buyurduğunu duydum.[1021]

Başka bir rivayette de şöyle geçer: "Ali onda yazmadığı bir şeyi bırakmamıştır; hatta küçük bir tırmalamanın diyetini bile yazmıştır."[1022]

Yine İmam Sadık (a.s)'dan şöyle rivayet etmiştir: "Vallahi biz yanımızda uzunluğu yetmiş zıra olan bir sahife var; bu sahifede insanların ihtiyaç duyduğu her şey kayıtlıdır; hatta küçük bir tırmalamanın diyeti bile belirtilen bu kitabı Resulullah (s.a.a) imla etmiş ve Ali (a.s) de yazmıştır."[1023]

Abdullah b. Sinan'dan[1024] ise şöyle rivayet etmiştir: İmam Sadık (a.s)'ın şöyle buyurduğunu duydum: "Bizim yanımızda Resulullah (s.a.a)'in imla ettiği ve Ali (a.s)'ın üzerine kendi eliyle yazdığı yetmiş zıra uzunluğunda bir deri var; onda insanların ihtiyaç duyduğu her şey; hatta tırmalamanın diyeti bile kaydedilmiştir."[1025]

Mensur b. Hazim'den[1026] İmam Sadık (a.s)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bizim yanımızda ihtiyaç duyulan her şeyin, hatta tırmalamanın diyetinin bile yazıldığı bir sahife var."[1027]

Osman b. Ziyad'dan ise şöyle rivayet edilmiştir: İmam Sadık (a.s)'ın huzuruna çıktım. İmam, "otur" dedi. Ben oturunca parmaklarını diğer elinin arkasına sürerek, "Bizim yanımızda bunun ve hatta bundan daha küçüğünün bile diyeti vardır -bunun bile hükmünü biliyoruz-."[1028]

Mensur b. Hazim ve Abdullah b. Ebi Ya'fur'dan şöyle rivayet edilmiştir: İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: "Benim yanımda yetmiş zıra uzunluğunda bir sahife var; bu sahifede ihtiyaç duyulan her şeyin hükmü, hatta tırmalamanın diyeti bile kayıtlıdır."[1029]

Abdurrahman b. Ebi Abdullah'tan[1030] şöyle rivayet edilmiştir: İmam Sadık (a.s)'ın şöyle buyurduğunu duydum: Bizim evimizde içinde Allah Teala'nın yarattığı tüm helal ve haramların, hatta tırmalamanın diyetinin bile bulunduğu yetmiş zıra uzunluğunda bir sahife var."[1031]

Muhammed b. Abdulmelik'ten[1032] şöyle rivayet edilmiştir: Altmış kişi İmam Sadık (a.s)'ın huzurunda oturduğumuz bir sırada o hazretin şöyle buyurduğunu duydum: "Vallahi bizim yanımızda içinde Allah Teala'nın yarattığı tüm helal ve haramların, hatta tırmalamanın diyetinin bile bulunduğu yetmiş zıra uzunluğunda bir sahife var."[1033]

Süleyman b. Halid[1034] de İmam Sadık (a.s)'dan şöyle rivayet etmiştir: "Bizim yanımızda Resulullah (s.a.a)'in imlası ve Ali (a.s)'ın eliyle yazılmış olan yetmiş zıra uzunluğunda bir sahife var; yeryüzünde ne kadar helal ve haram varsa bu sahifede kayıtlıdır; hatta tırmalamanın diyeti bile…"[1035]

Hammad ise İmam Sadık (a.s)'dan şöyle rivayet etmiştir: "Allah'ın yarattığı tüm helal ve haramların sınırı bir evin sınırı gibi bellidir; Muhammed'in helali kıyamete kadar helal ve onun haramı da kıyamete kadar haramdır. Bizim yanımızda uzunluğu yetmiş zıra olan bir sahife var ki Allah'ın onda olmayan yarattığı bir helal ve haram yoktur; yolla ilgili olan şey yolla ve evlerle ilgili olan şey evlerle beyan edilmiştir; hatta tırmalamanın, kırbacın ve yarım kırbacın diyeti bile açıklanmıştır."[1036]

Abdulah b. Eyyub[1037] kendi babasından şöyle rivayet etmiştir: İmam Sadık (a.s)'ın şöyle buyurduğunu duydum: "Ali (a.s) Şiilerini helal ve haram konusunda birine muhtaç bırakmamıştır. Biz onun kitabında hatta tırmalamanın diyetini bile bulduk." İmam daha sonra şöyle buyurdu: "Eğer sen bu kitabı görecek olursan onun ilklerin kitaplarından -çok muteber ve değerli- olduğunu anlardın."[1038]

Muhammed b. Hekim[1039] İmam Kâzım (a.s)'dan şöyle rivayet etmiştir: "Kıyasla hükmeden sizden öncekiler helak oldular. Çünkü Allah Teala hiçbir peygamberini helal ve haram konusunda dinini tamamlamadan dünyadan götürmemiştir. Resul-i Ekrem (s.a.a) de kendi döneminde ihtiyaç duyduğunuz şeyleri size getirdi; onun vefatından önce ondan ve vefatından sonra da Ehlibeytinden yardım istediniz. O halde şunu bilin ki, onun Ehlibeytinin yanında, içinde hatta tırmalamanın diyeti bile yazılmış olan bir sahife vardır." İmam daha sonra şöyle devam etti: "Ebu Hanife, 'Ali şöyle diyor, ben ise böyle diyorum!' diyen bir kişidir."[1040]

Besairu'd - Derecat ve Usul-i Kâfî'de Bekir b. Kerb-i Sayrafî'den[1041] şöyle geçer -ifade Besairu'd - Derecat'ındır-: İmam Sadık (a.s)'ın şöyle buyurduğunu duydum: "Onlar nerede ve siz neredesiniz! Onlar ne istiyorlar; neden sizi eleştirip size rafizi diyorlar? Evet; vallahi sizler yalanı rafz(terk) edip hakkı izlediniz. Vallahi bizim yanımızda öyle bir şey var ki kimseye ihtiyaç duymayız; aksine insanlar bize ihtiyaç duyar. Bizim yanımızda Resulullah (s.a.a)'in imlası ve Ali'nin kendi eliyle yazmış olduğu yetmiş zıra uzunluğunda bir sahife vardır; onda bütün helal ve haramlar yazılmıştır."[1042]

Ahkam'da Ali (a.s)'ın Kitabının İsmi

Ehlibeyt İmamları (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) Resul-i Ekrem (s.a.a)'in imla ettiği Ali (a.s)'ın kitabının ismini "Câmia" olarak belirtmişlerdir. Nitekim aşağıdaki rivayetlerde bunu açık bir şekilde görmekteyiz:

Usul-i Kâfî ve Besairu'd - Derecat'da Ebu Basir'den şöyle rivayet edilmiştir -ifade Usul-i Kâfî'nindir-: İmam Sadık (a.s)'ın huzuruna girip, "Fedanız olayım! Sizden bir sorum var. Söyleyeceklerimi duyacak olan biri var mı?" diye arzettim.

İmam (a.s) iki oda arasına asılmış olan perdeyi bir kenara çekerek başını odaya uzatıp orada kimsenin olmadığından emin olduktan sonra, "Ey Ebu Muhammed! Ne istersen sorabilirsin" buyurdu.

Ben, "Fedanız olayım; Şiilerin Resulullah (s.a.a)'in Ali'ye her birinden bin kapı açılan bin ilim öğrettiğini söylüyorlar…" dedim.

İmam (a.s), "Ey Ebu Muhammed! "Câmia" bizim yanımızdadır; diğerleri "Câmia"nın ne olduğunu ne bilirler!" buyurdu.

Ben, "Fedanız olayım; "Câmia" nedir?" diye sordum.

İmam (a.s), "Resulullah'ın mübarek dudaklarından çıkan imlasıyla Ali'nin kendi eliyle yazdığı Resulullah'ın zırasıyla* yetmiş zıra uzunluğunda bir sahifedir; onda bütün helal ve haramlar ve yine halkın ihtiyaç duyduğu her şey, hatta bir tırmalamanın diyeti bile kaydedilmiştir."

İmam (a.s) daha sonra eliyle bana vurarak, "Ey Ebu Muhammed! İzin veriyor musun?" diye buyurdu.

Ben, "Fedanız olayım; ben sizin emrinizdeyim; istediğiniz şeyi yapabilirsiniz" dedim.

Bunun üzerine İmam (a.s) eliyle bana hafif bir şekilde basarak, "Hatta bunun bile diyeti bile -mevcuttur bu sahifede-" buyurdu. İmam (a.s) biraz sert bir şekilde buyurdu.

Ben, "Vallahi bu ilmin özüdür…" dedim.[1043]

Süleyman b. Halid'den şöyle rivayet edilmiştir: İmam Sadık (a.s)'tan şöyle duydum: "Bizim yanımızda "Câmia" denilen bir sahife var; ne kadar helal ve haram varsa, hatta tırmalamanın diyeti bile bu sahifede mevcuttur."[1044]

Başka bir rivayette ise şöyle geçer: "Bizim yanımızda Resulullah'ın imla edip Ali'nin eliyle yazdığı yetmiş zıra uzunluğunda bir sahife var; ne kadar helal ve haram varsa, hatta tırmalamanın diyeti bile bu sahifede mevcuttur."[1045]

Ali b. Riab'den[1046] şöyle rivayet edilmiştir: İmam Sadık (a.s)'a, "Câmia"nın içeriği sorulduğunda şöyle buyurdu: "Deriye yazılmış ve sarılmış olan yetmiş zıra uzunluğunda bir sahifedir; insanların ihtiyaç duyduğu her şey onda yazılmıştır; onda yazılmayan bir şey yoktur; hatta tırmalamanın diyeti bile kaydedilmiştir."[1047]

Besairu'd - Derecat'ta Ebu Basir'den şöyle rivayet edilmiştir: İbn-i Şibrime[1048] ve onun fetvasından söz açılınca İmam Sadık (a.s), "Câmia" hakkında ne biliyor ki o! Câmia Ali (a.s)'ın eliyle yazılan Resulullah'ın imlasıdır; onda bütün helal ve haramlar, hatta tırmalamanın diyeti bile mevcuttur" buyurdu.[1049]

Usul-i Kâfî ve Besairu'd - Derecat'da Ebi Şeybe'den[1050] şöyle rivayet edilmiştir: İmam Sadık (a.s)'dan şöyle buyurduğunu duydum: "Resulullah (s.a.a)'in imlası ve Ali (a.s)'ın hattıyla yazılmış olan Câmia karşısında İbn-i Şibrime'nin bilgisi apaçık bir sapıklıktır. Câmia kimseye söz bırakmamıştır; Câmia'da helal ve haram ilmi vardır. Kıyas taraftarları kıyasla ilme ulaşmak isterler; bu nedenle hedeften uzaklaşmaktan başka bir şey elde etmezler. Allah'ın dinine kıyasla ulaşılmaz."[1051]

Böylece Ehlibeyt İmamları (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) kendi rey ve görüşlerine göre konuşmaktan sakınır, konuşmalarında Resulullah (s.a.a) tarafından Cebrail'den, Allah Teala'dan ulaşan şeylere isnat ediyorlardı.

Cefr Kitabı ve Fatıma (s.a)'nın Mushafı

Bazı hadislerden Ehlibeyt İmamlarının (a.s) yanında babaları Emirulmüminin Ali (a.s)'den biri, içinde helal ve haram hükümleri bulunan "Câmia" ve diğeri ise gelecekte vuku bulacak haberleri içeren "Cefr" adında iki kitabın bulunduğu anlaşılmaktadır.

Bunun dışında anneleri, Resulullah (s.a.a)'in kızı Fatıma'dan "Mushaf-ı Fatıma" diye biline ve gelecekte vuku bulacak olayları içeren üçüncü bir kitabın da bulunduğu açıklık kazanmaktadır. Bu üç kitap Hz. Ali (a.s)'ın hattıyla yazılmıştır; aşağıda Ehlibeyt İmamlarından (a.s) rivayet edilen hadisler ışığında bu kitapları ne olduğunu incelemeye çalışacağız:

Besairu'd - Derecat kitabında Ebu Meryem'den[1052] şöyle rivayet edilmiştir: İmam Sadık (a.s) bana şöyle dedi: "Bizim yanımızda uzunluğu yetmiş zıraya varan, içinde her şey, hatta tırmalamanın diyeti bile bulunan, Resulullah (s.a.a)'ın imlası ve Ali (a.s)'ın hattıyla yazılmış olan "Câmia" var; yine bizim yanımızda metin ve haşiyesi … derisi üzerine yazılmış olan Cefr kitabı var. Bu kitap geçmişte vuku bulan ve kıyamete kadar gelecekte vuku bulacak olayları içermektedir."[1053]

Yine Besairu'd - Derecat kitabında çeşitli kanallarla şöyle rivayet edilmiştir: İmam Sadık (a.s)'ın, Resulullah (s.a.a)'in Hz. Ali (a.s)'a ve Hz. Ali (a.s)'ın da İmam Hasan (a.s)'a neler bıraktığını soran insanlara şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Resulullah (s.a.a) bize içinde ihtiyaç duyulan her şey bulunan, hatta tırmalama ve tırnağın diyeti bile belirtilen bir kitap bırakmıştır; Fatıma da bize bir kitap bırakmıştır; fakat o kitap Kur'an değildir…"[1054]

Yine Besairu'd - Derecat kitabında Eban b. Osman'dan, Ali b. Hüseyin'den, İmam Sadık (a.s)'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Abdullah b. Hasan[1055] kendisinin herkesin bildiğinden fazla bir şey bilmediğini sanıyor." İmam daha sonra şöyle devam etti: "Abdullah b. Hasan doğru söylemiştir; o, diğer insanların bildiğinden fazla bir şey bilmiyor. Fakat vallahi bizim yanımızda bütün helal ve haramların yazılı bulunduğu Câmia var. Yine bizde Cefr var. Abdullah b. Hasan Cefr'in ne olduğunu, keçi derisi mi yoksa koyun derisi mi olduğunu biliyor mu? Fatıma'nın Mushaf'ı da bizim yanımızdadır; vallahi onda Kur'an'dan bir harf bile yoktur; o ancak Resulullah (s.a.a)'in imlası ve Ali (a.s)'ın hattıyla yazılmış bir kitaptır. Abdullah b. Hasan, insanlar dünyanın dört bir yanından üstüne üşüşüp onu soru yağmuruna tutunca ne yapabilir?"[1056]

Yine bu kitapta Eban b. Osman'dan, Ali b. Ebu Hamza'dan bunun benzeri bir rivayet kaydedildikten sonra sonunda şöyle geçmiştir: "Kıyamet günü bizim eteğimizden tutmak istemez misiniz; o gün biz peygamberimizin eteğine ve o da Rabbi'nin rahmetine sarılacak."[1057]

Resulullah (s.a.a)'in Silahı ve Kitapları

Besairu'd - Derecat kitabında Ali b. Said'den[1058] şöyle rivayet edilmektedir: İmam Sadık (a.s) bir hadisinde şöyle buyurdu: "Bizim yanımızda Resulullah'ın silahı, kılıcı ve zırhı var; vallahi bizim yanımızda Fatıma'nın Muahaf'ı var; onda Kur'an'dan bir harf bile yoktur; bu kitap Ali'nin kendi eliyle yazdığı Resulullah'ın imlasıdır; vallahi bizim yanımızda Cefr vardır; onun ne olduğunu, koyun derisi mi yoksa deve deri mi olduğunu ne bilirler?"

İmam daha sonra bize dönerek şöyle devam etti: "Müjdeler olsun size! Acaba kıyamet günü Ali (a.s)'ın eteğine ve Ali de Resulullah (s.a.a)'in eteğine yapıştığı halde mahşer sahrasına girmek istemez isiniz?"[1059]

Yine aynı kitapta Muhammed b. Abdulmelik'ten şöyle rivayet edilmiştir: Altmış kişi İmam Sadık (a.s)'ı aramıza alıp oturduğumuz bir sırada Abdulhalik b. Abdurabbih gelerek İmam (a.s)'a şöyle dedi: İbrahim b. Muhammed'in yanında oturmuştum. O sırada sizin, "Bizim yanımızda Ali'nin kitabı var" söylediğinizi haber verdiler ona. Bunun üzerine İbrahim b. Muhammed şöyle dedi: "Vallahi Ali (a.s) kendinden geriye bir kitap bırakmamıştır; bir şey bırakmış olsa bile bir işe yaramaz kurumuş bir deri parçasından başka bir şey değildir; eğer böyle bir şey benim bu kölemin bile yanında olsaydı yine de önemsemezdim!"

İmam Sadık (a.s) bu sözleri işittikten sonra oturdu ve bize dönerek şöyle buyurdu.

"Vallahi onun söylediği gibi değildir. Birinin içinde yazılar ve diğerinde ise Resulullah (s.a.a)'in silahı bulunan taze ve yeni iki deri mahfazadır onlar. Vallahi içinde Allah'ın yarattığı bütün helal ve haramlar kaydedilen, hatta tırmalamanın diyeti bile belirtilen yetmiş zıra uzunluğunda bir kitabımız var bizim."

İmam (a.s) sonra tırnağıyla dirseğini çizerek, bu tırmalamayı bilfiil gösterdi bize ve daha sonra şöyle devam etti: "Vallahi bizim yanımızda Kur'an mushafı olmayan bir mushaf var."[1060]

Abdullah b. Sinan'dan ise şöyle rivayet edilmiştir: İmam Sadık (a.s)'a İmam Hasan (a.s)'ın oğlunun başına gelenleri anlatıyorlardı; biz de Cefr'den bahsettik. Bunun üzerine İmam şöyle buyurdu: "Vallahi bizim yanımızda üzerine Resulullah (s.a.a)'in imlasıyla Ali'nin yazmış olduğu bir kuzu ve bir de keçi derisi var. Bunun dışında bir de bizde, içinde insanların ihtiyaç duyduğu şeyler bulunan ve hatta tırmalamanın diyeti bile belirtilen yetmiş zıra uzunluğunda bir Sahife var."[1061]

Ebu Kasım-ı Kufî'nin rivayetinde ise şöyle geçer: İmam Hasan'ın torununa Cefr'den bahsedilip, "Cefr bir şey değildir!" söylediler. Biri bunu imam Sadık (a.s)'a haber verdi. Bunun üzerine İmam, "Cefr, içi ilimle dolan biri kuzu ve diğeri ise keçi derisinden olan iki mahfazadır" buyurdu.[1062]

Abdullah b. Sinan'ın hadisinde, yukarıdaki hadisin peşinden şöyle geçer: "Ali'nin hattıyla yazılan Resulullah (s.a.a)'in mübarek dudaklarından çıkan imlasıyladır."[1063]

Süleyman b. Halid İmam Sadık (a.s)'dan şöyle rivayet etmiştir: "Bahsettikleri Cefr'de onları rahatsız eden şeyler var. Çünkü onlar hakkı söylemiyorlar; oysa Cefr'de geçenlerin hepsi haktır. Eğer onlar gerçekten sözlerinde samimi iseler Ali (a.s)'ın hükümlerini ve hüküm verdiği miras meselelerini getirsinler. Onlardan teyze ve halanın mirastan altıkları hisseyi sorun da içinde Fatıma (s.a)'in vasiyeti ve Resulullah (s.a.a)'in silahı bulunan onun Mushaf'ını göstersinler…"[1064]

Mualla b. Huneys[1065] İmam Sadık (a.s)'ın amcası oğulları hakkında şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Onlar sizi çağırınca davetlerini kabul ettiğiniz zaman kendilerine, 'Biz size söyledikleri gibi değiliz; bu ilmi -din bilgisini- ve onun sahibini isteyen insanlarız. Bu ilim sizin yanınızda olsa her konuda sizi izleriz; ve eğer başkasının yanında ise onu bulmak için ararız' söylemenizi isterim."

İmam (a.s) daha sonra şöyle devam etti: "Kitapların (Câmia, Cefr ve Fatıma'nın Mushafı) hepsi Ali b. Ebitalib (a.s)'ın yanındaydı; Irak'a gidince onları Ümm-ü Seleme'ye emanet etti. Şehdi edilince bu kitaplar İmam Hasan (a.s)'a ulaştı. O hazret de şehid olunca İmam Hüseyin (a.s)'a ve sonra da babama ulaştı…."[1066]

Yine bu kitapta Ali b. Said veya Sa'd'dan şöyle rivayet edilmiştir: İmam Sadık (a.s)'ın yanında oturmuştum. Dostlarımızdan bir grubunun da bulunduğu orada Mualla b. Huneys İmam (a.s)'a, "Fedanız olayım! Hasan b. Hasan'dan size ne ulaştı!" dedi. Sonra Tayyar İmam (a.s)'a şöyle dedi: "Fedanız olayım! Bir sokaktan geçerken bir eşeğin üzerinde hareket eden ve etrafını bir grup Zeydiler saran Muhammed b. Abdullah b. Hasan'ı gördüm…"

Tayyar bu görüşmeden Muhammed b. Abdullah'a aralarında geçenleri İmam (a.s)'a anlattıktan sonra İmam Cefr hakkında şöyle buyurdu: "Su kırbası gibi insanların kıyamete kadar ihtiyaç duyacakları bilimler ve yazılarla dolu olan tabaklanmış bir inek derisidir. Resulullah (s.a.a) onu imla etmiş ve Ali (a.s) de kendi eliyle yazmıştır. Ve yine içinde Kur'an'dan hatta bir ayet bile bulunmayan Fatıma'nın Mushafı, Resulullah (s.a.a)'in yüzüğü, zırhı, kılıcı ve özel sancağı da bizim yanımızdadır. Evet; onlar görmek istemese de Cefr bizim yanımızdadır."[1067]

Anbese b. Mus'ab'dan[1068] şöyle rivayet edilmektedir: 'Biz İmam Sadık (a.s)'ın yanında oturmuştuk…'  Anbese rivayetin sonunda İmam Sadık (a.s)'ın iki mahfaza hakkında şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Her birinin apaçık bir içeriği var. Resulullah (s.a.a)'in silahları, kitapları ve Fatıma'nın Mushafı ondadır. Vallahi onun Kur'an olduğunu sanmıyorum."[1069]

Bazı rivayetlerde, Fatıma (s.a)'in Mushaf'ında yukarıdaki hadislerde geçenler dışında Resul-i Ekrem (s.a.a)'in vefatından sonra kendisini teselli etmek için gelip kendisiyle konuşan bir melekten bahsedilmektedir. Hammad b. Zeyd'in İmam Sadık (a.s)'dan naklettiği rivayet bunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır:

Usul-i Kâfî'de Hammad b. Zeyd'in[1070] İmam Sadık (a.s)'dan şöyle rivayet ettiği kaydedilmektedir: "Allah Teala peygamberinin (s.a.a) ruhunu alınca o hazretin vefatından dolayı Fatıma (s.a)'i ağırlığını Allah'tan başka kimsenin bilmediği bir üzüntü ve keder sardı. Bu nedenle Allah onunla konuşarak üzüntüsünü teselli etmesi için bir melek gönderdi. Fatıma bunu Ali'ye bildirdi. Ali de ondan tüm duyduklarını yazdı ve böylece Mushaf oluştu… Fakat onda helal ve haramlarla ilgili bir şey yoktur; onda ancak gelecekte vuku bulacak bilgi ve haberler vardır."[1071]

Ebu Ubeyde'den ise şöyle rivayet edilmiştir: Ashabımızdan biri İmam Sadık (a.s)'dan Cefr'in ne olduğunu sorunca İmam (a.s), "İçi ilimle dolu öküz derisinden bir mahfazadır" buyurdu.

Adam, "Peki Câmia nedir?" diye sordu.

İmam (a.s) şöyle buyurdu: "İki hörgüçlü büyük bir devenin budu büyüklüğünde, yetmiş zıra uzunluğunda deri yüzerine yazılmış ve dürülmüş bir yazıdır. İnsanların ihtiyaç duydukları her şey bu kitapta kaydedilmiştir; onda yazılmayan bir şey yoktur; hatta tırmalamanın diyeti bile onda belirtilmiştir."

Adam, "Peki Fatıma'nın Mushafı?" diye sordu.

İmam (a.s) bir süre sustuktan sonra şöyle buyurdu: "Siz aklınıza gelen, gerekli olan, olmayan her şeyi soruyorsunuz. Fatıma (s.a) Resulullah (s.a.a)'in vefatından sonra yetmiş beş gün yaşadı… Fatıma (s.a)'in babasının vefatından dolayı musibetini teskin edip onu gam ve kederden çıkarması, babasının makam, mevkisini ona ve kendisinden sonra evlatlarının başına neler geleceğini ona bildirmesi için (Allah bu meleği gönderdi); Ali (a.s) ise onların tümünü yazıyordu…"[1072]

* * *

Ehlibeyt İmamlarının (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) İmam Ali (a.s)'ın ahkam konusundaki "Câmia" kitabını, gelecekte vuku bulacak tüm olayları içeren Cefr'i ve Hz. Fatıma'nın Muhsaf'ını miras aldıkları mütevatir olarak rivayet edilmiştir.

Bu hadislerden ve daha sonra nakledeceğimiz diğer hadislerden bu kitapların inek derisinden bir mahfazada olduğu ve ona "Cefr-i Ebyaz" dendiği ve yine Resul-i Ekrem (s.a.a)'in silahını Ehlibeyt İmamlarının miras aldıkları ve onu "Cefr-i Ahmer" dedikleri öküz derisinden başka bir mahfazada korudukları anlaşılmaktadır.

Ehlibeyt İmamlarının (a.s) Miras Hazineleri

Usul-i Kâfî ve Besairu'd - Derecat kitaplarında Hüseyin b. Ebi Alâ'dan[1073] şöyle rivayet edilmiştir: İmam Sadık (a.s)'ın, "Cefr-i Ebyaz benim yanımdadır" buyurduğunu duyunca, "Onda ne var?" diye sordum.

İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Onda Davud'un Zebur'u, Musa'nın Tevrat'ı, İsa'nın İncil'i, İbrahim'in Suhuf'u, bütün helal ve haramlar, Kur'an olmayan Fatıma'nın Mushaf'ı ve insanları bize muhtaç kılan her şey onda kaydedilmiştir; insanlar onları öğrenmek için bize müracaat ederler; biz ise kimseye muhtaç değiliz; onda kırbaç, yarım kırbaç, çeyrek kırbaç ve tırmalamanın diyeti bile kaydedilmiştir. Cefr-i Ahmer de benim yanımdadır."

Ben, "Cefr-i Ahmer'de ne var?" diye sordum.

İmam (a.s), "Resulullah (s.a.a)'in silahı…" buyurdu.[1074]

İmam (a.s), "Onda insanları bize muhtaç kılan her şey…" sözüyle, Cefr ve mahfazada Ali'nin kitabı olduğu ve Ali'nin kitabında ise insanların ihtiyaç duyduğu her şeyin bulunduğunu kastetmiştir.

Ebu Hazma,[1075] İmam Sadık (a.s)'dan şöyle rivayet eder: "Fatıma'nın Mushafı'nda Kur'an'dan bir şey yoktur; onda babasının (s.a.a) vefatından sonra kendisine telkin edilen sözler var."[1076]

Başka bir rivayette ise İmam Sadık (a.s)'dan şöyle nakledilmektedir: Fatıma'nın Mushafı benim yanımdadır; onda Kur'an'dan bir şey yoktur!"[1077]

İmam Sadık (a.s) halkın "mushaf" kelimesini günümüzde olduğu gibi Kur'an'la karıştırmaması için çeşitli hadislerde Fatıma (s.a)'in Mushafında Kur'an'dan bir şeyin olmadığını vurgulamıştır.

Besairu'd - Derecat kitabında Ali b. Said'den şöyle rivayet edilmiştir: İmam Sadık (a.s)'ın yanında oturmuştum. Dostlarımızdan bir grubunun da bulunduğu orada Mualla b. Huneys İmam (a.s)'a, "Fedanız olayım! Hasan b. Hasan'dan size ne ulaştı!" dedi. Sonra Tayyar İmam (a.s)'a şöyle dedi: "Fedanız olayım! Bir sokaktan geçerken bir merkebin üzerinde hareket eden ve etrafını bir grup Zeydiler saran Muhammed b. Abdullah b. Hasan'ı gördüm…"

-Tayyar bu görüşmeden Muhammed b. Abdullah'a aralarında geçenleri İmam (a.s)'a anlattıktan sonra İmam şöyle buyurdu:-

Cefr hakkında "Su kırbası gibi insanların kıyamete kadar ihtiyaç duyacakları bilimler ve yazılarla dolu olan tabaklanmış bir inek derisidir. Resulullah (s.a.a) onu imla etmiş ve Ali (a.s) de kendi eliyle yazmıştır. Ve yine içinde Kur'an'dan hatta bir ayet bile bulunmayan Fatıma'nın Mushafı, Resulullah (s.a.a)'in yüzüğü, zırhı, kılıcı ve özel sancağı da bizim yanımızdadır. Evet; onlar görmek istemese de Cefr bizim yanımızdadır."[1078]

Bu rivayeti iki senetle rivayet etmiştir; biz bunlardan en mükemmel olanını naklettik.[1079]

* * *

Bu bölümde Ehlibeyt Mektebinde ilmin kaynaklarıyla ilgili söylediklerimiz, "Bir şeyin ispatı diğer şeyleri nefyetmeyi gerektirmez" kuralı gereğince, Ehlibeyt İmamlarının (a.s) ilimlerinin kaynaklarının sadece bunlarla sınırlı olduğu anlamına gelmez. Nitekim İmam Musa Kazım (a.s)'dan bu konuda şöyle rivayet edilmiştir: "Bizim ilmimizin kemali üç bölümdür: Geçmiş, sürüp giden ve yeni çıkacak olan. Geçmiş açıklanmıştır. Sürüp giden kesin olan ilimdir. Yeni çıkacak ilimler ise kalplere dökülen ve kulaklara değen şeylerdir. İlmin bu üçüncü bölümü ilmimizin en yüksek seviyesidir ve peygamberimizden sonra hiçbir peygamber olmayacaktır."[1080]

Bu Hadisin Şerhi

Allame Meclisî'nin Miratu'l - Ukul kitabında bu hadisin şerhinde yazıkları özetle şöyledir: Hadiste geçen "mebleğ-u ilmina" yani ilmimizin son sınırı ve kemali veya başlangıç noktası. "mazin" geçmişle ilgili ilimdir. "Ğabir" ise gelecekle ilgili ilimdir.

"Fe emme'l mazi fe mufesser" yani geçmiş ilimleri Resulullah (s.a.a) bize tefsir ve şerhetmiştir.

"Fe emma'l - ğabir" yani gelecekle ilgili kesin ilimler.

"Fe mezbur", yani Câmi, Fatıma'nın Mushafı ve diğer kitaplarımızda yazılmış olan şeyler; içlerinde veya onlardan birindeki yasa ve hükümler.

"Ve emma'l - hadis" yani yeni ve kesin olaylar veya Rabbanî ilim ve maarifler ya da kapalı şeylerin teşrihi.

"Fe kazife fi'l - Kulub" yani bir melek vasıta olmaksızın ilham yoluyla ve sadece Allah Teala tarafından kalbe düşürülen.

"Ev nukirre fi'l - esma" yani melekleri sözleriyle kulaklarına okunan. İlmin bu bölümü onlara has olması ve bir insan vasıta olmaksızın İmamlara (a.s) ulaştığı veya diğer iki ilim bu özelliğe sahip olmadığı için onların ilminin en yüksek seviyesidir. Selman ve Ebuzer gibi bazı özel sahabenin şahsen Resulullah (s.a.a) kanalıyla bu ilmin bir bölümüne ulaşmış ve onların ashabından bir grubu da o kitapları gözleriyle görerek ona vakıf olmuşlardır.

Fakat İmam (a.s)'ın bu sözü peygamberlik iddiasıyla eşdeğer olup ve halkın güzüne gayıp hakkında bilgi sahibi olmak ve gayıptan haber vermek peygamberlere has olduğu için, "peygamberimizden sonra peygamber gelmeyecekti" sözüyle bu yanılgıyı gidermiştir. Çünkü peygamberle muhaddes arasındaki fark, peygamberin vahiy alırken meleği görmesi, muhaddesin ise sadece sesi duymasıdır. -Allame Meclisi (r.a)'in şerhi burada bitiyor-.

Usul-i Kâfî'de İmam Muhammed Bâkır (a.s)'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Muhammed (s.a.a)'in vasilerini hepsi muhaddestirler."

İmam Musa Kâzım (a.s) ise, "Ehlibeyt İmamları (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) doğru konuşan, iyi kavrama gücüne sahip muhaddeslerdir" buyurmuştur.

Muhammed b. Müslim ise bu konuda şöyle rivayet etmiştir: İmam Sadık (a.s)'ın huzurunda muhaddes konusundan söz açılınca İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Muhaddes meleğin sesini duyan, fakat onu görmeyen kimsedir" buyurdu.

Ben, "Fedanız olayım! Bu durumda onun melek olduğunu nasıl anlar?" diye sordum.

İmam (a.s), "O sırada sözün meleğe ait olduğunu anlayabileceği bir sükunet ve huzur bulur" buyurdu.[1081]

Fakat Hulefa Mektebinin hadis kitaplarında bu özelliklerin benzerlerini halifelerden bazıları için ispatlayan hadislere rastlamaktayız; tıpkı Ümmü'l - Müminin Aişe'nin halife Ömer hakkındaki şu rivayeti gibi:

Aişe der ki: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Sizden önceki ümmetlerde muhaddesler vardı; benim ümmetimde de muhaddes olacak olursa Ömer b. Hattab onlardan biridir."

Ebu Hureyre de Ömer hakkında bu hadisin bir benzerini rivayet etmiştir.[1082] Fakat Hulefa Mektebi kaynaklarında geçen bu gibi hadislerde, onlardan birinin, apaçık bir şekilde Ehlibeyt İmamları (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) hakkında geçtiği gibi Resulullah (s.a.a)'ten bir kitap miras aldığı geçmiş değildir.

Şimdi Ehlibeyt İmamlarının (a.s) Resulullah (s.a.a)'ten miras aldıkları bu kitapların onlar arasında nasıl elden ele geçtiğini inceleyelim.

İmam Ali, Hasan, Hüseyin, Seccad ve Bâkır (a.s)

Besairu'd - Derecat kitabında Mualla b. Huneys kanalıyla İmam Sadık (a.s)'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Bu kitaplar Ali (a.s)'ın yanındaydı. Ancak Irak'a gidince onları emanet olarak Ümm-ü Seleme'ye bıraktı. Ali (a.s) şehid olunca bu kitaplar Hasan (a.s)'a ulaştı ve Hasan (a.s)'dan sonra ise Hüseyin (a.s)'a geçti. Hüseyin şehid olunca Ali b. Hüseyin'e ulaştı ve ondan sonra da babama -İmam Bâkır- ulaştı."[1083]

Besairu'd - Derecat kitabında bu konuda üç rivayet daha var. Bunlardan ikisi Ümm-ü Seleme'dendir. Şöyle ki: "Resulullah bana bir kitap emanet etti. Resulullah (s.a.a)'ten sonra ben o kitabı İmam Ali'ye teslim etti."

Aynen yukarıdaki anlamda olan üçüncü rivayet ise İbn-i Abbas'tandır.[1084]

Usul-i Kâfî'de Suleym b. Kays'tan şöyle rivayet edilmiştir: Emirulmüminin Ali (a.s) oğlu Hasan'a vasiyet edip Hüseyin (a.s), Muhammed ve tüm çocuklarını, Şia'nın ileri gelenlerini ve kendi Ehlibeytini buna tanık tuttuğunda ben de oradaydım. Emirulmüminin Ali (a.s) Hasan (a.s)'a bir kitap ve silah verip şöyle buyurdu: "Oğulcağızım! Resulullah (s.a.a) beni kendisine vasi tayin edip silah ve kitaplarını bana verdiği gibi bana da seni kendime vasi tayin etmemi, silah ve kitaplarımı sana teslim etmemi emretti. Ve bana emretti ki, sana, ölüm vaktin gelince onları kardeşin Hüseyin'e vermeni emredeyim." Daha sonra oğlu Hüseyin'e dönerek şöyle buyurdu: "Ve Resulullah (s.a.a) sana onları bu oğluna vermeni emretti." Sonra Ali b. Hüseyin'in elinden tutup ona, "Resulullah (s.a.a) sana da onları oğlun Muhammed b. Ali'ye vermeni, Allah'ın Resulü ve benden ona selam ulaştırmanı emretti."[1085]

Yazar diyor ki: Emirulmüminin Ali (a.s)'ın oğlu Hasan (a.s)'a teslim ettiği bir kitaptı; bu kitap o hazretin Medine'den hicret ederken Medine'de Ümmü'l - Müminin Ümm-ü Seleme'nin yanında emanet bıraktığı ve Ümm-ü Seleme'nin daha sonra İmam Hasan (a.s) Medine'ye dönünde ona teslim ettiği kitaplardan farklıdır.

İmamet Mirasları ve İmam Seccad (a.s)

Şeyh Tusî'ni Gaybet adlı eserinde, İbn-i Şehr Aşub'un Menakıb'ında ve Meclisî'ni Biharu'l - Envar'ında Fuzeyl, İmam Bâkır'ın kendisine şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

İmam Hüseyn (a.s) Irak'a hareket edince, Resul-i Ekrem (s.a.a)'in zevcesi Ümm-ü Seleme'nin yanına vasiyetname, bir takım kitaplar ve… bırakıp ona; "Yanında emanet bıraktığım şeyleri büyük oğlum gelince ona ver" buyurdu. İmam Hüseyin (a.s) şehid olunca Ali b. Hüseyin (a.s) Ümm-ü Seleme'nin yanına gitti. O da İmam Hüseyin (a.s)'ın kendisine bıraktığı emanetleri İmam Zeynulabidin (a.s)'a teslim etti.[1086]

Usul-i Kâfî, E'lamu'l - Verâ, Menakıb-i İbn-i Şehraşub ve Meclisî'nin Biharu'l - Envar'ında Ebubekir-i Hazremî'den[1087] İmam Sadık (a.s)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hüseyin (a.s) Irak'a gidince vasiyetname ve kitaplarını Ümm-ü Seleme'ye emanet bıraktı. Ali b. Hüseyin Ümm-ü Seleme'ye müracaat edince onları ona teslim etti.[1088] Bu vasiyet name İmam Hüseyin (a.s)'ın Kerbela'da yazıp diğer miraslarıyla birlikte kızı Fatıma'ya emanet ettiği, onun da daha sonra Ali b. Hüseyin (a.s)'a verdiği vasiyetnameden farklıdır; o sırada şiddetli bir şekilde hasta olan İmam Seccad (a.s)'ın yaşayabileceğini tahmin etmiyorlardı.[1089]

İmamet Mirasları ve İmam Bâkır (a.s)

Usul-i Kâfî, E'lamu'l - Verâ, Besairu'd - Derecat ve Biharu'l - Envar'da İsa b. Abdullah'tan,[1090] babasından, dedesinden şöyle rivayet edilmiştir -ifade Usul-i Kâfî'nindir: Ali b. Hüseyin ölüm yatağında etrafını saran evlatlarına döndü; sonra oğlu Muhammed b.Ali'ye (İmam Bâkır) yönelerek, "Ey Muhammed! Bu sandığı kendi evine götür" buyurdu. Daha sonra diğer evlatlarına yönelerek şöyle devam etti: "Bu sandıkta dinar ve dirhem yoktur; bu sandık ilimle doludur."[1091]

Besairu'd - Derecat ve Biharu'l - Envar'da İsa b. Abdullah b. Ömer'in İmam Sadık (a.s)'dan şöyle riayet ettiği kaydedilir: "İmam Ali b. Hüseyin (a.s)'ın ölüm yatağında oğluna (Muhammed'e), "Ey Muhammed! Bu sandığı kendi evine götür" buyurdu. İmam Bâkır (a.s) o sandığı dört kişiyle kendi evine götürdü. İmam Seccad (a.s) şehid olunca İmam Bâkır (a.s)'ın kardeşleri gelerek o sandığın içindekilerden miras iddiasında bulunarak, "Sandığın içindekilerden bizim hissemize düşeni ver" dediler. Bunun üzerine İmam Bâkır (a.s) şöyle buyurdu: "Vallahi sandığın içindekilerde sizin bir payınız yoktur; sizin onda bir payınız olsaydı babam onu bana vermezdi." O sandıkta Resulullah (s.a.a)'in silahı ve kitapları vardı."[1092]

İmamet Mirasları ve İmam Sadık (a.s)

Besairu'd - Derecat kitabında Zurare'den[1093] şöyle rivayet edilmektedir: İmam Sadık (a.s), "Babamın (İmam Bâkır) hayatında kitapları ve imamet mirasları bana ulaştı" buyurdu.[1094]

Ve yine bu kitapta Ebu Basir'den şöyle rivayet edilmiştir: İmam Sadık (a.s)'dan, "Babam Ebu Cafer -İmam Bâkır- dünyadan göçmeden Fatıma'nın Mushafı bana ulaştırdı" buyurduğunu duydum.[1095]

Ve yine bu kitapta Anbese-i Abid'den[1096] şöyle rivayet etmiştir: Biz İmam Cafer-i Sadık (a.s)'ın amcası oğlu Hüseyin'in yanında oturmuştuk. O sırada Muhammed b. İmran gelerek ondan yer kitabını istedi. Hüseyin, "Bekle onu Ebu Abdullah'tan (İmam Sadık) alayım" dedi. Ben, "O kitabın onun yanında ne işi var?" diye sordum. Bunun üzerine Hüseyin şöyle dedi: "O kitap önce İmam Hasan (a.s)'ın yanındaydı. Sonra imam Hüseyin (a.s)'a ulaştı; ondan Ali b. Hüseyin (a.s)'a, sonra İmam Bâkır (a.s)'a ve sonra da Cafer-i Sadık (a.s)'a ulaştı; biz ihtiyaç duyduğumuz şeyleri onun yanındaki kitaptan yazıyoruz."[1097]

Usul-i Kâfî ve Besairu'd - Derecat kitaplarında Hamran'dan şöyle rivayet edilmektedir: İmam Bâkır (a.s)'a, "Halk, Ümm-ü Seleme'ye teslim edilen mühürlü bir sahifeden bahsediyorlar" dedim.

İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Resul-i Ekrem (s.a.a) vefat edince Ali (a.s) o hazretin ilmini ve silahını miras aldı; onlar öylece onun aynındaydı. Daha sonra Hasa (a.s)'a geçti; sonra da Hüseyn (a.s)'a ulaştı. Onların yok olmasından endişelendiğimiz zaman İmam Hüseyin (a.s) onları Ümm-ü Seleme'ye emanet etti. Daha sonra Ali b. Hüseyin (a.s) onları aldı."

Burada ben İmam (a.s)'ın sözüne girerek, "Evet, ondan sonra babanıza ulaştı ve ondan sonra ise sizin sıranız geldi ve o hazretten sonra onları siz aldınız" dedim.

İmam, "Evet" buyurdu.[1098]

İmran b. Eban'dan şöyle rivayet edilmiştir: İmam Sadık (a.s)'dan Ümm-ü Seleme'ye emanet bırakılan halkın hakkında konuştuğu mühürlü sahifenin ne olduğunu sorduğumda şöyle buyurdu: "Resulullah (s.a.a) vefat edince Ali (a.s) o hazretin ilmini ve silahını miras aldı. Daha sonra Hasa (a.s)'a ve sonra da Hüseyn (a.s)'a ulaştı."

Ben, "Sonra Ali b. Hüseyin (a.s)'e, sonra oğluna ve ondan sonra da size ulaştı" dedim.

İmam (a.s), "Evet" buyurdu.[1099]

İmamet Mirasları ve İmam Musa Kâzım (a.s)

Gaybet-i Nu'manî ve Biharu'l - Envar'da -Meclisî- Hammad-i Saniğ'den şöyle rivayet edilmiştir: Mufazzal'ın[1100] İmam Sadık (a.s)'dan sorularını dinledim… Nihayet Ebu'l - Hasan (İmam Kazım) -a.s- içeri girdi. İmam (a.s), Mufazzal'a dönerek, "Ali (a.s)'ın kitabının sahibini görmek ister misin?" buyurdu. Mufazzal, "Bundan daha büyük ne olabilir ki?!" dedi. Bunun üzerine İmam Sadık (a.s), "Bu, o kitabın sahibidir…" buyurdu.[1101]

İmamet Mirasları ve İmam Rıza (a.s)

Ali b. Yaktin[1102] şöyle rivayet eder: İmam Ebu'l - Hasan'ın (İmam Rıza -a.s-) parmağıyla oğlu Ali'ye işaret ederek bana, "Ey Ali! Bu çocuklarımın en fakihidir. Ben kitaplarımı sadece ona verdim" buyurdu.

Başka bir rivayette de şöyle geçer: İmam Musa Kâzım (a.s)'dan, "Oğlum Ali evlatlarımın efendisidir ve ben kitaplarımı ona bıraktım" buyurduğunu duydum.[1103]

Usul-i Kâfî, İrşad-i Şeyh Mufid, Gaybet-i Şeyh Tusî ve Biharu'l - Envar'da şöyle geçer: Naim-i Kabusî,[1104] Ebu'l - Hasan Musa'dan -İmam Kazım- (a.s) şöyle rivayet etmiştir: "Oğlum Ali çocuklarımın en büyüğü, benim yanımda en iyisi ve en sevimlisidir; o, benimle birlikte Cefr'e bakabilir; oysa ona ancak peygamber veya vasi bakabilir."[1105]

Rical-i Keşşî ve Biharu'l - Envar-i Meclisî'de Nasr b. Kabus'dan[1106] şöyle rivayet edilmiştir: İmam Musa Kâzım (a.s)'ın evinde olduğum bir sırada İmam Rıza (a.s)'ın Cefr kitabına baktığını gördüm. İmam Kâzım (a.s), "Bu oğlum Ali Cefr kitabına bakmaya hakkı olan tek kişidir" buyurdu.[1107]

Böylece kitapları bu yüce kişilerden her biri diğerinden miras almış, nesilden nesle ona müracaat etmiş, ondan ilim ve hükümleri çıkarmışlardır; aşağıdaki hadisler bunu apaçık bir şekilde ortaya koymaktadırlar:

Ehlibeyt İmamlarının (a.s) Miras Aldıkları Kitaplara Müracaatı

İmam Sadık (a.s)'ın, İmam Hasan (a.s)'ın çocuklarının iktidarı gele geçirip geçiremeyeceklerini öğrenmek için Cefr kitabı ve Fatıma'nın Mushafı'na müracaat ettiğini gördük; nitekim Usul-i Kâfî ve Besairu'd - Derecat kitaplarında Fuzeyl b. Sukre'den[1108] şöyle rivayet edilmiştir: İmam Sadık (a.s)'ın huzuruna girince İmam (a.s) bana, "Sen gelemden önce neye baktığımı biliyor musun?" buyurdu. Ben, "Hayır" dedim. İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Sen gelmeden önce Fatıma'nın kitabına bakıyordum; yeryüzünde hükümete ulaşacak olan herkesin kendisinin ve babasını adı bu kitapta geçmiştir. Fakat İmam Hasan (a.s)'ın çocukları hakkında onda bir şey bulamadım."[1109]

Valid b. Subeyh'ten[1110] şöyle rivayet edilmiştir: İmam Sadık (a.s) bana, "Ey Velid!" buyurdu, "Ben Mushaf'a baktım ve falancanın çocukları için ayakkabı üzerine konan toz miktarı dışında bir şey göremedim."[1111]

Süleyman b. Hali'den ise şöyle rivayet edilmiştir: İmam Sadık (a.s)'ın, "Benim yanımda padişahların isimleri kaydedilen bir sahife var; fakat onda Hasan'ın evlatları için bir şey yoktur" buyurduğunu duydum.[1112]

Ömer b. Uzeyne bir grubun İmam Sadık (a.s)'ın, "Muhammed'den soruldu. Benim yanımda içinde bütün peygamberlerin ve yönetime geçecek bütün padişahların isimleri bulunan iki kitap var; vallahi Muhammed b. Abdullah bunların hiç birinde yoktur" buyurduğunu duyduklarını rivayet etmektedir.[1113]

İmam (a.s)'ın "iki kitap"tan maksadı biri Cefr ve diğeri ise Fatıma (s.a)'in Mushafıdır. "Bütün peygamberlerin ismi"nden maksadı ise dedesi Resulullah (s.a.a)'ten önce gelip geçen diğer peygamberlerdir. Bu konu aşağıdaki hadisten de net bir şekilde anlaşılmaktadır.

Besairu'd - Derecat kitabında Mualla b. Huneys İmam Sadık (a.s)'dan şöyle rivayet etmektedir: "İsmi benim yanımdaki kitapta yazılmayan hiçbir peygamber, peygamber vasisi ve padişah yoktur. Vallahi bu kitapta Muhammed b. Abdullah b. Hasan'ın geçmemiştir.[1114]

Bu hadisin bir benzeri de Ays b. Kasım'dan[1115] rivayet edilmiştir.[1116]

Mualla b. Huneys'ten şöyle rivayet edilmektedir: İmam Sadık (a.s)'ın huzurunda olduğum bir sırada Muhammed b. Abdullah b. Hasan o hazretin huzuruna gelerek selam verdi ve sonra da ayrılıp gitti. İmam Sadık (a.s) Muhammed'e acıdı ve gözlerinde yaş belirdi. Bunun üzerine ben, "Şimdiye kadar sizin ona karşı böyle bir şey yaptığınızı görmemiştim!" dedim. İmam (a.s), "Onun haline acıdım; çünkü o kendisinin olmayan bir işe girişmiştir; ben Ali (a.s)'ın kitabında bu ümmetin halifeleri veya padişahları arasında onun ismini görmedim" buyurdu.[1117]

Anbese b. Bicad-i Abid'den şöyle rivayet edilmektedir: İmam Sadık (a.s)'ın gözerli Muhammed b. Abdullah b. Hasan (a.s)'a takılınca gözleri yaşla doluyor ve şöyle buyuruyordu: "Canım feda olsun ona! Halk onun vaadı verilen Mehdi olduğunu söylüyorlar; halbuki o öldürülecektir; onun ismi babası Ali (a.s)'ın kitabında bu ümmetin halifeleri arasında geçmiyor."[1118]

İmam Sadık (a.s)'ın "Ali'nin kitabı"ndan maksadı, babası Emirulmüminin Ali (a.s)'dan miras adlığı "Cefr" kitabıdır.

Kâfî kitabında Fuzeyl b. Yesar ve Bureyd b. Muaviye,[1119] ve Zurare'den şöyle rivayet edilmiştir: Abdulmelik b. A'yun İmam Sadık (a.s)'a, "Zeydiler Muhammed b. Abdullah'ın etrafında toplanmışlar; acaba o hükümete ulaşacak mı?" diye sordu. İmam, "Vallahi bende, içinde bütün peygamberlerin ve fetih yapan bütün padişahların ismi geçen iki kitap var; vallahi Muhammed b. Abdullah'ın ismi bu kitapların için birinde geçmemiştir" buyurdu.[1120]

İmam Sadık (a.s)'ın amcası Hasan (a.s)'ın oğullarının hareket ve girişimleri karşısında tutumu Cefr-i Ebyaz ve Fatıma'nın Mushafında geçen konulara dayanıyordu; Hazret bazen onlara bu kitaplarda geçen başlarına gelecekleri bildiriyordu. Fakat amcası oğulları o hazretin öğüt ve nasihatlerini kabul etmiyorlardı. Bu konuyu Ebu'l - Ferec-i İsfahanî Mekatilu't - Talibiyyin adlı eserinde şöyle kaydetmiştir:

Aralarında İbrahim b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas'ın,[1121] Ebu Cafer Mensur,[1122] Salih b. Ali, Abdullah b. Hasan b. Hasan (a.s) ve oğulları Muhammed ve İbrahim ve yine Muhammed b. Abdullah b. Amr b. Osman[1123] da bulunan Haşim oğullarından bir grup "Ebvâ"da bir araya toplandılar

Salih b. Ali bu toplantıda şöyle konuştu: "İnsanların size göz diktiğini ve sizin hareket ve işaretinizi beklediklerini biliyorsunuz. Allah'ın sizi bir araya topladığı bu toplantıda kendi aranızdan birini seçip biat edin ve canınızla onu koruyun ki fatihlerin en hayırlısı olan Allah size fetih versin.

Sonra Abdullah b. Hasan Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra şöyle konuştur: "Bildiğiniz gibi falancanın (Muhammed'in) oğlu Mehdi'dir; o halde hemen ona biat edin."

Ebu Cafer Mensur ise şöyle konuştu: "Neden kendinizi aldatıyorsunuz?! Halbuki Allah'a andolsun halkın gözlerinin bu gence (Muhammed b. Abdullah b. Hasan'a) dikildiğini, boyunların ona doğru uzandığını ve onun emrini can-ı gönülden kabul ettiklerini herkesten iyi biliyorsunuz.

Oradakiler, "Allah için doğru söyledin; bu hepimizin bildiği kişidir" dediler ve sonra hep birlikte kalkıp Muhammed'e biat ettiler ve -biatlerinde sadık olduklarına dair- ellerin onun eline sürdüler. Daha sonra -bu seçim ve biate katılması için- birini Cafer b. Muhammed'e -İmam Sadık (a.s)'ı- gönderip o hazreti çağırdılar.[1124]

Cafer b. Muhammed -İmam Sadık- (a.s) gelince Abdullah b. Hasan yerinden kalkarak o hazreti karşılayıp yanında yer verdi ve sonra da ilk sözlerini tekrarladı.

İmam Sadık (a.s), "Bu işe girişmeyin; bir sonuca ulaşamayacaksınız" buyurdu ve sonra Abdullah'a dönerek şöyle buyurdu: "Bunun vaadı verilen Mehdi olduğunu sanıyorsan yanılıyorsun; o, Mehdi olmadığı gibi bu zaman da Mehdi'nin zuhur zamanı değildir; fakat eğer onun Allah için ve iyiliği emredip kötülükten sakındırmak için kıyam etmesini istiyorsan Allah'a andolsun sen bizim ailemizin büyüğüsün ve seni yalnız bırakmaz, oğluna biat ederiz."

Abdullah bu sözlere öfkelenerek, "Senin muhalefet edeceğini biliyordum; vallahi Allah sana gaybî ilim vermemiştir; sen ancak oğlumu kıskandığın için muhalefet ediyorsun" dedi!

İmam (a.s) bunun üzerine, "Vallahi benim muhalefetimin nedeni bu değildir" buyurdu. Ve sonra elini Ebu Abbas Seffah'ın sırtına vurarak, "Fakat bu, kardeşleri ve çocukları sizden öne geçecekler" buyurdu.

Sonra elini Abdullah b. Hasan'ın omzuna vurarak şöyle buyurdu: "Vallahi hükümet ne sana ve ne de senin çocuklarına ulaşmayacak; hükümet onlarındır ve senin her iki oğlun da öldürülecektir."

İmam (a.s) daha sonra kalkarak Abdulaziz b. İmran-i Zuhrî'nin eline yaslanarak, "Şu omzuna sarı cüppe alan adamı -Eba Cafer Mensur-i Devanikî- görüyor musunuz? Vallahi bu onu (Muhammed'i) öldürecektir" buyurdu.

Abdulaziz İmran üstüne basa basa, "Yani Muhammed öldürülecek mi?" diye sordu.

İmam (a.s), "Evet" buyurdu.

Abdulaziz, ben içimden, "Vallahi kıskançlıktan dolayı böyle söylüyor" dedim. Fakat ölmeden önce onların ikisinin de -Mensur-i Devanikî tarafından- öldürüldüğünü gördüm.

Ebu Ferec daha sonra şöyle diyor:

İmam Sadık (a.s)'ın bu sözlerinden sonra oradan ayrılınca onlar da kalkıp dağıldılar ve bir daha toplanmadılar. Fakat Abdussamed ve Ebu Cafer, İmam Sadık (a.s)'ın peşinden giderek, "Ey Eba Abdullah! Bu söylediklerini bir daha tekrarlar mısın (hakikati söyler misin)?!" dediler.

İmam (a.s), "Evet; yine söylerim ve ben buna vakıfım" buyurdu.[1125]

Başka bir rivayette ise İmam Sadık (a.s)'ın Abdullah b. Hasan'a şöyle buyurduğu geçer: "Bu hareket ne sana ve ne de senin evlatlarına ulaşmayacak; aksine, (Ebu Abbas-i Seffah'a işaret ederek) buna ve ondan sonra da (Mensur'a işaret ederek) buna ve sonra da çocuklarına ulaşacaktır; hükümet bunların elinde olacak; öyle ki çocukları hüküm sürecek ve kadınları hükümette görüş belirtecekler!"

Abdullah b. Hasan bu sözleri işittikten sonra, "Ey Cafer!" dedi, "Vallahi Allah sana gaybını bildirmemiştir…"

İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Hayrı vallahi; ben senin oğlunu kıskanmıyorum; gerçekten bu -Eba Cafer- onu zeytin yağı çıkarılan taşların üzerinde öldürecek ve sonra da kardeşini Tufuf'ta atının ayakları suda olduğu bir halde öldürecektir…"[1126]

 Taberî ve Ebu'l - Ferec, Abdullah b. Muhammed b. Ali b. Hüseyin (a.s)'ın kızı Ümmü'l - Hüseyin'den şöyle rivayet etmişlerdir: Amcam Cafer b. Muhammed'e, "Fedanız olayım! Muhammed b. Abdullah b. Hasan'ın sonu ne olacak?" diye sordum. Cafer b. Muhammed şöyle buyurdu: "Muhammed bir fitnede bir Rum evinin yakınlarında ve kardeşi ise Irak'ta, atının ayakları suda olduğu bir halde öldürecekler…"[1127]

Diyorlar ki, Mensur-i Devanikî'nin ordusunun baş kumandanı İsa Medine'ye girince İmam Sadık (a.s), "Bu, o mudur?!" diye sordu. Oradakiler, "Ey Eba Abdullah! Kimden bahsediyorsun?" dediler. İmam (a.s), "Bizim kanımızla oynayacak olan kişiden! Vallahi o Muhammed ve İbrahim'e aman vermeyecek!" buyurdu.[1128]

Ravi diyor ki: Muhammed'le birlikte Hazma b. Abdullah b. Muhammed b. Ali de kıyam etti. Oysa amcası İmam Sadık (a.s) onu sakındırarak öldürüleceğini söylemişti![1129]

İmam Sadık (a.s)'ın Hasanoğullarının Başına Gelecekleri Haber Verişinin Yaygınlaşması

İmam Sadık (a.s)'ın İmam Hasan (a.s)'ın evlatlarının başına gelecek olayları haber verdiği her tarafa yayıldı, bu haber yakın, uzak herkesin kulağına ulaştı. İşte bu nedenledir ki İmam Sadık (a.s)'ın ashabından biri olan Fuzeyl b. Yesar kendisine Abdullah b. Hasanın oğulları Muhammed ve İbrahim'in kıyam ettiklerini bildiren kişiye, "Kıyamları sonuç vermeyecek" dedi.

Ravi diyor ki: Defalarca onların kıyam ettiğini Fuzeyl b. Yesar'a ulaştırdım; fakat o yine aynı cevabı veriyordu; nihayet bir gün ona, "Allah'ın rahmeti üzerine olsun senin. Bu haberi kendi yanından mı söylüyorsun?" dedim. Fuzeyl, "Hayır vallahi; ben İmam Sadık (a.s)'dan, kıyam edecek olurlarsa öldürüleceklerdir, buyurduğunu duydum" dedi.[1130]

 

Back Index Next