Index Next

ÖNSÖZ        

MEHDİLİK KONUSUNU İNCELEMENİN GEREKLİLİĞİ

Bazıları “Kültürel alanda birçok ihtiyaçlar olmasına rağmen; İmam Mehdi (a.f) konusunu incelemenin ve bu konuya değinmenin ne önemi vardır? Acaba bu konu hakkında yeterince sohbet edilip kitap ve makale yazılmamış mıdır?” diye sorabilirler.

Cevap olarak şöyle söylemek gerekir:

Mehdilik konusu, insan yaşamı için hayati önem taşıyan konulardan biridir. Ve insan yaşamının çeşitli yönleriyle direkt olarak ilişkisi bulunmaktadır.

 Bu bakımdan, geçmişteki çalışmalar da göz önünde bulundurularak, bu konu hakkında söylenmemiş birçok hakikat ve gerçeğin var olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla âlimlerin, bilginlerin ve araştırmacıların bu konunun üzerine ellerinden geldiği kadar eğilmeleri ve bu alanda daha çok araştırma yapmaları gerekmektedir.

İmam Mehdi’yi (a.f) tanıma konusunun öneminin kavranabilmesi ve bu konunun daha net, daha sahih bir şekilde anlaşılabilmesi için aşağıdaki noktalara dikkatlerinizi çekmek istiyoruz:

1- İmam Mehdi (a.f) konusu, Şiî’ itikadına göre usul-u dininin bir parçası olan imamet inancına dayanmaktadır. Bu konu hakkında, Kuran ve İslami hadislerde, geniş bir şekilde araştırma yapılmıştır.

Şiî ve Sünnî kaynaklarda Peygamber (s.a.a) efendimizden şöyle nakledilmiştir:

“Kim zamanının imamını tanımadan ölürse, cahiliye ölümü üzere ölmüştür.”[1]

İnsanın manevi dünyasıyla bu şekilde ilişkisi olan bir konunun incelenmesi, açıklanması ve gerçeklerinin öğrenilmesi için özel bir çaba gösterilmesi gerekmez mi?

2- İmam Mehdi (a.f) bütün pisliklerden arınmış tertemiz imamet zincirinin on ikinci imamıdır. Yüce imamet konusu, Allah Resulü’nün (s.a.a) bizlere bıraktığı iki ağır (İki önemli) emanetten birisidir. Çünkü Ehl-i Sünnet ve Şii kaynaklarında Peygamber efendimizden (s.a.a) şöyle nakledilmiştir:

“Şüphesiz ben sizin aranızda iki ağır (İki önemli) emanet bırakıyorum. Onlar, Allah’ın kitabı ve İtretimdir. Eğer bu ikisine sık,ı sıkı sarılırsanız hiçbir zaman sapıklığa düşmezsiniz...”[2]

Bu anlamda, Allah’ın emir ve buyruğu olan Kuran-ı Kerim’den sonra, hangi yol imamın yolundan daha aşikâr ve hidayete daha yakın olabilir? Acaba Allah’ın kitabı Kuran-ı Kerim’in açıklanması ve tefsir edilmesi; Resulullah’ın (s.a.a) hak halifesinin açıklaması, tefsiri ve beyanı olmadan ne kadar mümkün olabilir?

3- İmam Mehdi (a.f) yaşayan, hazır, huzurda olan, nezaretçi ve gören kimsedir. Mehdi (a.f) hakkında özellikle gençler arasında bir takım sorular gündeme getirilmektedir.  Önceki dönemlerde yaşayan âlimlerin eserlerinde bu sorulara cevaplar bulunsa da; birçok soru işareti cevapsız kalmış veya verilmiş olan cevaplar yeterince doyurucu olmamıştır.

4- İmamet konusunun öneminin Şiilerin fikirsel ve ameli yapısı içinde hayati önem taşıması nedeniyle; düşmanlar sürekli İmam Mehdi (a.f) hakkında bir takım şüpheler ortaya atıp zihinlerde kuşkular uyandırmaya çalışmışlardır. Böylelikle hazrete inanan kimseleri şek ve şüpheye sürüklemeyi hedeflemişlerdir.

Böyle kişiler, bazen hazretin doğumu hakkında şüphe uyandırmaya çalışmışlar, bazen uzun ömürlü olmasını olanaksız bir olay olarak lanse etmeye çalışmışlar ve bazen de hazretin kayıp olarak yaşamasının mantık dışı olduğunu öne sürmüşlerdir. Bunlara benzer, yüzlerce şüphe ortaya atmışlardır. Bazen de Ehl-i Beyt (a.s) mektebini ve maarifini bilmeyen cahil dostlar, Mehdilik konusu hakkında yanlış olan ve mektepsel dayanağı bulunmayan konuları beyan etmişlerdir. Sonunda da bir takım insanları yanlış yola sürüklemişler ve sürüklemeye de devam etmektedirler.

Örneğin; İmam Mehdi’yi (a.f) beklemek, silahlı kıyamı ve gaybet zamanında hazret ile görüşme gibi konular hakkında, sahih rivayetler ile çelişen yanlış ve mantık dışı görüşler öne sürmüşler ve sürdürmeye de devam etmektedirler.  Bu gerçekleri göz önünde bulunduracak olursak, Mehdilik konusunun doğru ve sahih bir şekilde incelenmesi gerektiğini anlayacağız.

Yukarıda açıklanan noktaları göz önünde bulundurarak kitabımızda İmam Mehdi’nin (a.f) nurani yaşamını inceleyeceğiz. Aynı zamanda, gençlerin akıllarında oluşan İmam Mehdi’nin (a.f) yaşamı ile ilgili sorulara cevap vereceğiz. Yanlış yolda olanların yanlışlarını inceleyip eleştirerek, bu gibi görüşlerin zararına değinip doğru yolu sunmaya çalışacağız. Allah’ın yeryüzündeki hüccetini tanıma ve aşina olma yolunda bir adım atmış olduğumuzu ümit ediyoruz.

1. FASIL  / İMAMET

Peygamber efendimizin (s.a.a) vefatından sonra, yeni oluşmuş İslam camiasının en önemli meselesi hilafet ve halife konusu idi. Bazıları, sahabelerin bir kısmının oyu ile Ebu Bekir’in halife olmasını doğru olarak kabul ettiler. Bazıları ise; Peygamber efendimizin (s.a.a) halifesinin, yine peygamberimizin belirlemesi ve seçmesi sonucuyla İmam Ali’nin (a.s) olduğuna inandılar. Sonraki dönemlerde birinci grup Amme; (Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat) ikinci grup ise Hasse; (Teşeyyü) olarak tanınmışlardır.

Dikkat edilmesi gereken başka bir nokta da, Şii ve Sünni ekolleri sadece halifenin şahsı (kim olacağı) konusunda ihtilaf etmemektedirler. Aynı zamanda bu iki ekol; imam kavramı, imamın makamı ve özellikleri konusunda da derin ayrılıklar içindedirler. Bu bakış açısıyla da iki ekol bir birlerinden ayrılmaktadırlar.

Konunun daha iyi anlaşılması için; imam ve imametin manasını açıklayarak iki ekolün bu konu hakkındaki farklı görüşlerini beyan etmeye çalışacağız.

“İmamet” sözlükte önder ve lider olmak anlamına gelir. “İmam”; belirli bir çizgide bir grubun sorumluluğunu üstlenen kimseye denir. Istılahta ise; imamet, çeşitli manalara sahiptir.

Ehl-i Sünnet’e göre; imamet, bir nevi dünyevi hâkimiyettir (İlahi bir makam değildir). İslami camiayı idare edip yönetmekle mükelleftir. Her camianın bir rehbere ve yöneticiye ihtiyacı olması gibi; İslam camiası ve ümmeti de peygamber efendimizden (s.a.a) sonra kendisine bir rehber, yönetici ve başkan seçmek zorundadır. Seçimin nasıl yapılacağı ve kimin seçileceği konusunda, İslam her hangi bir yol ve yöntem sunmamıştır. Bundan dolayı, Peygamber efendimizin (s.a.a) yerine halife seçimi çeşitli yollarla mümkündür. Örnek olarak; milletin veya camianın büyüklerinin oy çoğunluğu ile birisini seçmeleri, önceki halifenin bir kişiyi tayin etmesi-vasiyet etmesi, ihtilal ve devrimle,  hatta askeri darbe gibi değişik yollarla da olabilir.

 Fakat Şiiler, imamet konusuna nübüvvetin devamı olarak inanmaktadırlar. İmamı ise, Allah’ın yeryüzünde yaşayan kulları arasındaki hücceti ve Allah ile mahlûklar arasındaki feyiz vasıtası olarak bilmektedirler.

Şiiler şöyle inanmaktadırlar:

“İmam” İlahi bir tayin ile belirlenmeli ve Peygamber efendimiz (s.a.a) tarafından tanıtılmalıdır.

Bu görüş imamet düşüncesinin Şii ekolündeki yüce ve büyük makamından kaynaklanmaktadır. Çünkü imam; Müslümanların rehberi, ilahi ahkâmların açıklayıcısı, Kuran-ı Kerim’in müfessiri ve saadete ulaştıran yol göstericidir.

Başka bir tabirle, Şii kültürüne göre imam; din ve dünya işleri olmak üzere iki kısımda da halkın önderidir. Nitekim Ehl-i Sünnet, halifenin sadece halkın dünya işlerini idare etmekle mükellef olduğuna inanmaktadır.

İmama Olan İhtiyaç

İki ekolün görüşü anlaşıldıktan sonra şu soruya cevap vermek yerinde olacaktır; “Kur’an-ı Kerim ve Peygamber efendimizin (s.a.a) sünneti elimizde olmasına rağmen, Şiilerin inandığı gibi bir din rehberine ve imama gerek var mıdır?

İmamın olmasının zarureti ile ilgili birçok deliller beyan edilmiştir. Fakat biz delillerden sadece birini sunmakla yetineceğiz:

İnsanların, peygamberlere ihtiyaçları olduğunu açıklayan deliller; imamlara da ihtiyaçları olduğunu belirtmektedir.

Zira Bilindiği gibi İslam dini en son dindir.  Peygamber efendimiz Hz. Muhammet (s.a.a) Allah Peygamberlerinin en sonuncusudur. Bu bakımdan, İslam dini beşerin kıyamete kadar olan bütün ihtiyaçlarına cevap vermelidir.

Bununla birlikte Kur’an-ı Kerim İlahi maarif ve hükümlerin esaslarını,  genel olarak beyan etmiştir. Bunların açıklanmasını, şerh edilmesini ve ayrıntılarının anlatılmasını Peygamber efendimize (s.a.a) bırakmıştır.[3]

Fakat bilindiği gibi Peygamber efendimiz (s.a.a) İslam camiasının rehberi olarak kendi zamanında yaşayan Müslümanların ihtiyaçlarını (kapasitelerine göre) ilahi ayetlerle açıklamıştır.

 Bundan dolayı peygamberimizin (s.a.a.) liyakatli halifeleri, onun gibi sonu olmayan deniz misali bir ilme sahip olarak açıklanamayan hakikatleri beyan etmeleri ve Müslüman camianın zaman akışı içinde ortaya çıkan ihtiyaçlarına cevap verip sorunlarını halletmeleri gerekir.

Aynı şekilde imamlar (a.s); Peygamber efendimizden (s.a.a) kalan mirasın bekçileri, koruyucuları, Kur’an-ı Kerim’in gerçek açıklayıcıları ve müfessirleridirler.

Çünkü Allah’ın dinini tahriften, düşmanların oyunlarından ve garezli insanların tuzaklarından koruyup tertemiz İslam kaynağını kıyamet gününe kadar korumaları gerekmektedir.

Bunlara ilave olarak şöyle söyleyebiliriz;

“İmam” kâmil bir insan olarak, bütün boyutlarıyla mükemmel bir örnektir. Beşerin böyle bir örneğe ciddi bir şekilde ihtiyacı vardır. İnsanların, onun hidayet ve yönlendirmesi ile kâmil bir insan olarak terbiye edilmeleri gerekir.

Böylelikle insanlar, ilahi öğretmenin yönlendirmesi neticesinde yanlış yola sapmalardan, asi nefsin tuzaklarından ve dış şeytanlardan kendilerini korumalıdırlar.

İmamın vazifeleri şunlardır:

- Toplumsal işleri idare edip yönetmek (Hükümet kurmak)

- Allah’ın gönderdiği, Peygamber efendimizin (s.a.a) getirdiği dini tahriften korumak ve Kur’an-ı Kerim’i sahih bir şekilde beyan edip açıklamak.

- İnsanların manevi hidayeti ve nefislerinin tezkiye edilmesi için çalışmak.[4]

İmamın Özellikleri

Hayatın ve dinin devam etmesinin garantisi olan, beşerin ihtiyaçlarına cevap veren ve seçkin bir şahsiyeti bulunan Peygamber efendimizin (s.a.a) halifesi; bulunduğu rehberlik ve önderlik makamına uygun olarak bir takım üstün özelliklere sahip olmalıdır. Allah Peygamberi’nin (s.a.a) halifesinde bulunması gereken en önemli özellikler şunlardan ibarettir:

Takvalı olmalıdır. Günahlardan kaçınmalıdır. Küçük günahları dahi işlemeyecek ismet makamına sahip olmalıdır.

İlahi ilme bağlı olan ve Peygamber efendimizin (s.a.a) ilminden kaynaklanan ilme sahip olmalıdır. Bu bakımdan maddi ve manevi, dini ve dünyevi bütün alanlardaki sorulara cevap verebilmelidir.

En yüksek derecedeki ahlaki faziletlere sahip olmalıdır.

Dini öğretiler ışığında, beşeri camiayı yönetip doğru ve sahih bir şekilde idare etmelidir.

İmam için zikrettiğimiz özellikleri göz önünde bulunduracak olursak, böyle bir insanın seçiminin halkın ilim ve bilgisi dâhilinde olamayacağı açık bir şekilde anlaşılacaktır. Sadece Allah-u Teala sonsuz ilmiyle Peygamberin (s.a.a) halifesini ve ondan sonraki önderi seçebilir. Bundan dolayı imamın en önemli özelliklerinden biri de Allah tarafından seçilip atanmasıdır.

Zikrettiğimiz özelliklerin önemli olmasından dolayı her biri hakkında kısaca açıklama yapmaya çalışacağız:

İmamın İlmi

Milletin rehberlik ve önderlik görevini üstlenmiş olan imam, dini bütün boyutları ile bilmesi ve kanunlarını eksiksiz bir şekilde tanıması gerekmektedir. Kur’an-ı Kerim’in bütün ayetlerinin tefsirini ve Peygamber efendimizin (s.a.a) sünnetini bilmelidir. Dini maarifleri açıklayıp halkın çeşitli konulardaki bütün sorularına cevap verebilmelidir. Onlara en iyi şekilde yol gösterebilmelidir.

Böyle olan bir ilim membaının, halkın bütün kesimlerinin itimat edip güvendiği bir kimse konumunda olacağı çok açıktır. Bu şekil bir ilme sahip olabilme, sadece ilahi ilme bağlı olabilme sonucunda mümkündür. 

Bundan dolayı Şii şöyle inanmaktadır;

İmamların ve Peygamber efendimizin (s.a.a) hak halifelerinin ilmi, ilahi sonsuz ilimden kaynaklanmaktadır.

İmam Ali (a.s) hak imamın nişaneleri hakkında şöyle buyuruyor:

“İmam; Allah’ın helalleri, haramları,  emirleri, nehiyleri, çeşitli hükümler ve insanların ihtiyacı olan bütün meseleler konusunda en bilgin olan kişidir.”[5]

İmamın İsmeti

İmametin temel şartlarından ve imamın en önemli özelliklerinden birisi de “İsmet” sıfatıdır. İsmet; hakikate olan ilimden ve kuvvetli iradeden kaynaklanan bir özelliktir. İmamda, bu iki özelliğin bulunmasından dolayı her türlü günaha ve hataya (düşmekten) duçar olmaktan                                             korunmaktadır. İmam; dini maarifleri tanıma, açıklama, onlara amel etme, İslam toplumunun maslahat ve zararlarını bilme konusunda her türlü sürçmeden masumdur.

İmamın masum olması konusunda çeşitli akli ve nakli (Kuran’dan ve Hadislerden) deliller vardır. Akli delillerin en önemlileri şunlardan ibarettir:

A- Din ve dindarlık yolunun korunması,  imamın masum olmasına bağlıdır. Zira imam dinin korunmasından, tahrif olmamasından ve halkın din yoluna hidayet olmasından sorumludur. İmamın yalnızca sözleri değil; hatta başkalarının amellerini onaylayıp onaylamama konusundaki tutumu da, toplumun ameli üzerinde etkili olmaktadır.

Dolayısıyla dini anlama ve ona amel etme konusunda her türlü sürçmeden korunmuş olması ve böylelikle izleyicilerini doğru yola hidayet etmesi gerekir.

B-  İnsanların, dini tanıma ve uygulama konusunda hatasız olmamaları; toplumların imama ihtiyaç duymalarının delillerinden biridir. Eğer halkın rehberi de hata sahibi olursa halkın imama tam olarak güvenmesi nasıl sağlanabilir?! Başka bir ifadeyle; imam, masum olmazsa, halk imama uyma ve emirlerini yerine getirme konusunda şek ve şüpheye düşecektir.[6]

Kur’an-ı Kerim’de imamın masum olması gerektiğine işaret eden ayetler de bulunmaktadır. Onlardan birisi Bakara suresinin 124. ayetidir. Bu ayette, Allah-u Teala Hz. İbrahim’e (s.a) nübüvvet makamından sonra yüce imamet makamını vermiştir. Daha sonra Hz. İbrahim kendi neslinde de imamlar karar kılınmasını isteyince yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“...zalimler benim ahdime nail olamaz!”

Yani; imamet makamı, Hz. İbrahim’in (a.s) neslinden olanlara, ancak zalim olmayan insanlara mahsustur.

Kur’an-ı Kerim, Allah’a şirk koşmayı büyük bir zulüm olarak kabul etmektedir. Aynı şekilde, Allah’ın emirlerini çiğnemenin de nefse zulüm olduğunu bildirmiştir. 

Dolayısıyla kim hayatının her hangi bir döneminde günah işlemişse zalim olarak telakki edilmiş ve imamet makamına layık görülmemiştir. Böylelikle bu gibi insanlar bu makama ulaşamayacaklardır.   

Başka bir ifadeyle; hiç şüphesiz Hz. İbrahim (a.s) “İmamet makamını” zürriyetinden gelip bütün ömrü boyunca günah işleyen veya başlangıçta iyi sonra kötü olan insanlar için istememiştir. Buna göre geriye iki grup kalmaktadır: 

1. Başlangıçta günahkâr olanlar. Ancak sonra tövbe edip iyi olan insanlar.

2. Hiç günah işlemeyen insanlar.

Allah-u Teala kelamında birinci grubu kabul etmemiştir. Sonuç olarak “İmamet” makamının, ikinci grup için sınırlandırılmış olduğu anlaşılacaktır. Yani hiç günah işlemeyen insanlar bu makama ulaşabileceklerdir.

İmamın Toplumsal Yöneticiliği

İnsanın, toplumsal bir yapıya sahip olması ve toplumun, insan ruhu, hal ve hareketleri üzerinde büyük tesiri bulunması nedeniyle; İnsanın sahih bir şekilde terbiye edilip Allah’a yakınlaşması yolunda rüşt etmesi için müsait ve münasip toplumsal ortam yaratılmalıdır. 

Böyle ideal bir toplumun yaratılması da ancak ilahi bir hükümetin kurulması ve teşkil edilmesi ile mümkündür.

Bu bakımdan, insanların imamı ve önderi camiayı yönetebilme gücüne sahip olmalıdır. Kur’an ve nebevi sünnet başta olmak üzere, İslami öğretilerden ilham alarak ve işgüzar becerikli insanlardan yararlanarak İslam hükümetini kurabilmelidir.

Ahlaki Kemal ve Sıfatlara Sahip Olması

İmam, camianın önderi ve rehberi olduğu için; bütün çirkinliklerden, kötülüklerden, uygunsuz ve beğenilmeyen sıfatlardan uzak olmalıdır. Bununla birlikte ahlaki bütün güzel sıfatlara da en iyi şekilde sahip olmalıdır. Zira imam kâmil bir insan olarak takipçileri ve yarenleri için en güzel örnek ve olgu konumundadır.

İmam Rıza (a.s) şöyle buyuruyor:

“İmamın nişaneleri vardır: O, insanların  en bilgilisi..., en takvalısı, en sabırlısı, en cesuru, en cömerdi ve  en çok ibadet edenidir.”[7]

Bunlara ilave olarak; imam, Peygamberimizin (s.a.a) makamında oturmuş olan, onun halifeliğini yapan, insanları eğitip öğreten ve terbiye eden kimsedir. Bu açıdan da; imam, diğer insanlardan daha fazla İlahi ahlaka sahip olmak zorundadır.

İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor:

“(Allah’ın emriyle) kendini halkın imamı karar kılmış olan kimse; başkalarına öğretmeden önce kendi öğrenimi için gayret göstermeli ve başkalarını söz ile terbiye etmeden önce davranışlarıyla terbiye etmelidir.”[8]

İmamın Allah Tarafından Belirlenmesi

Şia inancına göre; Peygamberin (s.a.a) halifesi ve imam olan kimse, sadece Allah’ın emriyle ve Allah’ın seçimi ile belirlenebilir. Daha sonra Peygamber imam olan kimseyi tanıtır. Bu bakımdan hiçbir kimsenin veya gurubun bu işe karışma hakkı yoktur.

İmamın, Allah tarafından seçilmesinin birçok delili vardır. Şimdi onlardan bir kaçını aşağıda zikredeceğiz:

A- Kuran-ı Kerim’in buyruğu üzere her şeyin tek ve mutlak hâkimi Allah’tır. Herkesin sadece Allah’a itaat etmesi gerekir. Allah’ın bu hâkimiyeti (layık gördüğü ve maslahat bildiği) istediği kimseye vermesi inkâr edilemeyecek bir gerçektir.

Bundan dolayı, peygamberler nasıl Allah tarafından seçilmişlerse, imamlar da Allah tarafından seçilmelidirler. Bu bakımdan halk üzerinde velayet hakkına sahip olacaklardır.

B- Önceki sayfalarda imam için ismet, ilim... gibi bir takım özellikleri açıkladık. Böyle bir özelliğe (hem de en üstün derecede)  sahip olan bir insanın bulunması ve belirlenmesi, sadece aşikârı ve gizliyi bilen Allah tarafından mümkündür.  Nitekim Allah Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’e (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Ben, seni bütün insanlara imam yapacağım”[9]

Güzel ve Kapsamlı bir Açıklama

Açıklamalarımızın sonunda sekizinci imamımız Hz. İmam Rıza’dan (a.s) imamın makamı ve özellikleri hakkında nakledilen hadisin bir kısmını zikretmemiz çok uygun olacaktır: 

“Onlar (İmamet konusunda ihtilaf eden kişiler ve imametin seçimle olduğunu zanneden kimseler) cahillik ettiler... Yoksa insanlar, kendi seçimlerine ve oylamalarına bırakılacak kadar,   ümmet içerisindeki imamet makamının değer ve yüceliğini bilmekte midirler?

Hiç şüphesiz imamet makamının kıymeti, şanı, makamı, hakikati ve derinliği; halkın kendi akılları ile ona ulaşıp, kendi oyları ile seçerek bulmalarından daha yüce, daha azim, daha büyük ve daha derindir...

Hiç şüphesiz imamet makamı; Allah azze ve celle tarafından, nübüvvet ve Halilullah makamından sonra üçüncü aşama da Hz. İbrahim’e verildi... İmamet; Allah’ın hilafeti, Resulullah’ın (s.a.a) hilafeti,  Emirü’l-Müminin Ali’nin (s.a) makamı, Hasan ve Hüseyin’in (a.s) mirasıdır. Kuşkusuz imamet; dinin dizgini, Müslümanların birlik nedeni,  dinin hayrı ve müminlerin izzetidir... Namazın, orucun, haccın ve cihadın kâmil olması ve... sınırların korunması imamdan (Velayetini kabul etmekten) dolayıdır.

İmam; Allah’ın helâlini helal ve Allah’ın haramını haram kılar. (Allah’ın hükümlerine göre hükmeder) Allah sınırlarını ayakta tutar. Allah’ın dinini savunur. Hikmetle, güzel öğütle ve açık delille insanları Allah yoluna davet eder.

İmam doğan güneş gibidir. Nuru bütün âlemi kapsar. Kendisi ufuktadır. Öyle ki eller onu tutamaz ve gözler ona ulaşamaz. İmam parlayan ay, ışık saçan lamba, ışıldayan nurdur. Karanlıklarda, şehir ve çöl yollarında, deniz girdaplarında yol gösteren ve hidayet eden yıldızdır. (Her türlü fitne ve cahillikten insanı kurtaran önderdir.)...

İmam; iyi bir dost, şefkatli bir baba, can yoldaşı, küçük ve büyük çocuklara karşı iyi bir anne, büyük musibetlerde insanlar için bir sığınaktır. İmam günahlardan ve ayıplardan uzak olan kimsedir. Onun özel bir ilmi, sabrı ve hilmi gibi kendine has nişaneleri vardır... İmam kendi zamanının tek (eşsiz) kimsesidir. Hiçbir kimse onun (makamına) yaklaşamaz ve hiçbir bilgin de onun ile boy ölçüşemez. Hiç bir kimse onun yerini alamaz. Onun bir benzeri ve örneği yoktur...

Öyleyse imamı tanıyabilecek olan kimdir? Veya imamı seçmesi mümkün olan şahıs kimdir? (Yani; kim seçim ile imamı atayabilir?)

Heyhat! Heyhat! İşte burada idrakler yollarını kaybetmişler ve akıllar hayretler içinde şaşırıp kalmışlardır. (Bu konuda) Gözler ışıksız, büyükler küçük, hekimler şaşkın... konuşup sohbet edenler onun şan ve faziletlerinden yalnızca birisini beyan etmekten aciz kalmışlardır. Onların hepsi, güçsüz ve aciz olduklarını itiraf ederler...![10] 

2. FASIL /  HZ. MEHDİ’NİN (A.F) BİYOGRAFİSİ

BİRİNCİ BÖLÜM

İMAM MEHDİ’Yİ (A.F) TANIYALIM

   Şiilerin on ikinci ve son imamı, Resulullah’ın (s.a.a) halifesi olan İmam Mehdi (a.f) Cuma günü sabahı, Şaban ayının on beşinde 255 h.k ‍‍(868 miladi) yılında Irak şehirlerinden biri olan Samerra’da dünyaya geldi.

Değerli babası, Şiilerin on birinci imamı, Hz. İmam Hasan Askeridir. (a.s) Annesi ise yüce bir kadın olan Nergis hatundur. Nereli olduğu hakkında çeşitli rivayetler nakledilmiştir. Bir rivayete göre; Nergis hatun, Rum İmparatorunun oğlu “Yuşa”nın kızıdır. Annesi ise; Hz. İsa’nın (a.s) vasisi olan Şem’un’un neslinden gelmektedir.

Rivayetlere göre ilginç ve hayret verici bir rüya sonucunda Müslüman olmuştur. İmam Askeri’nin (a.s) yol göstermesi sonucunda, Müslümanlara karşı savaşmak üzere harekete geçen Rum ordusuna katılmış ve bir grup dostu ile birlikte Müslümanlara esir düşmüştür. Daha sonra İmam Hadi (a.s) birisini, onu satın alıp Samra’ya getirmesi için göndermiştir.[11]

Bu konu hakkında başka değişik rivayetler de nakledilmiştir.[12] Fakat önemli ve dikkat edilmesi gereken konulardan birisi, Nergis hatunun İmam Hadi’nin (a.s) kız kardeşi Hekime hatunun evinde kalarak dini eğitim, öğretim ve terbiye görmesidir. Hekime hatun, imam Mehdi’nin (a.f) annesine çok büyük bir ilgi ve alaka göstermekteydi.

Nergis hatun; yıllar önce Peygamber efendimiz[13] (s.a.a), Emirü’l-Müminin[14] (a.s) ve İmam Sadık’ın[15] (a.s) kendisi hakkında övgülerde bulundukları yüce bir kadındır. Bu yüce hatunu, cariyelerin en iyisi ve efendisi olarak tanıtmışlardır.

Şu noktayı da hatırlatmak gerekmektedir: 

İmamı Zaman’ın (a.f) annesi Nergis hatun; Susen, Reyhane, Melike, Seygel gibi başka isimlere de sahip olduğu zikredilmiştir.

İsim, Künye ve Lakabı

İmamı Zaman’ın (a.f) ismi ve künyesi[16] İslam Peygamberi’nin (s.a.a) isim ve künyesinin aynısıdır. Bazı rivayetlerde, Mehdi’nin (a.f) zuhuruna kadar isminin söylenmesi men edilmiştir. Hazretin meşhur lakapları şunlardır:  Mehdi, Kaim, Muntazar, Bakiyyetullah, Hüccet, Halef-i Salih, Mansur, Sahibi’l-Emr, Sahibi’z-Zaman, Veliyi Asr’dır. Bu lakapların içinde en meşhur olanı “Mehdi” dir.

Bu lakapların her biri, yalnızca hazrete has bir özelliğine işaret etmektedir.

O büyük, yüce ve iyiliklerin imamına “Mehdi” denmiştir. Zira O, hidayet olmuş ve milleti hak yola davet etmektedir. “Kaim” denilmesinin nedeni, hak üzere kıyam edeceğinden dolayıdır. “Muntazar” denilmesinin nedeni, herkesin onu beklemesinden dolayıdır. “Bakiyyetullah” denilmesinin nedeni, Allah’ın yeryüzünde geriye kalan tek hücceti ve İlahi son imamı olmasından dolayıdır.  “Hüccet” ise Allah’ın mahlukları üzerine şahidi olmasından, “Halef-i Salih” Allah evliyalarının liyakatli halifesi olmasından,  “Mansur” Allah tarafından yardım edilmesinden, “Sahibi’l-Emr” ilahi adalet hükümetini kurmakla sorumlu olduğundan, “Sahibi’z-Zaman ve Veliyi Asr” ise zamanın tek hakimi, tek rehberi olmasından dolayı sahip olduğu lakaplarıdır.

Doğumu

Peygamber efendimizden (s.a.a)  içeriği şöyle olan bir çok rivayet nakledilmiştir;

Resulullah’ın (s.a.a) soyundan “Mehdi” isminde birisi kıyam edecek ve zulmün kökünü yeryüzünden kazıyacaktır.

Zalim Abbasi hâkimleri, içeriği bu tür olan hadisleri bildiklerinden dolayı dünyaya gelişinin ardından, hazreti öldürmeyi planlıyorlardı. Bundan dolayı İmam Cevad (a.s) zamanından itibaren masum imamların (a.s) yaşamları sıkıntı, eziyet, siyasi ve askeri baskılarla geçmiştir.

Bu baskı ve kısıtlamalar İmam Hasan Askeri (a.s) zamanında doruğa ulaşmıştır. Nitekim Abbasiler hazretin evine giriş çıkışlarının hepsini kontrol etmeye başladılar.

Bu durum karşısında son hak hüccet ve vaat edilmiş ilahi kurtarıcının doğumu gizlice ve halktan habersiz olması gerekiyordu.

Bundan dolayı on birinci imamın yakın dostları ve arkadaşları bile İmam Mehdi’nin (a.f) doğumundan habersiz idiler. Doğumdan birkaç saat önceye kadar da, on ikinci imamın (a.f) annesi Nergis hatunda hamilelik belirtileri görünmüyordu.

İmam Cevad’ın (a.s) kızı Hekime hatun İmam Mehdi’nin (a.f) doğum olayını şöyle nakletmiştir:

“İmam Hasan Askeri (a.s) birisini göndererek beni yanına çağırdı. Yanına vardığım zaman; “Ey hala! Bu akşam iftar için yanımızda kal! Çünkü on beş Şaban akşamıdır. Allah bu gece yeryüzünde (son) hüccetini aşikâr edecektir.”

 Ben de “annesi kimdir?” diye sordum. “Nergis” diye buyurdu. “Canım sana feda olsun! Onda hamilelik belirtisi görmedim.” dedim. Hazret “Doğru söylüyorsun” diye buyurdu.

 Sonra (Nergis’in) yanına gittim ve selam verip oturdum. O ayakkabılarımı çıkarmak için yanıma yaklaştı. Sonra “nasılsınız hanımefendim?”  dedi. “Hayır, benim ve benim hanedanımın hanımefendisi olan sensin.” dedim. Söylediğimi kabul etmedi ve “Halacığım ne diyorsun?” dedi. “Kızım bu akşam Allah sana öyle bir evlat verecek ki dünya ve ahiret efendisi olacak” dediğim zaman utandı ve hayâ etti.

Hekime şöyle devam etti: Yatsı namazından sonra iftar yemeğini yiyip yatağıma uzandım. Gece yarısı (gece) namazını kılmak için kalktım ve namazımı kıldım. Bu arada Nergis hiçbir şey yokmuş gibi uyuyordu. (Namazın) devamında yapılan müstehapları da yerine getirdikten sonra uyudum. Sonra bir korku ile uyandım. Fakat O, hala uyuyordu. Bir müddet sonra uyandı (Gece) namazını kılıp tekrar uyudu.

Hekime daha sonra şöyle devam etti: Dışarı çıktım, fecir zamanının olup olmadığını anlamak için gökyüzüne baktım. Birinci fecrin olduğunu gördüm[17] Nergis henüz uyuyordu. Sonra şüpheye kapıldım! Ansızın İmam Hasan Askeri (a.s) bulunduğu yerden “Ey Hala! Acele etme! (doğum) yakındır.” diye seslendi. Bende oturdum ve “Secde” suresi ile “Yasin” suresini okumakla meşgul oldum. Nergis ıstıraplı bir halde uyandı. Hemen yanına gittim “İsmullahi aleyki”[18] (Allah’ın ismi üzerine olsun) bir şey mi oldu? dedim. “Evet hala!” dedi. “Kendine hakim ol, heyecanlanma, bu sana haber verdiğim şeydir.” dedim. Bu esnada ben ve Nergis halsizleştik. Daha sonra efendimin sesiyle (Yeni doğan bebeğin) kendime geldim, elbiseyi üzerinden aldım ve O’nu secde ederken gördüm! Kucağıma aldım. O tertemiz bir haldeydi!

Bu esnada İmam Hasan Askeri (a.s) beni çağırdı: “Ey hala! Çocuğumu benim yanıma getir!” dedi. O’nu İmam Hasan Askeri’nin (a.s) yanına götürdüm... Kucağına aldı ve şöyle buyurdu:

 “Oğlum konuş! O’da konuşmaya başladı ve şöyle dedi: “Eşhedü Ella İlahe İllallah vehdehu La Şerike Leh ve Eşhedü Enne Muhammeden Resulullah” (Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve şehadet ederim ki Muhammed O’nun Resulü’dür.) sonra Emirü’l-Müminin’e ve diğer imamlara (a.s) selam gönderdi. Babasının ismine geldiğinde durdu. İmam Hasan Askeri (a.s) “Ey Hala! O’nu annesinin yanına götür O’na da selam etsin... dedi.

Hekime hatun şöyle devam etmiştir: Bir gün sonra on birinci imamın (s.a.a) yanına gittim ve selam verdim. Perdeyi kenara çektim mevlamı (İmam Mehdi’yi -a.f-) görmek istiyordum. Fakat O’nu göremedim. Değerli babasından “Canım sana feda olsun! Efendime ne oldu?” diye sordum. Hazret; “Ey hala” O’nu Musa’nın (a.s) annesinin Musa’yı (a.s) emanet ettiği kimseye (Allah’a) emanet ettim.” diye buyurdu.

Hekime şöyle eklemiştir: Yedinci gün olduğunda yine imamın (a.s) evine gittim, selam verdim ve oturdum. İmam (a.s); “Oğlumu yanıma getir.”diye buyurdu. Bende efendimi getirdim. İmam (a.s) “Oğlum konuş! dedi. Bebek (İmam Mehdi -a.f-) Allah’ın birliğine şahadet edip, Peygamber efendimize (s.a.a) ve yüce babalarına selam gönderdikten sonra şu ayeti okudu:

  Index Next