Back Index Next

3. FASIL /  KAYIP İMAMI BEKLERKEN

BİRİNCİ BÖLÜM

GAYBET

Âlemin büyük kurtarıcısı, Âdem’den (a.s) son peygambere (s.a.a) kadar bütün peygamberlerin (a.s) hedeflerini ve arzularını gerçekleştirecek olan Allah’ın son imamı Hz. Hüccet İbni’l Hasan’ın (a.f) şahsiyeti ile kısa da olsa tanıştık. Şimdi Mehdi’nin (a.f) hayatının büyük ve önemli bölümünü oluşturan gaybet dönemi hakkında incelemelerde bulunacağız:

Gaybet Kavramı

İncelenmesi gereken ilk nokta, gaybet kelimesinin ne anlama geldiği konusudur. Gaybet; “Gözlerden kaybolmak” demektir. Hazır olmamak ve huzurda bulunmamak anlamında değildir. Gaybet; İmam Mehdi’nin (a.f) insanların gözlerinden kayıp olmasıdır. Hazretin, insanlar arasında onlar ile birlikte yaşadığı halde, onların onu görememeleridir. Bu gerçek, masum imamların (a.s) hadislerinde değişik ifadelerle beyan edilmiştir:

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır:

Ali’nin (a.s) rabbine ant olsun ki; Allah’ın hücceti (Hz. Mehdi -a.f-), insanlar arasında olacaktır. Yollarda (Pazarlarda, sokaklarda) yürüyecektir. Evlerine uğrayacaktır. Yeryüzünün doğusuna ve batısına gidip gelecektir. İnsanların sözlerini duyacaktır. Onlara selam verecektir. Görecektir. Fakat vaat edilen belirli zamana kadar görünmeyecektir.”[59]

Elbette hazret için başka bir gaybet şekli daha nakledilmiştir:

İmam-ı Asr’ın (a.f) ikinci özel naibi şöyle söylemiştir:

“İmam Mehdi (a.f), her yıl Hac döneminde hacca gitmektedir. İnsanları görmekte ve tanımaktadır. İnsanlar da hazreti görmektedirler. Fakat onu tanımamaktadırlar.”[60]

Bundan dolayı, Hz. Mehdi (a.f) için iki gaybet şekli vardır: Bazen hazret insanların gözünden kaybolmaktadır. Bazen de insanlar hazreti görmekte, fakat tanımamaktadırlar. Netice olarak hazret insanlar arasında onlarla birliktedir.

Gaybet’in Kökü ve Geçmişi

Gaybet ve gizli yaşamak, ilk defa ve Allah’ın son hücceti için gerçekleşmiş bir olay değildir. Birçok rivayette, büyük ilahi peygamberlerin (s.a) hayatlarının bir bölümünün gizli ve gaybette geçtiğini görmekteyiz. Bu olay, ilahi maslahat ve hikmet gereği olmuştur. Şahsi veya ailevi bir arzudan ve istekten kaynaklanmamıştır.

Bu bakımdan, gaybet; ilahi sünnetlerdendir.[61]  İdris (a.s), Nuh (a.s), Salih (a.s), İbrahim (a.s), Yusuf (a.s), Musa (a.s), Şuayb (a.s), İlyas (a.s) Süleyman (a.s), Danyal (a.s) ve İsa (a.s) gibi büyük Allah peygamberlerinin hayatlarında da gaybet dönemi bulunmaktadır. Bu ilahi elçiler zamanlarına ve bulundukları hayat şartlarına uygun olarak, bazı yıllar gaybet dönemi yaşamışlardır.[62]

Bu sebepten dolayı rivayetlerde, İmam Mehdi’nin (a.f) gaybeti, Peygamberlerin (a.s) sünnetlerinden birisi olarak bildirilmiştir. Hazretin (a.f) gaybet delillerinden birisi de, enbiyaların (a.s) sünnetinin Hz. Mehdi’nin (a.f) yaşantısında da gerçekleşmesi olarak açıklanmıştır.

İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Hiç şüphesiz, kayıp imamımızın uzun süreli bir gaybeti olacaktır.”

 Rivayet eden kişi şöyle sordu; “Ey Resulullah’ın (s.a.a) oğlu! Bu gaybetin sebebi nedir?”  Hazret (a.s) cevap olarak şöyle buyurdu:

“Allah, peygamberlerinin sünnetlerinden biri olan gaybetin, hazret için de gerçekleşmesini istemektedir.”[63]

Yukarıdaki hadisten, İmam Mehdi’nin (a.f) gaybet konusu hakkında, hazretin doğumundan yıllar önce söz edilip konuşulduğunu anlamaktayız.

Peygamber efendimizden (s.a.a) İmam Hasan Askeri’nin (a.s) zamanına kadar gelip geçen İslam önderleri; İmam Mehdi’nin (a.f) gaybeti, özellikleri ve gaybet döneminde yaşanacak olaylar hakkında haberler vermişlerdir. Aynı zamanda gaybet döneminde yaşayacak mümin insanların vazifelerini de beyan etmişlerdir.[64]

Peygamber efendimiz (s.a.a.) bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“Mehdi (a.f) benim çocuklarımdandır... Onun gaybeti olacaktır. İnsanlar şaşkınlık içinde perişan halde kalacaklardır. İnsanlar dinlerinden dönüp sapıklığa düştükleri zaman parlak bir yıldız gibi gelecek ve zulüm ile dolmuş yeryüzünü adaletle dolduracaktır.”[65]

Gaybetin Felsefesi

Allah’ın hücceti (a.f) ve imamı niçin gaybet perdesi arkasındadır? Hangi sebep veya sebeplerden dolayı insanlar onun bereketli ve nurlu zuhurundan mahrum kalmışlardır?

Bu konu hakkında birçok söz söylenmiş ve elimize birçok rivayet ulaşmıştır. Bu soruya cevap vermeye geçmeden önce, çok önemli bir noktayı açıklığa kavuşturmak istiyoruz:

Biz şöyle inanmaktayız:

 Âlemlerin rabbi, küçük veya büyük hiçbir işi maslahatsız ve hikmetsiz yapmaz. Bu maslahatları, bizim tanımamız ya da tanımamamız, bu kanunun doğruluğunu değiştirmez. Kâinatta büyük veya küçük işler, Allah’ın tedbiri ve iradesi ile gerçekleşmektedir.

Bu olaylardan birisi de İmam Mehdi’nin (a.f) gaybet olayı veya gaybet gerçeğidir. Buna göre iyilerin imamı İmam Mehdi’nin (a.f) gaybetinin felsefesini tam olarak bilmiyor olsak da, İlahi hikmet ve maslahat üzere gerçekleşmiş olduğuna can-ı gönülden inanmaktayız.

İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Hiç şüphesiz Sahib-i Emir’in (İmam Mehdi -a.f-) batıl ehlinin onun hakkında şüphe edecekleri bir gaybet dönemi olacaktır.”

Bu hadisi rivayet eden kişi gaybetin sebebini sorunca, hazret cevap olarak şöyle buyurmuştur:

“Gaybet; size söylememize izin verilmeyen bir nedenden dolayıdır... Gaybet; Allah’ın sırlarından bir sırdır. Fakat bizler, olayların nedenleri bizler için belli olmasa da, yüce Allah’ın hekim olduğunu biliyoruz ve bütün işlerini hikmet üzere yaptığına inanıyoruz...”[66]

Elbette Allah’ın işlerini hekimce bilip boyun eğen, âlemdeki gerçekleşen bir takım olaylardan bazılarının sırrını öğrenmeye çalışan ve böylelikle felsefesini öğrenerek kalbi daha mutmain olan insan, çok güzel bir iş yapmaktadır.

 İşte bu sebepten dolayı Hz. Mehdi’nin (a.f) gaybetinin hikmetlerini, nedenlerini ve konu hakkındaki hadisleri incelemeye çalışacağız:

İnsanları Terbiye Etme

İslam ümmeti, Peygamberinin (s.a.a) ve imamlarının (a.s) değerini bilmediği, onlara karşı vazifesini yerine getirmediği ve emirlerini uygulamadığından dolayı; Allah’ın, onların irkilerek kendilerine gelmesi için önderlerini ve imamlarını ellerinden alarak gaybet dönemi bitinceye kadar ayırması pek de garipsenecek bir gerçek değildir.

Allah bu ayrılığı, İnsanların, imamın (a.f) varlığının değerini ve bereketini anlamaları için yapmıştır. Bu anlamda, insanlar anlamasa ve bilmese de gaybet; ümmetin maslahatı için demektir.

İmam Muhammet Bakır (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Allah, bizim bir kavim ile birlikte olmamızı ve oturup kalkmamızı sevmezse, bizi onların arasından alır.”[67]

 Başkasının Biati Altında Olmamak

Büyük bir değişim ve evrensel bir inkılâp peşinde olanlar, ayaklanmalarının başlarında bazı muhalifleri ile bir takım anlaşma ve uzlaşma yaparak hedeflerine ulaşmaya çalışırlar. Fakat vaat edilen büyük kurtarıcı Mehdi (a.f),  inkılâbını gerçekleştirmek ve evrensel adalet hükümetini kurmak için hiçbir zalim güç ile anlaşmayacaktır.

Zira birçok rivayetten anlaşıldığı üzere; O, bütün zalimler ile kesin ve tereddütsüz bir şekilde savaşmak için görevlendirilmiştir. Bundan dolayı inkılâp şartları oluşuncaya kadar, Allah düşmanları ile her hangi bir anlaşma yapmamak için, gaybette yaşayacaktır.

Bir rivayette, İmam Razı (a.s) gaybetin sebebini şöyle açıklamaktadır:

“Hiçbir kimsenin, onun boynunda biati olmadığı için kılıçla kıyam edecektir...”[68]

İnsanları İmtihan Etmek

İnsanları imtihan etmek Allah’ın sünnetlerindendir. O, kullarını çeşitli vesilelerle sınamaktadır. İnsanların hak yolunda ne kadar sabit ve sabırlı olduklarını aşikâr etmek istemektedir. Elbette bu imtihanların sonuçları Allah için bellidir. Bu imtihan çarkında insanlar pişmekte, olgunlaşmakta, ilerlemekte ve kendi hakikatlerini derk etmektedirler.

İmam Musa Kazım (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Beşinci oğlum kayıp olduğu zaman, dininize dikkat edin. Başkası sizi yoldan çıkarmasın. Sahib-i Emir’in (İmam Mehdi -a.f-) gaybet dönemi olacaktır. Onun takipçilerinden bir grup inançlarından döneceklerdir. Bu gaybet; Allah’ın kullarını imtihan ettiği bir sınavdır.”[69]

İmamın (a.f) Düşmanlardan Korunması

Peygamberlerin (a.s) kendi kavimlerinden uzaklaşmalarının nedenlerinden birisi de canlarını korumalarıdır. Onlar, tehdit ve ölüm ile karşı karşıya kaldıkları zaman; daha uygun bir fırsatta görevlerini yerine getirmek ve risaletlerini insanlara ulaştırabilmek için gizleniyorlardı. Nitekim İslam Peygamberi (s.a.a) Mekke’den çıkıp mağarada gizlenmiştir. Elbette bunların hepsi Allah’ın emri ve iradesi ile gerçekleşmiştir.

Hz. Mehdi’nin (a.f) gaybetinin nedeni çeşitli rivayetlerde şu şekilde beyan edilmiştir:

İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Beklenen imam, kıyam etmeden önce gözlerden kaybolacaktır.”

Sebebi sorulunca, Hazret; “ilahi hedefi gerçekleştirmeden öldürülmesi tehlikesine karşılık  Allah tarafından gaybete çektirilmiştir.”[70]  diye buyurmuştur.

Şahadet aşkı, ilahi insanların en büyük arzularından biridir. Ancak insanın vazifesini yerine getirirken camianın ve dinin maslahatlarına uygun olan şahadet, istenilen şahadet şeklidir.

Eğer insanın ölmesi, hedeflerin elden gitmesine neden olursa ölümden kaygılanmak, akıllı ve mantıklı bir tutumdur.

Allah’ın yeryüzündeki son halifesi on ikinci imamın öldürülmesi demek; bütün enbiya ve evliyaların arzularının yıkılması, Allah’ın vaadinin yerine gelmemesi ve evrensel adalet hükümetin teşkil olmaması demektir...

Bazı rivayetlerde, on ikinci imamın (a.f) gaybetinin sebepleri hakkında başka bir takım noktalar da beyan edildiğini belirtmek gerekir. Kitabın hacmini göz önünde bulundurarak sözü fazla uzatmak istemediğimizden dolayı bunları zikretmekten kaçındık.

Fakat önemli olan nokta, daha önceki sayfalarda da açıklandığı gibi, şudur:

 “Gaybet” ilahi sırlardan bir sırdır. Onun gerçek ve asıl sırrı ve sebebi zuhurdan sonra aşikâr olacak ve bilinecektir.

Buraya kadar yaptığımız açıklamalar, İmam-ı Asr’ın (a.f) gaybetinde etkili olan faktörlerle ilgilidir.

İKİNCİ BÖLÜM

GAYBETİN ÇEŞİTLERİ

Yukarıdaki açıkladığımız konuları göz önünde bulundurduğumuz zaman İmam Mehdi’nin (a.f) gaybetinin zaruri ve gerekli olduğunu anlamaktayız. Bilindiği gibi imamlarımızın davranışları, hal ve hareketleri insanların din ve itikat temellerini güçlendirmek doğrultusunda olmuştur.

Bundan dolayı Allah’ın son hüccetinin gaybete çekilmesinin Müslümanlar üzerinde telafisi mümkün olmayacak ciddi sorunlar yaratmasından korkulduğu için, gaybet süreci hesaplı, planlı ve programlı bir şekilde başlayarak devam etmiştir.

On ikinci imamın (a.f) doğumundan yıllar önce, onun gaybeti ve gaybetinin gerekliliği hakkında sözler bilinçli olarak ortaya atılmıştır. Masum imamların (a.s) ve ashabının toplantılarında bu konu üzerinde bilinçli bir şekilde sohbetler başlatılmıştır.

Ayrıca imam Hadi (a.s) ve İmam Askeri’nin (a.s), Şiiler ile irtibatı farklı kalıplarda ve daha kısıtlı bir şekilde gerçekleşmeye başlamıştır. 

Ehl-i Beyt (a.s) mektebinin mensupları yavaş yavaş birçok maddi ve manevi ihtiyaçları konusunda masum imamın huzuruna gitmeye gerek olmadığını anladılar. İmamlar tarafından belirlenen vekillere ve güvenilir olduğu bildirilen âlimlere başvurarak vazifelerini yerine getirebileceklerini gördüler.

İmam Hasan Askeri (a.s) şehit olduğu ve Hz. Hüccet İbni’l Hasan’ın (a.f) gaybeti başladığı zaman da, İmam ile ümmet arasındaki irtibat tamamen kopmamıştı. İnsanlar İmam-ı Zaman’ın (a.f) özel naipleri vesilesiyle önderleri, Mevlaları ve imamları ile irtibat halindeydiler.

Bu dönemde, Şiiler dini âlimler yanına sürekli gidip gelmeye ve onlarla geniş bir şekilde irtibat halinde olmaya alıştılar. Böylelikle imamın gaybette olması halinde de dini vazifelerini öğrenip amel etmeleri konusunda yolun kapalı olmadığını anladılar.

İşte böyle münasip bir ortamda Bakiyyetullah’ın (a.f) uzun süreli gaybeti başladı. Geçmiş dönemlerde imam ile Şiileri arasında bilinen ve yaygın olan normal irtibat da tamamen kesilmiş oldu.

Şimdi “Kısa süreli gaybet-Gaybet-i Süğra” ve “Uzun süreli gaybet-Gaybet-i Kübra” hakkında açıklamalarda bulunmaya çalışacağız:

Kısa Süreli Gaybet – Gaybet-i Süğra

İmam Hasan Askeri’nin (a.s) hicri 260 yılında şahadete kavuşmasıyla; on ikinci imam olan imam Mehdi’nin (a.f) imametlik dönemi başlamış oldu. Aynı zamanda, bu tarihten itibaren, on ikinci imamın “Gaybet-i Süğra” ismiyle meşhur olan gaybet dönemi de başladı. Gaybet-i Süğra hicri 329 yılına kadar, yaklaşık 70 yıl kadar devam etti.

Gaybet-i Süğra’nın en önemli özelliklerinden birisi; Şiilerin, imam Mehdi (a.f) ile olan irtibatlarını, imamın özel vekilleri ve naipleri vasıtasıyla gerçekleştirmeleridir. Şiiler, onların vasıtasıyla İmam Mehdi’den (a.f) haber, bilgi ve sorularının cevaplarını alıyorlardı.[71]Şiiler, bazen imamın naipleri vasıtası ile Hz. Mehdi’nin (a.f) huzuruna varma şerefine dahi ulaşıyorlardı.

İmamın özel naipleri, Şii mektebinin büyük ve bilgili âlimlerindendir. Bu naipler, imam Mehdi (a.f) tarafından seçilmişlerdi. Bunlar dört kişidir. Zaman sıralamasına göre isimleri şunlardır:

1- Osman b. Saîd Amri; İmamın (a.f) gaybet dönemi başladığı zaman naiplik görevini üstlendi.  Hicri 265 yılında vefat etti. O, aynı zamanda imam Hadi (a.s) ve İmam Hasan Askeri’nin de (a.s) naipliğini de yapmıştı.

2- Muhammed b. Osman Amri; Birinci naibin oğludur. Babasının vefatından sonra naiplik makamına ulaştı. Hicri 305 yılında da vefat etti.

3- Hüseyin b. Ruh Nevbahtî; 21 yıl naiplik görevini üstlendikten sonra hicri 326 yılında dünyadan göçtü.

4- Ali b. Muhammed Semurî; Hicri 329 yılında dünyadan göçtü. Onun vefatıyla da Gaybet-i Süğra dönemi son bulmuş oldu.

Özel naipler ve vekiller, hepsi İmam Hasan Askeri (a.s) ve İmam Hadi (a.s) tarafından seçilerek insanlara tanıtılmışlardır. Şeyh Tusi (r.a) el-Gaybet kitabında, şöyle rivayet etmiştir:

Bir gün Şiilerden kırk kişilik bir grup, Osman b. Said (Birinci naip) ile birlikte İmam Hasan Askeri’nin (a.s) huzuruna vardılar. İmam (a.s) oğlunu onlara göstererek şöyle buyurdu:

“Benden sonra bu (çocuk; oğlum) sizin imamınızdır. Ona itaat edin... Biliniz ki; bu günden sonra zamanını tamamlanıncaya kadar bir daha onu göremeyeceksiniz. Öyleyse (onun gaybetinde) Osman (b.Said)’in dediğini kabul edip emrine uyun. O sizin imamınızın naibidir. İşler onun elindedir.”[72]

Başka bir rivayette de İmam Hasan Askeri (a.s) Muhammed b. Osman’ın (ikinci vekil ve naip) İmam Mehdi’nin (a.f) vekili olduğunu bildirmiştir.

Şeyh Tusî kitabında şöyle yazmaktadır:

“Osman b. Said, Hz. Hasan Askeri’nin (a.s) emriyle Yemen Şiilerinin getirmiş olduğu bir miktar malı ve parayı teslim aldı. Bu durumu gören Şiiler, imama; “Allah’a ant olsun, Osman b. Said sizin en iyi Şiilerinizdendir. Fakat bu sahneyi gördükten sonra, artık onun sizin yanınızdaki makamı bizler için daha da aşikâr olmuştur.”

İmam Hasan Askeri (a.s) buyurdu:

“Evet, Osman b. Said Amri’nin benim vekilim olduğuna şahit olun. Oğlu Muhammed de, oğlum Mehdi’nin (a.f) vekili olacaktır.”[73]

Bunlar, İmam Mehdi’nin (a.f) gaybetinden önceki dönemlere ait olaylardır. Gaybet-i Süğra döneminde de vekiller ve naipler, vefatlarından önce İmam Mehdi (a.f) tarafından seçilen kendilerinden sonraki naibi, insanlara tanıtırdı.

Bu büyük insanlar, yüce sıfatlara ve özelliklere sahip olmalarından dolayı Veliyi Asr’ın (a.f) naibi olma şerefine ulaşmışlardır. Emanete hıyanet etmemek, temiz olmak, sözde ve amelde adil olmak, sırrı saklayabilmek, her türlü zor şartlarda Ehl-i Beyt’in (a.s) sırlarını koruyabilmek gibi önemli ve mühim özelliklere sahiptiler.

Bu yüce insanlar, İmam Mehdi’nin (a.f) güvenini kazanmışlardı. Peygamberin (s.a.a) masum Ehl-i Beyt’inin (a.s) mektebinde terbiye görmüş takvalı ve mümin insanlardı. Onlardan bazıları, on bir yaşından itibaren imamların (a.s) terbiyesi altında büyümüşlerdi. İlimlerini güçlü bir iman ile kemale ulaştırmışlardı. Onların yüce isimleri kendi zamanlarında dillere destan olmuştu. Sabır, hilim, zorluklar karşısında tahammül etmek ve acılara karşısında dayanmak gibi hasletler; en zor şartlar altında bile, imamlarına en güzel ve kâmil bir şekilde itaat edebilecek oranda içlerine işlemişti. Bu güzel sıfatların yanı sıra, iyi bir müdüriyete ve Şiilere önderlik edebilme özelliğine de sahiptiler. Yaşadıkları hassas zamanı çok iyi bir şekilde anlayarak ve basiretli bir şekilde var olan olanaklardan en iyi şekilde yararlanarak Şii camiasını ilahi ve Sırat-ı müstakim yoluna hidayet ediyorlardı. Böylelikle Şiileri, gaybet-i Süğra’nın zorlu yolundan sağ salim bir şekilde geçirmeyi başarmışlardır.

Gaybet-i Süğra dönemi ve dört özel naibin imam ile ümmet arasındaki bağlantının oluşmasındaki rolleri hakkında, titiz bir şekilde inceleme yapmak;  İmam-ı Asr’ın (a.f) hayatının bir parçasını oluşturan bu dönemin öneminin, daha  iyi şekilde anlaşılmasını sağlayacaktır.

Kurulan bağlantılar ve bazı Şiilerin aynı dönemde İmam’ın (a.f) huzuruna varmaları; on ikinci imamın ve Allah’ın son hüccetinin doğumunun ispat edilmesi konularında çok önemli etkisi olmuştur.

Son imamın doğduğunu ispat etmek; Ehl-i Beyt (a.s) düşmanlarının, İmam Hasan Askeri’nin (a.s) oğlunun doğumu hakkında Şiileri şüpheye sürüklemeye çalıştıkları bir zamanda gerçekleşmiştir.

Aynı zamanda, bu dönem; insanların, imam ile belirli kişiler vasıtasıyla bağlantı kurmalarından mahrum kalacakları Gaybet-i Kübra’nın başlaması için de iyi bir ortam oluşturmuştur.

Netice olarak Allah’ın izniyle, huzur dolu ve mutmain bir kalple, İmam Mehdi’nin (a.f) mübarek varlığından istifade ederek Gaybet-i Kübra dönemine geçmeyi başardılar.

Uzun Süreli Gaybet – Gaybet-i Kübra  “

Dördüncü naibin hayatının son günlerinde, İmam Mehdi (a.f) ona hitaben bir mektup yazarak şöyle buyurmuştur:

“Bismillahirrahmanirrahim. Ey Ali b. Muhammed Semuri! Allah senin vefat musibetinden dolayı din kardeşlerine yüce sevaplar ve mükâfatlar nasip etsin. Çünkü sen altı gün sonra ebedi dünyaya göçeceksin. Bundan dolayı işlerine çeki düzen ver. Kendinden sonra, hiçbir kimseyi naip olarak vasiyet etme! Zira kâmil gaybet döneminin vakti gelmiştir. Bundan dolayı, ilahi emir gelmedikçe (benim için) zuhur gerçekleşmeyecektir. İlahi emir ise; yüreklerin taşlaştığı ve yeryüzünün zulümle dolduğu uzun bir süreden sonra gelecektir.”[74]

On ikinci imamın (a.f) son özel naibi hicri 329 yılında vefat ettikten sonra, uzun gaybet dönemi “Gaybet-i Kübra” adıyla meşhur olan dönem, bu tarihten itibaren başlamış oldu. Nitekim bu dönem,  Allah’ın emri ve iradesiyle gaybet bulutları çekilip, cihan velayet güneşinin direkt nuruyla aydınlanacağı güne kadar devam edecektir.

Yukarıda da değindiğimiz gibi; Şiiler gaybet-i Süğra döneminde özel naipler vasıtasıyla imam (a.f) ile bağlantı içindeydiler. Böylelikle ilahi vazifelerini öğrenip amel ediyorlardı. Fakat gaybet-i Kübra döneminde bu bağlantı kesildi.

Bu dönemde, mümin insanların dini vazifelerini öğrenip yerine getirmeleri için, hazretin genel naiplerine uymaları gerekmektedir. Bu naipler, takvalı ve imanlı din âlimleri olan büyük taklit mercileridir. Mümin insanların, onları taklit etmeleri gerekir. Bu aşikâr yol, İmam Mehdi’nin (a.f) güvenilir Şiilerden birine yazmış olduğu mektupta belirtilmiştir. İmamın ikinci özel naibi tarafından ulaşan bu mektubun bir kesitinde şöyle buyrulmaktadır:

“Ama (gelecekte) gerçekleşecek olaylar (ve çeşitli şartlarda ilahi vazifeleri tanımak) için bizim hadislerimizi rivayet edenlere (fakihlere) müracaat ediniz. Zira onlar, benim sizlere hüccetimdir. Ben de onlara Allah’ın hüccetiyim...”[75]

Bu yeni yol; dini sorulara ve sorunlara cevap vermekte ve bundan daha önemlisi İmam-ı Zaman’ın (a.f) gaybet-i Kübra döneminde Şiilerin bireysel ve toplumsal vazifelerini tanımalarını sağlamaktadır. Bu hakikat; Şii kültüründe var olan imamet ve rehberlik makamının ne kadar canlı ve şeffaf olduğunu göstermektedir. Zira çeşitli zor şartlar altında, insanların rehberliğini ve hidayetini en güçlü ve sağlam bir şekilde yürüttüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Hiçbir dönemde ve hiçbir durumda mektep takipçilerini hidayetsiz bırakmamış ve hakikat çeşmesinden mahrum etmemiştir. Onları askıda, kendi başlarına bırakmamıştır. Hayatın her döneminde insanların bireysel ve toplumsal zorluklarını ve vazifelerinin belirlenmesini; insanların dini ve dünyevi emanetçileri olan takvalı din âlimlerine teslim etmiştir.

 Böylelikle, İslam toplumunun gemisini;  tufanlarla dolu siyaset dünyasında bulunan zalim sömürücülerin tuzaklarında batmasını önlemiştir. Şiilerin inanç ve itikatları garanti altına alınmış ve sınırları korumuştur.

İmam Hadi (a.s), gaybet dönemindeki din âlimlerinin görevlerini şöyle beyan etmiştir:

“Eğer İmam Mehdi’nin (a.f) gaybetinden sonra, insanları hazrete davet eden, insanları imamlarına doğru hidayet eden, ilahi muhkem delillerle onun dinini himaye eden alimler olmasaydı; yine eğer Allah kullarını şeytan ve şeytan sıfatlı insanların tuzaklarından ve Ehl-i Beyt (a.s) düşmanlarının düşmanlıklarından kurtaran akıllı alimler olmasaydı; ilahi dinden dönmeyen hiçbir kimse kalmazdı!! Onlar, gemi kaptanının geminin dümenini elinde tutması gibi; Şiilerin akıllarını (fikir ve akait bakımından) ellerinin içinde sıkıca tutarlar. . Bu âlimler, Allah-u Teala katındaki en üstün kullardır.”[76]

Dikkat edilmesi lazım olan nokta da şudur: Toplumun rehberi, rehberlik özelliklerine ve şartlarına sahip olması gereklidir.

Zira insanların dünya ve ahiret işlerini bireye veya bireylere teslim ederken ve böyle büyük bir mesuliyeti onlara verirken, çok dikkatli olmak gerekmektedir. Çünkü bu çok önemli ve hassas bir sorumluluktur. En ufak dikkatsizlik telafisi mümkün olmayacak neticeler doğurabilir.

Bundan dolayı masum imamlar (a.s), dini merciler için fevkalade önemli özellikler açıklamışlardır. Hatta bundan daha önemli olan ve Müslümanların işlerinin velayeti makamında bulunan “Veliyi Fakih”  için dahi, belirli bir takım önemli hususiyet ve özellikler beyan etmişlerdir.

İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Din fakihleri ve âlimleri arasında (küçük veya büyük günahlara karşı) kendini koruyabilen, dinin bekçisi (kendinin ve insanların inançları bakımından), şahsi istek ve arzularına muhalefet eden ve mevlasının (İmam-ı Asr’ın (a.f)) emirlerine itaat eden kimseleri; insanların izlemeleri gerekir.”[77]

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

GAİP İMAMIN FAYDALARI

İnsanlar asırlardır, Allah’ın hüccetinin zuhurunun feyzinden mahrum kalmıştır. İslam ümmeti de masum rehberin ve ilahi önderin varlığından tam olarak faydalanamamıştır.

Acaba kayıp olan, gizlide yaşayan ve herkesin rahat bir şekilde ulaşamadığı bir imamın dünyaya ve dünyada bulunanlara ne yararı vardır?

Acaba İmam Mehdi (a.f) zuhur edeceği zamana yakın bir dönemde dünyaya gelseydi ve Şiiler de kayıp bir halde yaşamanın acısını tatmamış olsaydı daha iyi olmaz mıydı?

Bu ve bunun gibi birçok soru, imamın ve ilahî hüccetin makamının yeterince tanınmamasından kaynaklanmaktadır.

Hakikaten imamın varlık âlemindeki yeri ve makamı nedir? Acaba onun varlığının tesiri sadece zuhur etmesi ve aşikâr olmasında mı yatmaktadır? Acaba o, sadece insanlara rehberlik ve önderlik etmek için mi gönderilmiştir? Yoksa kâinattaki diğer bütün varlıklar onun vücudundan ve varlığından faydalanıyorlar mı?

İmam Varlık Âleminin Mihveridir

Şii ekolünün dini öğretilerine göre; imam, Allah’ın feyzini cihanda bulunan bütün varlıklara ulaştıran vasıtadır. O, varlık nizamındaki mihver ve eksendir. O olmazsa; âlem, insan, cin, melek, hayvan, canlı ve cansız hiçbir varlık kalmayacaktır.

İmam Caferi Sadık’a (a.s) “Yeryüzü imamsız kalabilir mi? diye sorulunca, Hazret (a.s) şöyle buyurmuştur:

 “Yeryüzü imamsız kalırsa, çöker ve darmadağın olur”[78]

“İmam, Allah’ın emirlerini insanlara ulaştırma ve insanları insanî kemale iletme konusunda vasıtadır. Varlıklara ulaşan feyizler ve lütuflar, onun varlığının bereketiyle olmaktadır.” gerçeği, çok açık bir konudur.

Çünkü Allah-u Teala, ilk olarak Peygamberler (s.a) sonra da onların halifeleriyle insanlık kafilesini hidayet etmiştir. Masumların (a.s) buyruklarından şöyle anlaşılmaktadır:

 İmamların (a.s) var olmalarının nedeni; Allah tarafından olan ilahî nimetin ve feyzin, büyük küçük bütün mahlûkata ulaşmasında vasıta olmalarından dolayıdır.  Daha açık bir şekilde söyleyecek olursak; varlık âleminin almış olduğu ilahî feyizler ve bağışlar, imam kanalı iledir. Hayatları boyunca hem varlıklarının aslı, hem nimetleri ve hem de yararlandıkları öteki faydalar imam vesilesiyle gerçekleşmektedir.

İnsana, “İmamı Tanıma” dersi veren Ziyaret-i Camia-i Kebire duasının bir kesitinde şöyle yer almaktadır:

“(Ey büyük imamlar!) Allah sizden dolayı âleme başladı. Sizden dolayı bitirecektir. Sizin varlığınız sebebiyle yağmur yağdırıyor. Sizin (varlığınızın bereketi) ile gökyüzü, yeryüzünün üzerine çökmesin diye ayakta durmaktadır. Ancak, O’nun (Allah’ın) izni ile.”[79]

Bundan dolayı imamın (a.f) varlık âlemi üzerindeki tesiri, yalnızca zuhuru ile sınırlı değildir. Aynı zamanda onun âlem içerisinde var olması, gaybette olsa ve gizli bir yaşam sürdürse dahi, bütün varlıklar için hayat kaynağı olması demektir. 

Yüce Allah, O’nun (a.f) bütün yaratılanlardan daha üstün ve kâmil olmasından dolayı; ilahî feyizleri ve ilahî lütufları öteki yaratılanlara ulaştıran vasıta olmasını dilemiştir. Bu anlamda, onun gaybet etmesi ya da zuhur etmesi arasında hiçbir fark yoktur.

Evet, bütün yaratıklar, Onun varlığından yararlanmaktadırlar. İmam Mehdi’nin (a.f) gaybette olması bu konuya hiçbir şekilde zarar vermemektedir. İmam Mehdi’ye (a.f), gaybet döneminde, öteki yaratılanların onun vücudundan nasıl faydalanacakları konusunda soru sorulunca şöyle buyurmuştur:

“Gaybet döneminde benim varlığımdan faydalanmak; bulutların önünü kestiği zaman gözlerin göremediği güneşten faydalanmak gibidir.”[80]

İmam’ın (a.f) gaybetinin bulutlar arkasındaki saklı güneşe benzetilmesinde birçok önemli noktalar yatmaktadır. Bu noktalardan bir kaçını aşağıda zikredeceğiz:

Güneş, kendi sisteminin merkezidir. Diğer gezegenler ve küreler onun etrafında dönmektedirler. İmam-ı Asr (a.f) da varlık nizamının merkezini oluşturmaktadır.

“Onun varlığı ile dünya bakidir. Onun varlığından dolayı âleme rızk verilmektedir. Onun varlığından dolayı yeryüzü ve gökyüzü sabittir.”[81]

Güneş, bir an olsun dahi, ışık ve nur vermekten kaçınmamaktadır. Herkes güneş ile olan irtibatı oranında ondan yararlanmaktadır. Veliyi Asr’ın (a.f) varlığı da, Allah tarafından verilen maddi ve manevi nimetlerin kullarına ulaşmasında vasıtadır. Fakat herkes, kemaller kaynağı olan Mehdi (a.f) ile irtibatı miktarınca yararlanabilmektedir.

Eğer bulutlar arkasında olan güneş olmazsa şiddetli soğuk ve karanlık bütün dünyayı kaplayacak ve yaşam mümkün olmayacaktır.  Aynı şekilde eğer âlem (imam gaybet perdesinde dahi olsa) imamın varlığından mahrum olursa, zorluklar, olumsuzluklar ve çeşitli belalar yaşamı imkânsız kılacaktır.

O, Hazret (a.f) Şiilere hitap ederek, Şeyh Müfit’e yazmış olduğu mektupta şöyle buyurmaktadır:

“Biz, hiçbir zaman sizi kendi başınıza başıboş bırakmadık. Hiçbir zaman sizi unutmadık. Eğer bizim (kesintisiz inayetimiz) olmasaydı, kesinlikle birçok bela ve zorluklar ile karşılaşırdınız. Ve düşmanlar sizi paramparça ederlerdi.”[82]

Bundan dolayı, imamın güneş misali vücudu, varlık âleminin üzerine nurunu göndermekte ve bütün varlığa feyiz ulaştırmaktadır. Bu arada imamın varlığı; genel olarak beşeriyet, özel olarak ise Müslüman ümmet, Şii camiası ve ona inananlar için birçok bereketlere neden olmaktadır.  Şimdi onlardan bir kaçını aşağıda zikredeceğiz:

Ümit Vermek

Hayatın en büyük sermayelerinden birisi de ümittir. Ümit, hayatın, sevincin ve ilerlemenin kaynağıdır. Ümit hareketin ve başlamanın nedenidir. Âlemde bir imamın var olması demek;  güzellik ve aydınlıkla dolu bir geleceğe ümitle bakmak demektir.

Back Index Next