İmam Hüseyin'in Aşk ve Fedakârlık Dolu Hayatı
Şarkın Büyük Filozofu ve Kuran Müfessiri Allame Tabatabaî'nin Kalemiyle
İmam Hüseyin (a.s) Hz. Ali (a.s) ve Peygamber-i Ekrem’in kızı Hz. Fatıma
(a.s)’nın ikinci oğludur. Hicretin dördüncü yılında dünyaya geldi. Büyük kardeşi
İmam Hasan Mücteba (a.s) şehit olduktan sonra Allah’ın emri ve kardeşinin
vasiyeti üzerine imamet makamına ulaştı.
İmam Hüseyin (a.s) on yıl imamet etti. Yaklaşık altı ay dışında bu müddetin tümü
Muaviye’nin hilafeti zamanında en zor koşullar, acı durumlar ve en ağır baskılar
altında geçti. Çünkü birinci olarak dini yasalar toplumda değerini kaybetmiş,
hükümetin istekleri, Allah ve Resulünün isteklerinin yerini almıştı. İkinci
olarak da Muaviye ve dostları bütün mümkün yollara başvurarak Ehl-i Beyt’i ve
taraftarlarını ezip Ali(a.s)’nin ismini yok etmek istiyorlardı. Ayrıca Muaviye
oğlu Yezid’in hilafet temellerini atıp pekiştiriyordu. Halkın bir kısmı, hiçbir
usule kayıtlı olmadığından Yezid’in hilafetine razı değillerdi. Muaviye de
muhalefetlerin çoğalmasını önlemek için daha fazla baskılara başvuruyordu.
İmam Hüseyin (a.s) isteyerek istemeyerek bu karanlık günleri arkada bırakıyor ve
Muaviye tarafından yapılan her çeşit ruhsal işkence ve baskılara katlanıyordu.
Hicretin altmışıncı yılında Muaviye öldü ve oğlu Yezid babasının yerine oturdu.
Biat meclisinin kurulması, Arapların içerisinde saltanat, imaret ve sair önemli
konularda bir gelenekti. Toplum, özellikle tanınmış kişiler bu konularda sultana
yahut emire biat eli veriyorlardı. Biatin ardından itaatsizlik etmek o kavme ar
ve zillet sayılırdı. Aynı zamanda imzaladığı şeye boyun eğmekten kaçmak, kesin
suç olarak bilinirdi. Hz. Peygamberin siretinde de baskı olmaksızın yapılan
anlaşma ve ahit muteber sayılmıştır.
Muaviye hayattayken tanınmış kişilerden Yezid’e biat almıştı. Fakat İmam Hüseyin
(a.s)’a dokunmayıp, biat teklifinde bulunmamıştı. Özellikle oğlu Yezid’e şöyle
vasiyet etti: “Hüseyin Bin Ali biat etmezse fazla ısrar etme ve öylece kalsın.”
Çünkü Muaviye meselenin önünü arkasını ölçebiliyordu.
Ancak Yezid, gururu ve çekinmezliği sonucu, babası ölünce onun vasiyetini
unutup, Medine valisine, “Hüseyin’den benim hilafetim için biat iste, etmezse
başını Şam’a gönder” diye emir verdi. Medine valisi Yezid’in isteğini İmam
Hüseyin (a.s)’a duyurunca İmam ondan bu konuda düşünmesi için zaman aldı ve
geceleyin ailesini de alarak Mekke’ye hareket edip İslam’da resmen emniyetli ve
güvenceli yer olarak ilan edilen Allah’ın Haremi (Mekke’ye) sığındı.
Bu olay hicretin altmışıncı yılında Recep ayının sonları ve Şaban ayının
evvellerinde vuku buldu. İmam Hüseyin (a.s) yaklaşık dört ay Mekke’ye sığınarak
yaşadı. Bu haber yavaş yavaş İslam ülkelerine yayıldı. Bir taraftan, Muaviye
devrindeki haksızlıklara razı olmayıp, Yezid’in hilafetine karşı çıkanlar İmam
Hüseyin’in (a.s) yanına gelip yardım edeceklerine dair söz veriyorlardı, bir
taraftan da Irak’tan, özellikle Kufe şehrinden halk aralıksız mektup gönderip
İmam Hüseyin’in (a.s) Irak’a gelip Müslümanlara önderlik ederek zulüm ve
adaletsizliği yok etmesini ısrarla istiyorlardı. Elbette bu durum Yezid için çok
tehlikeli idi.
İmam Hüseyin (a.s), hac mevsimine kadar Mekke’de ikamet etti. Müslümanlar İslam
ülkelerinden grup grup hac amellerini yapmak için Mekke’ye akın ettiler. Bu
arada İmam, Yezid’in kendisini öldürmek için hacı kılığında gizli bir grubu
gönderdiği haberini aldı. Bunlar amel sırasında ihram elbiseleri altına
gizledikleri silahlarla İmam Hüseyin’i şehit edeceklerdi.
İmam Hüseyin (a.s) hac amellerini yarıda keserek, bir toplantıda kısa bir
konuşma yaparak Irak’a hareket edeceğini bildirdi. Bu konuşmada şehit olacağını
da bildirdi. Müslümanlardan onun yardımına koşmalarını ve bu hedef yolunda
kanlarını vermelerini istedi. Ertesi gün de Ehl-i Beyt’i ve dostlarını alarak
Irak’a yöneldi.
İmam Hüseyin (a.s) biat etmemeye kesin kararlıydı. Bu yolda şehit olacağını da
iyi biliyordu. Umumi fesat, fikri inhitat ve toplumun, özellikle Iraklıların
iradesizliğiyle gücü pekiştirilen Ümeyye Oğullarının büyük ve korkunç savaş
gücünün onu yok edeceğini biliyordu.
Tanınmış kişilerden bir grup, İmamın yanına gelip bu hareket ve kıyamın
tehlikesini hatırlattılar. Fakat o hazret cevaplarında şöyle buyurdu: Ben biat
etmeyeceğim. Zulüm ve fesat hükümetine boyun eğmeyeceğim. Nereye gitsem, nerede
olsam beni öldüreceklerini biliyorum. Mekke’den ayrılmamın nedeni ise, kanımın
dökülmesiyle Kabe’nin hürmetinin zedelenmesini önlemektir.
İmam Hüseyin (a.s), Kufe yoluna koyuldu. Daha Kufe’ye birkaç günlük yol varken,
Kufe’ye gönderdiği elçisinin ve tanınmış sadık dostlarından birinin, Yezid’in
valisi tarafından şehit edilip yine onun emriyle ayaklarına ip bağlanarak, Kufe
sokaklarında gezdirildiğini duydu. Kufe ve yöresinin sıkıca gözaltına alındığını
ve İmam’la savaşacak teçhizatlı bir ordunun hazırlandığını duyunca, ölümden
başka bir yol kalmadığını anladı. İşte burada şehit olmak için kesin karar
aldığını açıkça belirtti ve Kufe’ ye doğru hareketini devam ettirdi.
Kufe’nin yaklaşık olarak yetmiş kilometre yakınlarında Kerbela ismindeki bir
çölde Yezid’in ordusu onları ablukaya aldı. Sekiz gün burada kaldılar. Bu sırada
günden güne abluka çemberi daralıyor ve sürekli düşmanın sayısı çoğalıyordu.
Bilahare İmam (a.s), ailesi ve çok az sayıdaki ashabıyla birlikte, otuz bin
kişiden oluşan ordunun muhasarasında kaldı.
Bu birkaç gün içinde İmam Hüseyin (a.s), ordusunun yerlerini ayarlayıp
dostlarını tasfiye etmeye karar aldı. Kısa bir konuşmada ashabına seslenerek
şöyle buyurdu: “Bizim ölüm ve şahadetten başka bir yolumuz yoktur. Ben biatımı
sizden kaldırdım. Gitmek isteyen, gecenin karanlığından faydalanıp kendisini bu
tehlikeli meydandan kurtarsın. Çünkü onlar bir tek beni öldürmek istiyorlar.”
Daha sonra ışıkların söndürülmesine emir verdi. Maddi maksatlar için İmam
Hüseyin (a.s)’a koşulanlar ayrılıp dağıldılar. Sadece hak aşıklarından çok azı
(40 kişiye yakın) yaranı ve Beni Haşim’den olan akrabaları kaldılar.
İmam Hüseyin (a.s), yine kalanları toplayıp konuştu ve şöyle buyurdu: “ Sizden
her kim isterse gecenin karanlığından faydalansın ve kendisini tehlikeden
kurtarsın. Onlar bir tek beni istiyorlar. Fakat bu defa İmam’ ın vefalı dostları
bir bir kalkıp, biz hiçbir zaman senin önder olduğun hak yolundan dönmeyeceğiz,
elimiz kılıç tutana, damarımızda kan akana dek savaşıp senin hürmetini
koruyacağız, senin temiz eteğinden kopmayacağız, diye çeşitli beyanlarda
bulundular.
Muharrem ayının dokuzuncu gününün sonlarında son teklif (biat veya savaş) düşman
tarafından İmam’a ulaştı. Hazret, o geceyi ibadet için mühlet alıp yarınki
savaşa hazırlandı.
Hicretin 61. Yılı Muharrem ayının 10. günü İmam, bir avuç dostlarıyla (toplamı
doksan kişiden azdı. Kırk kişi önceden yanında olanlar, otuzdan biraz fazlası
savaş günü ve gecesi düşman ordusundan dönenler ve diğerleri de İmam’ın Haşimî
akrabaları; örneğin oğulları, kardeşleri, kardeşinin ve bacısının oğulları ve
amca oğullarıydı) sayısız düşman ordusu karşısında saf çektiler ve savaş
başladı.
O gün sabahtan akşama kadar savaştılar. İmam Hüseyin, Haşimi gençleri ve sair
dostları son nefere kadar şehit oldular. (Şehitlerin içinde İmam Hasan (a.s)’ın
iki küçük oğlu, İmam Hüseyin’in bir küçük oğlu ve daha kundakta olan bir
yavrusunu da saymalıyız.)
Savaş bittikten sonra düşman ordusu, İmam (a.s) ‘ın haremini yağmaladılar ve
çadırları ateşe vererek şehitlerin başını kesip elbiselerini çıkardılar.
Cesetleri defnetmeden, sığınaksız kızlardan ve kadınlardan oluşan Ehl-i Beyt
esirlerini şehitlerin başlarıyla birlikte Kufe’ye doğru hareket ettirdiler.
(Esirlerin içinde erkek olarak İmam Hüseyin (a.s)’ın yirmi iki yaşındaki oğlu
dördüncü imam olan Zeynelabidin (a.s) ağır hasta olarak, bir de onun oğlu
beşinci İmam Muhammed Bin Ali ve İmam Hasan (a.s)’ın oğlu Hasan-ül Müsenna da
bulunuyorlardı. Hasan-ül Müsenna savaşta ağır yaralı olarak şehitlerin içinde
kalmıştı fakat son anlarda diri olarak bulundu. Düşman komutanlarının birinin
arabuluculuğuyla başı kesilmedi ve esirlerle birlikte Kufe’ye götürüldü.) Kufe
‘den de Dimeşk ‘e, Yezid ‘in yanına götürüldüler.
Kerbela vakası, kadınların esir alınıp şehirlerde gezdirilmesi, (esirler içinde
bulunan) Hz. Ali (a.s)’ın kızı (Hz. Zeynep) ve İmam Zeynülabidin’in Kufe ve
Şam’daki toplantı yerlerinde konuşmaları, Ümeyye oğullarını rezil etti ve
Muaviye’nin yıllarca yaptığı propakandayı etkisiz bıraktı. Hatta Yezid,
Kerbela’da memurları eliyle yapılan bu işlerden kendisini temizlemeye çalıştı.
Kerbela vakıası, etkisi geç olmasına rağmen, Ümeyye oğullarını saltanattan
düşürmekle birlikte, Ehlibeyt mektebinin kökleşmesinde büyük bir etkendi.
Gösterdiği en yakın etki, çeşitli kıyamlar ve bunun yanı sıra da on iki yıl
süren kanlı savaşlardır. Öyle ki, İmam Hüseyin’ in (a.s) katillerinden hiçbiri
intikamdan kaçıp kurtulamadı.
Tarihin İmam Hüseyin (a.s) ve Yezid’le ilgili bölümünü okuyup o zamanın hakim
sistemi üzerinde araştırma yapan kimse bilir ki, İmam’ın sadece bir seçeneği
vardı o da şehit olmaktı. İslam dininin apaçık ezilmesine neden olan biat,
hiçbir koşulda İmam Hüseyin için mümkün değildi.
Çünkü Yezid, İslam dinine ve kanunlarına saygı göstermemekle yetinmeyip, İslam’ı
açıktan açığa ezmeğe girişen bir kişiydi.
Hal bu ki onun geçmişleri (babası), dinin kanunlarına, din adına muhalefet
ediyorlar ve zahirde dine saygı gösteriyorlardı. Hatta halkın inandığı Peygamber
(s.a.a.) ve sair dini şahsiyetlere yardım edip, onların yanında bulunmuş olmakla
iftihar ediyorlardı.
İşte buralardan, bazı tarihçilerin İmam Hasan ve İmam Hüseyin hakkında ortaya
sürdükleri görüşlerin yanlış olduğu aydınlığa kavuşmuş oluyor. Bazıları diyorlar
ki: İmam Hasan ve İmam Hüseyin iki değişik tabiata sahiptiler; İmam Hasan
sulhsever idi. Kırk bin askeri olmasına rağmen barışı kabul etti. Fakat İmam
Hüseyin savaşı tercih etti ve kırk kişi adamı olmasına rağmen Yezid‘le savaşa
kalktı.
Bu söz yanlıştır, çünkü görüyoruz ki Yezid’e biat etmeyi kabul etmeyen İmam
Hüseyin (a.s), on yıl kardeşi gibi Muaviye’ nin hükümeti döneminde yaşadı, ama
hiçbir zaman muhalefet etmedi. Gerçekten de İmam Hasan ve İmam Hüseyin Muaviye
ile savaşsalar da öldürüleceklerdi ve onların ölümünün İslam’a hiçbir faydası
olmayacak; kendisini doğru yolda gösteren, sahabe, vahiy yazarı ve müminlerin
dayısı olarak tanınan, her hileye başvuran Muaviye’ nin siyaseti karşısında
etkili olmayacaktı. Kaldı ki elindeki imkanları kullanıp, onları kendi dostları
vasıtasıyla öldürtüp de kendisi yas tutabilir ve kanlarını almaya kalkabilirdi.
Nitekim üçüncü halifeye de aynen böyle yapmıştı.