Kitap ve
Sünnet
Işığında
MUT'A
NİKAHI
Abdulkadir Çuhacıoğlu
İlâhiyatçı - Öğretmen
Bizleri cinsel arzularla
yarattıktan sonra nikâhı meşrû, zina ve ahlâksızlığın her çeşidini haram kılan
Allah’a sonsuz hamd ü senâlar, O’nun sevgili elçisi olan Peygamber Efendimiz’e,
onun pâk ve temiz Ehl-i Beytine, seçkin sahâbesine ve onları kendilerine rehber
ve kılavuz edinen herkese salât ve selâm olsun.
“İslam ümmetinin, mevcut
olan bütün renkleriyle, birbirlerini her zamankinden daha da çok sevmeye,
birbirlerini “kardeş” bilmeye muhtaç olduğu bir dönemde neden böyle bir
çalışma!?” denilebilir.
Evet, bütün
müslümanların mezheb ve meşreblerine bakmaksızın birbirlerini bağırlarına
basmaları, küfre, şirke ve İslâm’a / müslümanlara karşı işlenen her çeşit
tuğyânın karşısında “yek-vücut” olmaları gereken bir ortamda böyle bir çalışma
garipsenebilir. Zaten biz de çalışmamızı yıllar öncesinden hazırlamamıza
rağmen, bugüne değin bu vb. sebeplerle erteledik.
Ancak bizler nerede ve
ne zaman “takrîb beyn’el-mezâhib”den, İslâm mezheblerinin birbirlerini
tanımaları, sevmeleri; bunun için de birbirlerine yakınlaşmaları gerektiğini
gündeme getirsek, bir takım mezhebî görüşler karşımıza çıkarıldı. “Onlarda
müt’a yok mu? Ma’sûmiyet, imâmet ... yok mu!?” vb. sorulara muhatab olduk.
Gördük ve anladık ki kendimize ait bir takım sorunlarımızı / sorun
olarak algıladığımız şeyleri içten içe yutkunarak evrensel İslâm kardeşliği
tesis edilemiyor. Bu sorunları içimizde bir ukde olarak bırakmak yerine masaya
yatırmak; samimi, candan ve her tür önyargıdan uzak, karşılıklı sevgi ve
saygıya dayalı bir ortamda konuşmak, tartışmak ve bu olayı kendi içimizde
çözümlemek zorundayız. Aksi halde bu tür sorunlar, İslâm düşmanı müstekbirlerin
ellerinde malzeme olmaya ve bizleri birbirimize düşürmeye devam eder.
Nitekim küfür ve şirk dinine mensup kişilerin bu ve benzeri konuları gündeme
getirerek İslâm toplumları arasına aşılmaz duvarlar örerek onları birbirlerine
“düşman” gibi göstermeye çalıştıklarını defalarca gördük, şahit olduk.
1979 tarihli İslâm
Devrimi karşısında dünya müslümanlarının takındığı “vurdum-duymaz” tavrın
sebebi de budur. O İslâmî hareketi yerinde boğmaya çalışan şeytânî güçler ve
onların çanak yalayıcı medya takımı, diğer müslümanların tepkisini çekmemek
için hep bu gibi mezhebî ihtilâfları gündemde tutarak, orada
gerçekleştirdikleri zulümleri meşrû göstermeye çalıştılar. Başarılı da oldular;
gâfil ve vurdum-duymaz müslümanlar sayesinde...
Bütün bunlar yetmiyormuş
gibi, kendisini söz konusu şeytânî güçlerin çirkin emellerine hizmete adamış
bir profesör(!) “Namus Fitnesi Mut’a”
diye bir yapıt hazırlayıp piyasaya sürdü. Orada, şartları dahilinde müt’aya
izin veren müslümanlar, sanki İslâm’ın tamamen dışında, sapık birileri gibi
sunulmaya çalışıldı...
Bütün bunlardan sonra,
artık sabretmenin anlamsız olduğunu gördük ve bu çalışmamızı yayınlamaya karar
verdik.
I. Çalışmada Takip Ettiğimiz Usûl :
Elinizdeki bu çalışmayı
hazırlarken başlıca şu usul ve metodları kullandık:
1. Çalışmamızı sadece mezhebî hüküm ve fetvalara değil, Kitab ve
Sünnet’e dayandırdık; hadiseyi bu temel iki kaynak ışığında çözümlemeye
çalıştık.
2. Kitabımızı üç ana bölüme ayırdık. I. Bölüm’de “müt’a nikâhı”
etrafında koparılan fırtınalar hakkında küçük bir giriş yaptıktan sonra,
konunun Ehl-i Beyt (Oniki imamın imâmetini esas alan İmâmiyye şîası)
mektebindeki yerini ele aldık.
II. Bölüm’de “müt’a
nikâhı”na cevaz verenlerin, III. Bölüm’de ise cevaz vermeyenlerin delillerine
yer vererek, karşılıklı olarak bu delillerin sorgulamasını yaptık.
3. Sadece I. Bölüm’ü çıkarsanız, çalışmalarımızın geri kalan tamamını
Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin temel kabul ettiği hadis, tarih, tefsir ve usûl
kaynaklarından istifade ettik. Değerlendirmelerimizin hemen tamamı yine Ehl-i
Sünnet alimlerinin ölçü ve kriterlerine dayandırıldı.
4. Yer verdiğimiz hadislerin durumunu, râvîlerin siqa olup
olmadıklarını ele alırken genel olarak Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin ölçülerini
dikkate aldık. Bu arada onların ölçülerini, yine onların kabul etmek zorunda
kaldıkları temel değerler karşısında dinlemediğimiz oldu. Tabii ki bunu
gelişigüzel yapmadık; gerekçesini de hemen ilave ettik.
5. Tartışmalı konularda her iki tarafın ne kadar delili varsa
hepsini, âdilâne biçimde, hiçbir kısıtlamaya gidilmeksizin, olduğu gibi ortaya
koyup tercihimizi yaptık.
6. “Sonuç” bölümünde de konuyu kısaca toparlayıp tekrar genel bir
değerlendirmeye tabi tuttuk. Daha sonra da eserimize son verdik.
II. Bazı
Kısaltmalar Ve Karşılıkları :
Çalışmamız esnasında bir takım kısaltmalara yer verdiğimiz oldu.
Bunlardan bazıları ve karşılıkları şunlar:
@ / (a).aleyhis-selâm
a.mlf.
..aynı müellif
ayr.
.....ayrıca
b.
........ibn (oğul)
bk.
......bak
bt.
.......bint (kızı)
(c)
......Celle Celâlüh
f.
........fedâil
(kv)
....Kerramallâhü Vecheh
md./mad. ......madde
(r)
......Radıyallâhü anh / anhâ vs.
(s)
......Sallallâhü aleyhi ve âlihî ve Sellem
tef.
.....tefsir
Tamamen iyi niyetle, sırf Allah rızası için kaleme aldığımız bu
çalışmanın hayırlara vesîle olmasını; bir takım yanlış anlamaları ortadan
kaldırarak, garîp ve mazlûm İslâm ümmetini birbirine daha da yakınlaştırıp
kenetlemesini... böylece evrensel İslâm kardeşliğini tesis ve bunun kendi
katında küçücük bir azık telakkî etmesini yüce yaratıcıdan niyaz ediyor,
okuyucularımızı eserimizle başbaşa bırakıyoruz. Ve bütün okuyucularımdan,
eserimizi bütün ön kabullerden uzak bir ortamda, ne dediğimizi anlayarak,
tamamen iyi niyetle okumalarını istirham ediyor, yapıcı her tür eleştiriye her
zaman hazır ve açık olduğumuzu ifade ediyoruz.
Abdulkadir Çuhacıoğlu
Taşova – Amasya
Eylül - 1999
İslâm Medenî Hukûku’nda süre ve mahiyet bakımından başlıca iki tür
nikâhtan söz edildiğini hemen herkes bilir. Bunlardan birisi, taraflardan birisi
ölünceye veya talâk (boşama) vukû bulana dek devam eden “Süresiz Nikâh”, öbürü ise belirli bir süre için yapılan “Süreli Nikâh”. Bunlardan ilkine
“müebbed nikâh” ve “dâimî nikâh”, ikincisine ise “muvakkat nikâh”, “müeccel
nikâh”, “munkati’ / inkıtâî nikâh” ve “istimtâ / temettu’ nikâhı” adları da
verilir. “Süreli Nikâh”ın en yaygın adı, hiç kuşkusuz “Müt’a Nikâhı”dır.
Müt’a
nikâhının aslen meşrû bir nikâh olup, Peygamber Efendimizin (s) Medîne
döneminde ilk zamanlar uygulandığında bütün İslâm ümmeti arasında tam bir
ittifak var. Bu hususta hiçbir ihtilaf yok.[1] İhtilaf bunun daha sonra nesh edilip edilmediğinde, dolayısıyla
halen meşrû olup olmadığı noktasında yoğunlaşıyor. Ehl-i Beyt mektebinin en
seçkin devamı niteliğini taşıyan “İmâmiyye Şîası” halen meşrû ve caiz olduğunu,
buna karşılık -şu anki bilinen şekliyle- Ehl-i Sünnet mektebi ise bu nikâhın
sonradan neshedildiğini ve dolayısıyla şimdi haram olduğunu söylüyor ve
savunuyorlar.
Konuyla ilgili karşılıklı delillere ve bu delillerin derin bir sorgulamasına
geçmeden önce garip ve tuhaf olan şu iki hususu hatırlatmadan geçmem mümkün
değil:
Bunlardan birincisi, çoğu
Ehl-i Sünnet alimlerinin karşı tarafı dinleyip anlamadan, onların yazılı hiçbir
eserine bakmadan, kendi kafalarında “bir tür müt’a nikâhı” canlandırmaları ve
ardından da İmâmiyye mektebini o müt’aya cevaz vermekle suçlaması; tabiri
caizse tam bir “kör dövüşü”ne girmiş olmalarıdır. Oysa Ehl-i Sünnet’in
kafasında canlandırıp reddettiği “müt’a nikâhı” ile İmâmiyye’nin cevaz verdiği
“müt’a nikâhı” pekçok bakımdan birbirlerine yabancıdır. Aralarında derin
farklar vardır.
Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin İmâmiyye mektebine izafe ettikleri
müt’a nikâhı “şehveti tatmin ve teskin için başvurulan süreli / geçici bir zevk
aracıdır. Bunda talak ve miras yoktur. Çocuk olursa nesebi sabit olmaz, yani
babası belirsiz sayılır. Süre bittiğinde ise kadının iddet beklemesi gerekmez.
Hemen bir başka erkekle bir araya gelebilir, nikâhlanabilir!!!”[2] Onların, müt’a nikâhının
haramlığını ispat için “Müt’ayı talak, iddet ve miras ayetleri neshetmiş,
tamamen ortadan kaldırmıştır!” vb. uyduruk rivâyetlerden medet ummaları da bunu
gösteriyor.
Evet, Ehl-i Sünnet ulemâsının İmâmiyye’yi “cevaz vermek”le
suçladığı “müt’a nikâhı” işte bundan ibârettir. Oysa böyle bir nikâha İmâmiyye
dahil cevaz veren kimse yok! İmamiyye’yi bu tür bir müt’aya cevaz vermekle
suçlayanlar zahmet buyurup onların kitaplarına ya da alimlerinden herhangi
birisine başvursalardı, onların cevaz verdiği müt’a nikâhının hiç de öyle
olmadığını görürlerdi.* Gerçek şu ki, Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin
kafalarında canlandırıp reddettikleri “müt’a”yı İmâmiyye mektebi de reddeder ve
zinadan farksız görür.
Garip ve tuhaf olan ikinci husus
ise şu: Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz kendi iddialarını ispat edip doğrulamak için
delilleri genellikle “tek taraflı” sunuyor ve bunların da sadece kendileri
tarafından kabul görmüş olanlarına yer veriyor! Bu ise ilmî tartışma
metotlarına hiç de uymayan, gerçekten de çok tuhaf bir durum. Çünkü ilmî
tartışma ve sorgulamalarda en doğru ve etkileyici yol, “karşı tarafın kabul
ettiği delilleri ileri sürmektir.”[3] Mantıklı olan budur. Çünkü
bir tartışmada eğer bir sonuca varmak istiyor ve buna rağmen sadece kendi kabul
ettiğimiz delilleri ileri sürüyorsak, bununla karşı tarafı iknaya çalışmak çok
büyük bir saflık olur. Tıpkı Kur’an’ı hiç kabul etmeyen birisini ikna için
Kur’an’dan ayetler getirmek gibi!
Kardeşlerimiz böyle bir tutum yerine, kendi hadis külliyatının
yanısıra, İmamiyye mektebinin temel hadis külliyatına da yer verip ortak kabullerle
yola çıksalardı daha doğru ve daha çözümleyici olurdu.
Ehl-i
Beyt mektebinin “müt’a nikâhı”na cevaz verdiği hemen herkesçe malum. Konuyla
ilgili olarak mektebin öncelik verip temel kabul ettiği belli başlı hadis külliyatına
baktığımızda bu durum bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar. Şimdi önce bu
rivâyetlerden bazılarına yer verecek, ardından da bu nikâhın temel
özelliklerine ve şartlarına yani hukûkî düzenlemelerine geçeceğiz.
1.
Mü’minlerin Emîri İmam Ali @ şöyle buyuruyor: “Hattâb oğlu benden önce bunu
yasaklamasaydı, pek az kişi*
dışında kimse zinaya düşmezdi.” [4]
2.
Gönüllerimizin sultanı İmam Ebû Ca’fer Muhammed el-Bâqır’a @ müt’a nikâhının
hükmü sorulduğunda şu cevabı veriyor: “Kur’an’da şöyle bir ayet nazil olmuştur: “Onlardan
bir şeye karşılık istimtâ ettiğinizde, ücretlerini kendilerine
kararlaştırıldığı biçimde verin. Kararlaştırıldıktan sonra (bir miktarını
düşmek için) aranızda anlaşmanızda sizin
için bir sakınca yok.” [Nisâ:24]” [5]
Aynı
rivâyet İmam Ca’fer es-Sâdıq’tan @ da rivâyet ediliyor.[6]
3.
Abdullâh b. Umeyr el-Leysî İmam Muhammed el-Bâqır’a @ gelerek müt’a hakkında
sorular soruyor. İkisi arasında şöyle bir konuşma geçiyor:
Abdullâh
: “Kadınlarla müt’a yapmaya ne dersin?”
İmam
@ : “Allah onu kitabında ve elçisinin diliyle
helal kılmıştır. O kıyamete kadar helaldir.”
Abdullâh
: “Ey Ebû Ca’fer, Ömer onu haram kılıp yasaklamışken senin gibi birisi bunu
nasıl söyler!?”
İmam
@ : “Öyle yapmış da olsa doğrusu budur.”
Abdullâh
: “Ömer’in haram kıldığı bir şeyi helal kılmaktan dolayı Allah’a sığınmanı
öneririm.”
İmam
@ : “Sen dostunun sözüne devam et, bense
Allah’ın Rasûlü’nün (s) sözüne bağlı kalayım! Gel istersen; Allah'ın Rasûlü’nün
(s) sözünün hak, senin dostunun sözünün ise batıl olduğu konusunda seninle
la’netleşelim!”
Aldığı
cevaplarla köşeye iyice sıkışan Abdullâh “Peki, kadınlarınızın, kızlarınızın,
bacılarınızın ve amcanın kızlarının bunu yapması senin hoşuna gider mi!?” diye
sorup işi sulandırmaya başlayınca Hz. İmam @ cevap vermeye değer bulmadılar.[7]
4.
İmam Ebû Hanîfe yolumuzun meş’alesi İmam Ca’fer es-Sâdıq’a @ gelerek “Bana
haber ver; müt’a nikâhı hak mı?” diye sorunca Hz. İmam şöyle buyurur:
“Sübhânallâh! Sen Allah’ın şu ayetini hiç okumadın mı?: “Onlardan bir şeye karşılık istimtâ
ettiğinizde, ücretlerini kendilerine kararlaştırıldığı biçimde verin.” [Nisâ:24]”
Ebû
Hanîfe diyor ki: “Allah’a yemin ederim ki, bu sanki daha önce hiç okumadığım
bir ayet idi!”[8]
5. İmam
Ca’fer es-Sâdıq @ şöyle buyuruyor: “Müt’ayı Kur’an indirmiş, Allah’ın
Rasûlü’nün (s) sünneti böyle cereyan etmiştir.” [9]
6.
Gözlerimizin nuru İmam Ali er-Rızâ @ şöyle buyurmaktalar: “Müt’a sadece onu(n hükümlerini) bilene helaldir; bilmeyenlere ise haramdır.” [10]
Bu
hadis, İmam Muhammed el-Bâqır ile İmam Ca’fer es-Sâdıq’tan @ da biraz değişik
lafızlarla rivâyet ediliyor.[11]
Bunlar
konumuzla alâkalı İmamlarımızdan @ gelen yüzlerce rivâyetten sadece birkaçı.
Bütün bu rivâyetler, “Müt’a Nikâhı”nın
Ehl-i Beyt mektebinde caiz ve helal olduğunu açıkça ifade ediyor. Ancak bu
cevazın yalnızca müt’anın hükümlerini ve hukûkî düzenlemelerini bilenlere
mahsus olduğu, İmam Ali er-Rızâ’dan @ gelen yukardaki rivâyetle netleşiyor.
İmâmiyye
mektebinde Allah'ın Rasûlü’nden (s) gelen hadislerle Ehl-i Beyt’ten ve Oniki
İmam’dan gelen hadisler “huccet ve delil olma” bakımından aynı değeri taşırlar.
Dolayısıyla her ikisi de bizleri bağlar.*
Bu
bölümün giriş kısmında Ehl-i Sünnet alimlerinin kafalarında canlandırıp
reddettiği müt’a ile Ehl-i Beyt mektebinin kabul ettiği müt’anın birbirlerinden
çok farklı olduğunu ifade etmiştik. Ehl-i Sünnet mektebinin kafasındaki müt’a
nikâhı gerçekten de başı-boş bir fuhuş aracıdır. Böyle bir nikâhı kabul etmenin
elbette imkân ve ihtimali yok! Ehl-i Beyt mektebi böyle serseri, başı-boş ve
hiçbir hukûkî düzenlemesi olmayan bir müt’a nikâhını kabul etmez; şiddetle
reddeder.
Ehl-i
Beyt mektebinde müt’a nikâhının bir takım temel özellikleri ve hukûkî
düzenlemeleri vardır ve bu nikâha bu şartlar dahilinde izin verilir. Söz-konusu
hukûkî düzenlemelerden en önemlileri şunlardır:
1. Müt’a
nikâhında, tıpkı dâimî nikâhta olduğu gibi, tarafların rızası şarttır.
2.
Nikâh îcâb ve kabûl ile kıyılır. Yani taraflardan birisi teklifini usulü dairesinde
karşı tarafa iletecek ve o da bu teklifi kabul ettiğini söyleyecek.
3.
Kıyılan nikâhın meşru ve sıhhatli olabilmesi için yakın akrabalık, süt bağı,
din farklılığı, kadının bir başkasının nikâhı altında veya iddet halinde olması
gibi bir takım engeller bulunmamalı.
4. Müslüman
bir erkek müslüman yada en azından Ehl-i Kitâb bir kadınla, müslüman bir kadın
ise yalnızca kendisi gibi müslüman bir erkekle müt’a nikâhı yapabilir.
5.
Nikâh karşılığında kararlaştırılacak hem mehrin (ücret) hem de ecelin (süre)
her iki taraf için de belirli olması gerekir.
6.
Müt’a nikâhından sonra cinsel ilişki olsun olmasın kadın, kararlaştırılan
mehrin (ücretin) tamamını hemen alabilir. Ancak asıl hak ediş, gerekli
istifadeden sonradır.
7. Nikâh
kıyılırken taraflar, cinsel ilişki olmaması dahil, bir takım şartlar ileri
sürebilirler.
8.
Nikâhın sıhhati için şahit bulundurmak şart değildir.*
9.
Aklı başında reşid olmuş kimselerin sadece kendi rızalarının bulunması
yeterlidir.
10.
Detaylı açıklaması kitaplarda yer alan bir takım kusurlar dolayısıyla bu nikâha
son verilebilir (fesh).
11.
Müt’a nikâhında talâk (boşama) olmaz. (Ancak varsa bir durum, mahkemeye
başvurulur ve gerekli görülürse hakim kararıyla taraflar birbirlerinden
ayrılır.)
12.
Müt’a nikâhında taraflar arasında miras tahakkuk etmez. Ancak nikâh kıyılırken şart koşulursa, mektepte en yaygın görüşe göre
miras cereyan eder. Bu evlilik sonucu doğan çocuk ile ebeveyni arasında
karşılıklı miras alış verişi ise vardır.
13.
Müt’a nikâhında neseb hükümleri işler.
Yani böyle bir nikâh sonucunda çocuk dünyaya gelirse, o çocuğun nesebi sabit,
babası belli olur. (O çocukla babası arasında her durumda miras hükümleri
işler.)
14.
Müt’a nikâhında iddet hükümleri vardır.
Dolayısıyla nikâhta belirlenen süre (ecel) sona erdiğinde; kadın hamile ise
doğum yapıncaya kadar iddet bekler. Hamile değilse iki hayız müddeti bekler.
Hayız görmeyen kadınların iddeti ise 45 gündür.
Müt’a
nikâhıyla evlenen çiftlerden erkek olanı bu evlilik esnasında ölürse, bu
durumda kadın hamile değilse 4 ay 10 gün bekler. Hamile ise “4 ay 10 gün” ve
“Doğum vakti” seçeneklerinden süresi en uzun olanını tercih eder. (Yani örneğin
4 ay 10 gün geçtiği halde doğum olmamışsa doğuma kadar, doğum yapmış ama henüz
4 ay 10 günlük süre bitmemişse bu süre bitene kadar iddet bekler.)
15.
Tarafların müt’a nikâhıyla ilgili gerekli bütün hükümleri ve hukûkî
düzenlemeleri bilmeleri gerekir. Aksi halde onlara izin verilmez. [12]
İşte,
görüldüğü gibi bu nikâhın da -tıpkı diğer nikâhta olduğu gibi- kendine özgü
hukûkî düzenlemeleri ve şartları var. Ehl-i Beyt imamlarımız @ müt’a nikâhına
bu şartlar dahilinde izin verirler.
Ayrıca
bu ruhsatın sadece bu nikâhın hükümlerinden haberdar olanlar için geçerli
olduğunu İmam Ali er-Rızâ @’dan gelen bir hadis ile yukarda tesbit etmiştik. Bu
yüzden imamlarımız @, kişisel ve toplumsal bir takım yaralar açmaması için,
“müt’a nikâhı” nedir bilmeyen, onun hükümlerinden habersiz kişilere müt’ayı
yasaklamış, onları bundan men etmişlerdir.[13]
Biraz ilerde de göreceğimiz gibi, müt’a nikâhına “caizdir” diyen
pekçok sahâbî ve tabiî var. Ancak şu an söz konusu nikâh için -tabîî ki
şartlarıyla birlikte- sadece İmâmiyye mektebi “caizdir ve hâlen meşrûdur”
diyor. Şu an yaşayan İslâmî mezhebler arasında, İmâmiyye’nin dışında bu nikâha
izin veren kimse yok.
Müt’a nikâhı için “caizdir” diyenlerin delillerini beş ana grupta
toplayabiliriz:
Cevaz verenlerin Kitaptan yani Kur’an’dan başlıca iki delilleri var:
1. [Nisâ
Sûresi : ayet 24] : “... Bunların dışında kalanları, namusunuzu / iffetinizi korumak ve
fuhşa / zinaya düşmemek kaydıyla, mallarınız karşılığında almanız
sizlere helal kılındı. Dolayısıyla her
hangi bir şey karşılığında onlarla istimtâ ettiğiniz zaman, ücretlerini
kendilerine kararlaştırıldığı biçimde verin. Kararlaştırdıktan sonra (ücretin
bir miktarını düşmek için) karşılıklı
anlaşmanızda sizin için bir sakınca yok. Allah Alîm ve Hakîmdir.” *
Allah Teâlâ bu ayetin yukarı kısmında (ayet: 22,23 ve 24’ün baş tarafı)
kendileriyle evlenmemiz haram olan kadınların kimler olduğunu bir bir
sıraladıktan sonra böyle bir açıklamada bulunuyor.
Birincisi,
yukarı tarafta hangi kadınlarla evlenmenin ve
cinsel ilişkide bulunmanın haram olduğu belirtildikten hemen sonra “Bunların dışında kalanları .... mallarınız
karşılığında almanız sizlere helal kılındı.” buyuruluyor. Bu ifade, yukardakilerin
dışında her hangi bir kadınla mal karşılığı evlenmenin ve onunla cinsel
ilişkide bulunmanın helal olduğunu açıkça gösteriyor. Bu ise müt’a nikâhından
başka bir şey değildir. Çünkü mal karşılığı cinsel ilişkinin helalliği sadece
müt’a nikâhı için söz konusudur. Dâimî nikâhta ise, cinsel ilişkinin helalliği
mal vermeye bağlı değildir. Bunun için sadece nikâh akdi bile yeterlidir.[14]
İkincisi ve en önemlisi, ayette “...
her hangi bir şey karşılığında onlarla istimtâ’ ettiğiniz zaman .....”
buyuruluyor. Burada iki nokta var:
Biri, “her hangi bir şey
karşılığında” ifadesi müt’a nikâhından başka bir şeyi çağrıştırmıyor. Bu,
hemen bütün müfessir ve Kur’an mealcilerinin gözünden kaçmış önemli bir
kayıttır. Bu anlamın nereden çıkarıldığını yukarda gördük.
Öbürü ise ayette bizzat “istimtâ’”
kelimesinin yer almış olmasıdır. Sadece bu kavram bile, ayetin müt’a nikâhı
hakkında nâzil olduğu konusunda tek başına yeterli aslında.
“İstimtâ’” her ne kadar “faydalanmak”, “istifade etmek”, “tat almak”,
“nimetlenip yararlanmak” gibi anlamlara geliyorsa da, bunlar onun sözlük
karşılıklarıdır. Halbuki bu kelimenin İslâmî literatürde oturmuş ve herkes
tarafından bilinen bir terim karşılığı vardır: O da “müt’a yapmak”tır. “Temettu’” da bu anlamdadır. Bilhassa “kadınlar”dan,
“nikâh”tan bahsedilen bir ortamda bu kelimenin başka bir karşılığı yoktur.
Konumuzla alâkalı hadislerde bile sürekli “istimtâ’” ve “temettu’” kavramları
kullanılmıştır.
Kur’an’da sık sık geçen “salât”, “zekât”, “savm” “hacc” vb.
kelimelerin her birinin sözlük karşılığı var. Ama hemen hiç kimse bu
kavramların geçtiği ayetlerden sözlük anlamını anlamaz. Çünkü bu kavramların da
İslâmî literatürde oturmuş karşılıkları vardır ve maksat odur.[15]
Üçüncüsü, ayet-i kerîmede “istimtâ
ettiğiniz zaman ücretlerini ... verin.” buyuruluyor. Bu ifadeden, ücret
vermenin “istimtâ’” etmeye bağlı olduğu anlaşılıyor. Bu ise sadece müt’a nikâhı
için söz konusudur. Çünkü bir kadın, yalnız müt’a nikâhında “istimtâ”
(yararlanma) sonrası ücretini (mehrini) hak kazanır. Dâimî nikâhta ise ücretin
tamamını hak etmek için cinsel ilişki şarttır. Cinsel ilişki olmadığı takdirde,
sırf akit ile, kararlaştırılan ücretin sadece yarısı hak edilir. Baqara
sûresinin 237. ayeti bu hususta yeterince açık. Şu halde buradaki “istimtâ” müt’a nikâhından başka bir şey
değildir.[16]
Sözün kısası, ayetin müt’a nikâhından bahsettiği aslında yeterince
açık ve net. Bu yüzden müfessirlerin çoğunluğu, ayetin müt’a nikâhı hakkında
nazil olduğunu söylüyor.[17] Abdullâh b. Abbâs[18], Mücâhid[19] ve isimlerini tek tek
sıralayamayacağımız alimler de ayetten aynı sonucu çıkarıyor.[20] Ancak asırlar boyu ayete
yanlış anlamlar verilmesi ve zoraki yorumlar, asıl mesajın anlaşılmasına daima
engel olmuştur.
Ayet-i kerîmeyi bir kısım sahâbî ve tâbiînin “onlarla belli bir süreye kadar istimtâ’ ettiğiniz zaman”
şeklinde okuması da bunu gösterir. İşte ayeti böyle okuyup öyle anlaşılması
gerektiğini ortaya koyanların isimleri:
1. Abdullâh b. Mes’ûd [21]
2. Abdullâh b. Abbâs [22]
3. Übey b. Ka’b [23]
4. Saîd b. Cübeyr [24]
5. İsmâîl b. Abdirrahmân es-Süddî [25]
İtiraz : Bizim tarafın bu istidlaline elbette bir takım itirazlar
yöneltilmiş. Bu itirazlar şunlar:
a. Ayetin üst kısmında nikâhlanılması haram olan kadınlardan
bahsediliyor. Ardından “Bunların dışında
kalanları ... almanız sizlere helal kılındı” denmesi, maksadın yine “nikâh”
olduğunu; dolayısıyla ancak “nikâh” ile evlilik yapılabileceğini ifade ediyor.
b. Ayette “iffetinizi korumak
... kaydıyla” denmesi de bunun sadece “meşrû ve sahih nikâh” olduğunu ortaya
koyuyor. Bu da sadece “dâimî nikâh”ta var. “Müt’a”da ise “iffeti korumak” diye
bir şey yok!
c. Ayrıca “fuhşa / zinaya
düşmemek” kaydına da yer veriliyor. Bu meali verdiğimiz kelimenin
Kur’an’daki orijinal karşılığı “sifâh” kökünden türemiştir. Sifâh ise, İslâmî
hiçbir gaye ve maslahat gözetmeden, boşuna ve tamamen lüzumsuz yere meni
dökmek, harcamaktır. Zina bu yüzden haram kılınmıştır. Müt’a nikâhında da
hiçbir gaye ve maslahat gözetilmediğine göre zinaya benzemiş oluyor.
d. Ayette geçen “istimtâ’”
faydalanmak, istifade etmek gibi anlamlara geliyor. O halde ayetten maksat
cinsel ilişkidir; “müt’a” değildir.
e. Ayette ücretin verilmesi “istimtâ”ya
bağlanıyor. Ücretin (mehrin) tamamı ise, sadece dâimî nikâhta cinsel ilişki
vuku bulmuşsa verilir. Bu da “istimtâ’”nın
dâimî nikâhtaki cinsel ilişkiden kinâye olduğunu ortaya koyuyor.
f. Bu konuda başvurulan “belli bir süreye kadar” okuyuşu nihayet “şâzz” bir
kırâettir. Yani birkaç kişinin okuyuşundan başka bir şey değildir. Bununla bir
şeyin ayet olduğu ispatlanamaz, bu yolla Kur’an sabit olmaz. Durum böyle
olunca, bu okuyuşla ayetten o sonucu çıkarmak doğru olmaz.[26]
Cevap : el-Cessâs ve onun gibi düşünen daha birçok kişi tarafından ileri
sürülen bu çoğu demagojik itirazlar şu şekilde defedilebilir:
a. Bu itirazın konumuzla hiç bir ilgisi yok. Tabii ki önceki ayetler
nikâhlanılması haram olan kadınlardan bahsediyor ve ardından onların dışında
kalanların bizlere helal olduğu belirtiliyor. Müt’a nikâhına “evet” diyenler
buna karşı mı çıkıyor ki!? Onlar da yukardaki kadınlarla müt’a nikâhı yapmanın
haram olduğu kanaatindeler. Şu halde bu itiraz tamamen boştur ve yerinde
değildir.
b. Bu da tamamen delilsiz, kuru bir iddiadır ve çıkış noktası
ön-yargıdan başka bir şey değildir. Dâimî nikâhta iffet oluyor da müt’a
nikâhında neden olamıyor!? “Müt’a nikâhı haramdır” ön kabulünden hareketle
verilmiş böylesi aceleci bir karar, tartışmayı tekrar başa döndüreceğinden ilmî
hiçbir değeri yoktur.
c. Bu, sonuçları hiç dikkate alınmadan ileri sürülen korkunç ve
dehşet verici bir itirazdır. Bu itirazı yapanlar Allah ve Rasûlü’nün bir
zamanlar zinaya izin verdiğini mi söylemek istiyorlar!?*
d. Bu itirazın cevabı yukarıda verildi. Kısaca tekrar etmek
gerekirse; Bu kelimenin “faydalanmak” ve benzeri anlamlara geldiği doğrudur.
Ancak bu, kelimenin sadece sözlükteki karşılığıdır. Bunun bir de İslâmî
ilimlerde kullanılan yaygın bir anlamı (terim) vardır ki o da “müt’a nikâhı
yapmak”tır. Özellikle kadın, nikâh vb. kavramlarla birlikte kullanıldığında bu
anlama geldiğini aklı başında kimse reddetmez. Söz konusu ayette de böyle bir
ortamda kullanılmış bu kelime. Kelimeyi, içindeki terim karşılığını boşaltıp
“faydalanmak”la doldurmak bâtınî bir yorumdur ve ciddiye almak bile doğru
değildir. Bunun kapısı bir açık tutulursa, “namaz kılmak” olarak anladığımız “salât”a sadece “dua etmek”, “oruç
tutmak” anlamını verdiğimiz “savm”
kelimesine “tutmak” ... anlamı verilebilir ki bunun tehlike boyutlarını siz
düşünün!
e. Bu itiraz da yersizdir ve tamamen “d” şıklı itirazın haklılığına dayanır. Diğer yandan “ayette ücretin
verilmesi cinsel ilişkiye bağlanıyor; bu da dâimî nikâhta böyledir.” denilirse,
“cinsel ilişki vuku bulmamışsa ücreti hak edemeyeceği” akla gelebilir. Oysa
Baqara sûresinin 237. ayeti, dâimî nikâhta cinsel olay vuku bulmadan boşanma
meydana gelmişse mehrin yarısının verilmesini öngörüyor. “Ayetten maksat müt’a
nikâhıdır” dediğimizde ise böyle bir sorunla karşılaşmıyoruz.*
f. Öncelikle, hiç kimse
müt’a nikâhının cevazını söz konusu okuyuşa dayandırmıyor. Bu okuyuş, ayetten
zaten zorunlu olarak anlaşılan anlamı sadece pekiştiriyor.
Diğer
yandan, bu okuyuş iddia edildiği gibi
birkaç kişinin okuyuşundan ibaret değildir. İbn Mes’ûd, İbn Abbâs ve Übey b.
Ka’b gibi önde gelen Kur’an hâfızı sahâbîlerin okuyuşudur. Saîd b. Cübeyr dahil
İbn Abbâs’ın tüm öğrencileri arasında da yaygın olan ve hiç kimsenin itirazıyla
karşılaşmayan[27]
bu okuyuşa “şâzz” demek doğru olmasa gerektir. Bu türden okuyuşlara “meşhûr
şâzz” adı verilir ve Mâlikîlerin dışında kalanlarca huccet sayılır.[28]
İşte Ehl-i Sünnet mektebinin ileri sürdüğü itirazlar bundan
ibarettir ve görüldüğü gibi hepsi de boş ve çürük itirazlardır. Bu yüzden büyük
müfessirlerden Fahruddîn er-Râzî, el-Cessâs’ın yukarıdaki itirazlarından
bazılarını naklettikten sonra “Bunlar boş sözler! Burada en iyisi şunu
söylemektir: Biz müt’anın mübah idiğini inkâr etmiyoruz. Sadece bunun
neshedilmiş (hükmü kaldırılmış) olduğunu söylüyoruz!” diyerek ayetin müt’a
nikâhı hakkında açık olduğu ve bundan kurtulmanın ise “nesh”e gitmek olacağı
üzerinde genişçe duruyor.[29]
2. [Mâide
Sûresi : ayet 87] : “Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı şeyleri haram kılmayın /
o şeylerden kendinizi mahrum etmeyin. Haddi de aşmayın; çünkü Allah haddi
aşanları sevmez.”
Abdullâh b. Mes’ûd anlatıyor: “Allah'ın
Rasûlü (s) ile birlikte gaza ediyorduk. Yanımızda kadınlar(ımız) yoktu. (Cinsel
arzularımız iyice bastırmaya başlayınca) “Acaba kısırlaşsak mı!?” dedik.
Allah'ın Rasûlü (s) bizi bundan menetti; ardından bize bir elbise karşılığında
belli bir zamana kadar bir kadınla evlenmemize (müt’aya) izin verdi ve “Ey iman edenler! Allah’ın size helal
kıldığı şeyleri haram kılmayın...” ayetini okudu.”[30]
Ayeti okuyan, bazı rivâyetlerde Allah'ın Rasûlü (s) –ki el-Cessâs
bu kanaattedir[31]-
bazı rivâyetlerde ise râvîmiz Abdullâh b. Mes’ûd’un bizzat kendisidir. Ayetin
müt’a nikâhına izin verildikten sonra yada bu olay üzerine okunması, müt’a
nikâhının helal ve temiz bir şey olduğunu ve böyle helal ve temiz bir şeyi
haram kılmanın kimsenin yetkisi dahilinde olmadığını ifade ediyor.*
İtiraz : Bu ayetle yapılan istidlale bir itiraz var ve o da “Tamam, zaten
bu nikâh bir zamanlar mübah idi; ama sonra neshedildi. Dolayısıyla hükmü şu an
kaldırılmıştır.” iddiasıdır.[32]
Cevap : Bu itiraza cevap vermeye bile gerek yok! Çünkü zaten bizim konumuz,
müt’a nikâhının sonradan mensuh olup olmadığıdır. Lafı dönüp dolaştırıp başa
götürmenin hiçbir anlamı yoktur.
Müt’a nikâhının caiz olduğuna dair sünnetten pek çok delil var. Allah'ın
Rasûlü (s) hayattayken bu nikâhın uygulandığına ve daha sonra da
kaldırılmadığına dair hadisler şu sahâbîler aracılığıyla bizlere ulaşıyor:
1.
Abdullâh b. Mes’ûd : Hadisi az yukarıda geçti.
2. Câbir
b. Abdillâh : a) Hz. Câbir umre yapmak üzere
Medîne’ye geldiğinde kendisine bir takım sorular soruluyor. İş müt’aya gelince
şu cevabı veriyor: “Evet, Allah'ın
Rasûlü (s), Ebûbekr ve Ömer zamanında istimtâ’ (müt’a) yaptık.” [33]
b) “Biz Allah'ın Rasûlü (s) ve Ebûbekr zamanında bir avuç kuru hurma
ve un mukabilinde istimtâ’ yapardık. Nihayet Ömer, Amr b. Hureys hadisesinden
ötürü bundan nehyetti.” [34]
c) Birisinin gelerek Abdullâh b. Zübeyr ile Abdullâh b. Abbâs’ın her
iki müt’ada* da ihtilâfa düştüklerini
söyleyince, Hz. Câbir İbn Abbâs’ı haklı buluyor ve konuya şöyle açıklık
getiriyor: “Biz Allah'ın Rasûlü (s)
ile birlikte her ikisini de yaptık. Sonra Ömer bize bunları yasakladı; o yüzden
bir daha yapamadık.” [35]
3. Câbir
b. Abdillâh ve Seleme b. Ekva’ : Her ikisi
de diyor ki: “Biz bir ordu
içindeydik. Allah'ın Rasûlü’nün (s) bir habercisi geldi ve dedi ki: Allah'ın
Rasûlü (s) size müt’a yapmanız için izin verdi; müt’a yapabilirsiniz.” [36]
4. Ebû
Said el-Hudrî : “Biz Allah'ın Rasûlü (s)
zamanında bir elbise mukabilinde müt’a yapardık.” [37]
5.
Abdullâh b. Abbâs : “Hiç şüphesiz, müt’a
müttakîlerin (takvâ sahibi olanların) imamı, yani Allah'ın Rasûlü (s) zamanında
yapılırdı...” [38]
6. Sa’d b.
Ebî Vaqqâs : Kendisine müt’anın hükmü
sorulduğunda “Biz onu yaptık.” cevabını veriyor.[39]
7. Esmâ
bt. Ebîbekr : Müslim el-Qurrî anlatıyor: Abdullâh
b. Abbâs’a müt’anın hükmünü sordum; ruhsat verdi. Halbuki Abdullâh b. Zübeyr
bundan nehyederdi. İbn Abbâs devamla “İşte
İbn Zübeyr’in annesi (Esmâ bt. Ebîbekr); Allah'ın Rasûlü’nün (s) buna ruhsat
verdiğini anlatıp duruyor!” buyurdu.
Biz de (annesinin) yanına gittik. (Meseleyi sorduğumuzda) şöyle dedi: “Şüphesiz Allah'ın Rasûlü (s) buna
ruhsat verdi.” [40]
Hadisin bazı rivâyetlerinde[41] “müt’a” yerine “hac
müt’ası” tabiri kullanılıyor. Bu ise doğru değil. Çünkü hadisimizi Müslim
el-Qurrî’den Şu’be almış; ondan da üç kişi rivâyette bulunmuş: 1.Ravh b. Ubâde
2.Abdurrahmân b. Mehdî 3.Muhammed b. Ca’fer el-Varakânî. Bunlardan sadece Ravh
“hac müt’ası” tabiriyle rivâyet ediyor. Muhammed b. Ca’fer “hac müt’ası” ve
“nikâh müt’ası” arasında tereddüt ederken, Abdurrahmân b. Mehdî hiç tereddüt
etmeden “nikâh müt’ası” tabiriyle naklediyor.
Ravh ile Muhammed’in her
ikisi de hâfıza ve zabt sağlamlığı bakımından Abdurrahmân’ın eline su dökemez.
Özellikle Ravh, her ne kadar Buhârî ile Müslim’in ortak râvîlerinden olsa da,
hâfızasının iyi olmadığını söyleyenler var: Abdurrahmân b. Mehdî, Affân b.
Müslim, Nesâî, Ebû Hâtim bunlardan sadece bir kaçı.[42] Buradan Ravh’ın “hac
müt’ası” derken yanılıp hata ettiği anlaşılıyor. Bilhassa Ebû Dâvûd
et-Tayâlisî’nin rivâyetinde açıkça “kadın müt’ası” denmesi bunu gösteriyor.[43]
Kaldı ki, İbn Abbâs ile İbn Zübeyr arasında geçen meşhur
tartışmanın “müt’a nikâhı”yla alâkalı olduğu herkesçe malum.[44]
Bu hadiste geçen kelimenin “müt’a nikâhı” olduğunu şu rivâyet de
gösterir: Esmâ bt. Ebîbekr’in oğlu Urve b. Zübeyr Abdullâh b. Abbâs’a demiş ki:
“Müt’aya izin verirken hiç Allah’tan korkmaz mısın!?” İbn Abbâs “(Git) annene
sor ey küçük Urve!” demiş. Urve “Ama Ebûbekr ile Ömer bunu yapmamışlar!”
deyince İbn Abbâs şunu söylemekten kendini alamamış: “Görüyorum ki, Allah sizi azaba sokmadıkça bundan
vazgeçmeyeceksiniz. Ben size Allah'ın Rasûlü’nden (s) bahsediyorum; siz ise
bana Ebûbekr ile Ömer’den bahsediyorsunuz!”
[45]
8. Imrân
b. Husayn : “Allah’ın kitabında “müt’a ayeti”
nazil oldu; Allah'ın Rasûlü (s) de onu bize emretti. Daha sonra bunu nesheden
bir ayet nazil olmadığı gibi, Allah'ın Rasûlü (s) de vefatına dek bizi ondan
menetmedi. (Yalnız) ondan sonra bir adam*
çıkıp kendi düşüncesiyle dilediğini söyledi.” [46]
Imrân’dan Mutarrif b.
Abdillâh b. eş-Şıhhîr’in rivâyetinde ise “hac müt’ası”ndan bahsediliyor.[47] Mutarrif ise her ne kadar
Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin çok itimad ettiği, Buhârî ile Müslim’in ortak
râvîlerinden olsa da, bizce o sâbıkalı bir râvî! Zira İmam Ali’ye @ kin ve
nefret ile dolu olduğu biliniyor Mutarrif’in.[48] Allah'ın Rasûlü (s) bir
hadislerinde Ali’ye yalnız münafıkların buğz edeceğini haber veriyor.[49] Allah'ın Rasûlü (s)
tarafından “münâfık” olarak değerlendirilen bir kimsenin rivâyetine ne değer
verilebilir ki!?
9. Semîr * : Şöyle diyor: “Biz Allah'ın Rasûlü (s) zamanında müt’a yapardık.” [50]
10. Ömer
b. Hattâb : II. Halife Hz. Ömer’in bizzat
kendisinden gelen sözler, konumuzun en çarpıcı bölümünü oluşturuyor. İşte onun
sözleri:
a) Hz. Câbir’in anlattığına göre[51] II. Halife şöyle diyor: “Şüphesiz, Allah Rasûlü’ne (s) dilediği
şeyi dilediği sebeplerle helal kılıyordu. Kur’an da yerli yerince nazil oldu.
Hac ve umreyi Allah için tamamlayın. Bunu da Allah’ın emrettiği şekilde yapın.
Bu kadınlarla müt’a yapmayı da kesin artık! Şayet bana bir kadınla süreli nikâh
kıyan birisi getirilirse, andolsun onu taşlarla recmederim.”
b) Hz. Câbir’den gelen bir başka rivâyete göre[52] Hz. Ömer şöyle diyor: “Kur’an işte bu Kur’an, Allah'ın Rasûlü
(s) ise o (bildiğiniz) Rasûl! Allah'ın Rasûlü (s) zamanında iki müt’a vardı:
Biri hac müt’ası, öteki ise kadın müt’ası.”
c) Hz. Câbir’den gelen bir başka rivâyete göre Ömer hilafete
geçtiğinde halka hitaben şöyle dedi: “Allah'ın
Rasûlü (s) işte o (bildiğiniz) Rasûl; Kur’an ise bu Kur’an! Kuşkusuz Allah'ın
Rasûlü (s) zamanında iki müt’a vardı ki ben bunları yasaklıyorum ve yapanları
cezalandırıyorum!: Birisi müt’a nikâhı, ki bir kadınla belli bir süreye kadar
evlenen bir adamı ele geçirirsem; andolsun onu taşlarla yok ederim! Öteki ise
hac müt’ası.” [53]
d) Ebû Qılâbe Abdullâh b. Yezîd el-Cermî anlatıyor: Ömer halka
hitaben şöyle dedi: “İki müt’a
var ki Allah'ın Rasûlü (s) zamanında vardı; ancak ben onları yasaklıyor ve
karşılığında cezalandırıyorum!!!: Hac müt’ası ve kadın müt’ası.” [54]
Bir başka rivâyette şöyle diyor: “Üç şey var ki Allah'ın Rasûlü (s) zamanında vardı; ama ben şimdi
onları haram kılıyor ve yasaklıyorum: Hac müt’ası, nikâh müt’ası ve “Hayye alâ
hayr’il-amel”* cümlesi.” [55] **
e) Saîd b. Müseyyeb diyor ki: “Ömer
iki müt'âyı yasakladı: Kadın müt’ası ve hac müt’ası.” [56]
Bütün bu sahih rivâyetler, müt’a nikâhının Allah'ın Rasûlü (s)
zamanında onun bilgisi dahilinde uygulandığını ve bunu yasaklayanın Ömer b.
Hattâb’ın bizzat kendisi olduğunu bütün berraklığıyla gözler önüne seriyor.
Bunu Allah'ın Rasûlü (s) uygulattığına ve ömrünün sonuna kadar yasaklamadığına
göre; müt’a nikâhına “câiz” demekten başka seçeneğimiz kalmıyor.
Aşağıda isimlerini bir bir sıralayacağımız sahâbî ve tâbiîlerin, müt’a nikâhına cevaz verdiğini, hatta bazılarının bizzat uyguladığını biliyoruz. İşte bu yaklaşım içinde olduğunu tespit edebildiğimiz sahâbî ve tâbiîler:
1. Mü’minlerin Emîri
İmam Ali @ : İmam Ali’nin müt’a nikâhına cevaz verenlerin en
başında bulunduğu herkese aşikar. Hz. İmam’ın şöyle buyurduğu sahih yollarla
sabit olmuştur: “Ömer müt’ayı eğer yasak
etmeseydi; pek az kişi*
dışında, kimse zina etmezdi!”
[57]
İtiraz : Hz. Ali @ “Peygamber
Efendimiz’in (s) Hayber’in fethedildiği günlerde müt’a nikâhını ve evcil
eşeklerin etini yemeyi yasak ettiğini”
rivâyet ediyor.[58]
Bu durum yukardaki rivâyetle çelişmiyor mu?
Cevap : Birincisi; sözünü
ettiğiniz bu rivâyet alimlerin itirazına uğramıştır. Özellikle Süfyân es-Sevrî[59] başta olmak üzere bütün
siyer uleması, müt’a nikâhının Hayber’de lehte yada aleyhte, hiçbir şekilde
gündeme gelmediğini; dolayısıyla rivâyette hata bulunduğunu söylüyorlar.[60] İbn’ül-Qayyim el-Cevzî
diyor ki: “Sahih (doğru) olan, müt’anın Mekke fethinde haram kılınmış
olduğudur... Çünkü o gün Hayber’de müslüman kadınlar yoktu; yahudi kadınlar
vardı. Ehl-i kitap olan kadınlarla evlilik ise henüz mübah kılınmamıştı. Bu
mübahlık daha sonra, Mâide sûresiyle tahakkuk etti.”[61]
İkincisi, hadisin bazı rivâyetlerinde, konunun Ali ile Abdullâh b. Abbâs
arasında çıkan “müt’a nikâhı”yla ilgili tartışma üzerine gündeme geldiği
görülüyor. Rivâyete göre İmam Ali, İbn Abbâs’ı müt’aya cevaz verdiği için
azarlıyor ve “Hayber hadisi”ni okuyor!!![62] Abdullâh b. Abbâs
-birazdan da göreceğimiz gibi- ömrünün sonuna kadar müt’a nikâhının cevazında
sebat göstermiş seçkin bir sahâbî. Bu rivâyetten Abdullâh’ın İmam Ali’yi hiç
takmadığı anlaşılıyor. Oysa bu hiç mümkün değil; çünkü birazcık olsun tarih
bilenler, Abdullâh ile İmam Ali’yi @ inceleyenler, onların birbirine ne kadar
yakın olduğunu, Abdullâh’ın İmam Ali’ye ne kadar güvenip itimad ettiğini asla
inkar edemezler. Böyle bir İbn Abbâs’ın, Ali’nin naklettiği bir hadise rağmen
fetvasında direnmesi hiç mümkün mü acaba!? Üstelik şu söz de Abdullâh’a ait: “Bir konuda Ali b. Ebî Tâlib’in
fetvası güvenilir bir yolla bize ulaştığı takdirde, asla onun dışına çıkmayız!” [63]
Üçüncüsü, Hayber hadisinin bütün rivâyet yolları İbn Şihâb ez-Zührî’de birleşiyor. ez-Zührî, her ne kadar Ehl-i
Sünnet kardeşlerimizin “gayet siqa bir hadis hafızı” sayıp rivâyetlerine çok
güvendikleri birisi olsa da biz aynı kanaatte değiliz. Bizce o çok sâbıkalı bir
râvîdir ve rivâyetlerine güvenmemiz mümkün değildir.[64] İmam Ali’yi ve Ehl-i
Beyt’i sevmemenin ne anlama geldiğini yukarıda gördünüz.
Sadece Buhârî ile Müslim’de, tam yedi sahâbîden gelen rivâyetler,
o gün yalnız evcil eşeklerin etinin haram kılındığını ifade ediyor ve bu
rivâyetlerin hiç birisinde “müt’a nikâhı”na yer verilmiyor.[65] Bu sahâbîler şunlar:
1. Abdullâh b. Ömer
2. Câbir b. Abdillâh
3. Abdullâh b. Ebî Evfâ
4. Abdullâh b. Abbâs
5. Seleme b. Ekva’
6. Enes b. Mâlik
7. Berâ b. Âzib
Bu yedi sahâbîden gelen rivâyetlerin hiçbirisinin senedinde “İbn
Şihâb ez-Zührî”nin adına rastlayamıyoruz. Anlaşılan, Hayber hadisindeki “müt’a
nikâhı yasaklaması” tamamen İbn Şihâb’ın katkısıdır ve bunu özellikle İmam
Ali’den gelen rivâyete sokuşturması da anlamsız değildir!
Dahası var: İmam Ali’ye izafe edilen bu rivâyet, olsa olsa
müt’anın o gün yasaklandığını ifade ediyor. Müt’anın birkaç kez yasaklanıp
ardından izin verildiğini -biz kabul etmesek te- Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz
kabul ediyor. O zaman burada yine bir sorun yok. Eğer rivâyette “sonsuza dek”
haram kılındığına dair bir kayıt olsaydı, o zaman bu itiraz yerinde olabilirdi.
Kısacası bu itirazın anlamı yoktur ve İmam’a izafe edilen bu
rivâyet tamamen ez-Zührî’nin becerlemesidir. Buradan İmam @ ile Abdullâh b.
Abbâs’ın çekiştiğini ifade eden rivâyetin de asılsız olduğu anlaşılmaktadır.
2.
Abdullâh b. Abbâs : İbn Abbâs, müt’a nikâhına
cevaz verenlerin en meşhur örneğidir ve bu görüşünde bir ömür boyu sebat ettiği
malumdur.[66]
Hadis kitaplarına ve özellikle Abdullâh b. Zübeyr ile arasındaki tartışmayı
konu edinen rivâyetlere baktığımızda bunun böyle olduğu anlaşılır.[67]
İbn Abbâs’ın müt’a ayetini nasıl okuyup anladığını daha önce
gördük. Dolayısıyla onun müt’anın cevazına inandığı meşhurdur ve bütün
öğrencileri kendisinin bu görüşte olduğunu bize nakletmişlerdir.[68] Onun şu sözü çok
meşhurdur: “Allah Ömer’e rahmet
etsin; müt’a Allah’ın bu ümmete bahşettiği bir rahmet idi. Şayet Ömer bunu
yasaklamasaydı, pek az kişi dışında kimse zina etmezdi!”[69]
Bütün bunlara rağmen bazı alimler, uydurma olduğu her halinden
belli bir takım rivâyetlere dayanarak, onun bu fetvasından daha sonra döndüğünü
iddia ediyorlar! el-Cessâs, el-Merğînânî ve el-Mavsılî bunlardan.[70] İşte o rivâyetlerden
bazıları:
İbn Abbâs’ın fetvasından döndüğünü ifade eden rivâyetler:
a) Rivâyete göre İbn Abbâs şöyle demiş: “Müt’a İslâm’ın ilk
devirlerinde vardı; adam hiç tanıdığı olmayan bir yere gelir, bir kadınla o
şehirde ikamet edeceği kadar evlenir; o kadın da adamın malına sahip çıkar,
işlerini düzene kordu. Sonunda Mü’minûn sûresinin 6. ayeti nazil oldu. Artık
bu iki yolun dışında kalan her tür
cinsel ilişki haramdır.” [71]
Konuyla
ilgili, çoklarının medet umduğu en meşhur rivâyet bu. Birincisi, rivâyet, dikkat edilirse İbn Abbâs’ın fetvasından
döndüğünü değil; tâ başından beri müt’anın haramlığına inandığını ifade ediyor.
Bu ise yukarıdaki en meşhur rivâyetlere açıkça ters düşüyor.
İkincisi,
Peygamber Efendimiz zamanında, Medîne döneminde, müt’a nikâhının onun bilgisi
ve izniyle uygulandığı kesin ve bu hususta kimsenin en ufak kuşkusu yok.
Rivâyette geçen ayet ise Mü’minûn sûresinin ayeti ve bu sûrenin Mekke’de nazil
olduğunda tam bir ittifak var. Söyler misiniz; Medîne’deki bir uygulamayı daha
önce Mekke’de inen bir ayet nasıl kaldırıyor? Ya da Mekke’de haram kılınmış bir
şeye Allah'ın Rasûlü (s) nasıl izin verebiliyor? Bu rivâyet hem Allah'ın
Rasûlü’ne (s) çok büyük bir “iftira” niteliği taşıyor, hem de İbn Abbâs gibi
önde gelen bir şahsiyeti çok büyük bir “cehalet” ve “şuursuzluk”la suçluyor!
Üçüncüsü, rivâyetin
senedinde Mûsâ b. Ubeyde er-Rabezî
var. Musa, ittifakla “zayıf” ve “rivâyetlerine güvenilmeyen” bir râvî.[72]
Bu nedenle İbn Hacer rivâyetin isnadının “zayıf” olduğunu söylüyor.[73]
İnsan böyle bir râvînin haberini, Allah'ın Peygamberi’ni (s) bile itham eden
böylesi düzme bir rivâyeti “hadis” diye kitabına koymaya bile utanır!
b)
İbn Abbâs: “Müt’a ayetini “Ey Peygamber!
Kadınları boşayacağınız zaman iddetlerini dikkate alarak boşayın” [Talâq:1] ayeti neshetmiştir!” demiş! [74]
Bu
da yukardakinden farksız! Birincisi, bu
da söz konusu fetvasından döndüğünü değil, eskiden beri haramlığına inandığını
ifade ediyor. Bu ise mümkün değil.
İkincisi,
her iki ayete Allah aşkına dikkatlice bakın ve söyleyin: Bu iki ayet arasında
nerede çelişki var ki İbn Abbâs birinin ötekini neshettiğini söylesin!? Ayetin
biri “müt’a nikâhı”ndan bahsediyor, öteki ise “boşama”dan ve boşama esnasında
“iddeti dikkate almak”tan bahsediyor. Ayetlerle böyle gelişi güzel oynamak ve aralarında
çelişki görebilmek için, olsa olsa taassup dolu gözlerle bakmak gerek! Ayrıca
böyle bir iddia, İbn Abbâs gibi “Kur’an Tercümânı” olarak bilinen bir şahsiyeti
küçük düşürür!
Üçüncüsü,
rivâyetin senedinde de epeyce sorun var: Rivâyetin [İbn Abbâs – Atâ el-Horasânî
– oğlu Osman el-Horasânî ve İbn Cüreyc – Haccâc b. Ravh ...] kanalıyla
geldiğini görüyoruz. 1. Atâ el-Horasânî
kuşkusuz siqa bir râvî. Ama İbn Abbâs’a yetişememiş birisi. Bu yüzden de
senedde, ikisi ile arasında kopukluk var.[75]
2. Osman, İbn Ma’în, Müslim, Nesâî,
İbn Huzeyme, Dâraqutnî, el-Cüzcânî gibi çoğu hadisçilerin zayıf saydığı bir
râvî.[76]
İbn Cüreyc ise, az sonra göreceğimiz gibi siqa bir râvî. Ancak onun Atâ
el-Horasânî’den yaptığı rivâyetleri Yahyâ el-Qattân zayıf saymakta.[77]
3. Haccâc ise ittifakla makbul biri
değil![78]
Dolayısıyla sened bakımından berbat bir rivâyet!
Dördüncüsü,
İbn Cüreyc müt’a nikâhına cevaz vermek ve bunu yapmakla ünlenmiş Mekke’nin ünlü
fakih ve muhaddislerinden. Böyle bir rivâyetin senedinde onun gibi birisinin adının
geçmesi çok tuhaf doğrusu!
Kısacası,
el-Cessâs gibi birisi, böyle bir uydurmaya yer verip ona dayandığı için, cidden
ayıp etmiştir!
c)
İbn Abbâs’ın bu meşhur fetvasından döndüğünü ifade eden daha başka rivâyetler
de var. Ama hiç birisinin doğru düzgün senedi bile yok![79]
Dolayısıyla bunlara dayanıp güvenmek de imkansız!
Bütün
bunlardan, İbn Abbâs’ın meşhur fetvasından döndüğü iddialarının tamamen asılsız
olduğunu anlıyoruz. Bu nedenle İbn Abdilberr, “Abdullâh b. Abbâs, müt’a
nikâhının cevazına ve helalliğine kâil olmuştur; bu hususta kendisinden gelen
rivâyetlerde hiçbir ihtilaf yok.”[80]
diyor. İbn Battâl’ın ifadesi ise aynen şöyle: “Mekke ve Yemen uleması, İbn
Abbâs’tan müt’anın helal olduğunu rivâyet ediyorlar. Bundan döndüğü ise zayıf
senetlerle rivâyet olunuyor. Oysa onun müt’aya cevaz verdiğini ifade eden
rivâyetler daha sahihtir.”[81]
3. Abdullâh b. Mes’ûd
: Müt’a ayetini okuyuşu ve Mâide sûresinin 87. ayetiyle
alâkalı rivâyeti, onun da bu nikâha cevaz verdiğini açıkça ifade ediyor.[82]
4. Câbir b. Abdillâh
el-Ensârî : Hz. Câbir’in buna cevaz verdiği ve hatta bunu
yapmış olduğu konusunda yukarıda yeterince rivâyet geçti. Bunlar onun da bu
nikâha cevaz verdiğini ortaya koyuyor.[83]
5. Ebû Saîd el-Hudrî :
Hadisi yukarıda geçti.[84]
6. Seleme b. Ekva’ : Hadisi
yukarıda geçti.
7. Imrân b. Husayn :
Hadisi yukarıda geçti.[85]
8. Sa’d b. Ebî Vaqqâs
: Hadisi yukarıda geçti.
9. Semîr :
Hadisi daha önce geçti.
10. Übey b. Ka’b :
Müt’a ayetini nasıl okuduğuna yukarıda yer vermiştik.[86]
11. Muâviye b. Ebî
Süfyân : Muâviye de müt’aya cevaz veren ve üstelik
yapanlardan![87]
12. Amr b. Hureys :
Müt’a nikâhına cevaz verip uyguladığı herkesçe malum.[88]
13. Seleme b. Ümeyye
b. Halef : Müt’a yaptığı için Ömer b. Hattâb’ın
tehditlerine maruz kalan ve ömrünün sonuna kadar bu görüşünde israr edenlerden.[89]
14. Rabîa b. Ümeyye b.
Halef : Yukarıdaki Seleme b. Ümeyye’nin kardeşidir. Bu
da kardeşi gibi.[90]
15. Ma’bed b. Ümeyye
b. Halef : Yukarıda geçen Seleme ile Rabîa’nın kardeşidir.
Bu da diğer kardeşleri gibi müt’aya cevaz verenlerden.[91]
16. Esmâ bt. Ebîbekr :
Konuyla ilgili hadisi ve fetvası “Sünnetten Deliller”
başlığı altında geçti.[92]
Hatta Abdullâh b. Zübeyr’in, Zübeyr ile Esmâ’nın müt’a nikâhı ile evliliği
sonucu doğduğu; dolayısıyla müt’a çocuğu olduğu rivâyet ediliyor.[93]
Ki doğrudur; çünkü Esmâ’nın bizzat kendisi, Allah'ın Rasûlü (s) zamanında müt’a
nikâhı yaptıklarını söylüyor.[94]
Şimdi
de sahabeden sonra, tâbiîn ve etbâut-tâbiînden kimlerin müt’aya cevaz verdiğine
bir bakalım:
1. Tâvûs b. Keysân[95] : Müt’aya cevaz verenlerin
en meşhurlarından.[96]
2. Saîd b. Cübeyr[97] : Müt’aya cevaz
verenlerin en meşhurlarından.[98]
(Müt’a ayetini okuyuşu önceden geçti.)
3. Atâ b. Ebî Rabâh[99] : Müt’aya cevaz
verenlerin en meşhurlarından.[100]
4. İbn Cüreyc[101] : Müt’a nikâhına
cevaz verdiği ve bu konuda yeterince ünlendiği ittifakla biliniyor. 70 kadar
kadın ile müt’a yaptığını da herkes itiraf ediyor.[102]
5. Mücâhid b. Cebr[103] : Müt’a ayetiyle ilgili
yorumu daha önce geçmişti.[104]
6. Safvân b. Ya’lâ b.
Ümeyye[105] : Atâ b. Ebî Rabâh
diyor ki: “Kendisinin müt’a yaptığını duyduğum ilk kişi Safvân b. Ya’lâ’dır.”[106]
7. Hâlid b. Muhâcir b.
Hâlid[107] : Hâlid’in müt’a
nikâhının cevazına dair fetvalar verdiği sahih yollarla gelen rivâyetlerle
sabit.[108]
8. İsmâîl es-Süddî
el-Kebîr[109] : Müt’a ayetini
okuyuş tarzından onun da bu nikâha cevaz verdiği anlaşılıyor.
9. Mekke ve Yemen
Fukahâsı : Mâlikîlerin en güçlü hadis ve fıkıh
alimlerinden İbn Abdilberr ile İbn Rüşd aynen şunu söylüyorlar: “Abdullâh b.
Abbâs’ın Mekke ve Yemen’de bulunan bütün öğrencileri müt’a nikâhının helal
olduğuna inanıyordu.”[110]
Müfessir
el-Qurtubî de “Mekkelilerin sık sık müt’a yaptıklarını” söylüyor.[111]
Demek ki Mekke ve
Yemen’de müt’aya cevaz veren ve bizzat uygulayan hadis ve fıkıh alimlerinin
sayısı belli değil! Şamlı Abdurrahmân el-Evzâ’î’nin şu sözüne bakılırsa, bu
fetva tüm Hıcâz bölgesini kapsamış durumda: “Hıcâz ulemasına ait şu beş görüşün terkedilmesi gerekir! ... 3.
Kadınlarla müt’a nikâhının cevazı ...”[112]
İtiraz :
Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin bütün bunlara tek bir itirazı var; o da şu: “Bu
sahâbî ve tâbiîler, müt’anın daha sonra neshedildiğini, hükmünün kaldırıldığını
belki duymamışlardır!!!”[113]
Cevap :
Kardeşlerimizin, yukarıdaki onlarca sahâbî ve tâbiînin fetva ve uygulamalarına,
onların rivâyet ettiği hadislere yönelttikleri en büyük itirazlar bu!!!
Taassubun bu kadarı da fazla! En önde gelen sahabe ve tâbiîne böyle “yavan” bir
iddiayla karşı çıkmak “inat ve taassup” değil de ne!? İbn Hacer el-Asqalânî
bile büyük bir bunalım ve zorlama içinde; bakın ne diyor:
“Müt’anın Sebra hadisiyle ebediyyen haram kılınmış olmasına, Câbir’in “Hz. Peygamber, Ebûbekr ve Ömer zamanında müt’a yaptıklarına dair” rivâyeti ters düşmekte. Zira Peygamber’den (s) sadır olan “ebedî tahrîm”den bir grup sahâbînin haberdar olmaması çok uzak bir ihtimal! “Onlara müt’anın neshedildiği haberi ulaşmamıştır” iddiası, her ne kadar bir “zorlama” ise de, ebedî haramlığı açıkça ifade eden Sebra hadisi, bizi bu zorlama iddiayı kabul etmeye zorluyor! Her hâl ü kârda bizler, Şâri’den bize ulaşan hükümlerle amel etmek zorundayız!!!”[114]
Görüyorsunuz! İbn Hacer önce insafa geliyor; akıl ve mantık çerçevesinde düşünüyor. Ancak bir de bakıyor ki asırlardır kendisine öğretilenlerle çelişecek; hemen toparlanıyor; aklın inkar edemeyeceği gerçekleri gözünü hiç kırpmadan feda edebiliyor! Taassup işte böyledir; gözü kör, kulağı sağır eder!
İbn
Hacer’in medet umduğu Sebra hadisini ise ilerde ele alacak ve iç yüzünü ortaya
koyacağız.
Varlığı
kesin olarak bilinen bir şeyin, yok olup olmadığı konusunda şüphelenildiğinde;
o şeyin varlığının devam ettiğine hükmedilir. Bunun usûl ilmindeki karşılığı “İstishâb”tır ve hukukta yaygınca
kullanılan en köklü prensiplerden birisidir. “Yakîn şek ile zâil olmaz”[115],
“Bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır.”[116],
“Berâet-i zimmet asıldır.”[117],
“Bir zamanda sabit olan şeyin, aksine delil olmadıkça bekâsına hükmolunur.”[118]
gibi kural ve kâideler, hep bu “İstishâb” prensibinin değişik ifadeleridir.
Basit bir örnek vermek gerekirse; Bir kimse abdest aldığını kesin olarak bilse,
ancak sonradan bozup bozmadığında şüpheye düşse; abdestli sayılır, şüphesine
itibar edilmez. Abdesti bozduğunu kesin olarak hatırlarsa; ancak o zaman
bozulur abdesti.
Bu
anlamda “İstishâb” bütün İslâm ulemasının ortak kabulüyle “huccet”tir, hukukta
delil olarak kullanılır.[119]
Müt’a
nikâhının cevazının “İstishâb”
deliliyle ispatı şu şekildedir: Bilindiği gibi, İslâm’ın Medîne döneminde bu
nikâhın Allah'ın Rasûlü’nün (s) izni ve bilgisi dahilinde “caiz” olup
uygulandığı kesin. Bunda hiç kimsenin en ufak bir kuşkusu yok! Bunun neshedilip
ortadan kaldırılıp kaldırılmadığı ise kesin değil; üzerinde derin kuşkular var.
Bir zamanlar câiz olup uygulandığı kesin olarak bilinen bir nikâhın
“haramlığına hükmetmek” için, neshedildiğinin kesin olarak sâbit olması lâzım.
Bu ise hiç mümkün değil! Dolayısıyla müt’a nikâhının cevazı hâlen devam eder.[120]
Müt’a nikâhının cevazı sadece kitap ve sünnet ile sabit bir hüküm değil! Bunun yanısıra aklî ve sosyolojik bir takım deliller / sebepler de söz konusu nikâhın meşrû olduğunu ortaya koyuyor. İşte bunlardan bazıları:
1.
Bilindiği gibi Allah insanı bir erkek ve bir dişiden yaratmıştır. Bu
yaratılanlar da, erkek yada dişi olmaları hasebiyle “cinsel arzu ve istek”
denen şehevî bir olguya sahiptir. Erkek ile dişide bulunan bu duygu tamamen
fıtrîdir; yaratılıştan gelir. Yüce yaratıcı bunu böyle dilemiştir.
Doğuştan
gelen bu duygu; cinsel arzu ve istek, şöyle yada böyle mutlaka karşılanacaktır.
Aksi halde yaratılışa aykırı tutum içine girilir! Bunun bir kadınla “bir ömür
boyu” bir arada kalarak giderilmesi gibi aklî bir zorunluluk yoktur. İnsan bu
ihtiyacını dilediği şekilde; ister bir ömür boyu, isterse süreli yapacağı bir
evlilikle pekâlâ karşılayabilir. Yeter ki bunun bir düzenlemesi, bir kuralı
olsun ve soyda karışım olmasın.
2.
Bir kişi dâimî nikâhla evlenip çoluk çocuk sahibi olmak istemeyebilir. Böyle
insanlar çoktur. Süreli nikâhın kapısını tamamen kapattığınız zaman, bu adam ya
zinaya sürüklenecek, yada süreyi içinde saklı tutup evlenecek; sonra da eşini boşayacak.
Bu durumda o kadına, varsa çocuklarına yazık olmaz mı? Halbuki baştan
karşılıklı rıza ile, hukuk dairesinde süreli evliliklerine izin verilse, bu iki
sakıncadan hiç birisi yaşanmayacak.
3.
Genç bir delikanlı, genç yaşta dâimî nikâhla evlenip de eve bağımlı kalmak ve
hemen çoluk çocuğa karışmak istemeyebilir. Bu gencin fıtrî cinsel duyguları da
bastırıyorsa, bunu “oruç tut”makla avutamazsınız. Önünü iki yoldan birine
açacaksınız: Geçici evlilik yada gayr-ı meşrû, başıboş cinsel ilişki, yani zina!
4.
Yıllarca evinden, eşinden ayrı kalmak zorunda kalan bir kişi düşünün: Bu insan
ya ikinci bir dâimî evlilik yapacak, yada evlilik dışı cinsel ilişkide
bulunacak, zinaya düşecek! Ekonomik şartlar yada ikinci bir dâimî evliliğin
sorumlulukları kendine ağır geliyorsa ne yapacak? Bu adamın zinaya düşmesine
göz mü yumulacak?
5.
Kadınların erkeklere oranla çok daha fazla olduğu bir nüfus dağılımı düşünün:
Bu durumda çözümünüz ne!? Bu kadınların da cinsel ihtiyaçlarının olduğunu inkar
etmiyorsanız; ya onları ömür boyu “kuma”lığa mahkum edeceksiniz, ya başıboş bir
cinsel bataklığa iteceksiniz, yada kendisine cinsel duygularını bastırması için
tavsiye ve telkinlerde bulunacaksınız! Allah aşkına; bunlardan hangisi gerçek
çözüm?
6.
Kadın tarafından kaynaklanan bir takım sebeplerle çocukları olmayan bir baba,
çocuk sahibi olmak istiyor ama ikinci bir dâimî evliliği kaldıramıyorsa; böyle
birisi için müt’a nikâhından daha güzel bir çözümünüz var mı?
Bu
aklî ve toplumsal sebepleri / gerekçeleri daha da çoğaltabiliriz. Bütün bunları
bir tarafa iter, erkek ve dişideki fıtrî duyguları görmezden gelirseniz;
gençliği iki toplumsal bataklıktan birine mahkum edersiniz: Bunlardan birisi
cinselliği tümüyle ortadan kaldırmayı amaçlayan geçici bir “ruhbanlık”, diğeri
ise “cinsel komünizm”, yani genel evleridir.[121]
Genel
olarak sünnî memleketlerde, hemen her şehre kurulan genel-evlerin gençlerle
dolup taşmasını nasıl izah edersiniz!? Bu gençlerin içinde İslâmî kaygısı
olmayanlar elbette az değil; ama hepsi mi öyle? Hepsi mi Kâfir ve imansız? Çoğu
müslüman evlâdı olan bu gençlerin o batağa düşmelerinin sebebi ne?
Mü’minlerin
Emîri İmam Ali @ ve onun has arkadaşı ve öğrencisi Abdullâh b. Abbâs ne kadar
da doğru söylemiş: “Şayet Ömer
müt’ayı yasaklamasaydı; pek az kişi dışında kimse zina etmezdi!”
“Müt’a”
nikâhına “haram” diyenlerin başında, hiç kuşkusuz Ehl-i Sünnet mektebi var.
Mektebin tamamı bu görüşte.* Bunun
yanısıra Mu’tezile ile Ehl-i Sünnet’e yakınlığıyla bilinen Zeydiyye mektepleri
de aynı görüşü paylaşıyor.
Ehl-i
Sünnet başta olmak üzere “Müt’a” nikâhına cevaz vermeyen tüm mekteplerin,
elbette bu iddialarını dayandırdıkları bir takım delilleri var. İşte onların
delilleri:
Onlar
bu konuda sadece Mü’minûn sûresindeki peş peşe gelen birkaç ayete dayanıyorlar.
Allah Teâlâ o ayetlerde şöyle buyuruyor:
“O mü’minler ırz ve
namuslarını korurlar. Sadece zevceleri ve sahip oldukları cariyeler müstesnâ.
Onlar bundan (ırz ve namuslarını eşlerine ve cariyelerine
açmakla) kınanmış da olmazlar. Kim bunun
dışında başka arayışlara girerse, işte böyleleri âdî / haddi aşmış
kimselerdir.” [Mü’minûn Sûresi: ayetler,5~7]
Ayetlerde
(yukarısıyla birlikte düşünülürse) felâha erecek gerçek mü’minler için, ırz ve
namuslarını, cinsel arzu ve isteklerini sadece iki sınıfa açabileceği, yalnız
onlarla cinsel ilişkiye girebileceği belirtiliyor: a. Zevceleri b.
Câriyeleri. Bu iki yolun dışında kalan cinsel ilişkiler haram kılınıyor;
yapanlar kınanıyor ve “âdî” oldukları söyleniyor. Ayetler bu konuda yeterince
açık.
Müt’a
nikâhıyla evlilik ve cinsel ilişki bu iki yolun dışında kalıyor. Çünkü müt’a
nikâhıyla evlenen bir kadın, kocasına “câriye” olmadığı gibi, bu nikâhta miras,
talâk (boşama), nesep ve iddet hükümleri bulunmadığı için, onun “zevcesi” de
sayılmaz! Dolayısıyla müt’a nikâhı bu ayetlerle haram kılınmış demektir.[122]
Cevap :
Ayetlerin cinsel ilişki için iki yoldan başkasını yasakladığı; bu iki yoldan
birisinin de “zevce = eş” olduğu zaten açık. Buna diyecek yok! Ancak müt’a
nikâhıyla evlenen bir kadının kocasına “zevce olmadığı” ise kup kuru bir
iddiadır; bu iddianın kayda değer hiçbir delili yoktur. Bunun temeli
“önyargı”ya dayanıyor. Biz “müt’a” nikâhıyla evlenen bir kadının da kocasına
“zevce” olduğunu söylüyoruz. Dolayısıyla ayetlerin konumuzla hiçbir ilgi ve
alâkası yok. Bu bir.
“Müt’a
nikâhında normal nikâhın miras, talâq vb. hükümlerinin bulunmadığı” iddiası ise
kısmen demagoji, kısmen de yalan! Demagojidir; çünkü bu mantığa göre, müslüman
bir erkek Ehl-i Kitâp’tan bir kadınla evlense, miras hukukunun karşılıklı
işlemesi lâzım! Oysa Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz de kitâbî olan bir kadınla
evliliği onaylıyor ve o kadının “zevce” olacağını kabul ediyor; ama karşılıklı
miras alış verişini kabul etmiyor!!! (“Müslüman kâfire, kafir de müslümana
mirasçı olamaz.” kuralı gereğince)
Talâk
(boşama) ise dâimî nikâhın hükümlerindendir, sırf nikâhın değil! Kaldı ki müt’a
nikâhında buna zaten gerek yok!
İddet
ve çocuğun nesebi konusundaki iddialar ise tek kelimeyle “yalan”! Bu tür
iddiaların gerçekle ilgisi yoktur. (I. Bölüm’e bakın)
İkincisi,
müt’anın Medîne döneminde uygulandığı konusunda kesinlik var. Söz konusu
ayetler ise Mekkî bir sûreye aittir. Yani ayetler, Mü’minûn sûresinin
ayetleridir ve bu sûre Mekke döneminde nâzil olmuştur. Bana söyler misiniz;
Mekke’de inen bir ayet, daha sonra Medîne’de uygulanan bir nikâhı nasıl
yasaklıyor, yada Mekke’de bu ayetlerle haram kılınmış bir yolu, Allah'ın Rasûlü
(s) nasıl açabiliyor!? Bir peygamber bu duruma nasıl düşebiliyor!? “Mezhebi
kurtarmak” uğruna Allah ve Rasûlü’ne iftiranın böylesi görülmüş mü!?
Üçüncüsü,
yukardaki iki açıdan, Hz. Âişe’nin müt’a nikâhının câiz olmadığını söyleyip
ardından bu ayetleri okuduğuna dair rivâyet*
de suludur! Ya Hz. Âişe’yi Allah ve Rasûlü’ne iftiracı yada “ne dediğini
bilmez” konumuna iteceksiniz, yahut da bu rivâyetin uydurma olduğunu söyleyip
duvara çarpacaksınız! Tercih sizin...
Bütün
bu sebeplerden dolayı, bu ayetlerle “müt’a” nikâhının haramlığına delil
getirmek mümkün değil. Mâlikîlerden Qâdî Ebûbekr b. el-Arabî, bu ayetlerle söz
konusu nikâhın haramlığına delil getirmeyi reddetmiştir.[123]
“Müt’a
nikâhı” için “haram” diyenlerin sünnetten delilleri şunlar:
1. İmam Ali @ :
“Allah'ın Rasûlü (s) Hayber günü
müt’a nikâhını ve evcil eşeklerin etini yemeyi yasakladı.”[124]
2. Seleme b. Ekva’ : “Allah'ın
Rasûlü (s) Evtâs günü üç günlüğüne müt’aya izin verdi; sonra yasakladı.”[125]
3. Abdullâh b. Ömer :
“Allah'ın Rasûlü (s) Hayber günü müt’a nikâhını (bazı
rivâyetlerde : ve evcil eşeklerin etini yemeyi) yasakladı.” [126]
4. Enes b. Mâlik : “Allah'ın
Peygamberi (s) müt’ayı yasakladı.” [127]
5. Câbir b. Abdillâh :
“Allah'ın Rasûlü (s) ile Tâif gazasına çıkmıştık. Orada bir
takım kadınlarla müt’a yaptık. Peygamber (s) bir ara kadınları yanımızda
görünce, sordu; biz de “müt’a yaptığımız kadınlar” cevabını verdik. Bunun
üzerine gazaba geldi; yüzü kızardı ve ardından müt’ayı yasakladı. Biz de buna
bir daha dönmedik.” [128]
“Allah'ın
Rasûlü (s) kendileriyle müt’a yaptığım kadınları görünce “Bunlar kıyâmete kadar haramdır!”
buyurdu.” [129]
6. Ebû Zerr el-Ğıfârî
: “Her iki müt’a da; yani kadın müt’asıyla hac
müt’asının her ikisi de yalnız bize mahsus idi.” [130]
“Kadınlarla
müt’a yapmak, Rasûlullâh’ın ashâbı için sadece üç günlüğüne helal kılındı. Daha
sonra Allah'ın Rasûlü (s) onu yasakladı.”
[131]
7. Ömer b. Hattâb : “Allah'ın
Rasûlü (s) bize müt’a için üç günlüğüne izin verdi; ama ardından yasakladı.
Allah’a yemin olsun ki; muhsan (evli) olupta müt’a yapan birisini duyarsam, onu
taşlarla recmederim!” [132]
8. Hâris b. Ğaziyye
el-Ensârî : “Allah'ın Rasûlü (s) Mekke fethinde üç defa “Kadınlarla
müt’a yapmak haramdır!” buyurdu.”
[133]
9. Ebû Hürayra : “Allah'ın
Rasûlü (s) Tebuk gazası esnasında müt’a nikâhını yasakladı.” [134]
(meâlen)
10. Zeyd b. Hâlid
el-Cühenî : “Ben ve arkadaşım, bir kadınla kısa bir süre için
müt’a yapma konusunda tartışıyorduk; sonunda anlaştık. Derken birisi gelerek,
bize Allah’ın Rasûlü’nün (s) müt’a nikâhını ... haram kıldığını haber verdi.” [135]
11. Sehl b. Sa’d
es-Sê’ıd’i : “Allah’ın Rasûlü (s) müt’aya, insanların ona çok
ihtiyacı olduğundan izin vermişti. Daha sonra yasakladı.” [136]
12. Ka’b b. Mâlik
el-Ensârî : “Allah’ın Rasûlü (s) kadınlarla müt’a yapmayı
yasakladı.” [137]
13. Sa’lebe b. Hakem
el-Leysî : “Peygamber (s) Hayber’in fethinde müt’ayı
yasakladı.” [138]
14. Sebra b. Ma’bed
el-Cühenî : “Allah'ın Rasûlü (s) Mekke’nin fethinde, müt’a
yapmaya bir süre için izin verdi. Sonra da:
“Ey insanlar! Ben size müt’a yapmanız için izin vermiştim;
artık Allah bunu kıyâmet gününe kadar haram kıldı...”
buyurdu.” [139]
Cevap :
1. Defalarca ifade ettik ki; müt’a
nikâhının Medîne döneminde uygulandığında hiç kimsenin en ufak kuşkusu yok!
Üstelik Ehl-i Sünnet kardeşlerimize göre; bu uygulama birkaç kez olmuş: İzin
verilmiş, yasaklanmış; ardından tekrar izin verilmiş, yine yasaklanmış!!! Şu
halde sırf “yasaklama” ifade eden hadislerle delil getirmek ve bunlara
dayanarak “müt’a nikâhı haramdır.” demek onlar için de mümkün değil. Zaten
konuya birazcık hâkim olanlar, müt’a nikâhının şu an haram olduğu konusunda,
gelmiş geçmiş ulemanın sünnetten yegâne dayanağının “Sebra” hadisi olduğunu
bilirler.
2.
Bu rivâyetlerin tamamı, hem müt’a nikâhıyla ilgili olduğunu ispat ettiğimiz
Nisâ sûresinin 24. ayetine, hem de müt’a nikâhının Allah'ın Rasûlü (s)
zamanında uygulandığını; yasaklayanın ise II. Halîfe Ömer olduğunu ifade eden
en sahih hadislere aykırı.
3.
İmam Ali’ye @ izâfe edilen bu rivâyetin asılsız ve bunun sorumlusunun da İbn
Şihâb ez-Zührî olduğunu daha önce ispat ettik.*
4.
Seleme hadisi de daha önce geçen**
ve Buhârî ile Müslim’in Hz. Câbir ile Seleme’den ortaklaşa rivâyet ettikleri,
bundan daha sahih hadise aykırı. Bu bir.
İkincisi,
bu rivâyetin râvîleri siqa sayılıyor. Ancak içlerinde bu tersliğin
kaynaklandığı bir râvî var: O da Abdülvâhid
b. Ziyâd el-Basrî. Abdülvâhid de siqa ve Buhârî ile Müslim’in ortak
râvîlerinden birisi; ama buna rağmen pek çok münker (gerçek dışı) hadislerinin
olduğu, Buhârî ile Müslim’in bu münker hadislerini rivâyet etmekten
çekindikleri ve hatta rivâyet ettiği hadislerin isnadlarında “tedlîs”* yaptığı ... Ehl-i Sünnet alimlerinin
itirafıyla sabit.[140]
Sözün kısası, bu rivâyet de Abdülvâhid’in münker ve şâzz** rivâyetlerinden birisi. Münker ve şâzz
rivâyetlerle amel edilemeyeceğini ise bilmeyen yok!
Üçüncüsü,
Evtâs muharabesi Mekke’nin fethinden iki ay kadar sonra olmuştur. İlerde, Sebra
hadisinin tahlilini yaparken de göreceğimiz gibi; Ehl-i Sünnet hadis alimleri,
müt’a nikâhının ebediyyen haram kılınışının Mekke’nin fethinde vukû bulduğunu
söylüyorlar. Şu halde Seleme’ye izâfe edilen bu rivâyet, Ehl-i Sünnet
alimlerinin kabullerine de aykırı. Çünkü, Mekke’nin fethinde müt’ayı ebedî
olarak haram kılan bir peygamber, iki ay gibi kısa bir süre sonra buna izin
verebilir mi!? Bu “densizlik” bir peygambere nasıl reva görülür!?
Kısacası
Seleme’ye izâfe edilen bu rivâyet asılsız.
5. Abdullâh
b. Ömer’e izafe edilen rivâyette, müt’a nikâhının “Hayber” fethinde
yasaklandığı ifade ediliyor. Oysa o gün böyle bir konunun hiçbir şekilde
gündeme gelmediğini daha önce (İmam Ali’ye izâfe edilen Hayber hadisinin
tahlili sırasında)* ispat
etmiş; bu iddiaların tamamen yanlış olduğunu, bunun ise İbn Şihâb ez-Zührî’den
kaynaklandığını söylemiştik. Çok ilginçtir; bu rivâyetin senedinde de İbn Şihâb
ez-Zührî’nin adı geçiyor! Onun bulunmadığı senedlerle gelen en sahih
rivâyetlerde; Abdullâh o gün sadece evcil eşeklerin yasaklandığını söylüyor![141]
Abdullâh b. Ömer’den gelen meşhur rivâyet bu.
Bu
meşhur rivâyet, Abdullâh’dan azadlısı Nâfi’ ile oğlu Sâlim; Nâfi’ ile Sâlim’in
her ikisinden Ubeydullah b. Ömer, sadece Nâfi’den ise Mâlikî mezhebinin imamı
Mâlik b. Enes ile İbn Cüreyc kanallarıyla geliyor. Dikkat edilirse; Nâfi’den üç
kişi rivâyet ediyor bu meşhur hadisi. Bu üç kişinin rivâyetinde sadece “evcil
eşeklerin etinin” yasaklandığı ifade ediliyor.
ez-Zührî,
“müt’a”yı da kattığı bu rivâyeti Sâlim’den aldığını söylüyor ve diğer hadis
hafızlarına bilinçlice ters düşüyor. Bu bakımdan rivâyet asılsız ve gerçek
dışıdır. Dolayısıyla huccet olamaz!
Söz
konusu rivâyetin bir başka isnadında da Ebû
Hanîfe bulunuyor ve o da bu rivâyeti Nâfi’den naklediyor. Ebû Hanîfe’nin
hadis alanında zabt ve hâfıza bakımından zayıf olduğu ise malum.[142]
Zaten o yüzden burada hata yapmış; Ubeydullah, Mâlik ve İbn Cüreyc’in Nâfi’den
yaptığı yukarıdaki meşhur rivâyete ters düşmüş!!
Böylece
İbn Ömer’e izafe edilen bu rivâyetin de münker ve şâzz olduğu anlaşılıyor.
Abdullah
b. Ömer’den rivayet edilen bu hadisi benzer lafızlarla Taberânî de rivayet
ediyor. Ancak onun da senedinde Mansûr
b. Dînâr et-Temîmî adlı çok zayıf bir râvî var.[143]
6.
Enes hadisini de Ebû Hanîfe İbn Şihâb ez-Zührî kanalıyla rivâyet ediyor! Ne
ilginç değil mi? ez-Zührî bu konuda hangi rivâyetin senedine takılsa,
yapacağını yapıyor! Ebû Hanîfe’nin hadisteki durumunu ise az önce gördünüz.
Kaldı
ki bu rivâyet sadece “yasaklama” belirtiyor ve bunun Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz
için de bir değerinin olmadığını daha önce ifade ettik.
7.
Câbir el-Ensârî’den gelen bu iki rivâyetin, yine kendisinden gelen; daha önce,
II. Bölüm’de naklettiğimiz en güçlü ve en sahih hadislere ters düştüğü
meydanda. Bu bakımdan kabulü imkânsız!
a.
Tâif hadisinin özellikle son kısımlarına dikkatlice bakın. Bakınca; bunun daha
önceki Câbir hadislerinin üçüncüsünden (c)
“uyarlama” olduğunu göreceksiniz. Bu rivâyette yasaklayanın “Allah'ın Rasûlü
(s)”, orada geçen en sahih rivâyetlerde ise “Ömer” olduğunu söylüyor; tersliğin
farkında mısınız!? Bu bir.
İkinci husus,
Tâif muhasarası Mekke’nin fethinden epeyce sonra vuku bulmuştur. Bu haliyle
rivâyeti, “Ebedî haramlık Mekke’nin fethinde vuku bulmuştur” diyen Ehl-i Sünnet
kardeşlerimizin kabulü de imkânsız görünüyor.
Üçüncüsü,
rivâyet [Câbir – Abdullâh b.
Muhammed b. Aqîl – Abbâd b. Kesîr el-Basrî ...] kanalıyla geliyor. Abdullâh
doğru sözlü, siqa bir râvî; ancak hâfızası zayıf.[144]
Abbâd ise Ehl-i Sünnet mektebinin
önde gelen hadis hâfızlarının ittifakıyla “zayıf”, “metrûk = hadislerine rağbet
edilmemiş”, “rivâyetlerine güvenilmez” bir râvî. Ahmed b. Hanbel onun için
“uydurma hadisler rivâyet eder!” diyor.[145]
Yani rivâyetin senedi tek kelimeyle “sakat”!
Şu
halde bu rivâyet de asılsız ve uydurma! Uydurup ortaya koyan da Abbâd’dan
başkası değil! Zaten İbn Hacer el-Asqalânî de bu rivâyetin “zayıf” olduğunu
söylüyor.[146]
b.
İkinci rivâyet de Hz. Câbir’den gelen en güçlü ve en sahih hadislere ters
düştüğü için münker ve şâzz! Hem müt’a madem ki kıyâmete kadar haram kılınmış
ve bunu da Hz. Câbir duymuş; o halde II. Halîfe zamanına kadar müt’a
yaptıklarını neden söylüyor? Bu bir küstahlık değil mi? Eğer Hz. Câbir’i iyi
tanıyorsanız; bu küstahlığı ona yakıştırabiliyor musunuz!? Bu bir.
İkincisi,
rivâyet [Câbir – Muhammed b.
Münkedir – İsmâîl b. Ümeyye – Ubeydullâh b. Ali – Sadaqa – Amr b. Ebî Seleme
...] kanalıyla geliyor. Amr Şamlı ve İbn Ma’în başta olmak
üzere hemen herkesin “hâfıza bakımından” “zayıf” saydığı bir râvî.[147]
Sadaqa, Abdullâh es-Semîn’in oğlu ve
o da Şamlı! Bu adamın da “zayıf” ve rivâyetlerinin “güvenilmez” olduğu, en önde
gelen hadis hafızlarının itirafıyla sabit.[148]
Ubeydullâh’ın kimliğini tespit
edemedim. Muhtemelen o da Şamlı!
Görüldüğü
gibi rivâyet, bu haliyle sened bakımından perişan ve asılsız! Ancak bize göre
bunun sorumluları yukardaki râvîler değil, İsmâîl
b. Ümeyye’dir. İsmâîl, her ne kadar Ehl-i Sünnet hadisçilerinin güvenini
kazanmış “siqa!” bir râvî ise de; bizce onun Emevî devlet erkanına aşırı
yakınlığıyla tanınması ona sâbıka olarak yeter de artar bile! Kendisi
Emevîlerin çok zâlim bürokratlarından Amr el-Eşdaq’ın torunu! Emevîlere
yakınlığı da buradan geliyor. Amr
el-Eşdaq, İmam Ali’ye ve Ehl-i Beyt’e alenen hakaret eden; bu yüzden de
lânetlik Yezîd tarafından Medîne valiliğine getirilen, Emevîlerin çok sevip
saydığı, hürmette kusur etmediği bir “zâlim”.[149]
Kısacası
bu uydurma rivâyetin vebali, böyle bir aileye mensup olan İsmâîl’e aittir.
İsmâîl kafasındaki düşünceyi doğrulatmak için böyle bir rivâyeti icat etmiş
olabilir.*
8.
Ebû Zerr hadisi [Ebû Zerr – Zeyd b.
Şerîk et-Teymî – oğlu İbrâhîm et-Teymî – Zübeyd b. Hâris ...] kanalıyla geliyor. Oysa İbrâhîm
et-Teymî’den aynı hadisi; a. Süleyman
b. Mihrân el-A’meş[150]
b. Ayyâş b. Amr el-Âmirî[151]
c. Beyân b. Bişr[152]
d. Abdülvâris b. Ebî Hanîfe[153] ile e.
Süleymân b. Tarhân et-Teymî[154]
de rivâyet ediyor. Ama bu beş râvînin beşi de söz konusu hadisi “Hac müt’asının sadece ashâba ait
olduğu” şekliyle rivâyet ediyor. Zübeyd’in rivâyeti bu beş siqa râvînin
rivâyetine aykırı olduğu için “şâzz”dır ve kesinlikle huccet değildir.
Buradaki
“şâzz olma” durumu ise Zübeyd’den değil, bu hadisi Zübeyd’den nakleden Fudayl
b. Merzûq’tan kaynaklanıyor. Zira Zübeyd diğerleri gibi gayet siqa bir râvî.
Üstelik Buhârî ile Müslim’in ortak râvîlerinden. Fudayl ise adâlet ve
sadâkatine güvenilen; ancak hâfıza bakımından “çok kusurlu” olduğu söylenen bir
râvî.[155]
Dolayısıyla
Ebû Zerr el-Ğıfârî hadisinin doğru şekli şudur: “Hacda müt’a sadece biz sahabeye mahsustu.” Bundan da maksat “hac aylarında umre yapmak” anlamına gelen
“müt’a” değil; “başlanılmış bir haccı yarıda kesip / bozup umreye çevirmek”
anlamındaki “müt’a”dır. Aksi halde bu hadisi doğru şekliyle bile kabul etmek
mümkün değildir.[156]
Ebû
Zerr’e isnâd edilen ikinci rivâyet ise [
Ebû Zerr – Abdurrahmân b. Esved en-Neha’î – Mâlik b. Miğvel – Huneys b. Bekr -
...] kanalıyla geliyor. Huneys zayıf bir râvî.[157]
Mâlik’in İmam Ali hakkında ileri
geri konuştuğu; dolayısıyla Ehl-i Beyt’e @ olumsuz yaklaştığı rivâyet ediliyor.[158]
Ayrıca senedde, Abdurrahmân ile Ebû Zerr el-Ğıfârî arasında isnâd kopukluğu
var. Dolayısıyla bu rivâyetin kabûlü de mümkün değil!
9.
Ömer’e izafe edilen bu rivâyet, “müt’a” nikâhını yasaklayanın Allah'ın Rasûlü
(s) olduğunu ifade ediyor. Oysa bundan daha sahih ve daha sağlam olan şu
hadisler yasaklayanın bizzat Ömer’in kendisi olduğunu açıkça ortaya koyuyor:
b.
Hz. Câbir hadisi
[160]
c.
Hz. Câbir hadisleri
[161]
d.
Imrân b. Husayn hadisi
[162]
e.
Saîd b. Müseyyeb hadisi[163]
f.
Ebû Qılâbe el-Cermî hadisi.[164]
g.
Urve de İbn Abbâs’a karşı müt’a nikâhının haram olduğunu savunurken, Allah'ın
sevgili Rasûlü’ne (s) değil; Ebûbekr ile Ömer’in icraatlarına dayanıyor![165]
h.
Aynı Urve diyor ki: Havle bt. Hakîm Ömer’in yanına girerek “Rabîa b. Ümeyye bir
kadınla müt’a yapmış; kadın da bundan hâmile!” dedi. Ömer hemen elbisesini
sürüyerek dışarı çıktı ve şunları söyledi: “Şu
müt’a yok mu; (yasaklamada) erken davranmış olsaydım, onları recmederdim!”
[166]
Her biri seçme olan ve sıhhatli olduğunda kimsenin kuşku duymadığı bu hadisler, müt’a nikâhını Allah'ın Rasûlü (s) değil; bizzat Ömer’in yasakladığını açıkça ifade ediyor. Bütün bunları görmezden gelerek “Müt’a nikâhını Allah'ın Rasûlü (s) yasakladı” demek apaçık bir inatçılık olmaz mı? Böyle bir tavır hangi insana yakışır!?
Burada
Râğıb el-İsfahânî’nin “el-Muhâdarât” adlı eserinde geçen çok ilginç bir olayı
aktarmadan geçemeyeceğim. Rivâyete göre Yahyâ b. Eksem, Basralı bir alime
“müt’aya cevaz verirken kime tâbi olduğunu” sormuş. O da “Ömer’e” demiş! Yahyâ
“Nasıl olur; Ömer bu konuda insanların en katısıdır! Halkın huzuruna çıkarak
“İki müt’a var ki; ...” demiştir.” deyince, Basralı alim cevabı yapıştırmış: “İyi ya! Onun şahitliğini kabul, haram
kılışını ise reddettik!”
[167]
Bütün
bunlar İbn Mâce hadisinin kesinlikle hatalı olduğunu ortaya koyuyor. Ayrıca Ebân b. Ebî Hâzim (Abdillâh) var bu
rivâyetin senedinde. Bu râvînin adâletine güveniliyor; ama hâfızasının zayıf
olduğu, bu yüzden de münker pekçok hadisinin bulunduğu... Ehl-i Sünnet hadis
alimlerinin itirafları arasında.[168]
Demek ki, müt’a nikâhını yasaklamayı Ömer’e değil de Allah'ın Rasûlü’ne (s)
izâfe etme hatası Ebân’ın zayıf hâfızasından kaynaklanıyor.
Şu
halde İbn Mâce hadisi “sanıldığı gibi” isnadı sahih bir rivâyet değil; münker
ve asılsız bir rivâyettir.
10.
Hâris
hadisi de meşhur hadis kaynaklarında yer almayan, müt’a ayetine ve “müt’a
nikâhına” cevaz veren onlarca sahih ve meşhur hadislere aykırı bir rivâyet. O
yüzden de kitaplarda bu rivâyetin üzerinde hiç durulmaz!
Kaldı
ki senedinde İshâq b. Abdillâh b. Ebî
Ferve var. Ehl-i Sünnet hadisçilerinin ittifakla zayıf ve metrûk saydıkları
bir râvî.[169]
Dolayısıyla Hâris adlı sahâbînin üzerinden bu rivâyeti becerleyenin kim olduğu
daha bir anlaşılmış oluyor.
11.
Ebû Hürayra rivâyeti de Allah’ın kitabına, Rasûlü’nün sünnetine ve sahabenin
tatbikatına tamamen aykırı. Bir defa bu rivâyetin başında Ebû Hürayra’nın
bulunması, onun reddedilmesi ve kaldırılıp atılması için fazlasıyla yeterli!*
Ayrıca senedinde Müemmel b. İsmâîl ile Ikrime
b. Ammâr adlı iki râvî var.
Müemmel’in
büyük bir hâfıza ve zabt sorununun bulunduğunu; dolayısıyla hadiste çok hatalar
yaptığını hemen herkes kabul ediyor.[170]
Ikrime’nin de Müemmel’den pek farkı yok.[171]
Dolayısıyla bu rivâyet, Ebû Hürayra’ya dokunmasak bile isnad bakımından sakat.
Bu
rivâyeti, hem Ikrime’nin hem de Müemmel’in durumundan söz ederken, ez-Zehebî de
kitabına almış. Ama insafa gelerek “münker” olduğunu söylemiş.[172]
İbn Hacer de “Her iki râvî hakkında da eleştiriler var!” diyerek aynı şeyi
ifade etmeye çalışmış![173]
Bu
ikisi, Kitaba, sünnete, sahabe ve tâbiînin tatbikatlarına aykırı bir rivâyeti
aktarmakla “hata” ettiklerini kanıtlamış oluyorlar. Böyle bir rivâyeti “hasen”
saymak tarafgirlik değildir de nedir?
12.
Zeyd b. Hâlid rivâyeti hem sadece yasaklamadan bahsediyor, hem de senedinde Mûsâ er-Rabezî adlı bir râvî var. Mûsâ
ittifakla zayıf ve rivâyetlerine güvenilmez bir râvî.[174]
13.
Sehl hadisi de tıpkı Zeyd b. Hâlid hadisi gibi. Bunun senedinde ise Yahyâ b. Osmân b. Sâlih el-Mısrî ile İbn Lehî’a var. Her ikisi de hadis
alimleri tarafından çokça eleştirilen, hâfıza bakımından çok zayıf râvîler.[175]
14.
Ka’b’dan rivâyet edilen hadisin durumu da yukarıdakilerden farksız. Senedinde Yahyâ b. Ebî Üneyse el-Cezerî adlı ittifakla zayıf, metrûk
bir râvî var.[176]
15.
Sa’lebe hadisinde, müt’a nikâhının Hayber’in fethinde yasaklandığı açıkça ifade
ediliyor. Bu ise kesinlikle doğru değil; târihî hakîkatlere tamamen aykırı.*
Bu yüzden kabul edilmesi imkânsız.
Diğer
yandan senedinde Şerîk b. Abdillâh
en-Neha’î adlı birisi var. Sadûq; ancak hâfıza bakımından çokça eleştirilen
bir râvî.[177]
Demek ki burada hata yapmış!
Sebra Hadisinin Tahlîli :
Sebra hadisi, Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin biricik dayanağı, darda kaldıklarında sığınıp medet umdukları yegâne delildir. Bu rivâyet adeta ilaç gibidir onlar için! O yüzden konuyla ilgili belli başlı kaynaklarda, müt’a nikâhından söz edilirken, “ebedî haramlığına sünnetten delil” deyince hep bu rivâyetin öne sürüldüğü görülür. Bu rivâyetin onların imdatlarına yetişip yetişemeyeceğini anlamak için, kendisini iki açıdan eleştireceğiz:
* Metin (içerik) tenkidi :
a.
Sebra hadisi; müt’a nikâhına açıkça cevaz veren ayete, Peygamberimizin (s)
meşhur hadislerine, sahabe ve tâbiînin yaygın olarak bilinen tatbikatına
aykırı. Ayeti, meşhur hadisleri ve sahabe ve tâbiînin tatbikatını sadece Sebra
hadisine feda etmek hangi akıl ve mantığa, hangi vicdana sığar!
b.
Bu
hadis sadece bir sahâbîden gelen bir hadistir ve “müt’a”yı Allah'ın Rasûlü’nün
(s) yasakladığını ifade ediyor. Oysa bu nikâhın Allah'ın Rasûlü (s) hayattayken
uygulandığına ve en son II. Halîfe Ömer b. Hattâb’ın yasakladığına dair
hadisler daha yaygın ve daha sahihtir. Dolayısıyla bu hadis, pekçok sahâbînin
rivâyet ettiği o hadislere de aykırı!
c.
Bu
hadisi Allah'ın Rasûlü’nden (s) Sebra dışında rivâyet eden olmadığı gibi,
Sebra’dan da oğlu Rabî’ dışında duyan eden yok! Böyle haberlere (hadislere)
usûl ilminde “haber-i vâhid” denir. Haber-i vâhid olan bir hadis ise hiçbir
zaman kesin hüküm ortaya koyamazlar. Bu usûl kuralını, bu alana birazcık gönül
verip ter dökmüş olan kimselerden bilmeyen yoktur. Bu haber-i vâhid olan hadis,
üstelik ayete, meşhur hadislere aykırı ise; siz düşünün!
d.
İnsanların namusuyla alâkalı böylesine önemli bir hadisi, herkesin mutlaka
duymuş olması ve bilmesi gerekirken, bundan sadece Sebra’nın haberdar olması
sizce tuhaf ve garip değil mi!? Böyle bir durumun “bir hadisin asılsız ve
uydurma olduğunu tanıma yollarından birisi” olduğunu[178]
hatırlatmaya gerek var mı!?
e.
Duruma bakılırsa, bu hadis kalabalığa hitaben söylenmiş. Sadece Müslim’in
rivâyetlerine bir göz atılırsa bu durum açıkça görülür. Böyle bir durumda ve
böylesi önemli ve hassas bir konuda söylenen bir hadisin, sadece bir kişi
tarafından rivâyet edilmesi, Ehl-i Sünnet hadis ve fıkıh alimlerinin
ittifakıyla “uydurma hadislerin” en temel alâmetlerinden sayılır.[179]
Bu ve benzeri
nedenlerle, bu hadisin Allah’ın Rasûlü (s) tarafından dile getirildiğini iddia
etmek imkânsızdır.
* Sened tenkidi :
a.
Hadisin Sebra’dan sadece oğlu Rabî’ kanalıyla geldiğini az yukarıda
söylemiştik. Müt’a nikâhının “ebedî olarak / kıyamete kadar” haram kılındığını
ifade eden bu rivâyet, çok ilginçtir, Rabî’dan sadece Abdülazîz b. Ömer
kanalıyla geliyor! Oysa aynı hadisi Rabî’dan şu yedi kişi de naklediyor:
1.
Leys
b. Sa’d
[180]
2.
Umâra
b. Ğaziyye
[181]
3.
İbn
Şihâb ez-Zührî
[182]
4.
Ebû
İshâq es-Sebî’î
[183]
5.
Amr
b. Hâris el-Mısrî[184]
6.
Rabî’in
oğlu Abdülmelik
[185]
7.
Rabî’in oğlu Abdülazîz
[186]
İşte
bu yedi hadis hâfızının Rabî’dan naklettiği hadislerde “kıyamete kadar” kaydı
bulunmuyor; sadece “yasaklamadan” bahsediliyor. Dolayısıyla Abdülazîz b. Ömer
hadisi bu şekilde rivâyet ederek, Rabî’in kendi çocukları dahil, diğer yedi
hadis hafızına ters düşmüş oluyor. Abdülazîz’i siqa[187]
sayarsak; rivâyetine “şâzz”, saymazsak “münker” adı verilir. Hadis usûlü
kitaplarının hangisine bakarsanız bakın; gerek “şâzz” ve gerekse “münker”
hadislerin zayıf ve merdût sayıldıklarını görürsünüz. Yani
bunlarla asla amel edilemez.
Bu durumda “kıyamete kadar haram olduğuna” dair rivâyet sadece Abdülazîz’in rivâyetidir ve burada hata yaptığı apaçık bellidir. Dolayısıyla bunun ilmî açıdan itibara alınacak hiçbir yanı yoktur. O zaman geriye sadece “yasaklanmış olduğundan” başka bir şey kalmıyor. Bu ise Ehl-i Sünnet alimlerinin de işine yaramaz. Çünkü onların büyük bir çoğunluğu müt’a nikâhının birkaç kez serbest bırakılıp ardından yasaklandığına inanıyor. Dolayısıyla onların işine yarayacak rivâyetin “ebediyyen, kıyamete kadar” haram olduğunu ifade etmesi gerekiyor.
b.
Üstelik bu şâzz olan Abdülazîz rivâyetinin sened kısmı da çelişkilerle dolu.
Buna “ızdırâb” deniyor hadis ilminde. Zira senedin birinde “Abdülazîz b. Ömer”
yerine “Ömer b. Abdilazîz” denmiş!
[188]
c.
Yedi hadis hafızının, içinde “kıyamete kadar” kaydı bulunmayan rivâyetleri de
metin bakımından bir hayli muzdarib! Yani metinde birbirini tutmayan ifadeler
var. Örneğin Umâra, Ebû İshâq, Amr ve Rabî’in iki oğlunun rivâyetlerinde olayın
Mekke fethinde vuku bulduğu ifade edilirken, Leys’in rivâyetinde yer ve zaman
belirtilmeden, sadece “yasaklama”dan bahsediliyor.
ez-Zührî’den
ise dört kişi rivâyet etmiş: 1.
Süfyân b. Uyeyne[189], 2.
Sâlih b. Keysân[190], 3.
İsmâîl b. Ümeyye[191]
ve 4. Ma’mer b. Râşid. Ma’mer’den de
iki kişi almış: İsmâîl b. İbrâhim b. Uleyye[192]
ve Abdürrazzâq b. Hemmâm[193].
Süfyân’ın
rivâyetinde yer ve zaman belirtilmeden sadece yasaklamadan bahsediliyor.*
Sâlih yasaklamanın Mekke’nin fethinde,
İsmâîl b. Ümeyye ise Vedâ haccında vuku bulduğunu ifade ediyor. Ma’mer ise;
kendisinden İsmâîl b. Uleyye’nin yaptığı rivâyette Mekke fethinden bahsederken,
Abdürrazzâq’ın rivâyetinde ise yer ve zamana hiç değinmiyor. İşte
rivâyetlerdeki düzensizlik!
Burada
İsmâîl b. Ümeyye’nin, diğer üç hâfıza aykırı davranarak, yasaklamayı “Vedâ
Haccı”na kaydırması hiç de anlamsız değil! İsmâîl’in nasıl bir adam olduğunu da
önce gördük.*
O bunu yaparken ileriyi düşünüyor; müt’a nikâhıyla alâkalı uygulamaların en
sonunda kaldırıldığını sözde ispat edebilmek, Allah'ın Rasûlü’nün (s) hayatını
“yasaklamayla” kapatabilmek için bu yola baş vuruyor!
Eee,
bu kadarı da olacak; çünkü İsmâîl’den bunlar beklenmez değil! Ancak İsmaîl
bütün bu entrikaları çevirirken; “iş yapıyor” olmanın verdiği sarhoşlukla, İbn
Şihâb ez-Zührî’nin yanısıra diğer altı hadis hafızının rivâyetlerine, ayrıca
ez-Zührî’den rivâyette bulunan üç büyük hadis hâfızına ters düştüğünü fark
edemiyor. Onların rivâyetlerinde “Vedâ Haccı” ilavesi yok. Öyleyse bu,
İsmâîl’in değil de kimin marifeti!?
Bu yüzden Ehl-i Sünnet hadis alimleri olayın “Vedâ haccı”nda geçtiğini; yasaklamanın o gün yapıldığını belirten rivâyetlerin “hatalı” olduğunu, doğrusunun ve meşhur olanın ise “Mekke’nin fethinde yasaklandığını belirten rivâyetler” olduğunu açık bir dille ifade ediyorlar. el-Beyheqî, Abdurrahmân es-Süheylî, İbn’ül-Qayyim el-Cevzî ve İbn Hacer el-Asqalânî bunlardan sadece birkaçı.[194] Dolayısıyla onlar bile İsmâîl b. Ümeyye’nin söz konusu rivâyetini kabul etmiyor.
d.
Böylesi bir ızdırâba (düzensizliğe) sahip bir rivâyeti, “müt’a nikâhı” gibi
önemli bir konuda delil olarak kullanmak büyük oranda cür’et ister. Çünkü böyle
bir rivâyetle haramı helal, yada helali haram kılmak çok zordur. Üstelik vebali
de çok ağırdır!
e.
Ehl-i Sünnet alimlerinin de itiraf ve kabulüyle, bu hâdise Mekke’nin fethinde
olmuş. Mekke’nin fethinde müt’ayı yasaklayan ve bunu “kıyamete kadar” diyerek
pekiştiren bir peygamber, nasıl oluyor da iki ay kadar kısa bir süre sonra,
Evtâs günü buna tekrar izin verebiliyor!? Bu ne biçim iş! Sırf mezhebi kurtarmak
uğruna, Allah’ın peygamberini böyle bir “dengesizliğe” ve “çelişkiye” itmek,
bunun sonuçlarına göz yummak hangi akıl sahibi müslümana yakışır!?
f.
Allah'ın Rasûlü (s) gerçekten müt’ayı kıyamete kadar yasaklamış olsaydı; yani
Sebra hadisi sahih bir hadis olsaydı; Buhârî böyle “ilaç gibi”bir hadisi
kaçırır mıydı? Kitabında bu hadise de yer vermez miydi? İbn Şihâb ez-Zührî,
Mâlikî mezhebinin imamı Mâlik b. Enes’in en önde gelen üstadlarından olduğu
halde; o bile -en azından- üstadı kanalıyla gelen Sebra hadisine “Muvatta’”
adlı eserinde yer vermiyor! Sebra hadisi “müt’a nikâhı ebedî olarak haramdır”
diyenler için son derece hayati değer taşıyor; dolayısıyla bizim buradaki
sorularımıza “Canım! Buhârî ve hatta Mâlik sahih olan her hadisi kitabına
alamaz ya! Buna imkan var mı ki!?” şeklinde bir cevap verilemez. Bu cevaba
sığınan ve bunun üzerine yatanlar, konunun önem ve ehemmiyetini ya
kavramamışlardır; ya da onlar bununla kendilerini avutuyorlardır.
Bütün
bunlar “Sebra Hadisi”nin de asılsız ve gerçek dışı olduğunu göstermesi
bakımından sanırım yeterli. Şu halde böyle bir hadise yaslanmak, bununla bir
helâli haram kılmak bir tarafa; “mekruh” kılmak bile mümkün değildir.
Velhâsıl,
biz Ehl-i Beyt (İmâmiyye) mektebi olarak şunları söylüyoruz: Yukarıda Ehl-i Sünnet
kardeşlerimizin en muteber kaynaklarında yer alan en sahih ve sahâbe arasında
fazlasıyla yaygın hadisler bizlere şu hakikatleri gösteriyor: Müt’a nikâhına
Allah Teâlâ izin vermiş, O’nun sevgili Rasûlü (s) hayatta olduğu sürece
uygulanmış. Bu uygulamaya I. Halife Ebûbekr zamanında da devam edilmiş!
Allah’ın kitabında, Rasûlü’nün sünnetinde olmasına rağmen bunu yasaklayıp haram
kılan; buna rağmen vazgeçmeyenleri cezalandıracağını söyleyen; hiç kuşkusuz,
II. Halîfe Ömer olmuştur!
Eğer
müt’a nikâhını yasaklayan gerçekten Allah'ın Rasûlü (s) ise, Ehl-i Sünnet
âlimlerinden bir çoğu neden “Müt’a nikâhını haram kılan / yasaklayan ilk kişi
Ömer b. Hattâb’tır.” diyor? Ebû Hilâl
el-Askerî, Celâl es-Süyûtî, el-Qalqaşendî ve el-Qırmânî; Ömer b. Hattâb’ın
müt’ayı haram kılıp yasaklayan ilk kişi olduğunu söylüyorlar.[195]
Yeri
gelmişken, Ömer b. Hattâb’ın “İki
müt’a var ki...” sözüne ilişkin,
el-Cessâs ile Fahruddîn er-Râzî’nin ortak açıklama / savunmasına değinmek
istiyorum:
“Ömer’in
bu sözü, Allah'ın Rasûlü’nün (s) konuyla ilgili “haram kılıcı / neshedici” bir
sünneti olmadan, sahabe huzurunda söylemesi; sahabenin de bu duruma sessiz
kalması düşünülemez! Aksi halde bu durum; hem o sözü söyleyeni, hem de dinleyip
de itiraz etmeyenleri küfre sokar; İslâm’dan uzaklaştırır.”
[196]
Yukarıda,
şimdiye kadar gözler önüne serdiğimiz onca sahih ve muteber delillere rağmen,
böylesine zavallı ve üzücü lafları, el-Cessâs gibi, er-Râzî gibi aklı başında
olduğunu sandığımız alimlere yakıştıramıyoruz! Çünkü bu sözleri “gözleri mezheb
taassubuyla perdelenmiş, basîreti körelmiş” kimselerin dışında kimseler
söyleyemez!
Ömer
b. Hattâb’ın madem bildiği bir hadis vardı; neden onu okumadı!? Okumadığı bir
tarafa; neden “Allah’ın kitabında ve
Rasûlü’nün sünnetinde olmasına rağmen ...”
diyor. Madem bu nikâhı Allah'ın Rasûlü (s) yasaklayıp haram kılmış; öyleyse
Ömer neden “... rağmen ben onları
yasaklıyor / haram kılıyorum! ...”
diyerek yasak koyanın ve haram kılanın kendisi olduğunu ifade ediyor. Yoksa
Ömer b. Hattâb ne dediğini bilmiyor mu?
Diğer
yandan; siz Ömer b. Hattâb’ın “eli sopalı” bir halîfe olduğunu unutuyorsunuz
galiba! Onun karşısında kim öyle ulu orta çıkıp itiraz edebiliyormuş!?
Kaldı
ki Ömer’e itiraz edenin olmadığını da nereden biliyorsunuz? II. Bölüm’de, müt’a
nikâhına cevaz veren sahâbîleri gördünüz. Bunlar sahabenin en önde gelenleri.
Bunların çıkardığı seslerin muteber olabilmesi için, mutlaka Ömer’in karşısına
dikilmesi mi gerekiyor!?
Bu
zavallı yorumlarla Ömer b. Hattâb’ı korumaya çalışanlar, birazcık olsun,
Allah'ın Rasûlü’nü (s) neden hiç düşünmezler!? Allah’ın sevgili peygamberini
çelişkiye ve dün dediğini bugün yalanlamaya mahkum edenler, o yüce peygamberi
bir sahâbîye feda ederken “bunun insanı nereye götüreceğini” neden akıllarına
getirmezler!? Yoksa Allah’ın peygamberi bir sahâbîden daha mı önemsiz!? Bu
türden maskaralıklara düşmenin sebebi ne?
Kaynaklarda, ashâb ve tâbiînden bazılarının “müt’a nikâhı”na karşı çıktıkları, buna asla izin vermedikleri ifade ediliyor. Şimdi tespit edebildiğimiz kadarıyla, bu görüşte olan sahâbî ve tâbiînin isimleri şunlar:
1. Ömer b. Hattâb :
Ömer’in müt’a nikâhına karşı çıkıp “haram” dediğine yer gök şâhit. Üstelik
“haram” diyenlerin öncülüğü de ona ait! Ebû Hilâl el-Askerî, Celâl es-Süyûtî,
el-Qalqaşendî ve el-Qırmânî; Ömer b. Hattâb’ın müt’a nikâhını haram kılıp
yasaklayan ilk kişi olduğunu söylüyorlar.[197]
2. Abdullâh b. Ömer :
Bir kimse Abdullâh’a gelerek, “müt’a” nikâhının hükmünü sorduğunda hemen
sinirleniyor; “Vallâhi, bizler Allah'ın Rasûlü (s) zamanında zinâ da etmedik,
sifâh ta!”[198],
bazı rivâyetlerde[199]
ise “Haramdır!” diyerek müt’a nikâhına bakış açısını ortaya koyuyor.
el-Cessâs’ın rivâyetinde ise “Sifâhtır!” cevabını vermiş![200]
Bu
rivâyetlerden Abdullâh b. Ömer’in de bu nikâha “olumsuz” yaklaştığı açıkça
anlaşılıyor. Zaten Abdullâh’a bundan başkası da yakışmaz; çünkü o babasının
oğlu!
Ancak,
Abdullâh b. Ömer’in “haramdır” fetvasıyla ilgili bu rivâyetlerden birisi, daha
önceki “Müt’anın Hayber günü yasaklandığına” dair rivâyetinin* içinde geçiyor. Orada söz konusu
rivâyetin sakat olduğunu; “Hayber” ile ilgili kısmın, İbn Şihâb ez-Zührî
tarafından bilinçlice sokulduğunu görmüştük!
3. Abdullâh b. Zübeyr
: Müt’anın cevazını ifade eden Sünnetten deliller başlığı
altında geçen Abdullâh b. Abbâs ve Esmâ bt. Ebîbekr hadislerinden, onun da
müt’a nikâhına şiddetle karşı çıkanlardan olduğunu anlıyoruz. Hatta İbn Ebî
Şeybe’nin sahih isnadla rivayetine göre; müt’a nikâhının zinadan farksız
olduğuna inanıyor![201]
4. Hz. Ebûbekr : Bu
konuda, Abdullâh b. Abbâs ile Urve’nin tartışmasını konu alan rivâyetten başka
bir rivâyet yok!* Bizce
bu rivâyete “Ebûbekr”in de sokulması Urve b. Zübeyr’in işi! Çünkü Urve, her ne kadar Ehl-i Sünnet
kardeşlerimizin son derece güvendikleri bir râvî[202]
ise de, bizce o sâbıkalı, hadisi kabul edilemez birisidir.[203]
Dolayısıyla Ebûbekr’in müt’aya karşı çıktığı doğru değil! Birazdan da
göreceğimiz gibi, alimlerin Ömer b. Hattâb’ı müt’ayı ilk yasaklayan kişi olarak
sunmaları; hem bunu Allah'ın Rasûlü’nün yasaklamadığını, hem de Ebûbekr’in bu
nikâha karşı çıkmadığını açıkça gösteriyor.
Hz.
Câbir’den gelen sahih hadislerden hareketle, onun müt’aya cevaz verenlerden
olduğunu bile rahatlıkla söyleyebiliriz. Aksi halde halîfeliği zamanındaki
“müt’a nikâhı” uygulamalarına asla göz yummazdı.
5. Hz. Âişe :
Müt’a nikâhına, Mü’minûn sûresinin ayetlerini okuyarak karşı çıktığına dair
rivâyet daha önce geçmişti.[204]
Orada bunun da aslının olmadığını
gördünüz!
Kısacası
güvenilir rivâyetler, sahâbeden sadece üç kişinin; Ömer, oğlu Abdullah ve
Abdullâh b. Zübeyr’in müt’a nikâhına karşı çıktıklarını gösteriyor.
1. Saîd b. Müseyyeb :
“Allah Ömer’e rahmet etsin; müt’ayı yasaklamasaydı zina açıktan yapılırdı!”[205]
diyerek o da müt’a nikâhının haramlığına inandığını ifade ediyor.
2. Urve b. Zübeyr :
Esmâ bt. Ebîbekr hadislerinden onun da kardeşi Abdullâh b. Zübeyr’den farksız
olduğunu anlıyoruz. Rivâyetlere göre Urve müt’a nikâhını “zinâ” ile eş değerde
görürmüş!!![206]
3. Hasen el-Basrî :
Diyor ki: “Müt’a sadece kazâ umresi*
sırasında, o da sadece üç günlüğüne helal kılındı. Ondan önce yada sonra hiç
helal kılınmadı!!!”[207]
4. Abdurrahmân b. Ebî
Amra : Sahabeden olan ve İmam Ali @ ile Sıffîn
muharabesinde “azgın çete”nin reisi Muâviye’ye karşı savaşırken şehîd düşen Ebû
Amra el-Ensârî’nin oğludur. Kendisi tâbiînin siqa râvîlerindendir.[208]
İbn
Şihâb ez-Zührî’nin rivâyetine göre -tabii ki doğruysa- o da müt’aya karşı
çıkanlardan.[209]
5. Rabî’ b. Sebra :
Sebra b. Ma’bed’in oğlu. O da siqa sayılmasına rağmen Buhârî’nin güvenini bir
türlü kazanamamış bir râvî. Zira Buhârî onun hadislerine kitabında hiç yer
vermemiş.[210]
Sebra
hadisinin kilit ismi / râvîsi olmasından, onun da müt’a nikâhına karşı olduğu
sonucuna varıyoruz. Belki de bu hadis Rabî’in işi! Çünkü bunu babası Sebra’dan
ondan başka hiç kimse rivâyet etmiyor. Bu durum ister istemez akla bir takım
şüpheler getiriyor.
6. Abdülazîz b. Ömer :
Ömer b. Abdilaziz’in oğlu. Onun da bu kanaatte olduğunu, Sebra hadisine yaptığı
özel katkı(!)lardan anlıyoruz.
7. Mekhûl ed-Dimaşqî :
Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz tarafından genel olarak siqa ve sadûq kabul edilir.
Ancak tedlisçiliği de bilinen bir husustur![211]
Şam
uyruklu fukahâdan sayılan ve İbn Şihâb ez-Zührî’nin gözde üstadlarından olan
Mekhûl da müt’a’nın “zinâ” olduğunu iddia etmektedir.[212]
8. İbn Şihâb ez-Zührî
: Ehl-i Sünnet hadis ve fıkıh ulemasının son
derece güvenip siqa saydığı[213]
bu adamın, aslında hiç de öyle olmadığını daha önce* gördünüz.
ez-Zührî’nin
bu görüşte olduğunu anlamak hiç de zor değil! İmam Ali’ye ve Abdullâh b. Ömer’e
isnâd edilen “Hayber hadisi”ne katkılarından dolayı onun da bu görüşte olduğunu
çıkarıyoruz.
9. İsmâîl b. Ümeyye :
Ehl-i Sünnet hadis ve fıkıh ulemasının son derece siqa saydığı, Buhârî ile
Müslim’in kendisinden bol bol hadis rivâyet ettiği [214]
İsmâîl’in de ne mal olduğunu daha önce*
görmüştük.
Hz.
Câbir’den rivâyet ettiği “müt’ayı kıyamete kadar haram kılan” rivâyetten ve
yukarıdaki Sebra hadisine olan katkılarından bu sonuca varmak hiç de zor değil.
10. İmam Ca’fer
es-Sâdıq @ : Bessâm es-Sayrafî İmam’a @ gelerek müt’anın
hükmünü soruyor ve sorduğu müt’ayı anlatıyor. O da “O şey zinadır!”
buyuruyor![215]
Öncelikle,
Hz. İmam’ın @ müt’a nikâhına cevaz verdiği gün gibi âşikârdır. O Ehl-i Beyt
mektebinin altıncı imamıdır ve bu mektebin bu konudaki tutumu, dost düşman
herkes tarafından bilinmektedir. İmam’ın müt’a nikâhı için neler söylediğini I.
bölümde gördük.
Diğer yandan,
rivâyete dikkat edilirse, Bessâm es-Sayrafî “Müt’anın hükmü nedir?” deyip
bırakmıyor. Ayrıca İmam’a sorduğu müt’ayı anlatıyor, özelliklerini söylüyor. O
da öyle bir müt’anın zinadan pek farkının olmadığını ifade buyuruyor. I.
Bölümde de gördüğümüz gibi, bu konuda taraflar arasında “kavram kargaşası” var.
Ehl-i Sünnet mektebinin kafasında canlandırdığı müt’a zaten zinadan farksızdır.
Rivâyetten anlaşılan o ki; İmam Ca’fer es-Sâdıq hazretlerine @ “Ehl-i Sünnet
tarafının düşündüğü müt’anın” hükmü sorulmuş; o da “Aynen zinadır!” cevabını
vermiştir.
Dolayısıyla
bu rivâyetten, İmam Ca’fer’in @ müt’a nikâhını -genel olarak- zinâ kapsamına
soktuğunu anlamak imkânsızdır.
Evet,
müt’a nikâhını “haram” sayan Ehl-i Sünnet alimlerine bakılırsa sahabe ve
tâbiînin tamamı müt’aya karşı! Neredeyse bu konuda ihtilaf yok! (Bu iddiaları
birazdan göreceksiniz.) Konuyu bu şekilde ortaya koymaya çalışanlardan hemen hiç
birisi; oturupta hangi sahâbîlerin ve tâbiînden kimlerin buna karşı çıktığını
söylememiş, bunun bir isim listesini sunmamış! Halbuki, biz kendi
araştırmamızdan ve bu esnada karşılaştığımız rivâyetlerden hareketle; ashâbdan
sadece 5, tâbiînden de 10 kişiyi tespit edebildik. Ebûbekr ile kızı Âişe’nin bu
halkaya bilinçlice sokulduğunu; Ebûbekr’i bu halkaya dahil etme işinin Urve’
ile ez-Zührî’nin başının altından çıktığını, Âişe annemizle ilgili rivâyetin
ise sulu olduğunu yukarıda gördük. İmam Ca’fer es-Sâdıq @ ile ilgili rivâyetin
tahlîlini de yaptık. Dolayısıyla geriye kalıyor; yalnız üç sahâbî ve dokuz
tâbiî! Onların da, müt’aya cevaz veren sahabe ve tâbiînin yanında hiçbir
kıymeti yok.
Buradaki
icmâdan kasıt, Ömer b. Hattâb müt’ayı tamamen yasaklayıp, yapanları
recmedeceğini açıktan ilan ettiğinde sahabenin susması; ona itiraz etmemesidir.
Böyle bir durum, istisnasız bütün sahabenin Ömer’i onayladığı (aksi halde
itiraz ederlerdi!) anlamına gelir ki; bunun adı Usûl ilminde “Sükûtî İcmâ”dır. Sükûtî icmâ ise
Hanefî, Mâlikî ve Hanbelî mezheblerinde “sarîh icmâ = herkesin açık görüş ileri
sürerek vardıkları icmâ” gibi dikkate alınır ve kesin delillerdendir.[216]
Şâfiîlerin de büyük bir çoğunluğu böyle bir icmâya “kesin delil” gözüyle
bakmasalar da, yine de dikkate alınması gereken bir “huccet” olduğunu
söylüyorlar.[217]
Müt’a
nikâhının haramlığının “icmâ” ile sâbit olduğunu, İmâmiyye mektebi dışında
bütün fukahânın bu konuda ittifaka varmış olduklarını az sayıda alim iddia
etmiyor! Hemen herkes “ağız birliği” ile “icmâ”dan söz ediyor! Ebû Ca’fer
et-Tahâvî, el-Cessâs, es-Serahsî, el-Merğînânî, el-Kâşânî, el-Mavsılî, İbn
Münzir, Ebû Süleymân el-Hattâbî, el-Hâzimî, el-Mâzirî, İbn Rüşd, Qâdî Iyâd,
en-Nevevî, Fahruddîn er-Râzî, el-Qastalânî ve Muhammed Ali es-Sâbûnî bunlardan
sadece bazıları.[218]
Cevap : 1. Sükûtî
icmânın “sarîh icmâ” kadar kesin bir delil gibi kabul edilişi; nihayet bir
fetvadır, ictihaddır. Bu konuda hiçbir nass (açık ayet yada hadis) yok. Ne
ayetten ne de hadisten, böyle bir suskunluğun “onaylama” anlamına geldiğini
ifade edecek hiçbir delil, savunanları tarafından bile henüz gösterilememiştir.
Hem
bu, akla, mantığa ve târihî gerçeklere de aykırı. Bir insanın her hangi bir
hadise karşısında susması, nasıl olur da o hadiseyi “onaylaması” anlamına
gelebilir? Birisinin yanlışını gördüğümüz halde ses çıkarmadığımız olmamış
mıdır? Özellikle karşımızdaki adam uyarıya gerek duymayacak kadar kaba ve
umursuz ise, siz ne yaparsınız? Hem böyle bir durumda “emr bil-ma’rûf ve nehy
anil-münker = iyiliği emir ve kötülükten nehiy” yapmak zorunda mıyız ki?
Diğer
yandan, karşımızdaki adamın köteği, zindanı, sürgünü ve hatta “siyaseten =
devletin yüksek menfaatleri için katl”i varsa herkesin o adama itiraz edeceğini
nasıl beklersiniz? Her insanın yapısı buna müsait mi? İnsanlar içinde cesurlar
ve korkusuzlar bulunduğu gibi, ürkekler ve korkaklar da bulunmaz mı?
Anlaşılan
siz, pekçok sahâbî ve tâbiînin, zamanın sultasından korktukları için hadis
rivâyet etmekten bile çekindiklerini bilmiyorsunuz! Abdullâh b. Mes’ûd gibi en
önde gelen bazı sahâbîlerin, sırf “hadis rivâyet ettiği” için Ömer b. Hattâb’ın
zindanlarında neredeyse çürümeye terk edildiğinden; onların Ömer ölünceye kadar
zindanlarda[219]
kaldıklarından haberdar mıydınız!? Bütün bunları bilen sahâbîler, nasıl Ömer b.
Hattâb karşısında rahat hareket edebilirler? Ve bu durum karşısında “sükût =
suskunluk” nasıl onaylamak ve olayı aynen kabullenmek anlamına çekilebilir?
İnsan memnuniyetsizliğini sadece diliyle mi belli eder?...
Bu
yüzden İmam Şâfiî başta olmak üzere, Dâvûd ez-Zâhirî, Îsâ b. Ebân, Ebûbekr
el-Bâqıllânî, İbn Hazm, el-Ğazzâlî, el-Beydâvî, Fahruddîn er-Râzî gibi pekçok
önde gelen İslâm hukukçusu, toplum psikolojisini göz önünde tutarak, böyle bir
suskunluğu itibara almamışlar, “Susana söz isnad edilemez” demişlerdir.[220]
Dolayısıyla böyle bir suskunluğu “onaylamak” olarak algılayamaz ve “sükûtî
icmâ” diye bir şey kabul edemeyiz.*
2.
Kaldı ki Ömer’e itiraz eden yok, demek gündüzün ortasında güneşin varlığını
inkar etmek gibi bir şey. II. Bölüm’de “müt’a” nikâhına cevaz veren pekçok
sahâbîden bahsettik. O listeyi de kendi kaynaklarımızdan değil, Ehl-i Sünnet
alimlerinin en muteber kaynaklarından derledik. Bütün bunları “yok” sayarak
“icmâ”dan söz etmek mümkün mü? Sahabeden yalnız üç tanesinin -açıkça- bu
kanaatte olduğunu az yukarıda gördünüz. Allah aşkına, 3 sahâbîye karşılık tam
16 sahâbî müt’aya izin veriyor; “câiz” olduğunu söylüyor! Mutlaka bir “icmâ”dan
söz etmemiz icab ediyorsa; ne taraftadır “icmâ”!
3.
İcmâdan kasıt “Sahabe ve tâbiînden sonra İslam ümmetinin icmâsıdır!” deniyorsa;
bu da doğru değil. Ehl-i Beyt imamlarının @ konuyla ilgili yaklaşımı herkesçe
malum. Onların katılmadığı ve onaylamadığı bir ittifak nasıl “icmâ” sayılır?
Allah'ın Rasûlü’nün (s) ümmetine her konuda yol gösterici olarak “emanet”
bıraktığı bir Ehl-i Beyt imamının yer almadığı icmâ ne anlam ifade eder ki?
İmam Ali’nin, İmam Muhammed el-Bâqır’ın ve İmam Ca’fer es-Sâdıq’ın muhalefeti
“muhalefet” olarak yetmez mi? Zamanlarının en büyük ilim ve takva sahibi
oldukları herkesçe tescil edilmiş bu tertemiz insanlar, yoksa bu ümmetten yahut
bu ümmetin müctehidlerinden değil mi ki; “katılıp-katılmadıkları” hiç hesaba
katılmıyor!?
Ehl-i
Sünnet mektebinin kendileri gibi düşünmeyen bizim gibi müslümanları “Ehl-i
Bid’at = Bid’atçi” saydığı biliniyor. Buna rağmen Ehl-i Sünnetten pekçok fakîh,
Ehl-i Bid’atten bile olsa, bir müctehidin muhalefetiyle icmânın
gerçekleşemeyeceğini, böyle bir ittifakın ümmeti bağlayıcı bir yönünün
olmadığını; “İcmâ için onların da muvafakat ve rızalarının şart olduğunu” açık
bir dille ifade ediyorlar.[221]
Öyleyse
Ehl-i Beyt imamlarının yer almadığı bir ittifak “icmâ” sayılamaz. Bu durumda
“müt’a” konusunda “icmâ”dan bahsetmenin hiç mümkünü var mı?
4.
Bu suskunluğun “icmâ” olduğunu var sayalım. Bu durumda sahabe, Ömer’in “müt’a
yapanları recmederim” sözlerine de katılmış oluyor. Bu durumda müt’a yapan
herkesin recmedilmesi gerekir! Halbuki Ehl-i Sünnet alimlerinin bile “recm”e
katılmadıklarını IV. Bölüm’de göreceğiz. “Müt’a” nikâhına ses çıkarmamalarını “icmâ”
sayıp, mahiyeti, yeri ve zamanı aynı olmasına rağmen “recm”i kabul etmemek,
ciddî bir ilim adamına yakışır mı Allah aşkına!?
5.
Aynı durum “hac müt’ası” için de geçerli. Ömer b. Hattâb o sırada, müt’a
nikâhının yanısıra hac müt’asını da yasaklıyor ve sizin iddianıza göre, sahabe
de bunu onaylıyor! Ancak, müt’a nikâhı söz konusu edildiğinde “icmâ” var diyen
Ehl-i Sünnet alimleri, “hac müt’ası”nı haram kabul etmiyor! Bu ne biçim çifte
standart! Delilin bir tarafını alıp öbür yüzünü görmezden gelmekle hangi
mantığa hizmet ediyorsunuz?*
Şu halde “müt’a”nın haram olduğuna dair “icmâ” diye bir şey yoktur! Ve böyle bir iddia delilden tamamen yoksundur.
Konuyla
ilgili en garip delillerden birisi de “nesh” iddiası! Bu iddiaya göre “Müt’a nikâhı her ne kadar bir zamanlar
uygulanmış olsa da; daha sonra neshedilmiş, hükmü ortadan kaldırılmıştır.” Bundan daha garibi ise bu konuda iki
neshin yaşandığı iddiasıdır! Yani müt’aya önce izin verilmiş; ardından
yasaklanıp hükmü kaldırılmış. Sonra bir daha serbest bırakılmış; tekrar
yasaklanmış![222]
Fakat
İmam Şâfiî’ye isnad edilen bu dönüşümlü neshi anlamak mümkün değil! Bu iş bu
kadar basit mi? Allah’ın hükümleriyle bu denli oynamak kimin haddine? Böyle bir
densizlik, bir peygambere nasıl reva görülür!? O yüzden el-Cessâs, es-Serahsî
ve İbn’ül-Qayyim gibi ilim adamlarının bu tür iddialara hiç de itibar
etmediklerini görüyoruz. Kendisi bir Şâfiî fakihi ve müfessiri olan er-Râzî de[223],
bu gibi sözlerin “muteber ulemanın sözleri olmadığını” belirterek; İmam Şâfiî’ye
izafe dilen o sözün aslının esasının olmadığını ifade etmiş oluyor.
Neshin
ne şekilde gerçekleştiği konusunda ise üç yaklaşım var:
“Müt’a
nikâhı”nın cevazını ifade eden ayet ve hadislerin yine bir takım ayetlerle
neshedildiği iddiası kitaplarda “dedi-kodu” şeklinde de olsa dolaşır, durur! Bu
konuda dört ayrı rivâyet var:
1. Abdullâh b. Abbâs :
Bu konuda kendisine izafe edilen rivâyeti daha önce gördük.[224]
2. Abdullâh b. Mes’ûd
: Bu büyük sahâbînin ise şöyle dediği rivâyet ediliyor: “Müt’a nikâhı; talâk, iddet, ve miras
(ayetleri) ile neshedilmiştir!” [225]
3. İmam Ali @ :
Rivâyete göre şöyle demiş : “Müt’a
nikâhı imkanı olmayanlar için idi. Nikâh, talâk, iddet ve miras ayetleri nazil
olunca neshedildi!” [226]
4. Ebû Hürayra :
Rivâyete göre diyor ki: “Müt’ayı
nikâh, talak, iddet ve miras (ayetleri) neshetmiştir!” [227]
5. Saîd b. Müseyyeb :
Diyor ki: “Müt’ayı mirasla ilgili
ayetler neshetmiştir!” [228]
Cevap :
Aklı başında, insaflı, etrafa kendi gözleriyle bakmasını bilen hiçbir kimsenin
kabul edemeyeceği şu sözde “hadis” olacak rivâyetlere bakın! Bakın da Allah ve
Rasûlü tarafından helal kılınan, sahabe ve tâbiînin cevazına fetva verip
uyguladıkları bir şeyi “haram”a çevirmek için, nelere başvurulduğunu bir
görün!!!
1.
Öncelikle, bu rivâyetleri “delil” diye sunan veya kitaplarında yer verenlerin;
hem ne kadar tefsir ve fıkıh usûlü bildikleri, hem de bu ilimlerin asıl kaynağı
durumunda bulunan İmam Ali @, Abdullâh b. Abbâs ve Abdullâh b. Mes’ûd gibi
büyük şahsiyetleri “cehalet”le suçladıkları anlaşılmaktadır! Okuyucuları “saf”
ve “aptal” yerine koymaları ise işin cabası!
Allah aşkına, bu alimler kimleri “kandırmaya” çalışıyor! Müt’a ayetiyle nikâh, talak, iddet ve miras ayetlerinin ne alâkası var? Ayetin birisi müt’a nikâhını işliyor; ötekileri ise genel olarak nikâhtan, talaktan, iddet ve mirastan bahsediyor. Bu ayetler arasında % 100’lük bir çelişki var mı ki “nesh”e gidiliyor? Müt’a nikâhında miras yok diye “miras ayetleriyle müt’ayı mensuh” sayan sizler, “kitap ehli olan bir kadınla evlenildiği vakit de mirasın söz konusu olmadığını” bilmiyor musunuz? Öyleyse neden “miras ayetleri, kitap ehli olan kadınlarla evliliği de neshetmiştir” demiyorsunuz? Böyle bir evliliğe hem “caiz” hem de “miras alamaz” dediğinizi kimlerden saklayabileceksiniz? Bu ne çifte standart!!!
2.
Müt’a da bir tür nikâh olduğuna göre “nikâh” ile ilgili ayetlerin onu
neshetmesi de ne demek oluyor?
3. Rivâyetlerde
“iddet” kelimesinin geçmiş olması da bu rivâyetlerin düzme olduğunu açıkça
kanıtlıyor. I. Bölüm’de de gördüğümüz gibi, müt’ada iddet var!
4.
Bu rivâyetler, daha önce geçen İmam Ali, İbn Abbâs ve İbn Mes’ûd’un müt’aya
cevaz verdiklerini açıkça ifade eden sahih hadislere de aykırı.
5.
Müt’a ayeti ve uygulaması tamamen husûsî (özel), nikâh, talâk ve miras ayetleri
ise umûmîdir, geneldir. Her genel hükmün bir istisnasının olabileceğini sizler
de kabul ettiğinize göre; buradaki tutumunuzun amacı ne?
6.
Nesh olayında nâsih’in (hükmü kaldıran delil) kesinlikle mensuh’tan (hükmü
kaldırılan delil) sonra gelmesi lazım. Burada ise öyle bir netlik ve kesinlik
yok. Böylesi “kuşkulu” ve “ne idüğü belirsiz” rivâyetlerle “nesh” yoluna
gitmek, siz de takdir edersiniz ki mümkün değil! Kaldı ki “nesh” olayında,
imkanlar elverdiği sürece, delillerin arasını bulmak ve uzlaştırmaya gitmek
temel bir kuraldır.[229]
Aralarını bulmak ve bir şekilde uzlaştırmak mümkün iken kesinlikle “nesh”e
gidilmez. Bu kuralı neden işletmiyor ve bu delillerin arasını bulmaya hiç
çalışmıyorsunuz!?
7.
Ayrıca, siz her ne kadar kabul etseniz de; bizler Kur’an ayetleri arasında
küllî neshi kabul etmiyoruz. Yani bir ayet başka bir ayetin hükmünü bütünüyle
kaldıramaz. Ama “tahsîs = umumdan istisnâ” anlamında “nesh” mümkündür; bunun
Kur’an’da da pekçok örneği vardır. Bu bir çelişki de sayılmaz. Yukarıdaki rivâyetlerde
geçen “nesh”in “tahsîs” anlamına alınması ve böylece aralarının bulunması
mümkündür.*
8.
Gelelim rivâyetlerin ayrı ayrı tahliline: İbn Abbâs ile Ebû Hürayra
rivâyetlerinin tahlillerini daha önce yapmış; “asılsız” olduklarını
ispatlamıştık. Abdullâh b. Mes’ûd’a izafe edilen rivâyetin senedinde ise; hem
ızdırâb (yani çelişkiler) var, hem de adları belirtilmeyen râvîler var. Bu
yüzden onun kabulü de imkansız!
İmam
Ali’ye isnâd edilen rivâyetin senedinde Mûsâ
b. Eyyûb ile ondan nakleden Abdullâh b. Lehî’a var. Mûsâ hâfıza
sorunu bulunduğu için, hadisleri münker (asılsız) olan bir râvî.[230] Abdullâh ise tedlîsiyle meşhur bir râvî. Bu
yüzden hadisçiler tarafından çokça eleştiriliyor.[231]
Böyle râvîlerin “an’ane”li, yani üstadından “an”=“den, dan” harfiyle rivâyet
ettiği hadisler makbul sayılmaz. Bu rivâyette de durum aynen böyle.
Dolayısıyla
İmam Ali’ye izafe edilen bu rivâyetin aslı esası yok! Zaten “zayıf” bir rivâyet
olduğunu Yahyâ b. Saîd el-Qattân da ifade etmiş bulunuyor.[232]
Saîd
b. Müseyyeb ise nihayet bir tâbiîdir; sözü delil ve huccet olacak birisi
değildir. Dolayısıyla bu rivâyet de kimseyi bağlamaz.
Neticede,
bütün bunlar tamamen “asılsız” ve sırf mezhebi kurtarmak uğruna îcât edilen
rivayetlerdir. Bunlarla “nesh”e gitmek insaf ve adâletle bağdaşmaz.
Yukarıdaki
ne idüğü belirsiz rivâyetlerle müt’a ayetinin neshedildiğine -haklı olarak-
yaklaşamayan bazı alimler, söz konusu ayetin “hadislerle” neshedildiğini iddia
ediyor! Ebû Abdillâh el-Mâzirî, İbn Hümâm vb. alimler bu kanaati taşıyor.[233]
“Hadisler”den kasıt ise, daha önce geçen, müt’a nikâhını haram sayanların
dayandığı “Sünnetten Deliller”dir.
Cevap : 1.
Konuyla ilgili rivâyetlerin her birini teker teker ele alıp bütün tahlilleriyle
birlikte inceledik. Bunlardan olsa olsa sadece “Sebra Hadisi” neshe elverişli
olabilir! Çünkü sadece onda “ebedîlik = kıyamete kadar” kaydı var! Yemen’in
ünlü alimlerinden Muhammed Ali eş-Şevkânî de bunu açıkça ifade ediyor.
eş-Şevkânî, Nisâ sûresinin ilgili ayetinin açık ifadesinden ve Abdullâh b.
Mes’ûd hadisinin ifadelerinden hareketle; müt’anın İslâm’ın ilk dönemlerinde
mübah = helal olduğunu ifade ettikten sonra “Ancak bu mübahlık bir takım
hadislerle neshedilmiştir!” diyor. Ardından Sebra, Abdullâh b. Abbâs (meşhur
fetvasından döndüğünü ifade eden a
şıklı Tirmizî’nin rivâyeti) ve Hayber ile ilgili İmam Ali @ hadislerine yer veriyor ve sonunda aynen
şunları söylüyor: “Bu konuda asıl huccet, müt’anın kıyamet gününe kadar haram
kılındığını ifade eden rivâyettir.”[234]
Bundan
da anlaşılıyor ki; onların “nâsih = neshedici” olarak yegâne dayanakları “Sebra
hadisi”. Onun da ne durumda olduğunu yerinde gördünüz. Böylesine şâibeli bir
rivâyetle, ayet, hadis, sahabe ve tâbiînin tatbikatıyla yer etmiş bir hükmü
kaldırmanın imkanı var mı? Bu hangi insafa, hangi vicdana sığar!?
2.
Sebra hadisinin tüm eleştirilerden sâlim olduğunu düşünsek bile; nihayet bir
kişinin rivâyetinden ibaret. Böyle bir rivâyetle “nesh”den söz edilebilir mi?
3.
Kaldı ki burada bir de “Sünnet’in Kur’an’ı nesh edip edemeyeceği” meselesi var.
Hadislerle neshi ileri sürenlerin bu yaklaşımı ise tamamen, “Sünnet’in Kur’an’ı
nesh edebileceği” ön yargısına dayanıyor. Oysa başta İmam Şâfiî ile Ahmed b.
Hanbel olmak üzere pekçok müctehid, Şâfiîler ve Hanbelîler, böyle bir şeyi kesinlikle
kabul etmiyor. Doğrusu da bu. “Sünnetin Kur’an’ı nesh edebileceğini” söyleyen
Hanefîlerle Mâlikîler ise, o sünnetin (hadisin) mutlaka “mütevâtir olması”
gerektiğini açıkça ifade ediyorlar.[235]
Dolayısıyla,
“Sebra hadisi” zaten “mütevâtir” olmak bir tarafa, meşhur bile olamadığı için,
onunla müt’a ayetinin neshi hiçbir şekilde mümkün değil!*
Yukarıdaki
nesh çeşitlerinden tatmin olamayan bir kısım alimler ise “icmâ ile nesh”den
imdât diliyor; böylece bataklığın birinden kaçalım derken, ondan daha büyük bir
bataklığa saplanıyorlar! Özellikle Hanefîlerin başvurduğu “nesh” bu çeşit
neshtir. Ebûbekr er-Râzî el-Cessâs, es-Serahsî, el-Merğînânî, el-Mavsılî,
Fahruddîn er-Râzî, İbn Abdirrahmân ed-Dimaşqî ve Abdülvehhâb eş-Şa’rânî bu yola
başvuranların en önde gelenlerinden.[236]
Cevap : 1.
Deve kuşları, düşmanlarından gizlenmek için başlarını kuma sokarlarmış! Bu
iddianın sahipleri de, etrafta olup biteni görüp duymamak için gözlerini
kapatıp kulaklarını tıkıyorlar; ardından “icmâ”dan ve “icmâ ile nesh”ten
bahsediyorlar! Sormak lazım onlara: Kafanızı kumdan çıkarıp etrafa bir göz
atmanın zamanı gelmedi mi? Yukarıda 30’a yakın sahâbî ve tâbiînin müt’aya izin
verdiklerini, sizin muteber kabul ettiğiniz kitaplardan derledik; bunları ne
zaman kabul edeceksiniz? Abdullâh b. Abbâs’ın fetvasından döndüğüne dair
rivâyetlerin tümüyle yalan olduğunu hâlâ anlayamadınız mı? Böyle acı(!)
gerçekler ortada dururken, icmâdan bahsetmek mümkün mü ki “icmâ ile nesh”ten
bahsediyorsunuz?
2.
Burada “Tamam, önce ihtilâf vardı; ancak daha sonra icmâ gerçekleşti ve önceki
ihtilafı ortadan kaldırdı” da diyemezsiniz. Çünkü: Birincisi, sonradan gerçekleşen bir icmânın, önceden var olan
ihtilâfı ortadan kaldırıp kaldıramayacağı bir hayli tartışmalı. Ahmed b.
Hanbel’e ve mezhebindeki temel yaklaşıma göre; sonraki icmâ, önceden var olan
ihtilâfı ortadan kaldıramaz. Şâfiîlerin, Zâhirîlerin, sözlerinden anlaşıldığı
kadarıyla Ebû Hanîfe ile öğrencisi Ebû Yusuf’un ve bazı Mâlikîlerin* yaklaşımı da bu. Daha çok Hanefîler
“kaldırır” diyor.[237]
İkincisi,
böyle bir durum da yok ortada! Sahabe ve tâbiînin ihtilafından sonra, günümüze
kadar hangi asırda icmâ gerçekleşmiş! Bu hayâlî icmâya kimler katılmış? Ehl-i
Beyt mektebinin (İmâmiyye) müctehid alimlerinin dışlandığı icmâ, meşrû ve
bağlayıcı bir “icmâ” olur mu ki? Yoksa sizler, “Muhammed’in ümmeti” denince
sadece kendinizi mi görüyorsunuz!?
3.
İcmâ olduğunu varsayalım. Pekî bu durumda ayet, icmâ ile nesh edilebilir mi?
Nesh Allah'ın Peygamberi’nin (s) hayatıyla sınırlı, icmâ ise ancak onun
vefatından sonra mümkün iken ve bu durum herkes tarafından bilinirken, nasıl
olur da “icmâ ile nesh”ten bahsedilir!? Bu iddiayı öne çıkaran Ehl-i Sünnet
alimleri, diğer taraftan “İcmâ nâsih yada mensûh olamaz” dediklerini[238]
ne çabuk unutuveriyorlar? Yoksa vakit, mezhebi kurtarma vakti mi?
Bütün
bu gerçekler karşısında İbn Hümâm, el-Merğînânî ve benzerlerinin “Müt’a nikâhı
icmâ ile mensûhtur!” ibaresini bu haliyle doğru bulmuyor ve “Yani icmânın
dayandığı delillerle mensûhtur. Aksi halde, icmânın nâsih yada mensûh olma
özelliğinin bulunmadığı malum.” diyerek düzeltme yoluna gidiyor.[239]
Sözü
edilen “icmâ”nın delili de olmadığına göre; kökü olmayan bir icmâ ile yola
çıkılmış demektir.
Bu
konuda kesin huccet daha önce geçen[240]
Câbir, Ömer ve Imrân hadisleridir. Hz.
Câbir bu nikâhın Allah’ın Rasûlü (s) zamanında uygulandığını, bu uygulamanın I.
Halife zamanında ve II. Halife döneminin ilk yıllarında da devam ettiğini;
sonunda II. Halife’nin bizzat kendisi tarafından yasaklandığını söylüyor.
Ömer
b. Hattab da iki müt’anın Allah tarafından helal kılındığını ve peygamber
efendimiz zamanında uygulandığını söyledikten sonra artık her ikisini de
kendisinin yasakladığını ve yapanları cezalandıracağını herkese açıkça ilan
ediyor!
Hz.
Imrân’ın sözleri ise daha bir açık. “Allah’ın kitabında
“müt’a ayeti” nazil oldu; Allah'ın Rasûlü (s) de onu bize emretti. Daha sonra
bunu nesheden bir ayet nazil olmadığı gibi, Allah'ın Rasûlü (s) de vefatına dek
bizi ondan menetmedi. (Yalnız) ondan sonra bir adam çıkıp kendi düşüncesiyle
dilediğini söyledi.”
İmam
Ali @ ile onun en yakın arkadaşı Abdullah b. Abbas’ın “Ömer müt’ayı
yasaklamasaydı...” sözleri de aynı gerçeği ifade ediyor.
Abdurrazzâq
b. Hemmâm, Ebû Dâvûd ve İbn Cerîr et-Taberî’nin Buhârî ile Müslim’in şartlarına
göre gayet sahih isnadla rivayetine göre Hakem
b. Uteybe de müt’a ayetinin “muhkem” bir ayet olduğunu; dolayısıyla neshin
kesinlikle söz konusu olmadığını ifade ediyor.[241]
Kısacası
her ne şekilde olursa olsun; müt’a nikâhının helalliğinin nesh edildiği
iddiaları, delil ve mesnetten tamamen yoksundur. Bunlar sırf mezhebi kurtarmak
için ileri sürülmüş boş laflardır.
Müt’a
nikâhının haram olduğunu ileri sürenlerden “Hz. Ömer’in icraatını” da delil
gösterenler olabilir! Ömer b. Hattâb’ın icraatının huccet (bağlayıcı delil)
olduğu ise başlıca iki hadise dayandırılabilir:
1. “Benim sünnetime ve benden sonraki râşid –
mehdî halîfelerin sünnetine tâbi olun...” [242]
2. “Benden sonra iki kişiye; Ebûbekr ile Ömer’e
uyun!!!” [243]
Cevap : 1.
Gerek Ebûbekr ve gerekse Ömer’in kendi hilafetleri döneminde Allah’ın kitabına
ve Rasûlü’nün sünnetine aykırı pekçok uygulamaların olduğu bir gerçek.
Özellikle II. Halife’nin bu türden icraatları saymakla tükenmez! Bu husus Ehl-i
Sünnet alimlerince “prensip” olarak pek kabul edilmese; onların tarih ve hadis
külliyatı bu türden bir yığın örneği, hem de en sahih ve güvenilir senetlerle,
içinde taşıyıp durmakta!* Ömer
b. Hattâb’ın müt’a nikâhıyla ilgili icraatı da bu türden.
Sorarım
sizlere: Bir peygamber, icraatlarıyla Allah’a ve Rasûlü’ne muhalefet eden
birisini bizlere tavsiye eder mi? Bizlerden onlara uymamızı ister mi? Bu
durumda kitap ve sünnetin hali ne olacak!? Böyle bir tavsiye ve direktif,
nübüvvet makamını sarsmaz mı? Bu türden yaklaşımlarla Allah'ın Rasûlü’nü (s)
töhmet altına sokmak iman ve insafa sığar mı? Akıl, mantık bunu kabul eder mi?
2.
Allah'ın Rasûlü (s) “Ebûbekr ile Ömer’e uyun!” demiş olsa bile bundan ne
anlarsınız? Böyle bir ifadeden Allah’ın kitabına ve Rasûlü’nün sünnetine aykırı
icraatta bulunsalar bile onlara uymamız gerektiğini çıkarabilir misiniz? Bizler
bile (oniki imam dahil) ondört ma’sûmun*
tüm söz ve davranışlarının bizleri “bağlayıcı” olduğunu söylerken, “Allah’ın
kitabına ve Rasûlü’nün sünnetine aykırı düşseler de; durum böyle!” demiyoruz.
(Kaldı ki, onların hayatında kitap ve sünnete aykırı hiçbir icraat yoktur;
bunun tek bir örneğine bile şimdiye kadar tesadüf edilmemiştir!)
3.
Birinci hadise bir diyeceğimiz yok! Bu hadisin ifade ettiği mesaj da doğru,
isnadı da sahih. Fakat hadisten maksat, bazı “uyanık akıllıların” anladığı
gibi; “Dört halife” değildir! Çünkü hem onlardan bazılarının; özellikle II.
Halife Ömer ile III. Halife Osman’ın, Allah’ın kitabına ve Rasûlü’nün sünnetine
aykırı pekçok icraatları var, hem de bu halifelerin kendi aralarında bile
pekçok konuda “görüş birliği” yok! Bütün bunlar “râşid” ve “mehdî = hidayet
kaynağı, kılavuz” olan insanlara yakışır mı!? Böyle insanlara mı uymamız
tavsiye edilecek? Hiç bunun olur tarafı var mı?
Hadisten
maksat hiç kuşkusuz; bizim kabul ettiğimiz “oniki imam”dır ve diğer bazı
hadislerde bu rakam aynen geçer![244]
Gerçek anlamda “râşid” ve “mehdî” olan halifeler (halife olması gereken
imamlar) onlar!
4.
İkinci hadis ise; kendisinden kat kat güçlü, gayet sahih olan “Seqaleyn hadisi”ne aykırı. 30’a yakın sahâbî tarafından rivâyet edildiği[245]
için “mütevâtir” kategorisine yükselen bu hadis-i şerife göre; Allah'ın Rasûlü
(s) şöyle buyuruyor:
“Sizlere iki paha biçilmez emanet
bırakıyorum; onlara sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapmazsınız: Allah’ın
Kitabı ve benim ıtretim (soyum), Ehl-i Beytim.
Onlar havuz başında benim yanıma varıncaya dek
birbirlerinden asla ayrılmayacaklar! Onun için benden sonra onlara nasıl
davranacağınıza iyi dikkat edin.” [246]
Bu
hadis-i şerif, Allah'ın Rasûlü’nün (s) bizlere
başkasını değil; “seqaleyn”i yani Allah’ın kitabı ile Ehl-i Beyt’i bıraktığını
açıkça ifade ediyor. Dolayısıyla Allah’ın kitabı ile Rasûlü’nün sünnetinden
sonra, bizleri söz ve davranışlarıyla bağlayan sadece Ehl-i Beyt’tir! Bu durum,
“Ebûbekr ile Ömer’e uyun!” rivâyetinin asılsız olduğunu ortaya koyuyor.
5.
Ayrıca bu ikinci hadis, bazı rivâyetlerde şöyle devam ediyor: “...
Ammâr b. Yâsir’in yoluna tâbi olun.
Abdullâh b. Mes’ûd’un sözlerine sarılın.” [247]
Bilen
ve anlayanlar için, bunlar hadisin sıhhatine ve güvenilirliğine engel olan
durumlardan sayılır. Zira gerek Ammâr’ın ve gerekse İbn Mes’ûd’un ilk iki
halifeye hiç uymayan “ters” düşünce ve ictihadları var! O zaman biz kimi tercih
edeceğiz? Yerinde de gördük ki; İbn Mes’ûd müt’a nikâhına “evet” diyor; Ömer b.
Hattâb ise “hayır”! Şimdi biz ne yapacağız!?
Kaldı
ki Ebûbekr’in müt’a nikâhına cevaz verdiği daha ağır basıyor. Bunu sebepleriyle
birlikte yukarıda izah ettik. Bu durumda da Ebûbekr’e mi yoksa Ömer’e mi
uyacağımız belli değil!
Allah
aşkına böyle hadis olur mu? Bir peygamber hiç böyle “çelişkilerle dolu” bir söz
söyler mi!?
6.
Söz konusu ikinci rivâyetin sened bakımından tahliline gelince; Huzeyfe hadisi [ Huzeyfe – Rib’î b. Hırâş – Abdülmelik b. Umeyr ...] yoluyla geliyor. Abdülmelik, hadis hafızlarına göre âdil birisi; ama büyük oranda
hâfıza sorunu var. Üstelik tedlîs (rivâyet ettiği hadislerin kabul görmesi için
sened ve metninde oynama) ile suçlanıyor![248]
Ayrıca gerek Abdülmelik ile Rib’î, gerekse Rib’î ile Huzeyfe arasında senedde kopukluk var! Bundan dolayı el-Bezzâr
ile İbn Hazm bu hadisin sahih olmadığını, Ebû Hâtim ise illetinin bulunduğunu[249]
ifade ederek; Huzeyfe’ye izafe edilen bu rivâyetin “zayıf” olduğuna dikkat
çekiyorlar. O halde Hâkim ile ez-Zehebî’nin bu hadis için “sahih”, Tirmizî’nin
de “hasen” demesi gerçeği hiçbir zaman yansıtmıyor!
Abdülmelik ile Rib’î arasındaki kopukluğu, İbn Sa’d ile Hâkim’in (aynı sayfalardaki) bir rivâyeti gidermekte. Buna göre arada “Rib’î’nin azadlısı Hilâl” adında birisi bulunmakta. O da kimliği ve kişiliği hakkında pek bilgi sahibi olamadığımız birisi.[250]
İbn
Sa’d’ın bu Huzeyfe hadisini değişik bir isnadla da rivâyet etmiş olduğunu
görüyoruz: [ ...Rib’î b. Hırâş – Amr
b. Herim el-Ezdî – Sâlim Ebul-Alâ el-Murâdî ...] Ancak Sâlim el-Murâdî genellikle
“zayıf” sayılan bir râvî olduğu[251]
için bu isnadı da itibara almanın yolu yok!
Abdullâh b. Mes’ûd’a
izafe edilen rivâyetin isnadı ise şu şekilde: [ İbn Mes’ûd – Ebüz-Ze’râ Abdullâh b. Hâni’ – Seleme b. Küheyl –
oğlu Yahya – oğlu İsmâîl – oğlu İbrâhîm ...] Bunlardan Yahyâ[252],
oğlu İsmâîl[253]
ve onun da oğlu İbrâhîm[254]
Ehl-i Sünnet hadis alimlerinin “zayıf” dediği râvîler. Ebüz-Ze’râ üzerinde ise değişik görüşler var: Buhârî zayıf
sayanlardan![255]
Böyle
bir rivâyeti Hâkim’in “sahih”, Tirmizî’nin ise “hasen” sayması doğru mu? Bu
yüzden ez-Zehebî Hâkim’in hükmüne itiraz ederek “senedi tamamen çürük!” diyor[256]
ve rivâyetin sakatlığını ortaya koyuyor.
Bütün
bu anlatılanlardan çıkan net sonuç şu: Kitap ve sünnette “Halîfe Ömer’in söz ve
icraatları bizi bağlar” diye bir hüküm olmadığı gibi, böyle bir hayali hükmün
hiçbir dayanağı da yok! Zaten müctehid alimler içinde “Ebûbekr ile Ömer’in
icraatları bizim için huccettir!” diyen de yok! Dolayısıyla Allah’ın kitabı,
Rasûlü’nün sünneti ve sahabe ve tâbiînin meşhur tatbikatıyla sabit olan bir
hükmü, kimsenin hatırına terk edemeyiz!
Not :
Alâüddîn Kuşçu’nun, Ömer b. Hattâb’ın iki müt’ayı haram kılarken sarfettiği
sözleri doğrulamak ve Allah'ın Rasûlü’ne (s) karşı halifeyi haklı çıkarmak için
“Bu, halifeye zarar verecek durumlardan
değildir! Çünkü bir müctehidin, ictihâdî meselelerde bir başkasına muhalefet
etmesi bid’at sayılmaz!!!”[257]
demesi; II. Halife Ömer’i bu sözlerle savunması ise anlaşılır gibi değil!!!
Sormak
lazım bu Kuşçu’ya: Allah ve Rasûlü’nün müt’a nikâhını açıkça helal kılarak,
uygulanmasına bizzat izin verdiği herkes tarafından bilinmiyor mu? Böyle bir
şeye “ictihâdî” denebilir mi? “İctihâdî” derken deliliniz ne? “İctihâdî alan”
dendiğinde; bundan “hakkında kesin ve açık delil bulunmayan, tartışmaya açık
alan” anlaşılmaz mı? Siz Allah ve Rasûlü tarafından açıkça helal kılınan bir
konuya “ictihâdî” diyerek neyi amaçlıyorsunuz? Allah'ın Rasûlü’nü (s) sıradan
müctehidlerin kefesine koyarak, sonradan geleceklere “Peygambere muhalefet
kapısını” açmayı mı düşünüyorsunuz?
Peygamberler
için “ictihad” diye bir şey söz konusu değildir bize göre! Bize göre
peygamberler daima vahyin kontrolü altında bulunurlar. Onların İslâm adına
ortaya koydukları her şey “vahiy” mahsulü sayılır. Onların “ictihad”
edebileceğini kabul eden Ehl-i Sünnet mektebine göre de; Peygamber Efendimiz
(s) çözülmesi gereken yeni bir konuyla karşılaştığında bir süre vahiy bekler.
Vahiyden ümidini keserse ictihadıyla karar verebilir. Qâdî Iyâd, Fahruddîn
er-Râzî, el-Beydâvî ve Tâc es-Sübkî gibi usulcü alimlere göre; Allah'ın
Rasûlü’nün (s) ictihadla vardığı sonucun hataya ihtimali yoktur. en-Nevevî,
“muhakkik ulemanın görüşü budur.” diyor. “Hata ihtimali vardır.” diyenlere göre
ise; onun ictihad ile vardığı hüküm Allah tarafından düzeltilmez, herhangi bir
“uyarı” almazsa; Allah'ın Rasûlü (s) o konuda isabet etmiş (doğruyu yakalamış)
ve Allah tarafından da onaylanmış sayılır. Artık bundan sonra hiçbir kimsenin o
konuda Allah'ın Rasûlü’ne (s) muhalefet etmesi caiz olmaz, kesinlikle haram
olur.[258]
Sonuç itibariyle her iki taraf da, Allah'ın Rasûlü’nün (s) ictihadıyla varmış
olduğu hükmüne muhalefet etmeye kesinlikle izin vermiyor!
Ey
Kuşçu! Sen bunları daha önce hiç duymadın mı yoksa!? Bu durumda, Ömer’in
icraatı, Allah’ın hükmüne karşı “ictihad” olmaz mı? Nass (açık ayet ve hadis)
karşısında “ictihad” yapmanın haram olduğunu bilmiyor musunuz!? Sizin ağzınız
bu sözleri sarfederken aklınız nerede? Bu ne sarhoşluk ve ne dediğini
bilmezlik? Siz hiç Allah’tan korkmaz mısınız bunları söylerken? Allah'ın
Rasûlü’nün (s) bir “Ömer” kadar haysiyeti, izzet ve şerefi yok mu sizin
yanınızda!? Bu sözleri sizden başka söyleyen var mı? Varsa; nerede, ne zaman
yaşamış? Onu kimler görmüş? Siz bunu yaparken ne kötü bir çığır (bid’at)
açtığınızın farkında mısınız? Hem bunun günahını, hem de kıyamete kadar sizin
bu yolunuzu izleyecek olanların günahını taşımaya hazır mısınız!?
Bir
an Kuşçu’ya hak verip, Allah'ın Rasûlü’nün (s) ictihadla vardığı hükme
muhalefetin “câiz” olabileceğini kabul etsek bile; “İctihâd ictihâd ile
nakzolunmaz” diye bir temel usûl kuralı var.[259]
Yani, bir müctehidin “ictihad” ile vardığı bir hüküm, Allah’ın kitabına ve daha
başka kesin delillere aykırı olmadıkça, bir başka müctehidin hükmüyle
bozulamaz, yürürlükten kaldırılamaz. Dolayısıyla önceki ictihadın yürürlüğü ve
geçerliliği devam eder.
Bu
durumda; Allah'ın Rasûlü (s) müt’anın cevazına “ictihad” ile ulaşmış ve bunu
karara bağlamışsa, bu hüküm Ömer’in ictihadıyla yürürlükten kaldırılabilir mi?
Biz halen Allah'ın Rasûlü’ne (s) uyamaz mıyız?
Kısacası,
Kuşçu’nun bu sözünün hiçbir değeri, akıl alır bir tarafı olmadığı için; tutup
duvara çalmaktan başka yapacağımız yok!
Müt’a nikâhı için “haramdır” diyenlerin aklî ve sosyolojik delillerinin de olduğu inkar edilmez! Onların ileri sürdükleri bu delilleri ise şu şekilde sıralayabiliriz:
1.
Müt’a nikâhında talak, iddet, neseb ve miras gibi hukûkî hükümler cereyan
etmez. Oysa bunlar normal bir nikâhın hükümlerindendir. Bu bakımdan müt’a meşrû
bir evlilik sayılamaz![260]
2.
Nikâh şehveti teskin etmek için değil; sadece ırz ve namusu korumak ve
çoluk-çocuk sahibi olmak için meşrû kılınmıştır. Müt’ada ise çoluk çocuk sahibi
olmak diye bir şey yoktur; sırf şehveti teskin vardır! Bu açıdan da müt’a
nikâhı meşrû bir nikâh değildir.[261]
3.
Zinada meniyi boşa verip israf etmek vardır ve bu yüzden de “sifâh” adını
almıştır. Müt’a nikâhında da durum bundan farksızdır. Dolayısıyla müt’a nikâhı
bir tür zina ve sifahtır. Bu bakımdan meşrû olması imkânsızdır![262]
Abdullah
b. Zübeyr, Abdullah b. Ömer, Saîd b. Müseyyeb, Urve b. Zübeyr ile Mekhûl müt’a
nikâhına zina ve sifah gözüyle bakanlardan! Hanefîlerden Ebûbekr er-Râzî
el-Cessâs bunlara büyük sahâbî Abdullâh b. Abbâs’ı da dahil ediyor ve bu görüşü
hararetle savunuyor![263]
4.
Müt’ada özellikle kadın açısından onur kırıcı, aşağılayıcı bir durum vardır.
Namus adeta pazarlık konusu edilmekte ve para karşılığı satılmaktadır!
5.
Dâimî (süresiz) nikâhı bir şeyi tümüyle satın alıp mülk edinmeye, müt’a
nikâhını da icâra akdine, yani bir süreliğine kiralamaya benzetebiliriz. Zira
dâimî nikâhta, meselâ zaman şartı öne sürülemez; satın almada da durum aynıdır.
“Şu malı iki aylığına satın alıyorum” denmez. Müt’a nikâhında ise zaman şartı
koşma durumu vardır; bu bakımdan “Şu malı iki aylığına kiralıyorum.” demeye
benzer. Oysa ırz ve namusun belli bir süreyle kiralanması doğru değildir![264]
Cevap : Özellikle Hanefîlerden Ebûbekr er-Râzî el-Cessâs’ın bayraktarlığını yaptığı bu sözde aklî delillere sırasıyla cevap vermeye çalışalım:
1.
Müt’a nikâhında iddet ve neseb hükümlerinin cârî (geçerli) olduğunu daha önce
defalarca izah ettik. Ayrıca, sırf talak ve miras yok diye bu nikâha haram
demenin imkansız ve bunun yanlış olduğunu da ortaya koyduk. Çünkü bu sözde aklî
gerekçeyi ileri sürenler başta; tüm Ehl-i Sünnet mektebi, “aralarında miras
cereyanını kabul etmediği” halde; bir müslüman erkeğin kitap ehli bir kadınla
evliliğine izin veriyor! Miras olmadığı halde bu evliliği meşrû kabul ediyor!
Bu çelişkinin sebebi ne? Neden bu câiz de öbürü câiz değil!?
Dolayısıyla
müt’a nikâhı da meşrû bir nikâhtır ve dâimî nikâhtan en çarpıcı farkı “süreli”
olmasıdır. Buna rağmen o da bir evliliktir; kadın o süre içinde bir başka
erkekle kesinlikle evlenemez. Bu esnada sadece kocasının eşidir. Çocuk olursa
nesebi belli (yani babasına ait) olur. Kadın, evlilik bittiğinde veya kocası
öldüğünde iddet bekler. Talaka ise, nikâh zaten süreli olduğu için gerek yok.
Bunun neresinde gariplik var!?
Hem Allah ve Rasûlü bu nikâha izin verirken talak ve miras var mıydı? Bu gibi sözde aklî delillerle, Allah ve Rasûlü’nün verdiği hükmü reddetmeye mi çalışıyorsunuz?
2.
Nikâhın sırf ırz ve namusu korumak ve çoluk çocuk sahibi olmak için meşrû
olduğu; müt’a nikâhında ise böyle bir şey olmadığı için meşrû olmadığı iddiası
ne kadar ön yargılı ve ne kadar câhilce bir iddia! Böyle bir “delil”i çıkaran
akla şaşmak elden bile değil!
Şimdi
söyler misiniz: Bir insan, sırf şehevî arzularını yatıştırmak için dâimî bir
nikâhla evlenemez mi? Böyle bir nikâh için “haramdır” diyebilir misiniz? Bu ne
biçim mantık, Allah aşkına!? Fakihler (İslâm Hukûku alimleri), evlenmediği
takdirde zinaya düşecek bir kimse için; “evlenmesi farzdır / vâcibtir!” demiyor
mu?[265]
Onların bu fetvası, sırf şehevî arzuları tatmin için de evlenilebileceği
konusunda sizce yeterli değil mi yoksa!?
Bu mantıkla yola çıktığımızda, tamamen kısır olan birisiyle evlenmeye “haram” demek gerekir. Sizce bir erkek tamamen kısır yada çocuk doğurma ihtimali kalmamış bir kadınla, bir kadın da aynı özelliğe sahip bir erkekle evlenemez mi? Buna “haramdır!” diyebilir misiniz!?
Hem “azil = cinsel ilişki esnasında, hamileliği önlemek için meninin dışarı boşaltılması” neden meşrû kılınmış?[266] Allah'ın Rasûlü (s) buna neden izin vermiş? Nikâhtan ve cinsel ilişkiden maksat mutlaka çoluk çocuk sahibi olmak olsaydı; Allah'ın Rasûlü (s) azle izin verir miydi? Kaldı ki böyle bir durumda, bir kimsenin, Allah uzun ömürler verirse, ömür boyu kaç çocuğu olur!?
Diğer yandan; müt’a nikâhında çoluk çocuk sahibi olmak düşüncesinin bulunmadığını nereden biliyorsunuz? Bu tür iddiaları nereden bulup çıkarıyorsunuz? Bir kimse dâimî nikâhla evli; fakat hiç çocukları olmuyorsa, mutlu bir evlilikleri varsa; üstelik çocuk sahibi olmak için ikinci bir dâimî evliliği göze alamıyorsa; böyle birisi müt’a yoluyla neden çocuk sahibi olamasın!?
3.
Zinanın, sırf meniyi boşa vermekten dolayı haram kılındığı iddiası korkunç bir
iddia! Yani, meni boşa verilmeyip de çocuk peydahlanırsa; zina “zina” olmaktan
çıkacak mı!? Bu ne sarhoşluk ve ne dediğini bilmezlik! Mezhep taassubunun
böylesi görülmüş mü? Sırf mezhebi kurtarmak uğruna katlanılanları görüyor
musunuz!?
Sizce bir erkeğin, eşiyle sevişirken cinsel ilişkiye girmeden menisi boşalsa; menisini boşa verdiği için haram mı işlemiş olur!?
Az önce de ifade ettiğimiz gibi; azilde de meninin boşa verilmesi var. Öyleyse azil için “caiz değil” mi diyeceksiniz? Arkasından azil yapılacak bir cinsel ilişki için de “zina” benzetmesi mi yapacaksınız? Bu durumda Allah, Rasûlü ve bütün İslam hukuku alimleri size ne der?
Madem
“müt’a” zina gibi bir şey; o zaman Allah ve Rasûlü neden ona izin verdi? Neden
onun uygulanmasına göz yumdu? Yoksa el-Cessâs gibi “O zaman zina değil idi;
sonra zina oldu!”[267]
mu diyeceğiz!? Böyle saçmalık mı olur? Bütün bunlar Allah ve Rasûlü’ne iftirâ
değil mi? el-Cessâs, zinanın haramlığının “aklî = çirkinliği akıl ile sabit”
olduğunu kabul ettiği halde[268];
aklın çirkin kabul ettiği bir şeye Allah ve Rasûlü’nün izin verdiğini burada
nasıl iddia edebiliyor!? Bu ne çelişki ve bu ne sarhoşluk!? Ey el-Cessâs!
Bunlar sana hiç yakışıyor mu!? Bütün bu “akıl almaz” yorumların sebebi ne?
Mezhebi kurtaralım derken, ne durumlara düştüğünün farkında mısın acaba!? İnsan
bunları söylerken haya etmez mi?*
Rivâyetlerden
Abdullâh b. Ömer’inkine bir denecek yok. Bu söz gerçekten ona aitse; Allah'ın
Rasûlü’ne iftirâ atmış demektir ve bu durum sadece kendisini bağlar.
İbn
Zübeyr ile İbn Müseyyeb’e ait rivayetlere de bir diyeceğimiz yok; bunlar onlara
uyar ve kimseyi bağlamaz!
İbn
Abbâs’a izafe edilen rivâyet ise hem kendisinden gelen en sahih ve en sağlam
hadislere ters; hem de isnad bölümünde yer alan “Hâşim oğullarının azadlısı Ebû İshâq” şahsı ve durumu meçhul
birisi![269]
Dolayısıyla söz konusu rivâyet zayıf ve asılsız!
Hem
Abdullâh b. Abbâs, böyle bir söz sarfedecek kadar câhil, Allah ve Rasûlü’nün
izin verdiği bir şeye “sifâh” diyecek kadar edepsiz olabilir mi? Siz İbn
Abbâs’ı iyi tanıyor musunuz? Asıl İbn Abbâs’ı “câhil” duruma sokup
“edepsizliğe” mahkum eden, bu uydurma rivâyetleri ona isnad eden kimseler câhil
ve edepsizdir!
Kaldı
ki Abdullâh b. Abbâs’tan müt’anın “sifâh” olmadığına dair sahih bir rivâyet de
gelmiş bulunuyor.[270]
Urve
b. Zübeyr ile Şamlı Mekhûl’e gelince; sözlerini alın duvara çarpın!
4. Müt’a
nikâhında madem namus pazarlık konusu ediliyor, madem ki kadının onuru
zedeleniyor; o halde Allah ve Rasûlü buna neden izin veriyor!? Allah'ın Rasûlü
(s) böyle bir nikâhın uygulanmasına neden göz yumuyor!? Durum böyle olsaydı
Allah ve Rasûlü buna izin verir miydi? Bunlar ne biçim iddia? Bu iddiaları öne
sürenler, Allah ve Rasûlü’nü ne duruma soktuklarının farkında mıdırlar acaba!?
Yoksa “câiz ve helal iken namussuzluk anlamına gelmiyordu, onur kırıcı bir
tarafı yoktu. Haram kılındıktan sonra durum değişti!” mi diyeceksiniz!!!?
Oysa,
normal nikâhta olduğu gibi, müt’a nikâhında da zorlama yoktur ve her şey karşılıklı
rızaya dayalı olarak yapılmaktadır. Buna razı olan bir kadın böyle bir şeyi
aklına getirmiyor da size n’oluyor? Hem müt’a nikâhının dâimî nikâhtan en göze
çarpan farkı “süreli” olmasıdır. Bunun neresinde onur kırıcı bir şey var! Bir
kadınla süreli evlilik onur kırıcı ise, onunla devamlı evlilik de onur kırıcı
olmaz mı? Bu nasıl bir akıl ve bu nasıl bir mantık?
Diğer
yandan; şayet müt’a nikâhında “ücret” söz konusu olduğu için ırz ve namus
pazarlık konusu ediliyor, geçici bir süreyle kiralanmış oluyorsa; bu durum
dâimî nikâhta yok mu sizce!? “Mehir” diye bir şey duymadınız mı siz hiç? Bu
mantıkla yola çıktığınızda; müt’ada “ücret” olduğu için bir kadın bir süreyle
kiralanmış oluyorsa; dâimî nikâhta “mehir” bulunduğu için bir ömür boyu
kiralanmış; hatta adeta satın alınmış olmuyor mu? Allah aşkına söyleyin: Sizler
aklınızla mı, yoksa duygularınızla mı konuşuyorsunuz!?
Bir
kadını, müt’a nikâhıyla evlenmek değil; böyle yobazların ve ne dediğini
bilmezlerin sözleri ileri üzer.
5.
Dâimî nikâhı “tümden satın almaya”, müt’ayı ise “bir süreyle kiralamaya”
benzeten bu yaklaşımı; el-Cessâs dışında kimsede göremedim! Kadını bir eşyaya
benzeten, onun onurunu tümden rencide eden bu sözleri; el-Cessâs gibi bir ilim
adamına yakıştıramadım doğrusu! Hoş, el-Cessâs bu konuda kendisinden
beklemediğimiz pekçok ilginç, akıl ve mantık dışı sözler sarfediyor! Ve bütün
bu sözler, bilmem farkında mı, kendi ağırlığını hafifletiyor!
İşte;
“aklî ve sosyolojik delil” diye ileri sürülen tüm iddiaların akıl-mantık ürünü
olmadığı bütün çıplaklığıyla meydanda. Bunlar tamamen “müt’a zaten haramdır” ön
yargısıyla yola çıkılmış, bütünüyle duygu ve his kokan yaklaşımlardır. Bunlar
ortaya konurken, farkındaysanız, Allah ve Rasûlü’nün konumu tümden
unutulmuştur! O halde akıl ve mantık değil, his ve taassup kokan bu sözleri
“aklî delil” diye ileri sürmek, cidden ayıptır!
Bu
türden korkunç ve akıl-mantık dışı iddiaların temelinde, hiç kuşku yok, “Bir konuda ayet yada hadisler,
alimlerimizin görüş ve ictihadlarına ters düşüyorsa; alimlerimizin görüş ve
ictihadlarını alır, ayet ve hadislerin neshedildiği yada bir şekilde
yorumlandığı kanâatine varırız!”[271] sakat mantığı yatıyor.
Oysa
Allah (c) şöyle buyuruyor: “Allah ve
Rasûlü bir konuyu hükme bağladığı zaman, iman sahibi ne bir erkek ve ne de bir
kadın için, kendilerine ait o konuda tercih yapma imkânı yoktur. Kim Allah ve
Rasûlü’ne isyân ederse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” [272]
“Hayır; rabbına yemin
olsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda senin hükmüne başvurup, sonra
da senin verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadıkları ve tam bir
teslimiyetle teslim olmadıkları sürece, asla iman edemezler.”
[273]
Geçen
bölümde, “müt’a nikâhı” için “haramdır!” diyenlerin dayandığı delilleri ele
aldık. Bölümün sonlarına doğru da, akıl almaz “aklî” delillerine yer verdik.
Şimdi, “müt’a” nikâhının “haramlığını” ispatlayabilmek için akla hayale
gelmedik “deliller” sunmaya çalışan, bunun için “kırk dereden” su getirenlerin,
müt’a nikâhını bile aratacak fetvalar verdiklerini, çok ilginç ictihadlarda
bulunduklarını göreceğiz! Bunlar öyle fetva ve ictihadlar ki; bir çoğunu
müt’aya “helal” diyenler bile kabul etmiyor! İşte sözünü ettiğimiz bu “kaçamak”
fetva ve ictihadlardan bazıları:
1. “Bir kimse, bir
kadını belli bir ücret karşılığı zinâ etmek için kiralasa; ona zina
haddi (cezası) tatbik edilmez!”
Ebû
Hanîfe, el-Cessâs, es-Serahsî ve Qâdîhân başta olmak üzere; İbn Hümâm ile
Alâüddîn el-Haskefî dışında kalan Hanefî mezhebinin bütün fukahâsı bu kanaatte.[274]
2. “Bir kimse, bir
kadınla ‘belli bir süreyle’ tezevvüc eder, evlenirse; bu nikâh sahihtir! Ancak
akit esnasında belirtilen ‘süre’ hükümsüz olup, nikâhları hukûken ebedî olarak
kıyılmış gibi işlem görür.”
Ebû
Hanîfe’nin öğrencilerinden Züfer ile Hanefî fukahâsının en önde gelenlerinden
İbn Hümâm bu görüşte![275]
Onlar buna “muvakkat nikâh” adını veriyorlar.
Züfer
ile İbn Hümâm, bunun için akit esnasında “tezevvüc = evlenme” ve “nikâh” gibi
kelimelerin kullanılmasını şart koşuyorlar. Bunların yerine “müt’a” kelimesi
kullanılırsa, akdi geçersiz sayıyorlar. Yani: “... bir aylığına evleniyorum”
demekle, “... bir aylığına müt’a yapıyorum” demek arasında “fark” görüyorlar!
Oysa ha muvakkat nikâh, ha müt’a nikâhı; arada kelime oyunundan başka bir şey
yok![276]
3. “Bir kimse, bir
kadınla onu bir ay sonra boşamak şartıyla evlense; bu nikâh akdi sahih ve
geçerlidir. Ancak ileri sürülen şart hükümsüz olup, nikâhları hukûken ebedî
olarak kıyılmış sayılır.”
Ebû
Hanîfe ve öğrencileri dahil, bütün Hanefîlerin ittifakla kabul ettikleri bir
görüş. En kuvvetli görüşe göre İmam Şâfiî de bu kanaatte.[277]
Şu
ictihada bakın! Bunun bir önceki ictihaddan farkı ne? Akit esnasında ileri
sürülen şartın “hükümsüz” sayılması neyi değiştirebilir? O kimse evlendikten
bir ay sonra eşini boşasa; bunu kim engelleyebilir? Boşadıktan sonra; işte size
“bir aylık nikâh”![278]
4. “Bir kimse, geçici
bir süreyle evlendiğini içinde gizleyerek bir kadınla nikâhlansa; bu nikâh câiz
ve sahihtir.”
Hanefîler,
Mâlikîler ve Hanbelî fukahâsından İbn Qudâme bu görüşte. Hatta Mâlikîler, kadın
tarafı erkeğin bu niyetini anlasa bile o nikâhı geçerli sayıyor.[279]
Bu
nikâhın “müt’a” nikâhından ne farkı var? Diliyle açıktan söylediğinde “yasak”
sayılıyor da, içinden aynı şeye niyetlendiğinde neden “câizdir” deniyor!?
İnsanlar bu durumda hileye başvurarak “illegal” yoldan müt’a yapmış olmaz mı!?[280]
5. “Bir kimse, sadece
gündüz vakti bir araya gelmek şartıyla bir kadınla evlense; bu nikâh sahihtir.”
Hanefîler,
Şâfiîler ve Hanbelîler bu görüşte. Onlar bu nikâha “nehâriyye = gündüzlük” adını veriyorlar. Ancak Şâfiîlerle
Hanbelîler, şartın hükümsüz olduğunu; evlendikten sonra o şarta bağlanmanın
gerekli olmadığını söylüyorlar.[281]
Oysa
bu da bir bakıma “müt’a” nikâhına benziyor. Çünkü dâimî nikâhtaki “süresizlik”,
bir şekilde -teorik olarak da olsa- çiğnenmiş oluyor.[282]
6.
“Bir kimse, üç talak ile boşanmış bir
kadınla, onu önceki kocasına helal kılmak şartıyla evlense; bu nikâh mekruh
olmakla birlikte, hukûken sahih ve geçerlidir. Bu evlilik ile kadın önceki
kocasına helal olur!”
Ebû
Hanîfe ile öğrencisi Züfer’in ve bütün Hanefî fukahâsının ittifakla kabul
ettiği görüş.[283]
Bilindiği
gibi; bir kadın kocası tarafından üç talakla tümden boşandığında, ona tekrar
helal olabilmesi için; bir başkasıyla “dâimî” nikâhla evlenmesi ve onunla
mutlaka cinsel ilişkide bulunmuş olması gerekir. Konuyla ilgili ayet ve
hadisler bu konuda yeterince açık. İşte bu ikinci evlilik de ilerde sona erer;
kadın önceki kocasıyla tekrar evlenip bir araya gelmeyi düşünürse, bunun bir
sakıncası yoktur. Bu işin İslâmî açıdan yasal yolu budur ve buna İslâm
Hukûkunda “tahlîl” adı verilir.
Bunun
bir de yasal olmayan yolu var: Eşini üç ayrı talak ile tamamen boşayan bir
kimse, o eşiyle tekrar evlenebilmek için ikinci bir kocayla anlaşır! İkinci
koca o kadınla evlenip onunla cinsel ilişkide bulunduktan kısa bir süre sonra
onu boşar! Böylece o kadın birinci kocasına “güyâ” helâl olur!!! Adeta kiralık
olan bu ikinci kocaya “hulleci”,
yaptığı bu işe de “hullecilik” adı
verilir.
Allah'ın
Rasûlü’nün (s) hulleciliği kesin olarak yasakladığı; hulleciyi “iğreti /
kiralık teke”ye benzettiği[284]
ve “hulleci = ikinci koca” ile “kendi namına hulle yapılan = birinci koca”
üzerine lanetler yağdırdığı[285]
herkes tarafından biliniyor. Buna rağmen Hanefîlerin, böyle bir nikâhı
onaylaması ve hukûken geçerli sayması; gerçekten içler acısı bir durum!
Bunlar
yetmiyormuş gibi; el-Bezzâzî gibi bazı Hanefî alimlerinin “Hulleci koca
anlaşmayı bozarak, eşini boşamaktan kaçınırsa; hâkim kararıyla zorla
boşattırılır!!!” demesi...[286]
İslâm Hukûku adına ne cinayetler işlendiğini açıkça gözler önüne seriyor.
Mâlikîler,
Şâfiîler, Hanbelîler, Zâhirîler ve hatta “müt’a” nikâhına “evet” diyen İmâmiyye
mektebi böyle bir nikâha “haramdır” derler ve hukûken geçersiz olduğu için
derhal feshedilmesi gerektiğini; böyle bir nikâhla o kadının önceki kocasına
asla helal olamayacağını ifade ederler. Ancak Şâfiîler, hulleci kişi o kadınla
bu amaçla evlenir ve bu niyetini gizlerse; dolayısıyla bu durum akit esnasında
açıkça şart koşulmazsa; nikâh akdinin mekruh ancak sahih ve geçerli olduğunu
söylüyorlar![287]
Bu arada, akit esnasında şart koşulmaksızın, “hulle” niyetiyle yapılan nikâhın
geçerli olacağını; üstelik “hulleci” kocanın bu işi yaptığından dolayı sevap
bile kazanacağını söyleyecek kadar ileri gidenler de var!!! Sâlim b. Abdillâh,
Urve b. Zübeyr, Âmir eş-Şa’bî, Qâsım b. Muhammed, Yahyâ b. Saîd, Ebû Sevr,
Ebuz-Zinâd ile Rabîa’nın yanısıra, Hanefîlerden İbn Hümâm, Alâüddîn Timurtâşî,
el-Haskefî, Sinânüddîn el-Âmâsî vb. bu görüşteler![288]
İşte
müt’a nikâhına bir türlü “câizdir ve helâldir” diyemeyenlerin hali! Müt’ayı
haram saymakta direnenler, müt’aya cevaz verenlerin bile kabul edemeyeceği
fetvalar verebiliyor, ilginç ictihadlarda bulunabiliyorlar! Allah ve Rasûlü’nün
açıkça serbest bıraktığı bir nikâhı yasaklarken; öbür yandan, adına “müt’a”
demeseler de, müt’aya benzer uygulamaların önünü açıyorlar! Bu ne acınacak
durum!
Geçtiğimiz
bölümde, Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin “müt’a” nikâhına “haram” dediklerini,
hatta bunu “zinâ” ve “sifâh” ile eş değerde görmeye çalıştıklarını gördük.
Onların bu konuda içine düştükleri çelişkilerden birisi de, hiç kuşkusuz, müt’a
nikâhıyla evlenen bir kimsenin şer’î cezası hakkındaki tutumlarıdır. Ömer b.
Hattâb’ın buna “recm = taşlayarak öldürme” cezasını uygun gördüğünü biliyoruz.
Abdullâh b. Zübeyr’in Abdullâh b. Abbâs’ı tehdit ederken söylediği laflara
bakılırsa[289];
onun da aynı kafada olduğu anlaşılıyor.
“Müt’a
nikâhı” hakkında Ömer’in koyduğu yasağı aynen devam ettirmeye kararlı olan
Ehl-i Sünnet âlimleri, “hac müt’ası”nda olduğu gibi, müt’anın cezası konusunda
da ona muhalefet ederek şunları söylüyorlar: Müt’a nikâhı hakkında öteden beri
ihtilâf bulunduğu için, yapanlarına zinâ haddi uygulanmaz. Sadece “ta’zîr”
olunur. Yani hâkimin uygun gördüğü bir cezayla cezalandırılır.” İşte, şu an
yaşayan Ehl-i Sünnet mezheblerinin görüşleri:
Hanefîler : Hanefî
fukahâsı müt’a nikâhını “fâsid” nikâhlar arasına sokar ve “Böyle bir nikâh ve
bu nikâh esnasında yapılan cinsel ilişki “icmâ”
ile zinâ değildir; dolayısıyla zinâ haddini gerektirmez.” derler. Onlar müt’a
nikâhıyla evlenen kişilere ta’zîr cezasını öngörürler.[290]
Mâlikîler :
Mâlikîlerin bu konuda iki görüşü var: a.
Zina haddini gerektirir. b. Ta’zîr
olunur. Ancak Mâlikî mezhebinde tercih edilen ve üzerinde israrla durulan
görüş, bu ikinci görüştür. Mâlikîler müt’a yapan kişilerin cezalandırılması
gerektiğini; ancak bu cezanın “had cezası” sınırına vardırılamayacağını ifade
ediyorlar.[291]
Şâfiîler :
Şâfiîler de aynen Hanefîler gibi, bu konuda öteden beri ihtilaf bulunduğundan,
“müt’a zina haddini gerektirmez” diyorlar.[292]
Hanbelîler :
Onlar da tıpkı Hanefîler gibi, hakkında ihtilâf bulunan evliliklerde zinâ
haddinin söz konusu olamayacağını; bunlardan birisinin de “müt’a nikâhı”
olduğunu açıkça ifade ediyorlar.[293]
Ehl-i
Sünnet kardeşlerimizin, müt’a nikâhı yapanlara ceza olarak sadece “ta’zîr”i
öngörmeleri, bu nikâhın zina ve sifâh ile hiçbir alâkasının olmadığını açıkça
ortaya koyuyor.
Bu
nâçiz çalışmada, “müt’a” nikâhının Kur’ân ve Sünnet açısından şer’î durumunu,
hükmünü inceledik. İlk bölümde; kavram kargaşasına yol açmamak için, tartışma
konusu olan “müt’a” nikâhını netleştirdik ve Ehl-i Beyt (İmâmiyye) mektebindeki
hukûkî durumunu açıkladık. İkinci bölümde; özellikle Ehl-i Sünnet
kardeşlerimizin muteber kabul ettikleri en temel hadis, fıkıh ve tefsir kaynaklardan
yararlanarak, ayet ve hadislerle, sahabe ve tâbiîn tatbikatlarıyla “müt’a”
nikâhının câiz olduğunu ispatladık. Üçüncü bölümde; “müt’a” nikâhına “haramdır”
diyenlerin delillerine yer verdik ve onlara gerekli cevapları verdik. Dördüncü
ve son bölümde ise; “müt’a” nikâhına bir türlü “helâldir” diyemeyenlerin
düştüğü içler acısı durumlardan, onların “müt’a” nikâhını bile aratacak fetva
ve ictihadlarından bahsettik. Ve bütün bunları yine Ehl-i Sünnet
kardeşlerimizin kabul ettikleri eleştiri kriterlerini kullanarak yaptık.
Bütün
bu dokümanlardan şu anlaşılıyor:
1.
“Müt’a” nikâhı etrafında koparılan fırtınalar, “kör dövüşü”nden başka bir şey
değil! Kavram kargaşasından bir türlü kurtulamadığımız zaman, karşı tarafı
haksız yere suçlayabiliriz. Bu konuda da aynı durum yaşanmış!
2.
Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz İmâmiyye’yi dinleyip anlamadan, kendi kafalarında
bir tür “müt’a” canlandırmış ve onları o nikâha “cevaz” vermekle
suçlamışlardır. Oysa onların kabul ettiği “müt’a” ile Ehl-i Sünnet’in hayalinde
canlandırıp reddettiği “müt’a” birbirlerinden tamamen farklıdır. Ehl-i Sünnet
mektebinin reddettiği “müt’a”yı, İmâmiyye mektebi de asla kabul etmez!
3.
Ehl-i Beyt (İmâmiyye) mektebinde “müt’a”, öyle sanıldığı gibi başı boş bir
fuhuş aracı değildir. Bu nikâhın da pek çok hukûkî düzenlemesi vardır.
4.
Ayetler ve en sahih hadisler, müt’a nikâhının câiz ve meşrû olduğunu açıkça
ortaya koyuyor. Aleyhteki deliller ise, ilim adına hiçbir değer ifade etmiyor!
5.
Müt’a nikâhını nesheden hiçbir delil yoktur. Bu nikâhı yasaklayan, iddia edilip
sanıldığı gibi, Allah'ın Rasûlü (s) değil, II. Halife Ömer b. Hattâb’tır.
6.
Sahâbe ve Tâbiîn dönemlerinde müt’a nikâhına bol bol fetvalar verilmiş, bizzat
uygulanmıştır.
7.
Müt’a nikâhının meşrû olmadığını ortaya koyacak hiçbir aklî ve sosyolojik delil
yoktur. Aksine, aklî ve sosyolojik deliller onun meşrû ve kaçınılmaz olduğunu
ortaya koyuyor.
8.
Müt’a nikâhının haramlığına dair “icmâ”nın aslı esası yoktur. Bu tamamen kuru
bir iddiadan ibarettir.
9.
Müt’a nikâhına “zinâ” ve “sifâh” gözüyle bakmak ve onu bir tür “fuhuş” saymak;
öncelikle Allah’a ve Rasûlü’ne korkunç bir iftiradır! Söz konusu nikâhı böyle
değerlendirenler, ne büyük bir bataklığa saplandıklarının farkında değiller!
10.
“Müt’a” nikâhına ol görüp “helal” diyemeyenler, nitelik bakımından müt’aya
benzeyen, hatta müt’ayı bile aratan bir takım ictihadlarda bulunmak, ilginç
fetvalar vermek zorunda kalmışlardır!
Böylece
“müt’a” nikâhının, bir profesörün(!) iddia ettiği gibi, “namus fitnesi”
olmadığını; evrensel İslâm kardeşliğini engellemeye ve bu uğurda yapılan
çalışmaları baltalamaya çalıştığı için, asıl fitnenin “kendisi” olduğunu
anlıyoruz. Hadis dalında çalışan bu profesörün, kendi alanına ne kadar hâkim
olduğu; dolayısıyla hadisleri ne kadar ve nasıl bildiği de gün ışığına çıkmış
bulunuyor!
Müt’a
nikâhına olumsuz yaklaşanlardan, bilhassa Ehl-i Sünnet kardeşlerimizden
istirhamımız şudur: Müt’a nikâhı vb. hassas ve eskiden beri zaten tartışmalı
konuları öne sürerek bir kısım müslümanları hedef almayalım. Bu tür konular
aramızı açmasın. Ümmetin vahdete ve ortak dünya siyaseti belirleyip uygulamaya
her zamankinden daha çok muhtaç olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Böyle bir dönemde
bu gibi nazik konularla uğraşmak, acaba kime ne kazandırır? Bununla, zaten
müslümanları birbirine düşürüp kırdırmak için fırsat kollayan ve bunun için
sun’î gündemler oluşturan şeytânî güçlerin ekmeğine yağ sürmüş olmaz mıyız?
İslâm düşmanlarının aradığı fırsat değil mi bu gibi şeyler?
Şeytanlar
böyle sun’î bir gündem maddesiyle ümmet arasında kavga çıkarmaya, bizi
birbirimize düşürmeye çalıştığında; “Bunlar sizin değil, bizim iç sorunumuz;
dolayısıyla sizi ilgilendirmez! Biz bunları gerekirse bir araya gelir
tartışırız. Farklı görüşlere de inanabiliriz. Ama bunlar İslâm kardeşliğimizi
bozamaz. Siz işinize bakın!” diyemez miyiz? Bu sözlerle onları en zayıf
noktalarından vuramaz mıyız? Bu çok mu zor?
Allah
Teâlâ “Hiç kuşku yok; bütün mü’minler
kardeştir.” buyuruyor. [Hucurât
: 10] Bu evrensel İslâm kardeşliğini
hangi şey bozabilir?
En
azından bunun da ictihâdî bir konu olduğunu düşünerek, farklı yaklaşanları
doğal karşılayamaz mıyız? En önde gelen İslâm alimleri, İslâmî konuları “kat’î
– zannî”, “usûlî – amelî” ayrımına tâbi tutmaksızın*, genel olarak; nasslardan hareketle
ictihad eden ve ictihadında yanılan, “doğru”yu bulamayan herkesin mazur
olacağını ve üstelik buna karşılık “bir ecir” alacağını söylüyorlar. Ebû
Hanîfe, Şâfiî, Süfyân es-Sevrî, İbn Ebî Leylâ, Davud ez-Zâhirî, İbn Hazm, İbn
Teymiyye ve Emîr es-San’ânî bu görüşteler.[294] Ubeydullah b. Hasen el-Anberî[295], İbn Daqîq el-Iyd[296], el-Ğazzâlî[297], el-Âmidî[298], Qâdî el-Beydâvî ile el-İsnevî[299], el-Merğînânî[300],
Zekeriyyâ el-Ensârî[301], Alâüddîn el-Haskefî ile Dâmâd Efendi[302] de aynı görüşü paylaşıyor.
Kardeşlerimiz,
en azından “Bu konuda bizim görüşümüz doğru; ama hatalı olabilir. Sizlerinki
ise yanlış; ama doğru olabilir!”[303]
diyerek evrensel İslâm kardeşliğini tesis edebilirler. Bizim arzu ve isteğimiz
budur.
Eski
dönem siyâsîlerinin aramıza koydukları “utanç duvarlarını” yıkması, mevcut
İslâm mezheblerini birbirine daha da yakınlaştırması (taqrîb = yakınlaştırma
ruhunun canlanması) ve evrensel İslâm kardeşliğini tesis etmesi... dileğiyle bu
âcizâne çalışmama son veriyor, hayırlara ve güzelliklere vesîle kılmasını...
Yüce Rabbımızdan niyâz ediyorum. Hamd
sürekli O’na, salât ve selâm ise O’nun sevgili peygamberi Muhammed’e, pâk Ehl-i
Beytine, seçkin ashâbına ve onların yolunu izleyenlere olsun!
Kur’an-ı Kerîm
Ahkâm’ul-Qur’ân – Ebûbekr er-Râzî
el-Cessâs (v.370) I-V, Mısır, Dâr’ul-Mushaf
Ahkâm’ul-Qur’ân – Ebûbekr b. el-Arabî
(v.543) I-IV, Beyrût, Dâr’ul-Ma’rife
el-Aqâid’ül-Adudiyye – Qâdî Adudüddîn
el-Îcî (v.756) I-II, İstanbul, 1316, Der-Seâdet (el-Gelenbevî, el-Mercânî ve
el-Halhâlî’nin haşiyeleri ile birlikte, tek cilt halinde basılı)
Avn’ül-Ma’bûd Şerhu Süneni Ebî Dâvûd –
Şemsülhaqq el-Azîm Âbâdî (v.1329) I-XIV, Medîne,1968-1969
Bedâi’us-Sanâi’ – Ebûbekr b. Mes’ûd
el-Kâşânî (v.587) I-VII, Beyrût, 1982, Dârul-Kitâb el-Arabî
Bidâyet’ül-Müctehid – Ebul-Velîd b. Rüşd
el-Hafîd (v.595) I-II, İstanbul, Kahraman yay.
el-Câmi’ li-Ahkâm’il-Qur’ân – Ebû
Abdillâh Muhammed b. Ahmed el-Qurtubî (v.671)
Câmi’ul-Beyân an Te’vîli Ây’il-Qur’ân –
Muhammed b. Cerîr et-Taberî (v.310) I-XXX, Mısır,
el-Câmiu’s-Sahîh – Muhammed b. İsmâîl
el-Buhârî (v.256)
el-Câmiu’s-Sahîh – Müslim b. Haccâc
el-Quşeyrî (v.261)
Cem’ul-Cevâmi’ – Tâcüddîn es-Sübkî
(v.771) I-II, Diyarbakır, İlim Kitabevi
(el-Mahallî’nin şerhiyle)
Concordance (Hadis fihristi) – A. J.
Wensinck ve hey’et, I-VIII, İstanbul, 1986, Çağrı Yayınları
ed-Derâriyyül-Mudıyye - Muhammed b. Ali
eş-Şevkânî (v.1250) I-II, (tek cilt halinde) Beyrût, 1986, Dâr’ul-Ma’rife
Dürar’ul-Hukkâm – Molla Husrev Muhammed
b. Fîrâmûz (v.885) I-II, İstanbul, 1976
ed-Dürr’ul-Mensûr – Celâlüddîn
Abdurrahmân es-Süyûtî (v.911)
Esnâ’l-Metâlib – Muhammed Dervîş el-Hût
(v.1276) I, Mısır, 1355, el-Mektebet’üt-Ticâriyye
el-Eşbâh ven-Nezâir – Celâlüddîn
Abdurrahmân es-Süyûtî (v.911) I, Beyrût, 1983, Dâr’ul-Kütüb’il-Ilmiyye
el-Eşbâh ven-Nezâir – Zeynüddîn b. Nüceym
el-Mısrî (v.970) I, Mısır, 1298, Vâdî’n-Nîl matbaası
el-Fetâvâ’l-Bezzâziyye – Muhammed b.
Muhammed el-Kerderî (v. 827) I-III
(el-Hindiyye’nin son üç cildinin kenarında)
el-Fetâvâ’l-Hâniyye – Fahruddîn Hasen b.
Mansûr Qâdîhân (v.592) I-III, (el-Hindiyye’nin ilk üç cildinin kenarında)
el-Fetâvâ’l-Hindiyye – Şeyh Nizâm
(v.1090) ve Hind ulemâsından bir hey’et, I-VI, Beyrût, 1980, Dâru
İhyâ’it-Türâs’il-Arabî
Feth’ul-Bârî Şerhu Sahîh’il-Buhârî - İbn
Hacer el-Asqalânî (v.852) I+XV+II, Beyrût, 1996, Dâr’ul-Fikr
Feth’ul-Cevâd – İbn Hacer el-Heytemî
(v.974) I-II, Mısır,1391/1971 Mustafa el-Bâbî el-Halebî
Feth’ul-Qadîr – Kemâl b. el-Hümâm (v.861)
I-X, Beyrût, Dâr’ul-Fikr
Feth’ul-Qadîr – Muhammed b. Ali
eş-Şevkânî (v.1250) I-IV, Mısır,
Feth’ul-Vehhâb – Ebû Yahyâ Zekeriyyâ el-Ensârî (v.925) I-II (tek
cilt halinde) Qâhira, 1948, Mustafa el-Bâbî el-Halebî
Feyd’ul-Qadîr – Abdurraûf el-Münâvî
(v.1031) I-VI, Beyrût, 1972, Dâr’ul-Ma’rife
el-Fıqh Alel-Mezâhib’il-Erba’a –
Abdurrahmân el-Cezîrî (v.1941 m.) I-V, İstanbul, 1984, Çağrı Yayınları
el-Fisal – İbn Hazm ez-Zâhirî el-Endülüsî
(v.456) I-V, Beyrût, 1986, Dâr’ul-Ma’rife
el-Ğadîr – Abdülhuseyn Ahmed el-Emînî
(v.1402) I-XI, Tahrân, 1371, Dâr’ul-Kütüb el-İslâmiyye
Ğâyet’ül-Merâm fî Ilm’il-Kelâm - Seyfüddîn
el-Âmidî (v.631) I, Mısır, 1971,
Hadislerle Hz. Ali / el-Hasâis Tercüme Ve
Şerhi – Abdulkadir Çuhacıoğlu, I,
Hak Dini Kuran Dili – Elmalılı Hamdi
Yazır (v.1942 m.) I-IX, İstanbul, 1971, Eser Kitabevi
el-Hidâye Şerhu Bidâyet’il-Mübtedî –
Bürhânüddîn el-Merğînânî (v. 593) I-X, (Feth’ul-Qadîr şerhiyle birlikte)
Hukukı İslâmiyye – Ömer Nasuhi Bilmen
(v.1971 m.) I-VIII, İstanbul, 1975, Bilmen Yayınevi
el-İbtihâc bi-tahrîci Ehâdîs’il-Minhâc –
Abdullâh el-Ğımârî, I, Beyrût, 1985, Âlem’ül-Kütüb
İcâbet’üs-Sâil (Usûl’ül-Fıqh) – Muhammed
b. İsmâîl el-Emîr es-San’ânî (v.1182) I, Beyrût, 1988, Müesseset’ür-Risâle
İhkâm’ül-Füsûl – Ebul-Velîd el-Bâcî
(v.474) I, Beyrût, 1989, Müessese’tür-Risâle
el-İhkâm fî usûl’il-ahkâm – İbn Hazm
ez-Zâhirî el-Endülüsî (v.456) I-VIII, Beyrût, 1985,
Dâr’ul-Kütüb’il-Ilmiyye (İki cilt
halinde)
el-İhkâm fî usûl’il-ahkâm – Seyfüddîn
el-Âmidî (v.631) I-II, Beyrût, 1985, Dâr’ul-Kütüb el-Ilmiyye
el-İhtiyâr li-Ta’lîl’il-Muhtâr – Abdullâh
b. Mahmûd el-Mavsılî (v. 683) I-V, (tek cilt halinde) İstanbul, 1980, Çağrı
Yayınları
el-İlâhiyyât alâ hüdâ’l-Kitâb ves-Sünneti
vel-Aql – Üstâz Ca’fer es-Sübhânî, I-II, Qum, 1989~1990, ed-Dâr’ul-İslâmiyye
el-İnsâf – Alâüddîn Ebül-Hasen Ali b.
Süleymân el-Merdâvî (v.885) I-XII, Beyrût, 1986, Dâru İhyâ’it-Türâs el-Arabî
el-İqnâ’ fil-fıkq – Ebun-Necâ el-Hıcâvî
(v.968) I-IV, Beyrût, Dâr’ul-Ma’rife
İrşâd’üs-Sârî Şerhu Sahîh’il-Buhârî –
Şihâbuddîn el-Qastalânî (v.923) I-X, Mısır, 1267, Bûlâq el-Emîriyye
el-İsâbe fî temyîz’is-Sahâbe - İbn Hacer
el-Asqalânî (v.852) I-IV, Beyrût, Dâru İhyâi’t-Türâs el-Arabî
İslâm Fıkhı Ansiklopedisi (tercüme) –
Prof. Dr. Vehbe Zuhaylî, I-X, İstanbul, 1994, Zaman – Risâle yayınları
işbirliğiyle
el-İstîâb fî ma’rifet’il-Ashâb – İbn
Abdilberr el-Qurtubî (v.463) I-IV, (“el-İsâbe”nin kenarında)
el-İstibsâr - Şeyh’ut-Tâife Ebû Ca’fer
et-Tûsî (v.460) I-IV, Tahrân, 1390, Dâr’ul-Kütüb el-İslâmiyye
İtmâm’üd-Dirâye – Celâlüddîn Abdurrahmân
es-Süyûtî (v.911) I, Beyrût, 1985, Dâr’ul-Kütüb el-Ilmiyye
el-Îzâh vet-Tebyîn (fil-Hılâf) – İbn
Hübeyra Yahyâ b. Muhammed (v. 560) Yazma, Amasya Bayezid Kütüphanesi, no: 1967
Kadın – Âyetullâh Murtazâ Mutahharî
(v.1979 m.) İstanbul, 1991, Akademi Yay. (Terc. İsmâîl Derya)
el-Kâfî (el-Usûl vel-Furû’) – Ebû Ca’fer
Ya’qûb el-Küleynî (v.329) Beyrût, 1985, Dâr’ul-Edvâ’
el-Kâfî fil-Fıqh – İbn Abdilberr
el-Qurtubî (v.463) I, Beyrût,1987, Dâr’ul-Kütüb el-Ilmiyye
Keşf’ül-Esrâr Şerhu Usûl’il-Pezdevî –
Abdülazîz el-Buhârî (v.730) I-IV, İstanbul, 1307
Keşf’ur-Rumûz Şerhu’l-Muhtasar’in-Nâfi’ –
el-Fâdıl el-Âbî (v.672’ den sonra) I-II, Qum, 1408, Müesseset’ün-Neşr el-İslâmî
el-Keşşâf – Cârullâh ez-Zemahşerî (v.538)
I-IV, Beyrût, Dâr’ul-Ma’rife
Ma’rifetü Ulûm’il-Hadîs - Hâkim
en-Nîsâbûrî (v.405) I, Beyrût, 1977, Dâr’ul-Kütüb el-Ilmiyye
Mecâmi’ul-Haqâiq – Ebû Saîd Muhammed
el-Hâdimî (v.1176) I, İstanbul, 1308, Dâr’ut-Tıbâa el-Âmira
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye – Ahmed Cevdet
Paşa (v.1895 m.) ve bir hey’et, I, (Mir’ât-ı Mecelle ile) İstanbul, 1299,
Osmâniyye mat.
Mecma’ul-Beyân fî tefsîr’il-Qur’ân – Ebû
Ali Fadl b. Hasen et-Tabrasî (v.548) I-X, Tahrân, 1986, Dâr’ul-Ma’rife
Mecma’ut-Tefâsîr (İbn Abbâs, el-Beydâvî,
Hâzin, en-Nesefî tefsirleri) I-VI, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1979
Mecma’uz-Zevâid – Hâfız Ali b. Ebîbekr
el-Heysemî (v.807), I-X, “www.muhaddith.org” İnternet adresinden kopya.
el-Mebsût - Şemsüleimme es-Serahsî
(v.490) I-XXX, İstanbul,1982-83, Çağrı Yay.
el-Medhal ilâ Mezheb’il-İmâm Ahmed b.
Hanbel – Abdülqâdir b. Bedrân (v.1346) I, Beyrût, 1985, Müesseset’ür-Risâle
Men lâ Yahduruhu-l-Faqîh – Şeyh Sadûq Ebû
Ca’fer İbn Bâbeveyh el-Qummî (v.381) I-IV, Tahrân,1390, Dâr’ul-Kütüb
el-İslâmiyye
el-Mesâil’ül-Fıqhiyye – Allâme Muhammed
Huseyn Fadlullâh, I-II, Beyrût, 1996, Dâr’ul-Melâk
Minhâc’üs-Sünne – İbn Teymiyye el-Harrânî
(v.728) I-IV, Mısır, 1321-1322, Bûlâq el-Emîriyye
Minhâc’ül-Vusûl – Qâdî el-Beydâvî (v.685)
I-III, Cemâlüddîn el-İsnevî’nin (v.772) şerhiyle. (İbn Hümâm’ın et-Tahrîr’i
ile)
Mir’ât’ül-Vusûl – Molla Husrev Muhammed
b. Fîrâmûz (v.885) I, İstanbul, 1307, Matbaa-i Âmira
Mîzân’ül-İ’tidâl – Hâfız Ebû Abdillâh
ez-Zehebî (v.748) I-IV, Beyrût, Dâr’ul-Fikr
el-Mîzân fî tefsîr’il-Qur’ân – Allâme
et-Tabâtabâî (v.1981) I-XX+I, Qum, 1412, İsmâîliyyân Matbaası
el-Mîzân’ül-Kübrâ – Abdülvehhâb
eş-Şa’rânî (v.973) I-II, (tek cilt halinde) Mısır, 1317, Ezheriyye matbaası
Mu’cem’ül-Büldân – Yâqût Şihâbüddîn
el-Hamevî (v.626) I-V, Beyrût, 1979, Dâru Sâdır
el-Mu’cem’ül-Müfehres – bk. Concordance
el-Muğnî - İbn Qudâme el-Maqdisî (v.620)
I-XII+II, Beyrût,1997, Dâr’ul-Fikr (eş-Şerh’ul-Kebîr ile beraber)
Muğnî’l-Muhtâc – Muhammed Hatîb
eş-Şirbînî (v.977) I-IV, Qâhira, 1958, Mustafâ el-Bâbî el-Halebî
el-Muhallâ - İbn Hazm ez-Zâhirî
el-Endülüsî (v.456)
Muhtasar’ul-Müntehâ fil-Usûl –
İbn’ül-Hâcib el-Mâlikî (v.646) I-II, (tek cilt halinde) Beyrût, 1983,
Dâr’ul-Kütüb el-Ilmiyye
el-Muqni’ - İbn Qudâme el-Maqdisî (v.620)
I, Beyrût, Dâr’ul-Kütüb el-Ilmiyye
el-Murâcaât – Abdülhuseyn Şerafuddîn
el-Mûsevî (v.1377) I, Necef, Dâr’un-Nu’mân, Altıncı basım, ts.
el-Musannef – Abdürrazzâq b. Hemmâm
(v.211)
el-Mu’temed fî Usûl’il-Fıqh – Ebul-Huseyn
el-Basrî (v.436) I-II, 1983, Beyrût, Dâr’ul-Kütüb el-Ilmiyye
el-Muvatta’ – Mâlik b. Enes el-Medenî
(v.179) (el-Münteqâ ile)
el-Münteqâ Şerh’ul-Muvatta’ – Ebul-Velîd
el-Bâcî (v.474) I-VII, Beyrût, 1983, Dâr’ul-Kitâb’il-Arabî
el-Müsâyera – Kemâlüddîn b. el-Hümâm
(v.861) I, İstanbul, 1979, Çağrı Yayınları
Müsellem’üs-Sübût – İbn Abdişşekûr
(v.1119) (“el-Müstasfâ” ile birlikte basılı)
el-Müsevvede fî Usûl’il-Fıqh – Teymiyye
âilesinden üç kişiden derleyen = Ebül-Abbâs Ahmed b. Muhammed el-Harrânî (v.745),
Mısır, 1983, Matba’at’ül-Medenî
el-Müsned – Ahmed b. Muhammed b. Hanbel
el-Bağdâdî (v.241) I-VI, İstanbul, Çağrı Yayınları
el-Müsned
(Mûsâ b. Zekeriyyâ el-Haskefî (v.650) rivayeti) – Ebû Hanîfe Nu’mân b.
Sâbit (v.150) I, 1962, Safvet’üs-Seqâ
el-Müstasfâ – Muhammed el-Ğazzâlî (v.505)
I-II, Bağdâd, 1970, Mektebet’ül-Müsennâ
el-Müstedrek – Hâkim en-Nîsâbûrî (v.405)
I-IV, Beyrût, Dâr’ul-Ma’rife
Nasb’ur-Râye – Cemâlüddîn ez-Zeyle’î
(v.762) I-IV, Beyrût, 1987, Dâru İhyâi’t-Türâs el-Arabî
en-Nass vel-İctihâd - Abdülhuseyn
Şerafuddîn el-Mûsevî (v.1377) I, Qum, 1404, Seyyid’üş-Şühedâ Matbaası
Nesîm’ur-Riyâd (Şerh’uş-Şifâ) – Ahmed
Şihâbüddîn el-Haffâcî (v.1069)
(“eş-Şifâ” ile birlikte)
Neyl’ül-Evtâr – Muhammed b. Ali
eş-Şevkânî (v.1250) I-X, 1978, Riyâd, Mektebet’ül-Meârif
Radd’ül-Muhtâr – Muhammed Emîn İbn Âbidîn
(v.1252) I-VI+II, İstanbul, 1984, Kahraman Yayınları
Rahmet’ül-Ümme – Muhammed b. Abdirrahmân
ed-Dimaşqî (v. 780’den sonra) I-II, (el-Mîzân’ül-Kübrâ’nın kenarında)
er-Ravda’tül-Behiyye fî şerh’il-Lüm’a’tid-Dimaşqıyye
– Zeynüddîn el-Âmilî eş-Şehîd’üs-Sânî (v.965) I-II, İran, 1371, Mekteb’ül-A’lâm
el-İslâmî
Ravda’tün-Nâzır – İbn Qudâme el-Maqdisî
(v.620) I-II, Beyrût, Dâr’ul-Kütüb el-Ilmiyye
Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi – Ahmed
Davudoğlu (v.1981 m.) I-XI, İstanbul, 1980, Sönmez Neşriyat
Selâmet Yolları – Ahmed Davudoğlu (v.1981
m.) I-IV, İstanbul, ts. Sönmez Neşriyat
es-Sîrat’ül-Halebîyye – Ali b.
Burhâniddîn el-Halebî (v.1044) I-III, Mısır, el-Mektebet’üt-Ticâriyye el-Kübrâ
es-Sünen – Abdullâh b. Abdirrahmân
ed-Dârimî (v.255)
es-Sünen – Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şuayb
en-Nesâî (v.303)
es-Sünen – Ebû Dâvûd Süleymân b. Eş’as
es-Sicistânî (v.275)
es-Sünen – Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ
et-Tirmizî (v.279)
es-Sünen – İbn Mâce Muhammed b. Yezîd
el-Qazvînî (v.273)
es-Sünen – Saîd b. Mansûr (v.227) III.
cild, I-II cüz, Beyrût, 1388, Dâr’ul-Kütüb el-Ilmiyye
es-Sünen’ül-Kübrâ – Ebûbekr Ahmed b.
Huseyn el-Beyheqî (v.458) I-X+I, Beyrût, 1992, Dâr’ul-Ma’rife
Şerâiu’l-İslâm – Muhaqqıq Necmüddîn
el-Hıllî (v.676) I-IV, Qum, 1409, İsmâîliyyân Matbaası
eş-Şerh’ul-Kebîr alâ Muhtasar’il-Halîl –
Ahmed ed-Derdîr (v.1201) I-IV, Mısır, Dâru İhyâi’l-Kütüb el-Arabîyye (Îsâ el-Bâbî )
Şerhu Muhtasar’il-Halîl – Muhammed
el-Huraşî (v.1102) I-VIII, Beyrût, Dâru Sâdır
Şerhu Nehc’il-Belâğa – Izzüddîn İbn
Ebil-Hadîd (v.656) I-XX, Mısır, 1965, Dâru İhyâi’l-Kütüb el-Arabîyye
Şerhu Sahîhi Müslim – Muhyiddîn Ebû
Zekeriyyâ en-Nevevî (v.676) I-XVIII, Beyrût, 1972, Dâru İhyâi’t-Türâs el-Arabî
Şerh’uş-Şifâ – Ali b. Sultân el-Qârî
(v.1014) I-IV (“eş-Şifâ” ile birlikte)
eş-Şifâ – Qâdî Iyâd (v.544) I-IV, Beyrût,
Dâr’ul-Kitâb el-Arabî yay. (el-Haffâcî ve el-Qârî şerhleriyle birlikte)
et-Tabaqât – Muhammed b. Sa’d el-Bağdâdî
(v.230) I-IX, Beyrût, 1985, Dâru Sâdır
et-Tahrîr fî usûl’il-Fıqh - Kemâlüddîn b.
el-Hümâm (v.861) I-III, Beyrût, 1983, Dâr’ul-Kütüb el-Ilmiyye [İbn’ül Emîr
el-Hâc (v.879)’ın et-Taqrîr adlı şerhiyle]
Tahrîr’ul-Vasîle – İmam Âyetullâh
Rûhullâh el-Humeynî (v.1989) I-II, Qum, Matbûât-ı Dâr’il-İlm
Taqrîb’üt-Tehzîb – İbn Hacer el-Asqalânî
(v.852) I-II, Beyrût, 1997, Dâr’ul-Ma’rife
et-Tavdîh – Sadruşşerîa Ubeydullah b.
Mes’ûd (v.747) I-II, İstanbul, 1310, Mekteb-i Sanâi’ Matbaası
Tavzîh’ul-Mesâil - İmam Âyetullâh
Rûhullâh el-Humeynî (v.1989) I, İran İslâm Cumhuriyeti, 1985 (Türkçe Tercümesi)
Tebyîn’ül-Mehârim – Sinânüddîn Yûsuf
el-Âmâsî (v.1000) Yazma, Amasya Bayezid Kütüphanesi, no: 2470
et-Tebsıra fî Usûl’il-Fıqh – Ebû İshâq
eş-Şîrâzî (v.476) I, Dimaşq, 1983, Dâr’ul-Fikr
Tedrîb’ur-Râvî – Celâlüddîn es-Süyûtî
(v.911) I-II, Mısır, 1966, Dâr’ul-Kütüb el-Hadîse
Tefsîru Âyât’il-Ahkâm – Muhammed Ali
es-Sâbûnî, I-II, Beyrût, 1980~1982, Dâru İhyâ’it-Türâs’il-Arabî
et-Tefsîr’ul-Kebîr – Fahruddîn er-Râzî
(v.606) I-XXXII, İran İslâm Cumhuriyeti, 1413, Mekteb’ül-A’lâm el-İslâmî
Tefsîr’ul-Qur’ân’il-Azîm – Hâfız
Ebül-Fidâ İbn Kesîr (v.774) I-IV, Mısır, 1980, Mektebetü Dâr’it-Türâs
Tehzîb’ül-Ahkâm - Şeyh’ut-Tâife Ebû
Ca’fer et-Tûsî (v.460) I-X, Tahrân, 1390, Dâr’ul-Kütüb el-İslâmiyye
Telhîs-i Usûl-i Fıqh – Mahmûd Es’ad
(v.1335) I, İzmir, 1313
et-Tenbîh fil-Fıqh – Qâdî Ebû İshâq
eş-Şîrâzî (v.476) I, Beyrût, 1983, Âlem’ül-Kütüb
el-Udde fî usûl’il-fıqh – Qâdî Ebû Ya’lâ
el-Ferrâ (v.458) I-III, Beyrût, 1980, Müesseset’ür-Risâle
Umdet’ül-Qârî Şerhu Sahîh’il-Buhârî –
Bedruddîn el-Aynî (v.855) I-XX, Mısır, 1972, Mustafa el-Bâbî el-Halebî
Usûl-ü Fıqh – Seyyid Bey (v.) I,
İstanbul, 1333, Matbaa-i Âmira, II, İstanbul, 1338, Kader matbaası
Usûl’ül-Fıqh – Şemsüleimme es-Serahsî
(v.490) I-II, İstanbul, 1984, Kahraman Yay.
Zâd’ül-Meâd – İbn’ül-Qayyim el-Cevziyye (v.751) I-IV, Beyrût, Dâr’ul-Kitâb el-Arabî
[1] bk. el-Cessâs, Ahkâm’ul-Qur’ân:III,101~102; es-Serahsî, el-Mebsût: V,152; İbn Kesîr, Tefsîr’ul-Qur’ân’il-Azîm:I,474; F. er-Râzî, et-Tefsîr:X,49; en-Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim:IX,179,181; el-Aynî, el-Umde:XIV,253,XV,131; Şehîd-i Sânî, er-Ravda:II,103
[2] bk. el-Cessâs,III,97,98~99; er-Râzî,X,50; es-Sâbûnî, Tefsîru Âyât’il-Ahkâm:I,458
* İmâmiyye mektebinin cevaz verdiği “müt’a nikâhı”nın temel özelliklerini birazdan göreceğiz.
[3] İbn Hazm, el-Fisal:IV,94 Fakat İbn Hazm dahil hiçbir Ehl-i Sünnet aliminin kelâmî konularda bile bu temel kurala bağlı kaldıklarını görmek maalesef mümkün olmamıştır!
* Bazı rivâyetlerde “pek az kişi” anlamına gelen “şefâ” kelimesi yerine “azgın ve eşkıyâ” anlamına gelen “Şaqıy” kelimesi kullanılıyor.
[4] el-Küleynî, el-Kâfî:V,448; Ebû Ca’fer et-Tûsî, et-Tehzîb:VII,250, el-İstibsâr:III,141; Şehîd-i Sânî,II,103
[5] el-Küleynî,V,448; Ebû Ca’fer et-Tûsî, et-Tehzîb:VII,250, el-İstibsâr: III,141
[6] el-Küleynî,V,449
[7] el-Küleynî,V,449; Ebû Ca’fer et-Tûsî, et-Tehzîb:VII,250~251
[8] el-Küleynî,V,449~450
[9] el-Küleynî,V,449; Ebû Ca’fer et-Tûsî, et-Tehzîb:VII,251; el-İstibsâr: III,142
[10] Şeyh Sadûq, Faqîhü Men Lâ Yahduruhu’l-Faqîh:III,292; Ebû Ca’fer et-Tûsî, el-İstibsâr:III,143
[11] el-Küleynî,V,453,454; Şeyh Sadûq,III,292; Ebû Ca’fer et-Tûsî, et-Tehzîb:VII,250,252, el-İstibsâr:III,143
* Ehl-i Beyt’in ve Oniki ma’sûm imamın öğretilerinin bizler için de huccet ve bağlayıcı olduğu Ahzâb Sûresinin 33. ayeti ve ma’sûm imamlarımızdan gelen sayısız hadislerle sabittir. Aynı hususu Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin de kabul ettiği “Seqaleyn”, “Sefîne” vb. hadislerle İmam Ali’nin ve genel olarak Ehl-i Beyt’in ma’sûmiyetini konu edinen pekçok sahih ve mütevâtir hadis de açıkça ifade ediyor. Ayrıntılı bilgi için kitabımızın sonuç bölümüne ve “Hadislerle Hz. Ali” adlı çalışmamıza bakılabilir.
* Ehl-i Beyt mektebinde şahit bulundurmak hiçbir nikâh için sıhhat şartlarından değildir. Ehl-i Sünnet’in şu an yaşayan mezheblerinden Mâlikîler de aynı kanaatte. Buna göre şahit bulundurmak sadece bir anlaşmazlık olup mahkemeye düşüldüğünde ispat için gereklidir. Yoksa şahitsiz kıyılan bir nikâhın Allah katında bir mahzuru yoktur.
[12] Bu hukûkî düzenlemelerin tafsilatı için bk. el-Küleynî,V,451~467; Şeyh Sadûq,III,291~298; Ebû Ca’fer et-Tûsî, et-Tehzîb:VII,249~271, VIII,157~158, el-İstibsâr:III,141~153,350~351; Muhaqqıq el-Hıllî, Şerâi’ul-İslâm:II,247~251; Fâdıl el-Âbî, Keşf’ur-Rumûz:II,154~161; Şehîd-i Evvel, el-Lüm’a (Şehîd-i Sânî’nin şerhi er-Ravda ile beraber): II,103~107; İmam Humeynî, Tahrîr’ul-Vasîle:II,288~292, Tavdîh’ul-Mesâil (Türkçe çevirisi):346~347; Ebul-Qâsım el-Hôî, Tam İlmihal (Türkçe çev.):363~364; Muhammed Huseyn Fadlullâh, el-Mesâil’ül-Fıqhiyye:I,261 ayr. bk. Vehbe Zuhaylî, İslâm Fıkhı:IX,53~54
[13] Şeyh Sadûq, el-Faqîh:III,292; el-Küleynî,V,453,454; Ebû Ca’fer et-Tûsî, et-Tehzîb:VII,250,252, el-İstibsâr:III,143
* Kur’an tefsir ve meallerinin tamamına yakın büyük çoğunluğunda bu ayet-i celîleye gerçek dışı anlamların verildiğini görüyoruz; şöyle ki:
a. “her hangi bir şey karşılığında” kesitini tefsir ve meallerde bulmak hemen hemen imkânsız. Halbuki ayette “femâ ... bihî” kelimelerine yer verilmiş. Arapça’ya hâkim olan herkes, hemen herkesin gözünden kaçan bu ifadelerin, birlikte “her hangi bir şey karşılığında” anlamına geldiğini bilir.
b. “istimtâ’” kelimesi genellikle “faydalanmak”, “nimetlenmek” vb. sözlük anlamlarıyla geçiştirilmiş; kelimenin orijinal şekli meallere hemen hiç konmamış. Oysa ayette bizzat “istimta’” kelimesine yer verilmiş.
c. “kararlaştırıldığı biçimde” anlamını verdiğimiz “ferîda” kelimesine de “farz olarak”, “hak olarak” vb. gerçek dışı meallerin verildiğine şahidiz. Oysa bu kelime “ölçüp biçmek, kararlaştırmak, kesmek” gibi anlamlara geliyor. Burada tuhaf olan ise, aynı meal yazarlarının, ayetin sonuna doğru tekrarlanan aynı kelimeye doğru anlam vermeleridir. Halbuki Arapça’da ve Fıkıh Usûlü ilimlerinde “bir kelime aynı parça içerisinde, önce nekra sonra da ma’rife (“el” takılı) olarak iki kez tekrar edilmişse, bunların ikisi de aynı şeyi ifade ediyor, demektir.” (bk. es-Serahsî, el-Usûl:I,159~160; Sadruşşerîa, et-Tavdîh:I,109~110; İbn Hümâm, et-Tahrîr:I,199~200; Molla Husrev, el-Mir’ât:94)
Burada da aynı durum vardır ve her iki kelimeye de aynı anlam verilmelidir.
[14] F. er-Râzî,X,52
[15] bknz. et-Tabâtabâî, el-Mîzân:IV,271~272; et-Tabrasî, Mecma’ul-Beyân:III,52
Ancak ne gariptir ki, “salât” vb. kavramlara sürekli İslâmî literatürdeki terim karşılıklarını veren müfessir ve mealciler, her nedense, bu ayete geldiklerinde “istimtâ’” kelimesine terim değil, sözlük anlamını vermekte sanki “ağız birliği” etmiş gibiler! Güneşin balçıkla sıvanamayacağı bilinmez mi acaba!?
[16] el-Kâşânî, el-Bedâi’:II,272; er-Râzî,X,52; et-Tabâtabâî,IV,273
[17] el-Qurtubî, et-Tefsîr:V,130; eş-Şevkânî, et-Tefsîr:I,449; Şehîd-i Sânî, er-Ravda:II,103
[18] el-Cessâs,III,95; et-Taberî, et-Tefsîr:V,9
[19] et-Taberî,V,9; İbn Kesîr,I,474
[20] ayr. bk. et-Taberî,V,9; el-Qurtubî,V,130; el-Emînî, el-Ğadîr:III,330
[21] en-Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim:IX,179; el-Aynî, el-Umde:XV,132
[22] Hâkim, el-Müstedrek:II,305; et-Taberî,V,9; İbn’ül-Arabî, Ahkâm’ul-Qur’ân:I,389; er-Râzî,X,51; İbn Kesîr,I,474; ez-Zemahşerî, el-Keşşâf: I,262;eş-Şevkânî, et-Tefsîr:I,449 Keşşâf: I,262;
[23] el-Cessâs,III,95,97; et-Taberî,V,9; İbn’ül-Arabî,I,389; el-Qurtubî,V, 130;er-Râzî,X, 51; İbn Kesîr,I, 474; eş-Şevkânî,I,449
Yukardaki üç isim için ayr. bk. Şehîd-i Sânî, er-Ravda:II,103; et-Tabrasî,III,52; et-Tabâtabâî,IV,272
[24] et-Taberî,V,9; el-Qurtubî,V,130; İbn Kesîr,I, 474; eş-Şevkânî,I,449
[25] et-Taberî,V,9; İbn Kesîr,I, 474; et-Tabâtabâî,IV,272
[26] Bu itirazlar için bk. el-Cessâs,III,94~95,97
* Kör taassuptan ötürü gözleri neredeyse körelmeye yüz tutmuş insanlardan başkasının ileri süremeyeceği bu itiraza, III. Bölüm’de “Cevaz vermeyenlerin delilleri” arasında yer verecek ve gerekli açıklamayı orada yapacağız. bk. s. 118 vd.
* Hanefî fukahâsının önde gelenlerinden el-Kâşânî bu itirazı yaparken sonucunu farketmiş olacak ki, köşeye sıkışıyor ve sonunda emeline ulaşabilmek için “ayette takdim-tehir var” diyor ve kelimeleri yerinden oynatıyor!!! ( el-Bedâi’:II,273)
Olayın vahametine bakın; bakın da ibret alın! Demek ki birileri “maksada götüren bütün yolları meşrû” sayabiliyor!
[27] bk. er-Râzî,X,51~52
[28] Hanefîler, Hanbelîler ve sahih görüşe göre Şâfiîler bu kanaatteler. bk. İbn Hümâm,II,216; M. Husrev,17; İbn Abdişşekur, el-Müsellem: II,16; Seyyid Bey, Usûlü Fıqh:II,50; İbn Qudâme,I,181, el-Muğnî,XI, 274; İbn Bedrân, el-Medhal:196~197; es-Sübkî, el-Cem’:I,231; es-Süyûtî, el-İtqân:I,109, İtmâm’üd-Dirâye:31; Veliyyüddîn el-Basîr, en-Nihâye:III,60,96; eş-Şirbînî, Muğnî’l-Muhtâc:IV,177,328; Zekeriyyâ el-Ensârî, Feth’ul-Vehhâb:II,163; el-Bâcî, el-Münteqâ:II,66
Bu tür kırâetlerin (okuyuşların) “ayet” gibi değerlendirilmesi mümkün değildir. Bunlar Peygamberimize (s) ait bir hadis, yada o sahâbîlerin ayete getirdikleri bir “tefsir” olarak değerlendirilmelidir.
[29] et-Tefsîr:X,53 Hanefîlerden el-Kâşânî’nin “Ayetten maksat eğer müt’a ise, o zaman mensuh sayılır!” (el-Bedâi’:II,273) demesi ise İslâmî hassâsiyetin(!) ifadesi!!!
[30] Ahmed:I,420,432,450; Buhârî: tef. Mâide,9,nikâh,8; Müslim: nikâh, 11; el-Beyheqî,VII,200~201
[31] Ahkâm’ul-Qur’ân:III,101
* Ayet aslında geneldir ve Allah’ın helal ve temiz kıldığı, fıtratın gereği ne varsa, hepsini korumayı amaçlıyor. Bu arada kısırlaşma girişimlerini de yasaklıyor.
[32] bk. el-Cessâs,III,101
[33] Ahmed:III,380; Müslim:nikâh,15
[34] Ahmed:III,304; Müslim:nikâh,16
* İki müt’adan maksat; birisi müt’a nikâhı, diğeri ise “umreyi hac aylarında tek başına yada hacla birlikte yapmak” anlamında “hacc müt’ası”dır.
[35] Saîd b. Mansûr, es-Sünen:I,218; Ahmed:III,325,356,363; Müslim: hac,212,nikâh,15; el-Beyheqî,VII,204 Aynı mahiyette biraz daha detaylı rivâyet için bk. Ahmed:I,52,III,298; Müslim:hac,145; el-Cessâs,III,96; el-Emînî, el-Ğadîr:VI,207,209~211
[36] Ahmed:IV,47,51; Buhârî:nikâh,32; Müslim:nikâh,13~14
[37] Ahmed:III,22 el-Heysemî “İsnadı sahih” diyor. el-Mecma’:IV,486
[38] bk. Müslim:nikâh,27; el-Beyheqî,VII,205
[39] Ahmed:I,181 Müslim’in şartlarına göre sahih isnadla rivâyet ediyor.
[40] Ahmed:VI,348; Müslim:hac,194~195
[41] bk. Ahmed:VI,348; Müslim:hac,194
[42] ez-Zehebî, el-Mîzân:II,59
[43] el-Müsned:227; el-Emînî,VI,209
[44] bk. Müslim:nikâh,27 (Hz. Cabir’den gelen c şıklı rivâyet)
[45] Abdürrazzaq ile İbn Abdilberr gayet sahih bir isnadla tahric ediyorlar. bk. İbn’ül-Qayyim, Zâd’ül-Meâd:I,213; el-Emînî,VI,208
et-Taberî’nin rivâyetinde ise Urve: “Oysa Ebûbekr ile Ömer’in bunu yasakladığını biliyorsun!” diyor. bk. el-Emînî,VI,211~212
* Maksat hiç kuşkusuz Ömer b. Hattâb’tır.
[46] Buhârî: tef. Baqara,24; Müslim: hac,172,173
[47] bk. Ahmed: IV,429,434,436,438,439; Buhârî: hac,36; Müslim: hac, 165~171; Dârimî: menâsik,17; Nesâî: hac,49,50; Tirmizî: hac,11; İbn Mâce:menâsik,40; el-Cessâs,I,357
[48] bk. İbn Ebil-Hadîd, Şerhu Nehc’il-Belâğa:IV,94
[49] bk. Ahmed:I,84,95,VI,292; Müslim:îmân,131; Nesâî: îmân,19,20, el-Hasâis,97~99; Tirmizî:menâqıb,20; İbn Mâce:muqaddime,11; Hâkim, Ulûm’ül-Hadîs:180
Bu hadis hakkında geniş bilgi elde etmek isteyenler “Hadislerle Hz. Ali” adlı eserimizin 393~399 nolu sayfalarına (97~99 nolu hadislerin açıklamaları) bakabilirler.
* İbn Hacer, bunun muhtemelen “Semura b. Cündeb” olduğunu söylüyor. el-İsâbe:II,81
[50] İbn Mende sahih isnadla bir rivâyet ediyor. bk. İbn Hacer, el-İsâbe:II,81; el-Emînî,VI,221
[51] bk. Müslim:hac,145; el-Cessâs,III,96; el-Emînî,VI,210~211
[52] Ahmed:I,52,III,298
[53] el-Beyheqî (VII,206) Müslim’in şartlarına göre sahih ve sağlam bir isnadla rivâyet ediyor. ayr. bk. el-Emînî,VI,210
[54] Saîd b. Mansûr (I,218~219) Buhârî ile Müslim’in şartlarına göre sahih bir isnadla rivâyet ediyor.
II. Halife Ömer’den gelen bu söz gayet meşhur ve isnadları gayet sahih. Kitaplar bu sözle dolu. Bunu Ebû Sâlih, et-Tahâvî, İbn Cerîr et-Taberî, İbn Asâkir vb. tahric ediyor ve hemen her eser bu söze yer veriyor. bk. el-Cessâs,I,362,364~365,III,102; es-Serahsî, el-Mebsût: IV,27; İbn Qudâme,VII,571~572; İbn’ül-Qayyim,II,184; er-Râzî,V, 167,X,50,52~53; el-Qurtubî,II,270; Şehîd-i Sânî,II,103; Şerafuddîn, en-Nass vel-İctihâd:199; el-Emînî,VI,211; et-Tabâtabâî,IV,297
* Allah'ın Rasûlü (s) zamanında ezanda “Hayye alel-felâh”tan sonra iki kez “Hayye alâ hayr’il-amel” = “Haydin amelin en hayırlısına!” okunuyordu. Bu ifadeler II. Halife zamanında ezandan kaldırıldı! Ama İmâmiyye mektebine mensup biz müslümanlar bunu okuyoruz.
[55] el-Ensârî, el-Fevâtih:II,227; el-Emînî,VI,213; et-Tabâtabâî,IV,298
**
Allah'ın Rasûlü’nden (s) fazla
değil, iki sene sonra müslümanların halifeliğini yapmış birisinin ağzından
çıkan şu sözlere bakın! İnsan duyunca ürperiyor! Acaba Ömer b. Hattâb bu
sözleri söylerken; Allah ve Rasûlü’nün (s) helal kıldığı bir şeyi haram kılıp,
yapanları cezalandırmanın ne anlama geldiğini bilmiyor mu!? Helali haram,
haramı helal kılma yetkisinin kimlere ait bir hak olduğundan habersiz mi
yoksa!? O bunları söylerken hiç ürpermedi mi!?
Ömer b. Hattâb hac müt’ası için de şunları söylüyor: “Allah’ın kitabında bulunduğu ve Rasûlü de yaptığı halde sizleri “hac müt’ası”nı yasaklıyorum!!!” (bk. Nesâî: hac,50 = İsnadı Buhârî ile Müslim’in şartlarına göre sahih.)
[56] Saîd b. Mansûr (I,218) ile İbn Ebî Şeybe (bk. es-Süyûtî, ed-Dürr’ul-Mensûr:II,140; el-Emînî,VI,211) sahih bir isnadla rivâyet ediyor.
* Bazı rivâyetlerde “pek az kişi” anlamına gelen “şefâ” kelimesi yerine “azgın ve eşkıyâ” anlamına gelen “Şaqıy” kelimesi kullanılıyor.
[57] et-Taberî,V,9; er-Râzî,X,50; İbn Ebil-Hadîd,XII,253; el-Emînî,VI, 206,207,239; et-Tabâtabâî,IV,295 Bu rivâyetin Ehl-i Beyt mektebinin temel hadis kaynaklarında da geçtiğini daha önce gördük.
[58] Mâlik: nikâh,41; Saîd b. Mansûr,I,218; Ahmed:I,79,142; Buhârî: meğâzî,40,zebâih,28, hıyel,4, nikâh,32; Müslim: nikâh,29~32,sayd,22; Dârimî: nikâh,16, edâhî,21; Nesâî: nikâh,71, sayd,31; Tirmizî: nikâh, 28, et’ıme,6; İbn Mâce: nikâh,44; el-Beyheqî,VII,201~202
[59] bk. el-Beyheqî,VII,201~202; İbn Hacer, el-Feth:XII,210~211;
[60] bk. en-Nevevî,IX,180~181; ez-Zeyle’î, Nasb’ur-Râye:III,178~179; el-Aynî,XIV,254; İbn Hacer, Feth’ul-Bârî::XII,210~211; el-Qastalânî, İrşâd’üs-Sârî:VI,299,VIII,35; eş-Şevkânî, Neyl’ül-Evtâr:VII,230; Davudoğlu, Müslim Şerhi:IX,178
[61] Zâd’ül-Meâd:II,183 ayr. bk. 183~184,IV,6
[62] bk. Saîd b. Mansûr,I,218; Ahmed:I,79,142; Buhârî: nikâh,32,hıyel,4; Müslim: nikâh,29,31, 32; Nesâî: nikâh,71,sayd,31; Tirmizî: nikâh,28
[63] Ehl-i Sünnet ulemâsı İbn Abbâs’ın bu çok önemli sözünü sahih senetlerle rivâyet ediyorlar. bk. İbn Sa’d, et-Tabaqât:II,338; İbn Abdilberr, el-İstîâb:III,40; İbn Hacer, el-İsâbe:II,509
[64] İbn Şihâb ez-Zührî, Urve b. Zübeyr ile her fırsatta bir araya gelip İmam Ali’ye @ sataşan ve ona olan düşmanlıklarını açığa vuran iki kafadar! Bu konuda güvenilir yollarla gelen pekçok rivâyet var! ( İbn Ebil-Hadîd, IV,102 )
ez-Zührî buna ilaveten, Abdülmelik b. Mervân gibi büyük kan dökücü Emevî sultanlarının meclis arkadaşlarından! (İbn Sa’d,VII,447 Aynı yerde o ünlü diktatörün hediye(!)lerine mazhar olduğu da kayıtlı.) İbn Sa’d’ın Buhârî ile Müslim’in şartlarına göre sahih bir senedle rivâyetine göre, birisi ez-Zührî’ye gelerek, dişleri altın tellerle bağlamanın hükmünü sorar. O da “sakıncası yok” der. Bununla kalsa sorun yok. Asıl sorun, ez-Zührî’nin bu fetvayı verirken Abdülmelik b. Mervân’ı kaynak göstermesi! ez-Zührî, “Abdülmelik b. Mervân da dişlerini altınla bağlatmıştı!” diyerek, “Sakıncası yok; eğer olsaydı Abdülmelik yapmazdı!” demek istiyor. Tek bir valisinin, Haccâc-ı Zâlim’in, sudan sebeplerle, bir çoğu Ehl-i Beyt yanlısı 100.000’in üzerinde kafa kesmesini onaylayan böyle bir diktatörün uygulamasını delil göstermek; bir insana yakışır mı!?
Ayrıca ez-Zührî tedlis ile de ünlü birisi. (ez-Zehebî,IV,40) Yani rivâyet ettiği hadisin başkalarınca güvenilir sayılabilmesi için senedde ve daha başka yerlerde oynama yapabiliyor!!! ez-Zührî’nin hadislerin metin ve senedlerinde yaptığı oynamalara örnek görmek istiyorsanız; onun rivâyet ettiği hadislerde iyi bir gezintiye çıkmalısınız!
Yahyâ b. Maîn bile “O Ümeyye oğullarına çalışırdı!” dedikten (Hâkim, el-Ma’rife:54) sonra, ez-Zührî’yi kim siqa sayarsa saysın, bir kıymeti var mı1?
[65] bk. Buhârî: humüs,20,meğâzî,40,zebâih,27,28; Müslim: sayd,25,26, 29,32~34,36,37
[66] el-Aynî,XIV,254; İbn Hacer, el-Feth:XII,217; eş-Şevkânî,VII,228
[67] bk. Buhârî: nikâh,32; Müslim: nikâh,27 Ayrıca yukarıdaki Hz. Câbir’den gelen c şıklı rivâyete bakınız.
[68] el-Cessâs,III,95; İbn Rüşd, el-Bidâye:II,48; eş-Şevkânî,VII,228
[69] Abdürrazzaq, İbn’ül-Münzir, Ebû Ca’fer et-Tahâvî (Şerhu Meânî’l-Âsâr’da) vb. sahih isnadla rivâyet ediyor. bknz. el-Cessâs,III,96; İbn Rüşd,II48; İbn’ül-Esîr, en-Nihâye:II,249; el-Qurtubî,V,130; es-Süyûtî, et-Tefsîr:II,140; eş-Şevkânî,VII,228; el-Emînî,VI,206
[70] el-Cessâs,II,185,III,95~98,102;
el-Merğînânî, el-Hidâye:III,247; el-Mavsılî,
el-İhtiyâr:III,89
Konuyla ilgili dedi-kodular için bk. es-Serahsî,V,152; en-Nevevî, IX,181; el-Aynî,XIV,253; İbn Hümâm, Feth’ul-Qadîr:III,248~249; eş-Şevkânî,VII,227,228; Davudoğlu,VII, 235,237,IX,179
[71] Tirmizî: nikâh,29; el-Beyheqî,VII,206; ez-Zeyle’î,III,182
[72] ez-Zehebî,IV,213; İbn Hacer, et-Taqrîb:II,290; Yâqût el-Hamevî, Mu’cem’ül-Büldân:II,25
[73] İbn Hacer, el-Feth:XII,215
[74] el-Cessâs (III,95) rivâyet ediyor. ayr. bk. er-Râzî,X,49
[75] İbn Sa’d,VII,369; ez-Zehebî,III,73-75; es-Süyûtî, el-İs’âf:29
[76] ez-Zehebî,III,48; İbn Hacer, et-Taqrîb:II,15
[77] Tirmizî, el-Ilel:753
[78] ez-Zehebî,I,462
[79] Bu sahte rivâyetler için bk. el-Cessâs,II,185,III,95; es-Serahsi,V,152; er-Râzî,X,49; İbn Hümam,III,249; eş-Şevkânî,VII,227
[80] bk. el-Aynî,XIV,254; Davudoğlu,VII,226
[81] İbn Hacer, el-Feth: XII,217; eş-Şevkânî,VII,228
[82] bk. İbn’ül-Qayyim,II,184,IV,6; en-Nevevi,IX,182; el-Aynî,XV,131, XVI,261; İbn Hacer, el-Feth:XII,217; el-İsâbe:II,63; el-Qastalânî, VII, 86,VIII,10; İbn Ebil-Hadîd,XII,254; eş-Şevkânî,VII,228
[83] bk. İbn Ebil-Hadîd,XII,254; İbn Qudâme,VII,571;el-Aynî,XIV,254; İbn Hacer, el- İsâbe:II,63, el-Feth: XII,217; eş-Şevkânî,VII, 228
[84] ayr. bk. İbn Ebil-Hadîd,XII,254; İbn Qudâme,VII,571; el-Aynî,XIV, 254; İbn Hacer, el-Feth: XII,217; eş-Şevkânî,VII,228
[85] ayr. bk. er-Râzî,X,49,52; el-Qurtubî,V,130; el-Emînî,VI,VI,208
[86] ayr. bk. et-Taberî,V,9; eş-Şevkânî,VII,231; el-Emînî,VI,229
[87] Abdürrazzaq b. Hemmâm (el-Musannef:VII,496,497) gayet sahih bir isnadla rivâyetine göre; Muâviye Tâifli bir kadınla müt’a yapmış! ayr. bk. İbn Hazm, el-Muhallâ:IX,519; İbn Hacer, el-Feth: XII,217; el-Ğımârî, el-İbtihâc:205; Vehbe Zuhaylî,IX,54
[88] Abdürrazzâq’ın (el-Musannef:VII,500) gayet sahih bir isnadla rivâyetine göre; Amr Kûfe’ye geldiğinde bir kadınla müt’a yapmış; o da bundan hamile kalmış. (bk. İbn Hacer, el-Feth: XII,215; el-Emînî, VI,206~207,221) Yukarıda geçen Hz. Câbir’in hadisine göre; Ömer b. Hattâb bu olaydan haberdar olması üzerine müt’ayı yasaklamış! (ayr. bk. İbn Hacer, el-Feth:XII,217; eş-Şevkânî,VII,228)
[89]
bk. Abdürrazzaq,VII,499; İbn Hazm,IX,519; İbn Hacer, el-İsâbe:II, 63, el-Feth:
XII,217; eş-Şevkânî,VII,228 İsnadı gayet sahih.
[90] Gayet sahih isnadla gelen rivâyete göre, Rabîa’nın müt’a yaptığını haber alan Ömer şöyle demiş: “Bu konuda (yasak koymak için) biraz erken davransaydım, (seni) muhakkak recmederdim!” (bk. Mâlik: nikâh,42; eş-Şâfiî, el-Ümm:VII,219; el-Beyheqî, es-Sünen:VII,206) ayr. bk. İbn Hacer, el-İsâbe:I,531,II,63; eş-Şevkânî,VII,228
Rabîa, Ömer b. Hattâb’ın kendisine yönelik bir uygulaması sonucu, sonradan hristiyan olmuş bir sahâbîdir. bk. Nesâî:eşribe,47; İbn Hacer, el-İsâbe:I,530~531
[91] bk. Abdürrazzaq,VII,499; İbn Hazm,IX,519; İbn Hacer, el-İsâbe:II, 63, el-Feth: XII,217~218
[92] bk. İbn Hazm,IX,519; İbn Ebil-Hadîd,XX,130; eş-Şevkânî,VII,228; et-Tabâtabâî,IV,299; Vehbe Zuhaylî,IX,54
[93] bk. Râğıb el-İsfahânî, el-Muhâdarât:II,94; İbn Abdi Rabbih, el-Iqd’ül-Ferîd:II,139; el-Emînî,VI,208~209; et-Tabâtabâî,IV,299
[94] et-Tayâlisî, el-Müsned:227; el-Emînî,VI,209
[95] Yemen’in ünlü fıkıh ve hadis alimlerinden. Kütüb-ü sitte’nin siqalığı tartışmasız bir râvîsi. H.106’da Mekke’de vefat etti. (bk. İbn Sa’d, V,537~542; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,359; es-Süyûtî, el-İs’âf:20; Bilmen, Hukuku İslâmiyye:I,460)
[96] Abdürrazzâq sahih isnadla rivâyet ediyor. bk. İbn Hazm,IX,519; İbn Qudâme,VII,571; el-Aynî,XIV,254; İbn Hacer, el-Feth: XII,217,218; eş-Şevkânî,VII,228; Vehbe Zuhaylî,IX,54
[97] Kûfe’nin en önde gelen müctehidlerinden. Hadiste de gayet siqa ve Kütüb-ü sitte râvîlerinden. H.95’te Haccâc-ı Zâlim’in zulmü sonucu şehid oldu. (bk. İbn Sa’d,VI,256~267; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,284; el-Aynî,I,79; es-Süyûtî,16; Bilmen, Hukuku İslâmiyye:I,449)
[98] Abdürrazzâq sahih isnadla rivâyet ediyor. bk. İbn Hazm,IX,519; İbn Ebil-Hadîd,XII,254; el-Ayni,XIV,254; İbn Hacer, XII,217,218; eş-Şevkânî,VII,228; Davudoğlu,VII,226; Vehbe Zuhaylî,IX,54
[99] Mekke’nin meşhur hadis ve fıkıh alimlerinden. Siqa olduğunda hiç kimsenin kuşkusu yok. H.115’te vefat etti. (bk. İbn Sa’d,V,467~470; İbn Hacer, et-Taqrîb:II,25; el-Aynî,II,79; Bilmen,I,338)
[100] Abdürrazzâq sahih isnadla rivâyet ediyor. bk. İbn Hazm,IX,519; el-Aynî,XIV,254; İbn Hacer, el-Feth: XII,217,218; eş-Şevkânî,VII,228; Davudoğlu,VII,226; Vehbe Zuhaylî,IX,54
[101] Abdülmelik b. Abdilazîz b. Cüreyc. Mekke’nin en ünlü hadis, fıkıh ve tefsircilerinden. Siqa olduğunda tam bir ittifak var. H.150’de vefat etti. (İbn Sa’d,V,491~492; ez-Zehebî,II,659; İbn Hacer, et-Taqrîb:I, 482; el-Aynî,III,157; Bilmen,I,403)
[102] ez-Zehebî,II,659; İbn Hacer, et-Tehzîb:VI,406; el-Aynî,XIV,253; İbn Hacer,XII,217; el-Adevî, Hâşiye alâ Muhtasar’il-Halîl:VIII,77
Konuyla ilgili bir rivâyet için bk. el-Küleynî, el-Kâfî:V,451
[103] Mekke’nin ünlü hadis, fıkıh ve tefsir alimlerinden. Siqa olduğunda ittifak var. H. 102~104’te vefat etti. (İbn Sa’d,V,466~467; ez-Zehebî, III,439; İbn Hacer, et-Taqrîb:II,237; el-Aynî,I,131,435; Bilmen,I,430)
[104] İbn Ebil-Hadîd,XII,254; et-Tabâtabâî,IV,299
[105] Mekkeli tâbiînin meşhurlarından. Buhârî ile Müslim dahil pekçok hadisçinin itimadına mazhar olmuş siqa bir râvî. (İbn Hacer, el-İsâbe: II,204,III,685, et-Taqrîb:I,352; el-Aynî,VII,419)
[106] Abdürrazzâq (el-Musannef:VII,496,497) gayet sahih ve sağlam bir isnadla rivâyet ediyor. bk. el-Ğımârî, el-İbtihâc:205
Rivâyet, Muaviye’nin müt’a yaptığıyla ilgili rivâyetle iç içedir.
[107] Meşhur komutan sahâbî Hâlid b. Velîd’in torunlarından. Müslim’in siqa râvîlerinden. (bk. Müslim:nikâh,27; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,216)
[108] bk. Müslim:nikâh,27
[109] İsmâîl b. Abdirrahmân es-Süddî. Kûfe’nin meşhur hadis ve tefsir alimlerinden. Müslim ve diğer sünen yazarlarının itimad ettiği siqa ve sadûq bir râvî. H.127’de vefat etti. (Tirmizî:menâqıb,21; ez-Zehebî,I, 236~237; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,83; Şerafuddîn, el-Murâcaât:82)
[110] bknz. İbn Hacer,XII,217; İbn Rüşd,II,48; el-Qurtubî,V,133; eş-Şevkânî,VII,229
[111] et-Tefsîr:V,132
[112] Diğer dört görüş için bk. Hâkim, el-Ma’rife:65; eş-Şevkânî,VII,228
[113] bk. en-Nevevî,IX,182,183,186; Davudoğlu,VII,223,226
[114] Özetle alınmıştır. bk. eş-Şevkânî,VII,230
[115] İbn Nüceym, el-Eşbâh:27; es-Süyûtî, el-Eşbâh:53~55; es-Serahsî,I, 50; el-Kâşânî,II,80,188; el-Hâdimî, el-Mecâmi’:314; Mecelle:md.4
[116] İbn Nüceym,28; el-Hâdimî,311; en-Nevevî,IV,49; Mecelle:md.5
[117] el-Kâşânî,VII,323; İbn Nüceym,29; es-Süyûtî,53; Elmalılı, Hak Dini: IV,2446
[118] el-Hâdimî,330; Mecelle:md.10
[119] bk.Ebul-Huseyn el-Basrî, el-Mu’temed:II,325 vd. el-Bâcî, el-İhkâm: 613 vd. el-Ğazzâlî, el-Müstasfâ:I,217 vd. es-Serahsî, el-Usûl:II,223 vd. Sadruşşerîa,II,608 vd. el-Âmidî, el-İhkâm:IV,367; İbn Hâcib, el-Muhtasar:II,284; el-Beydâvî, el-Minhâc:III,123 vd. İbn Qudâme, er-Ravda:I,389 vd. İbn Hazm, el-İhkâm:V,3 vd. İbn Daqîq el-Iyd, el-İ’lâm:II,27~28; İbn Hümâm,III,290; M. Husrev,264; İbn Abdişşekûr, el-Müsellem:II,359; Mustafa Deyb Boğa, Eser’ul-Edillet’il-Muhtelefi fîhâ:s.185~238
[120] Bu delile bir kısım Ehl-i Sünnet alimleri bizim adımıza yer veriyor. bk. el-Cessâs,III,103; es-Serahsî,V,152; er-Râzî,X,52
[121] Şimdilerde çoğu “elbette müslümanım!” diyen pek çok gencin neden genel evlere mübtelâ olduğunu varın sizler düşünün...
* Hanefîler, Mâlikîler, Şâfiîler, Zâhirîler ve Hanbelîler’in bu kanaati benimsediklerinde kuşku yok. Gerçi es-Serahsî (V,152), Fahruddîn Qâdîhân (el-Fetâvâ:I,326), el-Merğînânî (III,247) gibi bazı Hanefî alimler, İmam Mâlik’e “müt’a nikâhının cevazını” isnâd etmişlerse de bu doğru değil. Bu isnâdın doğru olmadığını İbn Daqîq el-Iyd (İbn Hacer, el-Feth:XII,217; eş-Şevkânî,VII,228; Şemsülhaqq, Avn’ül-Ma’bûd:VI,84), İbn Hümâm (III,247), İbn Nüceym (el-Bahr:III,115) ve İbn Âbidîn (Redd’ül-Muhtâr:III,51) de söylüyor.
[122] Bu ayetleri konumuza “aleyhte” delil olarak ileri sürenler, galiba “Re’y Ekolü”nden olmaları hasebiyle, özellikle Hanefîlerdir. el-Cessâs (III,97,98), es-Serahsî (V,152), el-Kâşânî (II,272~273) ve el-Mavsılî (III,89) bunların başında yer alıyor. Basra kadısı Yahyâ b. Eksem (el-Halebî, es-Sîra:III,53) ile Fahruddîn er-Râzî (X,50,XXIII, 80) de bunlara katılmış, bir rivâyet ile Hz. Âişe de bu halkaya dahil edilmiş! (Rivâyet için bk. el-Beyheqî,VII,206~207; Hâkim:II,305,393 = Hâkim rivâyetin ardından “Buhârî ile Müslim’in şartlarına göre sahih” diyor!”) ayr. bk. Vehbe Zuhaylî,IX,57
* Bir önceki dipnota bk.
[123] Ahkâm’ul-Qur’ân:III,1311
[124] Bu rivâyet II. Bölüm’de geçti. bk. s. 36
[125] Ahmed:IV,55; Müslim:nikâh,18; el-Beyheqî,VII,204
[126] Ebû Hanîfe, el-Müsned: h.n.272,273,276; Ebû Avâne, el-Beyheqî, VII,202; el-Cessâs,III,100 rivâyet ediyor. ayr. bk. İbn Hacer, XII,211; el-Aynî,XIV,254
[127] Ebû Hanîfe,271
[128] Ebûbekr el-Hâzimî rivâyet ediyor. bk. ez-Zeyle'î,III,179; İbn Hacer, XII,211; el-Ayni, XIV,254; İbn Hümâm,III,248; eş-Şevkânî,VII,229
[129] Taberânî ile el-Cessâs (III,101) rivâyet ediyor. el-Heysemî,IV,487
[130] Müslim: hac,162
[131] el-Beyheqî,VII,207
[132] İbn Mâce: nikâh,44 İsnâdının sahih olduğu söyleniyor. Buna benzer bir hadis için bk. İbn’ül-Qayyim,I,206
[133] Taberânî ile İbn Qâni’ rivâyet ediyor. bk. İbn Abdilberr,I,306; el-Heysemî,IV,489
[134] Ebû Ya’lâ, İshâq b. Râheveyh, İbn Hıbbân, el-Beyheqî (VII,207), et-Tahâvî ve ta’lîq suretiyle el-Cessâs (III,100) rivâyet ediyor. bk. el-Heysemî,IV,486~487; ez-Zeyle'î,III,180; el-Aynî,XIV,254; İbn Hacer, XII,212; el-Qastalânî,VIII,35; eş-Şevkânî,VII,231
eş-Şevkânî isnadının hasen olduğunu söylüyor!!!
[135] Taberânî rivâyet ediyor. bk. el-Heysemî,IV,489
[136] Taberânî rivâyet ediyor. bk. el-Heysemî,IV,489
[137] Taberânî rivâyet ediyor. bk. el-Heysemî,IV,490
[138] Taberânî rivâyet ediyor. bk. el-Heysemî,IV,487
[139] Ahmed:III,404~406; Müslim: nikâh,21,28; Dârimî: nikâh,16; İbn Mâce: nikâh,44; el-Beyheqî,VII,203
* bk. sh. 36~39 İbn Hacer (el-Feth:XII,210) “Müt’a nikâhının Tebûk seferinde yasaklandığına dair” İmâm Ali’ye izâfe edilen hadisin de hatalı olduğunu söylüyor. Çünkü senedinde ez-Zührî’nin yanısıra, ondan rivâyette bulunan İshâq b. Râşid el-Cezerî var. ez-Zührî’den yaptığı rivâyetlerde hatalar yaptığı söyleniyor. bk. İbn Hacer, et-Taqrîb:I,69
** II. Bölüm’ün Sünnetten Deliller kısmına bk. (3. hadis) sh. 29
* Tedlîs: Rivâyet ettiği hadisin başkaları tarafından kabul görmesi için sened ve metinde oynama yapmak, anlamına gelen bir hadis deyimi.
[140] ez-Zehebî,II,672; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,486~487
** Genellikle kabul gören tanıma göre; Münker: Zayıf bir râvînin, siqa râvîlere aykırı biçimde rivâyet ettiği hadis. Şâzz ise: Siqa bir râvînin, diğer siqa râvîlere aykırı biçimde rivâyet ettiği hadis.
* bk. 36~39
[141] bk. Buhârî:meğâzî,40,zebâih,28; Müslim:sayd,25
[142] bknz. İbn Sa’d,VI,368,VII,322; en-Nesâî, ed-Duafâ:240,266; ez-Zehebî, I,226,IV,265
[143] el-Heysemî,IV,488; ez-Zehebî,IV,184
[144] ez-Zehebî,II,484; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,420
[145] bk. ez-Zehebî,II,371~375; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,374; Davudoğlu, I,11,48
[146] İbn Hacer, el-Feth:XII,212; eş-Şevkânî,VII,229
[147] ez-Zehebî,III,262; İbn Hacer, et-Taqrîb:II,77
[148] ez-Zehebî,II,310~311; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,349
[149] İbn Sa’d,V,237~238; el-Aynî,II,101,VIII,370
Amr el-Eşdaq’ın Abdullâh b. Zübeyr’in Mekke’de başlattığı bir ayaklanmayı bastırmak üzere, Yezîd’in talimatıyla Mekke üzerine ordu sevketmesi; onun bu yaptıklarını eleştiren bir sahâbîye küstahça muamelesi... ile ilgili meşhur bir rivâyet için bk. Ahmed:IV,31~32; Buhârî:ilim,37,umre,40,meğâzî,53; Müslim:hac,446; Tirmizî:hac,1; Nesâî: menâsik,1
Bu canavar ruhlu adam bile Ehl-i Sünnet hadis hafızlarının “siqa” saydığı; Ahmed, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce’nin “hadislerini tahric ettiği” bir râvî!!! (bk. ez-Zehebî,III,262; İbn Hacer, et-Taqrîb: II, 76; el-Hazrecî, el-Hulâsa:244)
* İsmâîl b. Ümeyye’nin bir uydurmasını da az ilerde “Sebra hadisi”nin tahlili sırasında göreceksiniz!
[150] bk. Müslim: hac,160; Nesâî: hac,77; İbn Mâce: hac,42
[151] bk. Müslim: hac,161; Nesâî: hac,77
[152] bk. Müslim: hac,163; Nesâî: hac,77
[153] bk. Nesâî: hac,77
[154] bk. Nesâî: hac,77
[155] Zübeyd = İbn Sa’d,VI,309~310; ez-Zehebî,II,66; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,252; el-Aynî,I,318
Fudayl = ez-Zehebî,III,362; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,120
[156] bknz. en-Nevevi,VIII,167,203; el-Aynî,VIII,34; Davudoğlu,VI,420, 456
[157] ez-Zehebî,I,669
[158] ez-Zehebî,II,272
[159] sh. 28 (b şıklı hadisi)
[160] sh. 28~29 (c şıklı hadisi)
[161] sh. 33 (b ve c şıklı hadisler)
[162] sh. 31 O hadiste geçen “bir adam”dan kastın II. Halife Ömer olduğu şüphesiz. bk. el-Aynî,VIII,42,XV,25; Davudoğlu,VI,463
[163] sh. 34~35
[164] “İki müt’a var ki; ...” ve “Üç şey var ki; ...” sözlerine bk. sh. 33~34
[165] sh. 31
[166] sh. 45~46 (Rabîa b. Ümeyye md.)
[167] el-Muhâdarât:II,94’ten naklen el-Emînî,VI,212 Yani, Ömer’in “Allah'ın Rasûlü (s) zamanında vardı” şeklindeki tanıklığını kabul ederek bu nikâha “helâl” dedik; çünkü asıl huccet o! Ömer’in icraatı ise kimseyi bağlamaz.” demiş oluyor.
[168] ez-Zehebî,I,9; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,46
[169] ez-Zehebî,I,193~194; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,71; el-Heysemî,IV,489
* Ebû Hürayra’nın hadiste hiçbir şekilde makbul birisi olmadığının ispatı için burası müsâit ve yeterli değil. Bilgi edinmek isteyenler “Sahabenin Adaleti ve Ebû Hürayra” adlı çalışmamıza bakabilirler.
[170] İbn Sa’d,V,501; ez-Zehebî,IV,228~229; İbn Hacer, et-Taqrîb:II, 294~295
[171] İbn Sa’d,V,555; ez-Zehebî,III,90~93; İbn Hacer, et-Taqrîb:II,34
[172] ez-Zehebî,III,92,IV,229
[173] İbn Hacer, el-Feth:XII,212 ayr. bk. el-Qastalânî, VIII,35
[174] bk. sh.41 ayr. bk. el-Heysemî,IV,489
[175] Yahyâ = ez-Zehebî,IV,396; İbn Hacer,et-Taqrîb:II,361; el-Heysemî, IV,489
İbn Lehî’a = İbn Sa’d,VII,516; ez-Zehebî, II,475~483; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,417; el-Aynî,XV,23; es-Süyûtî, el-İs’âf:47
[176] el-Heysemî,IV,490; Müslim: muqaddime,28; ez-Zehebî,IV,364; İbn Hacer,et-Taqrîb:II,349
* Ayrıntılı bilgi için bk. sh.26
[177] İbn Sa’d,VI,378; ez-Zehebî,II,270~274; İbn Hacer,I,337
Bizce bunun sorumlusu Şerîk olamaz. Çünkü Şerîk, İmam Ali’ye @ ve Ehl-i Beyt’e yakınlığıyla ve hayranlığıyla tanınmış bir râvî. Bunu onun tercüme-i hallerini anlatan kitaplara bakarak görmek pekâlâ mümkün. Böyle birisinden, böyle bir hadisi rivâyet etmesi beklenmez. el-Heysemî (IV,487) hadisin senedinde “Şerîk” dışında kimlerin yer aldığını söyleseydi, o zaman sorumluların kimler olduğuna bir açıklık getirebilirdik.
[178] bk. el-Cessâs,IV,106,V,166; es-Serahsî, el-Usûl:I,368; el-Pezdevî, el-Usûl:III,736; Sadruşşerîa,II,442; en-Nesefî, Keşf’ül-Esrâr:II,31; İbn Hümâm, et-Tahrîr:II,295; M. Husrev,116; İbn Abdişşekûr,II,128
[179] Ebul-Huseyn el-Basrî,II,167; Ebû Ya’lâ,III,852; el-Ğazzâlî,I,171; el-Âmidî,II,282; İbn Qudâme,I,258; es-Süyûtî, et-Tedrîb:I,276; Yaşar Kandemir, Mevzû Hadisler:180; Ebû Rayye, Muhammedî Sünnetin Aydınlatılması:399~400
[180] bk. Ahmed:III,405; Müslim:nikâh,19; Nesâî:nikâh,71; el-Beyheqî, VII,202
[181] bk. Ahmed:III,405; Müslim:nikâh,20; el-Beyheqî,VII,202
[182] bk. Saîd b. Mansûr,I,218; Ahmed:III,404,405; Müslim:nikâh,24~26; Ebû Dâvûd:nikâh,14; Dârimî:nikâh,16; el-Beyheqî,VII,204; el-Cessâs, III,100
[183] Ebû Hanîfe, h.n.275 Rivâyetin senedinde bu ismin yerine Abdullâh geçiyorsa da; oğlu Yûnus’un da senedde bulunmasından ve “Yûnus babası Abdullâh’tan, o da Rabî’dan...” denmesinden bu sonuca vardık. Çünkü Yûnus’un babası Abdullâh değil, Ebû İshâq es-Sebî’î’dir.
[184] bk. Saîd b. Mansûr,I,217
[185] bk. Müslim: nikâh,22; el-Beyheqî,VII,202
[186] bk. Müslim: nikâh,23; el-Beyheqî,VII,202; el-Cessâs,III,100
[187] Abdülazîz, meşhur Ömer b. Abdilazîz’in oğludur ve Ehl-i Sünnet alimleri tarafından genellikle “siqa” sayılır. Ama aynı zamanda hâfıza zayıflığına sahip olduğu; özellikle Leys gibi, ez-Zührî gibi hâfızaya sahip olmadığı da kabul ediliyor. (bk. ez-Zehebî,II,632; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,473; el-Aynî,XIX,235) Bu durumda şâzz saymak daha doğru olabilir.
[188] bk. Müslim: nikâh,28; el-Beyheqî,VII,203
[189] bk. Saîd b. Mansûr,I,218; Ahmed:III,405; Müslim:nikâh,24; Dârimî: nikâh,16; el-Beyheqî,VII,204
[190] bk. Müslim:nikâh,26
[191] bk. Ahmed:III,404; Ebû Dâvûd:nikâh,14; el-Beyheqî,VII,204; el-Cessâs,III,100
[192] bk. Ahmed:III,404; Müslim:nikâh,25
[193] bk. Ahmed:III,404; Ebû Dâvûd:nikâh,14
* Sadece Saîd b. Mansûr ile el-Beyheqî’nin rivâyetlerinde “Mekke fethinde” deniyor.
* bk. sh. 71~72
[194] bknz. el-Beyheqî,VII,204; ez-Zeyle'î,III,179; İbn’ül-Qayyim,II,183, IV,6; İbn Hacer, el-Feth:XII,211,212~213,214; el-Qastalânî,VIII,35; eş-Şevkânî,VII,230; Davudoğlu, Selâmet Yolları:III,271
[195] es-Süyûtî, Târîh’ul-Hulefâ:s.136~137; el-Emînî,VI,213
[196] el-Cessâs,III,102; er-Râzî,X,50
[197] es-Süyûtî, Târîh’ul-Hulefâ:s.136~137; el-Emînî,VI,213
[198] Saîd b. Mansûr,I,218; Ahmed:II,95,103~104 İsnadı sahih.
[199] el-Beyheqî,VII,202,206,207; Taberânî (el-Heysemî,IV,488); el-Aynî, XIV,254; İbn Hacer,XII,211; el-Emînî,VI,208,X,63
[200] el-Cessâs,III,95~96
* bk. sh. 63
[201] el-Musannef: müt’a nikâhı bölümü
* Bu rivâyet için bk. sh. 31
[202] İbn Sa’d,V,178~182; el-Aynî,I,42; İbn Hacer, et-Taqrîb:II,22
[203] Zira Urve, daha önce bahsettiğimiz sâbıkalı İbn Şihâb ez-Zührî ile, her fırsatta bir araya gelerek Hz. İmam’a @ sataşan ve ona olan düşmanlıklarını açığa vuran iki kafadar! Bu konuda güvenilir yollarla gelen pekçok rivâyet var. Özellikle Urve’nin oğlu Yahyâ, Ali’ye ait güzel sıfatların, babası tarafından alay / eleştiri konusu yapılması karşısında hayretini gizleyemiyor! (İbn Ebil-Hadîd,IV,102) Mu’tezile ulemâsının en ileri gelenlerinden Ebû Ca’fer el-İskâfî, Urve’yi, Muâviye’nin hadis uydurmak için tuttuğu kişiler arasında sayar! (İbn Ebil-Hadîd,IV,63~64 İmam Ali aleyhine uydurduğu iki rivâyet için aynı yere bk. ) Abdullâh b. Abbâs da Urve’nin yalancı birisi olduğunu îmâ edenlerden. ( İbn Sa’d,II,263 ) Ayrıca hemen herkes Mervân b. Hakem’in ne mal olduğunu çok iyi bilir. İşte bizim(!) Urve, böyle bir yılanı hadis rivâyetinde “adil/siqa” sayıyor! (bk. İbn Abdilberr,III,428)
Sorarım sizlere: Böyle bir “Urve”den neler beklenmez ki!?
[204] Müt’a nikâhının haramlığına dair Kitaptan deliller başlığına bk.
[205] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef: müt’a nikâhı bölümü (isnadı sahih)
[206] el-Cessâs,III,96
* “Kazâ umresi”nden maksat, Mekke Devleti’nin engellemesi sonucu H. 6 tarihinde yapılamayıp ertesi sene kazâ edilen umredir.
[207] Abdürrazzâq (bk. el-Aynî,XIV,254; İbn Hacer, XII,211; eş-Şevkânî, VII,229) ile Saîd b. Mansûr (I,217) sahih bir isnadla rivâyet ediyor.
Hasen el Basrî’nin gözleri yukarıda geçen onlarca rivâyeti görmüyor anlaşılan! Mekke’nin fethinde, Evtâs muhârabesinde müt’aya izin verildiğini Ehl-i Sünnet alimleri de kabul ediyor ve Hasen el-Basrî’nin bu sözünün merdût olduğunu söylüyorlar. (en-Nevevî,IX,181)
[208] İbn Sa’d,V,83; İbn Hacer, el-İsâbe:III,72, et-Taqrîb:I,458; es-Süyûtî, el-İs’âf:26; el-Haffâcî, Nesîm’ür-Riyâd:III,33
[209] bk. Müslim:nikâh,27; el-Beyheqî,VII,205
[210] İbn Hacer, et-Taqrîb:I,241; el-Hazrecî,98
[211] Müslim:salât,6; İbn Sa’d,VII,453~454; ez-Zehebî,IV,177~178; İbn Hacer, et-Taqrîb:II,278
[212] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef: müt’a nikâhı bölümü (isnadı sahih)
[213] İbn Sa’d:II,388~389; İbn Hacer, et-Taqrîb:II,216; el-Aynî,I,53; es-Süyûtî, el-İs’âf:37; el-Haffâcî,II,246; Bilmen,I,473
* bk. sh. 37~38
[214] ez-Zehebî,I,222; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,78~79; el-Aynî,VII,277
* bk. sh. 70~71
[215] el-Beyheqî (VII,207) sahih isnadla rivâyet ediyor. ayr. bk. İbn Hacer, el-Feth: XII,217; el-Qastalânî,VIII,36; eş-Şevkânî,VII,228
[216] Hanefîler = el-Cessâs,II,23; es-Serahsî,I,303; el-Pezdevî,III,948; Sadruşşerîa,II,499; İbn Hümâm,III,101; İbn Abdişşekûr,II,232; M. Husrev,228 Mâlikîler = el-Bâcî, el-Münteqâ:I,151,241,III,144,178, VII,116, el-İhkâm:407; İbn Hâcib,II,37 Hanbelîler = İbn Qudâme,I, 381; Âlü Teymiyye, el-Müsevvede:300; İbn Bedrân, el-Medhal:281
[217] bk. eş-Şîrâzî, et-Tebsıra:391; el-Âmidî,I,216; es-Sübkî,II,189; es-Süyûtî, el-İtmâm:72; Zekeriyyâ el-Ensârî, el-Ğâye:90
[218] el-Cessâs,III,102,103; es-Serahsî,V,152; el-Merğînânî,III,247; el-Kâşânî,II,273; el-Mavsılî,III,89; İbn Rüşd,II,48; en-Nevevî,VIII,170, IX,179,181; er-Râzî,X,50; ez-Zeyle’î,III,181; İbn Hacer, el-Feth: XII, 216~217; İbn Hümâm,III,249; el-Qastalânî,VIII,36; Şemsülhaqq,VI, 84; ed-Düsûqî, Hâşiye aled-Derdîr: II,239; es-Sâbûnî, Tefsîru Âyât’il-Ahkâm:I,457; Vehbe Zuhaylî,IX,57
[219] Bu olay güvenilir, sahih isnadlarla rivâyet edilmiştir. bk. Hâkim, I,102,110; İbn Hazm, el-İhkâm:I,266,267; İbn’ül-Arabî, el-Avâsım: 76; el-Emînî,VI,294
[220] Yukarıdaki eserlerin yanısıra bk. İbn Hazm,IV,615 vd. el-Ğazzâlî,I, 191; el-Beydâvî,II,191 ayr. bk. İbn Nüceym,78; Mecelle: md.67
* Esasen Ehl-i Sünnet mektebinin aşağı yukarı ittifakla “kesin huccet” saydığı “sarîh icmâ”nın nasıl gerçekleşeceği de pek anlaşılır değil! Ahmed b. Hanbel’in konuyla ilgili yaklaşımını, ilim ehli herkes bilir.
[221] Bu olumlu yaklaşım başlıca şu alimlere ait: Ebû Hanîfe, eş-Şâfiî, Süfyân es-Sevrî, İbn Ebî Leylâ, Dâvûd ez-Zâhirî, İbn Hazm (bk. İbn Hazm, el-Fisal:III,246 krş. el-İhkâm:IV,629~630; İbn Teymiyye, el-Minhâc:III,20; el-Emîr es-San’ânî, el-Usûl:389), el-Ğazzâlî (I,183), el-Âmidî (I,194), el-Beydâvî – el-İsnevî (II,205~206), el-Cüveynî (el-Buhârî, el-Keşf:III,958), Tâc es-Sübkî – el-Mahallî (II,178,385), eş-Şîrâzî (el-Buhârî, a.y.; İbn’ül-Emîr el-Hâcc, et-Taqrîr:III,95), Ebül-Hattâb (İbn Qudâme,I,355), Zekeriyyâ el-Ensârî (el-Ğâye:89), Ebû Süfyân el-Hanefî (Âlü Teymiyye,297), Necmüddîn et-Tûfî (İbn Bedrân, en-Nüzhet:I,353), Hudarî Bey (Usûl-ü Fıqh:276) ....
* Burada “Ömer, hac aylarında umre yapmak anlamında “hac müt’ası”nı değil, başlanmış bir haccı bozarak umreye çevirmek anlamında “hac müt’ası”nı yasaklamıştır!...” vb. savunmalar tümüyle yersiz ve yalandır. Bu savunmaların yersiz ve yalan olduğunu görmek isteyenler, Buhârî’nin, Müslim’in ve diğer hadis kitaplarının “hac” bölümlerine, “temettu’” bahislerine başvurabilirler.
[222] Dönüşümlü nesh iddiaları için bk. İbn’ül-Arabî,I,389; İbn Kesîr:I, 474; en-Nevevî,VIII,169~170;IX,181; İbn Hümâm,III,247; el-Halebî, es-Sîra:III,53,119; Davudoğlu,VI,423,VII,236,IX,178
[223] bk. et-Tefsîr:X,52
[224] bk. sh. 41 (a şıklı rivâyet)
[225] el-Beyheqî,VII,207; el-Cessâs,III,101; es-Serahsî,V,152; el-Kâşânî, II,273 vs.
[226] el-Beyheqî,VII,207; Dâraqutnî, el-Hâzimî ve kısaca Abdürrazzâq rivâyet ediyor. bk. ez-Zeyle'î,III,180; el-Aynî,XVI,304; İbn Hacer, el-Feth:XII,216; el-Qurtubî ...
[227] Daha önceki, “Tebuk seferinde müt’anın yasaklandığına ilişkin” Ebû Hürayra rivâyetinin içinde geçiyor. bk. sh. 64
[228] İbn Ebî Şeybe ile el-Beyheqî (VII,207) sahih isnadla rivayet ediyor. ayr. bk. İbn Hacer, el-Feth:XII,216
[229] bk. İbn Âbidîn,I,487
* Zaten tefsir ve fıkıh ilimleri tedvîn edilmeden, müstakil bir bilim dalı haline gelmeden önce, yani sahabe ve tâbiîn dönemlerinde “nesh” kavramı, hem tahsis hem de tamamen ortadan kaldırma anlamında kullanılıyordu. Meseleye böyle yaklaşıldığında ortada hiçbir sorun kalmıyor.
[230] ez-Zehebî,IV,200
[231] bk. sh.78
[232] ez-Zeyle'î,III,180
[233] en-Nevevî,IX,179; İbn Hümâm,III,247
[234] bk. ed-Derâriyyü’l-Mudıyye:II,56
[235] Sadece Zâhirîler Kur’an’ın “haber-i vâhid” ile de neshedilebileceğini kabul ediyor. Ayrıntılı bilgi için bk. Ebul-Huseyn el-Basrî,I,392; es-Serahsî,II,67; el-Pezdevî,III,895; Sadruşşerîa,II,486; eş-Şîrâzî,264; Ebû Ya’lâ,III,788; el-Bâcî,350; İbn Hazm,IV,518; el-Ğazzâlî,I,124; el-Âmidî,III,138; İbn Hâcib,II,197; İbn Qudâme,I,223; el-Beydâvî,II, 38; Âlü Teymiyye,183; İbn Hümâm,III,64; es-Sübkî,II,78; M. Husrev, 201; İbn Abdişşekûr, II,78; Mahmud Es’ad, Telhîs-i Usûl-i Fıqh:292
* Zâhirîlerin görüşüne göre de mümkün değil; çünkü haber-i vâhid olan “Sebra hadisi”nin hemen her şeye aykırı, “şâzz” bir rivâyet olduğunu yerinde gördünüz.
[236] el-Cessâs,III,102,103; es-Serahsî,V,152; el-Merğînânî,III,247; el-Mavsılî,III,89; er-Râzî,X,50~51; ed-Dimaşqî, Rahmet’ül-Ümme:II,81; eş-Şa’rânî, el-Mîzân’ül-Kübrâ:II,107
* Ebûbekr el-Bâqıllânî ile Qâdî Iyâd bu kanaatte. Qâdî Iyâd üstelik, “Alimlerimize göre esahh = en doğru görüş bu.” diyor. bk. en-Nevevî, IX,181~182
[237] Ayrıntılı bilgi için bk. Ebul-Huseyn el-Basrî,II,38,54; es-Serahsî,I, 319, el-Mebsût,XIII,5; el-Pezdevî–el-Buhârî,III,967; Sadruşşerîa,II, 507; eş-Şîrâzî,378; el-Bâcî,425; İbn Hazm,IV,560; el-Ğazzâlî,I,203; el-Âmidî,I,233; İbn Hâcib,II,41; İbn Qudâme,I,376; Âlü Teymiyye, 291~292; el-Kâşânî,II,95,IV,130,VII,15; İbn Hümâm,III,88, el-Feth: VII,302; es-Sübkî,II,186; en-Nevevî,IX,181; İbn Abdişşekûr,II,226
[238] Ehl-i Sünnet mektebinin bütün mezhebleri bu kuralda ittifak etmiş durumdalar. Sadece Hanefîlerden Îsâ b. Ebân ile Zâhirîlerden İbn Hazm “İcmâ ile nesh câizdir” derken, icmânın dayandığı “deliller”le neshin mümkün olabileceğini ifade ediyorlar. Bu durumda ihtilaf “kavram kargaşası”ndan öte geçmiyor. Yine Hanefîlerden Fahrulislâm el-Pezdevî “icmâ yalnız icmâ ile neshedilebilir!” gibi gülünç bir iddiada bulunuyor ve kimsenin ilgisini çekemiyor!
bk. Ebul-Huseyn el-Basrî,I,400; es-Serahsî,II,66; Sadruşşerîa,II,487; el-Pezdevî-el-Buhârî, III,896,982; el-Bâcî,361; İbn Hazm,IV,530; Ebû Ya’lâ,III,826; el-Ğazzâlî,I,126; el-Âmidî,III,144; İbn Hâcib,II,198; İbn Qudâme,I,229; el-Beydâvî,II,170; en-Nesefî,II,85; Âlü Teymiyye, 202; İbn Hümâm,III,67; Molla Husrev,202; İbn Abdişşekûr,II,81; M. Es’ad, Telhîs:293; Bilmen,I,99
[239] Feth’ul-Qadîr:III,247
[240] sözleri için bk. s. 28~29,31~34
[241] et-Taberî ile es-Süyûtî’nin tefsirlerine; ilgili ayetin tefsirine bk.
[242] Irbâd b. Sâriye’den sahih isnadla rivâyet ediliyor. bk. Ahmed:IV, 126,127;Dârimî:muqaddime,16; Ebû Dâvûd:sünnet,5; Tirmizî:ilim,16; İbn Mâce:muqaddime,6; Hâkim,I,95~98
[243] a. Huzeyfe b. Yemân hadisi: Ebû Hanîfe,h.n.366; İbn Sa’d,II,334; Ahmed:V,382,385,399,402; Tirmizî:ilim,16; İbn Mâce:muqaddime,1; Hâkim,III,75
b. Abdullâh b. Mes’ûd hadisi: Ebû Hanîfe,h.n.365; Tirmizî: menâqıb, 37; Hâkim,III,75~76
* Şimdi bu konuyu detaylıca açmanın sırası değil. Ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler “Sahabenin Adaleti ve Ebû Hürayra” adlı eserimize baş vurabilirler.
* Allah'ın Rasûlü (s), kızı Fâtıma ez-Zehrâ ve oniki imam, “ondört ma’sûm” olarak bilinir.
[244] Konunun ayrıntılı biçimde ele alınması için yerimizin şimdi uygun olmadığı malum. Ancak sadece “oniki imam” ile ilgili olarak “Başınızda oniki halife olduğu sürece, bu din ayakta kalacaktır.” mealli hadis için şu kaynaklara bakılabilir:
a. Abdullâh b. Mes’ûd : Ahmed:I,398,406; İbn Kesîr,II,32
b. Câbir b. Semura : Ahmed:V,86~90,92~101,106~108; Buhârî: ahkâm,52; Müslim:imâra,5~10; Ebû Dâvûd:mehdî,1; Tirmizî:fiten,48
“Oniki imam”ı kabule bir türlü yanaşmayanlar, hadiste geçen oniki halifenin kimler olduğu konusunda bocalayıp duruyorlar! İsterseniz hadisin yorumlarına bakın!
[245] bk. el-Münâvî, Feyd’ul-Qadîr:III,15; el-Heytemî,150,228
[246] bk. İbn Sa’d,II,194; Ahmed:III,14,17,26,59,IV,366~367,371,V,182, 189; Dârimî:f.Qur’ân,1; Müslim:f.sahâbe,36,37; Nesâî, el-Hasâis, h.n. 76; Tirmizî:menâqıb,31,32; Hâkim,III,109,148,533
Gayet sahih isnadlarla gelen bu hadisin daha detaylı tahrici ve yorumu için “Hadislerle Hz. Ali = el-Hasâis Tercüme Ve Şerhi” adlı eserimize; 76 nolu hadisin açıklamasına bakınız.
[247] a. Huzeyfe hadisi: İbn Sa’d,II,334; Ahmed:V,385,399,402; Hâkim, III,75
b. İbn Mes’ûd hadisi: Ebû Hanîfe,h.n.366; Tirmizî:menâqıb,37; Hâkim,III,75~76
Bu konuda Enes b. Mâlik’ten de bir rivâyet var.
[248] bk. ez-Zehebî,II,660; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,482
[249] bk. İbn Hazm, el-Fisal:IV,108; el-Münâvî,II,56; el-Hût el-Beyrûtî, Esnâ’l-Metâlib:48
[250] İbn Hacer’in bu şahıs için “makbul birisi” demesi onun kimliğini ve kişiliğini anlamamız için yeterli değil! Zira bu adamdan, yukarıda sözünü ettiğimiz Abdülmelik b. Umeyr’den başka hiç kimse rivâyette bulunmamış! Onun da durumu malum! (bk. ez-Zehebî,IV,317; İbn Hacer, et-Taqrîb:II,330
[251] ez-Zehebî,II,112
[252] İbn Sa’d,VI,380; ez-Zehebî,IV,381; İbn Hacer, et-Taqrîb:II,356
[253] ez-Zehebî,I,254; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,86; eş-Şevkânî,III,98
[254] ez-Zehebî,I,20; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,47
[255] ez-Zehebî,II,517,IV,525
[256] ez-Zehebî, et-Telhîs:III,76; el-Münâvî,II,57; el-Hût,48
[257] Şerh’ut-Tecrîd:484’ten naklen Ca’fer Sübhânî, el-İlâhiyyât:II,200
[258] bk. Ebul-Huseyn el-Basrî,II,242; eş-Şîrâzî,524; es-Serahsî,II,91; el-Pezdevî,III,929; el-Ğazzâlî,II,355; Qâdî Iyâd, eş-Şifâ:IV,57~59; İbn’ül-Arabî,I,282; er-Râzî,VIII,149; el-Âmidî,IV,440; İbn Hâcib,II, 292; en-Nevevî,I,241; el-Beydâvî,III,289; Sadruşşerîa,II,454; es-Sübkî,II,387; İbn Hümâm,III,294; M. Husrev,209; İbn Abdişşekûr, II,366; Mahmud Es’ad,301
[259] es-Serahsî,XVI,84; el-Ğazzâlî,II,382; el-Âmidî,IV,429; İbn Qudâme, II,447, el-Muğnî:XI,406; el-Kâşânî,I,121,VII,14; el-İsnevî,III,326; İbn Hümâm,III,335; İbn Nüceym,53; es-Süyûtî,101; İbn Abdişşekûr,II, 395; Mecelle: md.16
[260] bk. el-Cessâs,III,97,98~99; er-Râzî,X,50; es-Sâbûnî,I,458
[261] el-Kâşânî,II,273; Elmalılı,II,1327~1328; es-Sâbûnî,I,459; Vehbe Zuhaylî,IX,58
[262] el-Cessâs,III,97; es-Sâbûnî,I,459; Vehbe Zuhaylî,IX,58
[263] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef : müt’a nikâhı bölümü; el-Cessâs,III, 95~97 Bunlardan bazılarının sözleri için bk. s.88~89,91,93
[264] el-Cessâs,III, 102~103
[265] bk. İbn Abdilberr, el-Kâfî:229; İbn Qudâme,VII,334; el-Kâşânî,II, 228; İbn Hümâm,III,187; el-Huraşî, Şerhu Muhtasar’il-Halîl:III,165; İbn Âbidîn,III,6; Bilmen,II,41~44; Davudoğlu,VII,210
[266] İki taraf razı olduktan sonra, azlin caiz olduğunda tam bir ittifak var. bk. Hanefîler = Qâdîhân,III,410; el-Merğînânî,III,400,X, 38; el-Kâşânî,II,334,V,126; İbn Hümâm,III,400; el-Aynî,XVI,396; İbn Âbidîn,III,175; Davudoğlu,VII,338~339 Mâlikîler = İbn Abdilberr, 257; el-Bâcî,IV,142; el-Huraşî,III,225 Şâfiîler = eş-Şîrâzî, et-Tenbîh: 159; en-Nevevî,X,9 Hanbelîler = İbn Qudâme,VIII,133 vd.; İbn’ül-Qayyim,IV,16~18; el-Hıcâvî, el-İqnâ’:III,240 İmâmiyye = Şehîd-i Sânî,II,68; Muhaqqiq el-Hıllî,II,214; Muhaqqiq Fâdıl el-Âbî,II,107; İmam Humeynî,II,242
ayr. bk. eş-Şevkânî,VII,290; Vehbe Zuhaylî,IX,85
[267] el-Cessâs,III,96
[268] el-Cessâs,V,24 ayr. bk. er-Râzî,XX,197~199
* Husün ve Kubuh aklî midir, şer’î midir? Yani bir şeyin güzel ve çirkin, iyi ve kötü olduğu akıl ile mi bilinir, yoksa şer’î hükümlerle mi? Bu çok detaylı ve kelam ilminin en zevkli ve önemli konularından birisi. Başlıca iki görüş var bu konuda:
1. Aklîdir : Yani bir şeyin iyi yada kötü olduğu akıl ile bilinir. Akıl o şeyin iyi mi, yoksa kötü mü olduğuna karar verebilir. Allah bir şeyi emretmişse; o şey aslında güzel bir şey olduğu için emretmiştir. Bir şeyi de yasaklamışsa; o şey zaten kötü olduğu için yasaklamıştır.
Ehl-i Beyt mektebi, Mu’tezile mektebi ve içlerinde el-Cessâs’ın da yer aldığı; Ehl-i Sünnet mektebinin büyük bir kesimi bu kanaatte. Hiç kuşku yok; doğrusu da bu.
2. Şer’îdir : Yani bir şeyin iyi yada kötü olduğu akıl ile bilinmez. Akıl o şeyin iyi mi, yoksa kötü mü olduğuna karar veremez. Akıl bu işten anlamaz! Bir şey Allah tarafından emredildiği için iyi, yasaklandığı için kötüdür! Yani o şey emredildiği için iyi ve güzel, yasaklandığı için de kötü ve çirkin olmuştur!
Kur’an’ın ruhuna ve akla tamamen aykırı olan bu görüşü ise; Ehl-i Sünnet mektebinin “Eş’arî” ekolü benimsiyor.
Konu hakkında hem kelâm, hem de usûl-ü fıkıh kitaplarının ilgili bölümlerinden yararlanılabilir. Örnek olarak bk. Sadruşşerîa,I,328 vd.; el-Ğazzâlî,I,55 vd., el-İqtisâd:73 vd.; el-Âmidî, el-İhkâm:I,72 vd., el-Ğâye: 233 vd.; Adud el-Îcî, el-Aqâid’ül-Adudiyye:II,209 vd.; el-İsnevî,I,38 vd.; İbn Hümâm,II,89 vd., el-Müsâyera:151 vd.; İbn Abdişşekûr,I,25 vd.; Seyyid Bey, Usûl-ü Fıqh:II,211 vd.; M. Rızâ Muzaffer, Usûl-ü Fıqh:I,195 vd.; Ca’fer Sübhânî,I,231 vd.
el-Cessâs, “O gün zina değildi; sonra zina oldu!” derken; bu konuda kendi çizgisinin dışına çıktığının farkında mıdır; bilmem!
[269] ez-Zehebî,IV,489 İbn Hacer’in “makbul” demesi (et-Taqrîb:II,400); Ebû İshâq üzerindeki sis perdesini kaldırmaya yetmiyor maalesef!
[270] el-Cessâs,III,95; el-Qurtubî,V,132
[271] Oruç ile ilgili bir görüşünden (bk. el-Kâşânî,II,90,100 vb.) dolayı Ebû Yûsuf’a dayandırılan bu sakat yaklaşım, Ebul-Hasen el-Kerhî tarafından “prensip”leştirilmiş, el-Hâdimî (Mecâmi’ul-Haqâiq:305; el-Berîqa:I,86,120,324,III,327,IV,74), İbn Âbidîn (Tenqîh’ul-Fetâvâ’l-Hâmidiyye:II,333), Mahmûd Es’ad (Telhîsu Usûl-i Fıqh:508) vb. son dönem taklidçi Hanefî alimleri tarafından harâretle savunulmuş!
(Konunun genişçe bir münâkaşası için bk. Seyyid Bey, Usûl-ü Fıqh: I, 299~304)
Teorik olarak sayılı kişilerce dile getirilen bu prensip, ne yazık ki, pratikte hemen herkes tarafından kabul görmüş, kitlelere mal olmuş!
[272] Ahzâb sûresi: 36
[273] Nisâ sûresi: 65
[274] bk. el-Cessâs,III,95; es-Serahsî,IX,58; Qâdîhân,III,468; el-Mavsılî, IV,90; İbn Hümâm,V,262; M. Husrev, ed-Dürar:II,67; el-Halebî, el-Mülteqâ:I,595; Şeyh Nizâm, el-Hindiyye:II,149; İbn Âbidîn,IV,29; Bilmen,III,205,208
Mâlikîler, Ebû Hanîfe’nin iki öğrencisi Ebû Yusuf ile Muhammed, Şâfiîler, Hanbelîler ve hatta “müt’a” nikâhına cevâz veren İmâmiyye mektebi bu görüşe karşı çıkar; “hadd gerekir” der.
Yukarıdaki kaynakların yanısıra bk. Mâlikîler = İbn Rüşd,II,363; el-Huraşî,VIII,76; ed-Derdîr-ed-Düsûqî, Şerhu Muhtasar’il-Halîl:IV,314 Şâfiîler = eş-Şîrâzî, et-Tenbîh:242; eş-Şirbînî, el-Muğnî:IV,146; el-Heytemî, Feth’ul-Cevâd:II,303 Hanbelîler = İbn Qudâme,X,187, el-Muqni’:298; el-Hıcâvî,IV,255 İmâmiyye = Muhaqqiq el-Hıllî,IV,137; İmam Humeynî,II,456
ayr. bk. İbn Hübeyra, el-Îzâh vet-Tebyîn:286 a ; ed-Dimaşqî,II,157; eş-Şa’rânî,II,146
[275] el-Cessâs,III,103; es-Serahsî,V,153; Qâdîhân,I,326; el-Kâşânî,II,273; İbn Hümâm, III,249; Vehbe Zuhaylî,IX,53
[276] Bu nikâhın nitelik olarak “müt’a”dan bir farkı bulunmadığı için; Ebû Hanîfe ve iki meşhur öğrencisi başta olmak üzere bütün Hanefîler, Mâlikîler, Şâfiîler ve Hanbelîler, bu nikâhın hukûken sakat olduğunu; dolayısıyla feshedilmesi gerektiğini söylüyor.
bk. Hanefîler = el-Cessâs,III,103; es-Serahsî,V,153; Qâdîhân,I,326; el-Kâşânî,II,273; Mâlikîler = İbn Sahnûn, el-Müdevvene:II,160; İbn Abdilberr,238; ed-Düsûqî,II,238 Şâfiîler = eş-Şîrâzî,161; el-Heytemî, II,74 Hanbelîler = İbn Qudâme,VII,571; el-Hıcâvî,III,192
[277] el-Cessâs,III,103,105; es-Serahsî,V,153; Qâdîhân,I,326; el-Kâşânî,II, 273~274; İbn Hümâm,III,249; İbn Nüceym, el-Bahr:III,115; Şeyh Nizâm,I,283; İbn Âbidîn,III,51; İbn Qudâme,VII,573
[278] Bunun da “müt’a” nikâhından pek bir farkının olmadığını göze alan Hanbelîler buna karşı çıkıyorlar. bk. İbn Qudâme,VII,573, el-Muqni’: 213; el-Hıcâvî,III,192
[279] Hanefîler = İbn Hümâm,III,249; İbn Nüceym,III,115; Ş. Nizâm,I, 283; İbn Âbidîn,III,51~52 Mâlikîler = en-Nevevî,IX,182; el-Adevî, III,196; ed-Derdîr,II,239 İbn Qudâme = İbn Qudâme,VII,573; el-Hıcâvî, III,192; el-Merdâvî, el-İnsâf:VIII,163
“Hulle” konusunu işlerken yaptıkları açıklamalara bakılırsa Şâfiîler de bu kanaatte. bk. eş-Şîrâzî,161; er-Râzî,VI,113; eş-Şirbînî,III,183; el-Ensârî, Feth’ul-Vehhâb:II,44; el-Heytemî,II,91
[280] Bu yüzden Hanbelîler bu nikâha karşı çıkar. bk. el-Hıcâvî,III,192; el-Merdâvî,VIII,163
[281] Hanefîler = İbn Hümâm,III,249; İbn Nüceym,III,115; Ş. Nizâm,I, 283; İbn Âbidîn,III,52 Şâfiîler = eş-Şîrâzî,161 Hanbelîler = İbn Qudâme,VII,450~451; el-Hıcâvî,III,193
[282] O yüzden Mâlikîler bu nikâha karşı çıkarlar. bk. İbn Abdilberr,238; el-Cezîrî, el-Fıqh alel-Mezâhib:IV,88
[283] es-Serahsî,VI,9~10; el-Qudûrî, el-Muhtasar:III,58; el-Merğînânî,IV, 181~182; el-Kâşânî,III,187~188; el-Mavsılî,III,151; el-Bezzâzî, el-Fetâvâ:I,263; el-Aynî,XVII,15~16; Molla Husrev,I,386; el-Halebî,I, 439~440; Ş. Nizâm,I,474~475; İbn Âbidîn,III,414~415; Bilmen,II,109 vd.; Davudoğlu,VII,318, Selâmet Yolları:III,273~275
[284] İbn Mâce:nikâh,33; Hâkim,II,199 ayr. bk. el-Aynî,XVII,15
[285] Ahmed:I,82,87,88,93,107,121,133,150,158,448,450,451,462,II,322; Dârimî:nikâh,53; Ebû Dâvûd:nikâh,16; Tirmizî:nikâh,28; Nesâî:talâq, 13,zînet,25; İbn Mâce:nikâh,33 ayr. bk. ez-Zeyle'î,III,238~240; el-Aynî,XVII,15; İbn Hümâm,IV,181~182
[286] el-Bezzâzî, el-Fetâvâ:I,263 ayr. bk. el-Haskefî, ed-Dürr’ul-Münteqâ: I,439 Zaten bu görüşe İbn Hümâm ve daha pek çok Hanefî fukahâsı şiddetle karşı çıkmışlardır. bk. İbn Hümâm,IV,183; İbn Âbidîn,III,415
[287] bk. İbn Hübeyra,241 ab ; ed-Dimaşqî,II,81~82; eş-Şa’rânî,II,109; el-Cezîrî,IV,77~84; Vehbe Zuhaylî,IX,93,116~117,375 vd.; Mâlikîler = İbn Abdilberr,238; el-Bâcî,III,299; el-Huraşî,III,216; ed-Derdîr,II,258 Şâfiîler = eş-Şîrâzî,161; er-Râzî,VI,113; el-Qastalânî,VIII,36; eş-Şirbînî,III,183; el-Ensârî,II,44; el-Heytemî,II,91 Hanbelîler = İbn Qudâme,VII,574~577; el-Muqni’: 213; el-Hıcâvî,III,191 Zâhirîler = İbn Hazm’ın el-Muhallâ’sından naklen; Bilmen,II,111 İmâmiyye = Muhaqqiq el-Hıllî,III,17; İ. Humeynî,II,333, Tavzîh’ul-Mesâil:361
Üstelik bizim İmâmiyye mektebimiz, İslâmî açıdan yasal olan tahlîl nikâhının “dâimî” nikâh olması gerektiğini, “müt’a” nikâhıyla o kadının önceki kocasına helal olamayacağını ifade ediyor.
[288] bknz. İbn Abdilberr,238~239; el-Aynî,XVII,15; eş-Şevkânî,VII,232; Davudoğlu,VII,318; İbn Hümâm,IV,181; et-Timurtâşî, Tenvîr’ul-Ebsâr:III,415; el-Haskefî,I,440; el-Âmâsî, Tebyîn’ül-Mehârim:35 a
[289] bk. Müslim:nikâh,27; el-Beyheqî,VII,205
[290] bk. el-Kâşânî,VII,35~36,36; Qâdîhân,III,468; Ş. Nizâm,II,148
[291] İbn Abdilberr,238; en-Nevevî,IX,181; el-Huraşî,III,196; ed-Derdîr, II,239; Bilmen,II,26; Davudoğlu,VII,236
[292] eş-Şîrâzî,242; en-Nevevî,IX,181; el-Qastalânî,VIII,36; eş-Şirbînî,IV, 145; el-Heytemî,II,303
[293] İbn Qudâme,X,151; el-Hıcâvî,IV,254; el-Merdâvî,IX,182
ayr. bknz. el-Cezîrî,IV,90,92,93; Abdulkadir Udeh, et-Teşrî’ul-Cinâî (tercümesi):I,290~292; Vehbe Zuhaylî,VII,339~340
* Kat’î = delili kesin olan, Zannî = delili kesin olmayan, şüpheli; Usûlî = iman ile alâkalı, Amelî = pratikle ilgili.
İslâmî mes’eleleri böyle kısımlara ayırarak ayrı hükümlere tabi tutmak bid’attir. Bu, sahâbe ve tâbiîn zamanında olmayan, daha sonra çıkmış çok çarpık bir yaklaşımdır. bk. İbn Hazm, el-Fisal:III,257~258
[294] bk. İbn Hazm, el-Fisal:III,247,257~258, el-İhkâm:I,142,IV,629~630, VIII,634; İbn Teymiyye, el-Minhâc:III,20~21; es-San’ânî, İcâbet’üs-Sâil:389 ayr. bk. Qâdî Iyâd,IV,491~493
[295] Sözleri doğru anlaşılırsa böyle; yanlış anlaşılırsa öncelikle... bk. Ebul-Huseyn el-Basrî,II,398; Qâdî Iyâd,IV,491~492; el-Ğazzâlî,II, 359; İbn Qudâme,II,418~419; İbn’ül-Emîr el-Hâc, et-Taqrîr:III,304
[296] bk. eş-Şevkânî, el-İrşâd:229; İbn Bedrân, en-Nüzhet:II,418
[297] “et-Tefriqa” adlı eserinden anlaşılan o. bk. Qâdî Iyâd,IV,494 = el-Haffâcî’nin “Nesîm’ur-Riyâd”ı ile birlikte bakın.; eş-Şevkânî,229; İbn Bedrân,II,418
[298] el-İhkâm:IV,411,412’deki ifadelerinden anlaşılan o.
[299] Minhâc’ül-Vusûl ve şerhindeki (III,313~324) genel ifadelerinden o anlaşılıyor.
[300] el-Hidâye:VII,416 adlı esrine bakın.
[301] Ğâyet’ül-Vusûl:126; Feth’ul-Vehhâb:II,153
[302] el-Mülteqâ üzerine yazdıkları şerhlere (II,200) bakın.
[303] Bu esnek yaklaşım için bk. İbn Nüceym,207; Ali el-Qârî, Şerhu Ayn’il-Ilm:I,37