next page

back page

İKİNCİ DELİL

Velayet ayeti

Velayet ayeti olarak tanınan Allah Teala'nın "Sizin veliniz ancak Allah, O'nun peygamberi ve namaz kılan ve rüku halinde zekat veren mü'minlerdir. Kim Allah'ı, peygamberini ve inananları veli kabul ederse, bilsin ki, şüphesiz hizbullah olanlar üstün gelirler" (40) ayeti Hz. İmam Ali (a.s)'ın imametini ispatlayan delillerden bir diğeridir.

Bu ayetin Hz. Ali'nin velayet ve imametine delil olması, onun Hz. Ali (a.s) hakkında nazil oluşundan dolayıdır.

Bu ayetin Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğu Ehl-i Beyt kanalıyla gelen rivayetlerde mütevatir olarak nakledilmiştir. Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin de hemen-hemen bütün tefsir yazarları, mezkur ayetin tefsiri bölümünde onun Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğuna dair bir çok rivayetler nakletmişlerdir.

Biz, Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin önde gelen fakih ve tefsir yazarlarından olan Ebu İshak Ahmet bin Muhammed bin İbrahim En-Nisaburi Es-Salebi'nin "El-Kebir" adlı tefsirinde mezkur ayetin nüzul sebebi olarak Ebuzer'den naklettiği rivayeti aynen buraya aktarıyoruz:

Ebuzer şöyle demiştir:"Ben şu iki kulağımla işittim, aksi taktirde her ikisi de sağır olsun ve şu iki gözlerimle gördüm, aksi taktirde her ikisi de kör olsun ki, Hz. Resulullah şöyle buyurdular: "Ali insanların önderidir, Ali kafirleri katledendir, ona yardım edene yardım olunur, onu yalnız bırakan yalnız bırakılır."

Daha sonra Ebuzer şöyle devam etmiştir: "Bilin ki, bir gün benim Hz. Resulullah ile birlikte namaz kılmakta olduğum bir sırada bir dilenci mescitte talepte bulundu kimse ona bir şey vermedi. Bu sırada Hz. Ali rüku halindeydi. Elinin küçük parmağını ona doğru uzattı. O parmağına yüzük takardı. O dilenci gelip yüzüğü Hazret'in parmağından çıkarıp aldı.

Bunun üzerine, Hz. Resulullah yakararak Allah'a şöyle dua etti: "Allah'ım kardeşim Musa sana dua etti ve: "Rabbim! Gönlümü aç. İşimi kolaylaştır. Dilimdeki düğümü çöz ki, sözümü anlasınlar. Ailemden bana bir yardımcı ver. Kardeşim Harun'u. Onunla kuvvetimi artır. Onu işime ortak et ki, seni çokça tespih edelim, çokça analım. Şüphesiz sen bizi görensin" dedi. (41) Sen de ona: "Senin isteklerin sana verildi, Ey Musa!" (42) diye vahyettin.

Allah'ım! Ben de senin kulun ve peygamberinim. Benim de gönlümü aç, işimde kolaylık sağla, ailemden Ali'yi bana yardımcı ver, onunla kuvvetimi artır."

Ebuzer diyor ki: "Andolsun Allah'a henüz Hz. Resulullah'ın sözü tamamlanmamıştı ki, Cebrail "Sizin veliniz ancak Allah, O'nun peygamberi ve namaz kılan ve rüku halinde zekat veren mü'minlerdir. Kim Allah'ı, peygamberini ve inananları veli kabul ederse, bilsin ki, şüphesiz hizbullah olanlar üstün gelirler" (43) ayetini getirdi."(44)

Bu rivayet, Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin kaynaklarında ayetin nüzul sebebi hakkında nakledilen rivayetlerden sadece bir örnektir. Bu konuda İbn-i Selam ve İbn-i Abbas'tan da aynı mazmunda nakledilen hadisler yine Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin kendi kaynaklarında yer almıştır.

Yukarıda da işaret ettiğimiz üzere, bu ayetin Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğu Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin büyük alimleri tarafından kaleme alınan hadis ve tefsir kitaplarında çeşitli kanallardan rivayet edilmiştir. Bizim bu hadislerin yer aldığı kaynakların tamamına yer vermemiz imkansızdır. İsteyenler dipnot olarak vereceğimiz adreslere müracaat edebilirler. (45)

Bu ayetin Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğu naslarla sabit olduğuna göre, ayette geçen veli kelimesini dost anlamına tefsir etmek anlamsız olur. Çünkü kimsenin, Allah Teala, Resul-i Ekrem ve Hz. Ali (a.s)'ın mü'minlerin dostluğundan bir şüphesi yoktu ki, Cenab-ı Hak onu mü'minlere anlatmaya kalkışsın. Cenab-ı Hak açık olan bir konuyu izah etmekten münezzehtir. O halde ayetin anlamı: "Sizin veliniz (sahibiniz ve üstünüzde egemen olan) ancak Allah, Resulü ve rüku halinde zekat vermek sıfatıyla tanıttığı mü'minlerdir" olur.

Ancak burada iki husus kalır. Birinci husus, ayetin Hz. Ali hakkında nazil olup rüku halinde zekat vermek sıfatına işaret ettiği halde, bunu tekil değil de, çoğul lafzıyla beyan edilmiş olması ki, bazılarının: "Ayet tek kişiye işaret ettiğine göre, kullanılan lafzın tekil olması gerekirdi" demeleri mümkündür.

Bir diğer husus da, bu ayetten önce ve sonra olan ayetlerde veli kelimesinin dost anlamına kullanılmış olmasıdır. Buna göre bu ayetlerdeki söz akışı tamamında da veli kelimesinin aynı anlamı ifade etmesini gerektirmesi ve bunun ayetlerdeki söz akışına daha uygun düşmesi hususudur.

Nitekim, Ehl-i Sünnet kardeşlerimizden bu ayetin Hz. Ali (a.s)'ın velayetini ifade edemeyeceğini savunanlar, genellikle bu husus üzerinde durmuşlardır.

Birinci hususa; yani ayette tekil değil de çoğul lafzın kullanılması hususuna gelince, bunun; ayetin Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olmasıyla hiçbir çelişkisi yoktur.

Zira, Arap dilinde tekil kastedildiği halde, ikram ve tazim kastıyla çoğul lafzının kullanılması en doğal konuşma üslubudur. Kur'an-ı Kerim bunun örnekleriyle doludur. Aslında Arap dilinde çoğul lafzının kullanılmasını gerektiren bir nükte olduğu taktirde, kasıt tekil bile olsa, çoğul yerine tekil lafzını kullanmak yanlış olur.

Buna bir örnek olarak, Allah Teala'nın; "Onlar ki; insanlar kendilerine: "Toplum size karşı toplanmış, onlardan korkun" dediler de bu, onların imanını artırdı ve: "Allah bize yeter. O ne gü­zel Vekil'dir" dediler" (46) ayeti kerimesinde geçen haber getiren kişinin, bütün müfessir ve hadisçilerin icmasıyla tek bir kişi, yani Naim bin Mesut El- Aşcei olduğu halde, ayette çoğul anlamı ifade eden, "insanlar...dediler" tabirinin seçilmesini zikredebiliriz.

Açıktır ki, bu, o kişinin sözüne kulak vermeyerek Hz. Resulullah'ı yalnız bırakmayan kişilere tazim etmek ve övmek maksadıyla olmuştur. Zira eğer ayette, tek bir kişi böyle bir haber getirdi de, onlar ona kulak vermediler, denmiş olsaydı, bu onların yaptıkları işin pekala övgüye layık bir iş olduğuna delalet etmezdi.

İşte görüldüğü üzere, gerektiği yerde tekil bile kastedilmiş olsa, çoğul lafız kullanmak daha uygundur.

Bahis konusu ayetteki nükteye gelince, ilk olarak çoğul lafzının kullanılması, Hz. Ali için bir çeşit tazim ve ikram anlamını ifade ediyor. Hz. Ali (a.s) da sıradan bir insan olmadığına göre, böyle bir tazim ve ikramla anılması daha uygundur.

Sonra İslam düşmanlarının ve münafıkların Hz. Ali'ye karşı düşmanlık ve kıskançlılıkları hiçbir kimse tarafından inkar edilemez. Bu durumda eğer, Hz. Ali'nin velayetinin tekil olarak bizzat Kur'an-ı Kerim'de açıklanması, onların düşmanlık ve kıskançlılıklarını daha da körükleyebilir, İslam'a karşı yıkım hareketlerini daha da artırabilir, hatta onların ellerini kulaklarına koyup da inkar yolunu seçmelerine vesile olabilirdi.

İlahi hikmet ve Hz. Resulullah'ın İslam'ın tebliğindeki metodu insanlara ağır gelecek bir konuyu birden değil de, tedrici olarak insanlara anlatmasını icap ettiriyordu.

Nitekim, insanlara ağır gelen konularda Cenab-ı Hak ve Hz. Resulullah hep aynı metodu seçmiştir. İşte bu ayette de aynı yöntem uygulanmış ve insanlara ağır gelen bir konu olan velayet konusu, tedrici ve insanlara ağır gelmeyecek tabirlerle anlatılmaya gidilmiştir.

İşte bunun için Hz. Ali'nin velayeti çeşitli yerlerde çeşitli tabirlerle insanlara anlatılmıştır. Ve bilahare daha sonra göreceğimiz üzere, Hz. Ali'nin velayetinin tespiti ile Allah nimetini insanlara tamamlamış ve dinini kamil kılmıştır.

Bu ayette çoğul lafzının seçilmesinin hikmeti olarak Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin önde gelen en büyük alimlerinden olan Zemahşeri bir ayrı nükte de zikretmiştir. Biz onun bu tespitini aynen alıyoruz.

Zemahşeri şöyle yazıyor: "Eğer; "Bu ayetin Ali (a.s) hakkında olduğu nasıl doğru olabilir? Oysa onda kullanılan lafız çoğul lafzıdır?" denilirse, derim ki: "Gerçi ayetin nüzul sebebi bir kişidir. Ama diğer insanları da onun yaptığı işin benzerini yapmaya teşvik edip, onun nail olduğu sevaba ulaşmalarını sağlamak ve mü'minlerin hasletlerinin ihsan ve iyilik yapmaya düşkünlük açısından bu derece ileri olmalarının ve fakirlerin durumuyla ilgilenmek gerektiği taktirde namazda bile olsalar, namazın bitimini beklememeleri gerektiğine tembih etmek amacıyla onda çoğul lafzı kullanılmıştır." (47)

Demek ki, ayette çoğul lafzının kullanılması onun Hz. Ali hakkında oluşuna hiçbir halel getirmemektedir.

İkinci husus olan ayetteki söz akışına gelince, bütün Müslümanlar delil olduğu yerde söz akışının bir hücciyet taşımadığında ittifak etmişlerdir. Yani, eğer bir yerde has bir delil, söz akışında olan manadan başka bir anlamın kastedildiğini ispatlarsa, orada o has delile göre amel edilir ve söz akışından istifade edilen anlam terk edilir. Söz akışı ancak has bir delilin bulunmadığı yerlerde geçerlidir.

Bahis konusu olan ayette de hem Ehl-i Sünnet, hem de biz Ehl-i Beyt dostlarının kaynaklarında mütevatir olarak nakledilen hadislerin bu ayetin Hz. Ali hakkında nazil olduğunu gösterdiğine göre, biz onu bütün mü'minlere mal edemeyiz. Bu, konu hakkında olan has delili inkar etmek olur ki, bunun doğru olmadığını belirtmeye bir gerek yoktur.

Özellikle de, Hz. Resulullah (s.a.a)'in Kur'an-ın bir eşi olarak bize emanet edip, kıyamet gününe kadar Kur'an'dan ayrılmayacağını bize bildirmiş olduğu, Ehl-i Beyt'in bu ayetle imamet konusuna istidlal ettiklerini ve ayette geçen veliden maksadın tasarruf sahibi olduğunu belirttiklerini görmekteyiz. (48)

Bu durumda nasıl Hz. Resulullah'ın Kur'an gibi masum olduklarını belirtmiş olduğu Ehl-i Beyt'e muhalefet edebiliriz! Bu Hz. Resulullah'a karşı çıkmak olmaz mı?

Oysa bu ayetten önceki ve sonraki, ayetlerdeki söz akışının bu ayette geçen veli kelimesinin dost anlamına olmasını icap ettirdiği de kesin değildir.

Zira, bu ayetten önceki ayette geçen Allah yolunda cihad eden, "mü'minlere karşı mütevazı kafirlere karşı izzetli olan" Allah'ın sevdiği kavimden de kastın Hz. Ali (a.s) olduğu, Hz. Resulullah'ın hadisleriyle belirlenmiştir.

Nitekim, Hz. Ali (a.s) Cemel savaşında bunu açıkça belirtmiş, Ehl-i Beyt İmamları da aynı doğrultuda açıklamalarda bulunmuşlardır. Ehl-i Sünnet ulemasından Salebi de kendi tefsirinde buna işaret etmiştir.

Bir hadiste Hz. Resulullah'ın şöyle buyurduğu geçmektedir: "Ey Kureyş topluluğu! Siz Allah'ın kalbini imanla imtihan ettiği bir kişiyi üzerinize göndererek boynunuzu vurmadıkça çekinecek değilsiniz. Siz koyunun dağılıp kaçıştığı gibi, onun etrafından dağılıp kaçışacaksınız."

Bu arada Ebu Bekir: "Ey Resulullah! O kişi ben miyim?" der.

Hz. Resulullah: "Hayır" buyurur.

Ömer: "Ey Resulullah! O kişi ben miyim?" der.

Hz. Resulullah: "Hayır, o pabucu yamayandır" buyurur.

Bu hadisi nakleden kişi; Hz. Ali'nin bu sırada Hz. Resulullah'ın pabucunu yamamakla meşgul olduğunu hadisine ekliyor." (49)

Yine Hz. Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Sizden bir kişi insanlarla Kur'an'ın te'vili üzerine savaşacaktır. Nitekim sizinle Kur'an'ın tenzili üzere savaşıldı."

Bu arada Ebu Bekir: "O kişi ben miyim?" der.

Hazret: "Hayır" buyurur.

Sonra Ömer: "O kişi ben miyim?" der.

Hazret: "Hayır, o kişi odada pabucu yamayandır" buyurur ve bu sırada Hz. Ali (a.s) odadan elinde Hz. Resulullah'ın pabucu olduğu halde çıkıp gelir."

Bu hadisi Ahmet bin Hanbel "El-Müsned" adlı kitabında (50) ve Hakim "El-Müstedrek" adlı kitabında vs. rivayet etmişlerdir.

Sonra bu ayetlerin şimdiki tertip üzere nazil oldukları da kesin değildir. Zira Kur'an-ı Kerim'in nüzul tertibi ile bu günkü toplanış tertibinin aynı olmadığı bilinmektedir.

Sonuç: Bu ayetle ilgili has deliller onun Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla Ehl-i Beyt İmamları'nın da buyurduğu gibi, bu ayet Hz. Ali'nin de Hz. Resulullah'ın sahip olduğu velayet hakkına sahip olduğunu ispatlamaktadır.

ÜÇÜNCÜ DELİL

Tebliğ ayeti

Hz. Ali (a.s)'ın imametini ispatlayan ayetlerden bir diğeri de olarak meşhur olan "Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen mesajı ilet. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini ulaştırmış olamazsın. (Hiçbir şeyden korkma) Allah seni insanlara karşı koruyacaktır" (51) ayetidir.

Bu ayetin beyan üslubundan Hz. Resulullah'ın insanlara ulaştırmak üzere önemli bir mesaj almış olduğu, ancak onu açıklamaktan çekindiği anlaşılmaktadır.

Bu ayette Allah Teala, Resulü'ne ihtar edercesine kendine verilen mesajı halka iletmesini emretmekle birlikte, Hazret'i bizzat kendi koruması altına aldığını da bildirmiştir.

Burada şu soru ortaya çıkıyor: Acaba o mesaj neydi ki, Hazret onu insanlara iletmekten çekiniyor ve Allah Teala da onu iletmeyi risaleti yerine getirmek ve iletmemeyi de risaleti terk etmek kadar önemsiyordu?

Bütün bunları, bu ayetin ne zaman indiğine ve bu ayetin nazil olmasından sonra Hz. Resulullah'ın ümmete ne mesaj ulaştırdığına baktığımızda anlayabiliriz.

Ehl-i Sünnet alimlerinin de tasdik ettiği üzere bu ayet, Hz. Resulullah'ın Veda Haccı'nı yerine getirdiği sırada Gadirihum denilen yerde nazil olmuş ve Hazret bu ayet nazil olduktan sonra meşhur Veda Hutbesi'ni okuyarak, Hz. Ali (a.s)'ı kendi yerine mü'minlerin velisi olarak tayin etmiştir.

Örneğin, Ehl-i Sünnet'in büyük müfessir ve tarihçisi hafız Ebu Cafer Muhammed bin Ceriri Taberi şöyle diyor: "Bu ayet Gadirihum'da indikten sonra Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu: "Cebrail, burada durup, bütün hacılara Ebu Talip oğlu Ali (a.s)'ın, benim kardeşim, vasim, halifem ve benden sonra imam olduğunu duyurmam için Allah tarafından emir getirdi." (52)

Olay kısaca şöyle gelişmiştir: İslam Peygamberi (s.a.a) hicretin onuncu yılında Hac farizesini yapmak gayesiyle Mekke'ye doğru yola çıkar. Bu hac, aziz Peygamber'in ömrünün son yılında yapıldığından, ona Haccet-ül Veda (Veda Haccı) denilmektedir. Hazret'le birlikte olan hacıların sayısı, tarihi kaynaklarda 120 bin olarak rivayet olunmuştur. Hac merasimi bittikten sonra, Medine'ye dönerken, Zilhicce ayının on sekizinci günü, Gadirihum denilen yerde bahis konusu olan, "Ey Peygamber! Rabbinden indirileni tebliğ et, bunu yapmazsan, onun elçiliğini yapmamış olursun, Allah, seni insanların zararından koruyacaktır" (53) ayeti nazil olur.

Bu ayetin inmesiyle Allah tarafından gelen bu önemli emri herkes merak etmeye başlar. Bu sırada Peygamber-i Ekrem (s.a.a), hacıların durmasını ve uzaklaşanların dönmesini emreder. Öğlen vakti gelip çattığı için, Hazret hacılarla, o susuz ve yakıcı sahrada öğle namazını kılar ve develerin eğerleriyle yüksek bir yer yapılır. Peygamber hazırlanan o yüksek yere çıkar. Halk, Allah tarafından gelen bu önemli mesajın ne olduğunu sabırsızlıkla beklerken, Allah Resulü söze başlar, Allah'ı medh-ü sena ettikten sonra şöyle buyurur:

"Ey insanlar! Sizin içinizden ayrılmam ve Rabbime kavuşmam yaklaşmıştır. Bunu bana her şeyden haberdar olan Cenab-ı Hak bildirmiştir. Ben de sorumluyum siz de sorumlusunuz. Ne diyorsunuz?"

Ashap: "Biz senin tebliğ ettiğine ve bu yolda ne kadar çok çalıştığına şahidiz. Allah mükafatların en iyisini sana versin."

Hazret: "Allah'ın birliğine ve kulu Muhammed'in peygamberliğine, cennet ve cehennemin, ölüm ve kıyametin, ölümden sonraki hayatın hak olduğuna şahitlik ediyor musunuz?

Ashap: "Şehadet ediyoruz."

Hazret: "Ey Allah'ım! Şahid ol" dedikten sonra konuşmasına şöyle devam eder:

"Ey insanlar! Kevser'in yanında birbirimizi göreceğiz. Benden sonraki iki değerli cevhere karşı nasıl davranacağınıza dikkat edin."

Ashap: "Ey Allah'ın Resulü! Nedir o iki cevher?"

Hazret: "Allah'ın kitabı ve benim Ehl-i Beyt'im. Allah bana haber vermiştir ki, bu ikisi Kevser'in yanında bana varıncaya kadar, bir birlerinden ayrılmayacaklar. Onlardan öne geçmeyin, çünkü helâke uğrarsınız. Onlardan geri de kalmayın ki, hüsrana uğrarsınız."

Sonra herkesin görüp tanık olacakları şekilde Hz. Ali (a.s)'ın elini kaldırarak, olduğu yerde kendi halifesi olduğu hakkında inen semavi haberi iletir: "Ey insanlar! Mü'minlere kendilerinden daha üstün ve onlara velayet ve nezareti olan kimdir?"

Ashap: "Allah ve Peygamberi daha iyi bilir."

Hazret: "Allah'ın bana ve benim de mü'minlere velayetim var. Ben mü'minlere kendilerinden daha evlayım. O halde: Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır. (Ahmet bin Hanbel'in rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber bu cümleyi dört defa tekrarlar) Allah'ım! Onu sevenleri sev, düşmanlarıyla düşman ol. Ona yardımcı olana yardım et ve onunla savaşanı kahret. Hakkı onunla sağlamlaştır. Burada hazır bulunanlar, olmayanlara bunu iletsinler."

Bunun üzerine, halk henüz dağılmadan şu ayet iner: "Bugün dininizi kamil ettim, size nimetimi tamamladım ve din olarak sizin için İslam'ı seçtim." (54)

 Daha sonra Peygamber (s.a.a): "Allah'ın dini kamil oldu. Allah benim peygamberliğime ve benden sonra Ali'nin imametine razı oldu" buyurur.

Hazret'in bu konuşmasından sonra herkes mü'minlerin emiri Hz. Ali (a.s)'ı tebrik etmeye başlarlar. Kutlayıcılar arasında Ebu Bekir ve Ömer de bulunmaktadır. Hatta onlar herkesten önce Hz. Ali'yi kutlayıp şöyle derler: "Ne mutlu sana, ey Ali! Bizim ve her mü'min erkek ve kadının mevlası oldun." (55)

Ehl-i Sünnet'in gerek hadis, gerek tarih yazarları ve gerekse müfessirleri Gadirihum olayını bir çok tarikle kendi kitaplarında kaydetmişlerdir. Onlardan 350 kişi "El-Gadir" kitabında zikredilmiştir. Gadirihum hadisinin senedinde en küçük bir kuşku ve şüphe yoktur.

Ancak Gadirihum hadisinin senedinde en küçük bir kuşkunun olmadığını gören Ehl-i Sünnet ulemasından bazıları, bu hadisin kendi inançlarıyla bağdaşmadığını görünce, onu başka anlamlara yorumlama yoluna gidiyorlar.

Şöyle ki; Peygamberimizin (s.a.a) "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır" buyruğundaki, mevla kelimesinin (mü'minlerin üzerine olan velayet ve nezaret manasına olduğu halde) dostluk ve sevgi manasını taşıdığını savunuyorlar.

Mevla Kelimesinin Anlamı

Ancak ne var ki; mevla kelimesi, başka yerlerde sevgi manasına gelse bile, bahis konusu olan Gadirihum hadisi, metninde ve dışında olan emareleriyle öyle göz doldurucudur ki, her insaflı insanın dikkatini kendine çekiyor ve mü'minlerin emiri Hz. Ali (a.s)'ın İslam Peygamberi'nin ilk halifesi olduğunu en belirgin şekilde ortaya koyuyor.

Şimdi bahis konusu Gadirihum hadisindeki mevla kelimesinin dost anlamına gelip gelemeyeceğini gözden geçirelim.

İlk olarak; Gadirihum Hadisi'nin kendisi, bu anlamı ona vermemizi imkansız kılıyor. Zira, Hz. Resul (s.a.a) "Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır" cümlesini buyurmadan önce şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar! Mü'minlere kendilerinden daha evla olan kimdir?" Peygamberin mü'minlere, onların kendilerinden daha evla ve önce olmasını mü'minlere olan velayet ve nezaret hakkından başkasına yorumlamak mümkün değildir.

Hazret, kendisi için ispat ettiği mevkii, aynen Hz. Ali için de ispat ettiğine göre, iki cümle arasında mana farklılığının olması düşünülemez. O halde Hz. Ali (a.s) de aynen Hz. Resulullah gibi, mü'minlere nispet onların kendinden daha evla ve önce olup, onlar üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahiptir. Bunun anlamı imamet ve hilafetten başka bir şey olamaz.

Netice itibariyle, Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Ben size kendinizden daha üstün ve sizin üzerinizde kendinizden daha çok tasarruf hakkına sahip değil miyim?" Ashap da evet diye Hazret'i tasdik etmiş ve Hazret'in böyle yetkisi olduğunu kabul etmiştir. İşte o sırada İslam Peygamberi: "Benim size nispet olan üstünlüğüm ve velayetimin aynısı Ali için de sabittir. Ve benden sonra o bütün Müslümanlar'ın mevlası ve benim halifem olacaktır" buyurmuştur.

O halde bu hadisteki mevla kelimesinin velayet ve imamet manasından başka manalara yorumlamak hadisin kendisiyle çelişkiye düşmektir ve doğru değildir.

Sonra İslam Peygamberi'nin o sıcak havada o kadar insanı bekletip maksadının sadece Hz. Ali (a.s)'ın sevgisini ilan etmek olduğunu savunmak kesinlikle makul değildir.

Hazret'in bu açıklamasından sonra orada bulunanların, mü'minlerin emiri Hz. Ali (a.s)'ı kutlamaları da bunu kanıtlamaktadır. Zira bu tebrik etme Hz. Ali (a.s)'ın o gün Allah ve Peygamber tarafından yüce bir makama ermesi halinde anlam kazanabilir. Aksi taktirde kutlanmanın manası olmaz.

Ayrıca Hazret'in bu açıklamasından önce ve sonra inen ayetler de bunu kanıtlamaktadır. Zira Hz. Ali'nin mü'minlerin dostu olduğunun ilan edilmesi, ne Hz. Resulullah'ı endişelendirecek kadar önemli bir konuydu, ne de Allah Teala'nın Resulü'nü tehdit edercesine risaletin tamamlanmasını ona bağlayacak ve onun ilânı için Resulü'nü bizzat kendi koruması altına alacak kadar önem taşıyordu.

Bunun iblağ edilmesinden sonra Allah Teala'nın artık nimetini tamamladığını ve dinini kamil kıldığını ilan etmesi de anlamsız olur. Zira Hz. Ali'nin mü'minlerin dostu olduğunu ilan etmek, kimsenin bilmediği yeni bir şey olmadığı gibi, Allah'ın nimetini tamamlayacak ve dini kamil kılacak kadar önemli bir konu da değildir. Böyle şeyleri Cenab-ı Hak ve Resul-i Ekrem'ine reva görmekten Allah Teala'ya sığınmak gerekir.

Mü'minlerin emiri Hz. Ali (a.s)'ın da Gadirihum olayına istidlâl ettiğini görmekteyiz.

Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin kaynaklarında da yer aldığı üzere, bir gün Hazret Kufe'de insanları geniş bir alanda toplar ve şöyle buyurur: "Hz. Resulullah'ın Gadirihum gününde yaptığı konuşmayı duyan her Müslüman kişiyi, işittiği şeylere tanıklık etmek üzere, ayağa kalkması için, onları Allah'a and veriyorum. Bunu kendi gözleriyle görüp kendi kulaklarıyla işitenler dışında, kimse ayağa kalkmasın."

Bunun üzerine, aralarında Bedir savaşına katılmış, on iki ashabın da bulunduğu otuz ashap ayağa kalkarak şöyle dediler: "Biz tanıklık ederiz ki, Gadirihum gününde Peygamber-i Ekrem (s.a.a) senin elinden tutarak şöyle buyurdu: "Benim mü'minlere nispet onların kendilerinden daha evla olduğumu biliyor musunuz?" Onlar: "Evet" deyince, Hazret: "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım! Onu seveni sen de sev, ona düşman olana sen de düşman ol...." buyurdu."(56)

Ahmet bin Hanbel şöyle yazıyor: "O gün otuz ashap ayağa kalkıp Gadirihum hadisini kendi kulaklarıyla işittiklerine tanıklık ettiler." (57)

Burada araştırmacı insanlara kolaylık olsun diye, Gadirihum olayına işaret eden Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin tarih, hadis ve tefsir yazarlarından bazılarına işaret etmeyi uygun buluyoruz.

Gadirihum Olayına İşaret Eden Ehl-i Sünnet Tarihçilerinden Bazıları

1- Belazuri", "Ensab-ül Eşraf" adlı kitabında c. 2 s. 112

2- Suyuti, "Tarih-ül Hülefa" adlı kitabında s. 169

3- Şehristani, El-Milel ven Nihel" adlı kitabında c. 1 s. 163

4- Hatibi-i Bağdadi, "Tarih-i Bağdat" adlı kitabında c. 8 s. 290

5- İbn-i Abdulbirr, "El- İstiab" adlı kitabında c. 3 s. 36

6-Zehebi, "Tarih-ül İslam" adlı kitabında c. 2 s. 196

7- İbn-i Asakir, "Tarih-i Dimeşk" adlı kitabının Hz. İmam Ali bölümünde c. 2 s. 13, 508, 513 ve...

8- İbn-i Esir, "Üsd-ül Gabe" adlı kitabında c. 1 s. 367 ve c. 2 s. 233

9- İbn-i Hallikan, "Vefayat-ül A'yan" adlı kitabında,

10- İbn-i Haldun, "El-Mukaddime" adlı kitabında,

11- Şemsuddin-i Zehebi, "Tezkiret-ül Hüffaz" adlı kitabında c. 1 s. 10

12- İbn-i Hacer-i Askalani, "El-İsabe" adlı kitabında c. 1 s. 305, 372, 567 ve c. 2 s. 257, 382... ve "Tehzib-ut Tehzib" adlı kitabında,

13- Kirman-i Dimeşki, "Ahbar-üd Düvel" adlı kitabında,

14- Nuriddin-i Halebi, "Siret-ül Halebiyye" adlı kitabında

15- Buhari, "Tarih-ül Kebir" adlı kitabında

16 Behçet Efendi, "Tarih-i Al-i Muhammed" adlı kitabında s. 121

17- İbn-i Kuteybe Ed-Dinuri, "El-İmame ves Siyase" adlı kitabında c. 1 s. 101 ve...

Gadirihum olayı bizim kendi tarihçilerimizin eserlerinde de kendine yer bulmuştur.

Sayın Hilmi Şehbendarzâde Türkçe kaleme aldığı İslam Tarihi adlı kitabının 1. cildinin 273. sayfasında Gadirihum olayına değinerek şunları yazıyor: "Hazret Vedâ Haccından dönüşünde Gadirihum mevkiinde irad buyurduğu bir hutbede: "Ben kimin mevlâsı (sahibi, efendisi) isem, Ali de onun mevlâsıdır" cümlesini dinleyicilere işittirmiştir.

Bu hadis sahih isnatlarla rivayet edilmiştir. Bu hadisin manası tetkik edilip, göz önüne alınır ve kesinliği düşünülürse, (Hz. Resulullah'ın Hz. Ali'yi hilafete) tercih keyfiyeti sabit olur. Bununla beraber, bu tercihin ashabın çoğunluğunca teslim edilmiş olmadığı pek çok suretle sabittir. İhtimal ki, birtakımları, bu tercihe beşeri bir hususiyet, akraba severlik yahut mânası hilafete kadar varmayan bir nevi yüceltme ve saygı gösterme ifadesi göstermişlerdir. İhtimal ki, diğer kısım da, irtihalden hemen sonra Ali'nin halifeliği ile yine bir Haşimi ve Emevi ihtilafının baş göstermesinden korkmuşlardır."

Açıktır ki, bizim Sayın Hilmi'nin bu tevcihlerini kabul etmemiz mümkün değildir. Zira yukarıda da belirttiğimiz üzere, bu tevcihler hadisin bizzat kendisiyle çelişmektedir. Ancak her insan kendi düşüncesinde hürdür, istediği gibi düşünüp, istediği gibi yorum yapabilir.

Sonra Sayın Hilmi hadisin tamamını Siyer-i Halebi'den şöyle naklediyor:"Ben kimin mevlâsı (sahibi, efendisi) isem, Ali de onun mevlâsıdır. Allah'ım! Ona dost olana dost ol, ona düşman olana düşman ol, onu seveni sev, ona buğzedene buğzet. Onu destekleyeni destekle, ona yardım edene yardım et, onu hor göstermek isteyeni hor et, ona iyi davranana sen de iyi davran."

Sayın Hilmi, Siyer-i Halebi'den Gadirihum hadisinin tamamını naklettikten sonra şöyle devam ediyor: "Siyer-i Halebi sahibi, otuz kadar doğru sözlü ashabın sahih rivayet ve sarih isnatlarıyla Ebu Hâtem Râzi ve Ebu Davut gibi bazı muhaddislerden başkasının naklettiğini beyan ederek diyor ki: "Hadis-i şerifin sadır olması şerefi yayılıp herkesçe bilinmesine müteakip Haris bin Numan El-Fahri, Medine'ye Hazret'i Resulullah'ın mukaddes huzuruna gelip: "Allah'ın birliğine, senin risaletine iman etmemizi emrettin, kabul eyledik. Beş vakit namaz kılmayı, oruç tutmayı, zekat ile mallarımızın temizlenmesini ve haccı emrettin, itaat ve kabul eyledik. Bunlara razı olmayıp da şimdi amcan oğlunu daha üstün tutarak bize mevlâ kıldın. Bu emir Allah'tan mı yoksa senden mi?" diye sual ettiğinde, Hazret'i Risalet'in Allah'ı gören iki gözü kızararak: "Kendisinden başka ilah bulunmayan Allah üzerine yemin ederim ki, elbette o, Allah'tandır, benden değildir" diye üç kere tekrar buyurmuş olması üzerine, Haris-ül Fahri: "Eğer Muhammed doğru söylüyorsa, gökten bize bir taş gönder, yahut bize acı bir azap ver" diyerek saadetli huzurundan çıkmış ve Allah hakkı için bu adam mescit kapısından çıkmadan başına isabet eden bir taşın ani darbesiyle mürt ve helak olmuştur." (Siyer-i Halebi cilt: 3 sayfa 274)"

Bu sözleri yazan bir Ehl-i Beyt alimi değildir. Bunları yazan, Ehl-i Sünnet alimleri ve tarihçilerinden olan, Sayın Hilmi'dir. O halde haklı olarak sormalıyız ki, kendiniz bu tarihi gerçekleri kitaplarınızda yazdığınız halde, peki neden Ehl-i Beyt'e ve Hz. Ali (a.s)'a Hz. Resulullah'ın tanıdığı hakkı tanımıyorsunuz?

Gadirihum Olayını Nakleden Ehl-i Sünnet Hadisçilerinden Bazıları

1- Şafii mezhebinin imamı olan Ebu Abdullah bin İdris-i Şafii, İbn-i Esir'in "En-Nihaye" adlı kitabında kaydedildiğine göre, c. 4 s. 346,

2- Ahmet bin Hanbel, "El-Müsned" ve "Menakıb" adlı kitaplarında. Bakınız, "Müsned-i Ahmet bin Hanbel" 606, 906, 915, 1343, 2903, 17749, 18476, 18497 ve... numaralı hadisler,

3- İbn-i Mace, "Es-Sünen" adlı hadis kitabında. Bakınız, 118 ve 113 numaralı hadisler,

4- Tirmizi, "Es-Sahih" adlı hadis kitabında. Bakınız, 2646 numaralı hadis,

5- Abdurrauf El-Menavi, "Feyz-ül Kadir" adlı kitabında c. 6 s. 217, 218

6- Ebu Ya'la Musuli, "El-Müsned" adlı kitabında

7- Bağavi, "Mesabih-üs Sünnet" adlı kitabında c. 2 s. 275

8- Hakim, "El-Müstedrek" adlı kitabında c. 3 s. 110, 116 ve 371,

9- İbn-i Meğazili Eş-Şafii "Menakıb" adlı kitabında s. 19

10- Muttaki El-Hindi, "Kenz-ül Ümmal" kitabında c. 15 s. 91, 92, 120, 135, 143, 147 ve 150

11- Haysemi, "Mecme-uz Zevaid" adlı kitabında c. 9 s. 103, 105, 106, 107 ve 108

12- Zehebi, "Telhis" adlı kitabında c. 3 s. 110

13- Amri, "Mişkat-ül Mesabih" adlı hadis kitabında c. 3 s. 243

14- Nesai, "Hasaisi Emir-ül Mü'minin" adlı kitabında s. 96, 100, 104 ve...

Gadirihum Olayına İşaret Eden Ehl-i Sünnet Tefsircilerinden Bazıları

1- Taberi, kendi tefsirinde,

2- Salebi, kendi tefsirinde,

3- Vahidi, "Esbab-un Nüzul" adlı kitabında,

4- Kurtubi, kendi tefsirinde,

5- Ebu-s Suud, kendi tefsirinde,

6- Fahri Razı, "Mefatih-ül Gayb" adlı tefsirinde,

7- İbn-i Kesir Eş-Şafii, kendi tefsirinde,

8- Celaleddin Suyuti, "Dürr-ül Mensur" adlı tefsirinde,

9- Alusi El-Bağdadi, "Ruh-ül Meani" adlı tefsirinde ve...

Hatta Ehl-i Sünnet'in büyük alimlerinden Hamyunu'nun naklettiği bir rivayette, Ebu Bekir ve Ömer'in bu olaydan sonra kalkıp Hz. Resulullah'a: "Ey Resulullah! Bu velayet sadece Ali'ye mi mahsustur?" diye sordukları, Hazret'in de onlara: "Ali ve kıyamet gününe kadar olan vasilerime mahsustur" cevabını verdiği, bunun üzerine, onlar: "Senin vasilerin kimlerdir?" diye sordukları, Hazret'in de onlara: "Kardeşim Ali benim vezirim, varisim, vasim ve ümmetim içerisinde halifemdir. O benden sonra her mü'minin velisidir. Sonra oğlum Hasan, sonra oğlum Hüseyin, sonra da oğlum Hüseyin soyundan dokuz kişi birbiri ardınca benim vasilerimdir. Onlar Kur'an'la Kur'an da onlarla beraberdir. Havz-ı Kevser'de bana dönünceye kadar, ne Kur'an onlardan ayrılır, ne de onlar Kur'an'dan" (58) cevabını verdiği yer almaktadır.

Velhasıl Gadirihum hadisi, Hz. Ali (a.s)'ın velayet ve imameti konusunu o kadar açık ve net olarak ortaya koyuyor ki, artık onun üzerinde fazla bir açıklama yapmanın gereksiz bir beyan olduğu kanısındayız.

 

 

(40)- Maide: 55, 56

(41)- Tâhâ: 25. ayetten 35. ayete kadar

(42)- Tâhâ: 36

(43)- Maide: 55, 56

(44)- Mecme-ül Beyan, c.3 s.210, El Gadir, c.2 s.52, El Mizan, c.6 s.19

(45)- Bkz. Şevahid-üt Tenzil Haskani Hanefi'nin S. 161, Menakıb-i Ali bin ebu Talib İbn-i Meğazili Şafii'nin s. 311, Kifayet-üt Talib, Genci Şafii'nin s. 228, 250, 251, Zehair-ül Ukba Muhibbiddin Taberi'nin s. 88, 120, El Menakıb Harezmi Hanefi'nin s. 178, Tarih-i Dimeşk İbn-i Asakir Şafii'nin c. 2 s. 409, El Fusûl-ül Mühimme İbn-i Sabbağ El Maliki'nin s. 123, 108, Ed-Dürr-ül Mensur Suyuti'nin c. 2 s. 293, Feth-ül Kadir Şefkani'nin c. 2 s. 53, Et- Teshil liulum-it Tenzil Kalbi'nin c. 1 s. 181, Keşşaf Zemahşeri'nin c. 1 s. 649, Tefsir-üt Taberi Teberi'nin c. 6 s. 288, 289, Zad-ül Mesir İbn-i Cevzi Hambeli'nin c. 2 s. 383, Tefsir-ül Kurtubi c. 6 s. 219, 220, Feth-ül Beyan fi Makasid-ül Kur'an c. 3 s. 51, Esbab-ün Nüzul Vahidi'nin s. 148 ve Türkçe tercümesi s.161, Tefsir-ül Celaleyn s. 213, Tezkiret-ül Havvas Sıbt bin Cevzi Hanefi'nin s. 18, 208, Nur-ül Ebsar Şeblenci'nin s. 71, Yenabi-ül Meveddet Kunduzi Hanefi'nin s. 115, Tefsir-ül Kebir Fahri Razi'nin c. 12 s. 20, Tefsir-i İbn-i Kesir c. 2 s. 71, Ahkam-ül Kur'an Cessas'ın c. 4 s. 102, Mecme-üz Zevaid c. 7 s. 17, Ensab-ül Eşraf Belazuri'nin c. 2 s. 150, El Havi lil Fetava Suyuti'nin c. S. 139, 140, Kenz-ül Ümmal c. 6 s. 391, 405 ve c. 15 s. 146, 95, Riyaz-ün Nazre c. 2 s. 273 Müsned-i Ahmet bin Hanbel c. 5 s. 38, Metalib-üs Sual İbn-i Talha Şafii'nin s. 31, Feraid-üs Simteyn c. 1 s. 11, 190 ve....

(46)- Al-i İmran: 173

(47)- El-Keşşaf: c. 1 s. 649 Beyrut baskısı

(48)- Bkz. El-İfsah s. 74, 79, Et- Tibyan c. 3 s. 556, Es- Safi fi Tefsir-ül Kur'an c. 1 s. 449

(49)- Kenz-ül Ümmal c. 6 s. 393 h. 610

(50)- Müsned-i Ahmet hadis no: 10859, 11348

(51)- Maide : 67

(52)- El Gadir c.1 s.214 El-Velayet kitabından naklen.

(53)- Maide, /67

(54)- Maide: 3

(55)- El-Gadir c.1 s. 9-11-14 Dürr-ül Mensur c.2 s. 259, Tarih-ül Hülefa s. 114, Tarih-i Hatip Bağdadi c. 8 s. 290

(56)- Tarih-i Dimeşk Hz. Ali'ye ait bölüm c. 2 s. 7 503. hadis

(57)- Müsned c. 1 s. 119 hadis no: 633, 915 Yenabi-ül Meveddet, Bölüm 4. Şerh-i Nehc-ül Belağa İbn-i Ebu-l Hadid c.1 s. 362, El-İmame ves Siyase İbn-i Kuteybe'nin c. s. 11, 143, El Menakıb Harezmi'nin s. 224, Kifayet-üt Talib Genci Şafii'nin s. 386, Tarih-i Dimeşk Ali bin Ebu Talib bölümü c. 2 s. 7, Ensab-ül Eşraf Belazuri'nin c. 2 s. 156 ve...

(58)- Ğayet-ül Meram 58. bölüm 4. Hadis. Naklen Feraid-i Hamyunu

next page

back page