next page

back page

Sırat Köprüsü

Kur'an-ı Kerim ayetleri ve özellikle de hadislerden kıyamet gününde insanların hesaplarının görüldükten sonra cehennem üzerinde kurulu olan bir köprü üzerinden geçecekleri anlaşılmaktadır. Mü'minler, hadislerde kıldan ince ve kılıçtan keskin olarak tanımlanan ve Sırat ismi verilen bu köprü üzerinden selametle geçip cennete ulaşırken; kafir, münafık ve isyan ehli, bu köprü üzerinden geçmeyi başaramayacak ve cehenneme yuvarlanacaklardır.

Allah Teala şöyle buyuruyor: "Sizden oraya (cehenneme) uğramayacak yoktur. Bu, Rabbinin yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra Biz, Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanları kurtarır, zalimleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakırız." (327)

Hadislerde ise Sırat köprüsü daha açık bir şekilde açıklanmıştır. Hadisler, biri dünyada, diğeri ahirette olmak üzere iki Sırat'ın olduğunu ve insanların dünyadaki Sırat'ı izleme durumu aynen ahiretteki Sırat'tan geçişine de yansıyacağını bildiriyorlar. Hadisler, dünyadaki Sırat'ı şaşmadan ilahi elçilerin önderliğinde kat edenlerin ahiretteki Sırat'ı da yine onların önderliğinde kolaylıkla geçeceklerini, şeytana uyarak dünyadaki Sırat'tan sapanların ise, ahiretteki Sırat'ı geçmekte de şaşkınlık ve sapmalara kapılarak cehenneme yuvarlanacaklarını açıklıyorlar.

Allah Teala şöyle buyuruyor: "Onun (Şeytanın) hakkında şöyle yazılmıştır: O kendisini dost edinen kimseyi saptırır ve alevli azaba götürür." (328)

Buna karşılık ilahi elçilerin önderliğini kabul etmek ise, hem dünyada hem de ahirette insanı selamete ve kurtuluşa götürür.

Hz. İmam Cafer sadık (a.s)'a Sırat'ın ne olduğu sorulunca Hazret şu cevabı verir: "Sırat ilahi marifete doğru giden yol ve Allah'ı tanımaktır. Sırat iki tanedir, dünyadaki sırat ve ahiretteki sırat. Dünyadaki sırat, itaati vacip olan Masum İmam'dır. Kim dünyada iken onu tanıyıp, ona iktida ederse, ahirette ateş üzerinde kurulan köprüden geçecektir. Kim de dünyada iken imamını tanımayıp, itaatinde olmazsa, ahirette Sırat köprüsünden geçerken ayakları titreyip ateşe yuvarlanacaktır." (329)

Başka bir hadiste ise, Hz. İmam Hasan Askeri (a.s) şöyle buyurmuştur: "Sırat-ı müstakim (doğru yol) iki sırattır. Dünyadaki Sırat ve ahiretteki Sırat, dünyadaki Sırat ifrat ve tefritten uzak olup, istikamet gösterilen ve hiçbir batıla meyledilmeyen Sırat'tır. Ahiretteki Sırat ise, mü'minleri cennete götüren doğru yoldur. O yol onları ne ateşe ne de cennet dışı başka bir şeye götürmez." (330)

Sonra hadisler, ahiretteki Sırat'ın kıldan ince ve kılıçtan keskin olduğunu belirterek, ondan geçmenin zorluğuna işaret etmişlerdir. Bunun sırrı da dünyadaki Sırat'ı kat etmenin zorluğunda yatmaktadır.

Nasıl ki, insanın dünyada hem inanç, hem de amel açısından doğru yol üzerinde istikamet etmesi zor olup, kıldan ince ve kılıçtan keskinse, ahiretteki Sırat da böyledir. Hz. Resulullah istikamet emri gelen Hud Sûresi'nin saçlarını ağarttığını buyururken işte bu zorluğa işaret etmiştir. İşte bu zorluk yüzündendir ki, pek az insan hem inanç hem de amel açısından tam olarak doğru yol üzerinde istikamet edebiliyor.

Büyük filozof Sadr-ül Müteallihin Sırat'ın kıldan ince ve kılıçtan keskin olma sırrını şöyle açıklıyor: "İnsanın kemale ermesi iki gücünü kullanmasına bağlıdır. O iki gücünden ilki fikirsel ve düşünsel gücüdür. İnsanın bu gücü ile hak ve yakini bulması, ince fikirsel çalışmayı gerektirir ki, temessül ederse dikkat ve letafet açısından kıldan ince olarak temessül eder. İkinci gücü olan ameli gücünü kullanmak ise, ancak nefsinin ifrat ve tefritten uzaklaşıp itidal halini bulmasıyla sağlanır. Bu ise ancak sahip olduğu şehvet, gazap ve fikir güçlerinin çalışmalarında itidal halini bulmasıyla mümkündür. Zira ifrat ve tefrit olan bütün uç noktalar kınanmış olup insanın ateşe düşmesine ve bedbahtların yurdunu menzil edinmesine vesile olur. Birbirinin zıddı olan bu uç noktaların tam anlamında ortasını bulmak ise, bunlardan hali olmak menzilesinde olup, adalet hali olarak nitelenen bu hal ateşten kurtulma menşeidir. Bu ise kılıçtan keskindir. O halde Sırat'ın iki yüzü vardır. Bir yüzüyle kıldan ince, ikinci yüzüyle de kılıçtan keskindir." (331)

O halde Sırat'ın kıldan ince olması, fikrin ıslah edilmesinin inceliği ve kılıçtan keskin olması ise, ameli gücün ıslah edilmesinin keskinliğindendir. Ahiretteki Sırat ise dünyadaki Sırat'ın incelik ve keskinliğinin tecessümünden ibarettir.

Sırat'la ilgili olan bir başka konu da Sırat'tan geçenlerin geçiş şeklidir. Hadisler, bazılarının Sırat'tan surat ve kolaylıkla geçerken bazılarının zorluklarla geçeceğini bildiriyor.

Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar Sırat'tan tabakalar halinde geçeceklerdir. Sırat ise kıldan ince ve kılıçtan keskindir. Bazısı şimşek gibi hızlı geçecek, bazısı at koştururcasına geçecek, bazısı sürünerek geçecek, bazısı yürüyerek geçecek, bazısı ise ona asılı olarak geçecek ve ateş onun bazı yerlerini yakacak bazı yerlerini de yakmayacaktır."(332)

Açıktır ki, insanların bu ahiretteki Sırat'tan geçiş şekli de, onların dünyadaki Sırat'tan geçiş şekillerinden kaynaklanmaktadır. Zira insanlar dünyada iken bazıları hem inanç hem de amel açısından ihlas ehli olup, her halûklarda Allah'ı görüp, Allah için hareket ederken, bazıları hem inanç hem de amel boyutunda bunun tam aksi durumda olur, bazıları ise, bu iki uç tarafın ortasında derecelere girmekteler.

Şefaat

Mead bölümünde bahis konusu edilen önemli konulardan biri de şefaat konusudur. Lügatte yama anlamını ifade eden şefaat, ıstılahta birinin günahlarının bağışlanması için yapılan aracılık anlamını ifade etmektedir.

 Kur'an-ı Kerim ayetlerinde şefaat konusuna işaret edildiği gibi, Hz. Resulullah (s.a.a) ve Ehl-i Beyt İmamları'ndan gelen hadislerde konu daha detaylı olarak açıklanmıştır.

Biz burada şefaat konusunu detaylı olarak inceleyemeyiz. Ama en azından konunun ana hatlarına işaret etmeden geçmemiz de doğru olmaz. Dolayısıyla en azından konunun ana hatlarına özet olarak işaret etmeyi zorunlu görüyoruz.

Her ne kadar yüzeysel bir bakışla Kur'an-ı Kerim'e baktığımızda, Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetlerinin anlamı şefaati mutlak olarak reddeder gibi görünüyorsa da, ancak Kur'an-ı Kerim'in şefaatle ilgili olan ayetleri bir araya getirilip, birlikte değerlendirildiğinde, Kur'an-ı Kerim'in mutlak olarak şefaati reddetmediği ve sadece Allah'ın izni olmadan yapılacağı düşünülen şefaati veya bazı kafirlerin itikadı olan putların şefaati gibi, şefaatin bazı türlerini reddettiğini görmekteyiz.

Velhasıl Kur'an-ı Kerim'in: "O gün Rahman'ın kendisine izin verdiğinden ve sözünden razı olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez."(333) "...O'nun izni olmadan, hiç kimse O'nun yanında şefaat edemez...." (334) "...O'nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez...." (335) "İman edip Rahman olan Allah'tan bir söz alan hariç, hiç kimse o gün şefaate sahip olmaz" (336) ayetleri ve benzeri diğer ayetler Allah Teala'nın izniyle şefaat olunacağını açıkça ortaya koymaktadır.

Ayrıca, Allah Teala kıyamet günü şefaat edecek ve şefaati makbul olacaklardan örnekler vererek şöyle buyurmuştur: "Rahman çocuk edindi" dediler. Hayır; melekler şerefli kılınmış kullar­dır. Allah'tan önce söz söyleyemezler; ancak O'nun emri üzerine iş yaparlar. Allah, onların yaptıklarını ve yapmakta olduklarını bilir. Onlar Allah'ın hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler; O'nun korkusundan titrerler."(337)

Yine Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Allah, dilediğine ve hoşnut olduğuna izin vermedikçe, göklerde bulunan nice meleklerin şefaati bir işe yaramaz." (338)

Bu ayetler kıyamet günü meleklerin Allah Teala'nın izniyle şefaat edeceklerini ve Allah Teala'nın razı olduğu kimseler üzerinde onların şefaatinin makbul olacağını göstermektedir.

Keza İslam müfessirleri Hz. Resulullah (s.a.a) hakkında nazil olan "Geceleyin uyanıp, yalnız sana mahsus olarak fazladan namaz kıl. Belki de Rabbin seni (Makam-ı Mahmud'a) övülecek makama yükseltir" (339) ayetinde geçen övülecek makamdan maksadın şefaat makamı olduğu üzerinde ittifak etmişlerdir.

O halde bu ayet-i kerime Hz. Resulullah için de şefaat makamını ispat etmektedir.

Görüldüğü üzere bu ayetler Kur'an-ı Kerim'in, şefaati mutlak olarak reddetmediğini ve Allah Teala'nın izniyle bazı mukaddes insan ve meleklerin şefaat edeceklerini ortaya koyuyor.

Hadislerde Şefaat

Hadislere gelince, hem Hz. Resulullah (s.a.a), hem de Ehl-i Beyt İmamları'dan konu hakkında gelen hadisler şefaat konusuna daha da açıklık getirmiştir. Kimlerin şefaat edebileceği ve kimlere şefaat olunabileceği hususu genişçe beyan edilerek, şefaat konusunun İslam dininin temel ilkelerinden biri olduğu açıkça gözler önüne serilmiştir.

Bizim tevatür haddini aşan bu hadislerin tamamına değinme imkanımız yoktur. Ancak numune olarak onların bazısına işaret edeceğiz.

Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Her peygamberin müstecab duası vardır. Her peygamber o duasını acilen etmiştir. Ancak ben duamı, ümmetime şefaat için kıyamet gününe saklamışım. Benim şefaatim ümmetimden Allah'a ortak koşmadan ölenlere nail olacaktır." (340)

Yine Hazret şöyle buyurmuştur: "Bana beş şey verildi.... onlardan biri şefaat etmektir. Ben onu ümmetime saklamışım. O, Allah'a şirk koşmayanlar içindir."(341)

Yine Hazret şöyle buyurmuştur: "Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenler içindir. İhsan ehline gelince onlar için bir sorun yoktur" (342)

Yine Hazret şöyle buyurmuştur: "Üç taife Allah katında şefaat edecektir: Peygamberler, alimler ve şehidler." (343)

Yine Hazret şöyle buyurmuştur: "Ben ümmetimin yarısını cennete götürmekle şefaati seçmek arasında muhayyer kılındım. Ben şefaati seçtim. Çünkü şefaat daha kapsamlı daha yeterlidir. Şefaatin takva ehli için mi olduğunu sanıyorsunuz? Hayır o günahla kendini lekeleyen günah ehli içindir." (344)

Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Üç şeyi inkar eden bizim şiamız (takipçimiz) değildir: Miracı, kabir sualini ve şefaati."(345)

Bu hadislere benzer onlarca hadis vardır. Bütün bu hadisler ve yukarıda işaret ettiğimiz ayetlere rağmen, bazılarının şefaat konusunda tereddüt etmesi, doğrusu tevcih edilecek bir konu değildir.

Kimlere Şefaat Olunacak?

Yukarıda naklettiğimiz ayet ve hadislerden şefaatin meşruiyeti anlaşıldığı gibi, şefaatin şartlarından bazıları da anlaşılmış olur.

Bir kere bir kimsenin şefaat kapsamına girebilmesi için ilk şart, şefaat edilecek kişinin tevhid ehli olup Allah Teala'ya şirk koşmamasıdır. Bu konu, Hz. Resulullah (s.a.a)'in hadisinde açıkça belirtilmesiyle birlikte, Allah Teala'nın, meleklerin sadece Allah'ın razı olacağı kimselere şefaat edeceklerini bildiren ayetinden de anlaşılmaktadır.

Şefaate nail olmanın ikinci şartı, halisane bir kalple Allah Teala'ya inanmaktadır.

Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Benim şefaatim, kalbi dilini ve dili de kalbini onaylayacak bir şekilde halisane bir kalple Allah'ın birliğine ikrar edenler içindir." (346)

Şefaate nail olmanın üçüncü şartı, Ehl-i Beyt'e karşı kin ve düşmanlık beslememektir.

Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Mü'min kimse arkadaşına şefaat edecektir. Meğer ki, arkadaşı Ehl-i Beyt'e karşı kin ve düşmanlık besleyen ola. Eğer böyle olursa, ona bütün mürsel peygamber ve mukarrep melekler şefaat etseler dahi, şefaatin ona bir faydası olmayacaktır." (347)

Şefaatin dördüncü şartı, namazı hafife almamaktır. Hz. İmam Musa Kazım (a.s) şöyle buyuruyor: "Babam (İmam Sadık) vefat edeceği sırada yanına gittim. Babam bana şöyle buyurdu: "Ey oğlum namazını hafife alana bizim şefaatimiz nail olmayacaktır." (348)

Şefaatin beşinci şartı, Hz. Resulullah'ın şefaat edeceğini yalanlamamaktır. Hz. İmam Rıza Hz. Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Kim, Hz. Resulullah (s.a.a)'in şefaatini yalanlarsa, ona nail olmayacaktır." (349)

Yine Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Kim, benim havuzuma (Havz-u Kevser'e) inanmazsa, Allah onu oraya dahil etmeyecektir. Kim de, benim şefaatime inanmazsa, o günde Allah onu benim şefaatimden mahrum koyacaktır." (350)

Şefaatin bu zikrettiklerimiz dışında bazı diğer şartları da olabilir. Biz şimdilik bu şartları gördük.

Kısacası, yukarıda da işaret ettiğimiz üzere, şefaat kelimesinin lügatteki anlamının yama olduğunu görmüştük. Zaten kıyamet günü olacak şefaate de şefaat denilmenin şefaat edecek olan kimsenin, şefaat edeceği insanın eksik kalan yönlerini kendi şefaatiyle tekmil etmesinden dolayıdır. Nasıl ki, beyaz bir elbiseye siyah bir kumaştan yama vurulmaz ve o elbisenin kendi renginden olmasa da, onun rengine uygun bir kumaştan olmasına dikkat edilirse, bizler de, Hz. Resulullah, Ehl-i Beyt İmamları ve diğer şefaat edecek kimselerin şefaatlerine nail olabilmemiz için, amel ve özellik yönünden onların rengine yakın olmaya çalışmalıyız. Aksi taktirde onların şefaati bizleri kapsamı dahiline almayacaktır.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Peygamberlerin davetlerini kabul ediniz, onların emirlerine teslim olunuz. Amellerinizle onların dediklerine uygun olun. Eğer böyle olursanız onların şefaatleri size nasip olacaktır." (351)

Kimlere şefaat olunmayacak?

Yukarıda zikrettiğimiz ayet ve hadislerden anlaşıldı ki, zikredilen şartlara haiz olmayanlar şefaate nail olmayacaklardır.

Ayrıca Allah Teala Kur'an-ı Kerim'de cehenneme giden bir grubun şefaate nail olmama sebeplerini şöyle açıklıyor: "Cennet ehli o azgın suçlulara soracaklar: "Sizi şu cehenneme sürükleyen nedir?" diye. Onlar diyecekler ki: "Biz namaz kılanlardan olmadık, yoksula da yedirmezdik, batıla dalanlarla beraber de dalıyorduk, hesap gününü de yalanlardık, sonunda yakin (ölüm) gelip bize çattı." Artık şefaatçilerin şefaati de onlara bir fayda vermedi." (352)

Görüldüğü üzere; bu ayet-i kerime, o insanların yukarıda işaret ettiğimiz şefaat olunmanın şartlarından yoksun olduklarından dolayı şefaatten mahrum kaldıklarını açıkça gözler önüne sermektedir.

Kimler Şefaat Edecekler?

Yukarıda işaret ettiğimiz hadislerden de anlaşılacağı üzere, kıyamet gününün en büyük şefaatçisi Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)'dir.

 Hazret şöyle buyuruyor: "Kıyamet günü ben, Allah'ın izniyle Allah katında ümmetimin günahkarları için şefaat edeceğim ve benim şefaatim kabul olacaktır. Benim Ehl-i Beyt'im de o günde şefaat edecektir ve onların şefaatleri de Allah katında kabul olacaktır."(353)

Diğer peygamberler onların vasileri ve mü'minler de şefaat edeceklerdir.

Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdular: "Peygamberler, ihlasla Allah'ın birliğine inananlara şefaat edip onları ateşten kurtaracaklardır." (354)

 Melekler, alimler, şehidler ve Kur'an-ı Kerim de şefaat edecektir. Meleklerin şefaat edeceğine dair ayeti yukarıda görmüştük. Kur'an-ı Kerim, alimler ve şehidlere gelince, Hz. Resulullah ve Ehl-i Beyt İmamları'ndan gelen hadisler bu konuya açıklık getirmiştir.

 Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdular: "Biliniz ki, Kur'an-ı Kerim mahşer günü şefaati kabul gören bir şefaatçidir." (355)

Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Üç taife Allah katında şefaat edecektir: Peygamberler, alimler ve şehidler."(356)

Cennet

Cennet, Allah Teala'nın iyi amel sahiplerine mükafat olarak vereceği ebedi bir makamdır. Orada her türlü nimetler, rahatlık, refah ve ferahlık vesileleri, kısacası ehlinin arzuladığı her şey vardır.

Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: "Allah'a karşı gelmekten sakınanlar ise, cennetlerde, pınar başlarındadırlar. "Oraya güven içinde, esenlikle girin" denir. Biz onların gönüllerinde olan kini çıkardık, artık onlar sedirler üzerinde karşı­lıklı oturan kardeşlerdir. Onlar orada bir yorgunluk hissetmezler. Oradan çıkarılacak da değillerdir."(357)

"İman edip salih ameller işleyenleri müjdele. Onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine ne zaman onlardan bir meyve rızk olarak verilirse, "Bu daha önce de rızklandığımızdandır" derler; bu birbirinin benzeri olarak sunulur. Onlar için orada tertemiz eşler vardır ve onlar o cennette ebedi olarak kalıcıdırlar." (358)

"Rabbine karşı durmaktan korkan kimseye iki cennet vardır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız? Bu iki cennet türlü ağaçlarla doludur. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız? Bu cennetlerde türlü meyveden çift çift vardır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız? Orada, örtüleri parlak atlastan yataklara yaslanırlar; iki cennetin meyvelerini de kolayca toplarlar. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız? O cennetlerde, gözlerini kocalarından başkasına çevirmeyen hanımlar vardır ki, kocalarından önce kendilerine ne bir insan dokunmuştur ne de bir cin. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsanız? Onlar sanki yakut ve mercan gibidirler. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız? İyiliğin karşılığı ancak iyilik değil midir? Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız? Bu iki cennetten başka iki cennet daha vardır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız? Renkleri koyu yeşildir. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız? İkisinde de durmadan fışkıran iki kaynak vardır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız? İkisinde de türlü türlü meyveler, hurmalıklar ve nar ağaçları vardır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız? Oralarda iyi huylu güzel kadınlar vardır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız? Çadırlar içinde ceylan gözlüler vardır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız? Onlara daha önce insan da, cin de dokunmamıştır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız? Cennetlikler orada yeşil yastıklara ve harikulade işlemeli döşeklere yaslanır­lar. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız? Büyük ve pek cömert olan Rabbinin adı ne yücedir!" (359)

 "İyilik yapmakta önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlardır. Naim cennetlerinde Allah'a en çok yaklaştırılmış olanlar işte bunlardır. Onların büyük kısmı eski ümmetlerden, bir kısmı da sonrakilerdendir. Murassa tahtlara karşılıklı olarak yaslanırlar. Ölümsüz gençler yanlarında, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kaseler, ibrikler, kadehler; seçecekleri meyveler, canlarının çektiği kuş eti ile dolaşırlar. İşlediklerine karşılık olarak, sedefteki inciler gibi ceylan gözlüler vardır. Orada boş ve günaha sokacak bir söz duymazlar. Sâdece selama karşılık selam sözü işitirler. Defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağcılara! Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler. Biz ceylan gözlüleri, defterleri sağdan verilenler için yeniden yaratmışızdır; onları bakire, eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kılmışızdır. Bunların bir kısmı eski ümmetlerden, bir kısmı da sonrakilerdendir." (360)

Cehennem

Cehennem kafirlerin ve günahkarların işledikleri suçlara bir ceza olarak varacakları yerdir. Kur'an-ı Kerim cehennemden korkunç bir tasvir sergiliyor:

"Doğrusu, ayetlerimizi inkar edenleri ateşe sokacağız; derilerinin her yanışında, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Allah güçlüdür, Hakim'dir." (361)

"İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf: O'nu inkar edenlere, ateşten elbiseler kesilmiştir, başlarına da kaynar su dökülür de bununla karınların­dakiler ve deriler eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir. Kafirler için ateşten çamaşırlar biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bu kaynar su ile karınlarında olan şeyler ve derileri eritilir. Onlar için bir de demirden kamçılar var her ne zaman ateşten, onun ıstırabından çıkmak isterler ise, yine içine döndürülürler ve onlara: "Haydi tadın yakıcı azabını" denir." (362)

"Ateşte olanlar, cehennemin bekçilerine: "Rabbinize yalvarın da hiç değilse bir gün, azabımızı hafifletsin" derler. Bekçiler: "Size, belgelerle peygamberleriniz gelmiş miydi?" derler. Onlar da: "Evet, gelmişti" derler. Bekçiler: "O halde kendiniz yalvarın" derler. Fakat inkarcıların yalvarışı şüphesiz boşunadır." (363)

 "Şüphe yok ki, cehennem pusudadır. Azanların dönüp varacakları yerdir, yıllar boyunca kalırlar orada. Orada ne bir serinlik tadacaklar ne de içilecek bir şey! Kaynar sudan ve irinden başka. Öyle bir ceza ki, işledikleri amellere uygun. Onlar hesaba çekileceklerini hiç ummuyorlardı. Ayetlerimizi hep yalan sayıp dururlardı." (364)

"Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden kişinin vay haline ki, o mal biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Malının kendisini ebedi kılacağını sanır. Hayır, andolsun ki o, Hutame'ye atılacaktır. Hutame'nin ne olduğunu sen bilir misin? Allah'ın tutuşturulmuş bir ateşidir ki o, kalplere kadar girer, o dikilip yükseltilmez sütunlarda onların üzerine kilitlenecektir." (365)

"İnsanların hepsi Allah'ın huzuruna çıkarlar; güçsüzler, büyüklük taslayanlara: "Doğrusu biz size uymuştuk, az da olsa Allah'ın azabından bir şey bizden giderebilir misiniz?" derler. Onlar: "Allah bizi doğru yola eriştirseydi, biz de sizi eriştirirdik. Artık sızlan­sak da sabretsek de birdir, çünkü kaçacak yerimiz yoktur" derler. " (366)

"O gün kafirleri birbirine bağlanıp kelepçelenmiş olarak görürsün. Gömlekleri katrandandır ve yüzlerini de ateş kaplar." (367)

 "Evet; sen onlara şaşıyorsun, onlar da seni alaya alıyorlar. Onlara öğüt verildiğinde dinlemezler. Bir mucize gördüklerinde onu eğlenceye alırlar. "Bu apaçık bir sihirdir; öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman, ön­ceki babalarımız yahut biz mi dirileceğiz?" derler. De ki: "Evet hem de zelil ve hakir olarak." Tek bir çığlık. Hemen bakıp kalırlar. Ve : "Vay bize! İşte bu ceza günüdür" derler. Onlara: "İşte bu, yalanladığınız hüküm günüdür" denir. İlgililere şöyle emredilir: "Zulmedenleri, onlarla işbirliği edenleri ve Allah'ı bırakıp da taptıklarını derleyin. Onları cehennem yoluna koyun. Onları durdurun; çünkü kendilerinden daha da sorulacaktır." Onlara: "Size ne oldu ki, birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz?" denir. Hayır; bugün onların hepsi teslim olmuşlardır. Birbirlerine dönüp sorarlar. İleri gelenlerine: "Doğrusu siz bize sağdan (güveneceğimiz taraftan) sokuldunuz" derler. Onlar da: "Hayır; zaten siz inanmış kimseler değildiniz. Bizim sizin üstünüzde bir nüfuzumuz yoktu. Bilakis, azmış bir millettiniz." "Bu sebeple, Rabbimizin sözü aleyhimizde gerçekleşti. Şüphesiz azabı tada­cağız." "Sizi biz azdırmıştık, çünkü kendimiz azgındık" derler. O gün hepsi azapta birleşirler. Doğrusu suçlulara böyle yaparız. Onlara: "Allah'tan başka ilah yoktur" dendiği zaman şüphesiz büyüklenirler. "Deli bir şair yüzünden ilahlarımızı mı bırakalım?" derlerdi. Hayır; o, gerçeği getirmiş ve peygamberleri doğrulamıştı. Şüphesiz siz can yakıcı azabı tadacaksınız. Yaptığınızdan başka bir şeyle cezalandırılmayacaksınız." (368)

"Doğrusu, inkarcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem ha­zırladık. "(369)

"Ama yoldan çıkanların, işte onların varacağı yer ateştir. Oradan çıkmak iste­yişlerinin her defasında geri çevrilirler ve onlara: "Yalanlayıp, durduğunuz ateşin azabını tadın" denir."(370)

"Fakat onlar, kıyametin kopacağını yalanladılar. Biz de kıyametin geleceğini yalanlayan­lara çılgın alevli bir ateş hazırladık. Bu ateş, onlara uzak bir yerden gözükünce, onun kaynamasını ve uğultusunu işitirler. Elleri boyunlarına bağlı olarak, o ateşin dar bir yerine atıldıkları zaman, orada, yok olup gitmeyi isterler. "Bir kere yok olmayı değil, bir çok defa yok olmayı isteyin" denir." (371)

"Bedbahtlar ateştedir, onlar için orada (kahırla ve acıyla) nefes alıp vermeler vardır." (372)

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Ey Allah'ın kulları! Hastalanmadan önce, sağlığınızda fırsatınız ve gücünüz varken, darlığa düşmemişken Allah'ı anın! Kurtuluş yolu kapatılmamışken kendinizi cehennemin ateşinden kurtarmaya çalışın. Allah uğrunda gözlerinizi uykusuzluğa, karınlarınızı açlığa (oruç tutmaya) alıştırınız. Allah yolunda adım atın ve mülkünüzü, servetinizi onun yolunda bağışlayın. Vücudunuzdan ruhunuz ve canınız için faydalanın ve bunu yapmaktan kaçınmayın." (373)

 

 

(327)- Meryem: 71, 72

(328)- Hac: 4

(329)- Mean-ül Ahbar s. 32, Bihar-ül Envar c. 8 s. 66

(330)- Bihar-ül Envar c. 8 s. 70

(331)- Esfar-ül Erbaa: c. 9 s. 285

(332)- Bihar-ül Envar c. 8 s. 64

(333)- Taha : 109

(334)- Bakara: 255

(335)- Yunus: 3

(336)- Meryem: 87

(337)- Enbiya: 26, 27, 28

(338)- Necm: 26

(339)- İsra: 79

(340)- Sahih-i Buhari hadis no: 5829, 6920, Müslim hadis no: 296, Tirmizi hadis no: 3526, İbn-i Mace hadis no: 4297, Müsned-i Ahmet hadis no: 7389

(341)- Sahih-i Buhari hadis no: 323, 419, Müslim hadis no: 810, Nisai hadis no: 429, Daremi hadis no: 1353, Müsned-i Ahmet hadis no: 18902, 20352 vs.

(342)- Men La Yahzuruh-ül Fakih Şeyh Saduk'un c. 3 s. 376, Bihar-ül Envar c. 8 s. 34, Uyun-u Ahbar-ı Rıza c. 1 s. 136, Tirmizi hadis no: 2360, İbn-i Mace hadis no: 4300, Ebu Davut hadis no: 4114, Müsned-i Ahmet hadis no: 12745

(343)- El- Hisal Saduk'un 142

(344)- Sünen-i İbn-i Mace hadis no: 4301, Müsned-i Ahmet hadis no: 5195

(345)- Emali-i Saduk s. 37, Bihar-ül Envar c. 6 s. 223

(346)- Müsned-i Ahmet hadis no: 7725, 10295

(347)- Sevab-ül A'mal Şeyh Saduk'un s. 251

(348)- Usul-u Kafi c. 3 s. 270, c. 6 s. 401, Tehzib Şeyh Tusi'nin c. 9 s. 107

(349)- Uyun-u Ahbar-ı Rıza c. 2 s. 66

(350)- Minhac-ün Necat: 54

(351)- Mizan- ül Hikmet 123

(352)- Müddessir: 40, 48

(353)- Mizan-ül Hikmet c. 5 s. 122

(354)- Tefsiri Numune c.25 s. 257

(355)- Mizan-ül Hikmet c.5 s.122

(356)- El- Hisal Saduk'un 142

(357)- Hicr: 45, 48

(358)- Bakara: 25

(359)- Rahman : 56. ayetten 78. ayete kadar

(360)- Vakia:10. ayetten 39. ayete kadar

(361)- Nisa: 56

(362)- Hac: 19, 22

(363)- Mü'min: 49, 50

(364)- Nebe: 21, 27

(365)- Humeze Sûresi

(366)- İbrahim: 21

(367)- İbrahim: 49

(368)- Sâffat: 12. ayetten 39. ayete kadar

(369)- İnsan: 4

(370)- Secde: 20

(371)- Furkan: 11, 12, 13

(372)- Hud: 106

(373)- Nehc-ül Belağa, Hutbe:182

next page

back page