next page

back page

PEYGAMBERLERİN SIFATLARI

İnsanları hidayet etmek, eğitim ve öğretimlerini sağlamak, toplumsal adaleti gerçekleştirmek ve insanları her türlü esaretten kurtarmak gibi ağır görev ve sorumluluğu üstlenen peygamberlerin, memuriyetlerine oranla fiziksel ve ruhsal bakımdan gerekli sıfatlara sahip olmaları muhakkaktır.

Büyük filozof Sadruddin Şirazi, insanların efendileri ve önderleri olan peygamberlerde aranan sıfatları şöyle sıralıyor:

1- İşittiği her sözün gerçek anlamını ve söyleyenin neyi kastettiğini tam manasıyla anlayabilecek kadar zeki olmalıdır. Nasıl anlayamaz? Oysa o, en son derece akli ve nefsi nurâniyete sahiptir.

2- Anladığı ve hissettiği her şeyi asla unutmayacak şekilde güçlü hafıza sahibi olmalıdır. O nasıl unutabilir? Oysa onun ruhu Levh-i Mahfuz'la bağlantılıdır.

3- Fıtrat ve tabiat açısından sahih olup, mutedil mizaç ve sağlam ve tam bünyeye sahip olmasının yanı sıra, yapmakla mükellef olduğu görevlerini tam manasıyla yerine getirebilecek güçlü ve kusursuz organ sahibi olmalıdır. Nasıl böyle olmayabilir? Oysa, üstün kemal ancak en üstün mizaca ifaza olur (bahşedilir).

4- Anlatmak istediği her şeyi kolaylıkla karşı tarafa anlatabilecek konuşma kabiliyetine sahip olmalıdır. Nasıl böyle olmaz? Oysa, onun görevi, kulları öğretmek, eğitmek, en doğru ve hayırlı yola irşat etmektir.

5- İlim ve hikmete karşı muhip olup, akli konularda derinleşmek ve bu uğurda karşılaşılacak zahmetler ona ağır gelmemelidir. Nasıl böyle olmaz? Oysa onun kendisi, ilim ve hikmetin kaynağıdır. İnsanın en zevk duyduğu şey ise, onun kendisiyle uyumlu olan şeyi idrak etmesidir.

6- Yaratılış itibariyle şehvani şeylere karşı aşırı düşkünlüğü olmayıp, boş işlerden ve nefsi lezzetlerden uzak olup nefret duymalıdır. Nasıl böyle olmaz? Oysa; bu sıfatlar, insanı nur aleminden alıkoyup, aldatıcı aleme bağlar. Bu ise, takdis aleminde bulunan ilahi şahsiyetlerin nefret duyduğu şeydir.

7- Hem onun kendisi yüce erdem sahibi olmalı, hem de yüce erdemliliği sevmeli; ruhu, aşağılık sayılan şeylerden uzak olmalıdır. Yaratılışı itibarıyla aşağılık işlerden kaçınmalı, her şeyin en erdemlisini, en akla uygun olanını seçmelidir.

8- Allah'ın bütün yaratıklarına karşı şefkat, sevgi ve merhamet beslemeli, onlarda bir eksiklik gördüğünde gazaplanmamalıdır. Ama; onlarda bir suç bulayım diye tecessüs etmeden, tespit edilen suçlarda da Allah'ın hükmünü uygulamaktan geri durmamalıdır.

9- Şecaatli olmalı, ölümden korkmamalıdır. Nasıl ölümden korkabilir? Oysa o, ahiretin kendine dünyadan daha hayırlı olduğunu bilmektedir. Yapması gereken işlerde kararlı, cesaretli olup, ürkek olmamalıdır.

10- Cömert olmalıdır. Zira o Allah'ın hazinesinin bahşişle bitip tükenmeyeceğini herkesten daha iyi bilir.

11- Rabbi ile baş başa kaldığında, Allah'ın en sevinçli ve neşeli kulu olmalıdır. Zira o, herkesten daha fazla Allah'ı tanımaktadır ve Cenab-ı Hakk'ın varlıkların en üstünü ve güzeli olduğunu bilmektedir.

12- Adalete davet edildiğinde kulların en itaatkarı, zülüm ve tecavüze davet edildiğinde de en karşı çıkanı olmalıdır." (70)

Kısacası, ilahi peygamberler ve önderler hem ruhsal, hem fiziksel hem de soy açısından insanların en üstünü olmalı, en üstün ahlak ve karaktere sahip olup, hiçbir yönden kendilerinde makamlarına yakışmayacak bir kusur olmamalıdır. Aksi taktirde onlar, kendilerinden amaçlanan hedef ve gayeye ulaşamaz ve insanlara güzel örnek ve önder olamazlar.

 Hz. Ali (a.s), peygamberleri şöyle tanıtıyor: "Allah onları en üstün emanetçilere emanet olarak vermiştir, en hayırlı karargahlarda karar kılmıştır. Onları en yüce belden, en temiz rahimlere aktarmıştır. Onlardan her biri göçüp gidince, yerine bir diğeri Allah'ın dinini korumak için kıyam etmiştir. Nihayet Allah'ın kerameti Muhammed (s.a.a)'a ulaşmıştır. Allah onu en üstün verimli madenden çıkarmış, en değerli tarlada yeşertmiştir. Onu peygamberleri çıkardığı ve eminlerini seçtiği ağaçtan çıkartıp seçmiştir. Onun nesli nesillerin, ailesi ailelerin ve kökü de köklerin en hayırlısıdır. O, Harem'de yeşermiş ve kerem içerisinde boy atmıştır. Onun uzun budakları ve erişilemez meyveleri vardır. O, takva ehlinin imamıdır. Hidayet arayanların gören gözüdür. O, ışık saçan bir lamba ve nur yayan bir yıldızdır. O, kıvılcım saçan bir ateş küresidir. Gidişatı doğruluk, sünneti hidayet, sözü kesin hak ve hükmü adalettir." (71)

 Evet gerçi bağışlama, rahmet, şefkat, şehamet, ihsan, tevazu, şecaat ve sadakat gibi güzel sıfatlar, sadece peygamberlere özgü sıfatlar değildir. Fakat şüphesiz peygamberler, bu açıdan insanların en üstünüdürler.

Yine; kabalık, katılık, kıskançlık ve cimrilik gibi aşağılık sıfatlar, diğer erdemli insanlarda da bulunmaz. Ancak peygamberler, bu açıdan da bütün diğer insanlardan üstündürler.

Peygamberlerin hayatını inceleyen dost, düşman her insan, onların çocukluk döneminden hayatlarının sonuna kadar insanların en erdemlileri olduğunda ittifak etmişlerdir. Zaten insanlara güven verip onların etrafında toplanmalarına sebep olan en önemli unsur, onların bu özellikleri olagelmiştir. Biz, o sıfatlardan bazılarına burada özet olarak işaret edeceğiz.

Bu sıfatlardan biri doğruluktur. Doğruluk sıfatı hayatın her alanında en gerekli ve önemli bir sıfat olmakla birlikte, özellikle de gayb aleminden haber getirecek olan bir peygamber için, toplumun itimat ve güvenini kazanmak açısından daha da çok önem taşımaktadır.

Kur'an-ı Kerim peygamberlerden bahsederken, onlara sıddık (çok doğru konuşan) ismini vermektedir.

Allah Teala Hz. İbrahim (a.s) hakkında şöyle buyurmuştur: "Ve kitapta İbrahim'i de an. Şüphesiz o sıddık (çok doğru konuşan) ve peygamber idi."(72)

Hz. Nuh (a.s) hakkında da şöyle buyuruyor: "Nuh kavmi de elçileri yalanladı. Hani, kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: Siz sakınmayacak mısınız? Doğrusu ben, size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim." (73)

Hz. Muhammet (s.a.a) de peygamberliğe erişmeden önce bile, her hususta doğru olduğundan halk arasında emin lakabını almıştı.

Bu sıfatlardan birisi de halka karşı şefkat ve rahmet duygusudur.

Allah Teala Hz. Resulullah (s.a.a) hakkında şöyle buyuruyor: "Andolsun! Sizden olan öyle bir elçi size gelmiştir ki, sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir, üzerinize düşkün, mü'minler için şefkat ve rahmetle doludur." (74)

Yine, o Hazret hakkında şöyle buyurmuştur: "Allah'ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, on­lara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi artık Allah'a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever." (75)

Peygamberler kavimlerinin hidayeti uğruna her türlü işkence ve acılara maruz kalmalarına rağmen, onların iman etmediği için üzülüyor ve nankörlüklerine karşı onlara nefret ve kin duymuyorlardı.

Hz. Nuh (a.s) kendi kavmi tarafından defalarca cismi işkenceye maruz kaldığı halde, yılmadan dokuz yüz elli sene hidayete davet etmiştir.

İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a) için de aynı şey söz konusudur. Halkın onca hakareti, onca saygısızlığı, onca çeşitli işkencelerine rağmen, ümmetinin hidayetinden başka bir şey düşünmüyor ve onların sapıklık ve felaket yolunu seçmelerinden dolayı üzülüyordu. Hatta Cenab-ı Hak sevgili Peygamberi'ni uyarmak zorunda kalıyor ve: "Neredeyse, onlar inanmadılar diye, onlara üzülerek ve peşlerine düşerek kendini helak edeceksin"(76) buyuruyor.

Bu sıfatlardan bir diğeri de herhangi dünyevi bir amaç peşinde olmayıp sırf Allah'ın rızasını gütmektir. Nitekim, ilahi peygamberler amaçlarının Allah'ın rızasından başka şey olmadığını açıkça ilan ederek hepsi: "Ben bu görevime karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim mükafatım ancak alemlerin Rabbine aittir" (77) demişlerdir.

Peygamberlerin Masumiyeti

Peygamberlerin en önemli sıfatlarından bir diğeri de masumiyet sıfatıdır. Peygamberlerin masum olup olmadıkları ve masumiyetin sınırları konusunda İslam ümmeti arasında çeşitli görüşler ortaya çıkmıştır. Biz Ehl-i Beyt dostlarının Ehl-i Beyt öğretilerinden elde ettiğimiz inancımız şudur ki; peygamberler hayatlarının başlangıcından sonuna kadar her türlü günah ve hata işlemekten masumdurlar. Biz burada konuyu tafsilatlı olarak ele alıp inceleme imkanına sahip değiliz. Ancak özet niteliğinde de olsa bu hususa işaret etmeden de geçemeyiz.

Masumiyet konusunda iki alanda ihtilaf olmuştur:

1- Masumiyet kapsamına girmesi gereken konular hususunda

2- Masumiyetin şart olduğu zaman hususunda

Masumiyetin kapsamına girmesi gereken konular kendi aralarında dört bölüme ayrılmaktadırlar:

1- İnanca ait konular; Havariç'ten bir fırka olan Ezarika grubu hariç, bütün İslam ümmeti peygamberlerin inanç bakımından, hem peygamberliğe seçilmelerinden önce, hem de sonra masum olmaları gerektiği hususunda ittifak etmişlerdir.

Ancak Havaric'in Ezarika grubu peygamberlerin günah işlemelerini tecviz ediyorlar. Onlara göre, günah işlemek kafirlik sayıldığından, onların peygamberlerin kafir olmalarına cevaz vermeleri gerekir. Hatta onların; "Allah Teala'nın, peygamber olduktan sonra kafir olacağını bildiği bir kimseyi peygamber kılması caizdir" dedikleri nakledilmektedir.

2- Tebliğ konusu; bütün İslam ümmeti, hatta bütün diğer din mensupları bile, peygamberlerin tebliğ etmekle mükellef oldukları konularda, kasten veya sehven yalan konuşmak veya aldıkları mesajı tahrif etmekten masum olduklarında ittifak etmişlerdir. Bu konuda farklı görüş ortaya koyan sadece Kadı Ebu Bekir'dir. O, peygamberlerin sehven veya dil sürçmesi sonucu bu konuda hataya düşebileceklerini ileri sürmüştür.

3- Hüküm ve fetva vermek konusu; Ehl-i Sünnet'ten azınlık bir grup hariç, bütün İslam ümmeti peygamberlerin bu konuda da, ister kasten, ister sehven olsun masum oldukları görüşünü benimsemişlerdir.

4- Peygamberlerin fiil ve davranışları konusu; İslam ümmeti bu konuda muhtelif görüşler ortaya atmışlardır:

a) Biz Ehl-i Beyt dostlarının görüşü: Biz Ehl-i Beyt dostları, ister büyük, ister küçük peygamberlerin, her türlü günahtan masum olduklarına inanıyoruz. Biz Ehl-i Beyt dostları, peygamberlerin ne kasten, ne de sehven, ne unutkanlık, ne de te'vilde hata etme veya Allah Teala'nın te'vilde yanıltması sonucu küçük veya büyük bir günah işleyeceğine inanmıyoruz. Bütün Ehl-i Beyt uleması bu konuda ittifak etmişlerdir. Sadece Şeyh Saduk ve hocası Muhammed bin Hasan bin Velid peygamberlerin sehven değil de, Allah'ın yanıltması sonucu hata yapmalarını caiz görmüşlerdir.

b) Ehl-i Sünnet'ten Mutezile mezhebine ait görüş: Bu görüşe göre, peygamberler büyük günah işlemekten masumdurlar. Küçük günahlara gelince, bir lokma ekmek veya bir buğday tanesi çalmak gibi, aşağılık karakteri ifade edip, halkın nefretine beis olan günahlar dışındaki küçük günahları kasten işleyebilirler. Mutezile mezhebinin genelinde bu görüş hakimdir.

c) Peygamberler kasten ne büyük ne de küçük günahlar işlemezler. Ancak sehven veya te'vil hatası olarak her iki çeşit günahı da işleyebilirler. Bu görüş Ebu Ali Cübai'nin görüşüdür.

d) Peygamberler kasten veya te'vil hatası olarak ne büyük ne de küçük günah işlemezler. Ancak onlar sehven veya unutkanlık eseri her iki türden günaha da düşebilirler. Fakat, peygamberler kendi ümmetlerinin muaf olduğu bu tür günahlardan muaf olmayıp sorumludurlar. Zira, onların ilim ve marifeti kamil, dereceleri yüksek ve korunma güçleri daha fazladır. Dolayısıyla daha fazla dikkatli olmaları gerekirdi. Bunu yapmadıkları için, bu gibi günahlardan bile sorumlu olup ceza görürler. Bu görüşü Nezzam ve Cafer bin Mübeşşir ile onlara tabi olanlar ortaya atmışlardır.

e) Peygamberlerin kasten ve sehven büyük ve küçük günah işlemeleri mümkündür. Bu görüşü Haşviye mezhebine mensup kişilerle Ehl-i Sünnet'ten Ehl-i Hadis olanlarının çoğunluğu benimsemiştir.

f) Peygamberler te'vilde hata etmek suretiyle günah işleyebilirler. Bu görüşü Hanbeli mezhebi savunmaktadır.

g) Ehl-i Sünnet'in çoğunluğunu teşkil eden Eşaire mezhebinin görüşü; bu görüşe göre, peygamberler kasten ne büyük, ne de küçük günah işlemezler. Ancak sehven işleyebilirler. ("Erbain" kitabında yazılı olduğuna göre) Veya peygamberler büyük günahları, ne kasten, ne de sehven işlemezler, ama küçük günahları sehven işleyebilirler (78)

İkinci konu olan masumiyetin gerektiği zaman hususuna gelince; İslam ümmeti içerisinde üç görüş ortaya çıkmıştır:

a) Biz Ehl-i Beyt dostlarının görüşü; bu görüşe göre peygamberler, doğuştan vefat edinceye kadar her türlü günah ve hatadan masumdurlar.

b) Mutezile mezhebi mensuplarının görüşü; bu görüşe göre peygamberler, buluğ çağına erdikten sonra peygamber olmasalar bile, inanç ve büyük günah işlemek açısından masumdurlar.

c) Ehl-i Sünnet'in Eşaire mezhebine mensup olanlarının çoğunluğunun görüşü; bu görüşe göre peygamberler, peygamber olduktan sonra günah işlemekten masumdurlar. Fakat peygamber olmadan önce günah işleyebilirler. Fahri Razı, Ebu Hüzeyl ve Mutezile mezhebinden Ebu Ali Cübai de bu görüşü savunanlar arasındadır. (79)

Görüldüğü üzere, biz Ehl-i Beyt dostlarının inancı, peygamberlerin her dört alanda ve ömürlerinin başından sonuna kadar masum olduklarıdır. Bize göre, hak görüş budur. Peygamberlerin masumiyetini savunanlar, hem akli, hem de nakli delillerle bu görüşlerini ispatlamışlardır. Şimdi bu delillere kısaca bir göz atalım:

Peygamberlerin Masumiyetini İspatlayan Akli Deliller

a) Allah Teala, peygamberleri kullarını kendi doğru yoluna hidayet etmek, onlara dünya ve ahiretteki saadetlerini doğrudan etkileyen doğru inanç ve amelleri göstermek ve onları kötü şeylerden sakındırmak için göndermiştir. Onlar gerçekte yeryüzünde Allah Teala'nın insanlar arasında olan temsilcileridirler. İnsanlara, her şeyin gerçeğini ve doğrusunu öğretmekle mükelleftirler. Bu durumda eğer, onların kendileri getirdikleri şeylere riayet etmez ve kendi öğretilerine aykırı hareket ederlerse, insanlar onların eylemleriyle sözleri arasında çelişki olduğunu görüp, onlara karşı olan itimat ve güvenleri sarsılır. Neticede, onların sözlerine itimat etmezler. Bu ise, onların gönderilme ve görevlendirilme hedefinin tahakkuk etmemesine yol açar ve gönderilmeleri gereksiz ve abes olur. Böyle bir şey ilahi lütuf ve hikmete aykırıdır. Dolayısıyla sonsuz ilahi hikmet ve lütuf onların masum olmalarını gerektirir ki, onların gönderilmesinden amaçlanan hedef gerçekleşebilsin.

Bu gerekçe, peygamberlerin hayatlarının başından sonuna kadar masum olup, hatta sehven bile bir hata ve günah yapmamalarını gerektirir. Zira ancak bu taktirde, halkın tam güvenine mazhar olup, amaçlanan hedefe ulaşabilirler. Eğer onların sehven bile hata ve günah yapmaları mümkün olursa, birileri; onların "sehven günah işledik ve sehven hata ettik" gibi sözlerinin bir bahane olduğunu zanneder ve onlara olan güven ve itimatları sarsılabilir. Sonuçta risalet hedefi gerçekleşmez. O halde peygamberler her yönden ve her zaman için tam anlamıyla masum olmalıdırlar ki, kimse onlar hakkında herhangi bir şüpheye kapılmasın.

b) Peygamberlerin görevi sadece ilahi mesajı insanlara ulaştırmakla sınırlı değildir. Onlar, bununla birlikte insanları tezkiye ve terbiye etmekle görevlidir. Peygamberlerin başta gelen görevlerinden biri de, insanları terbiye ederek kemalin en duruk noktasına ulaştırmak ve liyakati olan kimselere önderlik yaparak onları en güzel sıfatlarla donatmaktır. Ayrı bir deyimle onlar, talim ve öğretim görevlerinin yanı sıra, eğitim ve terbiye görevine de sahiptirler. Peygamberlerin, topluma önderlik edecekleri bu yönleri, toplumdaki en istidatlı kişileri de kapsamı altına almaktadır. Açıktır ki, bu görevle mükellef olan kimsenin kendisi, insani kemal ve karakter açısından en üstün derecede olup, en üstün nefsi olgunluğa sahip olması gerekir. Zira, kendinde kemal olmayan bir kimse, diğerlerine kemal yolunda örnek ve önder olamaz.

Bu konuda üstün bilgiye sahip olmak, tek başına yeterli değildir. İnsanın kendisinin bizzat bu sıfatlarla donanmış olması gerekir. Bir önder ve terbiyecinin sözlerinden ve öğretilerinden daha çok, onun hareket, davranış, ahlak ve sıfatları terbiyesi altında olan kimselerde etkin olur. Çünkü mürebbi, terbiyesi altında olan kimselerin kalbinde ve ruhlarının derinliğinde kendine yer bulmalıdır. Bu konuda sadece bilimsel öğretiler ve mantıksal deliller yeterli değildir. Terbiyenin temel ilkesi, mürebbinin hareket, davranış, ahlak ve karakter yapısıdır, onun konuşma yeteneği değil. Gerçi bu da kendi yerinde önemlidir. Ama terbiyede asıl önemli olan ameldir, söz değil. Hareket, davranış, ahlak ve karakter açısından eksikliği olan bir kimsenin sözleri de etkili olamaz. O halde risaletin hedefine ulaşılması için, peygamberin iman ve amel açısından hiçbir eksikliği olmaması, yaşantısında hiçbir kör nokta bulunmaması şarttır. Onun öğretilerinin; amel, davranış ve sıfatlarında tam anlamıyla tecelli edip kendini göstermesi gerekir. Aksi taktirde o, topluma önder ve örnek olmaz. Onları kurtuluş sahiline götüremez. Demek ki, peygamberlerin her yönden ve hayatlarının bütün dönemlerinde masum olmaları gerekir ki, bu görevlerini de başarıyla ifa edebilsinler. Peygamberlerin gönderilmesini gerekli kılan ilahi hikmet, onların bu sıfatlara haiz olmalarını da gerekli kılıyor. Evet "Sizden Allah'a ve Ahiret gününe kavuşmayı arzulayanlar ve Allah'ı çokça ananlar için Allah'ın Resulü'nde uyulacak pek güzel bir örnek vardır."(80) Açıktır ki, takva sahiplerine, Ahiret gününü düşünenlere ancak gerçek anlamda günahtan masum olan bir şahsiyet örnek olabilir.

c) İnsanı günaha götüren başlıca sebepler dört şeydir:

1- Hırs (dünya düşkünlüğü); insanları bir çok günahlara sevk eden bu duygudur. Peygamberin dünyaya düşkün olmaları mümkün değildir. Çünkü her şey onun emrine verilmiştir. 

2-Kıskançlık; insanları bir çok iğrenç işlere iten sebeplerin başında kıskançlık duygusu gelir. Peygamberin makamı makamların en üstünü olduğu için, kıskanç olmaları olanaksızdır. Çünkü kıskançlık genelde kendinden üstün olan birine karşı olabilir. Onların üstünde olan bir makam yok ki, onlar kıskançlık duygusuna kapılsın.         

3- Gazap; insanları yanlış hareket ve akıl dışı davranışlara zorlayan sebeplerden bir diğeri de, gazap duygusudur. İnsanlar ancak akıl ve iman sayesinde bu duygunun kontrolünü ele alabilirler. Peygamberler akıl ve iman açısından en doruk noktada olan insanlar olduğundan, onların bu duyguya yenilmeleri imkansızdır. Dolayısıyla onlar dünya işlerinde gazaba gelmez ve sadece ilahi kanunların icrası gibi hususlarda öfkelenebilirler ki, bu da günah değildir.        

4- Nefsanî istekler; peygamberlerin ahiret ve dünyaya bakışları, bizimle mukayese olunmayacak kadar farklıdır. Onların, günahın bütün tesirlerine derin ve tam bilgileri olduğundan ve günahın ahiret aleminde doğuracağı eserleri batini müşahedeleriyle gördüklerinden, kendilerini nefsanî isteklere teslim ederek, günaha bulaşmalarının imkansızlığı bir yana, onu kalplerinden bile geçirmezler. Onlar günahın insanın saadetini yok etmekte zehirden daha etkin olduğunu görmekteler. Nitekim, hiçbirimiz hayatımıza kıymak istemediğimiz taktirde, asla zehir içmeye heves etmeyiz. Onlar da günaha karşı aynı durmadalar. Onların nezdinde günah, zehirden daha tehlikeli ve pislikten daha iğrençtir. Biz insanların bu gibi şeylere karşı masumiyetimiz olduğu gibi, onların da günaha karşı böyle bir masumiyeti vardır. Nitekim, bizim bu gibi şeylere karşı masumiyetimiz, kendi bilinç ve irademizden kaynaklanmaktadır. Onların da günahlara karşı olan masumiyeti kendi üstün bilinç, iman ve iradelerinden kaynaklanmaktadır. Yani, peygamberlerde olan masumiyet onların günah işlemek hususunda irade ve ihtiyarları olmadığını göstermiyor. Onlar kendi irade ve ihtiyarlarıyla masumdurlar. Hz. Yusuf peygamber ile Mısır hükümdarının karısı olan Züleyha arasında geçen olay, bunun en bariz örneklerindendir. Bakınız; Hz. Yusuf, onların gayrı meşru ilişki ve günaha çağrıları ve hatta zorlayıp tehdit etmeleri karşısında; "Ey Rabbim! Benim için hapis, onların beni çağırdıkları şeyden daha sevimlidir. Eğer onların tuzağını benden alıkoymazsan, ben onlara meyleder ve cahillerden olurum" (81) diyerek, günah işlemektense, ölüm ve işkence de içinde olan hapsi seçiyor. Veya onu elde etmek için her türlü hile ve tuzakları Kur'an, yeni olgunluk çağına yetişmiş bir genci cezp edecek her şeyi hazırlamış ve kapıları kapatarak ona kendini sunarak "Haydi gel" diyen bir kadına; "Ben Allah'a sığınırım... zulmeden kimseler iflah bulmaz" cevabını veriyor.

Evet o da gençti. O da, ergin bir gencin sahip olduğu bütün duygulara sahipti. İşte bunun için, onun da kadına karşı isteği vardı, kadının da ona karşı aşırı isteği söz konusuydu. Fakat, Yusuf'un bir özeliği vardı ki, bu özellik o kadında yoktu. Bu özellik, Rabbinin burhanını görmek, O'nun eğitim ve öğretisini almaktı. "Yusuf, erginlik çağına erişince, ona hüküm ve ilim verdik. Biz ihsan edenleri böyle mükafatlandırırız." (82) İşte bu özellik, Yusuf'u günah işlemekten alıkoyuyordu. Çünkü o, günahın ne demek olduğunu, ne kadar tehlikeli bir zehir olduğunu, insanın ebedi saadetini yok edecek en tehlikeli şey olduğunu biliyordu. Onun için, bu günaha düşmek, ebedi saadetini yok edecek, ebedi hayatına son verecek bir zehri içmek demekti. Bu yüzden içinde olan nefsi isteğine rağmen, onu yapmaya meyletmiyordu. Ama böyle bir ilme sahip olmayan Züleyha için, o anki isteği söz konusuydu. Onun karşısında durabilecek bir gücü yoktu. Evet peygamberler, sahip oldukları ilahi burhan, ilim ve hikmet sayesinde kendi irade ve ihtiyarlarıyla masum insanlardır.

Peygamberlerin Masumiyetini İspatlayan Nakli Deliller

Peygamberlerin masumiyetini savunan kimseler, bu konuda bir çok ayetleri de delil olarak zikretmişlerdir. Biz onlardan bir kaçına kısaca değineceğiz.

1- Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de bazı insanların Muhles (Allah için halis kılınan) olduğunu belirtmiştir. Öyle ki, şeytanın bile onları saptırmaktan meyus olduğunu açıklamıştır.

Nitekim; Cenab-ı Hak Sâd Sûresi'nde şöyle buyuruyor: "İblis: "İzzetin hakkı için onlardan (insanlardan) muhles (ihlasa muvaffak olmuş) kulların müstesna, hepsini saptıracağım" dedi." (83)

Görüldüğü üzere; bu ayette şeytan muhles kullar dışında herkesi saptıracağına yemin ediyor. Muhles kulları ise istisna ediyor. Açıktır ki, şeytanın onları istisna etmesi, onları saptırma imkanı olmadığından ve başka bir deyimle de, onların masum olduklarından kaynaklanmaktadır. Yoksa, şeytanın düşmanlığı, onları da kapsamakta ve hatta onlara olan düşmanlığı diğer insanlardan daha fazladır. Eğer onları da saptırma imkanı olsaydı, asla bunu ihmal etmezdi. O halde muhles kavramı masum kavramıyla eş anlamlıdır ve Kur'an-ı Kerim'in bu ayeti gereğince, Allah'ın bir grup kulları muhles ve masumdurlar.

Gerçi, muhles kavramının sadece peygamberleri içerdiğine dair delilimiz yoktur. Ama; şu kesindir ki, peygamberler muhles kulların başında gelenlerdendir. Zira, Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de peygamberlerin muhles kullar olduğunu açıkça belirtmiştir.

Allah Teala şöyle buyuruyor: "Kuvvet ve murakabe imkanlarına sahip kullarımız olan İbrahim, İshak ve Yakub'u da an! Onları, ahireti sürekli hatırlama özelliğiyle, samimi halis kullar yaptık." (84)

Yine, Hz. Musa hakkında şöyle buyuruyor: "Kitapta Musa'yı da an. O, muhles (halis kılınmış), peygamber ve resul idi." (85)

Yine, Hz. Yusuf'un o zor imtihandan çıkışını onun muhles oluşuna bağlayarak şöyle buyuruyor: ".... Biz böylece ondan kötülük ve pisliği caydırdık. Şüphesiz o, muhles(halis kılınmış) kullarımızdandı." (86)

Evet Allah'ın halis kılınmış kulları olan peygamberler, her türlü kötülük ve pislikten (günahtan) uzak kalıyorlar ve hatta şeytan bile onları saptırma hevesine kapılamıyor. Bizim, peygamberler hakkındaki inancımız, işte budur. Onlar, ilahi teyit ve öğreti sayesinde, her türlü kötülük ve çirkinliklerden uzak olup, aralarındaki fazilet farklılığıyla birlikte, en yüce kemal ve üstünlük sahibidirler.

2- Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'in bir çok yerinde kendi itaatiyle Resulü'ne itaati aynı konumda kabul ederek kendisine mutlak itaati farz kıldığı gibi, Resulü'ne itaati de mutlak olarak farz kılmış, Resul'e itaat etmeyi kendine itaat saymıştır.

Nitekim, Nisa Sûresi'nde şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler! Allah'a, elçisine ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Eğer bir konuda ihtilafa düşerseniz, onu Allah'a ve elçisine götürün; eğer Allah'a ve ahiret gününe imanınız varsa..."(87)

Yine Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "De ki: "Allah'a ve elçisine itaat edin. Eğer sırt çevirirlerse, bilin ki, Allah kafirleri sevmez" (88)

Yine şöyle buyuruyor: "Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. Çekişmeyin, zayıflar kaybolup gidersiniz. Ve sabredin, Allah sabredenleri sever." (89)

Yine şöyle buyuruyor: "Kim, Resul'e itaat ederse, muhakkak Allah'a itaat etmiştir. Kim, sırt çevirirse, biz seni insanlar için koruyucu olarak göndermedik." (90)

Ehl-i Sünnet alimlerinin önde gelenlerinden olan Fahri Razi kendi tefsirinde şöyle diyor: "Adı geçen ayet, Peygamber-i Ekrem'in (s.a.a) masumluğuna en kuvvetli delildir. Çünkü Allah Teala, ona olunan itaati, kayıtsız şartsız olarak kendisine itaat olarak vacip kılmıştır. Kayıtsız şartsız itaat ise, ancak peygamberin her hususta masumiyeti ile mümkün olabilir." (91)

 Yine Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Biz gönderdiğimiz her peygamberi Allah'ın izniyle itaat edilsin diye gönderdik..."(92)

Görüldüğü üzere; bu ayetler ve benzeri bir çok ayetlerde Allah Teala, kendisine mutlak itaati farz kıldığı gibi, elçisine de mutlak itaati farz kılmış ve elçisine olan itaati kendisine itaat etmek kabul etmiştir. Bu durumda eğer, mutlak itaat edilmesi gereken kişi masum olmazsa, pekala bir takım konularda Allah'ın emir ve isteklerine aykırı emir ve isteklerinin olması mümkündür. Bu durumda, hem Allah'a hem de elçisine mutlak itaat etmek farz olduğundan, Allah'ın insana, çelişkiye düşmeyi emretmesi gibi, mantıksız bir sonuç ortaya çıkar. Çünkü bir taraftan, Allah Teala'nın mutlak olarak itaati farz olduğundan, kulun Allah'ın bütün emirlerini yerine getirmesi ve hiçbir konuda ona isyan etmemesi gerekir. Diğer taraftan da, Allah Teala'nın resulünün itaatini de mutlak olarak farz kıldığından, aynı şekilde ona da itaat edip, hiçbir konuda ona isyan etmemesi gerekir. Bu durumda eğer, peygamber masum olmaz ve bir konuda Allah'ın emrinin tersine emir verirse, hem Allah'a, hem de resule mutlak itaat etmek farz olduğundan kul, bu gibi yerlerde çelişkiye düşecektir. Allah'a itaat etse, peygamberin emrine muhalefet etmiş olacak, resulün emrine itaat etse, Allah'ın emrine isyan etmiş olacaktır. Sonsuz hikmet sahibi Cenab-ı Hakk'ın böyle bir çelişkiyi emretmesi muhaldir. O halde peygamberler masumdurlar.

Nitekim Fahri Razi Nisa Sûresi'nin 59. ayetini tefsir ederken bu ayetin peygamberlerin ve hatta İslam yöneticilerinin masum olması gerektiğine delalet ettiğini belirtmiştir. Biz Ehl-i Beyt dostlarının inancı da bu doğrultudadır. Biz, imamların da masum olduğuna ve Allah Teala tarafından tayin edilmesi gerektiğine inanmaktayız. Çünkü kimin masum olduğunu ancak Allah Teala bilebilir. Dolayısıyla, nasıl ki, ilahi elçileri ancak Cenab-ı Hak tayin edebilir; öylece, ilahi toplum önderlerini de ancak O belirleyebilir. "Onlara bir ayet geldiği zaman, "Allah'ın peygamberlerine verilen şeylerin aynısı bize de verilmedikçe inanmayız" derler. Allah elçiliğini kime vereceğini çok daha iyi bilir. Yakında suç işleyenlere yaptıkları hilelerden dolayı Allah katından son derece aşağılanma ve şiddetli bir azap isabet edecektir." (93)

3- Kur'an-ı Kerim, ilahi makamların, zulme bulaşmamış kimselere mahsus olduğunu belirterek, hayatlarında zulme bulaşmış kişilerin böyle makamlara ulaşamayacağını belirtmiştir.

Nitekim Cenab-ı Hak, imamet makamına seçtiği Hz. İbrahim, aynı makamı kendi zürriyeti için de isteyince, ona: "Benim ahdim zalimlere ulaşmaz" cevabını vererek, Hazret'in neslinden ancak hiç zulüm işlememiş olanların böyle bir makama gelebileceğini belirtmiştir.

Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Rabbi İbrahim'i bir takım emirlerle denemiş, o da onları yerine getirmişti. Allah, "seni insanlara önder kılacağım" demişti. O "soyumdan da" deyince, "zalim­ler benim ahdime erişemez" buyurmuştu." (94)

Görüldüğü üzere; Cenab-ı Hak, zalim olan kimsenin böyle bir makama liyakati olmadığını belirtmektedir. Her günah işleyen kimse de, Kur'an'ın nazarında zalim sayıldığından, ilahi makamlar olan peygamberlik ve imamlık makamına, ancak hayatında hiç zulüm işlemeyen kimse gelebilir.

Öte yandan; Hz. İbrahim'in (s.a), bil fiil (o an için) zalim ve günahkar olan zürriyeti için Allah'tan imamet makamı temenni etmesi uygun ve mümkün değildir. Dolayısıyla, ayet-i kerimede sözü geçen imamet makamına erişemeyecek olanlar, geçmişinde ve ömrünün bir kısmında zulüm ve günaha duçar olanlardır. Demek ki, ilahi bir makam olan risalet ve imamet makamına, ancak her halükârda günahtan uzak olanlar erişebilirler. O halde peygamberler ve imamlar masumdurlar.

İmam Rıza (a.s) Abbasi halifesi Me'mun'a hitaben şöyle buyurdular: "Şia'nın inancı şudur ki, Allah inkarcıları, günahtan uzak olmayanları ve şeytana dost olanları kendi nübüvveti ve risaletine seçmediği gibi, halkı dalalete (sapıklığa) götürenlerin itaatini de vacip kılmamıştır."(95)

Peygamberlerin masumluluklarını ispatlayan bir çok diğer akli ve nakli deliller de vardır. Ancak biz, bu kadarıyla yetiniyor ve bu hususta daha geniş bilgi edinmek isteyenlerin ilgili geniş kitaplara müracaat etmelerini tavsiye ediyoruz.

 

 

(70)- Şevahid-ür Rübubiyye s. 357

(71)- Nehc-ül Belağa Hutbe: 94

(72)- Meryem: 41

(73)- Şuâra: 105, 106, 107

(74)- Tevbe: 128

(75)- Al-i İmran: 159

(76)- Kehf: 6

(77)- Şuârâ: 109

(78)- Bkz. Bihar-ül Envar: c. 11 s. 89 ve Şerh-ül Makasid c. 5 s. 49/50

(79)- Aynı kaynak

(80)- Ahzab: 21

(81)- Yûsuf: 33

(82)- Yûsuf: 22

(83)- Sâd: 82, 83

(84)- Sâd: 45, 46

(85)- Meryem: 51

(86)- Yûsuf: 24

(87)- Nisa: 59

(88)- Al-i İmran: 32

(89)- Enfâl: 46

(90)- Nisa: 80

(91)- Tefsir-i Kebir c.10, s.193

(92)- Nisa: 63

(93)- En'âm: 124

(94)- Bakara: 124

(95)- Bihar-ül Envar c. 11 s. 76 İsmet bölümü

next page

back page