next page

back page

Masumlukla İlgili Şüpheler

Peygamberlerin masumiyetini kabul etmeyenler, masumluk konusunda bir takım şüpheler ortaya atmışlardır. Şimdi bu şüphelerden bazılarına kısaca bir göz atalım:

1- Siz peygamberlerin ilahi inayet sayesinde masum olduklarını savunuyorsunuz. Bu, onlar için bir imtiyaz, bir üstünlük ve fazilet sayılmaz. Allah kime böyle bir imtiyaz ve ayrıcalık verirse, o muhakkak böyle olur.

Sonra; onlar, ilahi inayet sayesinde günahlardan sakındıkları ve devamlı hayır işler yaptıkları için bir mükafat da hak edemezler. Çünkü mükafat ve ceza insanın kendi çaba ve iradesiyle gerçekleştirdiği işler içindir. Sizin dediğinize göre peygamberler bu konumda değillerdir.

Cevap: Bu itirazda bulunanlar, peygamberlerin masumiyetinin gayri iradi veya bir hastalığa karşı yapılan aşı sonucu insanda meydana gelen bağışlılık hali gibi, ister istesin, ister istemesin günaha karşı bir çeşit bağışlılık hali olduğunu sanmaktalar. Oysa, yukarıdaki açıklamalarımızdan anlaşıldığı üzere, peygamberlerin masumiyeti onların kendi irade ve ihtiyarlarına dayanmaktadır. Yani, peygamberler kendi irade ve ihtiyarlarıyla her türlü günahtan sakınır ve her türlü görevlerini de ihmal göstermeden yerine getirirler. Dolayısıyla onların bu hali, onlar için en üstün bir fazilet sayıldığı gibi, en üstün mükafata da müstahak olurlar. Allah'ın onlara olan özel inayeti, onların bu yönüne hiçbir halel getirmez. Aksine, her özel imkan ve şartlara haiz olan kimselerde olduğu gibi, onların sorumluluğunu daha da arttırır ve onların mükafat ve cezalarını kat-kat çoğaltır. Böylece de mükafat ve ceza arasındaki denge sağlanır.

Nitekim; Cenab-ı Hak, özel imkan ve şartlara haiz olan Hz. Resulullah'ın hanımlarına hitaben: "Ey Peygamber'in hanımları! Siz, eğer sakınırsanız, başka kadınlardan herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Öyleyse, ince yumuşak konuşmayın ki, kalbinde hastalık olan biri kötü ümide kapılsın. Siz örfe uygun bir şekilde konuşun" (96) buyuruyor.

 Yine Cenab-ı Hak Hazret'in hanımları hakkında şöyle buyuruyor: "Ey Peygamber'in hanımları! Sizden kim, apaçık fahiş bir suç işlerse, ona iki kat fazla azap verilecektir. Bu Allah'a çok kolaydır. Ve sizden kim, Allah ve Resulüne boyun eğerse, salih amel yaparsa, ona iki kat fazla mükafat veririz. Ona güzel bir rızk da hazırlamışız." (97)

Bu ayrıcalık ve fark onların sahip olduğu özel imkan ve şartlardan kaynaklanmaktadır. Bu özel imkan ve şart onların şahid olduğu ilahi öğretinin fazlalığıdır. İşte bunun için onlara; "Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve ilmi hatırlayın. Şüphesiz Allah latiftir, her şeyden haberdardır" buyuruyor.

Diğer Müslümanlar bu imkana daha az sahip oldukları için, onların sorumluğu da Peygamber hanımlarının sorumluluğu kadar olmuyor. Onların mükafatları da cezaları da sahip oldukları imkan oranında azalıyor.

Yine, alimler için de aynı şey söz konusudur. Alimler ilahi öğretiden daha fazla pay aldıkları için, onların sorumluluğu daha ağır oluyor. Onların mükafat ve cezaları da aynı oranda fazlalaşıyor.

Nitekim bir hadiste şöyle geçmektedir: "Alimin bir günahı bağışlanmadan önce cahilin yetmiş günahı bağışlanır."(98) Alimlerin mükafatları da aynı konuma sahiptir. Bütün bunlar onların sahip olduğu özel imkan ve şarttan dolayıdır.

Peygamberlere gelince; bu farklılık ve imtiyaz daha da fazlalaştığı için, onların sorumlulukları da aynı oranda artmaktadır. Hatta diğer insanlar için günah sayılmayan ve hatta hayır sayılan bir iş peygamber için günah sayılabilir. İşte "Ebrarın hayır amelleri mukarrep insanların kötü amelleridir" şeklindeki sözün anlamı budur.

Evet peygamberlerin sorumluluğu ve imtihanları daha ağırdır. Onları diğer insanlarla mukayese etmek doğru değildir. Peygamberler, sahip oldukları özel ilahi eğitim ve öğretim sayesinde şeriatta günah sayılan şeylerin tamamına karşı masumdurlar. Onların imtihanı ve yarışı hayır ameller üzerinde olur. Her biri hayırda daha ileri giderse, onun makamı ve derecesi daha üstün olur. İşte bunun içindir ki, Cenab-ı Hak:"Rabbin göklerde ve yerde olanları en iyi bilendir. Ve muhakkak ki, biz peygamberlerin bazısını (faziletçe) bazısına üstün kıldık..."(99) buyurmaktadır.

2- Peygamberlerden ve diğer masumlardan nakledilen dua ve münacatlarda onların günahkar olduklarını itiraf ettiklerini ve günahlarından tevbe edip, Allah'tan af dilediklerini görmekteyiz. Bu durumda, siz nasıl onların masum olduklarını iddia edebilirsiniz?

Cevap: Akli ve nakli deliller, peygamberlerin masum olduklarını gerektirdiğine göre, bu gibi yerlerde geçen günah ve tevbe kavramlarının bizlerin anladığımız şeriat ve fıkıh açısından günahlar ve onlardan tevbe etmek anlamını ifade etmediği anlaşılmaktadır. Zaten bizler peygamberler masumdur derken, sadece şeriat ve fıkıh açısından günah sayılan konulara karşı masum olduklarını kastetmekteyiz. Yoksa, onların terk-i evla da yapmayacaklarını iddia etmiyoruz.

İşte bunun içindir ki; peygamberler, aralarında derece farkı olmasıyla birlikte, en yüksek kemal sahibi olup, kurb-i ilahiye en yakın insanlar olduklarından, kendilerini daha sorumlu hissediyor ve görevlerinin diğer insanlardan daha ağır olduğunu biliyorlar. Dolayısıyla şeriat açısından günah sayılmasa bile, beşer olmaları gereği Cenab-ı Hak'tan gayrisine olan en ufak bir teveccühlerini kendileri için tevbe ve istiğfarı gerektiren en büyük bir günah sayıyorlar.

Keza; kendilerinden bir terk-i evla vuku bulsa, bunu da kendileri için yakarış ve tevbeyi gerektiren bir günah kabul ediyorlar. İşte peygamberlerin bu tür yakarışları ve günah itirafları bu anlamı ifade etmektedir.

Kısacası, peygamberler sahip oldukları ulvi makamdan dolayı kendilerini, hatta muhalefeti günah sayılmayan müstehap ibadetler ve şeriatta mekruh sayılan işler karşısında da sorumlu hissediyorlar. Dolayısıyla bu konuda kendilerinde bir kusur gördükleri zaman, Allah'a yakarmak ve bu kusurlarından dolayı tevbe etmek ihtiyacını duyuyorlar.

Yoksa; yukarıda işaret ettiğimiz deliller gereğince peygamberlerin, bütün haramlara karşı masum olduklarından, şeriatta farz kabul edilen vazifeler karşısında ihmalkarlık göstermeleri, yahut şeriatta haram kılınan bir günahı işlemeleri asla mümkün değildir. Zaten bizler, peygamberlerin masumiyetinin bu anlama geldiğini daha önce belirtmiştik.

3- Siz, peygamberlerin masumiyetine getirdiğiniz birinci delilinizde, Kur'an-ı Kerim ayetlerine dayanarak peygamberlerin muhles (halis kılınmış) insanlar olduğunu ve bu yüzden şeytanın bile onları saptırma ümidi olmadığını belirttiniz. Oysa, Kur'an-ı Kerim'in kendisi; bazı ayetlerinde şeytanın peygamberler üzerinde bir takım etki ve tasarrufları olduğunu belirtmektedir. Bu ikisi nasıl birbirleriyle bağdaşır? Örneğin, Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Ey Adem oğulları! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı, babanızı cennetten çıkardığı gibi, sizi de şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve taraftarları sizi görürler. Biz şeytanları inanmayanlara dost kılarız." (100)

Görüldüğü üzere, bu ayette şeytanın Adem babamız ve Havva annemizi aldatarak cennetten çıkardığından söz edilmektedir. Oysa siz, şeytanın peygamberi saptıramayacağını söylemiştiniz.

Yine, Cenab-ı Hak Eyüp Peygamber'in dilinden şöyle nakleder: "Kulumuz Eyüb'ü de hatırla! "Şeytan bana zorluk ve azap bulaştırdı" dedi." (101)

Yine Cenab-ı Hak, şeytanın bütün peygamberler üzerinde bir çeşit tasarrufu olduğunu şöyle açıklamaktadır: "Senden önce gönderdiğimiz hiçbir elçi ve peygamber yoktur ki, bir şeyi arzu­ladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun." (102)

Görüldüğü üzere; bu ayetlerde şeytanın peygamberler üzerinde olan tasarruflarından söz edilmektedir. O halde peygamberlerin masumiyeti doğru değildir.

Cevap: Bu ayetlerde şeytana nispet verilen peygamberlere ait tasarruflarında, bu tasarrufların peygamberlerin zorunlu bir ilahi teklife muhalefet etmelerine yol açtığından söz edilmemektedir. A'râf Sûresi'ndeki ayette şeytanın yasaklanan ağaç konusunda Adem ve Havva'yı vesvese ederek aldattığından söz edilmektedir. Açıktır ki, mezkur ağaç konusundaki yasaklama, şeriatta haram olarak nitelenen bir yasaklama değildi. Allah Teala'nın, Adem ve Havva'ya yönelik olan "bu ağaca yaklaşmayın" şeklindeki emri, sadece o ağaçtan yemelerinin, cennet denilen o mekanda kalmalarının kesilmesine ve zorluklarla dolu dünya yaşantısının başlamasına sebebiyet vereceğine dair irşat niteliğinde olan bir emirdi.

Aslında o mekan, şeriat ve ilzami emir ve nehiy yeri değildi. Yani, o alem teklif alemi değildi ki, peygamber için o alemde bir teklif ve görev söz konusu olsun ve peygamber de bu teklif karşısında sorumlu tutulsun. Dolayısıyla orada olan bütün emir ve nehiyler irşat niteliğini taşırlar. Biz, peygamberlerin ilzami emir ve nehiyler karşısında masum olduklarını söylüyoruz. İrşadi nitelikteki emir ve nehiylere karşı da masum olduklarını iddia etmiyoruz.

4- Kur'an-ı Kerim'de bazı peygamberlere zahirde masumluk sıfatıyla bağdaşmayacak şeyler isnat edilmiştir. Örneğin, Tâhâ Sûresi'nin 121. ayetinde Hz. Adem (a.s)'a isyan ve 115. ayetinde de unutmak nispeti verilmiştir. Yine, A'raf Sûresi'nin 19. ayetinde Hz. Adem ve zevcesinin nehiy olunmuş ağaca yaklaştıkları taktirde zalimlerden sayılacakları belirtilmiştir. Bu gibi isnatlar nasıl masumlukla bağdaşabilir?

Cevap: Üçüncü şüpheye verilen cevap, aynen bu şüphenin de cevabıdır. Kısacası, cennet alemi teklif alemi olmadığından, Hz. Adem'in ilzami olan ilahi bir teklif ve vazifeye aykırı davrandığı iddia edilemez. O halde Hz. Adem'e isnat edilen isyan ve günah eylemi şer'i anlamda bir günah ve isyan olmayıp, evla olanı (iyi olanı) terk etmedir. Ayrı bir tabirle, Allah Teala Hz. Adem ve Hz. Havva'yı o ağaca yaklaştıklarında zahmete düşecekleri konusunda ikaz etmişti. Onlar da irşadi olan bu emre uymamakla cennetin nimetlerini kaybettiler. Bu husus, Allah Teala'nın Tâhâ Sûresi'nin yüz on sekizinci ayetindeki "Senin acıkmaman ve çıplak kalmaman ancak cennettedir" buyurduğundan anlaşılmaktadır. Daha açıkçası, Cenab-ı Hak Hz. Adem ve Hz. Havva'ya yasaklanan ağaçtan yemeksizin cennete kaldıkları sürece hiçbir zorlukla karşılaşmayacaklarını, yasaklanan ağaçtan yedikleri taktirde ise, cennetten ayrılıp dünya hayatına başlayacaklarını, dünya hayatının da zorluklarla dolu olacağını bildirmişti. Hz. Adem ve Hz. Havva irşadi olan bu emre muhalefet ederek kendilerinin zahmete düşmelerine sebebiyet verdiler. Yoksa, orada ilzami türden ne bir emir, ne de bir yasak söz konusu değildi. Zaten biz, peygamberlerin irşadi olan bir emre de muhalefet etmeyeceklerini iddia etmiyoruz.

Peygamberlerin masumiyetini kabul etmeyenler, bu hususta bazı diğer ayetlerle de istidlal etmişlerdir. Bizim bu beyanla onların da cevabı malum olmakla birlikte, ilgili geniş kitaplarda bu gibi şüphelerin tamamı cevaplandırılmıştır. İsteyenler ilgili geniş kitaplara müracaat edebilirler.

 Biz bu konudaki sözümüzü Hz. İmam Rıza (a.s)'dan konu hakkında nakledilen bir hadisle bitirmek istiyoruz.

Ebu Salt Harevi dedi ki: "Halife Me'mun İslam, Yahudi, Hıristiyan, Mecusi, Sabii ve diğer mekteplere ait görüş sahibi alimleri Hz. Ali bin Musa el-Rıza (a.s) ile tartışmak için topladığında, Hazret onların her biriyle konuşup, teker-teker hepsini, ağızlarına taş tıkamışçasına susturdu.

 Bu arada Ali bin Muhammed bin Cahm ayağa kalkarak; "Ey Resulullah'ın oğlu! Peygamberlerin masum olduklarını mı savunuyorsun?" dedi.

Hazret: "Evet" buyurdu.

Ali bin Muhammed bin Cahm: "Öyleyse, Allah Azze ve Celle'nin "... Adem Rabbine isyan etti de yanlış bir işe düştü" (103), "Zünnun'u (Yunus'u) da an. O, öfkelenerek giderken, kendisini sı­kıntıya sokmayacağımızı sanmıştı..." (104), Yusuf hakkındaki "Andolsun o kadın onu kastetti, o da onu kastetti...." (105), "... Davut, kendisini denediğimizi sanmıştı da, Rabbinden mağfi­ret dileyerek eğilip secdeye kapanmış, tevbe etmiş Allah'a yönelmişti." (106) ve Peygamberi Muhammed hakkındaki "...Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun; oysa Allah'tan çekinmen daha uygundu." (107) ayetleri hakkında ne diyorsun?" dedi.

Bunun üzerine, İmam (a.s) ona: "Ey Ali! Yazıklar olsun sana! Allah'tan sakın, Allah'ın peygamberlerine çirkin işleri nispet verme. Allah'ın kitabını kendi görüşüne göre te'vil etme. Çünkü Allah Azze ve Celle "... Onun te'vilini ancak Allah ve ilimde kök salmış kimseler bilir..." (108) buyurmaktadır.

Allah Azze ve Celle'nin "Adem Rabbine isyan etti de yanlış bir işe düştü" ayetine gelince; Allah Azze ve Celle Adem'i cennet için değil, yer yüzündeki hücceti ve beldelerdeki halifesi olarak yaratmıştı. Adem'in isyanı ise, Allah'ın taktiri yerine gelmesi için cennete vuku bulmuştur, yeryüzünde değil. Allah onu yeryüzüne indirip hüccet ve halife kılınca; "Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini, İmran ailesini birbirinin soyundan olarak alemlere tercih etti. Allah işitendir, bilendir." (109) ayeti gereği onu masum kılmıştır.

Allah Azze ve Celle'nin "Zünnun'u (Yunus'u) da an. O, öfkelenerek giderken, kendisini sı­kıntıya sokmayacağımızı sanmıştı..." ayetine gelince; Hz. Yunus, Allah Azze ve Celle'nin ona rızkını daraltmayacağını sanmıştı. Allah Azze ve Celle'nin "Ama onu imtihan etmek için rızkını daraltınca: "Rabbim beni alçalttı" der." (110) ayetini duymamış mısın? Eğer Allah'ın ona kudreti olmayacağını sansaydı, kafir olurdu. Peygamber böyle şeyden münezzehtir.

Allah Azze ve Celle'nin Yusuf peygamber hakkındaki "Andolsun o kadın onu kastetti, o da onu kastetti...." ayetine gelince; o kadın günah işlemeyi kastetmiş, Hz. Yusuf ise, kadının onu günah yapmaya mecbur kıldığı taktirde onu öldürmeyi kastetmişti. Allah Teala ise ondan hem katletmeyi, hem de çirkin günah işlemeyi defetti. İşte Allah Azze ve Celle'nin "... Böylece biz ondan kötülük ve çirkin işi defedelim diye onu koruduk. Şüphesiz o halis kılınmış kullarımızdandı" (111) ayetinin anlamı budur. Kötülükten maksat, katletmek ve çirkin işten maksat da zina yapmaktır.

Davut peygambere gelince; sizin bu konudaki sözünüz nedir?"

O: "Bizimkiler diyorlar ki, Davut mihrabında namaz kıldığı esnada İblis en güzel bir kuş şeklinde ona göründü. Bunu gören Davut, namazını keserek, o kuşun peşine düştü. Kuş evden dışarı kaçtı, Davut onun peşinden gitti. Kuş uçarak evin çatısına kondu. Davut onun peşinden çatıya çıktı. Kuş Urya bin Hannan'ın evine düştü. Davut kuşun peşinden eve girdi ve yıkanmakta olan Urya'nın karısını görüp ona aşık oldu. Urya'yı savaşa göndermişti. Davut arkadaşına mektup yazarak Urya'yı cephenin ön safına göndermesini emretti. O da gereğini yaptı ama Urya müşriklere karşı zafer kazandı. Davut buna üzüldü ve ikinci bir ferman yazarak onu Tabut'un (ordunun) önüne göndermesini emretti. Bu defasında Urya şehid düştü. Davut ise onun karısıyla evlendi" dedi.

Hz. İmam Rıza bunları duyunca, eliyle anlına vurarak Terci ayetini okudu ve ekledi: "Siz nasıl Allah'ın peygamberlerinden birine, namazını hafife alarak kuş peşine düşmesini, sonra çirkin günah işlemesini, sonra da bir insanı katletmesini isnat edebilirsiniz?"

O: "Ey Resulullah'ın oğlu! Peki, Davud'un hatası neydi?" dedi.

 Hazret cevaben şöyle buyurdu: "Yazıklar olsun size, Hz. Davut Allah Teala'nın ondan daha bilgili bir yaratık yaratmadığını sanmıştı. Bunun üzerine; Allah, ona iki melek göndererek mihraba çıkıp münakaşa etmelerini istedi. Onlar: "...Korkma, biz birbirinin hakkına tecavüz etmiş iki davacıyız; aramızda adaletle hükmet, ondan ayrılma, bizi doğru yola çıkar" dediler. Sonra onlardan biri: "Bu kardeşimdir; onun doksan dokuz koyunu, benim de bir tek koyunum vardır; O'nu da bana ver dedi ve tartışmada beni yendi" (112) diyerek kardeşinden davacı oldu.

Bunun üzerine; Davut, davalı kişi hakkında acele ederek, davacıdan bir beyyine istemeden ve davalı kimsenin sözlerini dinlemeden: "O, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana zulmetmiştir. Ortakların çoğu birbirlerine zulmeder..." (113) dedi.

İşte Davud'un hatası bu idi, sizin dedikleriniz değil. Allah Teala'nın "Ey Davut! Biz seni yeryüzünde halife kıldık. Sen insanlar arasında hak ve adalet ile hükmet, arzuna uyma!..." ayetini duymamış mısın?

O, Hazret'e: "Ey Resulullah'ın oğlu! öyleyse, Urya'nın kıssası nedir?" dedi.

Hazret: "Davut (a.s)'ın zamanında bir kadının kocası ölür veya öldürülürdüyse, artık hiç evlenmezdi. İşte Allah Teala ilk olarak kocası öldürülen kadınla evlenmeyi Hz. Davud'a mubah kıldı. Böyle Hz. Davut, Urya savaşta şehid edilince, onun karısıyla iddet süresinden sonra evlendi. İşte insanlara ağır gelen bu oldu." buyurdu.

Sonra İmam (a.s) şöyle devam etti: "Allah Azze ve Celle'nin Hz. Muhammed hakkındaki "...Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun; oysa Allah'tan çekinmen daha uygundu" ayetine gelince; Allah Teala, Peygamberi'ne dünya ve ahiretteki bütün hanımlarının isimlerini ve onların mü'minlerin anneleri olduğunu bildirmişti. Peygamber'in zevceleri arasında Zeynep binti Cahş'in de ismi vardı. Fakat o sırda o, Zeyd bin Haris'in karısıydı. Bunun üzerine; Hazret, onların isimlerini kendi nefsinde gizledi ve münafıklardan birinin: "Başka bir kişinin karısını da kendi hanımı ve mü'minlerin annesi olarak sunuyor" demesinden çekinerek, onu izhar etmedi. Bunun üzerine; Allah Azze ve Celle: "Allah'tan sakınman daha uygundur" buyurdu. Allah Teala, Havva'nın Ademle, Zeyneb'in Muhammed (a.s) ile ve Fatime'nin Hz. Ali ile evlenmesi dışında hiçbir yaratığın evlenmesinde bizzat müdahale etmemiştir."

Ravi diyor; bu arada Ali bin Muhammed bin Cahm ağlamaya başladı ve: "Ey Resulullah'ın oğlu! Allah'a tevbe ediyorum. Artık bundan sonra Allah'ın peygamberleri hakkında senin sözlerinden gayrisini demeyeceğim" dedi." (114)

PEYGAMBERLERİN MAKAMLARI

Biz, peygamberlerin aralarında makam ve fazilet açısından farklılık olduğuna inanıyoruz. Elbette ki, Allah Teala'nın Ulü'l Azm peygamberleri diğerlerinden üstündürler. Ulü'l Azm peygamberlerin kendi aralarında da derece farkı vardır.

Allah Teala Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Rabbin göklerde ve yerde olanları en iyi bilendir. Ve andolsun! biz peygamberlerin bazısını (fazilet açısından) bazısına üstün kıldık..."(115)

Bu ayet-i kerime, peygamberlerin makam ve fazilet açısından bir birinden farklı olduklarını açıkça ortaya koymaktadır.

Ayrıca biz, peygamberlerin meleklerden de üstün olduklarına inanıyoruz. Allah Teala'nın; melekleri, tazim ve ikram amacıyla Hz. Adem (a.s)'a secde etmeye memur kılması, Adem (a.s)'ın bütün isimleri bilmesi karşısında, meleklerin kendi acizliklerini itiraf etmeleri vs. peygamberlerin meleklerden daha üstün olduklarını göstermektedir.

Hz. Ali (a.s) dedi ki: "Hz. Resulullah (s.a.a): "Allah Azze ve Celle benden daha üstün ve O'na daha mükrem bir yaratık yaratmamıştır" buyurdu. Bu arada ben: "Ey Resulullah! Sen mi daha üstünsün yoksa Cebrail mi?" dedim. Bunun üzerine, Hazret: "Ey Ali! Allah Tebareke ve Teala mürsel peygamberleri mukarrep meleklerden, beni de tüm resul ve peygamberlerden üstün kılmıştır. Ey Ali! Benden sonra üstünlük sana ve senden sonra gelecek imamlara aittir. Melekler bizim ve bizim dostların hizmetkarlarıdır. Ey Ali! Arş'ı taşıyanlar ve Arş'ın kenarlarında bulunan melekler Rablerini tespih ve tahmit edip, bizim velayetimize inanlar için istiğfar diliyorlar...." buyurdu."(116)

PEYGAMBERLERİN SAYISI

Açıktır ki, ilahi elçilerin gönderilmesini zorunlu kılan akli deliller, sadece insan toplumunun ilahi önderden yoksun olmaması gerektiğine hükmeder. Ama kaç ilahi elçi gönderilmesi gerektiği hususu aklın idrak edemeyeceği bir konudur. Aklın hükmü, sadece ilahi hidayet ve hüccetin tamamlanması gereken zaman ve mekanda mutlaka bir ilahi elçi ve hüccetin olması gerektiğidir. İlahi elçi ve hüccetin kaç kişi olması gerektiği hususu, Cenab-ı Hak tarafından belirlenmesi gerekir. Zira ancak O, hangi zaman ve mekanda insan için hidayetçi gönderilmesi gerektiğini bilir.

Fakat bir taraftan; ilahi elçi ve önderler de dahil olmak üzere, insan ömrünün mahdut olması ve bir veya birkaç belirli kişinin insan türünün ömrünün evvelinden sonuna kadar hayatta kalıp, onları hidayet etmesinin yaratılış hikmetiyle çelişmesi; diğer taraftan da insan yaşamının zaman ve mekan farklılıklarında değişime uğrayıp, değişik kanunları gerektirmesi; öte yandan geçmiş zamanların yaşam biçiminin iktizası gereği bir veya birkaç belirli kişinin bütün insanlara ulaşma imkanlarının olmaması ve önce gönderilen ilahi kanun ve hidayetlerin zaman süreci içerisinde tahrife uğraması ve kaybolması, ilahi elçi ve hüccetlerin sayılarının çok olmasını gerektirir. Ama yeni bir ilahi elçinin gelmesini gerektirecek şartların oluşup, oluşmadığı hususunu akıl idrak edemez. O halde peygamberlerin ve ilahi önderlerin sayısı konusunda nakli delillere müracaat etmemiz gerekir.

Bu arada İslam ümmeti arasıda meşhur olan görüş, Allah Teala'nın insanların hidayeti için yüz yirmi dört bin peygamber gönderdiğidir.

Bu hususta Kur'an-ı Kerim'de bir açıklama yoktur. Kur'an-ı Kerim'de sadece her topluma mutlaka bir peygamber gönderildiğinden bahsedilmiş (117) ve sayıları açıklanmamıştır. Peygamberlerin sayısı Hz. Resulullah ve Ehl-i Beyt İmamları'ndan nakledilen hadislerde yüz yirmi dört bin olarak açıklanmıştır.

İmam Rıza (a.s)'dan gelen bir rivayete göre, Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuşlardır: "Allah yüz yirmi dört bin peygamber göndermiştir. Onların en üstünü benim. Her peygambere bir vasi ve vekil de tayin etmiştir. O vasilerin en üstünü de Ali'dir." (118)

KUTSAL KİTAPLAR

Resul-i Ekrem (s.a.a), Hz. Ebuzer'in (r.) peygamberlerin sayıları ve kitaplarıyla ilgili sorusuna cevaben şöyle buyurdular: "Allah Teala yüz yirmi dört bin peygamber göndermiştir. Onlardan resul olanların sayısı üç yüz on üçtür. Ve Allah katından yüz dört kitap gönderilmiştir. Zebur Hz. Davud'a, Tevrat Hz. Musa'ya, İncil Hz. İsa'ya, Kur'an Hz. Muhammed'e, on sayfa Hz. Adem'e, elli sayfa Hz. Şid'e, otuz sayfa Hz. İdris'e ve on sayfa Hz. İbrahim'e verilmiştir. Toplam yüz dört kitap eder." (119)

Resul ve Nebinin Farkı

Yukarıda işaret ettiğimiz hadiste ve bir çok diğer hadislerde resul olan peygamberlerin sayısı üç yüz on üç olarak belirtilmiştir. Buna göre geri kalan peygamberler sadece nebidirler, resul değillerdir. Resul ve nebinin farkı hususu da İslam ümmeti arasında tam olarak netlik kazanmış bir konu değildir.

Ehl-i Beyt mektebinin büyük fakihlerinden olan Şeyh Mufid (r.), "Ennüket-ül İtikadiye" kitabında resul ve nebinin farkını şöyle açıklıyor: "Resul, Allah katından haber veren ve bizzat ilahi emirler ve yasakları halka iletmeye memur kılınandır. Nebi ise Allah katından haber getirir, fakat ilahi emirler ve yasakları halka iletmede memur olabildiği gibi olmayabilir de."

Buna göre, nebi kavramı resul kavramından daha geniş ve genel bir kavramdır. Ancak bu görüşü kabul etmek zordur. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetlerinde bazı peygamberler hakkında nebi sıfatı resul sıfatından sonra zikredilmiştir. (120) Oysa, nebi kavramının daha genel olduğunu kabul etsek, nebi sıfatının resul sıfatından önce zikredilmesi gerekirdi.

Ehl-i Beyt İmamları'ndan gelen hadislerin bazısında resulün vahiy getiren meleği uyanık halinde açıkça görüp konuştuğu, nebinin ise meleği rüyasında görüp, uyanık halinde sadece sesini işittiği ve resul ile nebi arasındaki farkın bu olduğu belirtilmiştir.

Ahval dedi ki: "Ben, Ebu Cafer İmam Muhammet Bakır (a.s)'dan resul, nebi ve muhaddesin farkını sordum. İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Resulün huzuruna Cebrail gelir ve onunla konuşur. İşte bu resuldür. Nebi ise, Hz. İbrahim'in rüya görmesi ve Cebrail'in Allah katından risaleti getirmesine kadar, Hz. Resulullah'ın nübüvvet sebepleriyle ilgili vahiyden önce rüya görmesi gibi, rüyasında görür. Hz. Muhammet (s.a.a) nübüvvet makamına erip kendisine Allah katından risalet de gelince, Cebrail (a.s) risalet hususunda onun huzuruna gelir ve bu konuda onunla konuşurdu. Nebilerden bazıları da var ki, nübüvvet makamına erişince, rüyasında görür ve uyanıkken görmeksizin ona Ruh (Cebrail) gelir ve onunla konuşup açıklama yapar. Muhaddese gelince, o kendisine açıklama yapılır ve ses işitir ama ne açıkta, ne de  rüyasında  görmez." (121)

Açıktır ki, bu farkı da kavramsal bir fark olarak göremeyiz. Ancak şunu kabul etmeliyiz ki, her resul, resul olmadan önce nübüvvet makamına ulaşır ve resul nebiden makam açısından üstündür. Nitekim resullerin kendi aralarında da makam açısından farklılıkları vardır ve onların bazıları, Hz. İbrahim gibi resul olmakla birlikte, imamet makamına da haiz idiler. Ama bazıları sadece resul olup imam değildi.

 

 

(96)- Ahzab: 32

(97)- Ahzab: 30, 31

(98)- Usul-u Kafi c.1 s. 47

(99)- El İsra: 55

(100)- A'râf: 27

(101)- Sâd: 41

(102)- Hac: 52

(103)- Tâhâ: 121

(104)- Enbiya: 87

(105)- Yûsuf: 24

(106)- Sâd: 24

(107)- Ahzab: 37

(108)- Al-i İmran: 7

(109)- Al-i İmran: 33

(110)- Fecr: 16

(111)- Yusuf: 24

(112)- Sâd: 22, 23

(113)- Sâd: 24

(114)- Uyun-u Ahbar-ı Rıza s. 192

(115)- İsra: 55

(116)- Bihar-ül Envar c. 26 s. 335, İkmal-ud Din c. 1 s. 254

(117)- Allah Teala Fatır sûresinin 24. ayetinde şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Biz seni, müjdeleyici ve uyarıcı olarak, gerçekle gönderdik. Geçmiş her ümmet içinde de mutlaka bir uyarıcı buluna gelmiştir." Yine Cenab-ı Hak Nahl sûresinin 36. ayetinde şöyle buyurmuştur: "Andolsun ki, her ümmete: "Allah'a kulluk edin, azdırıcılardan kaçının" diyen peygamber göndermişizdir. Allah içlerinden kimini doğru yola eriştirdi, kimi de sa­pıklığı hak etti. İşte yeryüzünde gezin; peygamberleri yalanlayanların sonlarının nasıl olduğunu görün!"

(118)- Bihar-ül Envar c. 11 s.30

(119)- Mecme-ül Beyan c. 10 s. 476

(120)- Allah Teala Meryem sûresinin 51. ayetinde şöyle buyuruyor: "Kitapta Musa'yı an. O seçkin kılınmış bir insan, resul ve nebi idi." Yine Allah Teala aynı sûrenin 54. ayetinde şöyle buyuruyor: "Kitapta İsmail'i de an. O va'dine sadık, resul ve nebi idi."

(121)- Usul-u Kafi c. s. 176

next page

back page