next page

back page

SON PEYGAMBER

Biz, Hatem-ül Enbiya Hz. Muhammed-i Mustafa (s.a.a)'in Allah Teala'nın son peygamberi olduğuna inanıyoruz. O Hazret'ten sonra kıyamete kadar hiçbir peygamber gelmeyecektir. İslam Peygamberi'nin peygamberlerin sonuncusu olduğu gerçeği İslam dininin zaruriyatındandır. Bir insanın bu inancı reddedip de İslam dininde kalması imkansızdır; kim, bunu inkar ederse, İslam dininden çıkar.

Allah Teala Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat O, Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir."(200)

Allah Teala bu ayette Hz. Resulullah (s.a.a)'in son peygamber olduğunu açıkça belirtmiştir.

Yine Allah Teala şöyle buyuruyor: "...Bu Kur'an bana, sizi ve ulaştığı kimseleri uyarmam için vahyedildi..." (201)

Bu ayet-i kerime, Kur'an-ı Kerim'in ulaştığı herkese bir ilahi hüccet olduğunu beyan etmek hasebiyle, Hz. Resulullah (s.a.a)'in dininin cihanşümul olduğunu belirttiği gibi, İslam dininin kıyamete kadar devam edeceğini, dolayısıyla da ondan sonra hiçbir dinin gelmeyeceğini ortaya koymaktadır.

Hz. Resulullah (s.a.a)'in son ilahi peygamber olduğunu belirten bir çok diğer ayetler de vardır. Fakat bizim maksadımız ihtisar olduğundan onlara değinmiyoruz. İsteyenler, konu hakkında yazılmış olan geniş kitaplara müracaat edebilirler.

Hadislere gelince; Hz. Resulullah (s.a.a) ve Ehl-i Beyt İmamları'ndan gelen yüzlerce hadis, Hz. Resulullah (s.a.a)'in son ilahi peygamber olduğunu ve İslam dininin kıyamete kadar baki kalacak son ilahi din olduğunu daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Biz burada onlardan sadece bir kaçına işaret edeceğiz.

Bu hadislerden biri, hem Ehl-i Beyt, hem de Ehl-i Sünnet kaynaklarında mütevatir olarak nakledilen Menzilet hadisidir. Bu hadis gereğince, Hz. Resulullah (s.a.a), Tebük savaşına giderken, Hz. Ali'den Medine'de kendi yerinde kalmasını ister. Hz. Ali (a.s)'ın ise, bazı istemezlerin dedikodularından üzülmesi üzerine, ona: "Sen bana nispet, Harun'un Musa'ya nispet olan mevkiinde olmak istemez misin? Ancak benden sonra peygamber gelmeyecektir" buyuruyor.

Bu hadis-i şerifte Hz. Resulullah (s.a.a), açıkça kendisinin son ilahi peygamber olduğunu ve artık kendinden sonra peygamber gelmeyeceğini belirtmiştir. Bu hadisin, aynı zamanda biz Ehl-i Beyt dostlarının inancı olan, Hz. Ali (a.s)'ın imametinin de delili olduğundan, bu hadisin senedi ve çeşitli nakilleriyle ilgili olarak kitabımızın "İmamet" bölümünde geniş olarak bahsedeceğiz. İsteyenler oraya müracaat edebilir.

Yine Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Benim helalım kıyamet gününe kadar helaldir, haramım da kıyamet gününe kadar haramdır." (202)

Görüldüğü üzere; bu hadis de, Hz. Resulullah (s.a.a)'in şeriatını neshedecek bir şeriatın kıyamet gününe kadar gelmeyeceğini belirtmektedir.

Yine Hazret şöyle buyurmuştur: "Benim benden önceki peygamberlere olan misalim, aynen güzel bir ev yapıp da sadece bir köşesinden bir kerpiç eksik bırakan kişinin binasına benzer ki, insanlar o evin etrafını dolaşır, güzelliğinden hayret ederek; "Keşke o kerpici de koysaydı" derler. İşte ben peygamberler binasının o kerpiciyim, ben peygamberlerin sonuncusuyum." (203)

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Allah Teala Hz. Muhammed'i peygamberlerin boşluğu yaşandığı, kargaşaların ve ihtilafların yükseldiği bir dönemde peygamber olarak gönderdi. Onunla peygamberlerine son verdi ve vahiy kapısını kilitledi." (204)

Hz. Ali (a.s) Hazret'e gusül verirken de şöyle buyuruyordu: "Babam, anam sana feda olsun. Senin vefatınla öyle bir şey kesildi ki, senden önce hiçbir kimsenin ölümü ile o kesilmemişti. Senin vefatınla nübüvvet ve semavi haber kapısı kapandı." (205)

Hz. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: "Muhammed (s.a.a)'in şeriatı, kıyamet gününe kadar neshedilmeyecek ve O'ndan sonra kıyamet gününe kadar bir peygamber gelmeyecektir." (206)

Yüzlerce bu gibi hadisler mütevatir olarak nakledilmiştir. Bütün bu hadisler, Hz. Resulullah (s.a.a)'tan sonra bir ilahi peygamberin gelmeyeceğini açıkça ortaya koymaktadırlar. O halde Hz. Resulullah (s.a.a)'tan sonra kim peygamberlik iddiasında bulunursa, kesinlikle en büyük yalancı, Allah'a iftira eden ve Allah'ın lanet ettiği kişidir.

Söz buraya gelmişken, Hz. Hatem-ül Enbiya Muhammed-i Mustafa (s.a.a)'in yüce makam ve güzel ahlakına kısaca bir göz atmanın biz aciz insanlara yararlı olacağına inanıyoruz.

Hazret'in Makamı

Biz, Hz. Muhammed-i Mustafa (s.a.a)'in Allah Teala'nın yarattığı en şerefli, en yüce varlık ve ilahi peygamberlerin en üstünü olduğuna inanıyoruz.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Allah Teala Muhammed (s.a.a)'den daha üstün ve hayırlı bir varlık yaratmamıştır." (207)

Hüseyin bin Abdullah diyor ki; Hz. İmam Sadık (a.s)'a: "Hz. Resulullah (s.a.a) Adem oğullarının efendisi mi idi?" dedim. Hazret: "Andolsun Allah'a ki, o Allah'ın yarattığı bütün yaratıkların efendisi idi. Allah ondan üstün bir yaratık yaratmamıştır" buyurdu." (208)

Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Allah Teala, Peygamberlere bağışladığı her şeyin tamamını Hz. Muhammed'e bağışlamıştır." (209)

 Hz. İmam Musa Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur: "Hz. Muhammed (s.a.a), Allah Teala'nın mebus kıldığı bütün peygamberin en bilgilisi idi." (210)

Yine Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Allah O'nu apaydın ışıkla, şüpheleri gideren delille, insanları sapıklıktan kurtaran ve doğru yola sevk eden kitapla gönderdi. Mensup olduğu boy, en hayırlı boy, ağacı en hayırlı ağaç dalları-budakları güzel ve doğrudur. Dileyenler meyvelerinden kolayca yiyebilirler. Doğduğu yer Mekke, hicret ettiği yer tertemiz şehir Medine, Anılışı orada yüceldi; ünü oradan duyuldu. Allah O'nu yeterli bir delille, şifa veren öğütle, halkı düzene sokacak bir davetle gönderdi. Bilinmeyen ilahi hükümleri O'nunla belirtti, bildirdi. Noksan ve ayıplanacak adetleri, bidatleri O'nunla söküp attı, uyulması gereken şeyleri O'nunla tebliğ eti.(211)

Allah Teala, O Hazret hakkında şöyle buyurmuştur:"Şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin." (212)

Yine Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi." (213)

Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Resulullah (s.a.a) konuştuğunda bakışlarını ashabı arasında bölüyordu; ona, buna (herkese) eşit olarak bakıyordu." (214)

 Yine Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Resulullah (s.a.a), asla ayaklarını ashabının önünde uzatmazdı." (215)

Hz. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Resulullah (s.a.a), daima güler yüzlü, yumuşak huylu ve mütevazı idi; kaba, sert, bağıran, sövüp sayan, ayıp arayan ve boş yere çok öven birisi değildi." (216)

Ümmetine Şefkati

Halkla güler yüz ve sevgiyle karşılaşırdı. Herkese hatta çocuklara bile selam vermede öncülük ederdi. Devamlı ashabını yoklar, eğer üç gün birini görmezse, derhal sorup soruşturur, hasta olanın ziyaretine giderdi. Ashabıyla oluşturduğu mecliste bakışlarını onların arasında eşit olarak bölerdi. Kendisi oturduğu halde başkalarının ona hizmet etmesini kabul etmezdi; yerinden kalkar onlarla beraber gerekeni yapar ve: "Allah, kendini başkalarından üstün gören kulunu hoş görmez" buyururdu.

Enes bin Malik şöyle diyor: "Resulullah (s.a.a), ashaptan birini üç gün görmediğinde, onu sorup araştırırdı, eğer sefere gitmiş olsaydı, onun hakkında dua ederdi, eğer hazır olsaydı, onu ziyaret ederdi ve eğer hasta olmuş olsaydı, ziyaretine gidip halini sorardı." (217)

İbn-i Abbas şöyle diyor: "Resulullah (s.a.a) konuştuğunda veya O'ndan bir şey sorduklarında, iyice kavramaları için sözünü üç defa tekrarlardı." (218)                            

Cerir bin Abdullah da şöyle diyor: "Resulullah (s.a.a), evlerinden birine girdi, derken o ev (ashapla) dolup taştı, ben de evin dışarısında oturdum. Resulullah (s.a.a) beni görünce, elbisesini büküp bana atarak; "Onun üzerinde otur" buyurdular. Ben de onu yüzüme sürüp öptüm." (219)               

Salman-i Farisî de şöyle diyor: "Bir gün Resulullah (s.a.a)'in evine gittim, Hazret bir yastığa dayanmıştı, derken onu yaslanmam için bana atarak şöyle buyurdular: "Ey Selman! Kim, bir Müslüman kardeşinin yanına gittiğinde, kardeşi ona ikramda bulunur ve rahat etmesi için ona yastık verirse, Allah Teala onun günahlarını bağışlar." (220)

Cabir bin Abdullah da şöyle diyor: "Resulullah (s.a.a) yirmi bir savaşa katıldı, ben o savaşlardan on dokuzuna bizzat kendim şahid oldum, ama ikisine katılamadım. Hazret'le beraber olduğum savaşların birinde geceleyin altımdaki devem çöktü ve artık hareket etmedi. Resulullah (s.a.a) insanların en arkasında hareket eder, güçsüz insanları arkasına bindirip onlar için dua ediyordu. Bana yetiştiğinde, benim ah vah ettiğimi görünce; "Bu adam kimdir?" diye sordu. Ben; "Anam babam sana feda olsun. Ey Resulullah! Ben Cabir bin Abdullah'ım" dedim. "Ne olmuş?" diye sordu. Cevaben; "Devem yorulmuştur, artık hareket etmiyor dedim." Resulullah (s.a.a); "Asan var mı?"diye sordu. "Evet vardır" dedim. Hazret o asayla deveyi kaldırdı, onu sürdü ve daha sora onu yatırıp; "Bin" dedi. Ben de ona binip o deveyle hareket ettim, benim devem ondan ileri geçiyordu. O gece Resulullah (s.a.a) yirmi beş defa bana mağfiret diledi. Daha sonra; "Baban Abdullah'ın ne kadar evladı vardır, acaba borcu da var mıdır?" diye sordu..."(221)

Zeyd bin Sabit şöyle diyor: "Biz Hz. Resulullah (s.a.a) ile birlikte oturduğumuzda, eğer biz ahiret konusundan söz açsaydık, o da bizimle o konuda sohbet ederdi, eğer biz dünya konusundan söz açsaydık, o da bizimle o konuda sohbet ederdi, eğer biz yiyecek ve içecek konusundan söz açsaydık, o da bizimle o konuda sohbet ederdi. İşte Hz. Resulullah böyle biri idi." (222)

Kararlılığı ve İstişaresi

Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'in emrinin ashabı arasında anında uygulanmasına ve onların: "Sana inanıyoruz, eğer kendimizi ateşe bile atmamızı emir buyurursan hazırız" demelerine rağmen, yine de Hazret, Allah katından hakkında emir gelmeyen konularda, ashabıyla istişare eder ve onların görüşlerini alır, onlara şahsiyet verirdi.

Tüm işlerine düzen hakimdi. Vakitlerini taksim ederek değerlendirir ve bu hususta ashabına tavsiyede bulunurdu.

Savaşta taktik uygulardı. İslam düşmanlarının casuslarını gafil avlamak için bir takım konuları açığa vurmadan ashabına uygulatır ve sonuçta başarılı olurdu.

 Bir işin sağlam temel üzerine oturtulmasına önem verirdi. Ashaptan bazılarının herhangi bir konudaki eleştirilerini dinler ve onları kendi kararının doğruluğuna güzellikle ikna ederdi.

Yersiz övgüleri duymak istemezdi. Halkın cehaletten kaynaklanan yanlış algılamalarının gerçeğini onlara açıklardı. Peygamberimizin on sekiz aylık oğlu Hz. İbrahim vefat ettiği gün güneş tutuldu. Halk güneş tutulmasını İbrahim'in vefatıyla ilgili bir olay zannettiler. Resulullah halkın bu yanlış tasavvuru karşısında zaman kaybetmeden mescitte minbere çıktı ve: "Ey insanlar! Ay ve güneş iki büyük ilahi ayet ve nişanedirler ve birinin ölümü için tutulmazlar" (223) buyurarak halkı aydınlattı.

İnsani güçlerin bir yerde toplanıp düzene sokulmasını isterdi ve: "Üç kişilik bir yolculuk yapsanız bile birinizi aranızdan grup başkanı seçiniz" buyururdu.

Tebliğ Yöntemi

Hazret'in tebliğ üslubu nasihat, hikmet ve güzel cidal esasları üzerine kurulu idi. İslam'a tebliğ konusunda kolaylıktan yanaydı. Tebliğinde asla şiddete baş vurmazdı. Sözleri hep ümit ve müjde verici idi. Onun bu yumuşak tavrı karşısında ona karşı şiddet uygulayan veya saygısızlık edenlere kızmaz, onların hidayeti ve bağışlanması için Allah'a dua ederdi. Onların hak ve hakikatten uzak kalmalarına son derece üzülürdü. Öyle ki, Cenab-ı Hak "Bu söze inanmayanların ardından üzülerek neredeyse kendini mahvedecek­sin!"(224) buyurarak, bu kadar üzülmemesi gerektiğini hatırlatır. Hazret ashabına da aynı yöntemi tavsiye ederdi. Ashabından birini Yemen'e İslam'ı tebliği etmek için gönderdiği zaman ona şöyle tavsiyede bulundular: "Kolaylık sağla, zorlaştırma. Müjdeci ol, halkın nefret ve dağılmasına sebep olan şeylerden kaçın."(225)

İlmi Önemsemesi

İlim ehline değer verir, bütün ashabını ilim öğrenmeye teşvik ederdi. Bu hususta bu kadarı yeter ki; Hazret: "İlim öğrenmek her Müslüman'a farzdır" (226) buyurarak, ilim öğrenmeyi erkek kadın herkese farz kılmış, "Beşikten mezara kadar ilim talep edin" buyurmakla da, ilmin yaşı olmadığını vurgulamış, "Çine gitmeniz gerekse de ilmi talep ediniz" (227) buyurmakla da, Müslümanlar'a ilmin tek kurtuluş yolu olduğunu belirtmiştir.

İbadeti

Hazret gecelerini az bir istirahattan sonra hep ibadetle geçirirdi. Bir gün hanımlarından birisi ona: "Ey Allah'ın Habibi! Sen ki bağışlanmışsın. Neden bu kadar ibadet ediyorsun?" deyince cevabında buyurdular: "Neden Allah'ın şükür eden bir kulu olmayayım!"(228)

Başkalarına ibadette orta yollu olmayı tavsiye ederdi. İnzivaya çekilen, ailesini terk ederek ibadetle meşgul olanları eleştirirdi. Ashaptan bazıları böyle yaptıkları için onlara buyurdular: "Sizin vücudunuzun ve ailenizin üzerinizde hakları vardır; onlarla ilgilenmekle vazifenizi yerine getiriniz."

Cemaatle namaz kıldıklarında yaşlıların, zayıfların durumunu gözeterek, çabuk bitirmeye çalışırdı. Tembelliği sevmezdi, ümmetini çalışmaya teşvik ederdi ve buyururdu: " İbadet yetmiş kısımdır. En iyi ve makbul olanı ise helal yoldan elde edilen kazançtır."

Oruç Tutuşu

Hazret çok oruç tutardı. Ramazan ayının sonlarında da mescitte itikafa çekilirdi.

Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Resulullah (s.a.a) peygamberliğe seçildiğinde o kadar oruç tutuyordu ki, halk; "Peygamber iftar etmiyor" diyorlardı. Sonra bir gün oruç tutup bir gün iftar etmeye başladı. Daha sonra Pazartesi ve Perşembe günlerini oruç tutmaya başladı. Sonra da ayın ilk başında Perşembe günü, ortasında Çarşamba günü ve sonunda ise Perşembe günü olmak üzere, ayda üç gün oruç tutmaya başladı ve şöyle buyuruyordu: "Bu şekil oruç tutmak, bütün günleri oruç tutmakla eşittir." (229)

Anbeset-ul Abid şöyle diyor: "Resulullah (s.a.a) ömrünün sonuna dek Şaban ve Ramazan ayının oruçlarını tutardı ve her ayda üç gün oruç tutmayı ise ihmal etmezdi; şöyle ki ayın ilk Perşembesini, ortasındaki ilk Çarşambayı ve sonundaki Perşembeyi oruç tutmakla geçirirdi." (230)

Zühdü

Hazret dünyaya karşı hiç ilgi duymazdı. Kalbinde dünya muhabbeti diye bir şey yoktu.

Hz. İmam Ali (a.s) Hz. Peygamber (s.a.a)'i şöyle anlatıyor: " O yerde yemek yerdi, kul gibi otururdu, ayakkabısını kendisi tamir ederdi, elbisesini kendisi yamardı. Eğersiz merkebe biner, biri daha varsa ardına bindirirdi. Evinin kapısına üstünde resimler bulunan bir perde asılmıştı. Zevcelerinden birine: "Şunu kaldır, ona baktıkça dünya ziynetlerini hatırlıyorum" buyurdular. Dünyayı gönlünden çıkarmıştı, onu anmayı hatırından geçirmezdi, dünyayı o kadar gözden çıkarmıştı ki, ne gönül bağlayacağı güzel bir elbisesi vardı, ne de üstünde oturacağı beğenilecek bir yaygısı. Gerçekten de Allah (c.c) Muhammed'i (Allah'ın selatı ona ve soyuna olsun), kıyamete bir delil, cennete müjdeleyici, azaptan korkutucu olarak gönderdi. Oysa dünyadan karnı boş olarak çıkıp gitti, ahirete ayıplardan, suçlardan esen olarak vardı. Kendi namına bir taşı taş üstüne koymadan yolunu tuttu. Rabbinin davetine icabet etti. Allah bize ne de büyük bir lütufta bulunmuştur ki, onu bize örnek olarak göndermiştir. Onun izini izlemekteyiz, yoluna gitmekteyiz." (231)

İbn-i Abbas şöyle diyor: "Bir gün Ömer Hz. Resulullah (s.a.a)'in yanına geldiğinde, Hazret'in bir hasır üzerinde uzanmış olduğunu ve hasırın Hazret'in bedeninde iz bıraktığını görünce; "Ey Allah'ın Peygamberi! Altınıza bir yaygı alsaydınız" dedi. Bunun üzerine, Hazret ona şöyle buyurdu: "Dünya benim neyime, benim ile dünyanın misali, sıcak bir günde yolculuk yapan bir biniciye benzer ki, bir saat ağacın gölgesinde dinlenir, sonra da orayı terk edip gider." (232)

Yine İbn-i Abbas şöyle diyor: "Hz. Resulullah (s.a.a) vefat ettiğinde zırhı, ailesine yiyecek olarak aldığı otuz sâ (doksan kilo) arpa karşılığında bir Yahudi'nin yanında rehin idi." (233)

Tevazusu

Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Resulullah (s.a.a) bir eve girdiğinde, meclisin girişten en aşağı kısmında otururdu." (234)

Enes bin Malik şöyle diyor: "Resulullah (s.a.a) hastaların ziyaretine giderdi, cenazeleri teşyi ederdi, kölenin davetini kabul ederdi, merkebe binerdi, Hayber, Beni Kureyza ve Beni Nazir günü (onlarla savaştığı günler) yularlı bir merkebe binmişti, altında liften bir palan vardı." (235)

Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:"Resulullah (s.a.a) mebus olduğu günden, dünyadan göçene dek bir yere dayanarak yemek yemedi, köleler gibi yemek yerdi, onlar gibi otururdu." Hadisi nakleden diyor; "Ben neden böyle yapıyordu?" dedim. İmam (a.s): "Allah Teala'ya tevazu etmek için" buyurdular. (236)

Ebuzer şöyle diyor: "Hazret ashabının arasında otururdu. Bu yüzden yabancı biri geldiğinde Hazret'i tanımıyor ve "Hanginiz peygambersiniz?" diye sorardı. Bunun üzerine biz, Nebiyy-i Ekrem'den yabancı biri geldiğinde onu tanıyabilecek bir yerde oturmasını istedik ve böylece çamurdan yüksek bir oturak yaptık. Hazret onun üzerinde otururdu, biz de Hazret'in etrafında otururduk." (237)

Hz. İmam Sadık (a.s) Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Ben ölene kadar beş şeyi benden sonra sünnet olması için terk etmem: "Kölelerle yerde yemek yemeyi, semerli merkebe binmeyi, keçiyi elimle sağmayı, yünlü elbise giymeyi ve çocuklara selam vermeyi." (238)

Emanettarlığı

Hazret'in emanettarlığı dost düşman tarafından kabul edilen en bariz sıfatlarındandı. Öyle ki, Hazret bu yönüyle herkesin güvenini kazanmış ve bu özelliği sebebiyle kendine Emin lakabı verilmişti.

Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Emanetleri sahiplerine geri verin. Çünkü Resulullah (s.a.a) iğne ve ipliği bile sahibine geri verirdi." (239)

Cömertliği

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Hz. Resulullah (s.a.a) insanların en cömerdi, en şecaatlisi, en doğru konuşanı, en vefakarı, en yumuşak huylusu, en uyumlusu idi. Kim onu ilk gördüğünde heybeti altında kalırdı, ama onunla arkadaşlık edip tanıyınca ona aşık olurdu. Ben onun benzerini ne öncelerinden ne de sonrakilerden görmedim." (240)

Abdullah bin Ömer şöyle diyor: "Ben Hz. Resulullah (s.a.a)'dan daha cömert, daha yardım sever, daha şecaatli ve daha temiz bir kimseyi görmedim." (241)

Cabir bin Abdullah şöyle diyor: "Hz. Resulullah (s.a.a) kendinden bir şey talep eden hiçbir kimseye hayır demedi." (242)

İbn-i Abbas Hz. Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Ben Allah'ın terbiye ettiği kimseyim. Ali de benim terbiyemle terbiye edilmiştir. Rabbim bana cömertliği ve ihsanı emretmiş, cimrilik ve sertlikten de nehyetmiştir. Allah'a cimrilikten ve kötü huyluluktan daha mebğuz hiçbir şey yoktur. Bu ikisi, sirkenin balı bozduğu gibi hayır ameli bozar." (243)

Sabrı

Emir-ül Mü'minin Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Bir Yahudi'nin Resulullah (s.a.a)'den bir kaç dinar alacağı vardı, Hazret'ten o parayı istedi. Resulullah (s.a.a); "Ey Yahudi! Şimdi yanımda sana verecek bir param yoktur." buyurdu. Yahudi; "Ey Muhammed! Paramı vermedikçe senden ayrılmayacağım!" dedi. Resulullah (s.a.a) cevaben; "Bu durumda ben de seninle birlikte otururum!" buyurdular.

Resulullah (s.a.a) onunla birlikte oturdu; öyle ki öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını da orada kıldı. Resulullah (s.a.a)'in ashabı o Yahudi'yi tehdit etmeye başladılar. Resulullah (s.a.a) onlara bakıp şöyle buyurdu: "Onunla ne işiniz vardır?" Ashap: "Ey Resulullah! Bu Yahudi seni hapsetmiştir!" Resulullah (s.a.a) onların cevabında; "Allah Teala beni, bir zimmi veya başka birisine zulüm yapmak için mebus etmemiştir." buyurdular.

Gün yükseldiğinde o Yahudi adam şöyle dedi: "Allah'tan başka bir ilah olmadığına ve Muhammed'in de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ediyorum; malımın bir şatrı (yarısı) Allah yolu içindir. Allah'a andolsun ki, sana karşı böyle davranmam, sırf senin Tevrat'taki vasfını sende görmem içindi. Ben senin Tevrat'taki vasfını okumuştum. Onda şöyle yazılmıştı: "Abdullah oğlu Muhammed Mekke'de dünyaya gelecektir, Teybe'ye (Medine'ye) hicret edecektir, sert ve katı kalpli değildir, sövüş etmez ve çirkin söz ağzına almaz." Ben Allah'tan başka bir ilahın olmadığına, senin de O'nun elçisi olduğuna şehadet ediyorum. Bu benim malımdır, Allah nerede emretmişse, onu orada harca." (244)

Şecaati

Hz. Ali (a.s)'dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Bedir savaşında biz (sıkıya düştüğümüzde) Resulullah'a sığınıyorduk; O, düşmana hepimizden daha yakındı; Hazret o gün herkesten daha güçlü idi." (245)

Enes bin Malik şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (s.a.a), insanların en şecaatlisi, en güzeli ve en cömerdi idi. Bir gece Medine halkı bir vahşete kapıldı, derken sese doğru hareket ettiler. Resulullah (s.a.a) de onlarla karşılaşıp Ebu Talha'nın atına binmiş ve kılıcını boynuna asmış olduğu halde şöyle buyuruyordu: "Korkmayınız! O ses, denizin (dalgalarının) sesidir!" (246)

Oturuşu

Hazret genellikle bir şeye dayanmadan iki dizi üzerine oturur, ayağının birini diğerinin üstüne atardı. Asla Hazret'in bağdaş kurarak oturduğu görülmedi. (247)

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Resulullah (s.a.a) oturduğunda genellikle kıbleye doğru oturuyordu."(248)

Bir gün adamın birisi camiye girdi, Resulullah (s.a.a) ise yalnız oturmuştu. Hazret o adam için yer açtı. O adam Resulullah'ın bu hareketini görünce; "Ya Resulullah! Yer geniştir" dedi. Bunun üzerine, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: "Müslüman'ın, Müslüman kardeşinin üzerindeki olan bir hakkı da, onun kendi yanında oturmak istediğini gördüğünde, onun için yer açmasıdır." (249)

Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Biriniz gitmek üzere meclisten ayrıldığında selam vererek ayrılsın. Bir yerde önce oturmuş olup da oradan ayrılan sonra gelip orada oturandan orada oturmaya daha evla değildir." (250)

Yemek Yiyişi

"Mevaliyd-us Sadikeyn" kitabında şöyle yazılmıştır: "Resulullah (s.a.a) Allah'ın helal kıldığı her yemekten yerdi. Yemek yerken ailesi ve hizmetçisiyle birlikte yerde yerdi, onu davet eden bir kimseyle yemek yediğinde de onların yediğinden yerdi. Bir misafir geldiğinde de misafiriyle birlikte yemek yerdi. Hazret'in en çok sevdiği yemek aç karnına yediği yemekti. Önüne sofra açıldığında da şöyle diyordu: "Bismillah, Allahumme ic'alha ni'meten meşkureten tesilu biha ni'met'el- cenneti." (Allah'ın adıyla, Allah'ım! onu (o yemeği) şükredilmiş nimet kıl ve bizi onunla cennet nimetine kavuştur) Yine yemek yediğinde kendi önünden yerdi, namaz kılanın namazda oturduğu gibi, dizlerini ve ayaklarını toparlayarak otururdu; fakat bir dizi diğerinden yüksekte olurdu ve buyuruyordu ki: "Ben bir kulum, kullar gibi yemek yiyorum ve onlar gibi oturuyorum." (251)

Sıcak yemek yemezdi, soğuduktan sonra yerdi ve şöyle buyururdu: "Allah Teala bize sıcak yiyecek vermemiştir, sıcak yemeğin bereketi yoktur. Öyleyse onu soğutun." (252)

Resulullah (s.a.a) üç parmakla yemek yiyordu, kendi önündekinden yerdi, başkalarının önündekilerden yemezdi, sağ eliyle yerdi, yemek önüne koyulduğunda ashabından önce yemeye başlar onlardan sonra sofradan çekilirdi. Yemeklerden etli yemeği daha çok severdi; "Et duyu ve görü gücünü artırır; et, dünya ve ahirette yiyeceklerin en üstünüdür" buyururdu. Kabağı da severdi; "Kabak kardeşim Yunus'un ağacıdır" diyordu. Tavuk, avlanan av hayvanı ve kuşun da etini yerdi, ama kendisi avlamazdı. Avlanıp pişirilerek getirileni yer, çiy getirileni de pişirtip yerdi. Ama sarımsak, soğan, pırasa ve ağızda koku bırakan bir yemeği yemezdi. Sevmediği bir yemeği başkasına yasaklamaz ve nefret ettirmezdi. Karpuz ve özellikle et yediği zaman ellerini güzel bir şekilde yıkardı, sonra elindeki kalan suyu yüzüne çekerdi. Mümkün olduğu kadar yalnız yemek yemezdi. Bir gün ashaba; "Sizin en kötü olanınızı size bildireyim mi?"diye sordu. Ashap evet dediklerinde şöyle buyurdular: "Sizin en kötünüz; yalnız yemek yiyen, kölesini döven ve yardımını esirgeyendir."(253)

Su İçişi

Resulullah (s.a.a) su içmek istediğinde "Bismillah" derdi, suyu yudum-yudum içerdi, bir iki yudum içtikten sonra durup Allah'a hamt ederdi; her su içmesinde üç defa "Bismillah", üç defa da "Elhamdülillah" derdi. Suyu emerek içerdi, bir solukta içmezdi. Bir şey içtiğinde soluk alıp vermezdi, soluk almak istediğinde kabı uzaklaştırırdı, sonra soluk alırdı. Şam'dan getirilen şişe bardaklarda su içer; "Bu en temiz bardağınızdır" derdi. Tahtadan veya çamurdan yapılmış bardaklarda da su içerdi. Avucuyla da su içerdi, "Avuçtan daha güzel kap yoktur" buyururdu. En çok sevdiği içecek soğuk şerbet idi. Bir gün, sütle bal karıştırılmış bir şerbet getirdiklerinde onu içmekten sakındı. Daha sonra şöyle buyurdu: "Ben onu haram etmiyorum, ama yarın dünya artığıyla iftihar etmeyi de sevmiyorum; tevazu etmeyi seviyorum; Kim Allah için tevazu ederse Allah onu yüceltir." (254)

 

 

(200)- Ahzâb: 40; "Hatem" bitirme ve sonuçlandırma vesilesine denir. Yüzüğe de "Hatem" denilmesinin sebebi, eskiden mektup ve benzeri şeylerin sonunun onunla mühürlenmesidir.

(201)- En'am: 19

(202)- Bihar-ül Envar c. 2 s. 260

(203)- Sahih-i Buhari c. 4 s. 226, Müsned-i Ahmet c. s. 398 vs.

(204)- Nehc-ül Belağa 129. hutbe

(205)- Nehc-ül Belağa: 130. hutbe

(206)- Uyun-u Ahbar-ur Rıza c. 2 s. 80

(207)- Usul-u Kafi c. 1 s. 440

(208)- Usul-u Kafi c. 1 s. 440

(209)- Usul-u Kafi c. 1 s. 225

(210)- Usul-u Kafi c. 1 s. 226

(211)- Nehc-ül Belağa Hutbe: 161 Merhum Gölpınarlı'nın tercümesi s. 51

(212)- Kalem: 4

(213)- Al-i İmran Sûresi: 159

(214)- Usul-u Kafi c. 2 s. 671

(215)- Usul- Kafi c. 2 s. 671

(216)- Mekarim-ül Ahlak c. 1 s. 45

(217)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 233

(218)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 234

(219)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 235

(220)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 235

(221)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 233

(222)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 135

(223)- Bihar-ül Envar c. 21 s. 409

(224)- Kehf: 6

(225)- Sahih-i Buhari c.5 s.204

(226)- Bihar- ül Envar c. 1 s. 177

(227)- Bihar-ül Envar c. 1 s. 177

(228)- Nur-us Sakaleyn c. 3 s. 367, Bihar-ül Envar c. 16 s. 294

(229)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 270

(230)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 271

(231)- Nehc-ül Belağa 159. hutbe

(232)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 239

(233)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 239

(234)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 240

(235)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 229

(236)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 242, 261

(237)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 229

(238)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 215

(239)- Mecmuât-ül Verran c. 1 s. 20

(240)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 231

(241)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 231

(242)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 231

(243)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 231

(244)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 216

(245)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 232

(246)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 232

(247)- Bihar-ül Envar c. 16. S. 241

(248)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 240

(249)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 240

(250)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 241

(251)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 241, 242

(252)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 242

(253)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 243, 244 245, 246

(254)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 246, 247, 268

next page

back page