back page

Güzel Koku Kullanması

Resulullah (s.a.a) kendisine misk ve amber sürüyordu; öyle ki, onun yağı başında parlıyordu. Karanlık gecede kendisi görülmeden kokusuyla tanınırdı ve insanlar: "Bu Peygamber (s.a.a)'dir" diyorlardı. (255)

Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Resulullah (s.a.a), yemeğe harcadığından daha çok, güzel kokuya harcardı." (256)

Hz. İmam Bakır (a.s) da buyurmuştur ki: "Resulullah (s.a.a) kendisine sunulan her güzel kokuyu kullanır ve şöyle buyururdu: "Onun kokusu güzel, mahmili ise, hafiftir (taşınması kolaydır); Benim lezzetim kadın ve güzel kokudadır; gözümün ışığı ise, namaz ve oruçtadır." (257)

Temizliği

Temizliğe en başta kendisi riayet eder ve ümmetine kendilerini ve evlerini temiz ve güzel kokulu saklamalarını tavsiye ederdi. Özelikle Cuma günleri halkın Cuma guslü yapıp temiz elbiseleriyle camide hazır olmalarını isterdi.

Aynaya Bakışı

Resulullah (s.a.a), aynaya bakarak saçını tarayıp düzeltiyordu, bazen de suya bakarak düzeltiyordu; ailesine süslenmekten daha çok ashabı için kendisine çeki-düzen veriyordu. (258)

Bir gün Aişe Resulullah (s.a.a)'in kovadaki suya bakarak saçını tarayıp düzelttiğini görünce şöyle dedi: "Babam anam sana feda olsun ya Resulullah! Kovadaki suya bakıp da saçını mı tarayıp düzeltiyorsun; oysa sen peygamber ve yaratıkların en üstünüsün?" Resulullah (s.a.a) cevabında şöyle buyurdular: "Allah Teala kulunun, kardeşlerinin yanına gittiğinde onlar için hazırlanıp süslenmesini seviyor." (259)

Elbise Giyişi

Resulullah (s.a.a) yeni bir elbise giydiğinde Allah'a hamt ediyordu, çıkardığında ise, önce sol kolundan çıkarıyordu. Daha sonra bir fakir sesleyerek eski elbiselerini ona veriyordu. Resulullah (s.a.a)'in iki elbisesi vardı, biri Cuma gününe mahsustu, diğeri ise başka günler içindi. Resulullah (s.a.a)'in bir bezi ve bir de mendili vardı, abdestten sonra o mendille yüzünü kuruluyordu; mendil olmadığında ise, üzerindeki ridasının bir tarafıyla bu işi yapıyordu. (260)

Bazı hadislerde ise abdestten sonra yüz ve ellerin havlu veya mendille kurulanmamasının müstehap olduğu zikredilmiştir; hatta İmam Sadık'tan nakledilen hadise göre, böyle bir abdestin sevabının diğerine nispet otuz kat daha fazla olduğu da vurgulanmıştır.

Dişini Misvaklaması

Hazret her gece dişini üç defa misvaklardı. Bir defa yatmadan önce, bir defa gece teheccüdüne kalkarken, bir defa da sabah namazına gitmeden önce. (261)

Aile Ahlakı

Hanımlarına karşı çok yumuşaktı, hatta hanımlarının bazısının incitici sözlerini hoş karşılardı. Kadınlarla iyi geçinmeyi tavsiye eder ve: "İnsanlar değişik özelliklere sahiptirler. Erkek, hanımının sadece beğenmediği yönünü göz önüne almamalıdır. Çünkü onun muhakkak iyi ve beğenilen yönleri de vardır" buyururdu.

Çocukları çok severdi. Bir gün İmam Hasan (a.s)'ı bağrına basıp öptüğünde, bir kişi şöyle dedi: "Ey Resulullah! (s.a.a) iki çocuğum var ama şimdiye kadar hiç birini öpmedim." Hazret ona: "Sevgi ve merhameti olmayana ilahi rahmet ulaşmaz" buyurdular. (262)

Affı

Yerinde affedici olup, üstün ve yüksek ahlaka sahip olması Hazret'in her alanda muvaffak olmasına sebep olmuştur.

Şahsına ait konularda hoş görülüydü, ama halka, yahut dine ait konularda ilahi konunlar çerçevesinde taviz vermeden gerekeni uygulardı.

 Mekke'nin fethinden sonra Kureyş tarafından onca çektiği eziyetlere rağmen, hepsini affetti. Ama Mekke'nin fethi sonrası çok geçmeden, Beni Mazum kabilesinden bir kadının, hırsızlık yaptığı için cezalandırılması gerekiyordu. Kadının taraftarları verilecek cezayı kendilerine aşağılayıcı bir husus görerek ashaptan bazılarını, Peygamber-i Ekrem'in huzuruna cezadan vazgeçmeleri için şefaatçi ve ara bulucu olarak gönderdiler. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) o gün öğleden sonra ashabına şöyle bir konuşma yaptı: "Geçmiş millet ve kavimler ilahi kanunları uygulamada taviz verdikleri için helakete uğradılar. Onlar, zenginlerden biri suç işlediği zaman onu bağışlar, aşağı tabaka sayılanlardan biri suç işlediğinde ise cezalandırırlardı. Andolsun Allah'a ki, -canım O'nun kudret elindedir- adaleti uygulamada, yakınlarımdan olsa bile, hiç kimseye asla müsamaha göstermeyeceğim." (263)

Kölelere Davranışı

Kölelere karşı fevkalade şefkatliydi. Halka: "Bunlar, sizlerin kardeşlerinizdirler; giydiğiniz ve yediğiniz şeylerden onlara da veriniz. Onlara, güçlerinin yettiğinden fazla iş yaptırmayınız. Onlara, köleliklerini hatırlatan sözlerle hitap etmeyiniz. Zira hepimiz Allah'ın kullarıyız ve hakiki malik ve sahibimiz sadece Allah Teala'dır" buyururdu. Hazret, onları genç delikanlı ve genç kız tabiriyle çağırırdı. Nihayet, Hazret'in kölelerin hakkını korumaya dair getirdiği kanunlar ve toplumu onları azat etmeye teşvik etmesi neticesinde kölelik yavaş-yavaş aradan kalktı.

Halka Davranışı

Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Bir gün bir Yahudi, Resulullah (s.a.a)'in yanına gelerek: "Selamun aleykum" yerine "Sam'un aleykum" (ölüm sana) dedi. Aişe de Resulullah'ın yanında idi. Resulullah (s.a.a) ona: "Aleyke" (Sana da) diye cevap verdiler. Daha sonra başka birisi gelip aynı sözü söyledi. Resulullah (s.a.a) ona da onun arkadaşına verdiği cevabın aynısını verdi. Daha sonra başka birisi geldi, o da aynı sözü söyledi ve arkadaşlarına verilen cevabı aldı. Bu sırada Aişe sinirlenip şöyle dedi: "Ölüm, gazap ve lanet size olsun ey Yahudi topluluğu, ey maymun ve domuz kardeşleri!"

Bunun üzerine, Resulullah (s.a.a) Aişe'ye: "Ey Aişe! Eğer sövüş mücesseme olsaydı, muhakkak kötü bir mücesseme olurdu; yumuşaklık neye bırakıldıysa, onu süsledi ve makamını yüceltti" buyurdu.

Aişe: "Ey Resulullah! Onların sana: "es-sam'u aleykum" (ölüm size) dediğini duymadınız mı?" dediğinde de, Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: "Evet duydum, ama onlara verdiğim cevabı da sen duymadın mı? "Aleykum" (size de) diye cevap verdim. Eğer bir Müslüman size selam verirse, ona "Es selamu aleykum" diye cevabını verin, ama eğer bir kafir selam verirse, sadece "Aleykum" söyleyin." (264)

Bahr-us Sakka şöyle diyor: "Bir gün Hz. İmam Sadık (a.s) bana şöyle buyurdu: "Ey Bahr! Güzel ahlak insanı mesrur eder (neşelendirir)." Daha sonra İmam: "Medine halkından hiç birinin elinde olmayan bir hadisi sana nakledeyim mi?" buyurdu. Ben: "Evet buyurun" dedim. Bunun üzerine, İmam (a.s) şöyle buyurdular: "Bir gün Resulullah (s.a.a) camide oturmuştu, Ensar'dan birisinin cariyesi gelip Resulullah'ın elbisesinin bir kenarından tuttu, Resulullah da onun için ayağa kalktı, ama bir şey demedi, o cariye de bir şey demedi. Bu amel üç defa tekrarlandı, dördüncü defasında yine Resulullah (s.a.a) onun için yerinden kalktı, o cariye bu defasında Hazret'in arkasında yer almıştı, derken Resulullah'ın elbisesinden biraz kesti ve dönmek istedi.

Halk o cariyeye: "Allah belanı versin, bu yaptığın iş ne idi? Resulullah'ı üç defa yerinden kaldırdın, hiçbir şey de O'na söylemedin, O da sana bir şey söylemedi, ihtiyacın ne idi?!" dediler.

Cariye cevaben şöyle dedi: "Bizim bir hastamız vardır, hastanın şifa bulması için ailem, Resulullah'ın elbisesinden biraz kesip onlara götürmemi benden istediler. Ben de Resulullah'ın elbisesinden tutup ondan biraz kesmek istediğimde beni görüp ayağa kalktılar, ben de, O beni gördüğü halde O'nun elbisesinden bir şey kesmekten utandım ve O'nunla konuşmak da istemiyordum! Bundan dolayı öyle yaptım." (265)

Musafahası

Resulullah (s.a.a) bir kimseyle musafaha ettiğinde (tokalaştığında), o elini bırakmadıkça Hazret elini bırakmazdı; insanlar bunun farkına vardıklarından, Hazret'in rahat etmesi için, kendileri önce ellerini çekerlerdi. (266)

Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Bir gün Resulullah (s.a.a) Huzeyfe ile karşılaştı, Hazret ona elini uzattı, o da elini geri çekti. Resulullah (s.a.a) bu durumu görünce; "Ey Huzeyfe! Ben elimi sana uzattım, sen ise elini geri çektin!" buyurdular. Huzeyfe cevaben: "Ya Resulullah! Benim senin eline rağbetim vardır (onu tutmak istiyorum), ama ben cenabetliyim, cenabetli olduğum halde elimin senin eline dokunmasını sevmiyorum" dedi. Resulullah (s.a.a) onun bu sözüne karşılık şöyle buyurdular: "Müslümanlar birbirleriyle karşılaşırken musafaha ettiklerinde günahlarının, ağacın yapraklarının dökülmesi gibi döküldüğünü bilmiyor musun?" (267)

Hz. Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: "Birbirinizle karşılaştığınızda, selam verin ve musafaha edin, ayrıldığınızda ise birbirinize mağfiret dileyerek ayrılın." (268)

Yine Hz. Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: "Musafaha edin; çünkü musafaha kinleri giderir." (269)

Yine Hz. Resulullah (s.a.a) buyurmuşlardır ki: "Kadının, mahrem olmayan bir kimseyle musafaha yapması (tokalaşması) câiz değildir; bir elbisenin arkasından olursa (sıkmamak şartıyla) o başka." (270)

Mizahı ve Gülüşü

Hz. İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki: "Peygamber (s.a.a) insanları mesrur etmek için onlarla şaka ve mizah yapardı." (271)

Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyordu: "Ben şaka yapıyorum, ama hakkın dışında bir şey söylemiyorum." (272)

Muammer bin Hallad şöyle diyor: "Bir gün Hz. Ali (a.s)'a; "Canım sana feda olsun, insan akrabalarıyla birlikte olduğu zaman aralarında bazı sözler geçiyor, mizah edip gülüyorlar" dedim. İmam (a.s); "Eğer olmazsa sakıncası yoktur!" buyurdular. İmam'ın "Eğer olmazsa" sözünden sövüş ve yalanın olmamasının gerektiğini düşündüm. (Yani incitici sözler olmazsa sakıncası yoktur.) Daha sonra buyurdular ki: "Resulullah (s.a.a)'in yanına bazen bir göçebe Arap gelip hediye veriyordu, yerinden hareket etmeden; "Hediyemin değerini ver" diyordu. Resulullah (s.a.a) ise, gülüyordu. Resulullah (s.a.a) gamlı ve kederli olduğunda da: "Göçebe Arap nerede kaldı? Keşke yine yanımıza gelse" buyuruyordu." (273)

İhtiyar bir kadın, Resulullah'a; "Cennete gitmem için bana dua ediniz" dediğinde, Hz. Resulullah (s.a.a): "Yaşlı kadınlar cennete gitmeyecektir" buyurdular. Kadın bu sözü duyunca, ağlamaya başladı. Bunun üzerine, Hz. Resulullah (s.a.a) gülüp şöyle buyurdu: "Allah Teala'nın: "Gerçek şu ki, biz onları (cennetteki kadınları) yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip yarattık. Onları hep bakireler olarak kıldık" (274) sözünü duymamış mısın? Yani Allah Teala onları gençleştirir." (275)

Yine bir gün Hz. Resulullah (s.a.a) yaşlı olan Eşceî bir kadına: "Ya Eşcei! Yaşlı kadın cennete girmeyecektir." buyurdular. Bilal onun ağladığını görünce, onun durumunu Resulullah'a iletti. Bunun üzerine Hz. Resulullah; "Zenci de öyledir; o da cennete girmeyecektir." buyurdular. Hazret'in bu sözünden dolayı ikisi de oturup ağlamaya başladılar. Abbas da onların ağlamalarını görünce, onların durumunu Resulullah'a anlattı. Resulullah (s.a.a) Abbas'a da; "Yaşlı erkek de öyledir, o da cennete girmeyecektir" buyurdular. Hz. Resulullah (s.a.a) daha sonra onlara dua edip kalplerini hoş etti ve şöyle buyurdular: "Allah Teala onları daha güzel bir şekilde yaratacaktır, onlar nurlu gençler olarak cennete gireceklerdir." (276)

 Bir gün bir kadın Hz. Resulullah (s.a.a)'in yanına gelerek kocasından söz etti. Hz. Resulullah (s.a.a); "Senin kocan, gözlerinde beyazlık olan mıdır?" diye sordu. Kadın; "Hayır, gözlerinde beyazlık yoktur" dedi. Kadın Resulullah'ın bu sözünü kocasına anlattı, kocası da; "Resulullah mizah etmiş, doğru söylemiştir; acaba gözümün beyazlığının siyahından daha çok olduğunu görmüyor musun?" dedi. (277)

Halid-i Kasrî'nin dedesi bir kadını öptü, o kadın da gelip onu Resulullah'a şikayet etti, o adamı çağırdıklarında o da o kadının sözünü teyit ederek şöyle dedi: "Eğer o kadın kısas yapmak istiyorsa (ben hazırım) kısas yapsın!" Resulullah (s.a.a) ve ashabı onun bu sözünden dolayı güldüler. Resulullah (s.a.a) o adama; "Sakın bir de bu işi yapma" buyurdular. O adam da; "Vallahi yapmayacağım" dedi. Bunun üzerine, Hz. Resulullah (s.a.a) onun suçundan geçti. (278)

Resulullah (s.a.a) Suheyb'in hurma yediğini gördüğünde ona; "Gözün ağrı yaptığı halde hurma mı yiyorsun?" dedi. Suheyb cevaben; "Ya Resulullah! Ben onu bu tarafından çiğniyorum, oysa gözüm o taraftan ağrı yapıyor!" dedi. Onun bu sözü üzerine, Hz. Resulullah (s.a.a) güldüler. (279)

Yunus-u Şeybani şöyle diyor: "Hz. İmam Cafer-i Sadık (a.s) bana; "Birbirinizle mizah ve latife yapıyor musunuz?" diye sordu. Ben de; "Çok az" dedim. Bunun üzerine, İmam (a.s) şöyle buyurdular: "Mizah ve latife yapın; çünkü bu iş güzel ahlakın nişanesidir, sen bununla kardeşini mesrur etmiş olursun. Resulullah (s.a.a) da birini mesrur ve neşelendirmek için onunla mizah ve lâtife yapardı." (280)

İmamlar bir çok hadislerde de halkı şaka yapmaktan sakındırmışlardır. Hatta "Şaka küçük bir sövüştür" buyurmuşlardır. Eğer şaka tahkir, alay etme, başkalarını incitme, onlara gülme ve saçma-sapan sözlerle olursa, kesinlikle böyle bir şaka doğru değildir ve yapılmamalıdır. Ama eğer diğerlerinin kalbini hoş etmek, onları üzüntüden çıkarmak, dertlerini unutturmak için mizah ve lâtife yoluyla yapılmış olursa, bunun sevabı bile vardır.

Genel Adap ve Ahlakı

İbn-i Şehraşub "Menakıb" kitabında şöyle yazıyor: "Bazı alimler, Resulullah (s.a.a)'in adap ve ahlakını hadislerden derleyerek bir araya toplamışlardır; onlar şunlardır: "Resulullah (s.a.a) herkesten daha hekim, daha halim, daha şecaatli, daha adil ve daha şefkatli idi. Eli, kendisine helal olmayan kadına kesinlikle dokunmamıştır. İnsanların en cömerdi idi; bir dirhem ve dinar bile onun yanında birikip kalmazdı; eğer bir şey artmış olsaydı ve onu da verecek bir kimse bulamasaydı, onu muhtaçlara ulaştırmadıkça gece rahat edemezdi. Allah'ın verdiği rızktan, bir yılın azığından çok götürmezdi; hurma ve arpanın en düşüğünü kendisi için alırdı, geri kalanını Allah yolunda verirdi. Kim ondan bir şey isteseydi ona bağışta bulunurdu. Yerde otururdu; yerde yatardı, yerde yemek yerdi; ayakkabı ve elbisesini kendisi yamardı; evinin kapısını kendisi açardı; kendisi koyun sağardı; devenin sütünü sağmak için kendisi onun ayağını bağlardı; hizmetçisi el değirmenini çevirmekten yorulduğunda onunla el değirmeni çevirirdi; abdest suyunu geceleri kendisi hazırlardı; sürekli başını aşağı eğip susardı; halkın huzurunda dayanarak oturmazdı; ailesinin işlerinde onlara yardım ederdi; eti kendisi doğrardı; yemeğe oturduğunda köleler gibi otururdu; yemekten sonra parmaklarını yalardı; kesinlikle geğirmezdi; hür ve kölenin davetini kabul ederdi; bir yudum süt olsa bile, hediyeyi kabul ederdi ve onu yerdi; ama sadaka yemezdi; gözünü bir adamın yüzüne dikmezdi; Allah için sinirlenirdi, kendisi için sinirlenmezdi; açlıktan karnına taş bağlardı; evde her ne hazırlansaydı, onu yerdi; hiçbir şeyi geri çevirmezdi; iki elbise (üst üste) giymezdi; Yemen malı aba, yünden olan geniş cübbe, pamuk ve keten olan elbiseler giyerdi; elbiselerinin çoğu beyazdı; başına imame bırakırdı; gömleği sağ taraftan giyerdi; Cuma günü için özel elbisesi vardı; yeni bir elbise giydiğinde eskisini fakirlere verirdi; bir abası vardı, nereye gitse onu ikiye katlayıp üzerinde otururdu; sağ elinin küçük parmağına gümüş yüzük takardı; kavunu severdi; kötü kokulardan hoşlanmazdı; abdest alırken dişlerini misvakla temizlerdi; bir hayvana bindiğinde hizmetçisi veya başkalarını da kendi arkasına alırdı; at, katır veya merkepten mümkün olan her ne varsa ona binerdi; merkebe eğersiz binerdi; (bazen) ayak yalın, abasız ve imamesiz yürürdü; cenazeleri teşyi ederdi; şehrin en uzak yerinde olsa bile, hastanın ziyaretine giderdi; fakir ve yoksullarla beraber otururdu; onlarla yemek yerdi; kendi eliyle onlara yedirirdi; ilim ehli ve güzel ahlaklı kimselere ikramda bulunurdu; her kavmin büyüğüne iyilik ederek kalplerini ısındırıyordu; akrabalarına ihsan ederdi, Allah'ın emrettiği hususlar hariç onların bazılarını bazılarına tercih etmezdi; kimseye zorluk çıkarmazdı; özür dileyenin özrünü kabul ederdi; Kur'an'ın nazil olduğu ve öğüt verme zamanı hariç, sürekli tebessüm ederdi; kahkahasız gülerdi; hizmetçilerinin yeme, içme ve giyimlerinde başlarına dikilmezdi; kimseye sövmezdi; hiçbir kadın veya hizmetçiye lanet etmezdi; kimseyi kınamazdı; ancak, o işi terk et derdi; bir ihtiyaçtan dolayı yanına gelen her hür, köle ve cariyenin ihtiyacını karşılamak için kalkıp onlarla giderdi; sert ve katı kalpli değildi; çarşıda (tartışınca) sesini çok yükseltmezdi; kötülüğe, kötülükle karşılık vermezdi; aksine bağışlayıp affederdi; karşılaştığı herkese selam verirdi; kim bir iş için O'nun yanına gelmiş olsaydı, o çıkıp gidinceye kadar sabrederdi; bir kimsenin elinden tuttuğunda (merhabalaştığında) o elini çekmedikçe elini çekmezdi; bir Müslüman'la karşılaştığında musafaha ederdi; oturup kalktığında Allah'ın zikriyle kalkardı; namaz kılarken bir adam onun yanına geldiğinde namazını kısa keserek ona yönelip; "Bir ihtiyacın mı vardır?" diye sorardı; (tevazu veya yoksulların ona kolayca ulaşabilmesi için) meclisin baş tarafında değil sonunda (yani kapı önünde) otururdu; genellikle kıbleye doğru otururdu; onun yanına gelen kimseye ikram ederdi; hatta bazen elbisesini bile onun altına sererdi; arkasındaki yastığı onun arkasına bırakarak onu kendisine tercih ederdi; neşe ve gazap halinde hakkın dışında bir şey söylemezdi; av etinden yerdi, ama av avlamazdı..." (281)

İsmi

 Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor: "Evladınızın ismini Muhammed koyduğunuzda ona ihtiram edin, meclislerde ona yer açın, ona surat asmayın." (282)

Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Bizim bir evladımız olduğunda onun ismini mutlaka Muhammed koyarız; yedi gün geçtiğinde istesek değiştiririz, istemesek aynen öyle kalır." (283)

Hz. Peygamber (s.a.a)'e Salavat

Allah-u Teala şöyle buyuruyor: "Hiç şüphesiz, Allah ve melekleri peygambere selat etmektedirler. Ey iman edenler siz de ona selat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin" (284)

Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Peygamber anıldığında, ona çok selat edin. Çünkü kim ona bir defa selat ederse, Allah-u Teala ona bin selat eder..." (285)

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: "Kim bana bir yazıda selat yazarsa, ismim o yazıda olduğu müddetçe melekler sürekli olarak ona mağfiret dilerler." (286)

Salavat çeşitli şekillerde söylenebilir, ama en meşhur olanı, teşehhüdde de sürekli söylediğimiz şu cümledir: "Allahumme salli ala Muhammed'in ve al-i Muhammed."

Şunu da hatırlatalım ki, Peygamber'in âli'ni söylemeksizin O'na selat etmek yani "Sallallahu aleyhi ve sellem" demek doğru değildir. Hazret'in kendisi böyle bir salavatı nehyetmiş ve onu doğru bilmemiştir. Doğrusu şudur: "Sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem"

Biz O Sultan-ı Kavneyn'in şahsiyetini ve fazlını ne kavrayabilir ne de anlatabiliriz. Biz nasıl O'nu anlayabiliriz? Oysa bütün alem O'nun şan ve hürmetine yaratılmıştır. En iyisi sözümüzü kısa kesip, bu konudaki bahsimizi Hilmi Dede'nin şu beytiyle sona erdirelim:

Sensin ol sultan-ı Kavneyn-i risalet kim müdam

Astan-ı dergahında Cebrail olmuş nedim

Gelmesen bu kevne, gelmezdi vücuda kün fekân

Nuru vechiz çün vücuda geldi eşyayı adim

Zahir-u batında kurb-i barigah-i izzete

Şer'i pakın de cihan içre sırat-el müstakim.

Enver-i arşı guzinsin ya Muhammed Mustafa!

 Nuri çerh-i hef-ü minsin yâ Muhammed Mustafa!

Şanına Levlake levlak nazil oldu şüphesiz

Rahmeten lil aleminsin yâ Muhammed Mustafa!

 

 

(255)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 148

(256)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 248

(257)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 248, 249

(258)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 249

(259)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 249

(260)- Bihar-ül Envar c. 16 s. 251

 

back page