back page

İÇİNDEKİLER

Yüce Allah'ın Sıfatlarına Genel Bİr Bakış

Zatı Sıfatlar

Fiili Sıfatlar

Zatı Sıfatlar'la Fiili Sıfatlar Arasındaki Önemli Farklar

Zati Sıfatlar'ın Zat'ınÖzü Oluşu

İLİM

KUDRET

Allah Teala'nın Sonsuz Kudretine Yapılan İtiraz

HAYAT

 

Yüce Allah'ın Sıfatlarına Genel Bir Bakış

Vacib-ül Vücud'un ispatı bölümünde getirdiğimiz deliller, aynı zamanda Cenab-ı Hakk'ın bütün kemal sıfatlarına sahip olduğunu ve bütün eksikliklerden münezzeh olduğunu da ispatlıyordu. Şöyle ki; nasıl ki, bilgayr varlığa sahip olan yaratıkların varlığı, bizatihi varlık olan bir yaratıcının varlığını zorunlu kılıyorsa, onların bilgayr varlık kemaline sahip olmaları da, yaratıcının bizatihi o kemallere sahip olduğunun ve vaciplikle çelişen bütün eksikliklerden münezzeh olduğunun delilidir.

Sadr-ül Müteallihin "El-Mebde ve-l Mead" kitabında şöyle yazıyor: "Nasıl ki, varlığı verenin kendisi varlıktan yoksun olamazsa, herhangi bir kemali veren de, kendi zatında o kemalden yoksun olamaz. Zira bir kemali verenin alandan üstün olması zorunlu olmakla birlikte, bir şeyden yoksun olan onu veremez de.

O halde nasıl ki, varlık aleminde varlık açısından diğerlerinden müstağni olup bizatihi varlık olan bir varlığın olması zorunlu ise; -çünkü aksi taktirde bilgayr varlık olan hiçbir şey var olamaz- ilim, ihtiyar, kudret ve hayat gibi varlık kemalleri de böyledir. İlmin var olması için, bizatihi ilim olan ilmin, ihtiyarın var olması için, bizatihi ihtiyar olan ihtiyarın, kudretin var olması için, bizatihi kudret olan kudretin ve hayatın var olması için, bizatihi hayat olan hayatın var olması zorunludur. Çünkü aksi taktirde bunların hiç biri var olamaz." (147)

O halde her bilgayr ilim sahibinin üstünde bizatihi ilim sahibi olan, her bilgayr kudret sahibinin üstünde bizatihi kudret sahibi olan, her bilgayr görme kabiliyeti olanın üstünde bizatihi gören ve her bilgayr duyma kabiliyeti olanın üstünde bizatihi duyan biri elbette ki vardır.

Sonra hem Vacib-ül Vücud'un tevhidi bölümünde ispatladığımız, Vacib-ül Vücud'un tek olduğu ilkesi gereğince, hem de Vacib-ül Vücud'un sıfatlarından bahsettiğimiz bu bölümde ispatlayacağımız Vacib-ül Vücud'un sıfatlarının zatından ayrı olmasının muhal olduğu ilkesi gereğince, bu kemal sıfatlarının Vacib-ül Vücud'un zatıyla bir olması gerekmektedir.

Ünlü Türk filozofu Farabi'nin söylediği gibi; "Vacib-ül Vücut Hak Teala, baştan başa varlık, baştan başa ilim, baştan başa vücup, baştan başa kudret, baştan başa hayat, kısacası baştan başa bütün kemallerin özüdür ve O'nun sahip olmayacağı bir kemalin farz edilmesi imkansızdır."(148)

Çünkü aksi taktirde, ya Vacib-ül Vücud'un kemalden yoksun olması veya müteaddit olması, ya da zatının bileşim olması söz konusu olar ki bu, hem Vacib-ül Vücut olmakla çelişmektedir, hem de tevhid delilleri bunu reddetmektedir.

Demek ki, Vacib-ül Vücut Hak Teala bütün kemal sıfatlarına sahip olmakla birlikte, bütün eksikliklerden de münezzehtir.

İslam bilginleri, Cenab-ı Hakk'ın vasıflandığı, ilim ve kudret gibi, pozitif anlam ifade eden kemali sıfatlara "Sıfat-ı Sübuti", münezzeh olduğu, acizlik ve cahillik gibi, negatif anlam ifade edip eksikliği çağrıştıran sıfatlara da "Sıfat-ı Selbi" ismini vermişlerdir.

O halde Sıfat-ı Sübuti Cenab-ı Hak'ta olan kemal sıfatlara işaret etmekte, Sıfat-ı Selbi ise, Hak Teala'da bulunmaması gereken, eksikliği çağrıştıran sıfatlara işaret etmektedir.

İslam bilginleri, Sübuti Sıfatlar'ın Cenab-ı Hak'ta bulunan güzelliklere işaret etmelerini, Selbi Sıfatlar'ın ise, Cenab-ı Hakk'ın vasıflanmaktan yüce ve münezzeh olduğu eksikliklere işaret etmelerini nazara alarak, Sübuti Sıfatlar'a Cemal Sıfatları, (Güzellik sıfatları) Selbi Sıfatlar'a da Celal Sıfatları (Yücelik sıfatları) ismini de vermişlerdir. Gerçekte İslam bilginleri bu iki ıstılahı Cenab-ı Hak'ın kendisinden almışlardır. Zira Cenab-ı Hak kendini celal ve ikram sahibi olarak nitelemiştir. (149) Böylece Cenab-ı Hak celal sıfatıyla kendisinin bütün eksikliklerden münezzeh olduğuna ve ikram sıfatıyla da kendisinin bütün kemallerle vasıflandığına işaret etmiştir.

Sonra Allah Teala'nın Selbi sıfatları da gerçekte Sübuti sıfatlara dönmektedir. Zira Selbi sıfatlar negatif anlamı ifade ediyorlar. Negatif anlamın olmadığını söylemek, gerçekte onun karşıtı olan pozitif anlamı ispat etmek demektir. Meselâ, "Allah bilgisiz ve aciz değildir" dediğimizde, bunun anlamı Allah'ın alim ve kadir oluşudur. Yoksa Selbi sıfatlar Hak Teala'nın kemal sıfatları dışında kalan başka sıfatlara sahip olduğuna işaret etmemektedir.

Her ne kadar İslam kelamcıları, Allah Teala'nın Sübuti Sıfatları'ndan bahsederken genellikle ilim, kudret, hayat, duymak, görmek, irade, tekellüm ve gani olmak gibi, sekiz ana sıfattan bahsetmeyi ve Selbi Sıfatları'ndan bahsederken de, Allah Teala'nın, cisim, cevher, ilinek, bileşim olmadığı, görülmez olduğu, bir mekanda ve başka bir şeyde kaim olmadığı gibi yedi ana sıfat üzerinde durmayı bir gelenek haline getirmişlerse de, açıktır ki bu, Allah Teala'nın Sübuti ve Selbi sıfatlarının bu zikredilenlerle sınırlı olduğu anlamına gelmemektedir. Zira varlık alemindeki bütün kemallerin menşei olan Hak Teala'nın hiçbir kemalden yoksun olmaması ve vacib-ül vücutlukla çelişen bütün eksikliklerden ise, münezzeh olması gerekmektedir. O halde, ne Cenab-ı Hakk'ın kemali sıfatlarını belli sıfatlarla sınırlandırmak mümkündür, ne de selbi sıfatlarını.

Sonra İslam bilginleri, Tek Teala'nın Sübuti sıfatlarını çeşitli açılardan bölmelere tabi tutmuşlardır. Onlardan en önemlisi, Sübuti Sıfatlar'ın Zati Sıfatlar ve Fiili Sıfatlar olarak iki kısma bölünmesidir.

Zatı Sıfatlar

Zati sıfatlar; Allah'ı, zatının dışında bir şeyi göz önüne almadan nitelendirdiğimiz sıfatlardır.

Başka bir deyişle; Allah'ı onlarla nitelemek için, yalnızca Allah'ın kendi zatını mülâhaza etmenin yeterli olup, Allah'ın zatı dışında hiçbir şeyi, nazara almaya bir gerek olmayan sıfatlara Zati Sıfatlar denir. Hayat, kudret ve ilim bu kabil sıfatlardandır. Eğer varlık aleminde Allah'ın kendisinden başka, hiçbir şey var olmaz ve sadece kendisi var olsaydı bile, O'na hayat, kudret ve ilim sıfatlarını isnat edip, "Allah Hayy'dır, Kadir'dir ve Alim'dir" denilebilirdi.

Fiili Sıfatlar

Fiili Sıfatlar, Allah'ın zatının dışında bir şey göz önüne alınmadan Yüce Allah'ın nitelenemediği sıfatlara denir. Öyleyse, Allah'ı fiili sıfatlarla nitelendirmek için, sadece Yüce Allah'ın zatının göz önünde bulundurmak yeterli olmayıp, Zatı'nın dışında bir şeyin de olması ve onun zatla olan irtibatı da göz önünde bulundurulmalıdır.

Meselâ, eğer hiçbir şey yaratılmamış olsaydı, Allah "Yaratıcı" sıfatıyla nitelenmezdi. Eğer yaratıklardan hiçbiri Allah tarafından gönderilen bir ilahi vazifeyle mükellef olmasaydı, Allah'a Şeriat Sahibi denmezdi. Kullardan hiçbiri Allah'a karşı günah işlemeseydi, Allah'tan bağışlayan ve cezalandıran diye söz edilmezdi. Zira günahkar olmadığı taktirde bağışlanacak veya cezalandırılacak bir kimse olmadığından Allah Teala için böyle bir konum söz konusu olmazdı. Allah Teala'nın rızk verici, şefkat edici, merhamet edici, koruyucu, terbiye edici, hidayetçi ve saptırıcı olması gibi sıfatları da aynı konumdadır. Kısacası Allah Teala'nın yaratıklarla ilgili olan tüm sıfatları aynı hükme tabidir. Allah Teala'nın fiil makamından alınmakta olup tamamının mercii Allah Teala'nın Kayyum sıfatıdır.

O halde Allah Teala'nın Yaratıcı, Kanun Koyan, Bağışlayan, Cezalandıran, Rızk Veren vs. gibi, Allah Teala'nın fiil makamından çıkarılan sıfatlara Fiili Sıfatlar denmektedir.

Zatı Sıfatlar'la Fiili Sıfatlar Arasındaki Önemli Farklar

1-Fiili Sıfatlar, Zat'ın fiili açısından ve onunla mukayese edilmekle nitelendiği sıfatlardır. Yani bu sıfatlar Allah'ın fiil makamından alınır. Oysa Zati Sıfatlar bizzat Zat'ın kendisinden alınır.

2-Fiili Sıfatlar ispat ve men edilebilir. Yani belli bir durumda Yüce Allah için ispat edilip, diğer bir durumda men edilir. Başka bir deyimle Fiili Sıfatlar'dan her birini Allah için ispat ve men etmek mümkündür. Yüce Allah yeryüzünü yaratmadan önce "Yerin Yaratıcısı" değildi. Ama yaratıktan sonra O'na "Yeryüzünün Yaratıcısıdır" diyebiliriz.

Aynı şekilde Yüce Allah İslam'ın değerli peygamberini göndermeden önce "Kur'an'ı indiren" değildi. Hz. Peygamber'i gönderdikten ve ona Kur'an'ı nazil ettikten sonra "Kur'an'ı İndiren" vasfını almıştır.

Zati Sıfatlar'a gelince, onlar her zaman Allah'ın zatı için sabittir. Asla O'ndan men edilemez. Yüce Allah ezelden, sonsuza kadar bu sıfatlara sahip olup, onlarla nitelenir. Allah Teala her halükarda ve her zaman için Alim, Kadir ve Hayy'dır. Hiçbir hal ve hiçbir zaman Allah Teala'yı bunlardan yoksun bilmek olmaz.

Zati Sıfatlar'ın Zat'ın Özü Oluşu

Allah Teala'nın Zati Sıfatları'nın Allah Teala'nın Zatı'na nispetinin nasıl olduğu konusunda İslam bilginleri muhtelif görüşler ortaya atmışlardır. Bizim maksadımızın ihtisar oluşu, bu bahislere detaylı olarak burada yer vermemize müsaade etmiyor.

Ancak aziz dostların konu hakkında genel bir bilgiye sahip olmaları için, Tabatabai'nin konu hakkında yapmış olduğu özet açıklamasını aynen buraya aktarıyoruz.

Tabatabai şöyle yazıyor: "Zat dışında hiçbir şey nazara alınmaksızın bizzat Zat-i İlahi'nin kendisinden alınan zati sıfatlarından bahsedenler konu üzerinde çeşitli görüşler ortaya atmışlardır.

1- Bu sıfatlar, Zat-i İlahi'nin özü olmakla birlikte, varlık açısından da birbirlerinin aynıdır. Bu görüş İslam filozoflarına nispet verilmiştir.

2- Bu sıfatlar, Zat-i İlahi'nin dışında olan manalardır. Ancak Zat-i İlahi'nin kadim oluşuyla kadimdirler. Bu görüş Ehl-i Sünnet'in Eş'arî mezhebine nispet edilmiştir.

3- Bu sıfatlar, Zat-i İlahi dışında olup hadis sıfatlardır. Bu görüş Ehl-i Sünnet'in Keramiye mezhebine nispet edilmiştir.

4- Zat-i İlahi'nin bu sıfatlarla vasıflanmasının anlamı, Zat-i İlahi'nin fiillerinin bu sıfatlara sahip olan zatın fiilleri niteliğini taşımasıdır. Buna göre, Allah Teala'nın Alim olmasının anlamı, Zat-i İlahi'nin fiilinin, alim bir failin fiili gibi, ölçülü ve akli gaye sahibi olmasıdır. Allah Teala'nın kadir olmasının anlamı, Allah Teala'nın fiilinin kadir olan failin fiili gibi olmasıdır. O halde bu sıfatlar Zat-i İlahi'de yoktur. Ancak Allah Teala'nın zatı bu sıfatların yerini alıp onların görevini de yapmaktadır.

Onlardan bazıları da Allah Teala'nın bu sıfatlara sahip olmasının anlamı, bu sıfatların zıddını Zat-i İlahi'den reddetmek olduğu görüşünü ileri sürmüşlerdir. Buna göre, Allah Teala'ya hayat, ilim ve kudreti ispat etmenin anlamı, Allah Teala'dan ölüm, cahillik ve acizliği reddetmektir. Bu görüş Ehl-i Sünnet'ten Mutezile mezhebine nispet edilmiştir.

Ancak hak görüş birinci görüştür. Çünkü bütün yaratıkların vasıtasız, bir vasıta veya birkaç vasıtayla Vacib-ül Vücut bizatihi olan Cenab-ı Hakk'a vardığı ispatlanmıştır. Yani Cenab-ı Hak bizatihi onların nedenidir. Yine müsebbep de bulunan her varlık kemaline, o müsebbebin nedeni olan Cenab-ı Hakk'ın â'la ve yüce bir şekilde sahip olduğu da ispatlanmıştır. O halde Vacib-ül Vücut bizatihi olan Cenab-ı Hak varlık aleminde farz edilen bütün kemallere sahiptir. Ayrıca Cenab-ı Hak, içinde hiçbir yokluk karışımı olmayan soyut varlıktır. O halde O'nun herhangi bir kemalden yoksun olduğunu düşünmek imkansızdır.

Cenab-ı Hakk'ın, zatında hiçbir tekessür ve değişim olmayan soyut varlık olduğu ve hak tevhide sahip olduğu da ispatlandığına göre, O'nda olduğu farz edilen her varlık kemali hem O'nun zatının özü hem de birbirlerinin özü ve aynı olması gerekir. O halde Vacip Teala'nın sahip olduğu Zati Sıfatlar, her ne kadar kavram açısından ayrı kavramları ifade etseler de, varlık açısından ve objektif olarak hem Zat-i İlahi'nin hem de birbirlerinin aynıdırlar....

Eş'arî mezhebine nispet edilen ikinci görüşe gelince, onlar bu sıfatların; hayat, ilim, kudret, duyma, görme, irade ve kelam olmak üzere yedi sıfat olduğunu kaydetmiş, bunların Zat-i İlahi dışında olup, Zat-i İlahi'nin lazımı ve O'nun kadimliği ile kadim olduklarını belirtmişlerdir.

Bu görüş doğru değildir. Zira, eğer bu sıfatlar varlıklarında nedenden müstağni olup, bizatihi var olsalar, bundan zat ve yedi sıfat olmak üzere, sekiz vacip bizatihi varlığın olduğu ortaya çıkar. Oysa Vacip Bizatihi'nin tevhid burhan ve dilleri bunu reddedip muhal olduğunu ispatlamaktadır.

Eğer bu sıfatların varlık açısından nedene muhtaç oldukları ileri sürülürse, bu durumda ya bunların nedeni Zat-i İlahi olduğu söylenecektir. O halde Zat-i İlahi bunlardan önce olup onları var eden neden olacaktır. Oysa Zat-i İlahi'nin kendisinin bu sıfatlardan yoksun olduğu kabul edilmiştir. Bir kemalden yoksun olan bir şeyin onun nedeni olması ise muhaldir.

Yahut bu sıfatları Zat-i İlahi dışında olan bir nedenin var ettiği söylenecektir. O halde bu sıfatlar kendi zatlarında imkan sıfatına sahip olup başka bir neden sebebiyle bilgayr vaciplik kazanmaktadırlar. Her bilgayr vacip olanın da zorunlu olarak bizatihi vacip olan bir nedene ulaşması gerekmektedir. Farza göre, bu bizatihi vacip olan neden, bizzat bu sıfatlarla vasıflanan Hak Teala değildir. Çünkü Hak Teala'nın başkası tarafından icat edilen bu sıfatlarla vasıflanacağı farz edilmiştir. Bundan ise, vacip bizatihi olan varlığın birden fazla olması lazım gelir. (Biri Vacip Bizatihi olan Hak Teala, diğeri ise Hak Teala'nın vasıflarını icat ettiği farz edilen ikinci vacip bizatihi olan varlık) Oysa, Vacip Bizatihi'nin tevhid burhanları bunu ret ve batıl etmektedir.

Sonra bu farza göre, Vacip Bizatihi olan Hak Teala'nın kemal sıfatlarıyla vasıflanmasında başka bir varlığa muhtaç olduğu ortaya çıkmaktadır. Oysa, başka birine muhtaç olmak, nasıl farz edilirse edilsin vacip bizatihilikle çelişmektedir.

Ayrıca bu görüşe göre Vacip Bizatihi olan Hak Teala'nın zat boyutunda kemal sıfatlarından yoksun olduğu sonucu doğmaktadır. Oysa biz, Vacip Bizatihi olan Hak Teala'nın hiçbir varlık kemalinden yoksun olmayan soyut varlık olduğunu daha önce ispatlamıştık.

Keramiye mezhebine isnat edilen, Zati Sıfatlar'ın Zat-i İlahi'nin dışında olup, hadis olduklarına dair üçüncü görüşe gelince, bunun da doğru bir görüş olmadığı ortadadır. Zira, bu görüşe göre, bu sıfatların imkan vasfına sahip olup nedene muhtaç olmaları ortaya çıkar. Bu durumda eğer bunları var eden neden, Zat-i İlahi'nin kendisi olursa, bundan Zat-i İlahi'nin kendisinin yoksun olduğu kemali kendine vermesi çıkar ki, bunun batıl olduğu ispatlandı. Ya da bunları var eden neden Zatı İlahi dışında olan bir sebep olacaktır. Bundan da Zat-i İlahi'nin sıfat açısından imkan özelliğine sahip olması ve bir kısım varlık kemallerinden yoksun olması sonucu çıkar ki, bunun da batıl olduğu ispatlanmıştır.

Mutezile mezhebine isnat edilen, Zat-i İlahi'nin zatının sıfatların yerinde olup sıfatların işini gördüğü görüşüne gelince, bunun da batıl görüş olduğu açıktır. Zira bu görüşe göre, Zat-i İlahi'nin kemal sıfatlarından yoksun olması gerekir. Oysa bütün kemali var eden O'dur. O halde bu görüş de batıl bir görüştür.

O halde Zat ve sıfatlar objektif olarak bir olmakla birlikte kavram açısından birbirlerinden farklıdırlar." (150)

Elbette Ehl-i Beyt ulemasının savunduğu bu görüşün temelinde Ehl-i Beyt imamlarının nurlu açıklamaları yatmaktadır. Ehl-i Beyt'in nurlu taliminden yoksun olanlar ise, görüldüğü üzere bazıları sıfat konusunda şirke düşerken, diğerleri de Zat-i İlahi'yi yaratıklarında bulunan kemallerden yoksun görme cehaletine düşmüşler.

Hüseyin bin Halid diyor; Hz. İmam Rıza (a.s)'ın: "Allah Tebareke ve Teala ezeli olarak, alim, kadir, hayy, kadim, gören ve duyandır" buyurduğunu duydum. Ben İmam'a: "Ey Resulullah'ın oğlu! Bazıları; Allah Azze ve Celle'nin ilim ile alim, kudret ile kadir, hayat ile hayy, kulak ile duyan ve gözle gören olduğunu söylüyorlar" dedim. Bunun üzerine Hazret: "Kim böyle şey der ve ona inanırsa, Allah ile birlikte ayrı bir ilah edinmiş olur. Bizim velayetimizi de kabul etmemiştir. Allah azze ve Celle bizatihi ezeli olarak alim, kadir, hayy, kadim ve görendir. Allah Teala müşriklerin ve müşebbihenin söylediklerinden çok yücedir." (151)

Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Hiçbir bilinen olmadan ezeli olarak ilim Rabbimiz Allah Azze ve Celle'nin zatı idi. Hiçbir duyulan olmadan duyma O'nun zatı idi. Hiçbir görülen olmadan görme O'nun zatı idi. Hiçbir kudretin taalluk bulduğu varlık olmadan kudret O'nun zatı idi. Eşyayı icat edip, bilinen var olunca ilmi bilinenlere, duyması duyulanlara, görmesi görülenlere ve kudreti kudret dahiline girenlere taalluk buldu..." (152)

Hişam bin Hakem diyor; bir zındık Hz. İmam Sadık (a.s)'a: "Allah'ın duyan ve gören olduğunu mu söylüyorsun?" deyince, Hazret şöyle buyurdu: "Allah duyan ve görendir. O bir organ olmadan duyandır. O bir alet olmadan görendir. O kendi zatıyla duyar ve kendi zatıyla görür. Benim; "O kendi zatıyla duyar" sözümün anlamı, O'nun kendi başka bir şey, zatının da başka bir şey olduğu değildir. Ben soru sorulan bir kişi olarak bu ibareyi kullanmakla, soru soran bir kişi olarak konuyu sana anlatmak istiyorum. Ben; O bütünüyle duymaktadır" diyorum. Benim, O'nun bütünüyle duyduğu sözüm de, O'nun parçası olan bütün olduğu anlamına gelmemektedir. Ben konuyu sana anlatmak için bu tabiri kullanıyorum. Ben O'nun zat ve sıfatlarında bir ihtilaf olmaksızın duyan, gören, bilen ve her şeyden haberi olan olduğunu anlatmak istiyorum."(153)

Biz burada Allah Teala'nın Sübuti ve Selbi, Zati ve Fiili sıfatlarını, en azından ilgili kelam ve felsefe kitaplarında yer aldığı şekliyle genel hatlarıyla ele alarak teker teker üzerinde durma imkanına sahip değiliz. Böyle bir araştırma ciltlerce kitap yazılmasını iktiza eder. Biz Allah Teala'nın Sübuti sıfatlarından sadece bir kaçına özet olarak işaret etmekle bu konudaki bahsimizi bitirmeye çalışacağız.

İLİM

Yüce Allah her şeyden haberdardır. Hiçbir şey onun ilminden gizli ve kayıp değildir. Geçmişte olanları da bilir, gelecekte olacakları da, varlık aleminde ne varsa, küçükten-büyüğe hepsi Allah için aşikârdır. Her şeyi yaratan, bütün varlıkların muhtaç olduğu, Cenab-ı Allah'ın, kendi yaratıklarından haberdar olmaması hiç düşünülebilir mi?

Allah Teala şöyle buyuruyor: "Biliniz ki Allah, her şeyi bilir"(154)

"Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır."(155)

"O, göklerde ve yerde tek Allah'tır. Gizlinizi, açığınızı bilir. Ne kazanacağınızı da bilir.(156)

"Göklerde ve yerde olanları da bilir"(157)

"Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde, ne varsa bilir; O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır."(158)

KUDRET

Kudret Yüce Allah'ın Sübuti sıfatlarındandır. Kudret, öznenin fiili, istediği zaman yapıp, istemediği zaman da yapmamasına denir.

Öyleyse kadir; kendi isteğiyle bir işi, yapmayı veya terk etmeyi seçene denir. Şu halde ayakta durmaya mecbur olan oturmaya kadir değildir. Aynı şekilde, oturmak zorunda olan da ayakta durmaya kadir olamaz. Oturmak istediğinde oturan, ayakta durmak istediğinde ayakta duran kimse, bu iki işe kadir olur. Bundan da sadece irade ve ihtiyar sahibi failin, kadir olabileceği anlaşılmaktadır.

Yüce Allah, mutlak (koşulsuz) olarak kadirdir. Yani, istediği varlığı yaratır. Allah'ın mutlak surette kadir olması, O'nun her şeye hakim, kadir olduğunu ve mutlak bir saltanata sahip olduğu anlamını ifade eder.

Allah Teala şöyle buyuruyor: "Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'tandır. Allah'ın her şeye gücü yeter."(159)

"Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüceler- yücesidir ve O'nun her şeye gücü yeter."(160)

"Allah, yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Ferman bunlar arasından inip durmaktadır ki, böylece Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve her şeyi, ilmiyle kuşattığını bilesiniz."(161)

Allah Teala'nın Sonsuz Kudretine Yapılan İtiraz

Ancak bazıları Allah Teala'nın koşulsuz ve mutlak kudret sahibi olmasına bazı çocukça itirazlarda bulunmuşlardır. Meselâ, şöyle demişlerdir: Eğer Allah'ın kudreti sonsuz ise, acaba 2+2'yi 5 yapabilir mi? Acaba aynı anda tamamı, hem siyah hem de beyaz olan bir cismi veya kendisinin yok edemeyeceği bir varlığı, yahut kendisinin kaldıramayacağı bir taşı yaratabilir mi?

Eğer böyle bir varlığı yaratırsa, bu O'nun mutlak kudretiyle çelişecektir. Eğer yaratamazsa, yine O'nun koşulsuz kudretine zıt olacaktır. Sonuçta Allah koşulsuz kudrete sahibi değildir.

Cevap: Gerçekte bu gibi çocukça soru soranlar, ne Cenab-ı Hakk'ın Vacip Bizatihi olmasını, ne Vacip Bizatihi olan varlığın bütün kemallere sahip olduğunu, ne de yaratmak kavramının ne anlam ifade ettiğini ve yaratık ile yaratan arasındaki nispetin ne olduğunu kavramamışlardır. Ancak şimdilik biz bu konulara giremeyiz. Burada bu basit sorulara sadece basit bir cevap vermekle yetineceğiz.

Şöyle ki, farz edilen bir şeyin oluşmamasının nedeni –ne olursa olsun- bazen öznedeki (faildeki) zaaf yüzünden olur, bazen de o şeyin kendisindeki eksiklikten kaynaklanır. Yani söz konusu şeyin gerçekleşmesi imkansız olur. İşte bahis konusu edilen nesneler de bu kabildendir. Yani onların icat edilememesi, Yüce Allah'ın gücünün sınırlı oluşundan değil, o şeylerin gerçekleşmesi imkânsız olduğundan dolayıdır.

Bu ikisi arasında çok büyük fark vardır. Allah'ın her şeye gücünün yetmesinin ve istediği her şeyi yaratmasının anlamı, Allah Teala'nın varolması mümkün olan şeyleri yaratmasıdır. Öyleyse, zaten var olabilme kabiliyeti olmayan, imkânsız ve muhal olan şeyler baştan bizim mevzubahsimiz dışındadır.

Şu halde, 2+2 =5 olması imkânsızdır, dememiz daha doğrudur. Allah, onların toplamını beş yapamaz demek ise yanlıştır. Veya bir cisim baştan başa hem beyaz, hem de siyah olamaz, dememiz gerekir. Eğer bir kimse, marangoza: "Sudan sandalye yap!" derse, ona olumsuz cevap veririz. Bu marangozun sandalye yapmasını bilmediğinden, yapmaya kudretinin olmadığından dolayı değil, suyun sandalye olma kabiliyeti olmadığından dolayıdır.

Sonuç olarak, bu gibi şeylerin gerçekleşmesi, Yüce Allah'ın gücünün sınırlı olduğundan değil, o işlerin oluşma kabiliyetleri olmadığındandır.

HAYAT

Hayat kelimesi yaşam anlamını ifade eder. Hayata sahip olan bir şeye yaşayan varlık denir. Hayat iki anlamda kullanılır:

1-Bir şeyin gelişip büyümesi, beslenip çoğalması durumudur. Hayat bu anlamda bitki ve hayvanları da kapsayıp, eksiklik ve ihtiyacı gerektirir. Zira, gelişip büyümek, büyüyen varlığın başlangıçta kemâle sahip olmadığını, dış etkenler sonucu onda değişiklikler oluşarak yavaş yavaş sonradan kazanılan bir kemâle ulaşmasını gerektirir.

2-Bir şeyin bilinçli olup kendi istek ve ihtiyarıyla iş yapması durumudur. Hayatın bu anlamı kemâli bir kavramdır. İşte bu anlamdaki hayat Allah'ın Sübuti sıfatları gurubuna girer.

Öyleyse, Allah konusunda hayatın anlamı, O'nun alim, bilen, kendi ihtiyarıyla işleri yapan, yaratan bir varlık olduğudur.

Allah Teala şöyle buyuruyor: "O daima diridir; O'ndan başka bir ilah yoktur. O halde dinde ihlaslı ve samimi kişiler olarak, O'na dua edin. Her türlü övgü alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur."(162)

"Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a, güvenip dayan. O'nu hamdı ile tespih et. Kullarının günahlarını O'nun bilmesi yeter.(163)

 

 

(147)- Esfar-ül Erbaa c. 6 s. 121

(148)- Bkz. Aynı kaynak

(149)- Rahman: 78

(150)- Nihayet-ül Hikmet s. 284, 285, 286

(151)- Tevhid-i Saduk s. 140

(152)- Tevhid-i Saduk s. 139

(153)- Tevhid-i Saduk s. 144, 145

(154)- Bakara: 231

(155)- Mülk: 14

(156)- En'am: 3

(157)- Al-i İmran: 29

(158)- En'am: 59

(159)- Al-i İmran: 189

(160)- Mülk: 1

(161)- Talak: 12

(162)- Mü'min: 65

(163)- Furkan: 58

 

back page