kIlIçlar hakkIndakİ sözü

Şiilerden biri, Emir-ül Mü'minin Ali aleyhi's-selâm'ın savaşları hakkında İmam'a soru sorduğunda şöyle buyurdu: Allah-u Teâla Hazret-i Muhammed salla'llâhu aleyhi ve alih'i beş kılıçla göndermiştir:

O kılıçlardan üç tanesi, kınından çıkmıştır ve savaş, ağırlığını at­madıkça (insanlar arasındaki savaş sona ermedikçe) kınlarına konulmayacaktır; savaş da, güneş batıdan doğmadıkça (Hz. Mehdi aleyhi's-selâm zuhur etmedikçe) sona ermeyecektir (yani mücadele ve cihad o güne kadar devam edip sürecektir). Ancak güneş batıdan doğunca artık bütün insanlar emniyet içerisinde ola­caktır. Artık o gün, "...önceden iman etmeyenin veya imanı varken hayır bir iş yap­mayanın imanı fayda etmez.[1]

Bir kılıç da, kınında hazır olan kılıçtır.

Diğeri ise, kınındadır; çıkarılması başkasıyla, hükmü ise bizim­ledir.

Kınından çıkmış olan üç kılıç şunlardır:

Birinci kılıç, Arap müşriklerinin üzerine çekilmiş olan kılıçtır. Allah (Azze ve Celle) buyuruyor ki: "Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin." "Eğer tövbe eder, (iman edip) namaz kılar ve zekât verirlerse artık onlar sizin din kardeşlerinizdir..."[2]

 Bu gruptan öldürülme veya iman etmekten başka bir şey kabul olun­maz. Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alihResulullah'in bıraktığı sünnet üzere, onların malları ganimet alınır, çocukları ise esir edilir. Zira Resulullah onlardan esir almış, (bazılarını) affetmiş ve (bazılarından da) fidye kabul etmiştir.

İkinci kılıç ise ehl-i zimmetin üzerine çekilmiş olan kılıçtır. Allah-u Teâla (bu konuda) şöyle buyurmuştur: "İnsanlara güzel söz söyleyin."[3] Bu ayet ehl-i zimmet hakkında inmişti; daha sonra diğer bir ayet inerek bu ayeti nesh etti: "Kendilerine kitap verilen­lerden, Allah ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini (İslam'ı) din edinmeyen­lerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın."[4]

Onlardan her kim İslam ülkesinde olursa cizye vermek veya öldürülmekten başka bir yolu yoktur. Onların malları ganimet, çocuk­ları ise esir alınır. Cizye vermeyi kabul ettiklerinde, onları esir almak haram, malları muhterem, onlarla evlenmek ise câiz olur. Ama onlar­dan her kim, dar-ül harbda olursa (müslümanlarla bir antlaşmaları olmayan küfür ülkesinde olursa), onları esir etmek, mallarını ganimet almak bize helaldır; onlarla evlenmek ise câiz değildir. Dar-ül İslam'a girerek cizye vermek veya öldürülmekten başka onlardan hiçbir şey kabul olunmaz.

Üçüncü kılıç ise Türk, Deylem[5] ve Hazar[6] müşrikleri gibi acem müşriklerinin üzerine çekilmiştir. Allah-u Teâla, Muhammed suresinin evvelinde, o kâfirlerin macerasını naklettikten sonra şöyle buyuruyor:

"(Kâfir olanlarla karşı karşıya geldiğiniz zaman) He­men boyunlarını vurun; sonunda onları iyice bozguna uğratıp, zafer kazanınca da artık (esirler için) bağı sımsıkı tutun. Bundan sonra ya bir lütuf olarak, ya da bir fidye (karşılığı, bırakın on­ları). Öyle ki savaş ağırlıklarını bıraksın (sona ersin.)"[7]

"Lütuf"dan maksat, esir aldıktan sonra onları serbest bırak­maktır. "Fidye"den maksat da onlarla müslümanların, aralarındaki savaş esirlerini, mübadeleyle serbest bırakmaları için yaptıkları antlaşmadır. İşte bunlar, o kimselerdir ki, öldürülmek ve İslam'ı kabul etmekten başka onlardan hiçbir şey kabul olunmaz ve dar-ül harbda oldukları müddetçe de onlarla evlenmek câiz değildir.

Kınında hazır olan kılıç ise bağilerin (yani, hak olan İmam’a karşı baş kaldıran kimselerin) üzerine çekilmiştir. Allah-u Teâla, buyuruyor ki:

"Mü'minlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa, hemen aralarını bulup düzeltin. Biri diğerine haksızlıkla saldırıda bu­lunacak olursa, artık haksızlıkla saldırıda bulunanla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın."[8]

Bu ayet indiğinde Resulullahsalla'llâhu aleyhi ve alih şöyle buyurdu: "Benim, Kur'ân'ın tenzili (zahirine amel etmek) üzere savaştığım gibi, sizlerden bazıları da benden sonra Kur'ân'ın te’vili üzere savaşacaktır." Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'e: "O kimdir? diye sorduklarında: "Ayakkabısını yamayandır." buyurdu­lar. Bu sözle Emir-ül Mü'minin aleyhi's-selâm'ı kasdediyordu.. (Çünkü İmam Ali aleyhi's-selâm o anda ayakkabısını yamamakla meşguldü.)


Ammar ibn-i Yasir, (Sıffin savaşında) şöyle diyordu: "Ben bu bayrakla üç defa Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'le birlikte (düşmana karşı) savaştım; bu da dördüncüdür. Allah'a andol­sun ki eğer (Muâviye'nin ordusu), bizi "Hecere" (Bahreyn) hurmalıklarına kadar geri püskürtse, yine kendimizin hak, onların da batıl olduğunda şüphe etmeyiz."

Emir-ül Mü'minin Ali aleyhi's-selâm'ın, onların hakkındaki sireti (tavrı) Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in, Mekke'yi fethettiği gün, Mekke halkına olan tavrı ve sireti gibiydi; zira Hazret-i Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih onların çocuk­larını esir almadı ve: "Kim evine girip kapısını kapatır, silahını yere bırakırsa amandadır." buyurdu.

Nitekim Hz. Emir-ül Mü'minin Ali aleyhi's-selâm da Basra savaşında şu çağrıda bu­lundu: "Çocukları esir almayın, yaralıyı öldürmeyin ve firar edeni takip etmeyin. Kim evinin kapısını kapatır, silahını yere bırakırsa aman­dadır."

Kınında olan kılıç da, kısas hükmünün kendisiyle uygulandığı kılıçtır. Allah-u Teâla, buyuruyor ki: "Cana karşılık can ve göze karşılık da göz (kısas olunur.)"[9]

Bu kılıcı kınından çıkarmak maktullerin velileriyledir (kısas is­tedik­lerinde çıkarılır); hükmü ise bizimledir.

İşte bu kılıçlar, Allah-u Teâla'nın, Resulullahsalla'llâhu aleyhi ve alih'i onlarla gönderdiği kılıçlardır. Kim onların hepsini veya on­lar­dan birini veyahut onların sünnet ve ahkâmlarından bazılarını inkâr ederse, Allah-u Tebareke ve Teâla'nın, Peygamberi olan Muhammed salla'llâhu aleyhi ve alih‘e indirdiği şeye kâfir olur.

 



[1]- An'âm/158

[2]- Tevbe/5 ve 11.

[3]- Bakara/83.

[4]- Tevbe/30.

[5]- Deylem, İran'ın şimdiki Hazar denizinin güneyinde olan Gilan eyaletidir.

[6]- Hazar, Hazar denizi kıyısında ve Kafkas dağlarında yaşayan bir kavimdi.

[7]- Muhammed/4.

[8]- Hucurat/9.

[9]- Maide/45.