Hazret-İ İsa (a.s)’ın İncİlde ve dİğer yerlerdekİ öğütlerİ

Ne mutlu merhametli kimselere; onlar kıyamet günü rahmete nail olacak kimselerin ta kendileridir.

Ne mutlu halkı arasını ıslah eden (halkın arasını bulan) kimselere; onlar kıyamet günü Allah’ın dergâhına yakın olan kimselerdir.

Ne mutlu kalpleri temiz olan kimselere; onlar  kıyamet günü Allah’ın nimetlerine kavuşurlar.

Ne mutlu dünyada alçak gönüllü kimselere; onlar kıyamet günü padişahlık tahtlarına sahip olurlar.

Ne mutlu yoksullara; gök melekutu onlar içindir.

Ne mutlu mahzunlara; onlar sevinecek kimselerdir.

Ne mutlu Alalh korkusundan açlık ve susuzluk çeken kimselere; onlar doyurulacak olan kimselerdir.

Ne mutlu hayır amel yapan ve Allah’ın seçkinleri diye çağrılan kimselere.

Ne mutlu ruhları temiz olduğu için sövülen kimselere; gök melekutu onlar içindir.

Ne mutlu size; haset edildiğiniz, sövüldüğünüz ve hakkınızda her çeşit çirkin ve yalan söz  söylendiği zaman. O zaman neşeli ve sevinçli olun. Çünkü sevabınız gökte çoğalmıştır.

Yine buyurmuştur ki: Ey kötü kullar, halkı zan yüzünden kınıyorsunuz, fakat kendinizi yakin için kınamıyorsunuz. (Ey dünya kulları, sizde olmayan şeylerin hakkınızda söylenmesini ve parmakla gösterilmenizi seviyorsunuz.)

Ey dünya kulları, (zahit görünmeniz için) başınızı tıraş ediyorsunuz, gömleklerinizi kısaltıyorsunuz ve başlarınızı aşağı eğiyorsunuz. Ama kin ve hasedi kalbinizden çıkarmıyorsunuz.

Ey dünya kulları, siz, dışarısına bakanı şaşırtan, içerisinde ise günahlarla dolu ölülerin kemikleri bulunan sıvalı kabirlere benziyorsunuz.

Ey dünya kulları, siz halkı aydınlatan, kendisini ise yakan çıralara benziyorsunuz.

Ey İsrâiloğulları, dizleriniz üzere sürünmeye mecbur olsanız bile alimlerin meclisini izdihamla doldurun. Çünkü Allah-u Teâla sağanak yağmurla ölü toprağı dirilttiği gibi ölü kalpleri de hikmet ışığıyla diriltir.

Ey Beni İsrâil, az konuşmak büyük bir hikmettir. Öyleyse susun. Çünkü susmak güzel bir rahatlık olduğu gibi suçun azalmasına ve günahın da hafiflemesine sebep olur. İlim kapısını sağlamlaştırın. İlmin kapısı sabırdır. Allah boş yere gülen, edep ve eğitim için bir yararı olmayan şeye doğru yürüyen kimseye buğzeder. Sürüsünden gafil olmayan bir çoban gibi kendi raiyyetinden gafil olmayan valiyi de sever. Açıkta insanlardan utandığınız gibi gizlide de Allah’tan utanın. Bilin ki hikmetli söz mü’minin yitik malıdır. Öyleyse hikmetli sözler elden çıkmadan onları alın. Hikmetli sözlerin elden çıkması da ravilerinin gitmesi (ölmesi) iledir.

Ey ilim sahibi, alimlere ilimleri için hürmet et ve onlarla tartışmayı terket. Cahilleri cehaletlerinden dolayı hakir say, ama onları kovma; onları kendine yaklaştır ve bilmedikleri şeyleri onlara öğret.

Ey ilim sahibi, bil ki şükründen aciz kaldığın her nimet, ona karşı ceza göreceğin günah mesabesindedir.

Ey ilim sahibi, tövbesinden aciz kaldığın her günah cezalanacağın azap gibidir.

Ey ilim sahibi, ne zaman seni  saracağını  bilmediğin  gam  ve üzüntülerin, ansızın saldırısından önce onlara karşı hazırlıklı ol.

Hz. İsa aleyhi’s-selâm ashabına şöyle buyurdular: “Söyleyin bakalım, eğer bir kimse kardeşinin yanından geçtiğinde onun avret mahallinin açıldığını görürse acaba o açılmayan tarafını da açar mı, yoksa açılmış olan yeri örter mi?” Ashab: “Elbette onu örter” dediler. Hz. İsa: “Hayır, siz onun açılmayan tarafını da açarsınız” buyurdular. Ashap, Hz. İsa’nın sorusunun bir misal olduğunu anlayınca: “Ey Ruhullah, bunu açıklayın?” dediler. Hz. İsa: Bu, kardeşinin ayıbını görüp onu gizlemeyen bir kimsenin misalidir” buyurdular.

Hak olarak söylüyorum ki, öğrenmeniz için öğretiyorum; bencil olmanız için değil. Siz hoşlandıklarınızı terketmedikçe dileklerinize ulaşamazsınız ve sevmediğiniz şeylere karşı sabretmedikçe umduklarınızı elde edemezsiniz. Sakın (namehreme) bakmayın. Çünkü bu bakış, kalplere şehvet tohumu saçar ve bu da bakan kimseyi aldatmak için yeterli bir fitnedir. Ne mutlu bakışı kalbinde yer alan kalbi bakışında yer almayan kimseye. Halkın ayıplarına efendiler gibi değil, köleler gibi bakın. İnsanlar iki kısımdır: (Belalara) duçar olan ve afiyette olan. Çaresiz olana acıyın ve afiyete karşılık da Allah’a şükredin.

Ey İsrâiloğulları, Allah’tan utanmıyor musunuz? Suyu çerçöpten arıtmadıkça onu rahatlıkla içemiyorsunuz. Ama fil büyüklüğündeki haram maldan çekinmiyorsunuz. Tevrat’ta size söylenen şu sözleri duymamış mısınız? “Akrabalarınıza sıla-i rahimde bulunun, onlara iyilik yapın.” Ben de şöyle diyorum: İlişkisini kesenle ilişki kurun. Esirgeyene bağışta bulunun. Kötülük  yapana  iyilik edin. Sövene selam verin. Sizinle münaza edene insaflı davranın. Zülmedeni affedin; nitekim siz de kötülüklerinizin affedilmesini istiyorsunuz. Öyleyse Allah’ın sizi affetmesinden ibret alın. Güneşinin iyi ve kötülere ışık saçtığını, yağmurunun salih ve suçlulara yağdığını görmüyor musunuz? Eğer sizi sevenlerden başkasını sevmezseniz, iyilik edenlerden başkasına iyilikte bulunmaz ve bağışta bulunanlardan başkasına bağışta bulunmazsanız o zaman sizin diğer kimselere karşı ne üstünlüğünüz olabilir? Bu işi, fazilet ve aklı olmayan sefih kimseler de yapıyor. Ama Allah’ın dostu ve seçkin kulu olmak istiyorsanız, kötülük edene iyilik edin. Size zülmedenin suçundan geçin. Sizden yüz çevirene selam verin. Sözümü dinleyin. Vasiyetimi koruyun; alim ve fakih olmanız için tavsiyelerime riayet edin.

Hak olarak söylüyorum ki, kalpleriniz, hazinelerinizin olduğu yere yönelir; işte bunun içindir ki insanlar mallarını seviyor ve nefisleri onları arzuluyor. Öyleyse hazinelerinizi, güvenin yiyemeyeceği ve hırsızın çalamayacağı gökte biriktirin.

Hak olarak söylüyorum ki, bir kul iki efendiye hizmet edemez, zorunlu olarak birini diğerine tercih edecektir. İşte böylece siz hem Allah, hem de dünya sevgisine bir arada sahip olamazsınız.

Hak olarak söylüyorum ki, insanların en kötüsü, dünyayı ilmine tercih eden, onu seven, onu talep eden ve bu talebinde gayret gösteren alimdir. Öyle ki insanları şaşkınlıkta bırakmayı başarabilse onu da mutlaka yapar. Güneşin bu aydınlatan ışığı, kör adamın gören gözü olmadıktan sonra neye yarar? Böylece bu alimin de ilmi, onunla amel etmedikten sonra neye yarar? Ağaçların meyveleri ne kadar da çoktur. Fakat hepsi yararlı olmaz ve yenilmez. Alimler de çoktur; fakat hepsi ilminden yararlanamıyor. Yeryüzü ne kadar da geniştir, ama her yerinde sükûnet edilmemektedir. Konuşanlar da çoktur; fakat hepsinin sözleri tasdik edilmez. Öyleyse yünlü elbise giyip de hatalarını sahtekârlıkla gizlemek için başlarını  aşağıya eğen, kurdun bakışı gibi kaşları altından bakan ve sözleri amellerine ters düşen yalancı alimlerden kendinizi koruyun. Topalaktan (bir çeşit ağaç) üzüm ve Ebucehil karpuzunun dalından da incir toplamak mümkün müdür? Böylece yalancı alimin sözü de batıl ve yalandan başka bir eser bırakmaz. Her konuşan da doğru konuşmaz.

Hak olarak söylüyorum ki, ekin, yumuşak (ve düz) yerde biter, kayanın üzerinde değil. Böylece hikmet de mütevazı olan kimsenin kalbinde gelişir; serkeş ve kibirli kimsenin kalbinde değil. Bilmiyor musunuz ki, kim başını dik tutarsa tavan başını yarar; kim de başını aşağı eğerse onun gölgesinden yararlanır. Böylece kim Allah için tevazu etmezse Allah onu alçaltır; kim de Allah için tevazu ederse Allah onu yüceltir. Balın her tulumda salim kalmaması gibi hikmet de her kalpte gelişmez. Tulum delinmediği, kuruyup bozulmadığı müddetçe bal için bir kab  olabilir.  Böylece kalpler de, şehvetler onu delmediği, tamah onu kirletmediği ve nimet onu katılaştırmadığı sürece hikmet için bir yer olabilir.

Hak olarak söylüyorum ki, bir evde yangın çıkarsa o yangın evden eve sirayet ederek birçok evi yakar kül eder. Ama yangın çıkan ilk eve yetişilir ve o ev temelden tahrip edilirse o zaman ateş, yakacak bir yer bulamaz. İlk zalim de böyledir, önü alınırsa artık ondan sonra halkın kendisine uyacağı zalim bir imxam bulunmaz. Nitekim ateş, ilk evde odun ve tahta bulamazsa o zaman hiç bir şeyi yakmaz.

Hak olarak söylüyorum ki, kim bir yılanın, kardeşine  sokmak için onu hedef aldığını görüp de kardeşini ikaz etmez   yılan da onu öldürürse, onun ölümünde ortak olmaktan beri olamaz. Böylece kim de kardeşinin günah işlediğini görür de onu o günahın sonucundan korkutmaz ve o adamı günah sararsa, onun suçuna ortak olmaktan güven içerisinde olamaz. Kim bir zalimi zulmünden vazgeçirmeye gücü yeter de onu vazgeçirmezse o zulmü işleyen kimse gibi olur. Zalim nasıl korkar? Oysa ki sizin aranızda güven içinde yaşamaktadır. Nehyedilmiyor; itirazda bulunulmuyor ve önü alınmıyor. (Sizin bu gevşeklik ve sorumsuzluğunuzu gördükleri halde) neden zulümlerinden vazgeçsinler ve azmasınlar ki? Sizden herhangi birinizin: “Ben zülmetmiyorum, zülmetmek isteyen etsin” demesi ve zulmü görüp önünü almaması acaba yeterli midir? Eğer dediğiniz gibi olsaydı o zaman neden zalimlere azap indiğinde, onların yaptığı işi yapmadığınız halde sizler de onlarla beraber cezalandırılıyorsunuz?

Yazıklar olsun size ey kötü kullar, Allah’ın kıyamet gününün korkusundan size güvence vermesini nasıl ümit ediyorsunuz oysa ki siz Allah’a itaatte halktan korkuyorsunuz, O’na karşı itaatsizlik etmekle onlara itaat ediyorsunuz ve Allah’ın ahdine aykırı olarak halk ile olan ahitlerinizi yerine getiriyorsunuz.

Hak olarak söylüyorum ki, Allah-u Teâla, kulları rabb edinen kimseleri, kıyamet gününün korkusundan emin kılmaz.

Yazıklar olsun size ey kötü kullar! Hakir dünya ve geçici şehvetler için cennet mülkü hakkında kusur edip kıyamet gününün vahşetini unutuyor musunuz?

Yazıklar olsun size ey dünya kulları, zevale uğrayan nimet ve kısa bir hayat için Allah’tan kaçıyorsunuz ve O'na kavuşmaktan hoşlanmıyorsunuz. Allah’ın huzuruna çıkmaktan hoşlanmadığınız halde Allah sizi huzuruna kabul etmeyi nasıl sever?

Allah kendisiyle görüşmeyi seven kimse ile görüşmeyi sever ve kendisiyle görüşmekten hoşlanmayan kimseyle görüşmek istemez. Siz nasıl sadece kendinizi Allah’ın dostu sanıyorsunuz? Oysa ki siz ölümden kaçıyorsunuz ve dünyaya sarılıyorsunuz. Ölünün kafûrunun güzel kokusu ve kefeninin beyazlığı ona hiç bir yarar sağlamayıp hepsi toprak altında kalacağı gibi, nazarınızda güzel ve süslü görünen dünya güzellikleri de size fayda vermeyecektir; (çünkü) bunların hepsi zevale mahkumdur. Bedenlerinizin tertemiz ve renklerinizin de açık ve parlak olması size ne fayda sağlar? Oysa, ölüme doğru gidiyorsunuz, toprakta unutulup kalacaksınız ve kabrin karanlığına gömüleceksiniz.

Ey dünya kulları, yazıklar olsun size, güneş ışığı altındayken çerağ taşıyorsunuz; oysa ki güneşin ışığı size yeter. Karanlıkta ise çerağın ışığından yararlanmayı terkediyorsunuz, oysa ki çerağ bunun için yapılmıştır. Böylece ilim ışığından da dünya işleri için faydalanıyorsunuz. Oysa dünyadan size ulaşacak pay bellidir. Ama ahiret işlerinde ilimden faydalanmıyorsunuz; oysa size ilim bunun için verilmiştir. Ahiret haktır diyorsunuz; oysa ki siz dünyayı düzene koyuyorsunuz. Ölüm haktır diyorsunuz; oysa ki siz ondan kaçıyorsunuz. Allah duyuyor, görüyor diyorsunuz; ama amellerinizi yazmasından korkmuyorsunuz. Duyan bir kimse sizi nasıl tasdik eder? Bilmeyerek yalan söyleyen kimsenin, bilerek yalan söyleyen kimseden mezareti daha çoktur. Gerçi hiç bir yalana özür yoktur.

Hak olarak söylüyorum ki, binek binilmediğinde ve çalıştırılıp uysallaştırılmadığında inatlaşır ve huyu değişir. Böylece kalpler de ölümü anmakla yumuşatılmadığında ve sürekli yapılan ibadetlerle yorulup zahmete düşürülmediğinde sert ve katı olur. İçerisi karanlık ve ürkütücü olan bir evin damında lamba yakmanın faydası olmadığı gibi ilim ışığının ağızlarınızda olmasının,  kalplerinizin o ışıktan yoksun olduğu bir halde size bir faydası olmaz. Öyleyse karanlık evlerinize doğru koşup onları aydınlatın. Böylece katı kalplerinizi de, günahlar onları paslatmadan ve taştan daha sert bir hale getirmeden önce çabukça hikmetle yumuşatın. Ağır yükleri taşımaya yardımcı aramayan kişi, onları taşımaya nasıl güç yetirir. Allah’tan mağfiret dilemeyen kimsenin günahları nasıl dökülebilir? Elbisesini yıkamayan kimsenin elbisesi nasıl temiz olabilir? Günahları (tövbe ile) gidermeyen kimse onlardan nasıl kurtulabilir? Gemisiz denizden geçen kimse, boğulmaktan nasıl kurtulabilir? Çaba ve gayret göstererek çare yolu aramayan kimse, dünya fitnelerinden nasıl kurtulabilir? Kılavuzsuz yolculuk yapan kimse maksada nasıl ulaşabilir? Dinin nişanelerini görmeyen kimse, cennete nasıl gidebilir? Allah’a itaat etmeyen kimse, onun rızasına nasıl ulaşabilir? Aynaya bakmayan kimse, yüzünün ayıbını nasıl görebilir? Malından bir kısmını dostuna bağışlamayan kimse dostunun muhabbetine nasıl karşılık verebilir? Allah’ın verdiği rızıktan bir miktarını O’na borç vermeyen kimse, Rabbinin sevgisini nasıl kâmil kılabilir?

Hak olarak söylüyorum ki, bir geminin denizde gark olması denize bir noksanlık getirmediği ve ona bir zarar vermediği gibi sizin Allah’a karşı yaptığınız günahlar da O'na en küçük bir noksanlık ve en ufak bir zarar vermez. Aksine kendinize zarar verir ve kendinizi noksanlaştırırsınız. Güneşin ışığı, istifade edenlerin çok olmasıyla eksilmez. Canlılar onun ışığı vesilesiyle yaşayıp hayatlarını sürdürüyorlar. Allah-u Teâla’nın hazinesi de size çok bağışta bulunmak ve rızık vermekle eksilmez; insanlar O’nun rızkıyla yaşamaktalar. Allah, şükredenin rızkını çoğaltır. Şüphesiz O, şakir (şükrü kabul eden) ve alimdir.

Yazıklar olsun size, ey kötü işçiler, işinizin karşılığını alıyorsunuz, rızkı yiyorsunuz, elbiseyi giyiyorsunuz, evler yapıyorsunuz; fakat size iş verenin işini bozuyorsunuz. Çok geçmeden işin sahibi sizi isteyecek; bozduğunuz işe bakacak, sizi aşağılatıcı bir azaba uğratacak ve boyunlarınızın kökten kesilmesini, ellerinizin eklemlerinden ayrılmasını ve daha sonra bedenlerinizin yeryüzünde sürüklenmesini emredecektir. Sonra da bedenleriniz, takvalılara öğüt, zalimlere de ibret olsun diye yolun ortasında bırakılacaktır.

Ey kötü alimler yazıklar olsun size, ölümün şimdilik sizi yakalamadığından dolayı ertelendiğini sanmayın; ölüm o kadar yakın ki sanki ölüm ulaşıp sizi göç ettirmiştir bile. Öyleyse şimdiden, hak olan daveti kulaklarınıza yerleştirin; kendi halinize ve günahlarınıza ağlayın; gerekeni hazırlayın; hazırlığınızı yapın ve tövbe ederek Rabbinize doğru yönelin.

Hak olarak söylüyorum ki, hastanın acının şiddetinden dolayı, lezzetli bir yemeğin tadını alamaması gibi dünyaya sahip olan kimse de mal sevgisinden dolayı ibadetin tadını alamaz. Hasta adam, şifa verici ilaçların vasfını bir tabipten duymakla haz duyar; ama ilaçların acılığını hatırladığında ilaç kullanarak şifa bulma arzusu nazarında kararır; dünya ehli kimseler de dünyanın çeşitli güzelliklerinden tat alırlar, ama ölümün ansız saldırısını hatırlamaları onların yaşantılarını karartıp mahveder.

Hak olarak söylüyorum ki, bütün insanlar yıldızlara bakıyorlar, fakat yalnızca onların rotasını ve menzillerini tanıyan kimseler onlar vasıtasıyla (karanlık gecelerde) kendi yollarını bulabilirler; sizler de hikmet öğreniyorsunuz, ama yanlızca onunla amel eden kimseler hidayete kavuşabilirler.

Ey dünya kulları, yazıklar olsun size, buğdayın tadını almak, hoş ve hazımlı olması için onu (çerçöpten) temizleyip dövüyorsunuz. İmanın da tadını almak ve size fayda vermesi için onu halis etmeniz gerekir.

Hak olarak söylüyorum ki, eğer karanlık gecede katran yağıyla yanan bir çerağ bulursanız mutlaka onun ışığından yararlanırsınız; onun kötü kokusu sizi ondan yararlanmaktan menetmez. Böylece hikmeti de kimde bulursanız alın. Onun o hikmete rağbetsiz kalması onu almanıza engel olmasın.

Ey dünyaya tapanlar, yazıklar olsun size, sizler ne hekimler gibi düşünüyorsunuz, ne akıllılar gibi anlıyorsunuz, ne alimler gibi biliyorsunuz, ne kötülüklerden çekinen kullar gibisiniz ve ne de değerli hür kişilere benziyorsunuz. Çok geçmeden dünya sizi kökten kazıyacak ve sizi yüz üstü yere serecektir. Daha sonra günahlarınız, saçlarınızdan tutarak sizi sürükleyecek, (kendisiyle amel etmediğiniz) ilim de arkanızdan sizi itecek; çıplak, tek ve tenha olarak sizi, ceza veren sultana teslim edeceklerdir ve O, kötü amelleriniz karşılığında sizi cezalandıracaktır.

Yazıklar olsun size ey dünya kulları, acaba ilim vesilesiyle bütün mahlukata egemen olmadınız mı? (Ama) o ilmi uzağa atıp onunla amel etmediniz; dünyaya yöneldiniz; dünya için hükmediyorsunuz; onun için hazırlık görüyorsunuz; onu (ahirete) tercih ediyorsunuz; onu bayındır kılıyorsunuz; artık ne zamana kadar dünyaya yöneleceksiniz? Allah’ın sizin vücudunuzda hiç payı yok mudur?

Hak olarak söylüyorum ki, sevdiğiniz şeyleri terketmedikçe ahirette şeref kazanamazsınız. Tövbe etmek için yarını beklemeyin. Çünkü yarının önünde bir gece ve bir  gündüz vardır; bu  arada Allah’ın kaza ve kaderi caridir (geçerlidir).

Hak olarak söylüyorum ki, küçük günahlar Şeytan’ın tuzaklarındandır. Onları sizin nazarınızda pek küçük gösteriyor; derken o günahlar toplanıp çoğalır ve sizi kuşatıverir.

Hak olarak söylüyorum ki, yalanla methetmek ve din hususunda kendini övmek, bilinen bütün şerlerin başı olduğu gibi dünya sevgisi de her hatanın kaynağıdır.

Hak olarak söylüyorum ki,  ahiret  şerefine ulaşmak ve dünya olaylarına karşı kendini koruyabilmek için her zaman kılınan namazdan daha iyi hiçbir şey yoktur ve hiçbir şey namaz gibi insanı Allah’a yaklaştıramaz; öyleyse sürekli olarak namaz kılın; namaz, insanı Allah’a yakınlaştıran her salih amelden Allah’a daha yakın ve O'nun katında her şeyden daha sevimlidir.

Hak olarak söylüyorum ki, sözle, eylemle veya kinle intikam almayan mazlumun her ameli göklerde (melekut aleminde) çok büyüktür. Sizlerden hanginiz, ismi karanlık olan bir nur veya ismi nur olan bir karanlık görmüştür? Böylece hiç bir kul da mü’min olduğu halde kâfir, ahirete rağbet ettiği halde de dünyayı tercih eden olamaz. Acaba arpa eken buğday, buğday eken de arpa biçer mi? Böylece her kul, dünyada ektiği şeyi ahirette biçer ve yaptığı her amelin karşılığını orada görür.

Hak olarak söylüyorum ki, insanlar hikmet konusunda iki kısımdır: Bir kısmı onu sözüyle sağlamlaştırır,  kötü ameliyle zayi eder; diğeri ise sözüyle sağlamlaştırır, ameliyle tasdik eder; bunların arasında oldukça fark vardır. Öyleyse ilmiyle amel eden alimlere ne mutlu ve ilmiyle amel etmeyip de sadece dilde alim olanlara da yazıklar olsun.

Hak olarak söylüyorum ki, kim ekinini, sürekli her tarafı saran zararlı otlardan temizlemezse, zararlı otlar o ekini yok eder. Kim de dünya sevgisini kalbinden çıkarmazsa bu sevgi onu öyle sarar ki artık ahiret muhabbetinin tadını alamaz.

Ey dünya kulları, yazıklar olsun size, Rabbinizin camilerini bedenlerinize zindan edinin (sürekli camilerde bulunun), kalplerinizi takva evleri yapın ve onları şehvetlere mesken kılmayın.

Hak olarak söylüyorum ki, belaya daha çok tahammülsüz olanınız, dünyayı daha çok seveninizdir. Belaya karşı daha çok sabırlı olanınız da dünyada daha zahid olanınızdır.

Ey kötü alimler, yazıklar olsun size, siz Allah’ın dirilttiği ölüler değil miydiniz? Sizi dirilttiğinde tekrar öldünüz. Yazıklar olsun size, siz Allah’ın ilim öğrettiği cahiller değil miydiniz? Size ilim öğrettiğinde onu unuttunuz. Yazıklar olsun size, siz Allah’ın fakih kıldığı bilgisizler değil miydiniz? Sizi fakih kıldığında cahil oldunuz. Yazıklar olsun size, siz Allah’ın hidayet ettiği sapıklar değil miydiniz? Sizi hidayet ettiğinde tekrar sapıklığa düştünüz. Yazıklar olsun size, siz Allah’ın görme kudreti verdiği körler değil miydiniz? Size görme kudreti verdiğinde tekrar kör oldunuz. Yazıklar olsun size, siz Allah’ın duyma gücü verdiği sağırlar değil miydiniz? Size duyma gücü verdiğinde tekrar sağır oldunuz. Yazıklar olsun size, siz Allah’ın konuşma gücü verdiği dilsizler değil miydiniz? Size konuşma gücü verdiğinde tekrar dilsiz oldunuz. Yazıklar olsun size, siz (Allah’tan) zafer dilemiyor muydunuz? Size zafer nasip ettiğinde tekrar geriye döndünüz. Yazıklar olsun size, siz Allah’ın aziz kıldığı zeliller değil miydiniz? Aziz olduğunuzda, tecavüz ve isyan ettiniz. Yazıklar  olsun  size, siz Allah’ın yardım ettiği ve düşmanların saldırısından korkan yeryüzündeki mustaz’aflar değil miydiniz? Size yardım ettiğinde kibirlendiniz, zulüm ve isyan ettiniz. Öyleyse kıyamet gününün zilletinden dolayı size yazıklar olsun; o gün, sizi nasıl da hakir edecektir.

Ey kötü alimler, yazıklar olsun size, siz mülhitlerin amelini yapıyor, varislerin (cennet ehlinin) arzularını arzuluyor ve ateşe atılmayacağına dair güvencesi olan kimse gibi huzur buluyorsunuz. Halbuki Allah’ın işi, sizin dileğinize uygun değildir. Sizler ölüm için türüyor, harap olmak için yapıyor, bayındır kılıyor ve varisler için de toplayıp hazırlıyorsunuz.

Hak olarak söylüyorum ki,  “Musa aleyhi’s-selâm size Allah’a yalan yere yemin etmeyin” diye emrediyordu; ben de: “Allah’a ne yalan ve ne de doğru olarak yemin etmeyin fakat hayır veya evet deyin” diyorum. Ey İsrâiloğulları, çöl baklagilleri ve arpa ekmeği yeyin; buğday ekmeğinden sakının. Çünkü ben onun şükrünü yerine getirememenizden korkuyorum.

Hak olarak söylüyorum ki, insanların bazıları sıhhatli, bazıları da belaya düçardır; öyleyse Allah’a, verdiği sıhhat işin şükredin ve belaya uğrayanlara acıyın.

Hak olarak söylüyorum ki, söylediğiniz her çirkin kelimenin cevabını kıyamet gününde alacaksınız.

Ey kötü kullar, kim kurbanlığı boğazlamaya hazırlandığında kardeşinin kendisine öfkelendiğini anlarsa, kurbanlığı bırakmalı, gidip kardeşini memnun etmeli ve daha sonra dönüp kurbanlığı boğazlamalıdır.

Ey kötü kullar, herhangi birinizin  gömleği alınırsa, abasını da onunla beraber versin. Herhangi birinizin sağ yüzüne tokat atılırsa, sol yüzünü de çevirsin. Herhangi birisi size zorla bir mil (üç  fersah) mesafeti miktarınca  yük  yükletip  çalıştırırsa,  bir   mil   daha   onunla beraber gitsin.[1]

Hak olarak söylüyorum ki, dışı sağlam, içi ise bozuk olan beden neye yarar ki? Kalpleriniz bozuk olduğu halde bedenleriniz ne kadar hoşunuza gitse de hiçbir faydası olmaz. Kalpleriniz kirli olduğu halde bedenlerinizi temizlemeniz ne yarar sağlar ki?

Hak olarak söylüyorum ki, yumuşak unu geçiren ve kepeği  tutan elek gibi olmayın. Böylece siz, hikmeti ağzınızdan çıkarıyorsunuz, ama kin kalbinizde baki kalıyor.

Hak olarak söylüyorum ki, ilk önce şerri terkedin, daha sonra fayda vermesi için hayrı talep edin. Hayırla şerri bir araya topladığınızda, hayrın size bir yararı olmaz.

Hak olarak söylüyorum ki, nehire dalanın elbisesi ne kadar çaba gösterirse göstersin mutlaka ıslanır. Böylece dünyayı seven kimse de günahlardan kurtulamaz.

Hak olarak söylüyorum ki, ne mutlu gece uyumayıp ibadetle meşgul olanlara; onlar ebedi bir nura sahip olan kimselerdir. Çünkü onlar gecenin karanlıklarında ibadetgâhda ibadet için ayağa kalkıyorlar ve Rablerine yarının (kıyamet gününün) zorluğundan kendilerini kurtarması için yalvarıp yakarıyorlar.

Hak olarak söylüyorum ki, dünya bir tarla olarak yaratılmıştır, kullar orada tatlı, acı, şer ve hayır ekerler; iyi ekinin hesap günü yararlı bir neticesi olur, şer ekinin de biçme günü zorluk ve meşakkati olur.

Hak olarak söylüyorum ki, hekim, cahil ile, cahil de heva ve hevesiyle denenir. Ağzınızdan câiz olmayan çirkin sözlerin çıkmaması için onu mühürlemenizi tavsiye ediyorum.

Hak olarak söylüyorum ki, sevmediğiniz şeylere sabretmedikçe umduğunuza ulaşamazsınız; hoşlandığınız şeyleri terketmedikçe de dilediğiniz şeylere erişemezsiniz.

Hak olarak söylüyorum ki, ey dünya kulları, dünya isteklerini azaltmayan, rağbetini ondan kesmeyen kimse ahireti nasıl idrak edebilir?

Hak olarak söylüyorum ki, ey dünya kulları, sizler ne dünyayı seviyorsunuz ve ne de ahireti. Eğer dünyayı sevseydiniz ona ulaşmaya vesile olan işe değer verirdiniz ve ahireti sevseydiniz onu ümit eden kimselerin amelini yapardınız.

Hak olarak söylüyorum ki, ey dünya kulları, sizlerden bazıları arkadaşından zan üzerine nefret ediyor, fakat kendi nefsinden yakin üzerine nefret etmiyor.

Hak olarak söylüyorum ki, sizlerden bazıları, bazı ayıpları söylendiğinde kızıyor, oysa onlar bir gerçektir. Ama kendisinde olmayan bir şeyle medhedildiğinde ise seviniyor.

Hak olarak söylüyorum ki, şeytanların ruhları, kalplerinizde yaşadıkları gibi hiçbir yerde uzun süre yaşamamışlardır. Allah, dünyayı ahiret için çalışmanızdan dolayı size vermiştir; sizi ahiretten alıkoyması için değil. Allah dünyayı ibadetinize yardımcı olması için size yayıp açmıştır; günah işlemenize yardımcı olması için değil. Dünyada kendisine itaat etmeyi size emretmiştir, isyan etmeyi değil; onu size helâle ulaşma vesilesi kılmıştır, harama değil. Onu birbirinizle ilişki kurmanız için yaymıştır, ilişkiyi kesmeniz için değil.

Hak olarak söylüyorum ki, sevaba ulaşmayı herkes arzu eder, ama yalnız amel eden kimse ona ulaşır.

Hak olarak söylüyorum ki, ağacın, güzel meyvesi olmadıkça kâmil olmayacağı gibi din de günahlardan kaçınmadıkça kemâla erişmez.

Hak olarak söylüyorum ki, ziraat, ancak toprak ve suyla hasıl olur; iman da ancak ilim ve amelle doğrulur.

Hak olarak söylüyorum ki, suyun ateşi söndürdüğü gibi hilim de gazabı söndürür.

Hak olarak söylüyorum ki, suyla ateş bir kapta toplanamadığı  gibi fıkıh ve körlük de bir kalpte toplanmaz.

Hak olarak söylüyorum ki, bulutsuz yağmur yağmaz; temiz bir kalp olmadıkça da Allah’ın rızası olan bir iş yapılmaz.

Hak olarak söylüyorum ki, her şey aydınlığını güneşten aldığı gibi, kalp de hikmetle nur kazanır. Takva da her hikmetin başıdır. Hak her hayrın kapısıdır; Allah’ın rahmeti de her hakkın kapısıdır; bu kapıların anahtarı da dua, yalvarıp yakarmak ve amel etmektir. Anahtar olmaksızın kapı nasıl açılabilir?

Hak olarak söylüyorum ki, hekim bir adam sevmediği bir ağacı ekmez ve sevmediği bir ata binmez; mü’min bir alim de Rabbinin sevmediği bir işi yapmaz.

Hak olarak söylüyorum ki, saykal, kılıcı düzeltip cilaladığı gibi hikmet de kalbi cilalar, aydınlatır. Hikmet hekimin kalbinde, ölü topraktaki su gibidir; suyun, ölü toprağı diriltmesi gibi hikmet de kalbi diriltir. Hikmet hekimin kalbinde, karanlıktaki bir ışığa benzer ki hekim onun ışığıyla halk arasında yürür.


Hak olarak söylüyorum ki, dağların tepesinden taş taşımak, sözünü anlamayan  kimseyle  konuşmaktan  daha  iyidir; (böyle bir adam) taşı, yumuşaması için suya koyan veya ölüler için yemek yapan kimseye benzer. Ne mutlu gereksiz sözlerinin önünü, Rabbinin gazabına sebep olacağı korkusuyla alan, anlayacağı sözden başka bir şey söylemeyen ve ameli kendisine belirlenmeyinceye kadar da hiç kimsenin sözüne gıpta etmeyen kişiye. Ne mutlu bilmediğini alimlerden öğrenen ve öğrendiğini de cahillere öğreten kimseye. Ne mutlu, alimlere ilimlerinden dolayı saygı gösteren, onlarla tartışmayan, cahilleri cehaletlerinden dolayı küçük gören, fakat onları kendisinden kovmayan, onları kendi yanına çağıran ve bilmedikleri şeyleri onlara öğreten kimseye.

Hak  olarak  söylüyorum ki,  ey  Havariler,  bugün siz, halk arasında ölülerin arasındaki diriler gibisiniz; öyleyse (bu) dirilerin ölümüyle ölmeyin.

Yine Hz. İsa aleyhi’s-selâm, Allah-u Tebareke ve Teâla’nın şöyle buyurduğunu söylemiştir: Mü’min kulum, dünyayı kendisinden aldığımda mahzun oluyor; halbuki bu durumda bana her zamankinden daha sevimli ve daha yakındır. Dünyada, ona bolluk ve genişlik verdiğimde ise seviniyor; halbuki bu durumda benim indimde her zamankinden daha kötüdür ve bu durumda benden daha uzaktır.

Alemlerin Rabbi Allah’a hamd, Muhammed ve Ehl-i Beyt’ine salat-u selam olsun.

 



[1]- Konuyla ilgili açıklama 3. nolu dipnotta geçmiştir.