0-5  5-50  50-95  95-140  140-175  175-215  215-255   255-300  300-340  340-380  380-415  415-445  

TALAK - BOŞAMA - BOŞANMA

Evlilik ne kadar doğal bir ihtiyaç ve fıtrî bir gerçeklik ise, boşanma da doğal ve sosyal bir realitedir. Ancak; Kur’ân, Sünnet ve Ehl-i Beyt’in (a.s) buyruklarında, evlenmek özellikle tavsiye edilmişken, sebepsiz, mazeretsiz, keyfî boşanmaktaşiddetle yerilmiştir.

İslâm, her şeyin en güzelinin, en idealinin olmasını istemekle birlikte, realiteyi de göz önüne alan bir dindir. İslâm bir hayat nizâmıdır. Birilerinin fildişi kulelerde toplumdan ve gerçeklerden uzak bir vaziyette ürettikleri hayal mahsûlü manzûmeler yığını gibi değildir. Toplumsal yapı neyi gerektirmiş, neyi fıtrî bir zarûret olarak görmüşse, İslâm’da onunla ilgili ölümsüz hükümler mevcuttur. Bu bağlamda, boşanma ile ilgili hükümlerin varlığı da, İslâm’ın gerçekçi bakış açısının bir sonucudur.

Kim ister ki boşanma olsun?

Kim ister ki kurulmuş bir yuva yıkılsın?

Kim ister ki âileler parçalansın?

Kim ister ki çocuklar mutlu bir âile ocağından mahrum kalsınlar?

Kim ister ki en güzel hayallerle gerçekleşen birliktelikler ayrılığa dönüşsün?

Elbette normal şartlar altında, aklı başında hiç kimsenin arzu etmeyeceği, tercih etmeyeceği bir haldir boşanma. Gel gör ki kimsenin istemediği bu olay maalesef bir vâkıa olarak karşımızda durmakta ve hemen her toplumda kanayan bir yara olmaya devâm etmektedir.

Ne demişler?; “Şaşmaz, düşmez bir Allâh’tır.” İnsan da evlenirken bazen duygusal davranarak yanılabiliyor, telâfisi mümkün olmayan hatalar yapabiliyor, yanlış kararlar verebiliyor. Bir Allâh dostunun (r.a) ; “Uyumsuz eşler, birbirlerinin ısırgan otundan dikilmiş elbiseleri gibidirler.” sözüne muhatap olacak bir evlilik yapmış olan kimseler ne yapmalıdırlar? Böylesi bir durum başına gelen kimseler nasıl davranırlar?;

1. Ya evliliğe her şeye rağmen devâm eder, eşler ve çocuklar mutsuz bir yuvada zindana dönüşmüş bir hayâtı yaşamaya çalışırlar,

2. Ya da İslâm’ın ve akl-ı selîmin meşrû ve mantıklı kabul ettiği şekilde, Kur’ân ve Sünnet ölçüleri ve sınırları içerisinde evlilik antlaşmasına-akdine son verirler, kavgasız, gürültüsüz, karşı tarafa düşman olmadan birbirlerinden ayrılırlar.

Boşanma; evliliğin sürdürülme imkanının sıfırlandığı bir noktada gündeme gelir ve hayat kurtarıcı bir can simidi vazîfesi görür. Öyle ki, eşler Kur’ân hükümlerinin açıkladığı doğrultuda eskiye sırtlarını döner ve Allâh’ın yardımıyla yepyeni bir hayâta yeniden doğmak üzere umutlu olurlar.

İslâm anlayışında hiç bir surette zevk için, karşı tarafı zora sokmak, birilerinden intikâm almak vs. sebeplerle boşanma olmaz. Bu şekilde boşananlar, zâlimlere karşı keskin bir kılıç olan rahmet dili (a.s) tarafından lanetlenmişlerdir. Rahmet peygamberi (a.s) buyurdular; “Muhakkak ki yüce Allâh zevkine boşanan kadın ve erkeklere lanet eder.”[1]

Bugün medeniyetten ve İslâm ahlak ve öğretilerinden yeteri kadar nasiplenememiş toplumlarda boşanma doğal bir olay olarak kabul edilmemekte, âileler yersiz kavga ve düşmanlıklarla olayı büyütmektedirler. Evet, “Tatmayan bilmez.”  Evliliğin yıkılması, kadın ve erkeğin dul, çocukların ortada kalması tercîh edilecek bir şey değildir. Fakat, toplumda boşanmanın hakîkati, dul olmanın zihinlerdeki çağrışımı Kur’ânî bir raya oturur ise, sebepsiz ve gereksiz bir çok hatalar, kavgalar, sürtüşmeler yok edilir ve daha kötü durumların ortaya çıkması önlenmiş olur.

Genel kabûle ve uygulamalara göre, boşama normal şartlarda erkeğe verilmiş bir haktır. Bu hakkın erkekte olması erkeğin kadına bir üstünlüğünden veya İslâm’ın kadına değer vermemesinden filan değil, erkek ve kadının yaratılışlarındaki farklılıklardan kaynaklan- maktadır. Erkekler genel anlamda -istisnâlar kâideyi bozmaz- kadınlara nazaran daha az duygusal, daha akılcı ve realisttirler. İslâm da bu farklılığı dikkate alarak boşama hakkını genelde erkeğe tanımış, ancak özel durumlarda kadının da boşanma için bir talepte bulunabileceğini kabul etmiştir. Meselâ; hul ve mübârât boşama, kadın için de boşama isteğini uygulamaya koyabileceğinin iki örneğidir. Yine eşler arasında şiddetli geçimsizlik, erkeğin zulüm ve baskıları, kadına çekilmez gelen bir evlilik hâlinde de kadın, İslam hâkimine-müçtehidine baş vurarak boşanmak isteğini bildirir ve şartlara uygun olarak evlilik akdi feshedilir. Eşler boşanmış olurlar.

BOŞANMA HÜKÜMLERİ

Boşanmanın gerçekleşmesi için bazı şartların yerine gelmesi gerekir. Bu şartlar, erkek için;

1. Akıllı olmalıdır: Delirmiş kimsenin, sarhoşun, ne dediğini bilinçli bir şekilde fark edemeyecek kadar hiddetli ve kızgın olanın boşaması geçersizdir.

2. Kendi isteğiyle boşamalıdır: Zorlama, baskı ve tehdit ile yapılan boşama geçersizdir.

3. Boşama niyeti olmalıdır: Şaka, rol îcâbı, lafın gelişi vs. gibi durumlardaki boşama bir anlam ifâde etmez, geçersizdir.

4. Boşama iki Müslüman âdil erkeğin huzurunda gerçekleşmelidir: Bir erkeğin, eşine “seni boşadım, boş ol, boşsun, şöyle şöyle şart olsun ki, şu kadar talakla seni boşadım... vs.” gibi sözleri ile boşama gerçekleşmez. Zîrâ Kur’ân’ın apaçık âyetiyle sâbittir ki Rabbimiz boşamada iki âdil şâhidin varlığını şart koşmaktadır: “...(Boşanmada) içinizden adâlet sâhibi iki kişiyi şâhit tutun. Şâhitliği Allâh için yapın...” [Talak (65): 2]

Hak önderlerden İmâm Musâ Kâzım (a.s), zamanın kadısı Ebû Yusuf’a şöyle dedi; “Muhakkak ki Allâh kitabında boşamada âdil iki kişinin şâhit olmasını emretti. Ve yine kitabında evlenme ile ilgili emirler verdi, fakat, şâhit gerektiği hususunda bir şey buyurmadı. Siz ise, Allâh’ın boşamada bulunmalarını istediği âdil şâhitlerin gerekmediğini, (seni boşadım, boş ol, boşsun, şu kadar talakla boş ol, üçten dokuza boş ol, şakadan, kızgınlık ve öfkeden dilden dökülen boşama lafızları ile...vs.boşamanın gerçekleştiğini) iddia ediyorsunuz. Diğer taraftan da nikahta şâhitler bulunmasını şart koşuyorsunuz.”[2]

5. Boşanma manasında açık ifâdeler kullanılmalıdır: Ne manaya geldiği belli olmayan, toplum tarafından da boşama anlamında kullanılmayan muğlak ifâdelerle boşama gerçekleşmez.

6. Kadın hayız ve nifas halinden temizlenmiş, temizlik süresi içerisinde de eşi kendisi ile cinsel ilişkiye girmemiş olmalıdır: Kendisi ile cinsel temas gerçekleşmemiş bir kadınla, hâmile olduğu halde hayız gören bir kadını boşamada, bu şart aranmaz. Hayız görmeyen kadın ise üç ay kocası ile ilişkide bulunmamış olmalıdır. 

Erkek, eşinden uzaklarda ve hayız ve nifas durumundan haber alamayacak bir durumda ise boşama olabilir.

İKİ ÇEŞİT BOŞAMA VARDIR

1.Sünnete uygun boşama.

2. Bidat boşama. (Ehl-i Beyt yoluna göre dinde olmayan sonradan ortaya çıkmış bir boşama türü.)

Ehl-i Beyt erkânına göre, Kur’ân ve Sünnete uygun olarak gerçekleşen boşama-boşanma da bir kaç çeşittir:

1. Talak-ı ric’î. (Ric’î boşama.)

2. Talak-ı bâin. (Bâin boşama.)

3. Talak-ı hul. (Hul ile boşama.)

4. Talak-ı mübârât. (Mübârât ile boşama.)

RİC’Î BOŞAMA

Erkeğin, iddet halindeki hanımına geri dönme hakkı olan bir boşamadır. Ric’î boşama, nikahtan sonra cinsel birliktelik olmuş ise meydana gelebilir.

Örneğin; Bir erkek, şartlara uygun olarak eşini boşar, fakat o arada pişmanlık duyarsa iddet müddeti içerisinde eşine geri dönebilir. Tekrar eşine geri dönmüş olsun ya da olmasın, iddet süresi bittikten sonra, yine şartlara uygun bir şekilde bir boşama daha gerçekleşirse, erkek dilerse yeni bir nikah gerekmeksizin eşine geri dönebilir. Bu şekilde, yeni bir nikah ve mehire gerek kalmaksızın geri dönüş câiz olan boşama “Ric’î boşama” (Dönüşü mümkün olan boşama) dır.

Ric’î talakta eşler birbirlerine döndüklerini ifade ederler veya birbirlerine döndüklerini hal ve hareketleriyle belli ederlerse yeterlidir. Evli olarak hayatlarına devâm ederler.

Eşini, geri dönüş mümkün olan bir boşama (Ric’î talak) ile boşayan kimse kadını evden atamaz, bu konuda yüce Allâh’ın kesin yasağı vardır.

Bir kadın uygun şartlarda iki kez boşanmış ve tekrar eşi ile evlilik yaşamlarına dönmüşlerse, -Allâh etmesin- üçüncü boşamadan sonra o kadın eski kocasına haram olur. Ancak, başka bir erkek ile normal şartlar altında sürekli bir nikahla evlenmiş, onunla cinsel beraberliği olmuş, doğal bir şekilde ondan da boşanmış veya kocası ölmüş ise kadın ikinci kocadan ayrıldıktan sonraki gereken iddeti bekler ve eski kocası ile yeniden evlenebilir. Zâhiren buna benzer bir evlilik, halk dilinde “Hulle evliliği” olarak ve kadının sonradan evlendiği kocası ile anlaşmalı veya geçici bir evlilik yapması ve ondan boşanarak eski eşine dönmesi şeklinde bilinir ki, böyle bir uygulama Ehl-i Beyt’in (a.s) pâk yoluna göre uygun değildir. Bu şekilde yapılan bir evlilik ve nikah da, boşama da geçersizdir.

Yani; üç talak ile şartlara uygun olarak boşanmış bir kadın gönüllü olarak, hiç bir hile ve anlaşmaya baş vurmaksızın dâimî bir evlilik yapmış, tamamen doğal olarak o eşinden de boşanmış ya da eşi ölmüş ise kadın eski eşi ile yeniden nikahlanarak evlenebilir. Bu uygulama görünüşte hulle olarak bilinen hileli evliliğe benzer gibi ise de aslında onunla hiç bir ilgi ve alakası yoktur. Yüce Allâh bu konu ile ilgili olarak şöyle buyuruyor; “Erkek (üçüncü kez eşini) boşarsa artık bundan sonra kadın başka bir kocaya varmadan kendine helal olmaz. O (evlendiği adam da) onu boşarsa, Allâh’ın koyduğu sınırlar içerisinde duracaklarına inandıkları takdirde (eski karı-kocanın) tekrar birbirlerine dönmelerinde kendilerine bir günah yoktur...” [Bakara (2): 230]

BÂİN BOŞAMA

Erkeğin boşamadan sonra yeni bir nikah kıyılmadan hanımına dönme hakkı olmayan boşamadır.

Aşağıdaki dört boşama şekli bâin boşamadır ve tekrar nikah kıymayı gerektirir;

1. Hayızdan, nifastan kesilmiş, yâise kadının boşanması.

2. Nikahtan sonra kendisiyle cinsel beraberlik yaşanmamış olan kadının boşanması.

3. Kadının şartlara uygun olarak üç kez boşanmış olması.

4. Eşlerin Hul ve mübârât boşama ile birbirlerinden ayrılmış olmaları.

HUL BOŞAMA

Eşine meyil ve ilgisi olmayan bir kadının, mehirini veya kendisine âit olan bir malını kocasına kendisini boşaması için bağışlaması sûretiyle gerçekleşen boşamadır.

Koca hul yolu ile gerçekleşen boşamada, dilerse vermiş olduğu mehirden daha fazlasını isteyebilir. Fakat eşlerin birbirlerini zorda bırakmamaları İslâm ahlak ve öğretilerinin bir gereğidir.

MÜBÂRÂT BOŞAMA

Karı-koca birbirlerini istemezlerse ve kadın kendisini boşaması için kocasına bir miktar mal verirse o şekilde gerçekleşen boşamaya “mübârâtboşama” denir.

Mübârât boşamada erkek vermiş olduğu mehirden fazlasını talep edemez.

Kadın, hul veya mübârât boşamada, boşama iddetinde iken kendi bağışladığından vazgeçerse, koca eşine geri dönebilir ve aralarında yeni bir nikaha da ihtiyaç duyulmaz. İddet dolduktan sonra anlaşma ve geri dönüş ortamı olursa bâin boşama da belirtildiği üzere eşler ancak yeni bir nikah ile birbirlerine helal olurlar.

BİD’AT BOŞAMA

Kadını; hayız veya nifas halindeyken, iddet beklemeden, boşama süresi içerisindeki temizlik (iddet) müddetindekadın ile ilişkiye girildiği halde, bir boşamada üç talakla boş ol... vs gibi boşamalar Ehl-i Beyt yoluna göre bidat boşamalardır, geçersizdir ve bir anlam ifade etmez. Ancak üç talakla yapılan boşama (seni üç talakla boşadım, üçten dokuza boş ol... vs.) boşanma hükümlerinde belirtilen diğer şartlarla birlikte gerçekleşirse bir talak-boşama sayılır. Kur’ân âyetinde de buyurulur ki; “Boşama iki defadır. (bundan sonrası kadını) ya iyilikle tutmak (evliliği devam ettirmek), ya da güzelce salıvermek-ayrılmaktır....” [Bakara (2): 229]

BOŞANMIŞ KADININ İDDETİ

İddet; kocası ölen veya boşanan kadının bu evliliğiyle dînî bağının kesilmesi ve yeniden evlenebilmesi için beklemesi gereken müddettir.

Kadınlar duruma göre farklı farklı iddet beklerler:

Hayızdan (âdetten), nifastan kesilmiş yâise kadınların (menopoza girmişlerin) iddeti yoktur. Kocası onunla ilişkiye girmiş bile olsa boşandıktan sonra hemen evlenebilirler. Ancak yâise olup olmadıkları konusunda bir ihtilâf ve şüphe hâsıl olursa üç ay iddet beklemelidirler. Yâise olma yaşı Kureyş soyundan gelenlerde altmış (60), diğer kadınlarda ise elli (50) dir.

Hayız gören kadınlar ise, temizlik anında kocasından boşandıktan sonra iki defa hayız görmeli ve temizlenmelidir. Üçüncü hayızı da gördükten sonra iddet tamamlanmış olur, yeniden evlenebilirler. Yâni; üç temizlik süresi geçmelidir.

Evlendikten sonra kocası ile ilişkiye girmemiş kadının ise, iddet beklemesi gerekmez.

Hayız görmeyen bir kadın, hayız gören kadınların yaşındaysa, kocaları ile ilişkide bulunduktan sonra boşanmışlarsa üç ay iddet beklemelidirler.

Hâmile olarak boşanmış kadının iddeti ise çocuğunun dünyâya gelmesi veya her hangi bir sebeple çocuğun düşmesine kadardır.

KOCASI ÖLEN KADININ İDDETİ

Kocası ölen bir kadının iddeti, kadın; hayız , nifas görsün veya görmesin, yâise olsun veya olmasın, ister dâimî, isterse mut’a nikâhıyla evlenmiş olsun, kendisiyle ilişki gerçekleşmiş veya gerçekleşmemiş olsun dört ay on gündür. Kadın hâmile ise iddet doğuma kadardır. Kocası öldükten sonra dört ay on gün geçmeden doğum ya da düşük yapan kadın ise, ölümden itibâren dört ay on gün bir süre geçmiş olacak kadar iddet beklemeye devam eder.

Ölüm iddetinin başlangıcı kadının, kocasının ölümünden haberdâr olduğu zamandır.

Kocası kaybolmuş, kocasından haber alamayan bir kadın ise, âdil bir müçtehide baş vurmalı, onun İslâm’a uygun olarak vereceği fetvâ ve tavsiyelere göre hareket etmelidir.[3]

NAFAKA

Kocasına helal dâirede itâat eden kadının nafakası-geçimi kocaya aittir.

Nafaka; yeme, içme, giyim, mesken ve ev eşyalarından ihtiyaç duyulanının, içinde yaşanılan toplumun normal ölçülerine göre karşılanmasıdır.

Bâin olmayan talak ile boşanmış kadının da iddet süresi içerisinde nafakasının karşılanması erkeğin üzerindedir.

Hâmile olarak boşanmış bir kadının doğuma kadar nafakası erkeğin üzerinedir. Doğumdan sonra aralarındaki anlaşma ve duruma göre çocuğun bakım ve nafakası da erkeğin üzerinde olabilir.

Erkeğe; kendinin, eşinin ve çoluk-çocuğunun nafakasını orta halli sağladıktan sonra, ana-babasının, dede ile ninelerinin ve yukarısının, bütün torunlarının ve aşağısının da geçimini sağlamak (nafakasının temin etmek) insânî ve İslâmî bir görevdir.

Erkeğin; yukarıda sayılan kimselerin nafakasını karşılaması, onların fakir, bakıma muhtaç ve geçimlerini sağlayacak fiilî güçten yoksun bulunmaları hâlinde ortaya çıkar. Tembellik, asalaklık, vs. gibi sebeplerle geçimini sağlama girişimlerinde bulunmayan ve yakın akrabadan sayılan (ana-baba, dede-nine, torunlar vs.) kimselerin nafakasını vermek erkeğe vâcip değildir.

Baba hasta olur, çalışamayacak durumda bulunur veya kazancı çocukların geçimini sağlamaya yetmez ise, çocukların diğer yakınları, babanın ölümü halinde nafakaları üzerlerine gereken kimseler bu çocuklara bakarlar, geçimlerini sağlarlar. Dede, anne, annenin babası vs. gibi.  

Şânı yüce Rabbimiz nafaka hakkında buyurur; “Eli geniş olan genişliğine göre nafaka versin, rızkı kısılmış darda olan da Allâh’ın kendisine verdiği ölçüde (nafakasını) versin...” [Talak (65): 7]

Alevî Müslüman’ın yolu Hak’kın yoludur.

YEMÎN ETME VE HÜKÜMLERİ

Yemîn; İnsanların bir konu hakkında verdikleri haberin inandırıcı olması, muhâtabın iknâ edilmesi gibi sebeplerle ve bir de dil alışkanlığı olarak “Vallâhi, billâhi vs.” gibi lafızlarla söylenen sözlerdir. Hazret-i Allâh, bilerek ve kasıtlı olarak yapılan yeminlere îmânı olan kimselerin uymaları gerektiğini yüce buyruklarında şöyle belirtmektedir: “Allâh sizi kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerinizden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat bilerek yaptığınız yeminlerden ötürü sizi sorumlu tutar...” [Mâide (5): 89], “...pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın...” [Nahl (16): 91]

Kur’ân ve Ehl-i Beyt buyruklarına göre zorunlu kalmadıkça yemîn edilmemeli, yemîn eden canlar da yeminlerine sâdık kalmalıdırlar. Zîrâ yeminin mesûliyeti büyüktür ve Allâh’ın adı olur-olmaz yer ve zamanlarda ağıza alınarak sûisti’mâl edilmemelidir.

Esâsında, yemin etme; insanların birbirlerine veya kendi irâdelerine güveninin kalmadığı ya da zayıfladığı, inandırıcılığın yok olmaya yüz tuttuğu, yalan-dolanın revaçta ve herkese eş olduğu bir toplumda ihtiyaç duyulan bir ameldir. Ve hiç bir toplumun fertleri de tamâmıyla yalandan beri ve irâdesi sağlamolmamışlardır. Her zaman azınlıkta bile olsalar güvenilir olmayan kimseler ve zayıf irâdeliler var olagelmişlerdir. Bundan dolayıdır ki, yemîne baş vurma olayı da kaçınılmaz olmaktadır.

Yeminler üç amaçla yapılmış olabilir:

1. Olmuş veya olacak bir olayı haber verirken kullanılan yeminler: Meselâ; “Vallâhi filan olay şöyle oldu... gibi” Bu tür bir yeminde, kişi yalan yere yemin ediyorsa, o kimsenin böyle yemin etmekten dolayı kazandığı günahın büyüklüğünü Allâh bilir. Öyle ki, -Allâh korusun- bu kimselerin derdine derman olmaz. Doğruyu konuştuğu halde boş yere yemin ediyorsa, gereksiz yere yemin etmiş olmanın günâhını yüklenir.

2. Bir şeyin yapılmasını istemek amacıyla edilen yeminler: Meselâ; “Billâhi senden böyle davranmanı, bunu böyle yapmanı istiyorum... gibi” Bu tür bir yeminde günah veya keffâret söz konusu değildir. Gerçekte bu konuşma bir yemin olarak da görülmeyebilir.

3. Bir şeyin olmasına veya olmamasına söz vererek Allâh adına edilen yeminlerdir: Meselâ; “Vallâhi bundan sonra şunu yapmayacağım, şuraya gitmeyeceğim... gibi.” Bu tür yemin aşağıda belirtilen şartlara uygun olarak yapılmış ise mutlak sûrette yerine getirilmeli, yemine uyulmalıdır. Aksi halde Kur’ân’ın; “...onun (yeminlerinizi bozmanın) keffâreti, ailenize yedirdiğinizden orta derecesiyle on fakiri doyurmak, yahut onları giydirmek ya da bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır. Bunu yerine getiremeyen kimse de üç gün oruç tutsun. İşti, ettiğiniz yeminleri bozmanızın cezası budur...” [Mâide (5): 89] buyruğu üzere keffâret yerine getirilmelidir.

YEMİN ETMEDE ARANAN ŞARTLAR

1.Yemin eden kimse erginlik çağına gelmiş olmalıdır.

2.Yemin eden kimse akıllı olmalıdır. Delinin, sarhoşun, ne dediğini bilemeyecek kadar öfkeli olan bir kimsenin ettiği yeminler geçersizdir.

3.Yemin, baskı ve zor altında yapılmış olmamalıdır.

4.Yemin, Allâh adına veya yalnızca Allâh’a özgü olan isim ve sıfatlar adına yapılmış olmalıdır.

5.Yemin eden kimsenin yemin etme kastı ve niyeti olmalıdır.

6.Yemin, dil ile söylenmelidir. Yazmakla, kalpten geçirmekle yemin edilmiş olmaz. Ancak, araz kimselerin yemini ise yazmak veya işâret etmekle olur.

7.Yapılmak veya yapılmamak üzere yemin edilen şey, haram veya mekrûh şeyi yapmaya ya da farz, vâcip veya sünnet olan bir şeyi yapmamaya yönelik olmamalıdır. Bu amaçla yapılan yemin geçersizdir.

YEMİN NE ÜZERİNE YAPILABİLİR?

Görmekteyiz ki, her toplumda insanlar yemin kavramını bilmekte ve çeşitli münasebetlerle yemine başvurmaktadırlar. Ancak, bir çok insan neler üzerine yemin edilebileceği hakkında yeterli malûmâta sâhip değildir. Oysa Alevî Müslüman’a düşen, kendisiyle ilgili olan ve her hâl-u kârda içli-dışlı olduğu konuları hakkıyla kavramak, Kur’ân ve Ehl-i Beyt’in tertemiz buyruklarına aykırı davranmamak olmalıdır.

Yemin vardır, İslâm’a uygundur, ancak bir sorumluluk getirmez. Ağız alışkanlığı olarak edilen yeminler gibi. Kur’ân’ın ifadesiyle; “Yemînü’l-lağv”

Yemin vardır, İslâm’a uygundur, ancak insanı sorumlu kılar, yerine getirilmezse günahkâr olunur.

Yemin vardır, İslâm’a uygun değildir ve geçersizdir. Ancak, insanın îmânını tehlikeye düşürür, buram buram şirk, küfür, zulüm ve câhiliyye kokar. Bilgisizlikten dolayı yapılır ise, en azından insanı büyük günah sâhibi kılar.

Kur’ân-ı Kerim’in ve Ondört Masûm’ların (a.s) öğretilerine göre, her ne sebeple olursa olsun, yemin ancak Allâh’ın adına yapılır.

Peygamber, Oniki İmâm’lar, dedeler, büyük zât kabul edilen kimseler, evliyâ, Kur’ân, Kabe vs. gibi şeyler üzerine yemin edilmez. Cehâletten dolayı bunlar üzerine yemin edilmiş ise bu yeminler geçersizdir.

Ve yine; “şöyle şöyle yaparsam eşim boş olsun, şunu böyle yaparsam Allâh’ın dîninden uzak olayım, Muhammed ümmeti olmamayım, Filan efendinin hakkı için ki, filan kişinin başı için...vs.” gibisözler yemin yerine geçmediği gibi uygun da değildir.

Ayrıca çağımızın bir hastalığı olarak ve câhilce yapılan bir tür yemin! daha vardır ki; “filan, filan şeyler üzerine, namus ve şerefim üzerine and içerim, yemin içerim, söz veririm...vs. gibi.” Kur’ân ve Ehl-i Beyt nazarında hem yemin olarak telakki edilmez, bağlayıcı olmaz ve de hiç bir sûrette doğru ve ilâhî buyruklara uygun bir davranış değildir.

Yemin ile ilgili bazı hükümler;

Bir kimse, unutma veya çaresizlikten dolayı yemînine uygun hareket etmez ise o kimseye keffâret farz değildir. Umulur ki Cenâb-ı Hak o kimseyi affeder.

Bir Müslüman, mazlum olan her hangi bir kimseyi zulümden kurtarmak amacıyla yalan yere bile yemin etse o kimseye bir günah ve keffâret yüklenmez. Hattâ öyle zamanlar olur ki mazlûmu zâlimden kurtarmak için yemin etmek vâcip ve farz bile olabilir.

Alevî; Halkın değil, Hakk’ın rızâsını gözetir.

NEZİR (ADAK) VE AHD HÜKÜMLERİ

Nezir; İnsanın Allâh rızâsı için hayır bir iş yapmayı ya da yapılmaması daha iyi olan bir işi Allâh rızâsı için terk etmeyi kendine vâcip-gerekli kılmasıdır. Yemin ifâde eden sözün kullanılması meselesi hâriç bir yönüyle yeminin bir türüne benzer. Meselâ; “Hastalıktan kurtulursam Allâh rızâsı için bir yoksulu doyuracağım, şu kadar oruç tutacağım, namaz kılacağım, şöyle yardımda bulunacağım, şu yerde Allâh için kurban keseceğim ...vs.” gibi.

Hazret-i Allâh ölümsüz Kitâbı Kur’ân’da şöyle buyurur; “(Allâh için) yaptığınız her infâkı (harcamayı) yahut yaptığınız her nezri (adadığınız her adağı) Allâh bilir...” [Bakara (2): 270], “...ahdinize uyunuz. Çünkü (her insan) ahdinden sorguya çekilecektir.” [İsrâ (17): 34]

Nezir ve nezir yapan kimsede aranan şartlar:

1.  Erginlik çağına gelmiş olmalıdır. 

2.  Akıllı olmalıdır.

3. Zorlama olmaksızın kendi isteği ile yapmış olmalıdır.

4. Nezretmeye niyetli olmalıdır. Şaka, lafın gelişi, vb şekillerde yapılan nezirler geçersizdir.

5. Kadın ise kocasının izin ve bilgisi dahilinde nezir yapmış olmalıdır.

6. Yerine getirilmesi mümkün olan bir konuda nezir yapılmış olmalıdır.

7. Nezir, haram veya mekrûh olan bir işi yapmaya veya farz, vâcip ya da sünnet olan bir ameli yapmamaya yönelik olmamalıdır.

Nezir ile ilgili bazı hükümler;

Şartlara uygun olarak yapılan nezirler meşru bir engel olmadığı müddetçe yerine getirilmelidir.

Bir kimse, oruç tutmayı nezretse ve tutacağı orucun vakit ve sayısını belirtmese, bir gün oruç tutması yeterlidir.

Namaz kılmayı nezreden bir kimse de kaç rekat ve ne tür bir namaz kılacağını belirtmemişse, iki rekatlık bir namaz kılması yeterli olur.

Yine, sadaka vermeyi nezretmiş bir kimse, miktar ve cinsini belirtmemişse, “sadaka verdi”  denilecek miktarda bir şey vermesi kâfîdir.

Kim ki bile bile nezrine, ahdine uymaz ise günahkâr olur.Bir yönüyle yemini andırdığı için de yemin keffâretine benzer bir şekilde cezâsını yerine getirmelidir. (Mâide (5): 89. âyetine göre.)

Alevî Müslüman ahdine sâdık kalır.

AVLANMA VE HÜKÜMLERİ

Avlanma; karada ve denizde-suda olmak üzere iki çeşittir.

Karada avlanma hükümleri:

Eti helal olan yabânî bir hayvan aşağıdaki şartlara uygun olarak avlandığında yenilmesi helal olur.

1.Av silahı; bıçak, kılıç, süngü, ok... vb. gibi keskin olmalı, öyle ki; hayvana isâbet ettiğinde, normal kesim zamanındaki kadar kan dışarıya akmalıdır. Mermi ile avlandığında da aynı hüküm geçerlidir. Sopa, taş ve benzeri bir şeyle ava vurulur ve hayvan ele geçirilmeden önce ölmüş olursa yenmesi haram olur. Ancak ele geçirildiğinde henüz ölmemiş olur da, şerîat kurallarına göre kesilirse helaldir.

2.Av yapmış kimse Müslüman olmalı veya iyiyi-kötüyü ayırt edebilen Müslüman çocuğu olmalıdır. Müslüman olduğunu belirten ancak, Ehl-i Beyt’e (a.s) düşmanlığı olan kimselerin (Nâsıbîlerin) avladığı hayvandan yemek haramdır.

3.Silah avlanma amacıyla kullanılmalıdır. Başka bir şey nişan alınırken tesâdüfen vurulan hayvanın eti, canlı ele geçirilerek şer’î kurallara göre boğazlanmamışsa haramdır. 

4.Silah kullanılırken, atış yaparken Allâh’ın adı anılmalıdır. Bilerek Allâh’ın adının anılmaması hayvanı haram kılar. Unutma, heyecanlanma, gaflet ve benzeri sebeplerle Allâh’ın adının anılmaması hâlinde av haram olmaz.

5.Vurulan hayvana, ya birinci maddede belirtildiği üzere ölmüş olduğu halde yetişilmiş olmalı veya başını kesecek kadar vakit varise hayvanın başı dîne uygun olarak kesilmiş olmalıdır.

6.Avlanan hayvan suya düşmüş ve ölmüşse, öldüğü hakkında, suya düşmeden dolayı mı, vurulma sebebi ile mi ya da her iki sebeple mi öldüğü konusunda bir şüphe olursa, o av haramdır. “Ölmesinin tek sebebi vurulmasıdır.” denilebilirse helaldir.

AV KÖPEĞİ İLE AVLANMA

Eti yenilen yabânî bir hayvan av köpeğiyle avlanırsa, onun temiz ve helal olması şu altı şartın olmasına bağlıdır:

1. Av köpeği her istendiğinde avın peşinden gidecek ve istenmediği zaman da gitmeyecek şekilde eğitilmiş olmalıdır.

2. Köpeği sâhibi göndermiş olmalıdır. Kendiliğinden avın peşinden gider ve bir hayvan yakalarsa o hayvanı yemek haramdır.

3. Köpeği gönderen kimse Müslüman olmalı veya iyiyi-kötüyü ayırabilen Müslüman çocuğu olmalı, Ehl-i Beyt’e düşman olan kimselerden olmamalıdır.

4. Köpek gönderilirken Allâh’ın adı anılmalıdır. Unutma ve benzeri sebeplerle anılmazsa sakıncası yoktur.

5. Av, köpeğin dişinden aldığı yara sebebi ile ölmüş olmalıdır. Köpeğin dişinin geçtiği yer necis olur ve mutlak sûrette temizlenmeli ve yıkanmalıdır. Köpeğin avı boğarak öldürdüğü veya avın korkudan öldüğü anlaşılırsa av haram olur.

6. Köpeği gönderen kimse av öldükten sonra yetişmelidir. Ya da av ölmeden yetişmişse dînî usullere uygun olarak av boğazlanmalıdır.

7. Av köpeğinden başka bir hayvanın avladığı av helal değildir. Ancak avlanan hayvan canlı ele geçirilir ve İslâmî kurallara göre kesilirse helaldir.

BALIK AVLAMA

Deniz, nehir, göl vs.den canlı olarak yakalanan pullu bütün balıklar suyun dışında can verirlerse yenmesi helaldir.

Deniz avı yapan kimsenin Müslüman olması veya avlanırken Allâh’ın adını anmış olması şart değildir. Ancak Müslüman’ın, balığın sudan çıktıktan sonra ölmüş olduğunu bilmesi gerekir.

HAYVAN KESİMİ VE HÜKÜMLERİ

Hayvan kesmenin bazı şartları vardır ve bu şartlar şunlardır:

1.Hayvan kesen kimse ister erkek, isterse kadın olsun, Müslüman veya iyiyi kötüden ayırabilen Müslüman çocuğu olmalıdır. Müslüman’ım deyip de Ehl-i Beyt’e düşman olan kimselerin kestiğini yemek haramdır.

2.Hayvanın boğazındaki dört ana damar (Yemek borusu, nefes borusu ve iki ana atar damarları) kesilmelidir.

3.Hayvanın boğazı (ana damarlar) demirden yapılmış kesici bir âletle kesilmelidir. Özel ve istisnâî durumlarda keskin cam, taş, ağaç parçası vb. şeylerle de hayvan boğazlanabilir.

4.Kesilecek hayvanın vücudunun ön tarafı Kıble’ye doğru getirilmelidir. Unutma veya Kıble yönünü tam olarak tayîn edememe hâlinin bir sakıncası yoktur.

5.Hayvan, Allâh’ın adı anılarak kesilmelidir. Unutma vb. durumlarda sakıncası yoktur.

6.Hayvan kesildikten sonra, hayvanın canlı olarak kesildiğini belirten bir kıpırdama ve hareket hâli olmalı ve normal miktarda kan akmalıdır.

Hayvan kesimi ile ilgili bazı hükümler;

Kesimde küçük baş hayvanların ön iki ayağı ile bir arka ayağının birlikte bağlanması, sığır cinsinin de dört ayağının bağlanması, hayvanı kesmeden önce önüne su konulması, kesme aletinin iyice keskinleştirilerek hayvana eziyet edilmemesi vs. müstehâb (iyi görülmüş) davranışlardır.

Hayvanı, başka bir hayvanın gördüğü yerde kesmek, acil olmadıkça gece kesim yapmak, insanın kendi büyüttüğü hayvanı kesmesi vs. de mekrûh (iyi olmayan davranışlar) görülmüştür.

Avlanan veya kesilen bir hayvanın karnından yavru çıkarsa, yavrunun organlarının, derisinin, tüylerinin vs. normal tamamlanmış olmasına bakılır. Şayet yavru tamamlanmış ve diri olarak dünyaya gelmiş ise, şerîat kurallarına göre boğazlandığında helaldir.

Yavru tamamlanmış ve şerîat kurallarına göre kesilmiş bir hayvanın karnından ölü olarak çıkarsa yine helaldir. Ancak, İslâm’a uygun olarak kesilmemiş veya avlanmamış bir hayvanın karnından ölü olarak çıkarılırsa haramdır, yenilmez.

Necâset yemeyi âdet haline getirmiş evcil hayvanların tahâret konusunda belirtildiği şekilde istibrâ ettirilmesi (belli bir süre kapalı yerde bakımı) iyi görülmüştür.

Alevî Müslüman helâl rızık aramayı ibâdet bilir.

YENİLECEK VE İÇİLECEK ŞEYLERDEN HELAL VE HARAMLAR

Helal ve haram; Türkçe’de serbest ve yasak kelimeleriyle karşılığını verebileceğimiz, Arapça iki kavramdır. Öyleyse; helal ve haramlar dediğimizde, Kur’ân’a ve Ehl-i Beyt’e göre yapılması serbest ve yasak olan şeyleri kast etmiş olmaktayız.

Bugün içerisinde yaşadığımız coğrafyanın yönetim sisteminde, idâre İslâm ile direk ilişkili olmadığından, dînî bir mânâ kazanmış olan helal ve haram kavramları hukuk ve yönetim konularında kullanılmamakta, bunun yerine serbest ve yasak kelimeleri tercîh edilmektedir. Meselâ; “Hükümetimiz şunu şunu yasaklamıştır, devlet felan şeylerin alım-satımını serbest kılmıştır, şöyle şöyle giyinmek, davranmak kanunlarımız açısından yasaktır ve suçtur... vs.” gibi.

Helal ve haram kavramlarını doğru bir şekilde kavradığımızda, (genel olarak) yönetimin serbest ve yasak sözleriyle neyi kast ettiğini ve pratiğin ne anlama geldiğini de anlamış oluruz. Şunu kesin bir şekilde bilmeliyiz ki; hangi düzen olursa olsun serbestler ve yasaklar Kur’ân ve Ehl-i Beyt’in öğretilerine uygun ise, sistem o konularda Hak ile uygunluk arzetmiş olur. Şayet yasaklar ve serbestleri belirlemede Kur’ân ve Ehl-i Beyt’in hükümleri esas alınmıyorsa, o zaman da sistem-düzen-yönetim Hak’tan sapmış, tuğyan etmiş, tâğûtlaşmış, İslâm dâiresinden çıkmış demektir. Ve bu durumda mümin canların sistem ve savunucuları ile hiç bir manevî bağ ve râbıtası kalamaz.

Esas itibâriyle, yenilen ve içilen şeylerden insana zarar veren her şey haramdır. Rabbimiz yüce Allâh buyurur ki; “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan helal ve temiz şeylerden yeyiniz. Şeytânın adımlarını izlemeyiniz...” [Bakara (2): 168]  Bu genel prensibin yanında, Yüce Allâh’ın Kitabında ana hatlarıyla değindiği, Hz. Peygamber’in (a.s) ve Ehl-i Beyt İmâmlarının da (a.s) söz ve uygulamalarında ayrıntılarını açıkladığı yeme-içme ile ilgili bir çok haramlar vardır. Bu kaynaklar çerçevesinde;

Yenilecek şeyler beş ana gurupta özetlenebilir:

1. Kuşlardan helal ve haram olanlar.

2. Karadaki diğer hayvanlardan helal ve haram olanlar.

3. Deniz-Su ürünlerinden helal ve haram olanlar.

4. Eti yenen hayvanların yenmesi haram olan kısımları.

5. İçilen meşrûbatlardan helal ve haram olanlar.

Kuşlardan helal ve haram olanlar

Peygamber efendimiz (a.s) ve Oniki İmâm’larımızın (a.s) açıklamalarından öğrendiğimize göre; hangi kuşların helal ya da haram olduğunu aşağıdaki özelliklerin kuşlarda bulunup bulunmadığına bakmak sûretiyle anlayabiliriz.

1.  Kuvvetli veya zayıf olsun, yırtıcı pençeye sâhip olan kuşlar haramdır. Kartal, şahin, atmaca...vs. gibi.

2.  Süzülerek uçuşu, kanat çırparak uçuşundan daha uzun süreli olan kuşlar haramdır.

3. Taşlık, kursak veya horoz mahmuzu organlarından en azından birisi bulunmayan kuşlar haramdır.

Son iki özellikten öncelikle ilki dikkate alınır. Meselâ; Bir kuşun, süzülerek uçuşu kanat çırparak uçuşundan daha uzun süreli olup da, son özellikte belirtilen bir veya bir kaç organa da sâhip olsa o kuş haram olur. Ya da, son özellikte işaret edilen üç organdan hiç birisi bulunmasa, ancak, kuşun kanat çırparak uçuşu süzülerek uçuşundan daha uzun süreli olsa, o kuş helaldir.

Ne şekilde, nasıl ve ne sürede uçtuğu hakkında kesin bir kanaat sahibi olunamayan kuşlarda son maddedeki özelliğe göre karar verilir.

Helal kuşların yumurtası helal, haram olanlarınki de haramdır.

Karadaki diğer hayvanlardan helal ve haram olanlar:

Bu hayvanlar da evcil ve yabânî olmak üzere iki gurupta ele alınır:

Evcil-ehil hayvanlardan; Küçük baş hayvanlarla (koyun, keçi...vs.), büyük baş hayvanlar (sığır cinsi) ve deve mutlak olarak helal olanlardır. Yenilmesi helal hayvanların insan pisliği-necâset yemeyi adet edinmiş olanlarından; deve; kırk gün, sığır cinsi; yirmi gün, davarlar; on gün, ördek-kaz; beş veya yedi gün, tavuk ise; üç gün kapalı yerlerde temiz yiyeceklerle beslenmelidirler. Ehil olan at, katır ve eşek ise mekruh olanlardır. Kedi, köpek vs. ise haram olanlardır.

Vahşî olanlardan ise; Ceylan, geyik, dağ keçisi, yaban eşeği, yaban öküzü... vs. helal, parçalayıcı azı dişlerle, yırtıcı pençeye sahip olan;Aslan, kaplan, pars, kurt, çakal, sırtlan... vs. haramdır. Ayrıca, tilki, sincap, tavşan, kirpi, samur, fil, maymun, ayı vs. gibi hayvanlar da haramdır. Bunlardan başka, bütün haşerât çeşitleri, böcek türleri de Ehl-i Beyt’ten (a.s) nakledilen hadîs-i şerîflere göre haram olan hayvanlardandır.

Su ürünlerinden helal ve haram olanlar:

Suda yaşayan hayvanlardan pullu olan balık cinsleri helaldir. Pullu olmayan balık cinslerinin ise, kuvvetli rivâyetlere göre mekrûh olduğu belirtilmiştir.

Deniz kaplumbağası, kurbağa, yengeç... vs. gibi deniz hayvanlarının ise haram olduğu beyân edilmiştir.

Su ürünlerinden helâl olanların, yumurtaları da helâl, haram olanların ki ise haramdır.

Eti yenen helal hayvanların haram olan bazı kısımları

Eti yenen bir hayvanın ondört şeyi haramdır:

1. Kan.

2. Dışkı.

3. Dalak.

4. Erkeklik organı.

5. Dişilik organı.

6. Husyeler.

7. Mesâne.(Sidik torbası)

8. Öd kesesi.

9. Omurilik.

10. Vücuttaki urlar.

11. Yavruluk.

12. Göz bebeği.

13. Bel kemiğinin iki yanındaki iki sinir damarı.

14. Beyinde nohut büyüklüğündeki hipofiz bezi.

İçilen meşrûbatlardan haram olanlar

İnsanı kısa veya uzun vadede zehirleyerek ölüme götüren bütün içecekler haramdır. Bütün zehir çeşitleri.

Çok içildiğinde insanı sarhoş eden her türlü içkinin azı da haramdır. Rakı, şarap, votka, bira, nebiz... vs.

Tedâvî amaçlı olmayıp, katı veya sıvı olarak kullanılan ve vücuttaki bazı duyu ve hislerin (akletme, anlama, görme, işitme...vs.) zayıflamasına ya da tamamıyla geçici olarak yok olmasına sebep olan maddelerin kullanımı haramdır. Afyon, esrar, eroin... vs.

Kan, sidik vs gibi necis şeylerin yenilip içilmesi haramdır.

Yenilmesi haram olan hayvanların sütleri de haramdır.

Müminler! Canlar! Kardeşler!

Bahsettiğimiz haramların bir kısmı, Allâh’ın Kitâbında açıkladığı haramlardır. Bir kısmı da Peygamber efendimizin (a.s) Allâh’ın izni ve onayı ile ümmetine bildirmiş olduğu haramlardır. Bunlar bizlere Ehl-i Beyt İmâmları (a.s) ve değerli âlimlerimiz tarafından ulaştırılmıştır.

Mümin canların bu haramlardan özel ve istisnâî durumlarda gerekirse istifâde edebileceklerini de Cenâb-ı Hak yüce Kitabı Kur’ân-ı Kerim’de bizlere şöylece bildirmiştir; “...Kim mecbur kalır, darda kalırsa saldırmadan, haddi aşmadan (doyacağı miktarda) bunlardan yemesinde bir günah yoktur....” [Bakara (2): 173]  

EHL-İ BEYT’TEN İLÂHÎ FEYZLER

Yoluna canlar feda olsun! Resûlullâh (a.s) buyurdular; “Azı dişi olan yabanî hayvanlar ve yırtıcı pençeye sâhip kuşlar haramdır.”[4]

İmâm Muhammed Bâkır’a (a.s), “yılan balığının haram olup, olmadığı sorulduğunda, İmâm; “Yılan balığının nasıl bir balık türü olduğunu” sordular. Yılan balığı İmâm’a (a.s) tarîf edildi. Bunun üzerine İmâm (a.s); “De ki; Bana vahyolunanda, leş, kan, domuz eti ve Allâh’tan ğayrısı adına boğazlanmış olandan başka yenilen şeylerin haram olduğuna dair bir şey bulamıyorum....” [Enâm (6): 145] âyetini okuyarak, “Kur’ân’da domuz hariç hiç bir hayvan bizzat haram (haram-ı ayn) kılınmamıştır. Dolayısıyla, üzerinde yaprak misâli pul, pul derisi olan balıklar helal, bu özelliği olmayan balıklar ise haramdır. Ancak bu balıkların haramlığı âyetle belirtilmiş bir haram değil, mekrûh cinsi bir haramdır. (tahrîmen mekruh)” buyurdular.[5]

İmâm Cafer Sâdık’ın (a.s) naklettiğine göre, Emîrü’l-Müminîn Ali (a.s) buyurdular; “Necâset yiyen tavuğu; üç gün, ördeği; beş-yedi gün, davarı; on gün, sığırı; yirmi gün, deveyi de; kırk gün kapalı bir yerde temiz yiyeceklerle beslemedikçe yemeyiniz.”[6]

İmâm Cafer Sâdık’ın (a.s) nakline göre, Resûlullâh (a.s) şöyle buyurdular; “Allâh’a ve âhiret gününe îmânı olan, içki içilen sofradan yemek yemesin.”[7]

İmâm Cafer Sâdık (a.s) buyurdu; “İçkiye devam eden, puta tapan gibidir.”[8]

İmâm Ali Rızâ (a.s) da buyurdular; “Her sarhoş edici şey haramdır. Bira da haramdır.”[9] 

YEMEDE VE İÇMEDE ÂDÂB

Peygamberimiz (a.s) ve Ehl-i Beyt İmâmlarından (a.s) bize ulaşan sağlam rivayetlere göre, mümin canlar yemek yerken ve su içerken bazı şeylere dikkat etmelidirler. Yemede ve içmede sünnet olduğu belirtilen bazı şeyler şunlardır:

1. Yemeğe başlamadan önce ellerin temiz olmasına dikkat etmek.

2. Yemeğe başlarken Besmele çekmek, yemek sonunda da Allâh’a şükretmek.   

3. Yemeyi ve içmeyi mümkün mertebe sağ elle yapmak.

4. Yemeğe tuz ile başlayıp tuz ile bitirmek.

5. Yemek yerken lokmaları küçük almak, iyice çiğnemek, aynı tabaktan yeniliyorsa kendi önünden yemek.

6. Yemekten sonra dişleri temizlemek.

7. Yemeğe ev sâhibinin önce başlayıp en son ayrılması.

8. Acıkıldığında yemek.

9. Çok öğün ve tıka basa yemekten kaçınmak.

10. Sofrada güzel konular üzerinde konuşmak, muhabbet etmek.

11. Aşırı sıcak ve soğuk yiyeceklerden kaçınmak.

12. Suyu emercesine ve üç yudumda içmek.

13. Suyu içmeden “Bismillah”, içtikten sonra da “Elhamdulillâh” demek.

14. Suyu içtikten sonra Hz. İmâm Hüseyin’i (a.s) ve yârenlerini hatırlayıp Onlara rahmet, kâtillerine de lânet etmek.

YEMEK DUÂSI

Eûzübillâhimineşşeytânirracîm

Bismillâhirrahmânirrahîm

“...kulû veşrabû velâ tüsrifû innehû lâ yuhibbul müsrifîn.”[10] Sadekallâhu’l aliyyü’l azîm.[11]

Elhamdulillâhi Rabbi’l âlemîn. Ve’s Salâtü ve’s Selâmü alâ Resûlinâ Muhammedin ve âlihi’t tayyibîne’t tâhirîn ve ashâbihi’l müntecebîn. [12]

El-Evvelü Allâh, ve’l Âhiru Allâh, ve’z Zâhiru Allâh, ve’l Bâtınu Allâh. Men kâne fî kalbihi Allâh, fe muînühu fî’d dâreyni Allâh.[13]

Bismillâh. Allâh, Allâh...

Vakitlerimiz hayr ola... Hayırlar feth ola... Şerler def ola... Münkirler mat ola... Münâfıklar berbât ola... Müminler şâd ola... Canlar âbâd ola... Hatalarımız mestûr, gönüllerimiz mesrûr, günahlarımız mağfûr, hânedân-ı fukarâ mamûr, ikramlar kabûl ola...

Allâh yâr, yardımcımız ola. Bizleri Muhammed Mustafâ’nın, Aliyye’l Murtazâ’nın, Hatîcetü’l Kübrâ’nın, Fâtımatü’z Zehrâ’nın, Hasanü’l Müctebâ’nın, Hüseyn-i Kerbelâ’nın, Cümle Eimme-i Hüdâ’nın, Oniki İmam’ların yolundan, katarından, dîdârından ayırmaya...

Enbiyânın, evliyânın, evsıyânın, esfiyânın, şühedânın, Ehl-i Beyt-i Mustafâ’nın (a.s), erenlerin duâ, himmet ve şefâatleri üzerimizde hâzır ve nâzır ola...

Allâh cümlemizi münkir ve münâfık şerrinden, mekrinden hıfz-ı himâye eyleye. Bizleri iki cihanda korktuğumuzdan emîn, umduğumuza nâil eyleye. Kurân’ı ve Ehl-i Beyt’i bizlere yoldaş, sûret ve sîretimizi insan eyleye...

Yüce Allâh dertlerimize dermân, gönüllerimize îmân, hastalarımıza şifâ, borçlularımıza edâ, amellerimize vefâlar ihsan eyleye... Bizleri Fırka-i nâci, gürûh-u sâlihînden eyleye. Allâh İslâm devletinin, İslâm milletinin kılıcını keskin, sözünü üstün eyleye. Nâmerde muhtaç etmeye. Gökten hayırlı rahmetler, yerden hayırlı bereketler ihsân eyleye. Allâh İslâm düşmanı yönetimlerin, tâğûtların, zâlimlerin, hâinlerin hîle ve ahkamlarını ibtâl, yollarını ve soylarını ebter eyleye. Duâlarımızı dergâh-ı izzetinde kabûl-ü makbûl eyleye. Vaktimizin hayrı gele. Dil bizden, nefes Muhammed-Âli’den, Hünkâr-ı evliyâdan ola.

Elhamdulillâh, elhamdulillâh, elhamdulillâhillezî etamenâ ve sekânâ ve cealenâ minel müslimîn. Nimet-i Celîlullâh, berakât-ı Halîlullâh, şefâat senden yâ Resûlallâh.[14]

Mümine rahmet, münkire lanet, Muhammed’e ve Âl-i Muhammed’e salavât.

Allâhümme salli alâ Muhammedin ve Âl-i Muhammed.[15]

Gerçeğe hû, Ehl-i Beyt’e râbıta lillâhil Fâtiha...

Alevî Müslüman her zaman haktan ve haklıdan yanadır.

Gelin dostlar birlikte, Çek katarı zindana,

Muhammed’e gidelim.  Düş yola yana yana,

Medet mürvet diyerek, Zulmettiler O Can’a,

Biz Ali’yi zikredelim. Zeynelâbâ’ya gidelim.

O Can da çekti nârı,  Oniki çeşmenin biri,

Ağladı zarı zarı,  Pirim unutmam seni,

Zehirledi O’nu Cude yarı,  O pir de verdi canı,

İmâm Hasan’a gidelim. İmâm Bâkır’a gidelim. 

Kur’ân var elimizde, Mezhebimin İmâmı,

Kabe’dir gönlümüzde, Cafer-i Sâdık canı,

Kerbelâ yolumuzda,  Mûsâ Kâzım dîvânı,

Şah Hüseyin’e gidelim.  İmâm Rızâ’ya gidelim.

Yedi veren gülünden,

Kimse anlamaz halinden,

Taki, Naki yolundan,

Hasanü’l Asker’e gidelim.

Kurban baba zikreyle,

Her dâim bunu söyle,

Oniki’sini bir eyle,

İmâm Mehdî’ye gidelim.[16]

SON SÖZ

İlmihâlimize burada son verirken, sonsuz ilmin sâhibi Cenâb-ı Rabbü’l âlemîne hamd eder, İlmin şehri olan Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafâ’ya (a.s) ve ilim şehrinin kapısıİmâm Ali Murtazâ’ya (a.s) ve Altın soya (a.s) salât-u selâmlar arz eyleriz.

Bu gün öyle bir gün ki; kâinâtı ışıklandıran Kur’ân âyetleri ve kendilerinin varlığıyla şeref duyduğumuz Peygamberimiz (a.s) ve Âl-i Beyt’in (a.s) hadislerinin bir araya getirilmesi ile kırık dökükte olsa bir risâle ortaya çıktı. Bu gün öyle bir gün ki, benzeri bir gün münâsebetiyle bir kardeşin;

“ Bil ki, ‘Asr’a bedel ‘Gün’ vardır,

Sanki, asır ‘O’nda bir ‘Ân’dır.”  

sözünde ifadesini bulan günlerden birisidir.

“ Cevretmişem, zulmetmişem, dilerim ben O’ndan af,

Ğanî Allâh, ‘Afuvvum’ der, yoktur sözünde hilâf.”

Doğrularımız Hak’ka eğrilerimiz varsa bize aittir. Bütün mümin canlara faydalı olması ve yapıcı eleştirilerin bizlere ulaştırılması dileklerimizle..

Selâm günlerini “Asr”a döndürenlere!

Selâm asırları “Ân”a sığdıranlara!

Selâm Hak’ka tâbî olanlara!

Selâm Canlar cânına uyanlara!

Kemâl Kılıçoğlu



[1] Furû-u Kâfî: c: 6 sh: 54,55

[2] Furû-u Kâfî: c: 5 sh: 387

[3] Boşama-boşanma, nafaka vs. hakkında geniş açıklamalar ve hükümler için bakınız; Seyyid Rûhullâh (r.h.): Tam ilmihâl, (Tevzîhu’l Mesâil), Tahrîru’l Vesîle, Allâme Hıllî: Muhtasaru’n Nâfî, Şerâiu’l İslâm, Kâşifu’l Gıtâ: Caferî mezhebi ve esasları, Ehl-i Beyt yolu hadis kaynakları...

[4] Furû-u Kâfî: c: 6 sh: 245, 247, Men lâ yahduruhul fakîh: c: 3 sh: 205, Tehzîb: c: 9 sh: 17, 38

[5] Tehzîb: c: 9 sh: 5,6, İstibsâr: c: 4 sh: 59

[6] Furû-u Kâfî: c: 6 sh: 251, Tehzîb: c: 2 sh: 350, c: 9 sh: 45, İstibsâr: c: 4 sh: 77

[7] Furû-u Kâfî: c: 6 sh: 268, Tehzîb: c: 9 sh: 268

[8] Furû-u Kâfî: c: 6 sh: 243, 403-405, Men lâ yahduruhul fakîh: c: 4 sh: 255,Tehzîb: c: 9 sh: 108, 109, Bıhârul Envâr: c: 77 sh: 47

[9] Furû-u Kâfî: c: 6 sh: 424, Tehzîb: c: 9 sh: 124, İstibsâr: c: 4 sh: 95-97

[10] “...yeyin, için,fakat israf etmeyin. Çünkü O (Allâh), isrâf edenleri sevmez.” [A’râf (7): 31]

[11] Yüce Allâh doğru söyledi.

[12] Hamd,âlemlerin Rabbi Allâh’adır. Salât ve Selâm da, Peygamberimiz Muhammed’e, O’nun tertemiz Âli’ne ve seçkin ashâbına olsun.

[13] Allâh evveldir, Allâh âhirdir, Allâh zâhirdir, Allâh bâtındır. Kimin ki kalbinde Allâh var ise, Allâh onun iki cihanda da yardımcısıdır.

[14] Hamd olsun Allâh’a, hamd olsun Allâh’a, hamd olsun Allâh’a ki, O bizi yedirdi, içirdi ve bizleri Müslümanlardan eyledi. Şanı yüce Allâh’tan nimet dâim, İbrâhîm Peygamberin sofrası gibi bereket kâim, Allâh’ın Resûl’ünün (Muhammed’in @) şefâati üzerimize olsun.

[15] Ey Allâh’ım, Salâtın (Rahmet ve tüm güzellikler) Muhammed’in ve Âl-i Muhammed’in üzerine olsun.

[16] Yaşar Mırık: Amasya, 1997