<%@ Language=VBScript %> Hz.ALİ (3) Sayfa 2

 

3.FASİKÜL   
SAYFA> | Giriş | 1 | 2 | 3 |   

BURADAN

-İsa geniş bakışıyla yaşam devrimini Kudüs'teki başkanların başına, Şeytanın kuyruğunu oynatan uzun sakallarına yıktı ve yeryüzünün çizgileriyle, gaspçıları korkutan yıldırım gücüyle onları sert biçimde yere yıktı, dudaklarındaki ateşle onları yakarak hiddetli biçimde şöyle dedi: İki yüzlüler, yılanların çocukları, sizden rahmet istiyorum kurban değil, sizler sineği bile sağıyor, deveyi yutuyorsunuz. İşçilere ve ekin biçenlere zulüm ediyorsunuz. Dulların evlerini alıyorsunuz. Daha sonra da namazınızı kılıyorsunuz. İki yüzlüler, yılanların çocukları, Cumartesi insan için yaratıldı, insan Cumartesi için yaratılmadı.
 

-Az kalsa yoksulluk küfür olacaktı.
 Muhammed

-Yoksulluk adam olarak önüme çıkacak olsa öldürürdüm.
 Ali

-Evinde ekmek bulamayan birisinin nasıl olur da kılıcını insanlara karşı çekmediğine şaşırırım.
 Ebu Zer.

Ali, ne gönlün, ne yüreğin, ne de vücudun herhangi bir bölümünü çalışır halde bırakmayacak bir gözle baktı. Bu görüş içerisinde, insanın evrene ve evrenin güzellikleriyle iç içe olma hayalleri yeryüzünde kalıcı biçimde bağlanan insan haklarının, ya da yaşamak ve bunun gerekleri uğruna birleşmiş, yardımlaşmış topluluk haklarının önüne geçmesini, engellemektedir.

Kişileri ve toplulukları, evrenin güzelliklerinin ve yaratılışın acabetinin beğenisine çağırırken, doğru biçimde en büyük berekete götürecek ekonomik yardımlaşmaya ve maddi kalkınmaya yönlendirmek için çağırıyordu: Düşünen, duygu sahibi ve senin üzerinde bir hakka sahip olan varlığının anlamını taşıyan bir vücut olarak insanın onurunun korunmasına davet ediyordu.

Kendisi, temiz vicdan, kutsal duygu ve samahkarlık için uğraşırken, aynı zamanda yapının temelini oluşturacak objektif yasalara sahip adil bir toplumu örgütlemeye çalışıyordu.

Ali'nin insanlığı yüceltme, vicdanı, gönlü ve yüreği eğitme, gelirleri düzenleyip kazançtaki ruhi yücelikleri egemen kılma konularındaki sadık niyeti (Ahlak yücelikleri ya da ruhi yücelikler diye adını verdiğimiz bu konulardaki arzusu) Halifeliğinden önce ve sonra belirli bir hareket noktasından başlayıp sağlıklı bir sosyal ve ahlakı kurmaya götürdü. Buradan da şunu söylemeye çalışıyorum: Amacı onurlu, ahlakın zirvesinde görmek istediği bu insana ekmeği, giyimi, suyu ve barınağı temin etmekti, ya da ruhi saflığa çağırdığı insana yaşam gereçlerini temin etmekti.

Herhangi bir işte çalışan işçi, varlığın güzelliklerini, ahlakın yüceliklerini ve yaşamın önemini göremez. Gönül ve vicdandaki onurlu insanlığın anlamlarını geliştiremez. Çünkü herhangi bir işte, harcadığı emeğin karşılığını bile almadan, zengin, kötü ahlak ve arzulara sahip bir tekelci tarafından ücreti verilmeden çalışır.

Kendini üzerine emir olarak atayan, onun aç kaldığı yerde doyan, zorunlu geçim ihtiyacını alamadığı yerde zenginleşen" Yüce"nin ya da ona hizmet için gelmiş fakat çalıp çarpan, hesapsız biçimde istediğini öldürüp istediğini dirilten yöneticinin acılı kırbaçları altında ezilen vatandaş, varlığın güzelliklerini, ahlakın yüceliklerini ve yaşamın önemini göremez. Gönül ve vicdandaki onurlu insanlığın anlamlarını geliştiremez.

Çalışan vatandaşların ekmeği bulamadığı sürece, ekmeği bile çok gören ve özünde haddinden fazla müsrif olan emirine ödeyemediği bir dirhem yüzünden polisin evine girip hakaret ettiği ya da beğenmediği bir sözü söylediğinden dolayı dayak attığı, malını ve çocuklarının ekmeğini çalıp bir valinin ya da bir sultanın veyahut bir kralın malına kattığı bir Arap ya da Fars, varlığın güzelliklerini, ahlakın yüceliklerini ve yaşamın önemini göremez. Gönül ve vicdandaki onurlu insanlığın anlamlarını geliştiremez.

Yoksulluk sonucunda her iyiliği elinden giden, gereksinim sonucunda da içindeki her türlü duygu ve rahatlığı kaybeden birisinin doğruluğu temel alması, iyiliği öne çıkarması ve yüceliğin onurunu yaşaması, içindeki başkasına olan imrentiyi, hüznü, iyilik yasalarını çiğneme duygusunu çıkarıp atamaz.

Midesinin açlık zilleri çalan ve bunun sonucunda içinde yaşamın canlılığı bulunmayan, ruhundaki iman ateşi sönen, içindeki sevgi derin bir kine; güven duygusu ve ruh temizliği de karanlık kuşkulara ve korkunç üzüntülere dönüşmüş bulunan birisinin yaşamın güzelliklerine, yaratılışın adaletine inanması, kardeşine iyiliği tavsiye etmesi ve yakınını sevmesi mümkün değildir.

Gereksinim ve yoksullukla sıkı bir bağlantıya sahip olan aşağılık, bağlılık (Tabiiyet), kişiliğin kaybolması duyguları içerisinde olan birisinin sevgi besleyip bu sevgiyi yüceltmesi mümkün değildir. Ekmeğe muhtaç olanın fazilet vermesi mümkün değildir. Bütün sınıflar için ekmek barışın temel aracıdır. Aynı zamanda istikrar ve düzenin özüdür. İnsanı düşünmeye, duymaya, insanlarla doğru temeller üzerinde ilişki kurmaya hazırlayan temel araçtır. Gereksinimin karşılanması, yoksulluk, baskı sonucunda halkın içine düştüğü çukurdan, toprağa, ülkelerine, kendilerine yararlı; erdemli işe olan yabancılıklarından kurtulmaları için, üzerine çıkacakları merdiven durumundadır.

*      *      *

Münafıklar her mekan ve zamanda insanların objektif durumu, onları yalancı çıkarmasına karşın fazlasıyla yalan söylüyorlar. Doğan güneş, parlayan ay, suyun saflığı ve yeryüzündeki bütün bitkiler onları yalancı çıkarmasına rağmen yalan söylüyorlar. Yaşamın iradesinin bizzat onları yalancı çıkarmasına rağmen yine yalan söylüyorlar.

Yalan söylüyorlar, çünkü insanlar arasındaki barış aracının, burada bir yoksulluğun öte tarafta ise bir zenginliğin varlığıyla olduğu gibi kalarak olabileceğini söylüyorlar. Varlıklı olan kendi çocuklarını fazlasıyla seven yaşamın bu sevgi için geliştiğini ve evlatlarından bunun için gelişmelerini istediğini söyleyecek, bu çerçevede de kendinden ve insanlardan bu şekilde gelişmelerini isteyecek. İddiasına göre de bu gelişim uğruna yoksul kaybetmiş olduğu bir hakkı istememeli ve kendi çocuklarının ağzından kesilip zenginlerin sofralarına atılan ekmek için ayağa kalkmamalıdır.

Bu aç insan, kaybedilmiş hakkını isteyecek olursa, çocuklarının ağzından kesilen ekmek için ayağa kalkacak olursa, en büyük günahı işlemiş olur, terörü kışkırtıp güvenliği ihlal etmiş olur ve güven içerisinde olanların, onun ekmeği üzerinde rahat oturanların huzurunu kaçırmış olur.

Münafıkların, zenginliklerini ve "güvenliklerini" diğer bir yandan da aç kalan kitlelerin köleleştirilmesini koruma yöntemleri çok acayiptir. Münafıkların her çağda, çağın özellikleri ve mantığı tarafından yaratılan yolları vardır. Orta ve geçmiş çağlardaki bu yolların en belirgini de, din konularındaki tefsir ve yorumlarda kendilerine doğru yonttuklarıdır. Bununla münafıklarla Grek'lerdeki ve Romalılardaki çıkar sahipleri eşit duruma gelmektedirler. Budizm, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet'te de aynı durum vardır. Münafıkların kullanımına en uygun olan da, iddia ettikleri gibi peygamberlerinin dünyada yoksulluğa, yaşamda tasarrufa davet etmesi yoksullukla yetinerek her türlü hırstan vazgeçmeye çağırmasıdır.

Bunu iddia edip kitleleri buna çağırıyorlar, yeryüzündeki bütün zenginlikleri de insanlardan uzak tutarak kendileri rahat biçimde faydalanıyorlar. Bu iddia ve davet karşısında, mutlaka doğru ve hak olarak gördüğümüzü açıklamalıyız ki, Ali Bin Ebi Talip'in politikasını üzerine kurduğu ve kuramım oluşturduğu temeli kavrayabilelim.

*      *      *

Yaşamın kurtarıcısı yüce Buda'nın, yoksul, kanaatkar nefsi hiçbir zaman ne rahat ne de incelik istemiştir. Eline geçen en az yiyecek, içecek, giyecek ve yaşamın diğer gereçleriyle yetinmiştir. Çin'in peygamberi ve hekimi olan Konfüçyüs'ün, özel yaşamında sadeliği egemen kılıp kendisini seven ve mesajını takdir edenlerin katlarca fazlasıyla yetinmedikleriyle yetinirdi.

Socrates'in ne yaz ne de kış abasını değiştirmediği doğrudur. Çıplak ayaklarını taş ve topraktan sakınmazdı. Çıplak başını ve omuzlarını doğanının ne sıcağından ne de soğuğundan sakınırdı. Yaşamı boyunca ne ince yaşamı ne de rahat oturumu istemiş olup uzun günler boyunca açlık ve susuzluğa karşı koymuştur.

Mesih (doğru olarak Hz. Ali'nin anlattığına göre,) taş üstünde yatar kalın giyinir ve tahta yerdi. Katığı açlık gecesini aydınlatan da aydır. Kıştan sakındıran da yeryüzünün doğusu ve batışıdır Yeryüzünün hayvanlar için ürettikleri de onun meyvesi ve reyhanıdır. (Kokulu bir bitki Ç.N.) Ne onu kendinden alacak bir eşi ne de üzülecek çocuğu ya da dikkatini çekecek malı veyahut onu küçük düşürecek açgözlülüğü vardır. Onun tek bineği ayakları ve tek hizmetçisi elleridir.

Muhammed'in dünya malının ondan alıkonduğu, zenginliklerinin de başkası için kolaylaştığı, nimetlerinden kesildiği, güzelliklerinden uzaklaştığı doğrudur. Yoksul olarak, tutumlu biçimde yiyeceğin sadesini ve doymadan yerdi. Ebi Zer El Gufari'nin dediği gibi hiçbir zaman iki çeşit yemekle karnını doyurmadan bu dünyadan göçtü. Hurmadan doyacak olsaydı, ekmekten doymazdı. Evinde yemek pişirmek ya da ekmek yapmak için aylarca ateş yakmadığı olurdu.

Ali Bin Ebi Talip'in yaşamında eski elbisesi, arpa ekmeğinden olan ekmeğiyle ve konut olarak sarayların dışında yoksullara özgü konutuyla yetindiği doğrudur. Az ile yetinmesi ve yoksullukla ilgili bilinen tarafları sayılmayacak kadar çok olup delil gerektirmeyecek kadar açıktır. Bu kitabın bazı bölümlerinde bu konuda söylediklerimiz yeterlidir.

Dostu Ebi Zer Al Gufari'nin de arpadan yapılmış çoluk, çocuğuyla yediği kuru ekmekle yetindiği, bu durumunda kanaatkar olup memnun olduğu doğrudur.

*      *      *

Bütün bunlar doğrudur!

Ancak mutlak biçimde doğru olan bir başka sorun vardır. Bu sorun da; Bütün bunların mesaj sahibi olması ve bu mesajın bizzat içerisinde doyum ve yaşam maddesinin bulunmasıdır. Onların tahammül ettiğine başkaları tahammül edemez, kaldırdığını başkaları kaldıramaz, onların gönüllerinde başkası ile kıyaslanamayacak şekilde parlayıp çevrelerini özel biçimde rahat kılan ışıltılar, başkasının gönlünde parıldayamaz. Ayrıca yemek, giyim ve yatacak konusunu düşünmekten alıkoyan, toplumların durumlarım önemseme konumları vardır.

Buna ek olarak, fiziki açıdan başkasının vücudunda bulunması şart olmayan bir güce sahiptirler. Örneğin: Buda, anlatanlara göre yaşadığı zamanda Hintliler arasındaki en güçlü kişiydi. Socrates de, Grek'ler içerisindeki en şiddetli, en korkunç ve savaşta en sert savaşçıydı. Ali Bin Ebi Talip de bildiğimiz gibi fiziki olarak çok güçlüydü. Bu sadeliği seçenler fiziki olarak güçlü olsalar da olmasalar da, bu konu ile ilgili çok daha tehlikeli bir durum söz konusudur: Bu insanların yaşamlarını inceleyenler, ilk etapta bunların devrimci olduklarını kavrarlar. Devrimlerinin amaçları da toplumlarının durumlarından ortaya çıkmıştır. Savaşım yöntemleri ise, yaşadıkları zaman, mekan, etraflarındaki insanlar ve dünya ile sınırlıdır. Bunların içerisinde Socrates, Mesih ve Ali Bin Ebi Talip gibi kendi devrimleri esnasında ölenler olduğu gibi saldırganlar tarafından ele geçirilemeyen Buda ve Muhammed vardır.

Devrimciler de yaşamlarında rahat edemeyen bir topluluktur. Çünkü devrim onlara rahat yaşama fırsatını tanımaz. Rahat yaşamanın koşullarından birisi olan istikran da yaşatmaz Ayrıca anti devrimci muhafazakarların saldırıları ilk etapta devrimin sahibine yöneliktir. Zaferi elde edinceye kadar aranır durumdadır. Başarmcaya kadarda ezilmiş olarak kalır. Ezilmiş ve aranır durumdaki devrimcinin devrim olan amacına varmadan ya da bu amacından vazgeçmeden rahat yaşaması ve dünyanın nimetlerini istemesi mümkün değildir. Devrimci peygamberlerin yoksulluğu ve dünyadan uzak kalması buradan kaynaklanmaktadır.

Her halükarda, isteyerek seçtikleri yaşam biçimi ve yeterliliği konusuyla özgürdürler. Seçtikleri ve yetindikleri konusunu hiç kimsenin şu ya da bu biçimde tartışmaya hakkı yoktur. Kendi istekleriyle bunu seçtiler hiç kimse tarafından buna zorlanmamışlardır. Son olarak bunların yoksulluğa çağırdıkları güzel sözlere bakmak gerekir:

Bu peygamberlerin ve bunlar gibi olanların tarihte yapıcı olduklarını, ancak zamanlarının savaşım ve devrim yöntemleri çerçevesinde de devrimci olduklarını söylemiştik.

Kuşkusuz devrim, şeklini sözlerinden, içinde bulunduğu çağın tarih aşamasındaki gereksinimlere göre olan talimatlarıyla bir öze sahip olsa da, yalnızca devrim sahibinden oluşmaz. Tam tersi kendini adayıp uğruna savaşan çok sayıda insana ihtiyacı vardır. Sorun böyle olduğuna göre, devrimin başarısı için kendini adayanların koşulları devrim sahibinin koşullarıyla birleşir, durumları da birbirlerine benzer. Yaşamın zenginliklerinden yararlanmamalarının ve aza kanaat etmelerinin ana gerekçesi budur. Devrimci mesaj sahibinin diliyle kendi çabalarını devrimin zaferine dönüştürebilmek ve savaşım olanaklarını arttırabilmek için azla yetinmeye davet etmelerinin de gerekçesi budur.

Yoksulluk ve kanaat konusundaki mesaj sahiplerinin bu sözleri, görüldüğü gibi belirli bir zaman ve mekandaki belirli kişilere bağlı istisnai bir durumun çözümünden başka birşey değildir. Geçici bir çare bulma yöntemi olup yaşamdan çekilme ve sürekli yoksulluk için daimi bir davet değildir. Şuradaki bir yoksulluğun güzelleştirilip oradaki bir zenginliğin arttırılması amacıyla da değildir.

Mesaj sahipleri yoksulluklarını insanların uyacağı bir kural durumuna getirmediler. Yaşamın en basit araçları ile yetinmelerini herkesin izleyeceği bir çizgi durumuna da getirmediler. Sorun böyle olsaydı (ki, böyle değildir) devrimlerinin bir amacı olmazdı. Eşraf kesimi, yığılmış mal sahipleri, yöneticiler, zalimler ve fesatçılar da onlara düşman olmazdı.

Buda'nın, İsa'nın ya da Muhammed'in, yaşamını ve taraftarlarının yaşamını ya zafer ya da ölüm mevkiine koyarak, yiyen ile aç kalanın, zalim ile mazlumun, zengin ile yoksulun bulunduğu bir topluma karşı devrim yapıp bütün yapısını ve dayanaklarını yok ettikten sonra dönüp insanları daha önce varolan sınıfsal farkları kabullenmeye çağırması, zenginlere zenginliği, yoksullara yoksulluğu ve bütün insanlara daha önce içinde bulundukları durumları süslemeleri aklın alabileceği bir şey değildir.

Yoksulluğa, tutuma davet edip belki de kendilerinin yaratıp bu devrimcileri yükledikleri ibarelerin arkasında saklanan münafıkları utandıracak mesaj sahiplerinin talimatları ve yaşamları vardır. Adil bir toplumsal yaşam ve dürüst bir ahlak için kendilerinin yoksul kaldıklarını ama yoksulluğa davet etmedikleri, tutumlu kaldıkları ama hiçbir insanın yoksul olmadığı, zayıfın bulunmadığı, ne yiyen ne de yedirenin bulunduğu rahat bir yaşama istediklerini, destekleyen mesaj sahiplerinin talimatları ve yaşamları vardır.

*    *    *

Temiz ruh sahibi olan Buda incilinde insanların mutluluğu ve refahı için çağırıyor, yeryüzü çocuklarına ibadet eden bazılarının dediği gibi insanları yoksulluğa ve ihtiyaç cehennemine atılmaya çağırmıyor. Ayrıca insan kesitleri arasındaki ruhi sefillikten kendini sorumlu kıldığı gibi, maddi sefillikten de sorumlu tutuyor. Şöyle söylüyor: Diğerlerine yardım edin, dostlukla yüreklerinizi onlara açın.

İşte Konfüçyüs, şu güzel sözlerle sanki yoksulluğu ve tutuculuğu yaşamdan kovuyor ve şöyle diyor: İnsanın tutucu olmadan yoksul olması, bataklığa düşmeden zengin olmasından daha zordur. Bu yüce insan talimatlarının büyük bir bölümünü zengin olmak isteyenlere, yoksulluğu süslemeden, insanların yaşamın ekonomik yönüyle ilgilenmelerine ayırmıştır. Çağlar boyunca ölümsüz sözlerinden bir tanesi de, yeryüzündeki yaşamın maddi, manevi şartlar dahilinde mutluluğu garantileyecek her yönüyle ibadet olduğunu söyleyen şu sözüdür: Yaşamım ibadetimdir.

İşte Socrates, yönetimin koşulları içerisinde yöneticiyi kamu yararlarına bağlayan ve kamuyu soymaktan alıkoyan koşuldan daha değerlisini görmemektedir. Kendisi için uygun gördüğü yaşam araçlarını insanlar için yeterli görecek olsaydı kendisine istediği gibi onlara da tasarruf ve yoksulluğu isterdi. Böylesi bir şartı da öne sürmezdi. Kendisi, yasaları düzeltip politikayı yöneltip zulme ve zalimlere karşı koyarken önünde temel bir hedef vardı, o da: Halkın gereksinimlerini karşılamaktı. Ayrıca hak ve görevlerdeki eşitliği yönetimin özünde bulundurduğu gibi yöneticiye bunu koruma görevini yüklemektedir. Bir ülkenin çocukları arasında servet bakımından ayrıcalık yaratan bütün nedenlere karşı savaştı. Kamudan habersiz, servet biriktirenlere çok sert davranırdı. Meşhur diyaloglarını gözden geçiren herkes birinde yöneticilerin ve yönetime gelmek isteyenlerin çalışmalarını belirleyen çerçeve olarak halkın maddi refahı üzerinde ısrar etmesini görebilir. Bunlardan bir tanesi zamanında Atina'yı yönetmek için kendini hazırlayanlara sorduğu sorulardır. Genellikle de yöneticinin, şurada zenginliği bir diğer yerde yoksulluğu egemen kılmaya genel yasalar temelinde servetin kaynaklan ve çıkarılıp halkın evlatlarına dağıtımı konusunda bilmesi gerekenler üzerinedir.

İşte en büyük devrimci İsa; şöyle diyor: insan yalnızca ekmekle yaşayamaz. Bu sözünde ekmeği yücelttiğine ve gereksinimin karşılanıp yaşamın idamesinin sağlanmasının her şeyin özü ve kökü olduğuna dair açık bir delil mevcuttur.

İsa'nın bu sözüyle anlatmaya çalıştığı ekmeği insanlardan alıkoyup kendilerine etrafındakilere ve çıkarı ya da çıkarları bulunan insanlara sağlamak isteyen ibadet tüccarlarının ve kahinlerin gökyüzü pederini yüceltmek için!., söylediklerinden çok farklıdır.

Kendileri bu sözü insanları ekmek uğruna çalışmaktan uzaklaştıracak münafıkça ya da dünyanın fani olması, gerçek rahatlığın ahirette olması itibarıyla onları çalışıp yememeye iten bir şekilde yorumlarken sözden de açıkça anlaşılacağı gibi ekmeği temel almaktadır. Daha sonra da ekmeğin yalnız başına yaşımın her şeyi olmadığına dikkat çekmektedir. Böylece de ekmeği elde ettikten sonra ruh sefasına ve yürek sadeliğine kendini ayırman gerekir.

İsa'nın, bütün insanlara bolluğu sağlama doğrultusunda bir iradesi nasıl olmaz da, kendisi tekrarlanmasını istediği namazda ekmeği dilemekten daha yüce bir şey görmüyordu. Şöyle diyor: Gökyüzündeki pederimiz... bize yetecek ekmek ver!

İsa'nın mesajı büyük bölümüyle, zalim, soyguncu, yoksulun sırtında rahatlayıp kurdun ağacın özsuyunu emerek yaşadığı gibi yoksulun emeğiyle yaşayan ikiyüzlü kahinlere, yöneticilere ve tüccarlara karşı, yok edici bir devrim niteliğindeydi. Bu büyük devrimci, Romalıların ülkemize zorla ve terörize ederek yaşattıkları en zor sömürgecilik döneminde Kudüs'ün eşraflarını, münafıklarını, kahinlerini, Çarların takipçisi olan zenginlerini, bunlar ve bunun gibi geniş kesimleri nitelendirirken söylediği bu cesur sözünde bütün insanlara ekmeğin, suyun ve giyimin sağlanmasından başka bir şey istemiyordu:

Taşınması çok güç ve ağır yükleri hazırlayıp insanların omzuna yıkarken kendileri parmaklarını bile kıpırdatmak istemiyorlar. Yaptıkları her şey insanların dikkatini çekmek içindir. Başlarındaki örtüleri büyütüyorlar, elbiselerini yüceltiyorlar, davetlerde birinci dayanağın, meclislerde birinci yerin kendilerine ayrılmasını bekliyorlar ve herkesin kendilerine efendim, efendim demesini istiyorlar.

İsa, bu münafıkların namazını kabul etmiyor, çünkü insanların emeğini yiyorlar ve ekmek haklarını alıkoyuyorlar. Şöyle diyor: Dulların evlerini yediğinizden dolayı sizi ikiyüzlü çizerler namazınızı uzatsanız dahi en şiddetli acılar sizin olsun.

İsa'nın içindeki dulların evleri, aç ve muhtaç insanları içinde barındıran evlerden başkası değildir. Aç olanların ekmeğini yemeyecek, susuz olanların suyunu içmeyecek insanların emeğini sömürmeyecek ve kendilerinin olmayan ülkeleri sömürmek için Roma'dan yemeyecek insanlara yer açmak için Roma imparatorluğuna, ordularıyla, yasalarıyla ve sömürgeciliğinin zorbalığıyla karşı koyduğu gibi Kudüs'ün din adamlarına, eşraflarına, emirlerine, bütün gelenek ve göreneklerine zayıf vücuduyla canlı yaşam devrimine olan bakışıyla, zorbalara karşı şiddetlenen ve daha dili aracılığıyla onları ateşine atan zayıf yüzünün çizgilerindeki kasırgayla karşı koyan büyük devrimcinin dilinde yoksulluk ve gereksinim sürekli bir lanet durumundaydı.

Kendini ve insanoğlunu, insan yaşamını yüceltmeye davet eden, ibadet tüccarları tarafından iradesini kendi çıkarları olan insanları yoksullaştırma uğruna tahrif edilen yüce devrimci, şu ebedi ve yok edici laneti sömürücülere, zenginlere, açın lokmasını ve üretenin emeğini hile ile alanlara dulların evlerini yiyenlere, işçi ve ekincilere zulüm edenlerin üzerine bırakan kendisidir. Uzun, ucuyla şeytanın kuyruğunu oynatan sakallarına bakarak, dinarın bir örneği olan vicdanlarının adiliğine ve alışageldikleri kutsama ve yüceltmeyle içlerindeki her türlü rezilliğe tanıklık eden yüzlerine (içindeki sevgi gücüyle) iyice bakarak hiddetli ve sert şu sözlerle onları titretti:

Yılanların çocukları!

Kendini ve insanoğlunu, insan yaşamını yüceltmeye davet eden yüce devrimci, toplumda kutsal emir ve tapınan vecibe mahiyetinde olsa dahi insana hizmet etmeyen her şeyi aşağıladı. Onların reddettikleri şeyleri alıp onu kınamak ve hilekarlıklarını onun sadakatinden, çirkefliklerini onun yüceliğinden kurtarmak için büyük din adamı başkanlığında bir Yahudi heyet kendisinin yanına gelip onu sınamak istediğinde Cumartesi günü için onunla tartışırken komplo karşısında şiddetli biçimde sertleşen bir bakışla onlara bakarak yüce başkanlarına şunları söyledi:

Seni ikiyüzlü!

Yüce başkan şok oldu... Süslü elbiselerdeki kahince kutsanan cesediyle irkildi... Devrimci İsa, hilekarlık elbisesinden soyutlamak için kahinlerin başkanının kutsallığına yeniden baktı:

İki yüzlü!.. Cumartesi insan için yaratıldı, İnsan Cumartesi için olmadı!...

İşte bizzat ibadetin kendisi ve diğer bütün vecibeler (İsa'nın gözünde) insana hizmet için yaratılmıştır. İnsana verebilecek ilk hizmette ekmek bulabilmesi için önünü açmaktır.

Kendine bu yüce lakabı İnsanın oğlu lakabını seçen İsa, ekmek uğruna emeği kutsamış ve yaşam aracının işletilmesini her dinin temeli ve her ibadetin şekli kılmıştır. Nefisteki gerçek imanı sınamak isterken, (ki kendisi ilk etapta insana inanmaktadır) şu sözü söyleyen kendisi değil mi: Açtım beni doyurdunuz, susuzdum bana su verdiniz, yabancıydım beni barındırdınız vs.

Bunu söyledi ama şu şekilde söylemedi: Ben namaz kılıyordum siz de benimle kıldınız!

İsa’nın bu alandaki devrimi burada sayılacak olmaktan çok daha geniştir. Açların lokmasına komplo yapanları kınayan sözleri ve vücutlarına yönelen kırbaçları aynı şekilde yoksulları ve mazlumları, onları soyanlara, haklarını ellerinden alanlara ve ülkelerim sömürgeleştirenlere karşı hareketlenmeleri için olan sözleri dört incili doldurmaktadır.

En sonunda, Yahudi din adamlarım Romalıları, İsa'yı yargılamaya ve daha sonra öldürmeye iten büyük suçlama; ezilenlerin, mazlumların, kölelerin açlık, susuzluk, gereksinim, dağılmışlık ile kölelikten oluşan korkunç ve sefil ortamda batmakta olan herkesin yüreğine tohumunu attığı güçlü devrimdir. Bu büyük suçlama; Çara cizye vermemesi için halkı kışkırtmak değil midir.

İsa, Çar'a cizye vermeyi neden halka yasakladı? Çarın ve Emirlerinin, insanların üstünde olanların açın boğazından, gereksinim içerisindeki evden ve yetimin avucundan çaldıkları ekmeği elde etmek için değil midir? Ayrıca, Kudüs'ün din adamları Çarın temsilcileri önünde şu söyledikleriyle büyük Çar'ın (ve küçük Çarların) insanları soyup maddi zenginliklerini tekelleştirme yöntemlerini koruma zorunluluğuna sığınmamışlar mıydı: Öldürmezsen Çarı sevmiyorsun demektir!

İsa, içinde yöneticinin ve yönetilenin, yiyenin ve yedirenin bulunduğu geniş bir toplulukta durup onlara seslenerek şu ölümsüz kelimeleri söylemedi mi: Bir mum yakılıp kapak altında saklanmasın, minarenin üstünde evdeki herkesi aydınlatacak şekilde konsun.

Ev, her şeyiyle bütün dünyadır. Evdeki herkes de, insanlığın hepsidir. Şurada aydınlatıp diğer yerde aydınlatmayan ışığın parçalanıp yerine her köşeye ışık ve ısı yayacak bir ışık yakmalıdır. Daha sonra insanlığın bütün sınıflarına onurlu yaşam hakkını sağlamak isteyen bu devrimci, bilgeli iradeyi tahrif eden ve (kendi kutsal varlıklarına yeryüzü zenginliklerini ayırıp bol yeryüzü cennetlerinde yerleşmek için) insanlara basitliği, yoksulluğu ve tasarrufu süsleyenler bizzat kendisinin adlandırdığı gibi yılanın çocukları değil midir!...

İşte İsa'nın kardeşi Muhammed, yiyen ve yediren, çalan ve çaldıran, aşağılanan ve yüceltilen ile insanlar arasındaki ayırımı temel ve kural olarak bırakmaya ve yoksul kesimleri yoksullukla ezmeye çalışanların bol bulunduğu bir topluma, karşı devrim bayrağını açıp kendi dilinden Kuran ile insanlara seslenerek şöyle diyor:

Her tarafında yürüyüp rızkından yiyin yaşam aracından yararlanmayı emrediyor. Bu da yeryüzü rızkından yemektir. Ne şu kesimi diğerinden ayırıp diğerine özgü, ne de şu toplumu diğerinden ayırıp ona özgü kılmıyor. Bir başka yerde şöyle diyor: İnsan yemeğine baksın, suyu döktük, yeryüzünü yardık içinden tohum, üzüm, zeytin, hurma çıkardık, bol ağaçlı bahçeler, meyveler ve kurusuyla, yeşiliyle bitkiler verdik.

Kendisi ise şöyle diyor: İnsanlar üç şeyde ortaktır: Su, Bitki ve Ateş. Çalışanı da takdir edip ona onurlu yaşamı sağlama emrini veriyor. Yeryüzünde hiçbir yoksul ya da gereksinim sahibinin bulunmamasını istiyor. Ganimet geldiği zaman önce dostları arasında paylaştırırdı ve kızı Fatma'ya sürekli olarak: Önce insanlar yeterince alsın! (11) ricasında bulunurdu.

Muhammed'in yoksulluk ve zenginlik konusundaki tutumu üzerine sözü fazla uzatmayacağım. Sonraki bölümde İslamiyet'te, sahibini gereksinim sahibi, yoksulluk ve açlıktan kurtaracak, üretken çalışmaya olan insan daveti üzerine geniş açıklama vardır. Hatta Muhammed'in İslamiyet'inde, İsa'nın Hıristiyanlığında olduğu gibi üretken çalışmayı her türlü oruç ve namazdan daha üstün kılmaktadır. Yoksulluğu kabullenmeyen ve gereksimi süslemeyen Muhammed şöyle diyor: Yoksulluk küfür olacak türdendir. Gelecek bölümde toplumsal yapının birçok sırrına vakıf olan Muhammed'in dahiliğini, yaşama üretken çalışma ve zenginliklerden yararlanma temelinde iyi gözle bakılması gerektiği davetini açıklayacağız.

İşte, yoksul, miskin ve tutumlu Ebu Zer Al Gufari (kendi kendine seçtiği yaşam biçimi konusunda hiçbir şey söylemeye hakkımız yoktur) yoksulluğa karşı büyük bir savaş açmaktadır. Toplumsal haklan iyilikle savunmakla şehit olur.Yoksulluk ve yoksullaştırma felsefesine karşı açmış olduğu bu savaştaki en iyi sözlerinden: Yoksulluk bir yere varacak olursa küfür (her değeri, her ahlakı ve her ibadeti reddeden küfür.) Ona: Beni de beraberinde götür! Ayrıca şu söz vardır: Evinde ekmeği bulunmayan birisinin nasıl olurda insanlara karşı kılıcını çekmediğine şaşarım.

*     *     *

Devamı