<%@ Language=VBScript %> Hz.ALİ (3) Sayfa 1

 

3.FASİKÜL   
SAYFA> | Giriş | 1 | 2 | 3
  

ÖNCESİ (1.FASİKÜL)

Aynı biçimde istişare konusunda en son dayanakları oydu. Halifelerin ikisi de onun istişare ve bilgisinden yararlanmışlardır. Ebi Bekr ve Ömer için fetva konularında son dayanak olduğu gibi diğer sahabelerin de dayanağıydı. Şeriat konusunda onun getirdiği gerekçeden daha iyi bir gerekçenin öne sürüldüğü görülmemiştir.

Ali'nin bilgisi, fıkıh metinleri ve hükümleriyle sınırlı kalmamış, çağdaşlarını kat kat geçtiği matematik ve bunun gibi bilimlere kadar uzanmıştır.

Ali'den sonraki İslami çağlarda en büyük fıkıh bilimcisi Ebi Hanife de, onun öğrencisiydi. Ebi Hanife, Cafer Bin Muhammed'in yanında okudu. O da babasının yanında okudu. Ali Bin Ebi Talip'e varıncaya kadar... Aynı zamanda İmam ı Malik Bin Enes de silsile yoluyla Ali'nin öğrencisiydi. Kendisi Rabia'dan, Rabia da Akreme'den, Akreme de Abdullah Bin Abbas'tan, Abdullah Bin Abbas da Ali'den öğrenmiştir. Bütün bunların üstadı durumundaki Bin Abbas'a “Amcanın bilgisi önündeki bildiğin nedir?” diye sordular. (Ali kastedilmektedir.) Cevap olarak: Atlas okyanusu önünde bir damla yağmurdur; dedi.

*     *     *

Bütün sahabeler peygamberin bir defasında şöyle dediğini söylerler: İçinizdeki en iyi yargılayıcı Ali'dir. Ali, çağının en iyi yargılayıcısıdır. Çünkü fıkıh ve Şeriat konularını en iyi bilen oydu. Bunlar da İslamiyet'teki yargının kaynaklarıdır. Ayrıca öyle bir akıl gücüne sahipti ki, biçimler değişse dahi mantığa en uygun ve en doğru biçimi ortaya çıkarabilirdi. Aynı biçimde, yargıda bilgisini en iyi şekilde kullanmaya yöneltecek temiz bir vicdana sahipti. Böylece de, akla ve vicdana dayanan adil hükümler verirdi. Ömer Bin Al Hattab'ın Ali'ye söylediği şu sözler malumdur: Ya Ebe Hasan, senin hükmünü vermediğin bir sorunu Allah hayırlı kılmaz. Aynı şekilde: Ali olmasaydı Ömer mahvolurdu. Gene: Ali varken mescitte hiç kimse fetva veremez.

Ali'nin ilkeleri ile büyük Fransız devriminin adamları ve ilkeleri üzerine olan bölümde Ali'nin yargı konusundaki dahiliğini ve söylediklerinden ortaya çıkanları uzunca ele alacağız.

*     *     *

Ali Bin Ebi Talip sorunları gelişigüzel ele almak istemeyenlerdendi. Tersine her sorunun özüne kadar inmeye çalışırdı. Kuran’ı ve onun konusu olan dini bütün düşünürleri çekecek tarzda ve derinden inceledi. Böylece dini, bir düşünce ve bir görüş konusu olarak ele aldı. Ali gibi bir dahinin, dinin sadece şekli olan hükümlerin getirdiği, sınırlamaları belirleme ve dini vecibeleri yerine getirmekle yetinmesi mümkün değildir. İnsanların büyük bir çoğunluğu dinin şekline matematiksel olarak davranışlardaki ve yargıdaki sonuçlarına bakarlar ya da bakmak durumunda kalırlar. Ali ise, dinin şeklindeki hükümleri iyice bildiği gibi dinin kendisini de, salt bir düşünce konusu, özgün bir araştırma ve uzak öngörü konusu olarak da iyi bilirdi. Kökü ve realitesiyle iç içe, birbirine akan ve birbirini etkileyen temel dayanaklar üzerinde kurulu olduğuna tam güvenmeden din üzerindeki düşünce ve araştırmasına son vermezdi.

İslami felsefe ve söz söyleme sanatı da buradan çıktı. Ali, bu anlamıyla söz söyleyenlerin başındaydı ve hatta söz söyleme sanatının babasıydı. Bu bilimin öncülerinin, Ali bin Ebi Talip'ten başka kaynakları yoktu. Onun çizgisi dışında da, bir yolları yoktu. Sonradan gelenler de onu izlemeye devam ettiler. Onu, öncülerinin ve kendilerinin imamı olarak gördüler. Din konularında akılın önünü açmaya çalışan ilk İslami grup durumundaki mutezilenin kurucusu Vasıl Bin Ata, Ebi Haşim Bin Muhammed Bin Hanife'nin öğrencisiydi. Babası da, Ali Bin Ebi Talip'in öğrencisiydi. Mutezile grubu için söylenenlerin hepsi Al Aşariye grubu için de söylenir. Aşa'riyeciler ilimlerini, silsile yoluyla Ali'nin öğrencisi olan Vasıl Bin Ata'nın öğrencileri olan Mutezilecilerin öğretilerinden almışlardır.

Ayrıca İslami tasavvufun köklerinin ve tohumlarının değişik örnekleri Nahj Al Balağa'da (Olgunluk Çizgisi) mevcuttur. Müslümanlar Yunan düşünürlerini tanımadan, Grek'lerin, Hintlilerin ve diğerlerinin felsefesini Arapça'ya dahil etmeden önceki İslami tasavvufçular bu örneklere dayanmışlardı. İsteyen de El Mütevekkilin veziri olan Ubeydullah Bin Yahya Bin Hakan'm, İbn Ebi Hadid'in yazmış olduğu Nahj Albalağa'daki Ebi Al Ayna bölümüne bakabilir. Orada sözünü ettiklerimizin geniş açıklamaları mevcuttur.

*     *     *

Sanki Allah, İslami bilimlerde Ali'nin dayanak olduğu gibi Arap dil bilimlerinde de dayanak olmasını istemişti. Çağdaşları arasında hiç kimse Arap dil bilimleri konusunda Ali’nin eline su dökemezdi. Arapça’yı iyice kavraması, sağlıklı mantığı ve eşsiz zihinsel gücü sayesinde Arapça'yı kanıtları ile kurallara oturtmaya çalıştı. Bu da, kendisinin irdeleme yeteneğine işaret etmektedir. Gerçekten de, Arap dil bilimi konusundaki temelleri atan ve kendisinden sonra gelenlerin önünü açan kendisidir. Ali'nin gramer biliminin temelini attığı tarih tarafından ispat edilmiştir. Günün birinde, öğrencisi ve dostu olan Ebi El Esved El Deuli yanına geldiğinde onu dalmış düşünürken gördü. Ona dedi ki: Neyi düşünüyorsun ya müminlerin emiri? Cevaben: Sizin bu şehrinizde (Yani Kufe'de) bir ezgi duydum. Onun için Arapça'nın kuralları üzerine bir kitap yazmak istedim. Daha sonra, içinde: İsim, fiil, bağlaç vs ile söz sanatı yazılı bir kağıt verdi.

Bu olayı başka şekilde de anlatırlar. Ebi El Esved El Deuli'nin günün birinde, Ali'ye Arap fetihlerinden sonra Arapların Parslarla iç içe girmeleri sonucunda ezginin çok kullanıldığını söyledi. Fars'lar da, çok ezgili ve imalı konuşurlardı. İmam bir süre sustuktan sonra Ebi El Esved'e şöyle dedi: Sana söylediklerimi yaz. Ebi El Esved kağıt kalem alıp yazmaya başladı. Arapça, isim, fiil ve bağlaçtan oluşur. İsim: Zamiri bildirir. Fiil ise: Zamirin hareketini bildirir. Bağlaç da: İsim ve fiil olmayan kelimeleri bildirir. Sıfatlar da üçtür: Belirtme sıfatları, belgisiz sıfatlar ve ne belirtme, ne de belgisiz olan sıfatlar ki; bunlar bazı dil bilimcilerinin dediği gibi işaret sıfatlarıdır, dedi ve ekledi: Bundan sonra bu kuralı izleyin. (9) Bu olaydan sonra bu bilim, bu adla anılmaya başladı.

Ali'nin özelliklerinden birisi de, olağanüstü zekası ve üstün ferasetidir. İrticali birçok tutumu da, hiç kimsenin geçemediği hazırcevaplılığma işaret etmektedir. Taraftarları ve düşmanları önünde İrticali biçimde güzel sözler ve atasözleri söylerdi. Ayrıca Ali, matematik problemlerindeki ferasetinde de, çağının tek adamıydı. Çağdaşları bu problemleri, kolay kolay çözülemediği ve anlaşılamadığı için bulmaca olarak görüyorlardı. Bu konuda anlatılanlardan bir tanesi şöyledir: Kadının biri gelip kardeşinin öldüğünü ve altı yüz dinarlık bir miras bıraktığı ve bu mirastan kendisine sadece bir dinarı miras olarak verdiklerini şikayet etti. Bunun üzerine Ali şöyle dedi: Demek ki; onun bir karısı, iki kızı, annesi, on iki kardeşi ve sen varsınız. Gerçekten de öyleydi.

Günün birinde Kufe'de minber üzerinde konuşurken birisi kalkıp şunu sordu: Birisi öldü. Bir karısı, iki kızı, babası ile annesi var. Miras durumu nedir? Bunun üzerine Ali hemen şunu söyledi: Onun sekizde biri dokuzda bir oldu. Ondan sonra da bu hüküm sürekli olarak minber hükmü olarak adlandırıldı, çünkü bu hükmü minber üzerindeyken verdi.

Hikmet, etkin bir görüş, geniş bir bilgelik, güçlü bir duygu, toparlayıp çıkarsama gücü ve bütün bunları gerektiren yoğun bir çaba olduğu gibi Hz. Ali'nin eseridir. Bu konudaki deneyimi; milletleri, bilgeleri ve tarihin büyük düşünürleri arasında yüce bir yere oturtacak bir deneyimdir. Olaylardan teori üretip bunu güzel söz olarak ortaya koyma konusundaki Ali'nin benzerleri çok azdır. Birinci derecedeki kaynağı Muhammed Bin Abdullah ve Ali Bin Ebi Talip olan bu yüce hikmet, İslam kültürünün yönetilmesinde ve insani biçime sokulmasında büyük öneme sahiptir.

İmam, felsefi görüşünü yaşam, evren, insan topluluğu ile tevhit, ilahiyat ve doğaüstü sorunlar üzerinde yoğunlaştırdı. Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi Söz söyleme sanatı ve İslami ilahiyat felsefesinin kurucusudur. Ondan sonra gelen bütün düşünce ve hikmet sahipleri onun asaletini ve bilgeliğini kabul edip onu izleyip hikmetlerini açıklamaya çalıştılar. Milletlerin birinci sıradaki bilgeleri arasında oturmasını sağlayan birçok hikmet büyük kitabı 'Nahj El Balağa'da (Olgunluk Çizgisi) mevcuttur. Peygamber, ümmetimin alimleri İsrail'in peygamberleri gibidir, derken bizzat Ali'yi kastetmiyor muydu?

 

Hz. ALİ VE İNSAN HAKLARI ÖZGÜRLÜK YOLUNUN YOLCUSU

-Allah seni özgür yaratmışken başkasının kölesi olma!
-Sakın ha, insanların eşit olduğu şeyi tekelleştirmeye kalkışma.
-Affedilmeyecek günah, insanların birbirine olan zulmüdür.
-Mazlumu zaliminden kurtaracağım.
-En kötü düşmanlık insanlara yönelendir.
-Her insan senin gibi yaratılışa sahiptir.
-Kendin için sevdiğin bir şeyin başkası için de olmasını iste kendin için sevmediğin bir şeyi de başkası için isteme.
-Çobanların en kötüsü sürüsünde kötüleri barındırandır.
-Kötü yaratılışlının liderliği olamaz.
-Zararından emin olduğuna kardeş olmaya çalış.

ZOR DENEYİM

-Vallahi görmeden önce hakkı kabul ederim.
-Sorunumuz zordur, sözümüz; temiz bir gönül ve sağlıklı bir ümit demektir
Ali

Öyle bir sesleniş seslendi ki, kulaklarını sağır edip yapılarını darmadağın etti, damlarını başlarına yıktı, sakındıkları duvarlarını yıktı ama, zayıf ve mazlumların gönlünde, serinlik, sağlık ve bol bereket getirdi.

Ali Bin Ebi Talip'in insan hakları ve toplum amaçları konusunda köklü, dallanıp budaklanmış görüş ve kuramı vardır. Çağdaş sosyal bilimlerin, bu görüşlerin ve kuramın büyük bir bölümünü onaylamaktan başka yolu yoktu. Sosyal bilimler, konusu hangi biçime girer, ya da hangi isim altında anılırsa anılsın neden ve sonucu itibariyle birdir. Bu da, toplum üzerindeki despotizm ve baskıları kaldırmaktır. Daha sonra da, insanın insan olarak onurunu ve yaşam haklarını koruyacak daha sağlıklı temellere oturmuş bir toplum kurmaktır. Bunun da ekseni, yararlı bir çerçevede hareket ve söz özgürlüğüdür. Bu bilimlerin, şu ya da bu şekilde oluşmasını birinci derecede etkileyen belirli yer ve zaman koşullarıdır.

Bu realite ışığında geçmişe bir göz atarsak; geçmiş her zaman, içerisinde despotizm, mutlakıyet, toplum hak ve özgürlüklerini hiçe sayanlarla adalet ve istişareye dayanan, genel hakları ve özgürlükleri koruyan bir yönetim istemi arasında zorlu bir savaşımın devam ettiğini görebiliriz. Mazlumların geçmiş olumlu devrimlerinin hepsi de, ezilenlerin ve düşünürlerin sosyal zulmü yok edip yerine mantığı ve önemi açısından toplumun gelişim seviyesine uyan yeni kurallar koymaya çalışan ayaklanmalardan başka bir şey değildir.

Ali Bin Ebi Talip insan hakları konusunda önemli bir şana sahipti. Bu konudaki görüşleri de, o günkü İslamiyet ile birçok yönden bağlantılıdır. Hepsi, despotizmi yok edip sınıfsal ayrılıkları kaldırma ekseninde dolanıyordu. Ali Bin Ebi Talip'in toplum sorunları karşısındaki tutumunu bilen herkes, onun despot ve zalimlaerin boynuna dayanmış bir kılıç olduğunu bilir. Görüşüyle, edebiyatıyla, hükümetiyle, politikasıyla genel hakları çiğneyenlere, toplumu ve çıkarlarını hiçe sayarak mazlumların sırtından şan sahibi olmaya çalışanlara karşı tutumuyla sosyal adaleti kurmaya çalıştığını bilir.

İmamın güçlü zihninde, zenginin ve fakirin eşit olacağı yoksul ve zayıfın aydınlanacağı, sınıflar arası büyük farkları kaldırmaya götürecek topluluk hakları temelindeki sosyal adalet düşüncesi olgunlaşmıştı. Adalet savaşımındaki sesinin sonsuz bir yankısı vardı. Silahı çok etkin olup insan değerlerinin korunmasındaki savunması hiçbir tavize yer vermeyecek şekilde güçlü ve sonsuzdu. Yönetimiyle insanlık çağının o dönemindeki insan haklarına sahip elindeki bütün araçlarla özünü oluşturmaya çalışan bilinçli yöneticinin en iyi örneğini oluşturuyordu. İmamın zihninde, çağının toplumsal realitesi ve içinde bulunulan toplumsal baskılar (diğer eşyalarda olduğu gibi) çok iyi belirginleşmişti. Ayrıca, bu realitenin hangi boyuta kadar uzanabileceği ve zamanın nereye kadar gelişmesine izin verdiği çok netti. İmamın iradesini (kapsadığı bütün iyiliklerle birlikte) bu gelişimi gerçekleştirmekten daha fazla meşgul eden bir şey yoktu. Hiçbir değişken bu iradeyi bu çabadan alıkoyamamıştı. Hiçbir komplo da, içindeki uygulama ve yaratma gücünü durduramamıştı. Görüşündeki sarsılmayan hakkaniyet, haksızlık ve bunların tezleri üzerinde bir haksızlığa son verip adaleti gerçekleştirmek imamın en sevdiği şeydir. Düşünce ve duygudaki sadakati, uygulamada bunlara olan bağlılığı, genel sorunlarda, herhangi bir konu üzerinde yanlış bir düşüncenin yansıması, özellikle de egemenlerin, güçlülerin, işbirlikçilerinin kitlelere ve özel olarak zayıflara eziyetleri ve düşmanların, taraftarlarının keyfi olarak hakkın egemenliğine tecavüzleri geri çekilmesini engellemişti. Bu da insanın onurlu ve refah içerisinde yaşamasının doğal hakkı olarak insanları ikiye bölmüyor, iki değişik perde bırakıyor: Biri acılı siyah, diğeri mutlu ve beyazdır.

Yüce dehasının ışığı sayesinde, maddi açıdan sınıfları izlemenin düşünsel açıdan dogmatizmin olumsuz sonuçlarına, nefis olarak kurnazlığa, yönetim ve ilişkilerde zorbalığa, hınca ve arın ortadan kalkmasına götürecek yoldan başka bir şey olmadığını kavramıştı. Daha sonra bu durumun, bu hırslı ve doymaz kesimde hiçbir şeyi umursamayan servet ve mevki arzusu sonucunda bozguna, diğer, çabalarının boşuna gittiğini gören kesimde ise. durumların bozulmasına, yaşamın önemsizleşmesine, insanın kötü görülmesine ve düşmanlıklara neden olacaktır. Her iki kesimde de sonuç itibariyle hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde toplumun tamamıyla yıkılmasına neden olan etkenlere yol açacaktır. Sanki toplumun bu iki kesimi, aralarında yeteneklerin, hakların ve kurbanların ezildiği dişlilerdir.

Osman'ın halifeliğinin son döneminde, elit aristokratlar özellikle de emevi olanlarının büyük bir çoğunluğu adalet ve hak eşitliği konusunda İslamiyet'in sünnetinden dışarı çıkmayı kural durumuna getirmişti. Kitlelere hakaret ediyor onları köleleştiriyor, yöneticiden korkuyu, terörü ve hatta yöneticinin önüne çıkmamayı yayıyorlardı. Kendilerine yarayacak olursa, haklarını hiçe saydıkları gibi kitlelerin kararını da hiçe sayıyorlardı. Rüşvet ve bunun gibi şeylerden hiç kaçınmazlardı. Ayrıca, ellerini kana bulayan, kamu haklarını çiğneyen, halifeliği krallığa, İslamiyet'in demokrasisini bireysel yönetimin keyfiyetine dönüştüren niyet ve çabalarını açığa vuran birçok davranışta bulunuyorlardı. Bunlar Hz. Ali'nin toplumsal adaletteki sertliği ile başkanlık, egemenlik ve mal konusundaki arzulan arasında kaldılar. Bununla da, arada sırada kazanç ve zenginlik sürprizlerini bekleyen kumarcılar durumundaydılar.

Bunlar, politik ve sosyal olarak putperestliği yeniden kurmak için bu aşırılıktaki haksız arzulan ve sosyal adaleti hiçe saymayı kural olarak önlerine koyarken Ali Bin Ebi Talip zorlu, çok zorlu ve etkenleri birbirine girmiş, buhran, kriz ve korkunç olaylardaki bir çağ içerisinde krizi idare edip içinden çıkmayı zorunlu kılan bir tutum dayatan bir deneyimle karşı karşıyaydı. Bu çok tehlikeli bir tutumdu. Hilafetin, İslam'ın ve ikisinin getirdiği insanlar arasındaki ahlaki fazilet ve sosyal adaletin kaderi büyük bir ölçüde bunun sonucunda belirlenecekti. Ayrıca bu tutum çok dikkatli izlenmeli, çünkü sahibinin kişiliğinin, genel haklara olan bağlılığındaki yeteneğinin, bireysel ve sosyal faziletlerin yayılması konusundaki azminin ve sabırdaki direncinin mihenk taşı olacaktır.

Bin Ebi Talip, zamanında peygamberin müsamaha, demokrasi ve adalet ruhunun yaygınlaştırılması ile gaddarlık, hakimiyet altında tutma ve tüccar ile elit kesimin mantığı arasındaki çarpışmada geçirdiği deneyime benzer bir deneyimle karşı karşıyaydı.

Bin Ebi Talip zorlu bir deneyimle karşı karşıyaydı. Ancak bu zorluk, anlamı ve şekli itibariyle dışarıdan bakan izleyiciler açısındandı. İmamın gönlü ve zihni açısından izlediği yoldan kıl payı dahi olsa ayrılmasına neden olacak bir zorluk değildi. Allah'ın Ali'ye vermiş olduğu güce sahip olan birisi adaletin, özgürlük ruhunun yaygınlaştırılması ve bu özgürlük adaleti koruyan ahlak faziletlerinin kökleşmesini engelleyen tembellik zorluğu dışındaki bütün zorluklan kolay karşılardı.

Ancak, Muhammed Bin Abdullah, Ebi Sufyan'm, Ebi Leheb'in, Hammalet-ül Hatab (odun taşıyıcısı), E-kilet-ül Ekbad ve Kureyş tüccarlarının kulaklarım sağır eden bir seslenişle seslendi. Öyle bir sesleniş seslendi ki, kulaklarım sağır edip yapılarını darmadağın etti, damlarını başlarına yıktı, sakındıkları duvarlarını yıktı, ama zayıf ve mazlumların gönlüne, serinlik, sağlık ve bol bereket getirdi: Amca, Allah bu sorunu belirginleştirecek ya da ben içinde helak oluncaya kadar bunu bırakabilmem için güneşi sağ elime, Ayı da sol elime verecek olsalar dahi vallahi vazgeçmem.

Muhammed Bin Abdullah'a şunu söylediklerinde: Şayet bu sorunu mal toplayabilmek için öne sürüyorsan, hepimizden daha varlıklı oluncaya kadar sana mal toplarız. Yok eğer aramızda onurlu olmak istiyorsan seni burada egemen kılarız, mülk (Krallık) istiyorsan seni kral yaparız cevap olarak şunu söyledi: Size getirdiklerimi, malınızı istemek, aranızda onurlu olmak, ya da krallık için getirmedim. Allah beni sizlere peygamber olarak gönderdi ve bana bir kitap indirdi. Size müjdeci ve sakındırıcı olmamı istedi. Tanrımın mesajlarını size bildirdim. Şayet kabul ederseniz hem dünyadaki, hem ahretteki şansın izdir. Yok beni reddederseniz, Allah'ın aramızda hüküm vermesini beklerim.

Ali Bin Ebi Talip’in Ebi Sufyan'ın oğlu, E-kilet-ül Ekbad, İbni Hakem, egemenlik tüccarları, aptallık ve çıkara boğulmuş ordularla hatta inanç ve yönelim konusundaki teslimiyetçilerle aralarındaki sorun nasıl çözüldü? O da öyle bir sesleniş seslendi ki, kulaklarım sağır edip yapılarını darmadağın etti, damlarını başlarına yıktı, sakındıkları duvarlarını yıktı ama, zayıf ve mazlumların, işkence çekenlerin gönlüne, serinlik, sağlık ve bol bereket getirdi: En küçüğünüz en yüceniz, en yüceniz de en adinizdir. Vallahi hiçbir yıldız diğeriyle barışmayacak olsa da zorbacı emir vermem. Allah şahit olsun ki, mazlumu zalime karşı koruyacağım, Zalimi de halkasından tutup istemese de hak yola getireceğim. Vallahi hakkı görmeden önce onu kabul edeceğim. Vallahi ölüme yaklaşsam ya da ölsem dahi bu konuda kararlıyım. (10)

Ali Bin Ebi Talip'e de, biz toplumun seçkiniyiz! dediklerinde cevap olarak şöyle dedi: Hakkını alıncaya kadar ezilmiş olan benim yanımda seçkindir. Güçlü olan da benim yanımda elinden başkasının hakkını alıncaya kadar zayıftır.

Ancak Ali Bin Ebi Talip sözünü nasıl eyleme dönüştürdü? Düşünceden somuta nasıl indirgeyebildi? İnsanlarla aralarındaki sorun nasıl çözüldü?

Devamı