next page

back page

Ölen İçin Yapılan Hayırlı Amel

Şüphe yok ki, insan yaptığının karşılığını görecektir. Eğer yaptığı amel hayır olursa, mutlaka onun karşılığı da hayır olacaktır. Hem akıl buna hükmediyor, hem ilahi hükümler. Allah Teala "İyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey mi olur?" (146) buyururken, aklın bu açık hükmünü bize hatırlatıp teyit etmektedir.

 Ayrıca bu, Allah'ın va'didir. Va'de vefasızlık akıl açısından çirkin olduğundan, elbette ki, bütün çirkinliklerden münezzeh olan Hak Teala'nın va'dine vefasızlık edebileceği düşünülemez. "İnanıp salih amellerde bulunanlar ise, Biz onları içinde temelli ve ebedi kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Bu, Allah'ın hak olan va'didir. Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır?" (147)

Ama eğer insanın ameli şer doğrultusunda olursa, her ne kadar onun doğal karşılığının şer olması gerekirse de, şerre ve isyana yönelik amellerde bağışlanma ve affedilme olanağı söz konusu olduğundan, şer nitelikli amellerin şer olan karşılığının insana ulaşacağı kesin ve mutlak değildir.

Zira isyan nitelikli amellerin en azından doğrudan Allah Teala'ya ait olan kısmının Allah Teala tarafından affedilmesi muhtemeldir.

Allah Teala: "Allah kendisine şirk koşmayı bağışlamaz, bundan başkasını diledi­ğine bağışlar." (148) buyuruyor.

Hz. Resulullah (s.a.a)'dan nakledilen; "Kime Allah yaptığı bir amelden dolayı bir mükafat va'detmişse, mutlaka onu yerine getirecektir. Kime de yaptığı bir amelden dolayı bir ceza tehdidinde bulunmuşsa, ihtiyar o konuda Allah'a aittir" (149) hadis-i şerifi de bunu teyit etmektedir.

O halde insanın yaptığı şer ve isyan nitelikli amellerinin şer olan karşılığının insana mutlaka ulaşacağı iddia edilmez. Zira onların tamamının veya en azından bazısının affa uğraması muhtemeldir.

Ancak burada bahis konusu olan konu, birinin, ister hayatta olsun, ister ölmüş olsun başka birinin yaptığı hayır amelden yararlanıp yararlanamayacağı veya yaptığı şer amelden zarar görüp göremeyeceği konusudur.

Şu kesindir ki insan, doğrudan veya dolaylı yoldan hiçbir dehaleti olmadığı ve kalben de razı olmadığı başka birinin yaptığı şer amelden dolayı, adaletin tahakkuk edeceği gün olan kıyamet günü sorumlu tutulmayacak ve ondan dolayı cezalandırılmayacaktır.

Nitekim aynı şartlara haiz olan, bir kimsenin yaptığı hayırdan da onun kendi izni olmadan başka birinin yararlandırılması da söz konusu olamaz. Zira bunun aksi zulüm olup, Allah Teala'nın adaletiyle çelişmektedir. Sonsuz rahmet, hikmet ve adalet sahibi olan Hak Teala'nın bir kimseyi başka birinin suçundan sorumlu tutup cezalandırması veya başka birinin yapmış olduğu hayrı onun izni olmadan başka birine vermesi aklın hükmü gereğince imkansız olduğu gibi, bizzat Hak Teala'nın kendisi, Kur'an-ı Kerim'in bir çok ayetinde böyle bir şey olmayacağını açıkça bildirmiştir. "Kim doğru yolu bulursa, o kendisi için doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa, o kendi aleyhine sapmıştır. Hiç kimse, kimsenin yükünü (günahını) yüklenmez..." (150)

Burada kesin olan bir husus da, insanın doğrudan veya dolaylı olarak dehaleti olduğu başka birinin yaptığı iyi veya kötü amelde ortaklık payının olduğu konusudur. Bu hususta aklın da hükmü aynı doğrultuda olduğu gibi, Kur'an-ı Kerim, Hz. Resulullah (s.a.a) ve Ehl-i Beyt İmamları'ndan gelen hadisler de aklın bu hükmünü onaylamışlardır.

Allah Teala şöyle buyuruyor: "Kim iyi bir işte aracılık ederse, ona onun sevabından bir pay vardır; kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa, ona o kötülükten bir hisse vardır. Allah, her şeyin karşılığını verir." (151)

Yine Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: "Böylece kıyamet günü kendi günahlarını tam olarak, bilmeden saptırdıkları kimselerin günahlarını da kısmen yüklenirler. Dikkat edin, yüklendikleri yük ne kötü­dür!" (152)

Görüldüğü üzere, bu ayeti kerimelerde insanın kendisinin doğrudan mübaşeret etmediği, ancak dolaylı olarak sebebiyet ve dehaleti olduğu hayır ve şerlerde payı olduğu vurgulanmıştır.

Hz. Resulullah (s.a.a) da şöyle buyurmuştur: "Kim İslam'da iyi bir gelenek bırakırsa, o geleneğin ve o geleneğe amel edenlerin sevabı kadar bir sevap, o geleneğe amel edenlerin sevabından bir şey eksilmeksizin ona ulaşır. Kim de İslam'da kötü bir gelenek bırakırsa, o geleneğin ve o geleneğe amel edenlerin günahı kadar bir günah, o geleneğe amel edenlerin günahından bir şey eksilmeksizin ona ulaşır." (153)

Hz. Resulullah ve Ehl-i Beyt İmamları'ndan nakledilen mü'minin öldükten sonra amel defterinin kapandığı ve sadece kendisinin sebebiyet konumunda olduğu, baki hayır, yararlanılan ilim, ona dua eden hayırlı evlat ve benzeri hayırlar açısından amel defterinin açık olduğunu bildiren hadisler de aynı hükmü teyit etmektedirler.

 İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurdular: "Mü'min kula öldükten sonra sürekli yararı ulaşan altı şey vardır:

1- Babası için istiğfar eden hayırlı evlat

2- Halkın arasında koyup gittiği Kur'an

3- Halk yararına, kazdığı su kuyusu

4- Diktiği ağaç

5- Hazırladığı akarsu

6- Kendisinden sonra bıraktığı amel olunan iyi bir gelenek." (154)

Ayrı bir hadiste de İmam Cafer Sadık (a.s) Allah'ın Resulü'nden naklen şöyle buyurmuştur: "Bir gün Hz. İsa (a.s) bir kabrin yanından geçiyordu, kabir sahibinin azap içerisinde olduğunu gördü. Dönüşte aynı kabrin yanından geçerken azabın o adamdan kaldırılmış olduğunu müşahede etti ve bunun sırını Cenab-ı Hak'tan niyaz ettiğinde, şu cevap geldi: "Ey Peygamberim! Onun salih ve kabiliyetli oğlu babasının hayrına yol yaptı ve bir yetime kanat gerdi. İşte oğlunun bu amelinin hatırına onu affettim." (155)

Açıktır ki, insanın doğrudan veya dolaylı olarak dehaleti olup sebebiyet konumunda olduğu şerler de yukarıda işaret ettiğimiz ayet-i kerime ve Hz. Resulullah'ın hadis-i şerifinde yer aldığı üzere, kendi zatında aynı hükme tabidir.

 Ancak insanın bizzat kendisinin mübaşireten işlediği günahlarda olduğu gibi, doğrudan veya dolaylı olarak dehaleti olan günahlar da af kapsamına dahildir. Onları affedip etmemek Allah Teala'ya ait olan bir konudur. Dilerse, rahmetinin gereği ihsan edip affeder, dilerse de adaletinin gereğini yerine getirip cezalandırır.

Bizim burada varmak istediğimiz husus, bu gibi suçlardan dolayı insanın sorumlu tutulmasının ne akla ne de Allah Teala'nın adaletine hiçbir aykırılığı olmadığı ve ilahi açıklamaların bu doğrultuda olduğudur.

İnsanın doğrudan veya dolaylı yoldan hiçbir dehaleti olmadan bir başkasının yaptığı hayırdan yararlanıp yararlanamayacağı konusuna gelince, bazıları, özellikle de son zamanlarda Arabistan'da yaygınlaşan Vehhabi mezhebi mensupları ve onların etkisi altında kalanların Allah Teala'nın "İnsan için çalıştığından başkası yoktur." (156) ayetine istinaden ölen bir insanın başka birinin yaptığı hayır amelden, onun kendisi, kendi gönül rızasıyla ona hediye etse bile, bir fayda görmeyeceğini, dolayısıyla da hayatta olan insanların, ölen insanların hayrına yapıp sevabını hediye ettikleri hayır amellerin ölenlere hiçbir fayda vermeyeceğini ve abes bir iş olduğunu savunuyor ve özellikle de ölen insandan zayi olmuş olan namaz, oruç ve hac gibi ibadetlerin hayatta olanlar tarafından yerine getirilmesinin ölen insana hiçbir fayda sağlamayacağını ileri sürüyorlar.

 Biz bu konuyu ilk önce akıl açısından, sonra da Kur'an ve hadis açısından ele alıp doğru olup olmadığını gözden geçireceğiz.

Bir kimsenin yaptığı şer nitelikli amelin zararının başka birine dokunması ve birinin başka birinin yaptığı şer nitelikli amelden sorumlu tutulmasının aksine akıl, bir kimsenin yaptığı hayır nitelikli amelin yararının, hayır amel sahibinin gönül rızası olduğu taktirde, ister hayatta olsun, ister ölmüş olsun başka birine ulaşmasında hiçbir engel ve mahzur görmemektedir.

Zira insan emeğinin malikidir. Dolayısıyla onu istediği yerde ve istediği şekilde kullanması onun en doğal hakkıdır. Onu kendi yararına istifade edebileceği gibi, başka birine hediye etmesinde de hiçbir mahzur söz konusu değildir.

Ama yukarıda işaret ettiğimiz üzere, bir kimsenin yaptığı şer nitelikli amelin zararının, doğrudan veya dolaylı olarak hiçbir katkısı olmayan başka birine dokunması veya onun bu şer amelden sorumlu tutulması önünde akli engel vardır. O da böyle bir şeyin zulüm olmasıdır. Yani akıl, bir kimsenin doğrudan veya dolaylı yoldan hiçbir katkısı olmadığı başka birinin yapmış olduğu şer nitelikli amelden dolayı sorumlu tutulmasını veya zararının ona dokundurulmasını zulüm etmek olarak görür.

Öte yandan akıl, sonsuz adalet, rahmet ve hikmet sahibi Hak Teala'nın adalete aykırı davranarak birine zulmetmesini imkansız görmekle birlikte, bizzat Hak Teala'nın kendisi de hiçbir kimseye en ufak bir zulüm yapmayacağını bildirmiştir. O halde Allah Teala bir kimsenin yaptığı şerrin zararını başka birine ulaştırmaz ve bir kimsenin yaptığı şerden dolayı başka birini sorumlu tutmaz.

Ama bir kimsenin yaptığı bir hayrın yararının, onun kendi gönül rızasıyla başka birine ulaştırılması Allah Teala'nın hiçbir sıfatıyla çelişmemekte ve akıl bunda hiçbir sorun görmemektedir. O halde akıl açısından bunun önünde hiçbir engel ve mahzur bulunmamaktadır.

Kur'an ve Sünnet'e gelince, Kur'an ve Sünnet'in böyle bir şeyi reddetmediği gibi aksine, Kur'an ve Sünnet'in bunun tahakkuk bulacağını ortaya koyduğunu görmekteyiz. Biz Kur'an ve Sünnet'in bu doğrultuda olan açıklamalarını daha sonra ele alacağız.

Biz burada ilk önce Vehhabbi zihniyetli insanların buna engelleyici olduğunu ileri sürdükleri Allah Teala'nın, "İnsan için çalıştığından başkası yoktur." (157) ayetini kısaca gözden geçirmek istiyoruz.

Vehhabi Zihniyetlilerin İtirazı

Onlar, Allah Teala'nın bu ayet-i kerimede insanın ancak kendi yaptığı hayır amelden fayda göreceğini beyan ettiğini, dolayısıyla da başka birinin yaptığı hayır amelden, onun kendi hediye etse bile, insana bir yarar gelmeyeceğini iddia ediyorlar. Onlar bu anlamı, ayette bağlaç olarak kullanılan "lam" harfinden çıkarıyorlar. Şöyle ki, ayette geçen "lam" harfi yarar anlamını ifade ediyor. Ayet-i kerime de yararı yalnızca insanın kendi ameliyle sınırladığına göre, insana yararı ve faydası dokunacak olan ancak insanın kendi amelidir. Bunun ters anlamı, başkasının yaptığı hayır amelden insana bir yarar gelmeyeceğidir. O halde başkasının yaptığı hayır amelden insana bir fayda gelmeyecektir.

Cevap: Bu ayetin manası hakkında yapılan bu yorumun doğru olup olmadığını bilmek için, ilk önce bu ayette bağlaç olarak kullanılan "lam" harfinin Arap dilinde ne anlam ifade ettiğini bilmek zorundayız.

Her ne kadar Arap dilinde bağlaç olarak kullanılan "lam" harfi; mülkiyet, ihtisaslık, neden ve yemin anlamlarını ifade etmek için kullanılmış ise de, mezkur ayette geçen anlama en uygun olanı, onlardan sadece mülkiyet ve ihtisaslık anlamlarıdır.

Meselâ, Arap dilinde "El-malu li Zeyd'in" denildiğinde, bu cümlede kullanılan "lam" harfi mal Zeyd'in mülküdür, anlamını ifade ediyor. Benzeri kullanma tarzı Kur'an-ı Kerim'de de çok gelmiştir. Allah Teala'nın "Göklerde ve yerde olan her şey Allah'ındır. Ve bütün işler sonunda Allah'a döner." (158) ayetinde geçen "lam" harfi göklerde ve yerde olan her şeyin mülkiyetinin Allah Teala'ya ait olduğu anlamını ifade etmektedir.

Yine Arap dilinde "El- Cüllu lil Feres" (çul ata aittir) denildiğinde, bu cümle içerisinde bağlaç olarak kullanılan "lam" harfi çulun ata mahsus olduğu anlamını ifade ediyor. Yani ihtisas anlamı, cümlede kullanılan lam harfinden çıkarılıyor. Buna göre mezkur ayetin anlamı, ya "İnsan ancak kendi çabasına maliktir" olur, ya da "İnsana ait ve mahsus olan ancak kendi çabasıdır" olur. Bundan insanın sadece kendi çabasına malik olduğu veya insana ait ve mahsus olanın sadece kendi çabası olduğu anlamı çıkar.

Ama insanın maliki olduğu veya kendine ait olduğu çabasını kendi gönül rızasıyla başka birine devredip devredemeyeceği hususu bu ayetin anlamı dahiline girmemektedir. Yani bu ayet, bu konuya ispat veya reddetme açısından açıklama getirme konumunda değildir. O halde bu ayet insanın maliki olduğu veya kendine ait olan çabasını başka birine devretme yetki ve tasarruf hakkını reddetmemektedir. Zaten aklın hükmü de bu doğrultudadır. Yani akıl insanın malik olduğu veya kendine ait olan bir şeyde istediği şekilde tasarruf etme hak ve yetkisinin olduğuna hükmediyor.

Buna göre, insan mülkiyetini elinde bulundurduğu veya kendine ait olan bir şeyi kendi yararına kullanma yetki ve hakkına sahip olduğu gibi, onu hibe ve hediye etmek suretiyle başka birinin yararına kullanma hak ve yetkisine de sahiptir. Akıl ve din bu açıdan birinin hayatta olmasıyla ölmüş olması arasında hiçbir fark görmemektedir. Aksine, akıl ve din, insanın mülkiyetini bulundurduğu ve kendine ait olan şeylerde tasarruf yetkisinin, makul ve meşru ölçüler dahilinde olmak kaydıyla mutlak olduğuna hükmediyor. Bunun önünde ilahi bir engel de söz konusu olmadığına göre, insan maliki olduğu veya kendine ait olan şeyleri hayatta bulunan başka birine hibe ve hediye edebileceği gibi, ölen birisine de hibe ve hediye edebilir.

Başka bir tabirle bu ayet insanın bizzat ancak kendi amelini bulacağını ifade etmektedir. Gerçekte bu ayet Allah Teala'nın "Herkes kazancına bağlı bir rehindir." (159) ayetinden farklı bir anlam ifade etmiyor. Buna göre her insan bizzat ancak kendi amelini bulacak ve hayrıyla şerriyle sonucuna katlanacaktır.

 Ama bir insanın hayır amelinin sevabını kendi gönül rızasıyla başka birine hediye edip edemeyeceği konusu bu ayetin anlamı dışındadır. Bu ayetin ne müspet ne de menfi açıdan bu konuya herhangi bir işareti yoktur.

Nasıl ki, bir babanın oğluna; "Oğlum, herkes ancak kendi için çalışır ve kendi çabasından yarar görür, gözünü ona buna dikme" diye nasihat etmesinden oğlunun başka birinin herhangi bir niyetle ona hediye ettiği şeylerden yarar görmeyeceği ve oğlunun hiçbir kimseden herhangi bir hayır görmeyeceği anlamına gelmiyorsa, bu ayette aynı konumdadır.

Acaba böyle bir durumda başka birinin hediyesinden yararlanan bu çocuk babasına; "Baba, sen bana ancak kendi çabamdan hayır göreceğimi demiştin, oysa ben arkadaşımın hediyesinden de yarar gördüm" diye itiraz etme hakkı olabilir mi?

Eğer böyle bir itirazda bulunursa, babası ona; "Oğlum ben her insanın bizzat ancak kendi çabasına sahip olduğunu ve asıl yarar sağlayacak şeyin insanın kendi çabası olduğunu söylemiştim. Benim bu sözüm başka birinin sana hediyede bulunamayacağı anlamına gelmiyordu" demez mi?

Sonra faraza bu ayetin insanın yalnızca kendi çabasından yararlanabileceğini ifade ettiğini kabul etsek bile, bu ayet insanın başkasının kendi gönül rızasıyla hediye ettiği hayırdan yarar görmeyeceğini ifade etmemektedir.

Zira başkasının insana hediye ettiği hayırlar da, doğrudan olmasa bile, dolaylı yoldan insanın dünya hayatında yapmış olduğu kendi çabasının ürünüdür. Açıktır ki, dünya hayatında iken kimseye bir hayrı dokunmayan kendinden kötülükten başka bir hatıra bırakmayan birini kimse hayırla anmaz ve bir hayrı ona hediye etmez.

Buna karşılık yaşadığı sürece, hep insanlara hayrı dokunan, toplumda iyi izlenim bırakan ve örnek hayırlı hayatıyla insanların beğenisini kazanan birini ise, ölümünden sonra insanlar hep hayırla anacak, hakkında hayırlı duada bulunacak ve çeşitli hayırlarla onu anıp sevabını ona hediye edeceklerdir. Bu durumda başkalarının bir insana ölümünden sonra hediye ettikleri hayır ameller de onun dolaylı yoldan kendi çabasıyla kazanmış olduğu hayırlar olup bu ayetin kapsamı dahiline girmektedir.

Ehl-i Sünnet ulemasından da bu hakikatin farkına varanlar olmuştur. Ehl-i Sünnet ulemasının önde gelenlerinden olan Ebu-l Vefa bin Akil bu konuda şöyle yazıyor: "İnsan kendi çabasıyla ve güzel muaşeretiyle dostlar kazanır, evlenip evlat sahibi olur, ailesine ve diğer insanlara yaptığı iyiliklerle onların sevgisini kazanır. Bu da onların ona karşı şefkat duymalarını ve hayırlı amellerin ve ibadetlerin sevabını ona hediye etmelerini sağlar. Dolayısıyla bu hediyeler de onun kendi çabasının ürünlerindendir.

Nitekim Hz. Resulullah (s.a.a)'in "Kişinin yediği en temiz yemek kendi kazancından olandır" hadisi ile "Kul ölünce, şu üç şey dışında ameli kesilir: Baki hayır, yararlanılan ilim ve ona dua eden salih evlat" (160) hadisi de buna delalet etmektedir." (161)

Ancak bir noktayı gözden kaçırmamalıyız ki, İslam dini insanlara hayatta bulundukları sürece, namaz, oruç ve hac gibi bir takım kişisel yükümlülükler getirmiştir. Öyle ki, insanın kendisi hayatta bulunduğu sürece, kişisel olarak sorumlu olduğu bu görevleri başka birisi onun tarafından yerine getiremez ve başka birisinin onun tarafından yerine getirdiği bu ameller onun sorumluluğunu boynundan kaldırmaz.

Ancak bu durum, insanın hayatta bulunduğu döneme aittir. Bunun içinde insanın ölümünden sonra bunların kazasının başka biri tarafından yerine getirilemeyeceği kaydı yoktur. Aksine, ileride göreceğimiz üzere, Hz. Resulullah ve Ehl-i Beyt İmamları'ndan gelen hadislerde bunun mümkün olduğu ve hatta gerekli olduğu yer almıştır.

Burada şu noktayı da belirtmeliyiz ki, bir insanın kişisel olarak sorumlu olduğu görevlerin onun ölümünden sonra başkası tarafından kaza edilmesi, artık onun kendisinin hiçbir sorumluluğu kalmadığı ve boynunda olan yükümlülüğün tamamıyla kalktığı anlamını ifade etmiyor.

Nitekim insanın kendisi hayatta iken zamanında yerine getirmediği bu gibi görevlerini sonradan kaza etmesi de, onun bütün sorumluluktan kurtulduğu anlamına gelmemektedir.

Ancak bu kaza etmenin hiçbir faydası olmadığı ve boş bir iş olduğu da iddia edilemez. Bizzat Allah Resulü ve ilahi önderler olan Ehl-i Beyt İmamları bunu emrettiğine göre, elbette ki, bunun bir faydası vardır. Bu gibi amellerden ölen insanın faydalandığı gibi, bizzat bu ameli yapan insan da faydalanmaktadır. Nitekim, ileride nakledeceğimiz hadislerde bu hususa bizzat işaret edilerek, bu amellerin sevabının hem ölen insana, hem de bu ameli yapan hayatta bulunan insana ulaştığı yer almıştır.

Sonra bizim bahsimiz, insanların kişisel olarak sorumlu olduğu namaz, oruç ve hac gibi konularla sınırlı değildir. Biz hayatta bulunan bir insanın kişisel olarak farz olmayan, sadaka vermek ve Kur'an tilaveti gibi, herhangi bir hayır ameli yapıp sevabını ölen bir insana hediye edip edemeyeceği konusunu tartışıyoruz. Vehhabbi zihniyetli insanlar bunu bile inkar ediyorlar.

Konunun Kitap ve Sünnetteki Yeri

Yukarıda işaret ettiğimiz üzere, Kitap ve Sünnet insanın, ister ölmüş olsun, ister hayatta olsun başka birinin hayır amelinden yararlanabileceğini tasdik etmektedir. Biz ilk önce Kur'an-ı Kerim'in konuya işaret eden ayetlerini, daha sonra da konuya işaret eden hadisleri özet olarak ele alacağız.

Kur'an-ı Kerim ve Ölen İnsan İçin Yapılan Hayır Amel

Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Onlardan sonra gelenler: "Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeş­lerimizi bağışla; kalbimizde mü'minlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz Sen şefkatlisin, merhametlisin" derler." (162)

Görüldüğü üzere, Allah Teala bu ayeti kerimede sonradan iman etmiş olan mü'minleri, kendilerinden önce gelen mü'minlerin bağışlanması için dua ettiklerinden dolayı överek iman ehlini böyle amel yapmaya teşvik etmektedir. Demek ki, sonradan gelen mü'minlerin dualarının kendilerinden önce iman ehli olarak vefat etmiş olan mü'minlere faydası vardır. Yoksa Allah Teala'nın mü'minlerin bu amelini överek iman ehlini böyle amel yapmaya teşvik etmesinin bir anlamı kalmaz.

Yine Allah Teala meleklerin, ister hayatta olsun ister vefat etmiş olsun iman ehlinin bağışlanması için dua ettiklerini bildirerek şöyle buyurmuştur: "Arşı yüklenen ve çevresinde bulunanlar, Rablerini överek tespih ederler; O'na inanırlar. Mü'minler için: "Rabbimiz! İlmin ve rahmetin her şeyi içine almıştır. Tevbe edip Senin yoluna uyanları bağışla; onları cehennemin azabından koru" diye bağışlanma dilerler." (163)

Yine şöyle buyurmuştur: "...Melekler ise Rablerini överek tespih eder ve yeryüzünde bulunanlar için O'ndan bağışlanma dilerler..." (164)

Görüldüğü üzere, Allah Teala bu ayetlerinde de meleklerin iman ehlinin bağışlanması için dua ettiklerini bildirmiştir. Açıktır ki, eğer Vehhabi zihniyetlilerin, insanın ancak kendi çabasından fayda göreceği ve başkasının hayır amelinden kendi gönül rızalarıyla insana hediye etse bile, ona hiçbir fayda gelmeyeceği iddiaları doğru olsaydı, iman ehline meleklerin duasından hiçbir fayda gelmemesi lazım gelirdi. Bunun anlamı ise, meleklerin abes bir işe yeltenmeleri, Allah Teala'nın da abes bir iş olan meleklerin bu eylemini onaylaması olur ki, böyle bir şeyi masum olan Allah Teala'nın meleklerine ve daha önemlisi bütün çirkinliklerden münezzeh olan Cenab-ı Hakk'a yakıştırmak, bilinçli olduğu taktirde, insanı küfre bile götürür. O halde Kur'an-ı Kerim açısından insanın yarar göreceği şey, asıl kendi çabası olmakla birlikte, sadece onunla sınırlı değildir. İnsan başkasının hayır duasından ve kendi gönül rızasıyla ona hediye ettiği hayır amelden de yarar görebilir.

Ölen İnsanın Hayatta Olan İnsanların Yaptığı Hayır Amellerden Yarar Göreceğine Delalet Eden Hadisler

Ölen insanın, hayatta bulunan insanların ona hediye ettiği hayır amelinden yarar göreceğini belirten hadisler tevatür haddini aşmıştır. Özellikle de Ehl-i Beyt İmamları bu konuya tam manasıyla açıklık getirmişlerdir. Dolayısıyla Ehl-i Sünnet ulemasının aksine, Ehl-i Beyt uleması arasında buna karşı çıkan bir kişi bile bulunmamaktadır.

Biz burada konumuzla ilgili olarak, buna karşı çıkan Ehl-i Sünnet'in bazı Vehhabi zihniyetli alimlerinin de aydınlanması gayesiyle, daha çok Ehl-i Sünnet kaynaklarında konu hakkında nakledilen hadislerden bazı örnekler vereceğiz.

Ölen İnsanın Kendine Verilen Selamı Duyup Cevapladığını ve Ölen İnsanın Hayatta Bulunanların Duasından Yararlandığını Bildiren Hadisler

Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Müslümanlar'dan kim dünya hayatındayken tanıdığı kardeşinin mezarı başına gelir ve ona selam verirse, Allah Teala onun selamını cevaplaması için o ölen kimseye ruhunu gönderir."(165)

Yine Hazret şöyle buyurmuştur: "Kim kardeşinin mezarını ziyaret eder ve orada oturursa, oradan ayrılıncaya kadar mezar sahibi onunla menus olup sözlerinin cevaplar." (166)

Yine Hazret şöyle buyurmuştur: "Ölen kişi mezarına konup arkadaşları oradan ayrılınca, o onların ayakkabılarının çıkardığı sesi duyar" (167)

Hz. Resulullah (s.a.a)'in kendisi bizzat mezarlığı ziyaret eder, mezarda olanlara dua eder, Müslümanlar'a mezarlığı ziyaret etme ve ölülere dua etme şeklini öğretir, Allah Teala'nın kendisine bunu emrettiğini buyuruyordu.

Aişe diyor ki; "Hz. Resulullah: "Rabbim bana Baki mezarlığına gitmemi ve onlara af dilememi emretti" buyurdu. Ben Hazret'e: "Ey Resulullah! Ben mezarlığı ziyaret ettiğimde ne söyleyeyim?" dedim. Hazret: "Mü'min ve Müslüman mezarlık sakinlerine selam olsun. Allah bizden önce ölenlere de sonradan öleceklere de rahmet eylesin. Biz de inşallah size kavuşacağız" söyle buyurdu." (168)

Başka bir hadiste de Hz. Resulullah (s.a.a)'in Baki mezarlığını ziyaret ettiğinde: "Ey Mü'min ve Müslüman mezarlık ehli selam olsun size. inşaallah biz de size kavuşacağız. Siz bizlerin öncülleri biz de sizlerin takipçileriyiz. Allah Teala'dan size ve bize afiyet inayet etmesini niyaz ediyorum" (169) buyurduğu yer almıştır.

Yine Aişe diyor; "Hz. Resulullah (s.a.a)'in Baki mezarlığını ziyaret etme gecesi geldiğinde, gecenin geç vakitlerinde Baki mezarlığına gider ve onlara: "Selam olsun size, ey mü'min kavmin evinde olanlar. Va'dedildiğiniz şey gelip size çattı. Yarın için ise vaktiniz belirlenmiştir. İnşaallah biz de size kavuşacağız. Allah'ım! Baki ehlini bağışla" (170) diye seslenirdi.

Afv bin Malik diyor; Hz. Resulullah bir cenazenin namazını kıldıktan sonra ona dua etti. Ben Hazretin duasından şunları hıfzettim: "Allah'ım! Onu mağfiret et, ona rahmet, onun suçundan geç, onu affeyle, onun menzilini yüce kıl, onun yerini geniş eyle, beyaz elbiseyi kirden temizlediğin gibi, onu serin suyla yıkayıp günahlardan temizle, onun evine karşı daha hayırlı bir ev, ailesine karşı daha hayırlı bir aile ve hanımına karşı daha hayırlı bir hanım ona inayet eyle, onu cennet mekan eyle ve kabir ve ateş azabından onu koru." (171)

Osman bin Afvan şöyle demiştir: "Hz. Resulullah (s.a.a) bir cenazenin defninden sonra orada durur ve: "Kardeşiniz için mağfiret dileyin ve onun için sebat dileyin. Çünkü o şimdi sorgulanmaktadır" (172) buyururdu.

Hz. Emir-ül Mü'minin Ali (a.s) da Hz. Resulullah (s.a.a)'in bir cenazeyi defnettikten sonra şöyle dua ettiğini rivayet etmiştir: "Allah'ım! Bu senin kulundur. Sana gelmiştir. Sen gelinenlerin en hayırlısısın. Öyleyse onu bağışla ve yerini geniş kıl." (173)

Abdullah bin Aclan diyor; "Hz. İmam Muhammed Bakır (a.s) Ehl-i Beyt dostu bir kişinin mezarı başında durdu ve şöyle dua etti: "Allah'ım! Sen onun yalızlığını ve korkusunu gider ve ona senden gayrisinin rahminden müstağni kılacak rahmetini indir." (174)

Muhammed bin Müslim diyor; Hz. Ebu Abdullah İmam Cafer Sadık (a.s)'a: "Ölüleri ziyaret edelim mi?"diye sordum. İmam (a.s): "Evet" buyurdu. Ben: "Onları ziyaret ettiğimizde ne diyelim?" dedim. İmam (a.s): "Allahım! Yeri onların etrafından genişlet, ruhlarını kendine yükselt, rıdvanını onlara inayet buyur ve kendi rahmetinden onların yalnızlıklarını ve korkularını giderecek rahmetini onlara nazil et" de buyurdu."(175)

Hem Ehl-i Sünnet, hem de Ehl-i Beyt kaynaklarından naklettiğimiz bu hadisler, bu konuda gelen hadislerden sadece birkaç örnekti. Konuyla ilgili onlarca hadis rivayet edilmiştir. İsteyen ilgili kaynaklarda daha fazlasını görebilir.

Peki, eğer insan sadece kendi amelinden yarar görecekse, Hz. Resulullah (s.a.a)'in, Ehl-i Beyt İmamları'nın ve Hz. Resulullah'ın ashabının mezarlığı ziyaret edip, ölen insanlara selam verip, onlara dua etmeleri ve Hz. Resulullah ve Ehl-i Beyt İmamları'nın diğer insanlara da aynı ameli yapmayı emretmeleri ne anlam taşıyor? Acaba Hz. Resulullah ve Ehl-i Beyt İmamları'nın boş ve faydasız bir iş yapıp, diğer Müslümanlar'a da bu boş işi yapmayı emretmeleri mümkün müdür? Böyle bir şeyi savunmak ne anlam taşır? O halde ölen bir insan başkalarının hayır dualarından da fayda görmektedir. Bunun aksini savunmak Kur'an ve Sünnet'e açıkça karşı çıkmaktır.

Ölen İnsanların, Hayatta Bulunanların Onlar için Okuduğu Kur'an'dan Yararlandıklarını Bildiren Hadisler

Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Yasin Kur'an'ın kalbidir. Kim onu yalnızca Allah Tebareke ve Teala ve ahiret niyetiyle okursa, günahları bağışlanır. Onu ölüleriniz için de okuyunuz." (176)

Yine Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Kim mezarlıktan geçtiğinde on bir defa İhlas Sûresi'ni okur ve onun sevabını orada bulunan ölülere hediye ederse, orada bulunan ölülerin sayısınca ona mükafat verilir." (177)

Yine Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Yasin Sûresi'ni ölülerinize okuyun." (178)

Yine Hz. Resulullah şöyle buyurmuştur: "Kim mezarlığa gider sonra Fatihe, İhlas ve Tekasür Sûreleri'ni okur ve: "Rabbim! Kelamından okuduğum sûrelerin sevabını mezarlık ehlinden mü'min ve mü'minelere hediye ettim" derse, onlar onun için Allah katında şefaatçi olacaklardır." (179)

Hz. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: "Eğer bir mü'min, mü'min kardeşinin kabrini ziyaret edip, yedi defa Kadir Sûresi'ni ona okursa, Allah onu ve kabir sahibini affeder." (180)

Hz. Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: "Mü'min bir kimse, Ayet-ül Kürsi'yi okuyup sevabını mezarlık ehline hediye ederse, Allah Teala onun her bir harfinden bir melek yaratır. O melekler kıyamet gününe kadar onun için Allah Teala'yı tesbih ederler." (181)

Görüldüğü üzere, Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Beyt kaynaklarından örnek olarak naklettiğimiz bu hadislerde ölen insanlar için Kur'an okumanın, özellikle de Kur'an-ı Kerim'in bazı sûre ve ayetlerinin okunmasının, hem okuyan insan için, hem de ölen insan için büyük sevabı olduğundan bahsedilmiştir. O halde, ölen insana Kur'an okumak bid'attir, şeklinde çıkış yaprak bunları reddedenler gerçekte tevatür haddine ulaşmış olan Hz. Resulullah (s.a.a) ve Ehl-i Beyt İmamları'nın hadisleri ile asr-i saadetten şimdiye kadar bütün Müslümanlar'ın amelen kabul ettiği bir İslami ilkeyi reddetmektedirler.

Ölen İnsanların, Hayatta Bulunanların Onlar İçin Yaptığı Namaz, Oruç Gibi Hayır Amellerden Yararlandığını Belirten Hadisler

Ölen insanların hayatta bulunanların onlar için yaptığı namaz oruç gibi hayır amellerden yararlandıklarını belirten hadislere gelince, bu doğrultudaki hadisler hem Ehl-i Sünnet hem de Ehl-i Beyt kaynaklarında tevatür haddine ulaşacak, belki de tevatür haddini aşacak kadar fazladır. Biz burada örnek olma açısından bu hadislerden sadece birkaçına işaret edip bu konudaki bahsimizi bitirmeye çalışacağız.

1- İbn-i Abbas diyor ki; "Bir kişi Hz. Resulullah'ın yanına gelerek: "Ey Resulullah! Annem vefat etmiştir. Boynunda bir ay oruç borcu da vardı. Ben onun yerine kaza edeyim mi?" diye sordu. Hz. Resulullah (s.a.a) ona: "Eğer annenin borcu olsaydı, onu vermez miydin?" buyurdu. O adam: "Elbette verirdim" dedi. Hazret: "Öyleyse Allah'ın borcu ödenmeye daha layıktır" buyurdu." (182)

2- Yine İbn-i Abbas şöyle rivayet etmiştir: "Bir kadın Hz. Resulullah (s.a.a)'in huzuruna gelerek; "Ey Resulullah, annem vefat etmiştir. Boynunda nezir orucu da vardı. Ben onun yerine onu tutayım mı?" dedi. Hz. Resulullah (s.a.a) ona: "Eğer annenin bir borcu olurdu ve sen onun yerine bu borcu ödeseydin, acaba bu annenin borcunu boynundan kaldırmaz mıydı?" buyurdu. Kadın: "Evet kaldırırdı" dedi. Bunun üzerine Hazret ona: "Öyleyse annenin yerine oruç tut" buyurdu." (183)

3- Aişe şöyle rivayet etmiştir: "Bir kişi Hz. Resulullah (s.a.a)'in huzuruna gelerek; "Ey Resulullah! Annem ansızın vefat etti, sanıyorum ki, eğer konuşma imkanı olsaydı, sadaka vermeye vasiyet edecekti. Ben onun yerine sadaka vereyim mi?" diye sordu. Hazret: "Evet annenin yerine sadaka ver" buyurdu." (184)

4- Abdullah bin Abbas şöyle rivayet etmiştir: Bir kişi Hz. Resulullah (s.a.a)'in huzuruna gelerek; "Annem vefat etmiştir. Acaba onun yerine sadaka verirsem, ona bir faydası olur mu?" diye sordu. Hazret: "Evet" buyurdu. Bunun üzerine, o adam: "Benim bir bostanım vardır. Sen de şahid ol ki, onu annemin adına sadaka verdim" dedi." (185)

5- Ebu Hureyre şöyle rivayet etmiştir: "Bir kişi Hz. Resulullah (s.a.a)'in huzuruna gelerek; "Babam vefat etmiş, bir miktar mal bırakmış, vasiyet de etmemiştir. Acaba onun tarafından sadaka verirsem, bu onun bağışlanmasına sebep olur mu?" dedi. Hazret: "Evet" buyurdu." (186)

6- Bureyde şöyle rivayet etmiştir: "Ben Hz. Resulullah (s.a.a)'in huzurunda oturduğum bir sırada bir kadın Hazret'e gelerek; "Ben anneme bir keniz vermiştim. Şimdi annem ölmüştür" dedi. Hazret: "Sen sevabına ulaşmışsın, o keniz de miras olarak sana geri dönmüştür" buyurdu. O kadın: "Ey Resulullah! Annemin boynunda bir ay oruç borcu vardı. Ben onu tutayım mı?" diye sordu. Hazret: "Evet annenin yerine o orucu tut" buyurdu. O kadın: "Annem asla hacca gitmemiştir. Ben onun yerine hacca gideyim mi?" dedi. Hazret: "Onun yerine hacca git" buyurdu." (187)

7- Abdullah bin Abbas şöyle rivayet etmiştir: "Sa'd'in annesi, Sa'd'in yolculukta olduğu bir vakitte vefat etti. Sa'd gelince, Hz. Resulullah (s.a.a)'in huzuruna gelerek: "Annem benim olmadığım bir vakitte vefat etti. Acaba ben onun yerine sadaka verirsem, ona bir yararı olur mu?" diye sordu. Hazret: "Evet" buyurdu. Bunun üzerine, Sa'd Hazret'e: "Seni şahid ediyorum ki, Mihraf bostanım annemin tarafından sadakadır" dedi." (188)

8- Yine Abdullah bin Abbas şöyle rivayet etmiştir: Sa'd bin Ubade Hz. Resulullah (s.a.a)'dan annesinin boynunda olup da yerine getirmeden öldüğü bir nezrin hükmünü sordu. Hazret: "Annenin yerine onu kaza et" buyurdu." (189)

9- Yine İbn-i Abbas şöyle rivayet etmiştir: "Bir kadın deniz yolculuğuna çıkmıştı. O, Allah Teala'nın onu bu yolculuktan selametle kurtardığı taktirde, bir ay oruç tutmayı nezir etti. Allah Teala onu kurtardı, ama o orucu tutmadan öldü. Bunun üzerine onun kızı veya kız kardeşi Hz. Resulullah (s.a.a)'a gelerek, durumu arz etti. Hazret: "Ona, onun yerine o orucu tutmasını emretti." (190)

10- Yine İbn-i Abbas şöyle rivayet etmiştir: Cuheyni kabilesinden bir kadın Nebiyy-i Ekrem'e gelerek: "Annem hacca gitmeyi nezir etmişti. Hacca gitmeden önce vefat etti. Ben onun yerine hacca gideyim mi?" dedi. Hazret: "Onun yerine hacca git, acaba annenin boynunda borcu olsaydı, onu ödemez miydin?" buyurdu. Kadın: "Evet öderdim" dedi. Hazret: "Öyleyse, onun için olanı da kaza et. Çünkü Allah vefa etmek için daha layıktır" buyurdu."(191)

11- Aişe şöyle rivayet etmiştir: "Hz. Resulullah şöyle buyurdu: "Kim ölür ve boynunda oruç borcu olursa, velisi onun yerine o orucu tutmalıdır." (192)

12- Abdullah bin Ömer şöyle rivayet etmiştir: "As bin Vail cahiliye döneminde yüz deve kesmeyi nezir etmişti. Oğlu Hişam, babası tarafından kendi payı olan elli deveyi kesmişti. Diğer oğlu Amir konuyu Hz. Resulullah'a arz etti. Bunun üzerine Hazret şöyle buyurdu: "Eğer baban tevhide ikrar etmiş olsaydı, onun yerine oruç tutsan veya sadaka verseydin ona yararı dokunurdu. (Ebu Davud'un naklinde ise, "Baban İslam dinini kabul etmiş olsaydı, onun tarafından köle azat etsen, hacca gitsen veya sadaka verseydin, ona yararı dokunurdu" ibaresi yer almıştır." (193)

13- İbn-i Abbas şöyle rivayet etmiştir: "Bir kadın Hz. Resulullah (s.a.a)'a: "Babam hacca gitmeden vefat etmiştir. Ben onun yerine hacca gideyim mi?" diye sordu. Hazret ona: "Baban tarafından hacca git" buyurdu." (194)

14- Yine İbn-i Abbas şöyle rivayet etmiştir: "Bir kişi Hz. Resulullah (s.a.a)'a gelerek: "Kız kardeşim hacca gitmeyi nezretmişti. Ama hacca gidemeden öldü" dedi. Bunun üzerine, Hazret: "Eğer kız kardeşinin bir borcu olsaydı, onu öder miydin?" buyurdu. O adam: "Evet" dedi. Hazret: "Öyleyse, Allah vefa edilmeye daha layıktır" buyurdu." (195)

15- Yine İbn-i Abbas şöyle rivayet etmiştir: "Bir kadın Hz. Resulullah (s.a.a)'a gelerek: "Kız kardeşim vefat etmiştir. Boynunda da peş peşe iki ay oruç tutma borcu vardı" dedi. Hazret ona: "Acaba kız kardeşinin boynunda bir borç olsaydı, onu ödemez miydin?" buyurdu. O kadın: "Evet, öderdim" dedi. Bunun üzerine, Hazret ona: "Öyleyse, Allah'ın hakkını ödemek daha layıktır" buyurdu." (196)

Bu zikrettiğimiz hadisler bu konuda Ehl-i Sünnet kaynaklarında zikredilmiş olan onlarca hadislerden sadece birkaç örnekti.

Bu konuda Ehl-i Beyt İmamları'ndan gelen hadislere gelince, konu hakkında en ufak bir şüpheye yer bırakmayacak kadar fazladır. İşte bunun içindir ki, Ehl-i Beyt ulemasından konu hakkında en küçük bir tereddüde düşen tek bir fert bile bulunmamaktadır. Dolayısıyla burada Ehl-i Beyt kanalından bu konuda gelen hadislere de değinmeye gerek duymuyoruz. Zaten bizim burada özellikle Ehl-i Sünnet kaynaklarından gelen hadislere yer vermemiz, onlardan bazı Vehhabi zihniyetlilerin ortaya atmış oldukları bu düşüncenin Kur'an ve Sünnet'e ne kadar aykırı olduğunu ortaya koymak içindi.

Burada şunu da belirtmeliyiz ki, bu hadislerde geçen, ölen kimse için sadaka vermek, oruç tutmak, hacca gitmek ve köle azat etmek gibi hayır ameller, ölen kimse için yapılacak hayır amellere bir sınırlama getirmek için zikredilmemişlerdir. Bunlar sadece ihtiyaç gereği olarak ortaya konulan birer konu ve söz gelişi olarak zikredilmiş misal niteliğini taşımaktadır. Yoksa, ölen insan için yapılacak her hayır amel aynı hükme tabidir. Hz. Resulullah (s.a.a)'in, bu hadislerde zikredilen örneklerin bazısını, insanın boynunda olan maddi borca benzeterek; "Nasıl ki, maddi borcun ödenmesi gerekirse, Allah hakkının da yerine getirilmesi gerekir" şeklinde delil getirmesi bu hükmün her borç niteliğini taşıyan konuyu kapsadığını göstermektedir. O halde ister oruç olsun, ister namaz olsun, ister hac olsun insanın yükümlü olduğu her ilahi hak aynı hükme tabidir.

O halde bu dünyadan göçenler için, yapılan hayırlı ameller hediye şeklinde onlara ulaşır, eğer günah ehli iseler onların azaplarının hafiflemesine ve eğer hayır ehli iseler makamlarının daha yücelmesine sebep olur.

 

 

(146)- Rahman: 60

(147)- Nisa: 122

(148)- Nisa: 48, 116

(149)- İlm-ül Yakin c. 2 s. 1322 naklen Tevhid-i Saduk s. 406

(150)- İsrâ: 15, ayrıca bkz. En'am: 164, Fatır: 18, Zümer: 7, Necm: 38

(151)- Nisa: 85

(152)- Nahl: 25

(153)- Müsned-i Ahmet bin Hanbel: c. 4 s. 357 18675. hadis, Sahih-i Müslim

(154)- Bihar-ül Envar: c.71 s. 257

(155)- Bihar-ül Envar: c.6 s.220

(156)- Necm: 39

(157)- Necm: 39

(158)- Al-i İmran 109

(159)- Tûr: 21, Müddessir: 38

(160)- Sünen-i Tirmizi: c. 3 s. 1376, Sahih-i Müslim

(161)- Fi Zilli Usul-ül İslam naklen: Et- Tevessül vez Ziyaret Şeyh Muhammed Hakkı'nın s. 234

(162)- Haşr: 10

(163)- Mü'min: 7

(164)- Şûra: 5

(165)- Er- Ruh İbn-i Kayyim Cevzi'nin s. 5

(166)- Aynı kaynak

(167)- Sahih-i Buhari hadis no: 1252, 1285, Sahih-i Müslim hadis no: 5116, Sünen-i Nisai hadis no: 2023, 2022, 2224, Sünen-i Ebu Davut hadis no: 2812, Müsned-i Ahmet hadis no: 11823, 12964

(168)- Sünen-i Nisai c. 4 s. 93 hadis no: 2010, 2012, Müslim hadis no: 1619, İbn-i Mace hadis no: 1535, Müsned-i Ahmet hadis no: 21907, 23335 vs.

(169)- Sünen-i Nisai c. 4 s. 94 hadis no: 2013, Müslim hadis no: 1620, İbn-i Mace hadis no: 1536, Müsned-i Ahmet hadis no: 21961 vs.

(170)- Sahih-i Müslim c. 7 s. 41 hadis no: 1618

(171)- Sahih-i Müslim c. 7 s. 30 hadis no: 1600, Tirmizi hadis no: 946, Nisai hadis no: 1957, 1958, İbn-i Mace hadis no: 1489, Müsned-i Ahmet hadis no: 22850 vs.

(172)- Sünen-i Ebu Davut c. 3 s. 215 hadis no: 2804

(173)- Cami-ül Usul c. 11 s. 149

(174)- Vesail-üş Şia c. 3 s. 199

(175)- Vesail-üş Şia c. 3 s. 225

(176)- Müsned-i Ahmet bin Hanbel hadis no: 19415

(177)- Kenz-ül Ümmal: c. 15 s. 655 hadis no: 42596

(178)- Müsned-i Ahmet bin Hanbel c. 5 s. 26 hadis no: 19416, 19427, Sünen-i Ebu Davut hadis no: 2714, Sünen-i İbn-i Mace hadis no: 1438

(178)- Saruh-ül Kur'an s. 82

(179)- Saruh-ül Kur'an s. 82

(180)- Muheccet-ül Beyza: c. 8 s. 290, Vesail-üş Şia: c. 3 s. 227

(181)- Vesail-üş Şia: c. 3 s. 199

(182)- Sahih-i Müslim: c. 8 s. 24 hadis no: 1937, Sahih-i Buhari hadis no: 1817, Müsned-i Ahmet hadis no: 2320

(183)- Sahih-i Müslim c. 8 s. 25 hadis no: 1937, Sünen-i Ebu Davut hadis no: 2878, Müsned-i Ahmet hadis no: 1901, 3245

(184)- Sünen-i Nisai c. 6 s. 250 hadis no: 2589, Sahih-i Buhari hadis no: 1299, 2554, Sahih-i Müslim hadis no: 1672, 3082, 3083, Müsned-i Ahmet hadis no: 23117, Sünen-i Nisai: hadis no: 3589, Muvatta-i Malik hadis no: 1255

(185)- Sünen-i Tirmizi c. 3 s. 56, 57 hadis no: 605, Sahih-i Buhari hadis no: 2563, 2563, Sünen-i Nisai: hadis no: 3595, Müsned-i Ahmet hadis no: 3324

(186)- Sahih-i Müslim c. 11 s. 83 hadis no: 3081, Sünen-i Nisai hadis no: 3592, Sünen-i İbn-i Mace hadis no: 2707, Müsned-i Ahmet hadis no: 8486

(187)- Sahih-i Müslim hadis no: 1939, Sünen-i Tirmizi hadis no: 603, 851, Sünen-i Ebu Davut hadis no: 2492, Müsned-i Ahmet bin Hanbel hadis no: 21878, 212954

(188)- Sahih-i Buhari hadis no: 2551, 2556, Sünen-i Nisai hadis no: 3594, Müsned-i Ahmet bin Hanbel hadis no: 2919, 2324

(189)- Sahih-i Müslim hadis no: 3092, Sünen-i Tirmizi hadis no: 1466, Sünen-i Nisai hadis no: 3757, 3594, 3758, 3759, Sünen-i Ebu Davut hadis no: 2876, Sünen-i İbn-i Mace hadis no: 2123, Müsned-i Ahmet bin Hanbel hadis no: 1795, 2891, Muvatta-i Malik hadis no: 895

(190)- Sünen-i Nisai hadis no: 3756, Süneni Ebu Davut hadis no: 2877, Müsned-i Ahmet bin Hanbel hadis no: 2951

(191)- Sahih-i Buhari hadis no: 1720, Sünen-i Nisai hadis no: 2586, Müsned-i Ahmet hadis no: 2387

(192)- Sahih-i Buhari hadis no: 1935, 1816, Sünen-i Ebu Davut hadis no: 2048, Müsned-i Ahmet bin Hanbel hadis no: 23265

(193)- Müsned-i Ahmet bin Hanbel hadis no: 2417, Sünen-i Ebu Davut hadis no: 2497

(194)- Sünen-i Nisai hadis no: 2587

(195)- Müsned-i Ahmet hadis no: 3055, Sünen-i Daremi hadis no: 1703, 2227

(196)- Sahih-i Tirmizi hadis no: 650, Sünen-i İbn-i Mace hadis no: 1748

next page

back page