<%@ Language=VBScript %> Hz.ALİ (1) Sayfa 2

 

1.FASİKÜL   
SAYFA> | Giriş | 1 | 2 | 3 |   

ÖNSÖZ

Yücelerin yaşamlarında bitip tükenmeyen bir deneyim, ibret, iman ve emel kaynağı mevcuttur. Bunlar; imrenti ve şevk ile baktığımız, gözlerimizin ve ayaklarımızın önünü aydınlatarak karanlıkları silen birer fenerdir; kendimize yaşamın uzak hedeflerine olan inancımızı ve güvenimizi tazeleyenlerdir. Bunlar olmasa idi, bilinmeze karşı olan savaşımımızda tembellik egemen olacak, çoktan beyaz bayrakları çekmiş, ölüme de biz senin esiriniz, köleleriniz bizi ne yapmak istiyorsan yap demiş olacaktık.

Ancak hiçbir zaman tembel olmadık, olmayacağız. Bizden olup zaferi elde edenlerin tanıklığıyla söylüyoruz; Zafer bizimdir. İbn Ebi Talip de bunlardan birisidir. Aramızda zaman ve mekandan oluşan büyük uçurumlar olsa dahi, sürekli bizimle birlikte oldular. Ne zaman onların kulaklarımızdaki seslerini kısmaya, ne de mekan onların beynimizdeki resimlerini silmeye yeterlidir.

Elinizdeki bu kitap söylediğimin en iyi kanıtıdır. Bir Arap toprağında türeyen ama esir kalmayan, insanlığın yücelerinden bir yücenin yaşamına yoğunlaştırılmıştır. İslamiyet onun deha kaynaklarını ortaya çıkarmış ancak kendisi İslamiyetlin mülkü olarak kalmamıştır. Öyle olmasa idi, Lübnanlı bir Hıristiyan 1956 yılında onun yüce yaşamını ele alıp araştırıp, güzellikleriyle kahramanlıklarıyla ve destanlarıyla içten ve açık bir şair gibi nasıl ele alabilirdi.

İmamın kahramanlıkları hiçbir zaman savaş meydanlarıyla sınırlı kalmamıştır. Öngörüsünün netliğiyle vicdanının temizliğiyle düşüncesinin gizleriyle, insanlığının derinliğiyle, imanının ateşiyle, zalime ve yasakçıya karşı mazlum ve yoksuldan yana oluşuyla, hakla karşılaştığı her yerde haklıdan yana olan kavgasıyla da bir kahramandır. Bu kahramanlıkların üzerinden ne kadar zaman geçse de sağlıklı, yararlı bir yaşam kurmaya çalıştığımız her zaman çok zengin birer kaynak olarak karşımızda durmaktadırlar.

Bu kitaptaki faydalı yerleri okuyucudan önce açıklamak istemiyorum. Ki : bu yerler çoktur. Şurada burada şiirimsi dizelere kadar yükselen güzel, dini, açık renkli, sade sesli açıklamalar, değerlendirme ve açıklamalardaki denge, Ali'yi ve onun siyasi, dini, sosyal ve ekonomik görüşlerini, yaşadığının bugünkü yaşam sahnesine uyarlanan cesur çabaları görmek mümkündür. Bu da; daha önce bu konuda yazanların aklına gelmeyen başarılı ve üstün bir çabadır. Buna ek olarak tarihçilerin bugüne kadar alışageldikleri çizgiden farklı biçimde imamın yaşamındaki bazı olayların yeni yorumlarında da içtihatlar mevcuttur.

Hiçbir tarihçi ya da yazar, ne kadar dahi ya da dikkatli olursa olsun, bin sayfalık bir eserde de olsa imam-ı Ali gibi bir yücenin büyük olaylarla yaşanmış döneminin tablosunu bir bütün olarak sunması mümkün değildir. Bu yüce Arap'ın kendisi ve Allah'ı arasında düşündüğü, umduğu, söylediği ve yaptığı, hiçbir kulağın duyamayacağı ve hiçbir gözün göremeyeceği yüceliktedir. Ki, bunlar kendi eliyle yaptıkları ve diliyle söylediklerinden çok daha fazladır. Onun için onunla ilgili çizilen her tablo kuşkusuz eksik kalacaktır. En büyük ümidimiz de bu tabloların yaşamı üretmesidir.

Ancak böylesi kitaplardaki asıl ibret :
Ali'nin yaptıklarından ve sözlerinden günümüze kadar gelenleri oturup düşünmek, sonra dikkatli ve derin biçimde anlamaya çalışmaktır. Son olarak da, yazarın tasavvur ettiği şekliyle bir tablo çıkarmaktır. İnancıma göre bu nefis eserin yazarı, kelimelerindeki ustalık ve içindeki ateş, vicdanmdaki insafla, önünde durup gerçekten peygamberden sonra en yüce insanın canlı tablosudur demekten insanın kendini alamayacağı, Ali Bin Ebi Talip'in bir tablosunu çizmede büyük bir başarı göstermiştir.

Beskente Mihail NUAYME

MUCİZELER YURDU PEYGAMBERLİK YATAĞI

Oluşumuyla mucize olan bir toprak olacağıyla da bir mucizedir.

Yağmur alıp bereket, yeşillik ve sululukla dolacak olsa idi dünyanın açlarını doyuracak, çıplaklarını giydirecek hiç bir hayalin tasavvurun sığmayacağı bir şekilde zengin ve geniş arazilerdir. Ancak oluşumu, başından beri dağınık, bozuk ve rüzgarın oynamasıyla dalgalanıp sertleşen kumluklar ve hareketli çöllerdir. Şurada burada garip biçimde kum taneciklerinden oluşan dağlar ya da vadilerdir. Hafif yükseklikte olan kurak ve yusyuvarlak gülünç yükseltilerdir. Sanki ateşle yakılmış delikli kara taşlarla dolu, atılmış o biçimde isim taktıkları donmuş kara taşlardan oluşan sırt ve düzlüklerdir. Ne tarıma ne de yerleşmeye elverişli olan çöllerdir. Tarım yerleşenlerin temel derdidir. Dünyanın en sıcak iklimi, üç tarafında deniz olmasına rağmen en az çiğ alan toprağıdır. Bazı bölgeleri iyi yağmur alır bir nevi yumuşaklık kazanır, öylece de mevsimlerini bekleyip çoluk çocuk davarlarla birlikte oraya gidilir. Ancak kenarlarında ve ortalarında en kötü rüzgarlar, sam rüzgarları mevcuttur. Her tazeliği ve hatta yaşamı bile yok etmektedir. Onun için de şairler doğudan gelen canlandırıcı genç yellerden söz ederler. Sanki cennetin kokusunu içeren bir bukettir bu rüzgarlar.

Irmakları ise : sürekli akan hiçbir ırmağı yoktur. Ancak bazı bölgelerde çok yağmur yağdığı zaman yoğun seller birleşir vadilerin yatağından akar gider. Kısa bir zaman için de olsa bazı barajlarla suyu hapsederler.

Hayvanları da yeryüzündeki diğer hayvanlardan çok farklıdır. Geniş boşluklarda kaybolmadan yol alabilmesi için Allah onlara uzun ayaklar vermiştir. Bazılarım da kuma gömülmemesi için yuvarlak yaratmış. Vatanlarında kötü yol ve gidiş zorlukları yarattığı için sabır ve dayanaklılık vermiştir. Kuraklığa ve susuzluğa dayanma gücü, suyu günlerce hazmedebilen bir mide vermiştir. Ki, bu sular belirli araçlarla çıkartılarak binlerce isimle anılan develerin sahibi, bedeviler tarafından da içilir.

Bitkisini de fazla anlatmayacağım. Nadirdir, dikenli ve kökleri susuzdur.

Evlerine de, ev demek yanlıştır. Sıcak rüzgarların oynadığı, sert sıcakların bastığı tıpkı sahranın örtüsü gibi bir şeydir, Sadece bazı yerlerde yapılır. Sakinlerinin istedikleri yerde yerleşmesi ya da güvenilir bir yerde istikrara kavuşması mümkün değildir. Sürekli bir göç durumundadırlar.

İçindeki yaşam aracı ise, iki siyahtır: Hurma, az bulunan su ek olarak dana eti ve avlardır.

Sahranın doğası sakinlerini sürekli biçimde işgal ve kavgaya sürükler. Sürekli anlaşmazlık oradaki temel sosyal sistemdir.

Güneş yarımadanın çöllerine ateşten bir örtü atmaktadır. Hiç beğenilmeyen hırsız güçlü olan tilkiyi ya da köklü hayvanı çakıllar üzerinde pişirir.

Öldürücü bıkkınlık ve acı sıkıntı yarımadadaki çöllere egemendir.

Yaygın kum denizindeki vahalar ve boşlukların kurulmasına ve uzun sürmesine izin vermediği zayıf emel değişmeyen biricik manzaradır.

Bu sert doğanın, nefesleri yumuşatacak, yürekleri dolduracak, evrenin genişliği ve yaşamın kapsamı iyi değerlerin sürmesi gibi duyguları sahra sakinlerinde yaratması mümkün değildir, böylesi duygular çorak olan yerlerde değil, yeşil vahalarda, kötülüklerle dolu kalplerde değil, yaşamın sefasında yeşerir.

O zamanlarda yarımadada kurulu olan bazı köylerde de hiç bir özellik söz konusu değildir. Dağınık, küçük, sıkıntılı ve kuru, siyah tanelerin içerisinde rehberin kaybolacağı ve karanlığın çökeceği kadar birbirinden uzak köylerdir. Binaları da en az olanın yanında çok azdır. En kötü olanın yanında çok kötüdür. Bütün bunların yanında ek olarak iklimin sertliği, mesafelerin egemen olduğu dünyanın geliş gidişlerinden tecrit edilmiş sahra şartları altında bulunmaktadır. Sadece Taif ve Yasrob'ta nicel bir servet söz konusudur.

Mekke ise putların evidir. Sakinleri de dinarla can almayı ölçüt edinmiş tüccarlardır.

*     *    *

Deyim yerindeyse kumlardan bir cehennem içerisinde, kötü bir yaşam, yarınından umutsuz bir parça yaşamdır Arap yarımadası. İnsanı ise, bitişiğinde yeşilliğin, bolluğun, giyimin, yolu düşüp gelen herkese yetecek her türlü bolluğun bulunmasına rağmen bu topraklarda insanın yaşaması acayip değil midir?

Bir insanın bu topraklar üzerinde bulunması, başka bir seçeneği kabul etmemesi, başka bir yeri vatan görmemesi, dağıyla deniziyle, ufuğu ve çölleriyle kuşatılarak yaşaması bir mucize değil midir? Muhammed'in ve Ali'nin devriminden önceki sahranın mucizesi işte budur.

*      *      *

Ancak yeryüzünün kaynakları verimlilikle çağlarsa!

Cennet vahaları yeşillikle kaplanırsa!

Dünya devrimi bir şehirde birikirse!

Gecenin rutubeti, sabahın çiğleri ve gençlik nefesleri nasıl ise!

Balı, sütü, acıyı ve zehri veren bir ülkedeki rahat yaşamda ne kadar varlık varsa!

Doğanın gülüşü, sevinci ve rahatlaması her cennette nasıl ise!

Bütün dünyanın o günlerde Arap yarımadası olmadan verebileceği nedir.. ?

Bütün bunların hiçbir önemi ve değeri yoktur. Mucizeler yurdunun dünyaya verebileceği karşısında.

O günlerin en önemli ve yüce olan şeyiyle dünyaya açıldı. İşte mutlak insanlık ve iyiliğin yüceltilmesi, doğanın tırmandırılması, değer yargılarının sürdürülmesi seliyle bütün evren sustu, zaman birleşti, kaynaklar duruldu, yaşam değerleri ortaya çıktı, varlığın vicdanı harekete geçti ve Muhammed Bin Abdullah'ın yurdunda sıcak birlik ortaya çıktı. Yüce devrimci Ali Bin Ebi Talip ile birlikte iki yücenin sadakatiyle sürdürüldü.

Bu yüce varlığın; ölçütleri canı dinar ile almak olan bir ulusta ve böylesi bir toprakta yüce gerçeğin somutlaşması için ortaya çıkması ve amcası oğluyla devam etmesi, o çevrenin kötülüğüne ve o zamanlara rağmen yararlı sosyal devrimlerin sahibi Muhammed ve Ali'den sonra olanlar sahra mucizesini yaratan asıl mucizelerdir.

MUHAMMED'İN SESİ

Yanan sahranın alevinden idi gözlerindeki ışıltı.

Güneş ışığı karşısında kumlan düzlüğü gibiydi dudaklarmdaki doğruluk.

Yesrob (1) cennetinden, Taif bahçelerinden, ay ışığı altındaki kum denizinde dağınık adacıklar gibi uzayda yüzen hicaz vahalarından idi yüreğindeki yumuşaklık ve içindeki yufkalık.

Deli rüzgarların savurmasından idi gönlündeki devrim.

Şiirin netliği ve gökyüzünün nurutîdan idi dilindeki giz ve ruhundaki parça.

Azmin doğruluğu ve düşünce dilinden idi elinde ve kılıcında parlayan mesaj ı.

Muhammed Bin Abdullah budur... Arapların peygamberi; insanı insan olan kardeşinden alıkoyan putperestliği, sermaye putperestliğini, gelenek putperestliğini parçalıyordu...

Beni Kureyş : Dünyayı, bedevinin cebinden düşüp kendi ceplerine girecek dinarla özdeşleştiriyordu.

Kazançlı bir ticaret, kara katlanan bir kar, devenin sırtında çölleri ve sahraları kat edip Kureyş ağacı gölgesinden başka dinlenecek yer, dirhemin büyüdüğü, dinarın yüceldiği, putlarla dolu olan Mekke'den başka konaklayacak yer bulamayan kervanlarla yaşamın erdemliklerini bir görüyorlardı.

Ancak sinirlerini diken eden, şehvetlerini parçalayan, dünyayı başlarına yıkan bir ses kulaklarını parçalamaya başladı.

İnsanın bildiğinizden farklı bir değeri vardır. Çöllerdeki şaşkın bedevi Arap'ın iddia ettiğinizden öte bir mesaj ı vardır.

Bu ses Muhammed'in sesiydi... 

*      *      *

Ahmaklığa doğru muskalarla ilerleyen bir aslan gibi yanlışlığın uçurumlarında yürümekte ısrar ettiler. Sadece geleneklere uymak uğruna insanı yaratanın, kuralların değiştirilmesini, doğanın güzelliğini inkar ediyor, insan evreninin bozulmasını pekiştirmek için hiç gerekmediği halde kızlarını felakete atmaya devam ediyorlardı.

Özlemin duygularını yoğunlaştırdığı, sevginin ve yaşamın fısıltılarının pekiştiği ses kulaklarında çınlamaya başladı;

Allah'ın kulları kızlarınızı diri diri gömmeyin, kadınlar da erkekler gibi eşittir. Hiçbir yaratık diğer yaratığın yaşam hakkını alamaz. Öldürüp dirilten sadece Allah'tır.

Bu ses Muhammed'in sesiydi...

*      *      *

Arap bedeviler, kılıçlarla birbirlerini yok etmeyi, cehennemden çıkan kırbaç gibi bir dil kullanarak tartışıyorlardı. Genç kızların ağızlarını kapatıp kılıca teslim ediyorlardı. Bu nedenle o günkü atlılar, katil adamlar, feryat edip imdat bekleyen kardeşlik ve dostluktan uzak yetişen çocuklardan ibarettir.

Çadırlar, gök gürültülerinden daha şiddetli, kasırgalardan daha güçlü sesle sallanmaya başladı.

Ne yapıyorsunuz öyle!.. Yeri ve gökyüzünü yaratanın yanında kardeş olmanıza rağmen nasıl birbirinizi öldürüyorsunuz Savaş şeytanın işlerindendir. Barış sizin için evla olup içinde temenni ettiğiniz cennet tadı vardır.

Bu ses Muhammed'in sesiydi...

*      *      *

Hiçbir milletin ya da ümmetin varamadığı biçimde Araplar sefaya varmışlardır.

İzzetinefsin, düşkünlüğün, kötü ahlakın yapabileceği en kötü bir şekilde Fars'ları aşağıladılar. Fars'lar insan olarak onurunu hiçe sayan bir aşağılanmayla aşağılandı. Mesajın sahibi bunu gördü ve ahlaki düşkünler;

Arap'ın   inanç yönü   dışında  Fars'tan hiçbir   üstünlüğü   yoktur.   Beğenseniz   de beğenmeseniz de insanlar kardeştir. (2) Sözleriyle uyandılar.

Bu ses Muhammed'in sesiydi...

*       *       *

Yeryüzündeki mazlumlar da; Sahranın sam rüzgarlarıyla dağılan, köleci toplumun reddettiği yaşamın sıkıştırıp kum tanecikleri kadar bir yere bile sahip olmayan, bütün yaşamları kararan, yersizler de mesaj sahibinin dostlarıydı. Fakirlerin ve düşkünlerin Meryem'in oğlu Mesih'in dostları ve yeryüzündeki diğer yücelerin dostları olduğu gibi. Onun için de yönetimi istişareye bağladı. Köleliği ve insanın insanı sömürmesini yasakladı. Hazineyi ve insanların çabalarını kamulaştırdı. Amcaları olan Kureyşlilerin sırtlarını iyilik kırbaçlarıyla yaktı. Onlar çocukları ve ahlaki düşkünleri kandırıp, taşlarla taşlayıp ondan tiksinirken kendisi kendi varlığıyla evrenin bütünlüğünde bir tanrı somutlaştırdı.

Aralarında peygamberin müezzini ve İslamiyet'teki ilk müezzin Bilal'ın da bulunduğu, yeryüzündeki mazlumlar, köleler ve perişan olanlar; Sabahın nağmelerinden daha derin yankıları olan, gecelerin karanlığından daha da koyu ve insanda daha etkili bir sese yüreklerini açtılar.

Bütün mahlukat Allah'ın aileleridir. En sevdiği de ailesine en yararlı olanıdır. (3)

Bu ses Muhammed'in sesiydi...

*       *       *

Düşmanları, onu taşlayanlar ve alay edenler ise; Onun diliyle bu yeşertici sesi aldılar.

Taş yürekli, kötü kalpli olsaydın etrafından dağılırlardı. Onları affet. Onlar için istiğfar et, konuyla ilgili onlara danış, azmettiğin zaman da Allah'a tevekkül et. Allah tevekkül edenleri sever. (4) (Ali Ümran Suresinden)

Bu ses Muhammed'in sesiydi...

*      *      *

Daha iyi bir yaşam uğruna savaşanlar ve kötülükler karşısındaki taraftarları, eihat ederken ve güçlü devrimi savunma esnasında içlerinden insan onur ve haklarını çiğnemeye yeltenenlerin yüreğine şu güzel sözler yerleştirilmişti;

Hiçbir çocuğu, kadını, yaşlıyı veyahut kendi halinde olan hiç kimseyi öldürmeyin, kindar olmayın, hiçbir ağacı yakmayın, kesmeyin, hiçbir binayı da yıkmayın. (5)

Bu ses Muhammed'in sesiydi...

*      *      *

Araplar Bin Abdullah'tan bu onurlu mesajı alıp ilk etapta taç sahibi her sultana yetişecek şekilde dağıldılar. İnsanlar arasındaki bağları güçlendirdiler, insanla sahra peygamberinin evrenin ruhunda somutlaştırdığı ortaksız tek tanrı arasındaki bağları güçlendirdiler.

Muhammed Bin Abdullah'ın gölgesi alemin tümünü kapsayacak şekilde yayılıp yüceldi. Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadarki toprak parçasında iyilik, bilgelik ve barışın yeşermesini sağladı. Sahra peygamberi bütün dünya üzerinde kardeşlik ve sevgi tohumlarını ekmek için elini uzattı.

Arap devletinin bir adamı Hindistan'da diğer bir adamı İspanya'da oldu.

Güneşin   alnına  yüce  bir  halkın  tacı kuruldu.

*      *      *

İnsanlığın kardeşliğine olan davet bu ses üzerine gerçekleşti. Egemenlerin halk üzerindeki, halkın malı ve çabası üzerindeki elleri çekildi. Küçük-büyük, egemen-mahkum, Arap-Fars bütün insanların hukuk karşısındaki eşitliği gerçekleşti: Bütün insanlar eşit ve kardeştir.

Kadının erkeğin baskısından kurtulması bu ses üzerine gerçekleşti. İşçinin işverenin zulmünden kurtulması, zamanın egemen düşüncesi olan ve ortamın doğal olarak izin verdiği kölelerin've hizmetçilerin kölelikten ve zulümden kurtulması, daha önceki filozofların gördüğü aşağılanma, işçilerin ve üreticilerin yürüttüğü meslek ve zanaatların aşağılanması nedeniyle medeni haklardan yoksun bırakılanlar hak ve görevler açısından sınıflara böldüğü dünyaya katılmaları bu hak üzerine sağlandı.

O zamanın mantığı ve olanakları çerçevesinde en yaygın refah sağlanmıştı.

Faiz ve insanın insanı sömürmesi yasaklandı.

Ali Bin Ebi Talip'in sesi ortaya çıktı.

Her türlü kin ve saldırganlığa sahip olan bir topluma karşı bir devrimdi...

 

YÜCE VİCDAN

İmam Ali Bin Ebi Talip Yücelerin yücesidir.

Doğunun ve batının eskiden de şimdi de bir örneğini göremediği tek bir örnek.

 TARİHE BAKIŞ

Herkes vicdan ve sağduyusu ölçüsünde insandır.

Dünyaya kulak verip kuşaklar arasında az örneği bulunup dünyada meydana gelen yüce bir sorunu dinledin mi hiç...?

Kendine bir kulak ver. Akıl ve yürekle bir bak. Kendini, yüce vicdanının öyküsünü dinle, sürekli yükselen, yaşamı kolaylaştırıp dünyayı kolay kılan bir sağduyunun haberiyle karşılaşacaksın kendinde. Çocuklar, akrabalar, mal, egemenlik, doğa ve batan güneşin görüntüsü hepsi kolaylaşacak. Bu sağduyu, sahibini öyle bir yüceliğe itecek ki, herkes vicdan ve sağduyusu ölçüsünde insan olacak.

Kendine öyle bir kulak, yürek, akıl ver... Almuarri ile birlikte, uzak ve yakın bütün iyi insanlarla birlikte, açık olan adalet ve hakkı, kanıyla sabahları ve şafakları bulayan şehitliğin öyküsünü göreceksin. Şehitlerin kanı, gecelerin sonunda çifte fecir, fecrin vurduğu ilk ışıklarla çifte şafak olarak çıkmaktadır.

Şu doğanın tarihine bir göz at. Ekseninde refah olan, yaşam ve ölüm hakkında yeni düşünceler ortaya koyan bir düşünce ara. Yasalarda, sistemlerde, kanunlarda, anayasalarda, Ahlakta ve bütün bunların işbirliği ve ilişkisi konularında bütünün bir parçası olup o bütün için varolan insan topluluğunun insanla olan bağlarındaki yerine derin bakış açıları getiren bir düşünce ara...

Ataların miras olarak alıp çocuklarına ve torunlarına miras olarak bıraktıkları, toparlanıp ondan alabildikleri kadarını aldıktan sonra kalanını gelecek tembellere bıraktıkları çağların değerli mirası olan bu hikmet mesajını insanlar için yaratan bir düşünceyi sor...

Sahibine zorlukları bırakıp insanların bunun sonucunda refaha kavuştukları garip bir zekayı sor. Düşmanları ve taraftarları önünde yolu açan ve açmaya devam eden zekayı sor. Her sebep ve sonucu araştıran, araştırıp açıklamayı, kendini kurallara ve yasalara dayandırmak isteyen, derin ve geniş kavrayışa sahip, insanların eylemlerini daha içlerinde bir özlem ve kafalarında bir düşünce iken ele alabilmeye çalışan bir zekayı sor. Özünde kendisi olan şu doğada, kendisinden sonra gelen her ahlaki bayrağı kendi bayrağı ile birleştirebilen bir dünya zekasını sor...

Akıllar arasında öyle bir akıl tanı ki, sosyal realitenin özü, toplumun başka şekilde değil de bu şekilde yürütülüp oluşumun nedenlerinin özünü oluşturan, yüce realiteyi ilk olarak ortaya koyan bir aklı tanı. Kendisi bunu kavradıktan bin dört yüz küsur yıl sonra doğudaki ve batıdaki araştırmacı bilim adamlarının incelemelerinin ekseninde bulunan bir konudur bu realite. Buradaki kastımız ise; Sadece sömürgeciliğin doğu yasalarını çiğnemek için izlediği yöntemler, gerçek sebepler ve kesin sonuçları, insanların aklını karıştıran yöntemler ve zenginlerin yoksulları sömürmek, egemenlerin insan emeğini tekellerinde bulundurmak ve bazı tanrıcıların yeryüzündeki egemenliklerini sürdürmek için yarattıkları çürük mantıktır.

On küsur asır öncesinde, bin bir kaynaklı boş hayallere bir sınır koyan sosyal realiteyi keşfedip ortaya koyan yüce aklı tanı. Her yoksulun açlığından bir zengin zevk sürmüştür diye ilan ederek, bu realiteyi değerlendirip fazlaca birikmiş her zenginliğin yanında mutlaka kayıp haklar gördüm diyerek ekleyen aklı tanı. Tekelcilik üzerine bir konuşmasında sosyal zulmün temeli ve dayanağı üzerine bir işçisine şu sözü söyleyen aklı tanı. Bu konumun bir zarar kapısıdır, yönetenlerin bir ayıbıdır.

Tekelciliğe engel ol.

Yüce aklının yol göstericiliğinde On küsur çağ önce insanlığın gerçek sırrını ortaya koyan ve bu sırrın, yöneticileri ve kralları sadece bir merdiven ve binek oluşturabildiği ölçüde bir ağırlık verdikleri ve varlığını hissettikleri halk ile derinden bir sır olduğunu ortaya çıkaran bir yüceyi hiç tamdın mı? Refail insanlık onurunda sevdiği her şeyi yansıtabilmek için İtalyan kırlarından Hz. Mesih'in annesi örneğini seçebildiyse ve bu yapıtında yaptığı gibi Tolstoy, Göte ve Volter düşünsel ve sosyal yapıtlarında bunu yapabildiler ise, bu yüce insanın kendi zor koşulları ve onların uygun olan koşulları, kendisinin dar onların geniş olan toplumları farkıyla onlardan yüzlerce yıl önce bunu başarabildi. Bu yüce insan krallara, emirlere, egemenlere ve zenginlere karşı savaştı. Mazlum ve onuru elinden alınmış halk uğruna savaşırken ant içerek şunları söylüyordu; Vallahi zalime karşı mazluma insaflı davranacağım. İstemese de zalimi halkasından çekip hakyoluna getireceğim. Zamanındaki başıboş emirlerin ve ahmak olduğu gibi bu ahmaklığı beğenmezlikten gelen aristokrasinin, kulağında çınlayan, oldukça talihsiz ve kederli halkın gerçeğini de beraberinde dile getiren şu çağrıyı yaptı Alt düzeydekiler sizin yücelerinizdir. Yüceler de adilerdir. Bu çağrının ardındaki temel amacı da, yoksulluk ve zulüm altındaki halk çocuklarının erdemlik konusundaki yetilerine ve feodallerin, tekelci yöneticilerin içlerinde besledikleri zulüm ve kötülüğe işaret etmektedir.

Büyük akıl ve dehaların, herkesin kendi çizgisi ve isteği doğrultusunda çıkarsamalarda bulunduğu, ebedi, derin ve ezelden beri varolan, hatta gelişigüzel bütün insanların bilmeden de olsa gölgesi altında olmadan yaşayamadıkları, ataları ve babalarından kaldığı gibi hiçbir düşünsel çaba göstermeden gelenek biçiminde edindikleri bir gerçek olan, hem pozitif hem de negatif felsefelere temel oluşturacak bir gerçek durumunda olan mutlak istikrarı aklına getiren bir yüceyi tanıyabiliyor musunuz? Mutlak olanı araştırmak bir diğer anlamı ile ve özünde realiteyi araştırmaktır. Bu araştırmaya insan, aklı ile, yüreğiyle, hayaliyle ve bunların sonucundaki yaratıcılığıyla, daha sonra da her çeşit koşullar, itici etkenler ve münasebetlerle katılmaktadır. Daha sonra aklı ve mantığıyla insan, bu mutlakıyetteki her istikrarın bu kuvvet olduğunu kavradı. Ki bu kuvveti, insanın kendisi oluşturmaktadır. Bu güç, şurada ya da buradaki zaferi ya da yenilgisiyle ortaya çıkmaktadır. Savaş alanlarında, politik alanlarda ve her alanda zafer ve hizmet olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Zafer ve genellikle mihenk taşı durumunda değildir. Gücün bizzat kendisinde her türlü ölçü mevcuttur.

Bu doğunun tarihinde depremlerin yıkamadığı, volkanların bozamadığı inancın sağlamlığını hiç sordun mu? İnanç karşısında en küçüğü bütün düşmanların (Ki, bu düşmanlar hem çok hem de güçlüdür.) yanlış yöne saptırma ve bu yönde düşünmeye itme gibi birçok komplodan daha şiddetli bir deprem vardır. İnanç karşısında kesin ölümle tehdit etmekten, bizzat ölümden daha yakıcı bir volkan var mıdır? Daha sonra bir inancın doğrudan teslimiyetçiliğe kapılmadan, herhangi bir çıkara dayanmadan inancın bizzat başarısı yükseklik ve zenginliğin kendisi, yükseklik zenginlik çerçevesinde sıkıştırılmadan inanç uğruna savaşımın nasıl olabileceğini sordun mu? Dünyadan rahmet sohbetini yapmasını istedin mi? Rahmetli bir yüreğin, barış ve refahla akan bir dilin olmasını... Sertliğin, sömürünün, zıtların üzerinde anlaşamadığı çıkar tekelciliğinin egemen olduğu, daha sonra bütün çıkarların şefkatli dil ve yürek sahibinin kavgalarında birleşebildiği bir dönemde arzuların bitip tükenmediği bütün dünya arzularının önünde diz çöktüğü temel güçtür...

İnsanların dillerindeki, yazılarındaki ve yaşamlarındaki suçsuzluğu (Beraat, Aklanmışlık) tanıyabildin mi? Bu insanların azının ya da çoğunun, herkesin kendi oluşumu kadarıyla payını alabildiği iyi niyeti tanıyabildin mi? Bu iyi niyetin kardeşleri durumunda olan aklıselim ve saflığı tanıyabildin mi? Örnekleyecek olursak gecenin gözyaşları şafak vaktindeki çiğlerin dahi az geldiği saf temizliği tanıyabildin mi? Gecenin gözyaşları ve şafak vaktindeki çiğler benzetmede yeterli değildir; çünkü bu insan saflığıdır. Ne gece ne de şafak bunun yerini alabilir. Kış mevsiminin güneşin sıcaklığı karşısında rahatladığı gibi rahatlayabileceğin, toprağın suya güvenip yeşererek filizlendiği gibi güvenebileceğin temiz bir kalbiselimden fışkıran saf ve temiz bir suçsuzluktur. (Beraat tir- Aklanmışlıktır)

Diğerlerinin sevgiden ve sadakatten aldığının fazlasını alabilen bir yüce tanıyabildin mi? Ayrıca içinde kendiliğinden akan sadık karakteri olmadan bu sevgiyi ve sadakati elde edemezdi. Sevdi kimseden sevmesini beklemeden. Sadık kaldı kimseden sadakat beklemeden. Bütün düşüncesinin ve duygularının derinliğinde özgürlüğün oluşumunun gereksinimi olan başkasının kabul etmeyeceği bir kutsallığa sahip olduğunu kavradı. Bu kutsallık çerçevesinde sevginin ve sadakatin serbestçe olabileceğini kavradı. Böylece de; Kardeşliğin kötüsü istenileni yapandır, iyisi de bunun ötesinde olabilendir.

Devamı