<%@ Language=VBScript %> Hz.ALİ (1) Sayfa 3

 

1.FASİKÜL   
SAYFA> | Giriş | 1 | 2 | 3 |   

Açlığın hakim olduğu yerde doyuncaya kadar yemek yemekten kendini alıkoyan, halkın içinde çul elbise giyinen bulunurken kendini yumuşak elbiseden alıkoyan, insanların fakir ve gereksinim sahibi olduklarında kendini bir dirhemden alıkoyan, taraftarlarından da bu yolda gitmelerini isteyen bir yönetici tanıyabildin mi?

Dahası da, kardeşini halkın malından sebepsiz bir dirhem istedi diye yargılayan, taraftarları ve yardımcılarını, sempatizanlarını rüşvet diye aldıkları bir ekmek için yargılayan, Allah'ın adına yemin ederek adamlarından birisine halkın malından küçük ya da büyük bir şey aldıysa şiddetle onu her şeye muhtaç bırakacağına dair uyarıp tehdit eden bir yönetici tanıyabildin mi? Bir başkasına da bu çok kısa ve güzel sözlerle hitap eden bir yönetici tanıyabildin mi?

Yeryüzünde eline geçirdiğin her şeyi aldığını duydum. Bunun hesabını ver. Ayrıca rüşvet alıp zayıfların sırtından zengin olmaya çalışanları tehdit ederek şöyle söylüyor: Allah'a inan ve bu insanlara mallarını geri ver. Şayet bunu yapmaz da bir gün seni elime geçirirsem, Allah'tan senin kusurlarını affetmesini dileyip vurduğum her kim ise cennete girmeyecek olan şu kılıcımla seni vururum.

Zamanında ve mekanında dizi üzerinde kuru ekmekleri kırıp öğüterek yiyen, ayakkabısını eliyle diken bir emiri halk arasında görebildin mi? Dünya malından az ya da çok hiçbir şeyi elinde bulundurmuyordu, çünkü biricik derdi zayıfları, mazlumları ve yoksulları sömürücü ve tekelcilerden koruyup halka rahat ve onurlu bir yaşam sağlamaktı. Yeryüzünde aç karın, acılı yürek oldukça gözü yemekte olmayanlar oldukça rahat bir uyku ve su onu ilgilendirmiyor. En şerefli sözlerinden; Zamanın zorluklarına onlarla birlikte katlanmadan bana müminlerin emiri denilmesini kabullenebilir miyim. Çünkü hakkı kurup haksızlığı savamadıktan sonra bu dünyadaki en ufak şey onun yanında insanların başında olmaktan daha iyidir.

Dünyanın bütün bölgelerindeki insanlar başına toplansa dahi adalet yolunda hep hakkın yanında yer alan bir yüceyi tanıyabildin mi? Düşmanları dağı düzü dolduracak kadar çok olsa da mutlaka haksızdı. Daha sonra izlediği çizgide bir ilke oluştursa dahi onun içindeki adalet kazanılmış bir ilke değildi. Ayrıca bu yönü kendisinin adalet kavramından bir tane oluştursa dahi kendisi açısından adalet politikasının çizdiği bir çizgi değildi. Kendisi bunu izleyip iyilerin yüreklerine vardıysa da onun yanındaki adalet kavramı onu toplumun başına getirecek bir yol değildi. Çünkü onun ahlaki ve edebi yapısı öyle bir kök oluşturuyor ki, adaletin dışına çıkabilecek karakterde değildi. Sanki bu adalet onu oluşturan yapının maddelerinden bir tanesidir. Kanının ve canının bir parçasıdır.

Düşmanlıklar ülkesinde aralarında akrabalarından birisinin de bulunduğu çıkar sahiplerinin savaş açtığı bir yüce tanıyabildiniz mi? Ona karşı zafer kazananların insanlık anlayışları yerin dibine battı. Çünkü onların zaferi, hilenin, teslimiyetçiliğin, buyrukluğun zalim ve bilgisiz bir kılıçla dünyanın kazanılması zaferidir. Yenilgisi dahi bir zaferdi, çünkü, bu yenilgi aklın ve yüreğin ışığındaki yenilgidir. Bu yenilgi insan hakları ve onuru uğruna, adalet ve eşitliğe varmak için arzulanan uğruna şehitliği özünde bulunduran bir yenilgiydi. Böylece de zaferlerini bir hezimete onun yenilgisi de insanlığın değerleri uğruna bir zafere dönüştü.

Tarih boyunca cesur, çok cesur ve savaşçılarındaki insanlık sıfatlarına olan sevgisi ve onlara karşı olan şefkati; Mağdur olmasına karşın barışçı, doğru ve onurlu bir tavır takınarak yakınlarına şu tavsiyede bulanacak kadar büyük bir sevgiye sahip savaşçıyı aradın mı? Onlar ilk başlayan oluncaya kadar onlarla savaşmayın, hezimet Allah'ın emri ile olacağından hiçbir sebepçiyi öldürmeyin, zayıf olan kimseyi hedef almayın, hiçbir yaralıya saldırmayın ve hiçbir kadına eziyet etmeyin. Daha sonra onu öldürmek isteyen on binlerce kişinin akan suyu dahi keserek onu susuzluktan öldürmeye kalkıştıklarında, zorla suyu onların ellerinden aldıktan sonra kendisi taraftarları ve hatta kuşlarla birlikte eşit biçimde bu suyu kullanımlarına sundu ve şöyle dedi : Allah uğruna savaşarak ölen şehit güçlü olup affedenden daha yüce değildir. Affeden meleklerden bir melek olacaktı. Daha sonra karanlık eller ona vardı ve onu vurdu. Kendisini öldürenle ilgili olarak taraftarlarına şöyle dedi; Affederseniz imana daha y akın olursunuz.

Garip bir savaşçı, yüreğinde garip bir cesaretin ve nadir bir savaşçılığın madenleriyle acayip bir şefkat ve sevginin madenleri birleşiyordu. Ona karşı komplo kuranları vurup yakalayabileceği bir güçte iken onları kınardı. Hatta kimsenin önünde değil yalnız iken kınardı. Onlar silahlarla donanmışken kendisi yalnız başına kınar ve insanlığın arasındaki kardeşlik ve sadakatten söz ederdi. Bu yolda ısrar etmeleri durumunda da, ağıt yakardı. Kendisi zayıf ve yoksulların kılıcı olarak daha da ısrar etmelerine sabrederdi. Ta ki, onlar savaşı başlatmcaya kadar. Sonunda onlara depreme uğratırcasma saldırırdı. Şiddetli rüzgarların sahra kumlarında esip darmadağın ettiği gibi onların arzuları üzerinde eserdi. Aralarında sadece kötülüğü ve düşmanlığı kasteden gaddarları öldürürdü. Zaferi elde etmesi durumunda da bencillik ve saplantıların, kötü arzuların canileri olduğu için kavgayı kınardı.

İnsanlar arasında başkasının yanında bulunmayan biçimde liderlik ve servetin nedenlerini bulunduran bir emir tanıyabildin mi? Bütün bunlara rağmen sürekli bir sefillik ve yoksulluk içerisinde kaldı. Şerefli bir soyun sebeplerini bulundurmasına rağmen şunları söyledi; Hoşgörüden daha iyi bir soy olamaz. Onu sevenler ona sevgisini gösterince beni seven yoksulluk ve hırkaya hazırlasın kendini dedi. Sevgi gösterisini daha da arttırınca bendeki değerli bir şeyi öldürmeyin dedi. Daha önce de kendi kendine Allah'ım bilmediklerimizden bizi affet dedi. Onu ilahlaştırdılar. En şiddetli biçimde onları cezalandırdı. Başkalarından da tiksindi. Ama ahlakta kardeşlerine nasihat verirmişçesine bir tavır takındı. Ona sövdüler, taraftarları bu sövgü üzerine rahatsız olup şovenlere sövgü ile cevap verdiler. Ancak kendisi taraftarlarına sizin sövgücü olmanızı sevmiyorum dedi. Ona düşmanlık ettiler, kötülük yaptılar, hakkında konuştular ve daha sonra üzerine yürüdüler. Ama kendisi Kardeşini ona iyilik yaparak kına, ona cömertlikle karşılık ver, senin kardeşine karşı olan bağlılığın, onun sana olan boykotundan, senin ona olan iyiliğin onun sana olan kötülüğünden daha güçlü olamaz dedi. Egemenliğini sürdürmek için bazı günahkarlarla -kısa bir süre için de olsa- geçinmesi için onu kandırmaya çalıştıklarında sana nasihat veren dostundur. Seni kandıran da düşmanındır diyerek şöyle ekledi. Yalanın sana yararlı, doğrunun sana zararlı olduğu zaman dahi doğruluktan yana ol. İyilik yaptığı adamlar ona karşı savaşınca da kendi kendine şöyle dedi; Sana şükretmeyene iyilikten geri kalma. Yeryüzünün zenginliklerinden ona söz edince konuşana bakarak, yeter en iyi zenginlik iyi ahlaktır, dedi. Yöneticilerin yönetenleriyle zaferi elde edeceği üzerine teşvik edince günahkar olan zafere ulaşamaz, kötülükle zaferi elde eden hezimete uğramıştır, diyerek başkasının görmediği biçimde düşmanlarının kötülüklerini gördü Hepsine göz yumup kendi kendine şunları söyleyerek teselli buldu: Onurlunun en iyi işi bildiği karşısında göz yummaktır. Düşmanları ve cahil taraftarları insanlar içerisinde karamsarlığı yayınca kendisi hep, iyilik ihtimali verebileceğin başkasının bir kelimesi karşısında kötü düşünme demeye devam etti.

Ama senin din kardeşindir, ya da senin gibi yaratılmıştır iffetinden ve doğruluğundan Allah'ın sana vermesini istediğin gibi onlara ver gibi bir sözü taraftarlarına tavsiye eden bir din imamı gördün mü? İnsanlar arasında hakkaniyeti gerçekleştirmek için kendi iktidarına karşı gelen bir iktidar sahibi biliyor musun? Kardeşlerine iyi ahlaktan başka bir şey olamayan bu yaşamda sadece yaşayabileceği kadarını elinde bulunduran bir zengin biliyor musunuz? Dünya ise başkalarını aldatsın...

Bu dünyanın tarihinde, açık zevk ve servete bağlı düşünce öngörü ve sevgi ayetlerini birbirine bağlayan açık bir çizgiyi sordun mu? Ne insan kaldı, ne de onun öngörüsü, düşüncesi ve sevgisi kaldı. Hepsi birbirine bağlı ve birbirinin dengi. Genç duygu ve uzak öngörüler patladı, gerçek durumun şevki ve gerçeğin sıcaklığı ile bu gerçeğin arkasmdakini öğrenme arzysuyla dolup taştı. Konunun güzelliği ile yapının inceliğinden kası anlamın biçimle iç içe girecek bir şekilde toparlanmasıdır. Öyle bir iç içe girmedir ki bu, ateşin ısıyla, güneşin ışıkla ya da havanın havayla iç içe girmesi gibidir. Sen ancak onun karşısında selin akarken, denizin dalgalanırken, rüzgarın eserken karşısında durduğun gibi durabilirsin. Veyahut unsurlarından herhangi birisinin olmaması durumunda varlığı yok olup hiç varolmamış gibi kalacak olan birlikteliğin üzerinde duran ve olduğu gibi olması gereken doğal oluşum karşısında durduğun gibi durabilirsin. Bu öyle bir mesaj ki, duyma hissini akıla katıp anlamları nağmelere dönüştüren bir mesajdır. Bu nağmeler canlı doğanın istediği ve arzuladığı gibi bizzat anlamlar bütünüdür. Anlamları, biçimleri, çizgileri ve renkleri sanatsal tablolara dönüştüren görme duygusunun akıla kattığı bir mesajdır. Tablonun, müziğin, nağmelerin ve renklerin birbirine karıştığı sanatsal zevklerle dolu bir dünyada bunu bulabileceksin. Öyle bir mesaj ki, tehlikeden söz etse, en sert kasırgayı saldırıp yok ederdi. Bozgun ve bozguncuları tehdit edecek olsa volkanlar patlatırdı. Bir mantığa egemen olacak olsa, akıl ve duygulara seslenirdi. Egemenliği dışındaki bütün gerçeklere kapıları kapatırdı. Umuda davet edecek olunca da, duygunun kaynağını ve düşüncenin özünü sana verirdi. Seni istediği yere götürürdü. Evrene seni bağlar ve keşfetme gücünü sende birleştirirdi. Seninle beraber olunca da, baba şefkatini ve babalığın mantığını yakalardın. İnsanlık sadakatinin özüne, başlamayan ve bitmeyen sevginin ısısına götürürdü. Ancak varlığının üstünlüğünden, ahlakın güzelliklerinden, evrenin bütünlüğünden sana söz edecek olsaydı, yıldızların ışığından bir mürekkeple yüreğini yazardı. Bu öyle bir mesajdı ki, her şeyiyle Arapların varlık sebeplerine dayandı. En son sahibi hakkında şunu söylediler: Sözleri yaratıcının sözlerinden olup yaratılanın sözlerinden üstündür.

Böylesi bir akla, böylesi bir bilime, böylesi bir üstünlüğe, böylesi bir cesarete şahit oldun mu? Öyle ki, bunlar dehşete düşürecek şekilde bir şefkatle tamamlanan nurdur. Buna ek olarak Havva ve Adem'in çocuklarından birisinde bütün bu meziyetlerin birleşmesi de ayrı bir dehşettir... Sana varabilmesi için insanların; yöneticilerin, gözü doymazların ve orduların kendisine komplo kurmalarına izin veren bir bilim adamıdır. Düşünür, edebiyatçı, idareci, yönetici ve komutandır. Sana varıp sendeki duygu ve düşünce sahibi insanı uyandırmak onunla sevginin ısısını kapsayan bu güzel fısıltıyı yüreğine fısıldamak ve sevgi gurbettir ya da tehlikelere sevinme veyahut insanlara olan yaklaşımın yumuşak ve merhametli olsun ya da sana zulüm yapanı affet, seni yoksulluk içerisinde bırakana ver, seni kesintiye uğratana sen ver, seni sevmeyeni sevemezlik etme demek için...

İnsanlar içerisinde düşünürler ile düşüncelerinde, iyilikseverlerle iyiliklerinde, bilim adamlarıyla bilimde, araştırmacılarla araştırmalarında, barışseverlerle barışlarında, sadakat severlerle sadakatlerinde, ibadet edenlerle ibadetlerinde, acı çekenlerle acılarında, mazlumlarla duygu ve isyanlarında, edebiyatçılarla edebiyatlarında, kahramanlarla kahramanlıklarında, şehitlerle şahadetlerinde, insanlığın her biçimi ile onu onurlandıran ve yücelten değerleriyle bir araya gelebilen bir yüceye tanık oldun mu?... Ayrıca bütün bunlar pratikten, özveri üstüne özveriden ve öncülükten kaynaklanan en iyi söz sahibinin nitelikleridir. Öyle bir yüce ki, onu yerenler ve ona karşı zafer kazananların sorunlarını anlamamak mümkün değildir. Çünkü bunların devirleri çelişkiler ve acayipliklerle doludur. Yaşamın sağının solunun karıştığı ve altüst olduğu bir dönemdir.

Realite ve tarih önünde öylesini tanıyabildin mi? Gerçek ve tarih önünde bu yüce; yüce vicdan ve şehitlerin babası olup kendisi de şehit olan insanlık adaletinin ve doğunun ölümsüz kişiliği, Ali Bin Ebi Taliptir... Be Hey Dünya!... bütün güçlerini yoğunlaştırıp aklıyla, yüreğiyle ve zülfıkarıyla her devirde bir Ali verebilseydin ne olurdu...

 

ALEVİLÎĞÎN KÖKLERİNDEN

Güneşin gökyüzü saflığındaki, garip ve sonsuz uzaydaki yerini alıncaya kadar yüzdüğünü gördü. Az bekledikten sonra meçhul evrenin bir kenarına çekildi.

- Ali'nin dahiliği daha çocuk iken ortaya çıkıyordu. İyiliğin zaferiyle daha derin bir duygu ve mucizelere benzer özverilerle...

 

PEYGAMBER VE EBİ TALİP

Sanki evrenin gücü onların, doğanın birliği ve yıldızların önünde, yaratılışın en mükemmel biçimiyle, varlığın en ikisiyle beraber uyanmalarını istemişti. Ölümsüz ve daimi güzellikte olan gökyüzündeki yıldızlarda buluştular. Derin okyanus kenarında, yeryüzü hareketinde ve yaşamın verimliliğinde buluştular.

Yüzeysel değil sorunların içeriğine, biçimlere değil de anlamlara, ayrıntı parçalarının tarihine değil de bir bütün olarak gerçeğinin sürekliliğine bakacak olursak Ali Bin Ebi Talip'in davasının Muhammed Bin Abdullah'ın davası olduğunu görürüz. Ali'nin ve taraftarlarının Muaviye ve grubuna karşı olan tavırlarının, peygamberin ve ilk Müslümanların Ebi Sufyan, Ebi Cehil ve Kureyş çetesine karşı olan tavırlarının aynısı olduğunu görürüz; ancak bir farkla : Peygamber Kureyş'lilerdeki tüccar, despot, sömürücü ve dünyayı bir rütbe ve devlete satan çeteyi alt edebildi. Ali Bin Ebi Talip ise, koşulların ve kader hesaplarının değişmesiyle Emevi ailesinin tüccar, despot, sömürücü ve dünyayı bir rütbe ve devlete satan çetesini alt edemedi.

Ali insanlara Emeviler gibi hükmedemediyse (böyle bir hüküm mesajı da yoktu) iyi insanların yüreklerine hükmetti. Yüreklerdeki hükümdarlığı yapabilecek en iyi insan sıfatlarını taşıyabiliyordu. Ali Bin Ebi Talip hakkında konuşmaya geçmeden önce, Ali ve etrafını Muhammed Bin Abdullah'a bağlayan bağı; ister tarih, rakamlarla, olaylarıyla, ister tek evde oluşan ev efradından ortaya çıkan ruhi ve edebi ortamıyla oluşan bağı ortaya çıkarabilmek için (Ki bu ortamın en iyi ve eksiksiz örneği peygamber ve ondan sonra Bin Ebi Taliptir.) geriye dönüp olaylara bir göz-atmak gerekir.

Peygamber, baba sevgisi ve anne şefkatinden yoksun kaldığında dedesi, (Ali'nin de dedesidir.) Abdülmüttalip Al Haşiminin yanında kaldı. Dedesi, onu seviyor ve kendi nefsini feda edebiliyordu. Çok defa oturdukları adamlarla konuşurken torununa bakarak bu çocuğun büyük bir şanının olacağını söylerdi. Yaşının küçük olmasına rağmen amcalarından farklı tutarak onu yükseltip Kabe'nin gölgesindeki genel meclisine aldı.

Dedesi öldüğünde, amcası Ebi Talip (Ali'nin de babasıdır) onu yanma aldı. Ölen babanın oğluna bıraktığı şefkat ve iyi eğitim ortamında büyümeye devam etti.

Babasından sonra kardeşleri arasında en çok muhtaç ve en fazla çocuk sahibi olan Ebi Talip'in kefalet sebebi : Abdülmüttalip ölümü yaklaştığında bütün çocukları içerisinden Ebi Talip'i yanına çağırarak bu kefalet ve bakım yüceliğini ona yüklemesidir. Bu seçimin öyküsü çok makul ve kabul edilebilir bir seçimdir. Abdülmüttalip çocuklarını tek tek tanıyordu, gizli ve açık her şeylerini biliyordu. Ebi Talip'i de durumunu çok iyi bildiğinden seçmişti. Abdülmüttalip'in bütün çocukları sevgi ve şefkatten nasiplerini almış olsalar da, Ebi Talip'in yüreğinde yer eden güç ve boyutta hiçbirinin yüreğinde yer almadı. Sevgi ve şefkatin bakım ile kefaletteki etkisi de maldan çok daha fazladır. Bütün bu nedenlerden de babası Ebi Talip'i Muhammed'e bakmak için seçmiştir. Buna ek olarak Ebi Talip babasından bu görevi almadan önce de yeğenine bakmak için içten bir sevgi taşıyordu. Bu sevgi ve görev bir araya gelince... Kuşkusuz olan şeylerden bir tanesi de, Ebi Talip'in güzel ve sevimli bir kişiliğe sahip olmasıdır. Elde etmiş olduğu bütün iyilik, deneyim ve emaneti her halükârda uygulamaya koyan deneyimli iyi bir şeyh menzilinde olduğunu gösteren bir kişiliktir. Bu yüce şeyhin öyküsünü bilen herkesin çıkarsayabileceği bu sıfatlar cahiliye dönemindeki Kureyş'liler tarafından kavrandığında şunu söylediler: Bir yoksulun egemen olması nadirdir. Ama Ebi Talip egemen oldu.

Bu sözlerde Mekke halkının İslâmiyet'e, egemenliğe bakış açısına ve zenginlerden başka kimseye verilmeyeceğine dair açık işaret vardır. Aynı zamanda Ebi Talip'in yoksulluğuna karşın onu egemen kılan ve görüşünü zenginlerin görüşünden daha üstün kılan ahlakının yüceliğine de çok açık bir işaret vardır.

Abdülmüttalip'in evindeki güzel ahlak, Muhammed'in psikolojisinde yerleşmeye, davranışlarında da kendini göstermeye devam etti. Sanki Allah, peygamberini Abdülmüttalip'in sülalesinden seçerken bu onurlu amcasını da yetiştirmek için seçmişti. Kapsamlı varlığın gücü Ebi Talip'e başkasının bilmediği bir şekilde yeğeninin sorunlarını öğretti. Kıtlık ve kuraklığın egemen olduğu günlerde çocuğu alıp hayır duasıyla sırtını Kabe'ye vermesini istedi. Çocuk isteneni yaptı ve gökyüzünde dolaşmakta olan bir iki bulut parçasına parmağıyla işaret etti. Bundan sonra sağdan soldan bulutlar toplanarak yağmur yağmaya başladı. Vadi yeşerdi ve toprak canlandı... Ebi Talip'e bu çocuğu sorduklarında yeğenim Muhammed diyerek çocuk için şunları söylerdi:

Beyazdır : Yüzüyle bulutlar sulanır. Yetimlerin sığınağıdır, dulların koruyucusudur. Bu öykünün doğruluğu ne olursa olsun çocuk ile amcası arasındaki sevgi ve iyiliğe işaret etmektedir.

Ebi Talip çocuğa hizmet etme şerefini sürdürür. Sevgi sadakat ve şefkatle birliktelik devam eder. Onu yanından ayırmaz. Yatarken yanında yatırır. Çıkarken beraber çıkarlar. Her gördüğümde babası olan kardeşimi hatırlarım diyerek çoğu zaman ona şefkatle bakarken gözleri dolardı.

Günün birinde Ebi Talip ticaret için Şam'a gitmeye hazırlanıyordu, yolculuğa çıkacakları gün Muhammed ona bakarak Ne annem var ne de babam beni kime bırakacaksın amca dedi. Ebi Talip bunun üzerine yumuşayarak onu arkasına alır ve Vallahi beraberimde götüreceğim sonuna kadar ne ben ondan ne de o benden ayrılacağız dedi.

Bu esnada daha on dördünde ya vardı ya da yoktu, Ebi Talip o olmadan Şam'a gitmezdi. Medyen, Vadi Kura ve Semud diyarına uğrarlardı. Şam'da yeryüzü cennetinin yanında durup beraber kalırlardı. Canlı ve sessiz doğayı beraber seyrederlerdi. Güneşin gökyüzü berraklığında yüzüşünü, yeryüzüne yüzünü gösterişini seyrederlerdi. Sonsuz ve garip gökyüzündeki yerini alıncaya kadar... Biraz bekler daha sonra bilinmez evrenin ikinci tarafına doğru ilerlerdi. En son ışınlarım toparlayıp yeryüzü sınırlarının arkasına batardı. Artık gece gelmişti, uzanıp egemen olurdu. Her şey kendince karanlığa bürünür ve gökyüzünün yıldızların çok yumuşak ışıltısıyla aydınlatılmasından daha başka bir parlaklığı yoktu.

Doğanın anlamlarından Ebi Talip'in gönlüne girenlerin hepsi Muhammed'in de gönlünde belirmeye başladı. İçinin bir parçasıydı, sevgili amcanın gözleri önünde oluşup büyümeye devam ediyordu. Hüzün, çökkünlük, sevgi, gıpta, basitlik, derinlik gibi doğudaki her şey Muhammed'in varlığında birikip insancıl bir ruh ve evrensel bir anlam oluşturuyordu.

Evet sanki kapsamlı varlığın gücü, onların doğanın birliği ve yıldızların önünde, yaratılışın en mükemmel biçimiyle varlığın iyisiyle uyanmalarını istemişti. Ölümsüz daimi güzellikte, gökyüzündeki yıldızlarda buluştular. Derin okyanus kenarlarında, yeryüzü hareketinde ve yaşamın verimliliğinde buluştular.

İşte rahip Buhayra ya da Georges, aralarında Ebi Talip ve yeğeninin bulunduğu bir Kureyş kafilesini Şam yolu üzerindeki kulübesinde misafir eder. Bu kulübeye Hıristiyanlık bilimini elde edenlerden başka kimse gelmezdi. Rahip Ebi Talip'in içinde yeğenine karşı olan duyguları güçlendirir. Çok dikkatli biçimde onu takip eder. Bu çocuğun dünyada önemli bir şana varacağını söyler. Ebi Talip çocuğa sevgi ve beğeni doludur. Babanın en değerli çocuğuna olan şefkatiyle bakar. Muhammed'i amcasına bağlayan ve evinin sırrı durumunda olan iyiliğe devam etme gerekliliğini içinde bir daha hisseder.

Ebi Talip Mekke halkının Muhammed için emin nitelemesini yaptıklarını duydu. Sevinci ve gıptasından gözü doldu ve yüreği hızlı çarpmaya başladı.

Hatice Muhammed'ten kendisi ile (Mal ve şan sahibi Kureyş'in eşraflarından birçok kişiyi reddettikten sonra) evlenmesini istediğinde önünde amcası Ebi Talip'ten başka onur dostu görmedi. Bu onurlu kadınla dili ve kalbiyle kutsal bağı oluşturdu. Muhammed'in ahlâkındaki inceliği ilk yakalayan Ebi Talip olduğundan hemen cevap verdi ve Muhammed'in özünde kendi isteği ve uygun gördüğünden başka bir şeyi uygun görmüyordu.

Gar Harra'da Muhammed'e vahiy indiğinde onunla ilk namaz kılan eşi Hatice ve Ebi Talip'in oğlu Ali'ydi. Bunlar peygambere inanan ilk insanlardı. Ebi Talip bunu duyunca oğluna Ey oğlum bu senin yaptığın nedir? dedi Ali, Baba Allah'ın peygamberine inandım. Getirdiklerine inanıp onunla namaz kılıp arkasından gidiyorum dedi. Ebi Talip oğlum o seni hep iyiliğe davet eder onu izlemeye devam et diye cevap verdi.

Peygamber ilk Müslümanlara Kureyş'lilerden kurtulmak için Habeşistan'a göç etmelerini emrettiğinde ilk göç edenlerin başında Cafer Bin Ebi Talip bulunuyordu. Babasının evinde beraber büyüdüğü amcası oğlunu en çok sevenlerden biriydi.

İslâm'la ilgili Muhammed'in sevgisi ile taşan ve onun başarısı için çağıran ilk şiiri Ebi Talip söylemişti. Yeğenine zarar yeren her söz ve fiil onun zoruna giderdi.

Kureyş'li tüccarlar Muhammed'in gittiği yoldan vazgeçmemesi durumunda hem Muhammed'i hem de kendisini öldüreceklerini söyleyince gözleri yaşarmıştı. Ebi Talip'in gözleri kendi hayatı oğlunun hayatı ve yeğeninin hayatından endişelendiği için yaşarmamıştı. Haberin Muhammed'e iletilmesi üzerine Muhammed'in aldığı tavırdan gözleri yaşarmıştı. Olayın özü şöyle idi; Kureyş'liler Muhammed'e karşı komplo kurup onu öldürmek istediklerinde, önce amcası Ebi Talip'in yanına gittiler ve Muhammed'i teslim etmesini istediler. O bunu kabul etmedi. Muhammed davasını sürdürdü Kureyş'liler de komplolarını sürdürdüler. İkinci, üçüncü defa Ebi Talip'in yanına gidip Aramızda bir yaşın, bir şerefin bir de konumun vardır. Yeğenin için seni ikaz ettik, sen onu bizim üzerimizden savmadın, babalarımıza sövülmesine, hayallerimizin karalanmasına, tanrılarımızın kötülenmesine daha fazla dayanamayız; Yoksa vallahi onunla sen ve bizler iki taraftan biri yok oluncaya kadar savaşırız. Dediler.

Bu sorun Muhammed'e yetişti ve öyle bir tutum aldı ki, tarih bu tutum karşısında şaşıra kaldı... Tarih değişecek mi, yoksa olduğu gibi devam mı edecek ..? Bu adamın iki dudağı arasından her kelimede tarihin gidişatı üzerinde bir hüküm vardır. Bu yüce adam güçlü bir irade, bitmez bir azim, doğru bir dava ve sadakatle dolu

bir şekilde amcasına dönüp mesaj sahiplerinin psikolojisini yansıtan bu kelimeleri söyledi : Amca, Allah bu sorunu belirginleştirecek ya da ben içinde helak oluncaya kadar bunu bırakabilmem için güneşi sağ elime, Ayı da sol elime verecek olsalar dahi vallahi vazgeçmem. Ebi Talip beğenisinden ve sevgisinden ağladı. O zaman , yeğeninin elleri üzerinde tarihin yeni yönelişine tek tanıktı.

Amcası Ebi Talip'in evinde Muhammed'i saran bu derin sevgi tek yönlü değildi. Evdeki herkes Muhammed'e karşı sevgi ve şefkat doluydu. Özellikle Ali'nin annesi, Ebi Talip'in eşi Esed kızı Fatma bunu taşıyordu. Bu kadın Muhammed'i annenin çocuğunu sevdiği gibi seviyordu. Peygamberin kendisi bizzat buna tanık olup ona değer verir yüceltir ve anne diye hitap ederdi. Sürekli şu sözü tekrar ederdi: Ebi Talip'ten sonra onun kadar bana şefkat gösteren yoktu.

Muhammed'in amcasının eşine duyduğu bu saygı ve onu anne yerine koyması, daha sonra kendisi ile o zamanki birçok Kureyş'li kadın arasındaki farkı görmesi, Hammalet-il hatab (Ebi Leheb'in eşinden ayetin birinde Hammalet-il hatab yani odun taşıyıcısı olarak söz eder) gibi... Bütün bu sorunlar, onun psikolojisinde birleşti ve en sevdiği kızı, yani Ali'nin eşi, Hasan ve Hüseyin'in annelerine Fatma adını verdi.

Ebi Talip kendisinden Muhammed'i Kureyş çetesine teslim etmek isteyen bir heyete şunları söyler : Vallahi bizden son kişi yok oluncaya kadar ne onu teslim ederiz ne de başarısından vazgeçeriz.

Ebi Talip hayatı boyunca bir dakika olsa dahi Muhammed'in kendisinin, kardeşi Abdullah ve babalan Abdülmüttalip'in bezendiği yaratıcılık ve dahiliğin devamını oluşturduğunu unutmadı. Ölümü gelince birçok kişiyi etrafına toplayıp şunu söyledi; Muhammed'i size bırakıyorum, kendisi kureyşlilerin içerisindeki emin, Araplar içerisinde sadık ve size vasiyet ettiğim her şeyin toparlayıcısıdır. Yoksul Araplar ve göçmen insanlar arasındaki ezilenler davasına cevap verip sözünü dinlediklerini, şanını yücelttiklerini, onlarla birlikte ölüme gittiğini, Kureyş'li baştakilerin ise kuyruk zayıflarının da baş olduğunu görüyorum. En yüce olanının en muhtaç olanı, en değerli olanının da en uzak olanı olduğunu görüyorum. Kureyş'liler!... onun peşinden gidin ve onun davasına sahip çıkın. Vallahi onun yolunu tutan herkes kemale erer, onun görüşünü dinleyen herkes de mutlu olur.

07.09.2001

Devamı (2.FASİKÜL)