<%@ Language=VBScript %> Hz.ALİ (5) Sayfa 2

 

5.FASİKÜL   
SAYFA> | Giriş | 1 | 2 | 3 |   

GEREKSİNİMİN KARŞILANMASI

- Hak   bakımından   benim  yanımda eşitsiniz.
- Aç kalan her fakir bir zengini doyurmuştur.
- Fazlaca birikmiş her zenginliğin yanında mutlaka kayıp haklar gördüm
- Boğazı olan herkese yemek ve her tohuma bir yiyen bulunmalı
- Devlet ağırlıkları azalmadan nasihatleri tutmaz,
- En kötü çoban çobanlığını yaptığı sürüsü kötü olandır.

                                                                                                                                    Ali

Ali'nin tavsiye ettiği, koruduğu ve korunmasıyla yönetimin anlamını sığdırdığı genel haklardır. Ayrıca, bunun ışığında birine el çektirip diğerini yerleştiriyor. Bu hakların anlamlarım geliştirip yaygınlaştırıyor. Bunun dışında ise, bütün bunların hepsi kamunun gereksinimlerinin karşılanması ve aralarından hiçbirinin aç kalıp insan onurunun küçük düşürülmemesi gibi sağlam bir çerçevede buluşuyor. Bu gereksinimin karşılanması için yasalarda yeterli şeyler yoksa dahi, yasaların bunu yapmayı normal görmesi gerekir. Ali'nin doktrinine göre, ibadetin insanı genel yaşamdan çekmemesi gerektiği, din ilişki demek olduğu, inanç sağlığının yaşam sağlığı olduğu gibi, yasa ve sistemler mutlaka herkesin maddi gereksinimlerini karşılamak üzere düzenlenmelidir. Herkesin gereksinimi karşılanmalıdır ki, insan kendini ve yaşamını hor görmemelidir. Halkın gereksiniminin karşılanması yasamacı ve yöneticinin görevi olup onun gönlünden gelen bir şey değildir. Halk açısından bu bir haktır bir istem değildir. Ali bu konu üzerinde öyle şiddetle durdu ki, adamlarına ve yöneticilerine bu hak ile dolu olmayan bir sözü, bir vasiyeti ya da bir talimatını bulmak zordur.

Çarların, egemenlerin bütün kötülükleri içerisinde, halkı önemsememelerinden daha büyük bir kötülük görmeyen Ali'nin doktrininde; halkın gereksiniminin karşılanması yöneticinin ve yasamacının asıl görevi ve kamu hukukunun temel hakkıydı. Yöneticiler, halkın yeşil topraklardaki ve rahat yaşamdaki haklarını ihmal ediyorlardı. Onlara kötülük edip onları yoksullaştırmaya çalışıyorlardı. Bunun üzerine de şöyle diyor: Düşünün dağılmaları durumunda onların sahibi durumundaki Çar'lar ve yöneticiler onları geniş ufuktan, rahatlıktan ve yaşamın yeşilliğinden alıkoyup yoksulluğa, uçurumlara ve yaşamın kötülüklerinde miskin olarak bırakıyorlar.

Ali, halkın malına az ya da çok hıyanet etmeleri durumunda bu gibi yöneticileri en şiddetli cezalarla tehdit etmek zorunda kalıyordu. Birisi gelip bir adamının ya da yöneticisinin zora veya tekelleştirmeye başvurduğu haberini verirse şiddetli bir şekilde üzülüyor ve hemen haklı olma sinirliliği ve adalet coşkusuyla bazı adamlarına yönelerek şöyle diyor: Yeri silip süpürdüğünü, ayağının altındaki her şeyi alıp elinin altındakileri yediğini duydum. Gel bana hesap ver.

Bana hesap ver deyimine dikkatinizi çekerim. Bunun arkasında bulunan birçok anlam içerisinde insafa mutlak inanç mevcuttur. Uzatıp yorumlamaya ve ihmal etmeye hiç yer  bırakmıyor. Bu inanç, anlık biçimde ezilen bir hak ile talep edilen bir hak arasında gidip gelen bir toplumun durumunu, ister gasp eden açısından ister gasp edilen açısından olsun böylesi bir şey sonucunda doğacak olan ahlaki çöküntüyü ve adaletin gerçekleştirilmesine olan tam inançla adamları nezdinde varsın ne yaratırsa yaratsın durumlarının hepsini bir araya getirerek sinirli bir şekilde ve istemeyerek kızan bir özetle bana hesap ver'de somutlaşmaktadır.

Şayet ona, adamlarından birisinin kamu mallarından elinde ne varsa yediği haberi gelirse acele biçimde peşinden adam göndererek şöyle diyor; Allah'a inan ve bu insanlara mallarını geri ver. Şayet bunu yapmaz da daha sonra Allah seni elime geçirirse senin için Allah'a sığınayım.(28) Vallahi Hasan ve Hüseyin senin yaptıklarını yapmış olsalardı yine onlara acımam, hiçbir istediklerini benden elde edemez ve onların yaptığı zulümdeki haksızlığı ortadan kaldırırım.

Ali, Sa'd adında birisini Ziyad Bin Ebiyhi'ye göndererek beytülmal'dan elinde ne varsa beytülmal'a iade etmesini emretti. Daha önce Ziyad'ın rahatlık içerisinde yaşadığı ve bunu zayıf, yoksul, dul ve yetimlere karşı kullandığı haberini almıştı. Onunla hiçbir alakası yokken faziletli olduğunu göstermeye çalışıyordu. Ulak, Ziyad'ın yanında iken ona ısrar etti, bunun üzerine Ziyad kibirlenip sertleşerek onu kırdı. Bunun üzerine Ali şunları ona yazdı:

Sa'd ona sövdüğünü sert ve kibirli biçimde karşı koyduğunu söyledi. Allah'ın Resulü (SAV) Kibir ve Yüceliğin Allah'a mahsus olduğunu söylemiş. Kim kibirlenirse Allah ona kızar. Ayrıca yemek çeşitlerini arttırdığını ve her gün süründüğünü söyledi. Allah için bir kaç gün oruç tutar yanındakilerden bazılarını verir, bir defalık yemeğini bir kaç defaya böler ya da yoksullara yedirirsen ne olur. Sen rahatlık içerisinde yaşarken bu malı miskin komşuna, zayıf yoksula, dula ve yetime karşı kullanırken sana doğru ve sadakat veren insanların mükafatlarını elde etmeyi mi düşünüyorsun. Bunun dışında sadıkların sözünü ağzından düşürmeyip kötülükler içinde olduğunu söyledi. Bunları yapıyorsan sen kendi kendine zulmetmiş bütün iyiliklerini vs. yok etmiş olursun.

Ali, her türlü baskıyı kaldırmaları için yöneticilerine emir vermeyi sürdürmektedir. Rüşvete karşı savaşmakta rüşveti yönetici ile yönetilen, hak sahibi ile hak arasındaki en çirkin, en adi ilişki olarak görmektedir. Bunu kabul eden yöneticileri rüşvet yiyenler olarak adlandırmaktadır. Daha sonra toplumun varacağı bozgunluk seviyesini ortaya koyarak bir emirin rüşvet aldığını duyarsa hemen omzunu şu sözlerle sarsmaktaydı. Senden önceki ataların insanlardan hakkı alıkoydular, onlarda satın almak zorunda kaldılar. Kötülüğe öncülük ettiler onlar da bunu izledi.

Yöneticilerden birisi bir ziyafete davet edilir de giderse; hemen Ali onu en kötü biçimde tenkit eder ve kınardı. Hakkaniyetin rüşvetsiz olarak kurulması gerekirken bir hakkaniyeti kurmak için mi ona rüşvet vererek davet ediyorlar? Yoksa hakkaniyet yerine haksızlığı yerleştirmek için mi? Bir yöneticiye bütün dünyanın egemenliğini verseler dahi bunu yapmamalı. Daha sonra zenginin davet edilip yoksul ve gereksinim sahibinin uzaklaştırıldığı bir davete nasıl katılır. Bu insanlar arasında ayırım yaratmaktır ve bazı vicdanları rahatsız eder ama Ali'nin kalbini kırar. Toplum sağlam biçime oturduktan birileri davet edilerek diğeri birileri davet edilmezse; bunda bir haksızlık söz konusu olmaz.

Bazıları İmam'ın yöneticilerden dakik bir şekilde hesap sormasını abartılı olarak görebilir. Ancak İmam'ın bunların maddi bütün gereksinimlerini karşıladığım ve bundan sonra hiçbir biçimde rüşvet almamaları ve ne pahasına olursa olsun zenginliklere bakmamaları gerektiğini öğütlediğini öğrenirlerse Ali'nin haklı olduğunu ve bu dakik hesaplaşmayı abartmadığını doğru bir çizgi izleyen ve belirli ölçütlere sahip bir aklın çalışması olduğunu görürler. Az da olsa bu görüntüden uzak kalanın gelecekteki tehlikesi daha büyüktür. Bu görüntüyü Ali'nin deyimiyle sınırlıyoruz, Osman'ın dönemine taşırmıyoruz. Ali devlet malından yöneticilere gereksinimlerini karşılayacak ve rüşvetten alıkoyacak kadarını verdi, öyleyse neden rüşvet alıyor? Ayrıca bu konu ile ilgili olarak ve Ali'nin yöneticilerin dikkatini çektiği zımni bir gerçek daha vardır. Bu da, egemenliği sırasında insanlardan bir öğle yemeği ya da akşam yemeği elde etmesine izin vermemektedir. Bu, iktidar aracılığıyla gerçekleşen bir kazanım ise hırsızlık ya da rüşvetin aynısıdır. Bir akşam yemeği ile rüşvetlendirilmesine izin verilmeyen kişinin bir kenti çalması ya da halktan rüşvet almasına hiç mi hiç izin verilmez.

Kötü olan yöneticilere bu kadar şiddetli davranmasına rağmen iyilik yapanları teşvik ediyor ve onlara mükafat veriyordu. İşte size, Bahreyn'deki adamı Ömer Bin Ebi Selma'yı alıp Muaviye'ye karşı seferinde eşlik etmesini istediğinde yerine Al-Nu'man Bin Aclen'i gönderirken ona söyledikleri: Seni hiç kınamadan ve elinin altındakilerden hiçbir şikayet olmadan Nu'man Bin Aclen'i Bahreyn'de senin yerine atadım. Yaşamıma yemin ederim ki, yöneticiliği iyi yaptın ve emaneti yerine getirdin. Hiçbir kuşku ya da kınama aklına gelmeden yanıma gel Şam ahalisinin zalimlerine gitmek istiyorum. Senin de benimle birlikte onların sorunlarını görmeni istiyorum. Sen düşmana karşı savaşanlar arasında gösterilenlerdensin. Allah seni ve bizleri haktan yana olup onunla adaleti gerçekleştirenlerden kılsın.

Yani, ulusa ihanet edip rüşvet almayanların gereksinimlerini karşılayacak malları mevcut olup müminlerin emiri onları yeterince teşvik etmektedir. Ancak ihanet edenleri önce sitem, sonra kınama, daha sonra görevden alma, daha da kötülük ederlerse görevden alıp hapisle cezalandırmıştır.

Bununla birlikte yöneticiler dışında gasp etmek, tekelleştirmek ve daha fazla zenginlik elde etmek isteyenler vardı. Malları biriktirip ellerinde tutanlar, topraklan ve köyleri elde edenler vardı. İmam, bunlara karşı hiç durmadan ve şiddetle savaştı. İçlerindeki şımarıklığa, doymazlığa ve sömürü sevgisine karşı savaşmaktadır. Kendileri ile çoğaltmak istedikleri mallar arasına bir set çekmeye çalışmaktaydı.

Ali, bütün konuşmalarında, pratiğinde ve çektiği sınırda gaspı yasaklamıştı. Tekelciliği de şiddetle yasaklayıp şöyle diyordu: Birçoğunun çıkarları ve satımları ellerinde tuttuğunu bil. Bu, kamunun zararı ve yöneticinin ayıbı demektir. Onun için tekelciliği engelle. Daha sonra ekleyerek şöyle devam ediyor: Nasihatten sonra bir şeyi tekelleştiren olursa onu kınar ve fazlasına kaçmadan cezalandırır.

Toprakların ele geçirilip köylerin feodalleştirilmesi ile ilgili olarak akıllının aklına ve yöneticinin şerefine işaret edecek bir görüşe sahipti. Daha önce de buna işaret ettik. Zaten sömürünün her türlüsü bir nevi gasp etme ve tekelciliktir. İmam bu konularda hiç müsamaha etmezdi. Nahj Al Balağa'nın değişik yerlerinde bulunan bu konu ile ilgili sözleri çoktur. Bu kitabın değişik bölümlerinde sözü edildiği gibi İmam bunlarla malların birikmesine ve servetlerin artmasına yol açan araçları yok etmeye çalışıyordu. Çünkü bu mal ve servetler birilerinin ellerinde toparlanıp sadece zenginler arasında dolaşmaya başlıyordu ve toplumun diğer kesimlerine yetişmiyordu.

Hiç   emek  harcamadan  ya  da  hiçbir yeteneği gerektirmeyen bu çeşit mal biriktirmeyi sağlıklı bir toplum açısından istememiştir. Uzun erimli olarak bu durum, tembel, iş yapmayan ve yoksul kesimlerin sırtından yaşayan bir sınıfın, diğer bir yandan da hiçbir yemek ya da giyimde emeli olmayan çalışıp çabalayıp emek harcayan ikinci bir sınıfın yaratılmasına neden olur. Daha sonra da kaçınılmaz şekilde toplumun ve bireyin ahlaki bakımdan çökmesine yol açar. Böylece yoksullar zenginlerin, emekçiler tembellerin ve iş yapmayanların   kurbanları   durumundadırlar. Ahlak ise, her iki kesimin kurbanı oluyor. Toplum da yıkılan bir bina durumuna geliyor. İmam, çağındaki bazı durumları niteleyerek şöyle diyor: Emek harcayıp kaybeden, çaba harcayıp zarar eden birisidir. Öyle bir çağa geldiniz ki, iyilik çok zor; kötülük ise bol olarak geliyor. Şeytan da insanları yok etmeye doymuyor. İnsanlara şöyle bir göz at:  Yoksulluk içinde kıvranan, ya da Allah'ın nimetlerini zorla değiştiren zenginden Allah  uğruna  bencilliği  bolluk olarak gören bencilden  başka  bir şey görebiliyor musun? iyiliksever,   doğru,   özgür   ve   müsamahakar insanlarınız   nerede?   Kazançlarına   dalmış olanlar   nerede?   Yaşam   çizgilerinde   örnek olabilenler nerede?

Evet Ali, düşüncesinin doğruluğu, yaratılışının (Fıtrat) sağlamlığı ve yüce ahlakı sayesinde insanların gereksinimlerini karşılamayı hedeflemeyen hiçbir sistemin önemli olmadığını kavramıştı. Toplum kesimleri arasındaki anlamsız farklılıkları yok etmeyen her yasa değersiz ve anlamsızdır.

Toplum içinde değişik insan kesimlerinin kendi kendilerine Eşraf ve efendi yakıştırması yapıp alçakça ve adice halkın haklarını, rızkını ve malını soyanlara av olarak sunacak toplumları yaratan sosyal yasalar da alçak ve adi yasalardır. Azgınlık ise, (Ali'nin dediğine göre) adi bir sınırdır ne içindekileri koruyabilir ne de ona sığınanları durdurabilir.

Azgınlık, içindekileri koruyamadığı ve ona sığınanları engelleyemediği için, böylesi bir durumda toplum parçalanmış olur: İster haklan çiğnenenler açısından ister hakları gasp edenler bakımından yıkılmış olur.

*   *   *

Halkın gereksiniminin karşılanması için olumlu çaba bundan sonra başlayabilir ki; bunun da iki temel dayanağı mevcuttur.

Birincisi; Mallar, topraklar, köyler ve bütün servet kaynakları toplumun malı olup bütün bireylere çalışma fırsatı yaratıldıktan sonra gereksinim ve hakkına göre bireylere dağıtılır. Hiç kimse genel çıkarları gözetmeden bireysel iradesine göre davranamaz. Ayrıca toplulukla yardımlaşmamak bu bireyin çıkarma da gelmez. Çünkü kendisi topluluğa veriyor ve ondan alıyor. Aldığı da verdiğinden fazladır. Ali şöyle diyor: Aşiretine karşı elini sıkı tutanın kendisi onlardan, tek eli sıkı tutmuştur ama onlardan ona karşı birçok el sıkı tutulacaktır.

Devletin adilane, ayakta bu politikayı en dikkatli biçimde uygulaması gerekir. Halk tek vücut gibidir. Devlet geri kalmadan ayırımsız bir şekilde bütün organlarını hakkettiği gibi gözetlemelidir. Onun için de devlet, kardan ve sermayeden mutlaka bir sınırı olmayan toplumun çıkarları çerçevesinde artıp ya da azalan belirli bir oran alır. Topluluğun sağlıklı kalması, onurunun ve yaşam nedenlerinin korunması için gereksinim duyulursa hiç tereddüt edilmeden kardan, sermayeden, topraktan ve mallardan büyük oranlar alınır.

İkincisi, yaşamın ve ekonomik gelişmenin temeli olan yeryüzünün yapısına bakmak. İktidardakiler, devletin harç (vergi) almadaki yasal (Meşru) hakkını elde etmeğe çalıştıkları gibi yeryüzünü yapılandırmaya bakmalıdırlar. Yapılandırma olmadan harcın (vergi) kendisini bizzat (sonuç itibariyle topluluğun mülküdür) elde etmek mümkün değildir. Yeryüzünde yapılandırma olmadan topluluktan vergileri toplamaya çalışan iktidar sahibi adi, şaşkın, ülkeyi yıkmaya çalışan, insanları yok etmeye çalışan, egemenlikteki sorununu küçümseyendir. Yeryüzü kendi kendine, bir yönetici ya da Emir'in şaşkınlık ve alçaklığıyla zenginlik ve kibir sahibi olanların içinde barındığı saraylarla yapılandıralamaz. Çalışanların çabalarıyla ve içindeki bütün insanların zenginliğiyle olur.

Halkın   kendi   ekonomik   durumunu, kendisini yönetenleri ve egemenleri beğenmemesi durumunda harç (vergi) alınmasını şiddetle yasaklamaktadır.   Toplum   kuralları,   insanlık temelleri  ve  ahlak  ölçütlerinin  hepsi,  halkın devlete   olan   vergisini   isteyerek   vermesini devletin zorla almaması gerektiğini vurgulamaktadır. Böylece yöneticiler kamudan almadan önce onların durumlarım iyileştirmeye çalışsınlar Harç konusunda Ali, yöneticilerine (adamlarına) şöyle demektedir:   Harç   toplarken   hiçbir  zaman insanların kışlık ya da yazlık elbiselerini, ya da yedikleri  bir  rızkı,   veyahut  iş yaptıkları  bir hayvanı sattırmayın. Bir dirhem yerine kimseye bir kırbaç dahi atmayın.  Bir dirhem  uğruna ayağa dahi kaldırmayın. Harç için onların hiçbir şeyini  sattırmayın.   Bizim  sorunumuz  onların gönülleri kadarını almaktır. Ayrıca şöyle diyor: Harç   sorunu   insanları   ıslah   edecek  şekilde olmalıdır.  Harcın ıslahı ve onların  ıslahı ile herkes ıslah olacaktır Onlar ıslah olmadan da hiç kimse ıslah olmaz.

Yeryüzüne ve yeryüzünün yapılandırılması ile bozgunu arasındaki gidiş gelişlere bu bakış açısı işçinin ve köylünün iyileştirilmesiyle devletin iyileştirilmesi gerektiği konusundaki bu bakış açısı çok doğru ve dikkatli bir bakıştır ki, uzun çağlar geçmesine karşın sosyal ve ekonomik bilimler tarafından bugün desteklenmektedir.

Yeryüzünü yapılandırarak halkın iyiliklerini ortaya çıkarıp bireyleri ve toplulukları nasıl güvenceye alabilir? Ali, bunun için çağdaş bilimlerin de kabul ettiği kurallar arasında olan genel bir kural koydu.

Eskiden, bazı düşünürler, yeryüzünün yapılandırılmasını, kölelerin, esirlerin ve zayıfların zorla çalıştırılmasıyla gerçekleşeceğini öngördü. Adaletli davranmaları durumunda da çalışanlara ücretlerini verirler. Ayrıca daha büyük bir ücret de, bu düşünürlerin kurallarına göre hiç çaba harcamadan elinde toprağı bulundurana, yücelik, şeref ve saygı sahibi efendiler, zenginler, boş aristokrasiye sahip olanlar geniş bozgunları elinde bulunduranlar ve diğer bütün tembellere verilmektedir.

Bu yasalar insanın ve emeğin değerini düşürmüştür. Eski ve yeni tarihte yöneticiler ve taraftarları, kölelik yasalarının (hatta toplu katliam yasalarının denilebilir) izni ile insanların sefaletinden ve emekçilerin emeğinden yararlanmışlardır. Bu ilkel, toplumsal düşünce tarzının sonucunda yönetici ve kahinler birbirine destek oldu ve birbiriyle yardımlaşarak bazen vatan adına bazen de taptıkları tanrı adına toplulukların kanını emdiler. İşte çizdiğimiz bu durumun bir tablosunu İngiliz tarih bilimcisi Wils'ten aktaralım. Şöyle diyor: Kahinler insanları, ektikleri ve içinde çalıştıkları toprakların kendilerine ait olmadığına, tapınaklardaki tanrılara ait olduğuna tanrıların bunu yöneticilere verdiğine yöneticilerin de onların hizmetindekilerden istediklerine verebileceklerine ikna ediyorlardı.

İnsan günden güne ektiği tarla parçasının kendisine ait olmadığını ortaya çıkardı. Tanrı bunun sahibiydi. Ürününden tanrıya bir ceza yatırması gerekirdi. Veyahut tanrı bunu yöneticiye hibe etti, yönetici de istediği kadar vergi tahakkuk ettirebilir. Ya da yönetici bunu bir görevliye verdi, normal insanın efendisi de o görevli. Tanrı, yönetici ya da efendinin yapması gereken bir iş olabilir ve normal insanın içinde çalıştığı toprak parçasını bırakıp efendisine çalışmak zorundadır. Hiçbir zaman içinde çalıştığı toprak parçasının ne dereceye kadar kendisinin mülkiyetinde olduğunu düşünmedikçe ve bunu açığa çıkaramadıkça normal insanın hiçbir sorunu, hiçbir yaşam hakkı ya da topraktan alacağı hiçbir şey yoktur. (29)

Arap tarihinde Ali'den sonra da yöneticinin toprağı, malları, mülkleri eline alarak tanrısal hak efsanesine sığınan, (yani bu kendi haklarıdır istediklerine verirler istediklerine vermezler hiç kimsede onlara itiraz edemez çünkü toprak tanrının mülkü olup kendileri de tanrının yeryüzündeki temsilcileri olduğuna göre onların mülküdür.) sayısız örnekler mevcuttur.

Ancak, Ali Bin Ebi Talip'in zihninde, sorunların en iyi şekliyle bir tablosu çizilir. Toprağın içinde çalışanın mülkü olduğunu kavrar içinde çalışanların gereksinimiyle dengenin bozulduğunu ve getirişinin ondan yararlananlara gittiğini görür. Onların emeklerinin yöneticilerin boğazına, zenginlerin karnına, yöneticilerin keselerine ve tekelcilerin ceplerine gittiğini görünce dengeyi ihmal ettiklerini, böylece durumlarının kötüye gittiğini bunun da doğal olduğunu görür. Emeklerinin çocuklarına, daha sonra kamu çıkarlarına gerçekten sahip çıkan devlet hazinesine gittiğini görünce daha fazla çalışırlar durumları iyileşir ve onlarla birlikte devletin de iyileşeceğini gözler.

Ali'nin görüşüne göre halkın bu konudaki rızası yöneticinin ve rejimin doğruluğunun biricik ölçütüdür. Baskı ve zor ise tedbirsizliktendir. Ali şöyle diyor: Yöneticilerin göz bebeği, ülkede adaletin gerçekleşmesi ve yönetilenlerin bağlılığının ortaya çıkmasıdır, Gönülleri rahat olmadıkça bağlılıkları ortaya çıkmaz, devletlerinin ağırlığı da hafiflemezse istedikleri yerine gelmez.

Yeryüzündeki her tür emeğin kutsallaştırılması, işsizliğin ve çalışmadan geri kalmanın olmadığı sağlıklı sınırları ortaya koyabilmek için Ali İnsanları birbirinden ayıracak temel şey emektir der. Ne miras olarak kalan soy, ne de yapmacık egemenliktir. Ayrıca herkes çalıştığıyla ödüllendirilir. Bunun üzerinde öyle durdu ki, hep çalışanın taraftarı; isteyenin, dilenenin ve çalışıp yararlanmayan ve toplumu yararlandırmayanın kınayıcısı olarak tanındı. Kardeşi Akil Bin Ebi Talip Beytülmal'dan emeksiz şekilde bir takım elbise istediğinde onu reddedip vermediği bilinmektedir. Ali'nin gözünde birisinin emeğine karşılık mükafatlandırmamaktan ve bir emekçinin çabasının bir sömürücünün boğazına gitmesinden, ne kadar az olursa olsun çalışanın emeğinin bir bölümünün kaybolması, özenle yapılmış bir çalışmanın büyük ve küçük diye ayırım yapılmasından daha adaletsiz bir şey yoktur.

Onun zamanında ne emeği kaybolmuş bir işçi ve ne zarar eden bir emekçi vardı. İnsan ve toplum yaşadıkça toplum ve insanlık yasalarının temelinde sürekli kalacak olan şu ölümsüz sözlere bir bak; Daha sonra herkese çalıştığını verin ve hiç kimsenin emeğini başkasına vererek kaybetmeyin. Emeğinin karşılığını vermeden bırakmayın. Hiçbir onur ne onun emeğiyle bir küçüğü yüceltmeni, ne de bir büyüğü küçültmeni istemez.

Ali, yeryüzünün yapılandırılması ve emeğin adaletli dağıtımını Sağlıklı bir toplumun temeli olarak görmüştür. Bir defasında bölgelerden birisinin yerlileri yanına gelerek kendilerinin yanında bir ırmağın bulunduğunu ve zamanla bu ırmağın yatağının dolduğunu, bunun yeniden açılmasının da bölgelerine çok yararlı olacağını söyleyerek kendisinden bölgelerindeki sorumluya söyleyip bu çalışan ırmağı açtırmak için kendilerini suhra (30) olarak çalıştırmak için emir vermesini istediler. Ali ırmak yatağının temizlenmesi düşüncesini kabul etti, ancak kendilerinin kendileri suhra çalıştırmayı kabul ettiklerini kendisi kabul etmedi. Kartaza Bin Ka'b adındaki orada bulunan adamına şöyle yazdı: Senin velayetin altındakilerden bazıları yanıma gelerek orada kapanmış bir ırmak yatağının bulunduğunu, şayet bu yatağı açar da ırmak yeniden  akmaya  başlarsa  ülkelerinin yapılanacağını   harçlarını   (Vergilerini)   rahatlıkla ödeyebileceklerini   ve   Müslümanlar   içindeki bolluklarının artacağını, bu konuyu sana yazarak bu yatağı açtırman için kendilerini toplayıp takip etmeni istediler. Ancak hiç kimseyi istemediği hiçbir   işe   zorlamak   istemem.   Onları   çağır ırmağın durumu anlattıkları gibiyse çalışmak isteyeni çalıştır. Irmak çalışanındır çalışmayanın değil Onların zayıf kalmaları yerine yapılanarak güçlenmeleri benim tercihimdir. Selamlar...

Ali'nin yasasına göre insanların kendileri isteseler dahi suhra yoktur. Çalışmak ana temel ve yasadır. Ali Çalışmak için emredildiniz der. Ancak ırmak için orada çalışanlardan başkasına bir hak söz konusu değildir. Ayrıca çalışmak istemeyenleri de zorla çalıştırmak olmaz. Kendi isteğiyle hiçbir zorlama olmadan çalışmak Ali Bin Ebi Talip'in her zaman üzerinde şiddetle durduğu bir sorundur. Bazen ona işaret ederek bazen de açıklayarak bunun üzerinde durmuştur. Çalışmayla ilgili her şeyin temeli durumuna gelen şu açık sözleri onun bu konudaki temel yasasıdır: Mutlaka arzu ile çalışın.

Çalışanın ve çalışmanın durumuyla ilgili bu derin görüşüyle Ali batılı düşünürleri bin yıldan fazla geçti. Ayrıca bu düşüncesini ince ve akılcı   bir   adalet   temeli   üzerine   yerleştirdi. Kendisi   yararlı   olsa   da   insanları   çalışmaya zorlamıyordu. Çünkü zorlamanın kendisi bizzat insanlığın değeriyle ters olup özel özgürlüğü kısıtlar ve zorlamayla şartları tamamlanmayan emeğe kötülük eder. Diğer yandan bu çalışmanın faydalarını   sadece  çalışanlara  vererek  onları çalışmaya itiyor: Irmak çalışanındır çalışmayanın değil.  Dahası,  bu bakış açısı yirminci yüzyılda   doğru   toplumsal   teorilerin   üzerine kurulu   olduğu   ana   temellerden   birisi   değil tümüdür.

Herkes çalışmalıdır. Çalışmasının dışında hiç kimse ne küçülür ne de büyür. Her çalışana mükafatı verilir. Çalışmayan, şerefi ve büyüklüğü iddia eden kimse ne kadar da küçük olursa olsun emekçilerin emeğinden bir şey alamaz. Ali'nin dediği gibi de Allah birisini severse emin ve işinin ehlini (profesyonel olanı) sever.

Yararlı iş beraberinde mülkiyeti getirirse, bu mülkiyet kuşkusuz bireylerin hakkıdır. Ayrıca topluluğun çıkarlarıyla uyuşacak şekilde (tümü) kendilerinin malı olabilir. Şayet topluluğun çıkarı bu mülkiyetin sınırlandırılmasını gerektiriyorsa bunun tereddütsüz ve tartışmasız biçimde yapılması gerekir. Her tür mülkiyetin mutlaka topluluğa hizmet etmesi gerekir. Çünkü buradaki temel konu özel çıkarlar yanında kamu çıkarlarıdır. Mülkiyetin sınırları bu şekilde anlaşılırsa mal birikimi ve o toplum içerisinde sınıfların yaratılması engellenir.

Toplum içerisinde herhangi bir kusur ya da güçsüzlükten çalışamayacak durumda olanlar; çocuk, yetim ya da yaşlılık gibi durumda olanlar varsa,  İmam  ı  Ali,  bunların  bugünkü  Arap rejimlerde ihmal edildikleri gibi onurlu yaşamasını hiç göz ardı eder mi? Yoksa adil, sağlıklı adalet sahibi toplumların temel aldığı ölçütlere dayanan görüşe sahip bir insan gözüyle mi bakar? Topluluğun birey üzerinde haklan vardır. Aynı biçimde bireyin de topluluk üzerinde hakları vardır.  Halk yardımlaşan, birbirine bağlı tek vücut   olup   içindeki   her   bireyin   yaptığıyla mükafatlandırılır. Allah insanlara yaşamlarını paylaştırmıştır.  Hiç kimse diğerinin yaşamını elinde bulunduramaz. Çocuk ve yaşlılar gibi, iş yapamayacak durumda olanların gereksinimleri topluluk   tarafından   karşılanmalıdır.   Diğer insanlara karşı insaflı davrandığı gibi bunlara karşı da insaflı davranmalıdır. Bu bireyin topluluk üzerindeki   haklarındandır  ne   minnet   ne   de şefkattir.  Temel bir görev olup iyilik ya da hoşgörülülük değildir. Bu hakkaniyeti gerçekleştirmede doğrudan sorumlu olan da temsilcisi olan kişilerle bizzat devlettir. İmam ı Ali şöyle diyor: Toplum içerisindeki bu insanlar diğerlerinden daha da fazla insafa gereksinim duyanlardır. Güçsüz   ve   dermansız   olan   yetimleri, çalışamayacak durumdaki yaşlıları güvenceye al. Ali sosyal tedbirlerinin temellerindeki bu temele sosyal güvenlik adını vermese dahi bizler bu sosyal zorunluluğun kavranmasında, ve bunun iyilik  severlerin  bir iyiliği  olmadığını,  hırslı olanların   göklerinden   yağan   bir   yağmur olmadığını ve de, münafıkların bir tuzağı değil devletin   görevleri   arasında   görmesinde   batı düşünürlerinden  binlerce   yıl   önde   olduğunu görmüyor muyuz.

Yoksulluğu en büyük ölüm olarak, yoksulu kendi topraklarında yabancı olarak gören Ali, yoksulluğu ve açlığı yönetici açısından yalancı bir şefkat ya da minnetle, yönetilen açısından da boyun eğme, küçülme ya da miskinlikle de yok etmek istemiyor. Onun için bu gerçeği insan onurunun yüceltilmesi olarak görüyor ve şöyle diyor: Açlık boyun eğmekten daha iyidir. Kişinin onurlu biçimde hakkım elde etmesi gerekir. Çünkü Yoksulluğun en kötüsü nefis yoksulluğudur.

Halkın gereksiniminin karşılanması konusuna, Ali'nin bu kadar çok büyük önem vermesine karşılık Osman zamanında yönetici Eşrafların hiç bir ağırlık vermediği görülür. Bugün birçok Arap hükümetinin gerek küçük bir sorun oluşundan gerekse kendilerinin yüce politika dedikleri çok uğraş verdiklerinden bunu hiç önemsememektedirler.

Ancak bu basit şey Ali'nin yanında hiç de basit değildi. Çünkü Ali gerçek bir yüce idi. Yücelik ve basitlik ise sürekli bir arada bulunurlar. Demek istediğim şudur: Yiyecek ve eşyaların içinde satıldığı pazarın, tüccarların terazi ve ölçekle eline geçirip çaldıkları kamu parasının sorunları önemsenmemelidir. Bugün (Doğulu yöneticilerin bir çoğunun yanında önemsiz olan) tuz fiyatlarının yükselmesinin Fransız Devrimi ateşinin tutuşmasını hızlandıran nedenler arasında yer aldığını bilirsek kendilerinin basit gördükleri ve basit olmayan şeylerin soğuk yüce politikalarının önemini çok iyi kavrayabiliriz.

Ali yüce politika sahibi değildi, ancak adil bir yönetim ve emin bir emek sahibiydi. Onun için her sabah bizzat kalkarak Kufe'nin pazarlarını dolaşır ve bizzat her pazarın insanlarını kontrol ederdi, alıp satanların durumunu bizzat görür muhalefet eden tüccarları kasap değil de insan olmaları için zorlardı. Başlarında durarak tekrarlamaları ya da çalmaları veyahut ölçeklerle oynayarak insanların hakkından az olsa bir şey almaları durumunda alacakları cezaları hatırlatır sonra onlara seslenerek şöyle derdi: Tüccarlar...... (31)

Ali vicdanı ve aklıyla insanların yaşam bakımından eşit olduğuna inanmıştı. Bu gerçeğin yaşamın zorunluluklarından birisi olduğuna, bireyin özgürlük yolunda ileri doğru iten bir yöntemin ve toplumun doğru yapılandırılmasının bir etkeni olduğuna inanmıştı. Bunun üzerine kendisi haklar bakımından eşitliği kanunlaştırdı. Bu kanun çerçevesinde de, gereksinim sahiplerinin kamu malı bakımından, İslamiyet'e önce katılanlardan daha öncelikli olduğunu kararlaştırdı. Gereksinimin bizzat kendisinin de hakkaniyet bakımından harcanan çabaya yararlı emeğe eşit olduğunu belirleyerek bu temel üzerine mal elde edip toprak sahibi olmanın gerekçesi olduğunu ortaya koydu.

Sürekli biçimde yönetimi altındakilere gereksinim sahiplerinden vergilerin tahsil edilmemesi, hacizlerin kaldırılması ve daha sonra da toprakların iyi mahsul elde etmeleri için bunlara yardımcı olmaları emirlerini içeren vasiyetleri peş peşe geliyordu. Ama aynı zamanda insanlar arasında eşitliği sağlamak için kamu hazinesi olan Beytülmal'ı zenginleştirmek için zenginlerden kat kat vergi alınmasını emrediyordu.

Bugün insan haklarının ilan edildiği bu çağda, mutlu ve biricik mutlu olan Doğudaki birçok hükümetin halk içerisindeki gereksinim sahipleri üzerine koyduğu vergi yükünü ve bunu zorunlu ihtiyaçlarından ve kanlarından tehdit ederek vaatler yağdırarak, hacizler çıkararak, vb. birçok firavuncu, (32) karakış ve saltanat yöntemleriyle gözleri önünde ellerindeki bir kaç mal parçasını sattırarak tahsil ettiğini görmemiz ne kadar da küçültüyor onları. Halbuki bu hükümetler yemek istediği bu halk hakkında da pek bir şey bilmiyor, hiçbir hakkını tanımıyor, ne şükranla anılacak çabalarım mükafatlandırmak için onların gereksinimlerini karşılıyor.

Buna karşılık İbn Ebi Talip'in onlarca çağ öncesinde kendi adamlarını bir hataya düşmemeleri için sürekli denetleyerek Harç toplarken hiçbir zaman insanların kışlık ya da yazlık elbiselerini, ya da yedikleri bir rızkı, veyahut iş yaptıkları bir hayvanı sattırmayın. Bir dirhem yerine kimseye bir kırbaç dahi atmayın. Bir dirhem uğruna ayağa dahi kaldırmayın. Harç için onların hiçbir şeyini sattırmayın. Bizim sorunumuz onların gönülleri kadarını almaktır, ve yeryüzünün yapılandırılmasına bakışın harç toplamak için olan bakışından daha önde olmalıdır, derken ne kadar büyüyor. 

*   *   *

İmam ı Ali, toplumun sınıfsal yapısındaki büyük realiteyi kavradı ve o uzak çağlarda birçok yerde kendi döneminde ve vasiyetlerinde ele alıp ayrıntıladıktan sonra şu veciz sözlerle formüle etti: Her yoksulun açlığından bir zengin zevk sürmüştür.

Bugün adaletli sistemlerin üzerine kurulduğu gerçek budur. İnsanlar arasındaki maddi temelleri daha önce, İbn Ebi Talip tarafından onlarca çağ önce kavranmış, çağının izin verdiği temel ve esaslar çerçevesinde açıklanmıştır.

Bir defasında Lübnanlı yazar C. H. bana şöyle dedi: İnsanı gereksinim yoksulluk ve acılarından kurtarmak isteyen Avrupa ülkelerinin birindeydim. O ülkenin eğitim bakanlığına şöyle dedim:  Sizin bugün belirginleştirmeye çalıştığınız toplumun sınıfsal yapısını biz Araplar bunu sizden bin küsur yıl önce kavramışız. Bunun üzerine Avrupalı bakan şöyle dedi: Nasıl oluyor diye sordu ben de; On küsur çağ önce Ali Bin Ebi Talip'in   şöyle   dediğini   söyledim:   fazlaca birikmiş her zenginliğin yanında mutlaka kayıp haklar gördüm Avrupalı bakan şöyle cevap verdi: Ancak biz sizden daha iyiyiz. Neden ve nasıl diye sordum. Cevabı şöyle oldu: Arap olan aranızdan birisi   bu   gerçeği   onlarca   çağ   öncesinde keşfetmesine rağmen siz hala sosyal karanlıklar içerisindesiniz.  Ancak biz bunu sizden önce uyguladık. Böylelikle siz bizlerden onlarca çağ geridesiniz.

Bu bölümü bitirmeden önce okuyucudan en sağlıklı ve çağdaş teorilerle, Alevi sosyal teoriyi karşılaştırmasını isteyerek anlattıklarımın hepsini toparlayayım:

Ali'nin sosyal felsefesini, toplumun yoksulluk, zenginlik, mali sınıfsallık bakımından görüşünün temelini oluşturan, daha sonra da kamunun gereksinimini karşılamak ve bütün insanlar açısından hak ve görevleri bakımından eşitliği istediği yasasının üzerine kurulduğu dokuz ana madde sayabiliriz. Bunlar:

Tekelciliği yasakla

Her yoksulun açlığından bir zengin zevk sürmüştür

Fazlaca birikmiş her zenginliğin yanında mutlaka kayıp haklar gördüm.

Yeryüzünün yapılandırılmasına bakışın harç toplamak için olan bakışından daha önde olmalıdır.

Hiç   kimseyi   sevmediği   bir   işe zorlayamam.

Yürekleri cennette vücutları işte.

Irmak zorlanmadan çalışanındır.

Herkese çalıştığını verin ve hiç kimsenin emeğini başkasına vererek kaybetmeyin.

Sakın ha, insanların eşit olduğu şeyi tekelleştirmeye kalkışma.

Şayet bu ibarelere dikkatlice bakarsan, insan haklarının korunduğu, insanlık özgürlüğünün en geniş ve en yüce anlamıyla korunduğu doğru inşa edilmiş her toplum yapısının derinliğindeki temeller olduğunu görürsün. Çağdaş sosyalist teorilerin üzerinde kurulduğu ve hiçbir biçimde ters düşmediği temellerdir.

Bundan ötesi de, tüm okurlarımız bu yüce aklı kutlamalıdır.

Devamı