<%@ Language=VBScript %> Hz.ALİ (5) Sayfa 1

 

5.FASİKÜL   
SAYFA> | Giriş | 1 | 2 | 3
  

ÖNCESİ (1.FASİKÜL)

 Ali, insanların kavrayışlarındaki sorumluluk duygusunu ve aynı zamanda özgürlüğün anlamını genişletmeye baş vurmuştur. Bu güzel yöntemi ortaya çıkaran örnekler ise; Bir köy halkının nehir yatağını kazmak istemeleri durumunda aldığı tavırdır. Köy halkı köyün sorumlusundan karşılıksız olarak (suhra) çalıştırılmalarını istediler. Bunun üzerine Ali, karşılıksız olarak değil de ücretli biçimde çalıştırılmalarını, daha sonra da ücretin de, ırmağın da bütün özgürlükleriyle sorumluluk duygusu taşıyan ve iyilik yapıp yapmamakta özgür olanların işi olmasını istedi.

Sanki Ali, Fransız dahi Jean Jac Ruso'nun iki yüz yıl önce çizdiği şu onurlu duyguyu onlarca yüzyıl önce yaşıyordu; İnsana olan inancımız ve insanlığa olan bağlılığımız, yönlendirilen, pusmuş kişiyi uyanık bir insan yapan doğamızdaki en derin duyguları harekete geçirmektedir.

Ali'nin yasasına göre, serbest özgürlük kendini dizginleyip sorumluluk duygusuyla bağlamalıdır. Bu, kendisine zarar vermez tam tersi hem özgürlüğe hem de bireysel ve toplumsal çalışmaya yarar getirir. Onun için, sorumluluğu, belirgin biçimsel sınırlarıyla iyi çalışmaya yönlendiren itici güç olarak görmemiştir. Tam tersi özgürlüğün kendisini ve özgür insanları sorumlu kılmıştır. Bu sorumluğun kemiyetini özgürlüğün miktarıyla sınırlandırmıştır. Şayet sorumluluk doğma düşünceler, esir yürekler baskı altındaki duygular ve sınırlı kişiliklerde belirginleşemiyorsa, düşünceleri ve kişisel duyguları serbest bırakıp yararlı ve güçlendirici gıdayla besleyen özgürlüğün çerçevesi dışında belirginleşemeyeceğindendir.

Bu bakış açısıyla Ali, iktidarların toplumlarına daha çok iş için insanlar üzerinde dayatmış olduğu dar sınırları ve ağır zincirleri kaldırmış bulunmaktadır. Kendileri bir şey veremiyorlar çünkü özgür değildirler. Aynı şekilde verimi iyileştiren sorumluluk kendi görüşlerinden ve özgür, serbest duygularından kaynaklanmamaktadır, tersine iktidarın iradesine ve yöneticinin bir göz kırpmasına bağlıdır. Böylece güçleri kalmamakta takatları kesilmekte enerjileri doğru olmayan bir yola gitmektedir.

İmam sağlıklı toplumundaki bireyleri serbest, seçenek sahibi bizzat bu özgürlüğün kendilerini sorumluluk duygusuna ve üzerlerinde hak sahibi bir topluma bağlı olduklarını düşünmeye itecek şekilde bıraktıktan sonra bu realite temelinde yönetip teori üretmeye ve daha önce görüp ilerde de göreceğimiz gibi bunların ışığında mükafatlandırıp  ceza vermeye,  emir verip engellemeye, başladı. 

*   *   *

Biz şimdi, Ali açısından özgürlük ve anlamları üzerindeki sözümüzü noktalarken, okuyucuyu, bu özgürlük üzerinde geniş biçimde söz edeceğimiz ileriki bölümleri beklemeye davet ediyoruz. Bu konuşmalarımız Ali'nin devrimi ile Büyük Fransız Devrimi arasındaki insanlığın ilkeleri konusunda söyleyeceğimiz sözümüzde olacaktır. Okuyucunun, Ali'nin eserlerinde bıraktığı yaşatılmaya değer gelişime davet eden derin devrimci düşüncelerini, seviyesini, ne vicdanın terörize edilmesi, ne de nefisin korkutulmasını kabullenen insanlıktan da güzel yüzü ve köklü iyiliği dışında başka şeyi kabul etmeyen özgürlük ruhu konusunda vardığı yeri görmesi temennisiyle...

BUNLARI NEREDEN ALDIN?

- Bu mal ne benim, ne de senindir.
- Hiç kimseye hakkından daha fazlasını veremeyiz.
- Egemenliğim altındakiler! zorlayarak mı zafer elde etmemi istiyorsunuz. Vallahi gökyüzünde bir yıldız diğerini izledikçe ben bunu yapmam.

                                                                                                                                Ali

- Talha ve Zubeyr: Bizim de ortak olmamız şartıyla sana biat ederiz.
-  Ali: Hayır.

Ali çubuğun kabuğunu soyar gibi tekelcilerin soyduğu malları almaya başladı.

Özgürlüğün geniş anlamıyla Ali'nin hükümeti ve politikasındaki asaletin kaynağı olduğunu söylemiştik. Onun yanındaki özgürlük, vicdana ve sağduyuya bağlı olduğu kadar toplum bireylerinin birbirleriyle olan ilişkilerine bağlıdır. Ayrıca yardımlaşma ve kardeşlik yolunda ilerleyen insan, toplumsal ve bireysel yönleriyle özgür olmadıkça ilerleyemez. İnsanlığı çökerten artıklara sahip olan kişi özgür değildir. Haklarının bir kısmını -teorik kabul etse dahi- toplumun ihmal ettiği kişi özgür değildir.

Ali, toplumdaki ve bireydeki bu yapı uğruna dostları ve düşmanları karşısında haklı olmayan hiç bir arzunun egemenliği altına girmeyen ve hiçbir vaade kanıp onu yolundan alıkoyamayan ısrarlı ve azimli bir tutum takınmıştır. Bunun bazıları açısından çok ağır olduğunu iyi bildiğinden de şöyle diyordu:

Sorunumuz haddinden fazla zordur. Aynı biçimde bunun yönetenler açısından çok ağır olduğunu bildiğinden şöyle diyor: Hak yöneticiler açısından çok ağırdır... Her türlü hakkaniyet de ağırdır.

Ali Bin Ebi Talip açısından hakkaniyet; yöneticiler bakımından ister ağır olsun ister hafif yüreği ve vicdanı dışında hiç kimseden emir dinlemiyordu. Bunların ikisi de, sosyal adalete susamış olanları ihmal etmemesini emrediyordu. Yargılanan ile yargılayanın sorunlarını kolaylaştıracak yerde süründürecek şekilde gereksinim sahibi olmamalarını, içlerinin yanacağı ve boğazlarının kuruyacağı şekilde açlıktan çekmemelerini, yazın sıcağında gecenin soğuğunda yanmamalarını ya da kışın soğuğundaki soğuk rüzgarların kırbaçları altında titrememelerini emrediyordu. Aynı biçimde Yeryüzündeki zenginlikleri doymadan yiyip içen, çabasız ve emeksiz biçimde kamunun mallarını savuran zenginlere bırakmamasını emrediyordu. Bunlar fil gibi ekmediği bir bitkiyi yiyerek, ortaya çıkarmadığı bir suyu içerek emeksiz, çabasız bir gölgeden diğerinin altında oturarak dünyalarını yaşarlar.

Ali Bin Ebi Talip biat'tan önce ilan ettiği gibi toplum içerisinde egemen olanlar ile elit kesimin egemenlikteki yöntemine tahammül edemeyeceklerini, bu yöntemi savunmadaki sertliğini kaldıramayacaklarını doğru tahmin etmişti. Biat'tan sonra kendisinden bütün toplumun değil sadece kendilerinin olmasını istediler. O hakkın dışında birilerinin olmasını reddetti.

Talha ve Zübeyr yanına gelerek pazarlık etmeye başlayıp şöyle dediler: Bizim de ortak olmamız şartıyla sana biat ederiz. Hiç tereddüt etmeden Hayır dedi. Ondan ayrılarak daha sonra açıklayacağımız gibi ordularla üstüne geldiler. Ali, Talha ve Zübeyr'in etkinliklerini ve konumlarım en iyi bilenler arasındadır. Ancak Adalet... Egemenliğim altındakileri zorlayarak mı zafer elde etmemi istiyorsunuz, vallahi gece ile gündüz birbirini izledikçe gökyüzünde bir yıldız diğerini izledikçe ben bunu yapmam. Malı hakkı olmayan yere vermek israf ve tebzirdir. (26)

Ali'nin dediği gibi yemek doymuş olana verilmez. Onun çizgisine (Doktrinine) göre servette ister az ister çok olsun tekelcilik ve kamunun sömürülmesi (kullanılması), yönetimden yararlanmanın dışında olmazsa yasal değildir.

Ali, canilerin bazı suçlarını affedebilir, zalimlerin bazı zulümlerini affedebilir ancak tekelcilik ve halkın mallarının çalınmasını kesinlikle affetmez. Tekelci kesimin emekçilere, işçilere halka ekmek ve su konusunda yaptıkları zulmü affetmez. Zulüm İbn Ebi Talip'in yanında nasıl olursa olsun lanetlenmiştir. Ancak en çirkini güçlünün zayıfa, yöneticinin yönetilene, tekelcinin kamuya yaptığı zulümdür. Ali toplumda maddeci sınıfı ve rezilliklerini, cinayetlerini ortaya çıkaran böylesi zulme karşı müsamahakar davranmaz.

Ali'nin doktrininde bu gaspçı ve sömürücülere karşı gerekçesini ortaya çıkaran deliller yeterince çoktur. Nahj Al Balağa'yı ele aldığın zaman Ali'nin sömürü ve gasp üzerine sözlerindeki bu acıyı rahatlıkla görebilirsin. Her hutbesinde ve her makalesinde bunun üzerine konuşacak gibi oluyor. Bütün sözlerinde de gaspın bir suç ve sömürücünün kim olursa olsun cani olduğundan emin olduğuna dair belirtiler mevcuttur. Doğal yollar dışında mal toplamanın da sahibini bağlayan büyük sorumlulukları olduğuna dair belirtileri görmek mümkündür.

İşte Ali'nin mal biriktirenlerle ilgili olarak bir hutbesinde söyledikleri:.... biriktirdiği ve biriktirmesinde gözünü yumduğu (helal haram ayırımı yapmadığı) açığıyla, kuşkulusuyla mallan hatırlar, ki bunları toplamanın yükü onu hiç bırakmaz. Hiçbir sömürüye ya da tekelciliğe yer olmayan helal biriktirme konusunda ve onun sahibi ile ilgili Ali şöyle diyor: Helal kazanarak ölen, Allah'ın ondan razı olduğu biçimde ölmüştür.

Onun için Ali, geçmiş zaman içerisinde yükselmiş bütün tekelcilik, etkinlik sömürüsü ve malların çalınması gibi örnekleriyle ilgili aşağıdaki sözleri söylediği bütün zenginlerin kurduğu surları yıkmaya çalışmıştır. Ulusların içindeki zenginler nimet yerine ismi seçmişlerdir.

İnsanlara yönelerek şöyle diyor: Osman'ın yaptığı her kesim ve Allah'ın malından verdiği her şey Beytülmal'a geri dönecektir. Hiçbir şey hakkaniyeti yok edemez. Bu malla evlenmiş de olsa ve değişik şehirlerde dağıtmış olsa dahi onu geri alırım. Adalet geniştir. Hakkaniyetten rahatsız olan için zorbalık daha dardır.

Bazı yöneticiler ve iktidar sahipleri adaletli davranıp emeksiz biçimde mükafat vermezler. Bir yakının, akrabanın iradesi, bir dost ya da sevilenin işareti doğrultusunda halkın malını israf etmezler. Ama bir yöneticinin kalkıp kendi dönemi dışındaki dönemde halkı zorbalığa iterek rahatlayanlardan hesap sorması, kendilerinin olmayan malları iade istemesi sorunlara, derin bakış açısına ve sosyal adalete olan inancının herkese nasip olmayacak şekilde kendisinde mevcut olduğuna işarettir. Sorunların hiçbir gizini gözden kaçırmayan ve içinde bulunduğu çağın, insanların örflerine teslim olmayan büyük bir aklın temeline dayandığının işaretidir. Birey topluma hizmet vermedikçe mükafatlandırılmayacağına göre, Osman'ın kızıyla evlenmesi bu türden bir hizmet ya da emek değilse Al Haris Bin Al Hakem, düğünü gününde halkın malından aldığı iki yüz bin dirhemi hakkedecek hangi hizmeti toplum uğruna yapmıştır.!?

Milyonlarca insanın bir kısmına dahi muhtaç olduğu kendilerinin ise hesapsız elde ettiği devlet malını almak için toplum uğruna hangi çabayı harcadılar? Her birisi (Zübeyr) nereden bin köleye ve bin cariyeye sahip olabiliyor. İslamiyet'te öncü olma öncelikleri varsa da, Ali'nin deyimiyle bu öncelik Allah'ındır. Dünya ise yaşam yeri olup yaşamda herkes eşittir. Mülklerini, mallarını, servetlerini, askerlerini ve tahakkümlerini genişletmesi için Osman'ın yakınları ve taraftarlarından halkın başına yönetici olarak gelen bu iyilik sahipleri nereden geldi? Bu yakın ve taraftarlar arasında rüşvetçi Muaviye, Al Hakem Bin Al As, Abdullah Bin Sa'd ve diğerleri mevcuttur.

Muaviye, Filistin ve Humus'u nereden kendi egemenliğine kattı, dört bir yerin askeri onun yönetimi altında toplandı?

Diğerleri, her devlette ve Mısır'da bulunan bu servetleri, evleri ve sarayları nereden getirdi?

Evet... Hey sen! BUNLARI NEREDEN ALDIN? Güneş ışığıyla arayacak olursak senin bütün çabanda kamu yararına hiçbir şey yokken bu sarayları ve malları nasıl elde ettin?

Yok bu malların eline geçişi üzerinden zaman geçtiyse; bu, eğrinin eğri kalması için bir gerekçe değil ve hiçbir şey hakkaniyeti yok edemez, Böylece, haksız verilmiş olan her kesim ve her türlü bununla evlenmiş de olsa, yeryüzünün değişik yerlerine dağıtılmış olsa dahi beytülmal'a iade edilir. Adalet, (ki geniştir) yararlanmış olanların başvurabileceği bu çerçevelerin hiçbirisiyle sınırlanamaz.

Ayrıca gözden geçirilmesi gereken bir başka sorun daha vardır: Ali, yakınlık yoluyla toprağa el konmasını ve çalınan mallardaki etkinliği hesaplıyordu. Çünkü şunu çok iyi biliyordu: Bu toprak bir servet kaynağı ve daha sonra mülk nedenidir. Bundan sonra da, buna el koyan yöneticiler, zenginler ve eşraflar bu toprağın hizmeti için kamuyu köleleştirecek ve bu toprağın zenginliklerini ortaya çıkaracaklardır. Bu toprak zenginliklerinin büyümesine ve diğerlerininkinin küçülmesine neden olacaktır. Daha sonra da büyük topraklar sahipleri dönüp küçük mülk sahiplerinden ellerindekini alacak ve halk içerisinde feodaller sınıfı ile haksızlığa uğramışlar sınıfı ortaya çıkacaktır. Ali şöyle diyor: Bir çalışma ya da yemeğinin sonuçlarını başkasına götüren bir köyün bütün insanlarıyla birlikte alınması için sende gözleri olmasın.

Geniş köy sahiplerinin, bunun uğruna ve daha sonra da bunun için etkinlik, iktidar ve insanları köleleştirenlerin kendisine gelişleri konusundaki tahmini doğru çıkmıştı. Dr. Taha Hüseyin Osman adlı kitabında Bir yandan çok büyük köyleri ve geniş toprakları, diğer yandan bunun içerisinde çalışan köle ve mevali'ler vardı.(21) Böylece İslamiyet'te, soy, mal çokluğu, zenginlik ve çok taraftarın bulunması ile elde aristokrasi sahibi bir bürokrat sınıf ortaya çıktı.

Ali'nin doktrinine göre mal ve toprakla bunların sonucunda ortaya çıkan zenginliklerde gereksinim ve emek haricinde hiç kimse diğerinden fazla paya sahip değildir. Bu gerçeği inkar eden de halkına ihanet etmiş olur ki, İmam'ın görüşüne göre, en büyük ihanet ulusa yapılan ihanettir Ulusa ihanet edenin, yeni halife konusunda ne bir görüşe sahip olması ne de tutumunun bir önemi olamaz. Onun için de kendisi bu ulusun haklarını korumaya azimlidir. Bin Ebi Talip bir şeye azmettiği zaman, etkin olanların ne tutumlarına bakar, ne de sözlerini dinler. Düşmanları ve ona karşı savaşanlarla birlikte kendisinin peşine düşmelerine de hiç aldırış etmez. Kendisi azimli hak ve konuşan adalettir. Peygamberin sahabelerinin, onunla birlikte savaşanların dahi bu konumlarından dolayı diğer insanlardan farklı bir öncelikleri olamaz: Ey insanlar! yarın aranızdaki mülk sahipleri, ırmak sahipleri, atlara binen ince şeylere sahip olanlardan bazılarını içinde bulundukları durumdan alı koyar hepinizin iyi bildiği haklarına geri getirirsem çıkıp Bin Ebi Talip haklarımızı elimizden aldı demesinler. Peygamberin dostlarından muhacir ya da ansarlardan hangisi çıkıp bu dostluğu sayesinde diğerlerinden farklı bir önceliği kendinde görmesin. Öncelik yarın Allah'ın yanındadır. Siz Allah'ın kullarısınız, Mal da Allah'ın malı olup aranızda eşit biçimde dağıtılır. Bu konuda hiç kimsenin diğeri üstünde bir önceliği söz konusu değildir.

Ali'nin kamu hakları bakımından insanlar arasındaki eşitliği sağlamak için başvurduğu yöntem budur. İlerde bütün ayrıntılarıyla açıklayacağımız gibi elit kesimin Bin Ebi Talip'i bırakıp Bin Ebi Süfyan'a sığınmalarının ana nedeni de bu olsa gerek. Ali hiçbir eşrafı yanındaki müşerreflerinden daha iyi görmedi; çünkü onun şeref ölçütleri yaşadığı zamanın ölçütleri değildir. Hiçbir Arap'ı bir Fars'tan daha üstün görmedi çünkü Ali'nin vicdanına göre yaratılış olarak insan insanın kardeşidir. İbni Hünd'ün yaptığı gibi oradaki başkanlara ve kabile reislerine yapmacık davranmadı ve ulusun malı bakımından kimseyi yanına yaklaştırmıyordu.

El Ester El Nah'i Ali'ye şöyle dedi: Biz Basra ahalisiyiz Basra ve Küfe ahalisiyle birlikte savaştık insanlar da bir şeyi gördü, ondan sonra da yarılarak birbirine düşman oldular, niyetleri zayıfladı, sayıları azaldı. Sen onlara adil davranıyorsun ve haktan yana tavır alıyor, eşraf ve kötü durumda olan arasında insaflı davranıyor, senin yanında eşrafın diğeri karşısında bir üstünlüğü yoktur. Hakkaniyet egemen olup adalet gerçekleşince senin yanındakilerden bir kısmı bunlardan rahatsız oldu, Muaviye'nin yaptıklarını görünce kendilerini ona sattılar. Bunların çoğunluğu hakkaniyeti bırakıp haksızlığı alıyor. Şayet mal harcayacak olursan insanların boyunları sana gelir, sana bağlanırlar ve sana sadık olurlar

Ali hemen şöyle cevap verdi: Bizim adalet konusunda yaptıklarımızla ilgili sözlerin üzerine Allah azze ve cell şöyle diyor: İyilik yapan kendisi için yapar kötülük yapan da yine kendisi için yapar, Rabbin kullarına karşı zalim değildir. Ben sözünü ettiklerin konusunda eksik davranmış olmaktan korkarım. Ancak hakkaniyetin onlar için ağır geldiği ve onun için bizi bıraktıkları ile ilgili söylediklerin üzerine; Allah, bir zorbalıktan dolayı bizden ayrılmadıklarını ve bizden ayrılıp adalete sığınmadıklarını çok iyi biliyor. Ama malların harcanıp adamların alınması ile ilgili söylediklerin konusunda ise, biz bir insana hakkından fazla mal veremeyiz.

Ali'nin bu durumdaki doktrinin özeti, zamanında Eşter'e söyledikleridir: Sakın ha, insanların eşit olduğu şeyi elimde tutayım deme. Genel haklar insanların eşit olduğu şeydir. Bin Ebi Talip de bunu kastediyor.

 Devamı