<%@ Language=VBScript %> Hz.ALİ (5) Sayfa 3

 

5.FASİKÜL   
SAYFA> | Giriş | 1 | 2 | 3 |   

NE BİR TUTUCULUK NE DE MUTLAKIYET

- İnsanlar arasındaki kardeşlik bağı sadece insan sıfatıyla olursa bunda günah yoktur.

- Doğanın dogmatikliğinde dahi bulunmayan şeyleri bunlar nasıl oluyor da canlı konulara sokuyorlar. Ağırlık ve alan ölçülerinde hiç sınırlandırılamayan ya da sınıflandırılmaya kalkışılır veyahut sınırlandırılıra yaşamın yaşam olmayacağı ve insanın insan olmayacağı insana ve sürekli hareket içindeki, gelişim içerisindeki yaşama bir ölçü koyabiliyorlar

Ali bin Ebi Talip, sağlam yolda ilerlemeye devam ediyordu. İnsanın yaşam konusundaki onsuz tamamlanamayacak haklarının sınırlarım çiziyor. Belirli bir inançla sınırlanmayan, ya da zararlı herhangi bir ırkçı sınırla belirlenmeyen en geniş insanlık sınırlarım belirleyerek içerisindeki her şeyi serbestleştiriyor. Bununla maddi, ahlaki bütün değerleri ve her türlü elemanlarıyla birlikte insanlığı onurlandırmaktadır.

İbn   Ebi   Talip   insanlara   din   ya   da mezheple ilgili herhangi bir inancı dayatmak istemiyordu.   İnsanın   özünden   ya   da   insanı çevresindeki özel ilişkilerinden doğan, değişik renk ve biçimlerde olabilen insanın iç yaşamına ve öz vicdanına hiçbir dayatmada bulunulmasını istemezdi.   Kendisi,   peygamberin   halifesi, İslamiyet'in koruyucusu ve Müslümanların Emiri olmasına rağmen hiç kimseye Müslümanların din olarak inandıkları şeye inanmasını dayatmayı kesinlikle reddederdi. İnsanlar Allah'a istedikleri şekilde   inanmalarında   özgürdürler.   Topluma zarar vermemesi şartıyla herkes istediği şekilde inançlarını  biçimlendirmede   özgürdür.   Bütün insanlar Allah'ın ailesidir. Din ise, ilişkidir.

İmam-ı Ali'nin görüşüne göre insanın sıfatı, onun saygıdeğer, sevilen, korunan, kollanan olması ve hakkının yenmemesi için yeterlidir. Mısır'daki temsilcisine olan mektubunda şöyle diyor: Ellerindeki (33) ekmeği ellerinden alan yırtıcı aslan gibi olma. Onlar iki çeşittir: Ya senin din kardeşindir veyahut senin gibi bir ahlak sahibidir. Onun için de, Lütfundan Allah'ın sana vermesini isteğin gibi sen de onlara ver. Hiçbir zaman yaptığın bir lütuftan pişmanlık duyma ve verdiğin bir cezadan övünme.

İnanç bakımından senden az ya da çok farklı olsa bile senin sahip olduğun haklara kendisi de sahiptir. Bizzat dinin kendisi, seni kardeşlik bağlarıyla diğerlerine bağlama amacında değil mi? İnsanın sıfatlarının içerisinde yalnızca kardeşlik bağının varolması bile yeterli olup onun bir günahı yoktur.

Kendisi yaşam ve canlılarla ilgili görüşünü hiç bir zaman mutlaklaştırıp egemen kılmanı istememektedir. Yaşamın sınırları geniştir. Canlılarda bu geniş sınırlar içerisinde serbesttirler. Sana zarar vermediklerine göre neden kendi görüşünü bunların davranışları karşısında egemen kılacaksın. Yüce sandığın herhangi bir sorun belki de önemsiz bir şey olabilir. Sen bunu nereden bilesin? Hiç önemsemediğin bir başka sorun da, bilmen durumunda senden daha önemli olduğunu görebilirdin. İmam açık bir şekilde söylemektedir: Allah'ın kullarından hiçbirini küçük görmeyin. Sen bilmeden o insan bir veli de olabilir. Bu hikmet deyimini alıp uzaklara götürecek olursan, tutuculuk ve mutlakıyet karşısındaki tavrını görebilirsin.

Kardeşin hatalı ya da kötü bir yolda ise, onu hoş görüp affetmen gerekir. Bu hoşgörü ve affından da hiç pişmanlık duymamalısın. Ayrıca başkasının içindeki kötülüğü kendi içindeki kötülüğü atarak yok etmelisin. İnsanoğlunun inancı ne olursa olsun kendi kendisinin vasisi olmalıdır (34) diğer insanlarla ilişkileri kendi kendine istediğini başkaları için de isteyen ve kendine istemediğini başkasına da istemeyen ilişkisi içerisinde olmalıdır. Kendin için istediğin bir şeyi başkaları için iste kendin için istemediğin bir şeyi de başkaları için isteme kendin için uygun gördüğün şeyleri de diğer insanlar için uygun gör. Ayrıca gerçek mümin olan İyiliği iyilik olması dışında bir amaçla yapmaz. İyilik; Gerçek iyilik insanlar arasındaki adaleti sağlamak ve birbirlerinden ayırt etmemek. Ayrıca, Muhammet'in çizgisi doğrultusunda dünyayı algılayanla İsa'nın çizgisi doğrultusunda algılayan, ya da insanlık kerametim öne çıkaran diğer bütün çizgiler doğrultusunda algılayanlar arasında bir fark yoktur. Ali'ye göre kerameti elde etmek, araç ise: Herkes kendi aracını seçmede özgürdür.

Ali şöyle diyor: Allah'ın Resulü (SAV)in eşitlik konusunda sana yetecek kadarı vardı. Dünya her şeyiyle kendini ondan sakındı. Bütün nimetlerinden mahrum kalıp güzelliklerinden uzaktı. Meryem oğlu Isa için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Taş üstünde yatıyor, kalınları giyiyor en kötü yemekleri yiyordu. Katığı açlık, gece içerisindeki ışığı da ay ışığıydı. Onun gölgesi yeryüzünün doğusu ve batışıdır. Meyvesi ve Reyhan (35) yeryüzünün hayvanlara verdiği bitkilerdir. Onu alıkoyacak ne bir eşi, ne de onu üzecek bir çocuğu, ne de onu küçük düşürecek bir açgözlülüğü vardı. Onun aracı sadece ayakları ve hizmetçisi ellendir. Bir başka yerde de şöyle diyor: Onlar yeryüzünü yatak, toprağını döşek, suyunu da en tatlı şey olarak alıp Mesih gibi dünyayı ele aldılar. Muhammet peygamberler kardeştir. Değişik anneleri var ancak dinleri birdir, derken kavramış olduğu gerçeği Ali, Muhammed için şu sözü söylerken kavramıştı: Önceki peygamberlerin izlediği yolu izliyordu. Bu iki özdeyişte hiç bir yorum kabul etmeyecek şekilde; keramet, bütün insanları insanlık sıfatında toplandıkları gibi bir araya toplayabilmektir.

Ali'nin inancına göre, dini inanç özgürlüğü insan haklarından birisidir. Özgürlük bölünemeyeceğine göre, insan bir yandan özgür diğer yandan bağlı olamaz. Müslüman istese de istemese de Hıristiyan'ın kardeşidir. Çünkü istese de istemese de insan insanın kardeşidir. İmamın özgürlük anlayışına göre keramet, özgürlüğün temel ölçütüdür. Onurlu özgürlük kendisi açısından kutsal bir hak olarak görülmeseydi İsa'nın yolunu izleyenleri, Muhammed'in yolunu izleyenleri övdüğü gibi övmezdi. Daha önce Ali'nin zırhını çalıp satın aldığını iddia eden Hıristiyan'ın öyküsünü ve Ali'nin kendisine nasıl kendisiymiş gibi veyahut bir babanın evladı gibi muamelede bulunduğunu, olayın hakim önünde nasıl cereyan ettiğini ve Hıristiyan'ın İmam'ı kanı ve canıyla savunanlar arasında nasıl yer aldığını anlatmıştık.

Hicaz ve İrak'ın her tarafında, istemesi durumunda inancından vazgeçip insanlara zulüm yapana karşı insaflı davranışı anlatıldı. İnsanlar Ali'nin yeşil cüppesiyle gezerek Medine mescidinde söylediği şu lafları ciddi bir şekilde tekrarladığını gördü:

İncil'i izleyen herhangi bir kimseye eziyet edildiği zaman, bana eziyet edilmiş olur. Tarihimiz: Arap Tarihi, Ali'nin şu yüce sözünü en iyi sayfalarına yazmıştır: Bana fırsat verilseydi Tevrat'ı izleyenle Tevrat'ın hükümlerine göre, İncil'i izleyenlere incilin hükümlerine göre Kuranı izleyenlere Kuranın hükümlerine göre hükmeder ve her kitabı ayrı alarak Ali doğru söylüyor dedirttirirdim.

Ayrıca bak, Müslümanların Emiri Ma'kel Bin Kays'a ne diyor: Ma'kel elinden geldiği kadar Allah'a inan Kıble sahiplerinden (36) yana çekip diğerlerine zulmetme, kibirlenme Allah kibirlenenleri sevmez! Ali'nin Allah'a olan inancı, insanın insana zulüm yapmamasıyla az ya da çok kimseden yana çekmemekle sınırlandırdığını gördün mü? Ayrıca Müslüman olanları ve Müslüman olmayanları nasıl aynı kefeye koyduğunu ve hiçbir ayırım yapmadığım gördün mü? Müslümanlarla, Müslüman olmayanlar arasındaki bu eşitliği Ali'nin yönetiminin neresine gidersek görebiliriz. Kendisi Müslümanların durumlarından söz edip insanların başındaki zulmün kaldırılmasını İslamiyet'in alınması gereken faziletlerinden birincisi olduğunu vurgulayarak şöyle der: Hakkaniyeti izleyip İslamiyet'in ışığında giderseniz ne bir Müslüman ne de bir söz verene (37) zulmedilir.

Süfyan Bin Avf Al-Asedi, Anbar şehrine saldırdığında neden geri çekilip haktan yana durmadıkları için sert çıktı. Müslüman ya da söz veren ayrımı yapmadan şehirdeki kardeşleri üzerinde bulunan zulmü defetmedikleri için onlara sert çıkarak şöyle diyor : Duyduğuma göre adam Müslüman olan ve Müslüman olmayan kadınlara giriyor namuslarını kirletiyor. Bütün bunlardan sonra bir Müslüman ölmüş olsaydı kınanacak bir şey kalmazdı.

Ya da Muhammed Bin Ebi Bekr'i Mısır'a vali olarak tayin ettiğinde ona şöyle yazıyordu: Zimmet ehline karşı adil davranmanı, Mazlumlara karşı insaflı, zalimlere karşı sert olmanı, insanları affetmeni ve elinden geldiği kadar iyilik yapmanı tavsiye ederim! Yakının uzaktakilerin ikisi hakkaniyet konusunda eşit olsun.

Zihninde insanların eşit kılınması düşüncesini sağlamlaştırmak için zimmet ehli konusunda dikkatini çektikten sonra bütün insanları affetmesini emretti.

Necran Hıristiyanlarına verdiği söz içerisinde şöyle diyor: Ne asimile edilirler, ne zulmedilirler ne de haklarından herhangi birisi eksilir!

Ali, Hıristiyan'ın diyetini Müslüman'ın diyetiyle bir tuttu. Ali'nin taassup konusundaki bu tutumu, Kapsamlı Varlığın Ruhu ile ilgili şunları söyleyen kişiliğinden kaynaklanmaktadır: Hiç kimse onu diğer kimseden alıkoyamaz, hiçbir ses diğer bir sesi unutturmaz.

Ali'nin yanında her insanın bir onuru vardır. Her sesi dinlerdi. Cahillerin tutuculuğuna ve eski çağlardaki bütün dinlere mensup insanların aptallığına rağmen, Ali ile ilgili bu gerçek zamanındaki ve zamanından sonraki dönemlerde Arap Hıristiyanları ona en bağlı ve onu en çok sevenler durumuna getirmiştir. İbn Ebi Al-Hadid Nahj'ın anlatımında buna işaret ederek şöyle demiştir: Zimmet ehlinin peygamberliği reddetmesine rağmen sevdiği bir insan için (yani Ali için) ne diyebilirim. vs.

Ali Müslüman olmayanlarla ilişkilerini şu sözü üzerinde kurmuştur: Malları bizim mallarımız, kanları da bizim kanlarımızdır. Kendisinden sonra da bunun sünnet olarak kalmasını istemiştir.

*   *   *

Ali'nin mantığına göre dini tutuculuk kınanmış, en derin şekilde inanıp en geniş ölçüde tuttuğu özgürlüğün en basit kurallarına ters düşmektedir. Kendi inancına inanmayanlara karşı olan bu tutumu ile orta çağlardaki Avrupalı İman edenlerin tutumunu karşılaştıracak olursak onların debelendikleri yerde kendisinin yüceldiğini görürüz. Bunda şaşırılacak bir şey yoktur. İman Ali'nin nezdinde İnsanlık temellerinden yaşama ve varlığa olan genel bakışından kaynaklanmaktadır. Diğer birçok kişide bu iman kulluk belirtilerinden birisidir. Daha sonra da bu adet haline gelmiştir. Ne insanlık asaleti ne de bir güzelliği içermektedir.

*   *   *

Biz bugün dinsel ya da mezhepsel tutuculuğa karşı savaş açalım, her halükarda dinsel tutuculuk artık bir şey değildir, bazı uluslar bunu daha tehlikeli ve daha zor bir tutuculukla değiştirdiler; Ulusal ya da ırkçı tutuculuk veyahut siyasi tutuculuk, insana karşı hiçbir hoşgörü, ondan hiçbir özür ya da bir af kabul etmemektedir. İçinde yeterince de tehlikeli etkiler, ahmaklıklar ve aptallıklar mevcuttur. Tutucu olan birisi, zımnen her tür hakkın sahibi olduğunu ve o olmadan hiçbir hakkın olamayacağım, kendi dünya görüşü dışında bir görüş olamayacağını, insan sorunlarıyla ilgili görüşlerinin de mutlak olduğunu ve hiçbir tadil kabul etmeyeceğini itiraf etmektedir. Bu ırkçı ya da siyasi tutucular bilip, bilmedikleri şekillerde mutlakıyete batmaktadırlar. Çizgi bakımından veyahut izlenen yol anlamında mutlakıyete batmak bir çeşit dogmatizm ve ölümdür. Canlı ve süregelen konularda doğanın durağanlığında dahi görülmeyen bir şekilde mutlakıyete nasıl düşebiliyorlar, yaşamın yaşam olmaktan çıktığı insanın insan olmaktan çıktığı herhangi bir şekilde sınırlandırılacak olursa anlamsızlaşan, sürekli hareket ve gelişim halinde olan, hiçbir şekilde sınırlandırılamayacak insana ve yaşama ağırlık ve alan ölçütleri gibi ona ölçüt koyabiliyorlar.

Tutuculuk bütün çeşitleriyle eski zamanların bazı insanlarının karakteri durumundaydı. Bu yüce İmam, dini tutuculukla savaşı bitirmeden dönüp tutuculuğun her çeşidine ve görüntüsüne karşı savaş açmaktaydı. Bir ulusun ya da bir bireyin tutuculuğunu güzel olan yaşamın bozuntuya uğratılması olarak görüyordu. Atalarla övünmeyi de bu tutuculuğun bir çeşidi olarak görüp onu hep kınıyordu. Çağındaki tutuculara bak nasıl hitap ediyor: Kötülüğü körükleyip dünyayı bozguna uğrattınız. Allah... Allah.. Kibirlik ve cahil övünç bunlar geçmiş zamanlarda insanları aldatan bozgunculuğu tırmandıran şeytanın ortağıdır. Aman ha... Aman sizlerden soylarına karşı kibirlenenler ve kendilerini yüce görenler (Yani diğer insanları küçük görüp onlara karşı tutucu olanlar) yarattığı ile ilgili Allah'a karşı gelenlere itaat edilmesin. Bunlar tutuculuğun temel direkleri ve bozgunculuğun esaslarıdır.

Irkçı ve ulusal tutuculuğu fesat, bozgunculuk ve yaşamın bozguna uğratılması olarak gördükten sonra fitne ile eş tutmakta ve bu çizgiyi her tür tutuculuğa uygulayarak günbegün daha da kökleşen bir kural koydu. Şöyle diyor: Baktım ki, bilginlerin hiçbiri hiçbir şey karşısında tutucu değil. Yalnız cahiller cehaletlerini örtmek için ya da ahmakları akıllarına uygun olduğu için onlarda tutuculuk gördüm.

Araştırmak isteyenler tutuculuğun anlamı ile ilgili istedikleri kadar araştırsınlar İbn Ebi Talip'in söylediği şu ikilemden başka bir şey bulamayacaklar: Tutucular ya cahilliklerinden veyahut ahmaklıklarından tutucu olurlar. Cehalet ve ahmaklığın ikisi de, bozgunculuk, fesat ve yaşamda kibri getirir. Bunlar da daha önce Ali'nin sözlerinde geçmektedir.

Böylece İbn Ebi Talip'in inancına göre her tür tutuculuk kınanmıştır. Fazilet, Adalet ve genel haklar için tutuculuk olmadıktan sonra... Mazlum sınıfların zenginliklerini çalıp tekelleştirenlere karşı bir tutuculuk olmadıktan sonra. Doğruluk, sadak ve sağduyunun egemenliği için bir tutuculuk olmadıktan sonra... Özgürlük ve insanlığın onuru için bir tutuculuk olmadıktan sonra... Kötülüğün tutucularından bütün yaratıkları korumak için bir tutuculuk olmadıktan sonra... İmam, Al-Kasia adlı hutbesinde şöyle diyor: Şayet tutuculuk olmazsa olmaz bir kuralsa, tutuculuğunuz iyi meziyet, sorunların iyi çözümü, arzulanan bir ahlakın, yüce şeylerin ve olumlu yaratımların tutucusu, iyiliği el üstünde tutmak, kötülükten vazgeçmek, insanlara karşı insaflı olmanın ve yeryüzünde bozgunculuktan uzak kalmanın tutuculuğu olsun.

Herhangi bir düşünceye ya da duruma karşı tutuculuğu reddeden zengin doğanın ilerleyişi ile ilgili en iyi örnek, ellerinden geldiği kadar onunla savaşan ve onu yok etmek isteyen Haricilerle ilgili vasiyetidir: Benden sonra Haricilerle savaşmayın. Hakkı isteyip de onu haksız çıkaran, haksızlığı isteyip onu elden eden gibidir.

İmam insanların mantığını tutuculuğun, tutucunun hata yapmayacağından başka bir şey olmadığını yerleştirmek için meşveret (Görüş alışverişini) emredip kendinden örnek vererek şöyle diyor: Hakkaniyeti söyleyeni ve adalet için görüş alışverişinde bulunanı bırakmayın. Ben hata yapmayacak değilim.

SAVAŞ VE BARIŞ

- İddia eden helak, iftira eden yok olmuştur.
- Kötülükte yenen yenilgiye uğramıştır.
- Saldırının kötü sonuçları yalnız insanlar içindir.
-  Barış Ülkeye güvenlik getirir.
- Sözünü sürekli yerine getir. Vicdanına ihanet etme. Sözünden vazgeçip düşmanına kötülük yapma, iktidarını kan dökerek güçlendirme.

                                                                                                                                            Ali

Bunun üzerine insanın insan üzerinde çok hakkı vardır. Bunların başında da sadakat ve ülfet bağının insanlar arasında, bir kökten gelen, tek yolda bulunan ve birbirinden fazla uzak hedefleri olmayan kardeş insanlar arasında, birey ve toplum olarak, ulus ve halk olarak güçlendirilmesi gelmektedir.

İnsanı yok eden savaşla birlikte özgürlüğün, rahatlığın, bulunan kuralların miras olarak kalan ve daha sonra ortaya konulan bütün çabaların, insanla ilgili hiçbir şeyin anlamı kalmamakta ve onu ele almak anlamsızlaşmaktadır. Ki bütün bunlar insan için varolmuştur.

İnsana hizmeti iddia edip onu barışa davet etmeyen her şey yalan ve kötüdür.

Yaşama hizmet etmeyi iddia edip sonra canlıları atların ayakları altında ve demir şarapnelleriyle ölüme iten her şey yalan ve sonuçsuzdur.

İnsan ve yaşamla ilgili bir görüş kardeş olan insanları kardeşliğe davet etmiyorsa, aciz ve anlamsızdır.

Irmaklar kan ırmaklarına dönüp, bahçeler sahraya dönüşüp dikenler bütün saraylarda ortaya çıktıktan sonra sözün, eylemin ve görüşün ne kadar aciz kaldığı o zaman görülebilir.

İnsan fırtınaya yakalanıp çöp gibi kaldırılarak onu yiyip bitiren bir savaşın ortasına atılır da bir hiç durumuna gelirse, yaşamın bütün güzellikleri ve umutları, anlamsızlaşır ve yok olursa, baykuşlar harabeleri arasına gelir de yerleşmeye çalışır ve kendine yer bulursa sözün, eylemin ve görüşün ne kadar aciz kaldığı o zaman görülebilir.

Savaş bir yıkım ise, barış tek kurtarıcıdır. Buna ek olarak barış, bir olan insanlığın evlatlarını yeteneklerini ve güçlerini hep birlikte kullanarak aşama aşama bir olan ortak umutlarım gerçekleştirebilecek duruma varmak için olan hedeflerine götüren bir hedeftir.

İbn Ebi Talip'in düşünceleri, tek köke birleşmiş gelişkin dallar gibi, barışın insan ve yaşam çevresinde onu her tür kötülükten koruyan büyük bir zırh olduğunu kavramaktaydı.

İbn Ebi Talip insanlara seslenerek şöyle diyor: Allah sizleri başıboş yaratmamıştır.

Allah insanları neden kendi mezhebinde yaratmıştır?

Bu soruya kendisi cevap vererek şöyle diyor: Allah sizleri kendi toprağında saygın ve diğer yaratıklar arasında güven olarak yaratmıştır. Dostluğunuzu kurup rızkı yayılarak onun kanatları arasında sizleri toplayıp zenginliklerini yaydı.

Ali'ye göre dostluk insanlar üzerindeki varlığın bir zenginliğidir. İbn Ebi Talip'in yüreğinde ve dilinde egemen olan büyük sevgi ve sıcaklıktan bir parça; Barış ve dostluktan söz ederken şöyle diyor: Allah gölgesinde yürüyüp ona sığındıkları dostluk bağını kurdu aralarında. Bu hiç kimsenin önemini bilmediği bir nimettir. Çünkü her değerden daha değerli ve her hatırdan daha önemlidir.

İnsanlar arasındaki barış bu nimetin özü olduğuna göre de, kardeş olan insanlar niçin düşman olup birbirlerinden nefret ediyorlar?

Ali'nin yüreğinden şunları eklemek istiyorum: Ey insanlar! Kendi kendini yok etmekte bulduğun nedir? Uyuduğun uykundan uyanmayacak mısın ?

Ali'nin yaşamındaki sözleri ve eylemleri düşmanlığı, kini, kavgayı hep kötülemekte barışı, kardeşliği ve dostluğu öne çıkarmaktadır. Barış için yardımlaşmayı emrederek onun için çalışmıştır. Çünkü barış Ülkenin güvenliğini getirir. Savaştan nefret edilmesini isteyerek ondan kendisi de nefret etmektedir. Çünkü savaş demek saldırganlık demektir ve kulların üzerindeki en kötü şey de saldırganlıktır. Çünkü saldırganlıkta kaybetmek her zaman gelecek olan kesin sonuçtur. Saldırganlık eken zarar biçer. Çünkü savaş insanlara facialar getirir: Hem kazanan, hem de kaybeden için getirir bu faciaları. Çünkü savaş insan onurunu yok eder. Akıl, vicdan, dostluk ve yaşamın değerini kazananın kişiliğinde görerek kaybedenin kişiliği açısından da hakaret, küçülme, kan ve yaşam kaybıdır. Ali'ye göre Kötülükle yenen yenilgiye uğrayandır. Savaş ve kan dökülmesinden daha kötüsü de yoktur.

Ali'nin yanındaki ana ilke, korkunç facialardan söz ederken İslamiyet'ten önce cahiliye kabilelerinin yanındaki savaş belirtileri durumunda olan saldırılardan söz etmesidir. Onun görüşüne göre, saldırılar, putlara tapmak ve kızların diri gömülmesi aynı özden kaynaklanmaktadır. Her halükarda bunlar yaşam ve insan gerçeğinin canililiğinin somutlaşmasıdır. Ki, cahillikten daha kötüsü olamaz. Ali şöyle diyor: Diri gömülen kızlarla, tapılan putlar ve gerçekleşen saldırılarla cahilliğin ortaya çıkmasıdır.
 


26) Tebzir, Mübezziri: Ölçüsüz ve gereksiz harcama.
27) Mevali: Sözlük anlamı itibariyle bağlı, ancak statü itibariyle o günkü Arabistan koşullarında köle olmayan ancak kimsesiz, yani aşiretsiz olan yoksul ve korunmaya muhtaç kişi olup onu korumak için nüfuz sahiplerine bağlı olmak zorunda olan toplum kesimidir.
28) Allah'a sığınmak: Öyle bir ceza vereceğim ki Allah senin yaptıklarından dolayı beni mazur görecek.
29) Buradan Başlamalı S. 26 Halit Mehmet Halit
30) Suhra: Karşılıksız, bedava olarak birilerini devlet işinde veyahut bir başka işte çalıştırmak.
31) Because. Bu kitabın 90 ncı sayfası.
32) Eski Mısır Kralları Firavunlarına nispeten.
33) Yani bütün insanların.
34) Kendisinden sorumlu olmalıdır.
35) Reyhan güzel koku anlamında olup güzel kokusu olarak anlaşılmalıdır.
36) Kıble Sahipleri: Müslümanlar kastediliyor.
37) Söz veren ya da zimmet ehli: Muahit, Müslümanların yönetiminde kalan yani zimmetinde sayılan kitap sahiplerine söylenen bir söz.

28.02.2002

Devamı (6. Fasikül)