<%@ Language=VBScript %> Hz.ALİ (6) Sayfa 2

 

6.FASİKÜL   
SAYFA> | Giriş | 1 | 2 | 3 |   

Bireyler arasında ve toplumlar arasında barışı etkinleştirip savaşı kınamanın güçlendirilmesi doğrultusunda insanın insan üzerinde sözüne bağlılık (vefa) borcu vardır. Verilen sözün de tek mezhep bireyleri ya da değişik mezheplerden bireyler arasında olmasının hiçbir farkı yoktur. Aynı şekilde bir ulusun bireyleri ile değişik ulusların bireyleri arasında da olmasının farkı yoktur. Müslüman, teslim olan ya da savaşan bireyler arasında da, ya da iki dost veyahut düşman arasında olmasının da farkı yoktur. İbn Ebi Talip'in yönetiminde vefa borcunu alıkoyan ne mezhep, ne ulus, ne barış durumu, ne de savaş durumu vardır. Çünkü vefa borcu, daha önce söylendiği gibi barışın temellerini güçlendirir. Barışta ise, Ülkenin güvenliği ve insanların mutluluğu mevcuttur. Ayrıca, yasa ve bağlarla birbirine bağlı bir topluma hizmet olduğu gibi İmam'ın elinden geldiği kadar yüceltmeye çalıştığı insanlık vicdanının besinini içermektedir. Bütün bunlardan dolayı vefa borcu; bireyler, toplumlar, kabileler ve halklar arasında yakınlaşmanın ve dostluğun nedenidir. Her halükarda söz veren ve söz alanların ikisinin kişiliğindeki insanlığa saygı ve doğruluğun belirtisidir. Ayrıca, taraflar arasındaki güven sözüne bağlılıkla birlikte gelir. Taraflar birbirine güvenirse, duyduğu özgürlüğü bu güven çerçevesi içerisinde yaşama geçirebilir. Onun için de sözüne bağlılık İbn Ebi Talip'in Halifelik ve egemenlik dönemindeki temel yasasıdır. Her kim bir söz verir ya da emanet alırsa vücudu ve canıyla bunları koruması koşulunu koydu. Ya yok olur ya da yerine getirir.

İbn Ebi Talip sözünde durmamaktan üzüldüğü kadar yalan söylemekten üzülürdü. Bir hutbesinde şöyle diyor:

Vefa ve doğruluk ikizdir. Bundan daha iyi bir koruyucu göremedim. Dönüşün nasıl olduğunu bilen kalleşlik yapmaz. Öyle bir zamana geldik ki, herkes kalleşliğin iyi olduğunu görüyor. Cehalet dönemindeki insanlar gibi iyi bir hile olarak görüyorlar. Nedir bu? Allah onlarla savaşsın. Sabit olmayanlar, hile ve bunun gibi sorunları Allah'ın emirleri ve yasakları dışında görür de yapabildiğini göz göre göre bırakabilir. Din bakımından hiç bir sınırı olmayan da bunun verdiği fırsattan yararlanır. (39)

Mısır'daki yöneticisine gönderdiği bir mektubunda şöyle diyor:

Düşmanınla bir anlaşma yapacak olursan ya da söz verirsen, sözünde dur. Zimmetin hep emanete sahip çıksın. Kendini verdiklerinle bırak. Yani canını feda ederek sözünde dur. Nefsine karşı kalleşlik yapma. Sözünde duramazlık yapma. Düşmanını gafil avlama, yani aldatma.

İnsanı ve hatta düşmanını dahi aldatmamasını isteyen bu tavsiye ile yetinmemekte; yöneticiler arasında söz alam aldatacak yerine getirmeyip onu inkar etmek ya da şiddet uygulamak amacıyla istenenin dışında yorumu ya da çevrimi yapılabilecek söz verebileceklere ısrarlı bir şekilde, böylesilerine şöyle diyor:

Yorumu yapılabilecek bir anlaşma yapmayın, vurgulanıp belgelendikten sonra bir sözün yorumuna sığınmayın.

İbn Ebi Talip, uygun gördüğü bir şeyi ya da uygulanmasını emrettiği bir çizgiyi kendisi bütün varlığıyla yaşamadan ve her durumunu kendisi bizzat uygulamadan başkasından istemezdi. Sözüne bağlılık kendi görüşü ve çizgisi olduğuna göre de ne kadar zor ve ağır olursa olsun onu bundan alıkoymazdı. Bunların örneği de Sıffın olayında, meşhur hakem olayı etkisi sonucundaki durumdur. Bu aldatmaca açığa çıkar çıkmaz. Muhammet Bin Cureyş Ali'ye giderek şöyle dedi: Ey Müminlerin Emiri, Bu sözden vazgeçmenin hiçbir yolu yok mudur? Vallahi bizi küçültmesinden korkuyorum. Bununla Ali'nin imzaladığı Hakem sözü ya da hakem anlaşmasına işaret ederek sorunda bir aldatmacanın olmamasına dikkat çekiyordu. Bunun üzerine Ali: Yazdıktan sonra mı reddedelim? Bu helal değildir! Ayrıca, Emanetlere sahip çıkın. Ve Emanetim söylediklerimin rehinidir, diyen Ali'dir.

* * *

Ali'nin barış çağrısının, uzak sonuçlarıyla insanlar için istediği adalet, özgürlük ve eşitliği dile getirdiğini görmekteyiz. İçinde geçenler, insan uğruna kapsamlı çaba doğrultusunda ilan ettiklerinin bir anlatımıdır. İnsanlığın içinde serpilip gelişeceği bütün alanları kapsayan bir çizgidir.

Ali, kardeş olan, insanlığın bireyleri arasındaki yakınlığı isteyen çağrısıyla insanlığın bütün eski atalarını bir tutmaktadır. Bu çağrısı Muhammet'in şu kutsal duygusuna ne kadar benzer: Allah'ın kulu ve kardeş olunuz. Ayrıca yine peygamberin, birilerinin sorusu üzerine öne sürdüğü şu yüce düşünceye de ne kadar benzemektedir: İşlerin en iyisi hangisidir? Yanıt olarak şöyle diyor: işlerin en iyisi barışı dünyaya yaymaktır.

Ali'nin sesi, içeriği ve amacı bakımından Aşia'nın sesine ne kadar benzemektedir. Bir araya geldiklerinde insanların durumlarını gözü önüne getirerek, yakın ya da uzak bir gelecekte isteğinin olacağını görüp şu yüce sözleri söylemektedir:

Esirlere: serbestsiniz, karanlıklar içindekilere de ortaya çıkın denecek. Yollarda otlanacaklar, otlakları da her tarafta olacak. Yabanda yollar, çorak topraklarda nehirler ve fışkıran sular olacak.

İnsanlar içinde oturacakları evler yapacak, bağlar yetiştirip meyvelerini toplayacaklar. Kendilerinin yaptıklarına başkası oturmayacak, kendilerinin yetiştirdiğini başkası yemeyecek.

Kılıçlarını eritip para yapacaklar, kalkanlarını tırpan yapacaklar. Kurt kuzuyla, kaplan keçiyle kalacak. Hiçbir ulus diğer ulusa karşı kılıç kaldırmayacak. Daha sonra da savaşı hiç öğrenmeyecekler.

NE ZALİM VAR NE DE MAZLUM

- Küçümsenen ta ki hakkını alıncaya kadar benim yanımda değerlidir. Değerli olan da ondan hakkı alıncaya kadar benim yanımda küçümsenir.
Ali

- İnsan güzelliği sevdiği kadar çirkinlikten nefret eder. Adaleti istediği kadar da zorbalıktan nefret eder. Varlığın sıcaklığını sezdiği an yok olmanın soğukluğunu duyar. Ayakları onu yeryüzü derinliklerindeki mağara, vadi, sahra ve dağlara değil, dostluk diyarına götürür. Bunlardan nefret etmeyen de sevilmeyen kişidir.

Alevilik öyküsünün halkaları genel sorunlarla çok sıkı bir şekilde bağlıdır. Ali'nin yetenekleri, yönetimle, egemenlikle, yüce ahlakla öylesine iç içe girmiştir ki; bu birliktelik sonucunda bütün elemanlarıyla eksiksiz ve mükemmel bir alevi kişilik oluşturmaktadır. Böylece, onun tekel ve sömürücülüğe karşı olan devrimi, zulüm ve zalimlere karşı olan bir devrimdir. Topluma zarar verecek şekilde

zenginlik ve güçleri sömüren sömürücü, zengin ve güçlülere karşı, kendilerini yüksek gören aptallara karşı kini, her tür despotizme karşı bir kindir. Adaletli bir şekilde, insan olarak doğan ve sadece yanlış toplumlarda küçümsenen zayıfları şiddetle korumaya çalışması, özgür olarak doğan bizzat insanlık onuru küçük düşürülmeden küçük düşürülemeyecek köleleri kurtarmaya çalışması, küçük düşürüp zulüm edene karşı bir kindir.

Şimdiye kadar gördüklerimizden İmam'ın gereksinim sahipleriyle birlikte olan zaferinin mazlumun bir zaferi olduğunu, İmam'ın insanlık ve toplum düşmanlarına, vicdanın öngörüsü dışında davrananlara karşı kızgınlığının zalimlere karşı bir kızgınlık olduğunu görebildiysek; bu hiç bir zaman İbn Ebi Talip'in zulüm ve zalimlere karşı tutumunu ele almamızı engelleyen bir sebep değildir. Zulmün eksikliği, tekel, sömürü ve onurların hiçe sayılmasındaki eksiklikten daha fazla değildir. Onun eksikliği de diğer eksikliklerden az değildir. İmam'ın her halükarda, zulümden söz etmeyen bir sözünü, hutbesini veyahut vasiyetini bulamazsın. Onun devrimi de, zulmün ruhu ve anlamı üzerinde yoğunlaşmaktadır. Dili ve beyanından çıkan her lanet zulme yöneliktir. Onun için, Ali'nin zulüm ve zalimler karşısındaki tavrını ele alan, kamuyu zalimlerin zulmünden ve gaspçıların gaspından korumak için vicdanı ve diliyle, çizgisi ve zülfıkarıyla savaşmayı hiç ihmal etmeyen İbn Ebi Talip'in tutumunu ele alan bir bölüm ayırmak gerekir.

İnsanlık tarihindeki zulme karşı savaş, insan varolduğundan beri değişik şekilleriyle mevcuttur. Bu savaşımın zalim ve gaddar dönemlerde yükünü kaldıranlar, cahillerin zulmü arttıkça insanlık tarihine şeref verecek kadar çoktu. Bu savaşçılar, sürekli bir nöbet, yardım içerisinde, birbirlilerinden savaşçılık ruhunu miras alarak devam ettiler. Hayatları birbirine bağlı savaşım halkalarından oluşanlar insanlığın en yüceleriydi. Mesih'in tarihi, Roma sömürgecilerine ve iç sömürgecilerden oluşan kral, aristokrat ve toplumsal putçulara karşı bir savaşımdan ibarettir. Muhammet'in hayatı da, kasıp kavurarak geçen ve mazlumun istediği gerçekleşmeden serin esintilere dönüşmeyen Mesih'in hayatının bir devamından ibarettir.

Mesih ile Muhammet için söylenenler; Socrates, Galilo, Volter, Tolstoy, Puşkin, Beethoven, Gorki, Ruso, Jorc Bernardço, Gandi, vb. insanlık tarihinin rumuzları için söylenenlerle aynıdır. Zulüm insanların nefsinde ve vücutlarında onun yani vücutlarının bir parçasına dönüşürse yemek, içmek, solunum gibi onu uygulamak kolaylaşır. Bunu Nöron, Cengiz han, Memalik artıkları ve Osmanlı paşalarında, Teftiş Divanı adamlarında ya da orta çağlardaki Avrupa'nın "kutsal" mahkemelerinde ve alçak Betra, Kesra firavun, sultanlarda, Hacca bin Yusuf, Ziyad Bin Ebiyh, Ubeydullah Bin Ziyad ve Müslüm Bin Ukeybe ve bunun gibilerinin hayatlarında görebiliriz. Aynı şekilde Zulme nefret de diğerlerinin nefis ve vücutlarında onların bir parçasına dönüşerek kalp atışlarıyla birlikte yaşar.

Bununla ilklerin, içinde barındırdığı vahşet ve çirkinlikleriyle birlikte hiçbir çaba harcamadan zulmü sürdürmelerini yorumlayabilirim. Bu zulüm birçok zaman küçük ya da büyük hiçbir amacı olmadan yapılırdı. Eşyanın doğası olarak gerçekleşirdi. Hacca İbni Yusuf birçok dostuyla birlikte sofrada oturduğu bir anda nöbetçileri çağırıp önünde titrek bir şekilde duran, miskin ve hiçbir suçu olmayan yaşlı birisini işaret ederek "Bunun kafasını kes" derdi. Daha sonra da hiçbir şey olmamış gibi yemeğine devam ederdi. Bunu çok basit bir şekilde sanki yanında çalışan garsona seslenip "Soğuk su getir" dercesine yapardı. Nöron, kadehi içip şiir, müzik ve türkü dinlerken Roma'yı bile yakıyordu.

Aynı şekilde bununla diğerlerinin zulüm ve despotizme karşı savaşımlarında olmazsa olmaz şeklindeki ısrarlarının sebebini yorumlayabilirim. Bu ısrar öyle bir ısrar ki, Socrates, bu ısrarın kesin bir sonuca varacak diye zehri ilaç içer gibi içirten bir ısrardır. Volter, Avrupa'daki zamanının en büyük başına karşı susuz olanın suya, aç olanın ekmeğe saldırdığı gibi saldırtan bir ısrardır. Hüseyin Bin Ali, Emevi devleti ona karşı bilendiğinde dostları önünde durup: Biz seninle birlikte ölmeye varız, dedirten bir ısrardır. İnsanlık evlatlarının bu yüce taifesinin başında Ali Bin Ebi Talip gelmektedir Kendisinin de dediği gibi hakkaniyeti kurup haksızlığı gidermek için gelmiştir. Devletteki sınırı da bu sınırdır. Ancak bu sınır içerisindeki dünyası çok geniş olmakla beraber zamanındaki zalimler sayıca çok olmakla beraber daha fazla zalimaneydiler.

Ne zalim, ne de mazlum! İbn Ebi Talip'in iradesi budur. Zamanının istemediği şey de budur. Bu iradesi ile o zamana uymayı öyle reddetti ki, mazlum olanlar dahi içlerindeki kökleşmiş korku sonucunda zalimlerine karşı koyamadılar. Yüce yürekli olanlar hariç, insanlar cahilliklerinden rüşveti kabul ettiler.

Ancak insanlar üstüne gelmişken, etrafındaki etkin olanlarla birlikte üstüne gelmişken Ali'nin zayıf düşmesi mümkün müdür? Garip ve hüzünlü atlının, yırtıcı aslanla yaşadığı, insanların ölümü kuşkusuz sevmeyerek yaşadığı yeryüzünde zayıf düşmesi mümkün müdür?

"Zalimin zulmünü arttırdığı", etkin olanların "kuşkularla iş yapmaya devam ettiği" vicdan ticareti yaparak, zenginliklerin ücreti mukabili vicdanlarını verdikleri, ülkenin yolsuzluklarla dolu olduğu, zalimlerin zulümlerinden hiçbir ödün vermeyip övünce boğuldukları değişik renklere girip her hakkaniyete bir haksızlıkla, şiddet ve cezalarla cevap verdikleri adaleti ve hakkaniyeti kullandıkları, yeryüzünde zulmedip, bozgun yaratıp, şiddet kullandıkları bir anda zayıf düşmesi mümkün müdür?

Bizzat taraftarları: Çağıranların çağrısını yerine getirip, onlara düşman olanların yüreği rahat etmemişken, Onları elde edenler boşa giden bir ok elde etmişken, kulakları var ama sağırlar, sözleri var ama dilsizler, ne buluşulduğunda özgürce içten buluşuyorlar ne de zor durumlarda içten bir kardeş olabiliyorlarken kendisi nasıl zayıf düşsün?

İnsanın böylesi şartlarda zayıf düşebilmesi için Ali Bin Ebi Talip dışında birisi olması gerekir! Ali'nin insanlara beslediği derin sevgi, insanlara yapılan cefa karşısında, yaşamı pahasına da olsa ödün vermemeye itiyor onu! Sevgi ve şefkatin gereği zalimlere karşı devrimden vazgeçmeyi gerektirdiğini söyleyen veyahut sıcak sevginin belirtilerinden birisinin de isyan etmeden teslim olmak veyahut bu isyan içerisinde zoru kullanmamak olduğunu söyleyen dinime (40) yalan söylüyor ya da doğanın realitesini bilmiyor. Sevgi ve şefkat -kuşkusuz- sevdiklerini bulundukları zincirlerden kurtarmak için seni zalimlere isyana götürür. Şefkat, sevgi ve bağlılık bazı durumlarda seni en şiddetli olan zora iter.

İnsan güzelliği sevdiği kadar çirkinlikten nefret eder. Adaleti istediği kadar da zulümden tiksinir. Varolmanın sıcaklığını hissettiği kadar yokluğun soğukluğunu hisseder. Yaşam kendisi için bir tapınak ve cennet olmadıkça kılıcını çekip adı zalimlerin boynuna dayamaz. Sevgi diyarına gitmedikçe ayakları onu yeryüzünün mağaralarına, vadilerine, dağlıkların kayalarına götürmez. Ancak nefret etmeyen insan sevmeyen insandır!

Ali'nin içindeki sevgi ve inceliğin bir başka örneğini öne süreceğim, bunlar, her türlü zulmün yok edilmesi için şiddet ve isyanla, eşyaların kendi özüyle birleştiği gibi birleşmektedir: Şevde bint Ammare el-hemezaniyeh, sadakalarını vermek üzere görevlendirdiği adamdan şikayet etmeye geldiğini anlatıyor. Sevgi ve şefkatle senin bir gereksinmen var mı diye sordu. Bunun üzerine adamın yaptıklarını anlattı. Ali ağlayarak şöyle dedi: Allah'ım ben onlara halkına (41) zulmetmeyi ve hakkından(42) ayrılmayı emretmiyorum. Daha sonra cebinden bir kağıt parçası çıkararak şöyle yazdı:

...Ölçü ve terazinin hakkını verin insanların mallarını önemsemezlik etmeyin, yeryüzünde bozguncu olarak yaşamayın. Benim bu yazım eline varır varmaz, sende bulunanları senden almak üzere birisi gelinceye kadar koru!

Mazlum kadına şefkati onu ağlatacak düzeyde olurken, bu şefkatin daha sonra şiddete, hızlı kati ve kesin dilli bir buyruğa dönüşerek zulmeden sadaka toplayıcısına nasıl yöneldiğine bir bak.

İbn Ebi Talip zulme karşı savaşımdan hiç geri kalmadı. Yeryüzünde bir azizin küçümsenen birisi üzerindeki zulmü, bir büyüğün küçük birisi üzerindeki baskısı kaldıkça bu savaş hafiflemedi. Hakkaniyet ve haksızlık arasındaki savaşımda dayanıklılığını sağlayan, savaşımı yönetme gücünü kendine veren sevgi ve şefkate sahip oldukça da zayıflamayacak.

Ali, iyinin rahat etmesi ve zalimden kurtulmayı sağlayıncaya kadar zayıfın güçlüye, mazlumun zalime karşı sığınacağı bir imam'ın varlığına kesin bir şekilde inanıyordu. Allah bile insanlara zulüm yapmayacağına dair söz vermişken zalimler onlara nasıl zulüm yapsınlar! Emirlerini zulüm karşısında sınamıştı şayet zulmederlerse onları alıkoyardı. Zalime herhangi bir mühlet verse dahi onu alıkoyacak çünkü kendisi yolunu kesmesi için hazır beklemektedir. Böylesi bir durumda da, Zalime karşı adaleti gerçekleştirmek, mazluma olan zulüm gününden daha şiddetli olacak. İbn Ebi Talip'in sürekli buyruklarından birisi de; Zalime karşı şiddet uygulamanızı emrettim. Adi zalimlerin peşini bırakmayın!

Evet! Hakkaniyet ve haksızlık arasındaki savaşımda dayanıklılığını sağlayan sevgi ve şefkate sahipti. Uzaktan bu savaşıma baktığında kısaca şöyle demektedir: Şehrinde reformları öne çıkararak kullarından mazlum olanları koruyalım. Daha sonra kendisi savaşa giderse şöyle derdi: Vallahi zalime karşı mazluma insaflı davranacağım. İstemese de zalimi halkasından çekip hak yoluna getireceğim. Ya da şunu söylerdi: Zulmü bırakın, insanlara karşı insaflı olun, yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Bizzat kendisi savaşımın içerisinde ise, taraftarlarını az, düşmanlarım çok görürse kendi durumuna ve insanların durumuna bakarak şöyle derdi:

Ne zayıf düştüm, ne de korktum. Hakkaniyet ortaya çıkıncaya kadar haksızlığın üzerine gideceğim.

Ayrıca, şehit olacağını gözüyle görse dahi zalime karşı savaşmaktan hiç durmadı. Yeryüzünün her tarafında, ve yeryüzündeki bütün insanlar Araplara destek olup bütün Araplar ona karşı savaşacak olsalar dahi umursamazdı!

İbn Ebi Talip, kendine ve yaptığının adaletine olan güveni arttırarak şöyle diyor:

Hakkını alıncaya kadar ezilmiş olan benim yanımda seçkindir. Güçlü olan da benim yanımda elinden başkasının hakkını alıncaya kadar zayıftır. Vallahi, ölüme de gitsem veyahut ölüm karşıma çıksa dahi umurumda değil.

Kendisi zalimlere karşı savaşır da yeryüzünde onların bir şeyleri kalırsa şöyle der:

Zulüm sahiplerinden bir şeyler kaldı. Allah izin verseydi, yeryüzünün değişik yerlerinde dağılanlar hariç hepsinden kurtulurdum.

Ali'nin inancına göre bilim adamları, ümmetin önderleridir. Büyük sorumluluk taşırlar. Bu sorumlulukların başı da, zalime karşı koyup mazlumu zafere götürmektir. Şöyle diyor:

Allah bilim adamlarından hiçbir zalimin en ufak bir zulmünü, ve hiç bir mazlumun en ufak bir iniltisini kabul etmeyeceklerine dair söz almıştır.

Ne zalim insanların, ne de onlara yardım eden veyahut zulümlerine karşı sessiz kalanların saflarında bulunmamak için Ali, insanların günahlarını sıralamaya koymuştur. Bunların bazıları affedilir, sadece zulüm affedilmez. Şöyle diyor:

Affedilmeyecek günah insanların birbirlerine zulmüdür. Her şeye karşın zayıfa yapılan zulmü en kötü zulüm olarak görmektedir.

Böylece İbn Ebi Talip, zulmü bütün çeşit ve biçimleriyle özellikle de maddi zulmü kaldırmayı halk yönetiminin temeline koydu. Zalimlere karşı vicdanından ayrılmadan diliyle ve kılıcıyla savaştı. Yüce bir şehit olup düşünceye kadar zalimlere karşı koydu. Çağının kayganlığı içerisinde ayakları tutunabilseydi birçok şeyi değiştirmişti.

İbn Ebi Talip'in mucizesi budur...

Devamı