<%@ Language=VBScript %> Hz.ALİ (6) Sayfa 1

 

6.FASİKÜL   
SAYFA> | Giriş | 1 | 2 | 3
  

ÖNCESİ (1.FASİKÜL)

Savaşa karşı olan tutumu kavgayı en dar sınırına (Düello) kadar indirgeyerek reddetmiştir. Şöyle diyor: Düelloya davet etmeyin. Ali'yi okuyan şuna dikkat etmiştir: İnsanların bazı ahlaki yönlerini ve yaşamın bazı yönlerini sürekli kınamıştır. İnsanların ahlaki yönlerinde ilk kınadığı şey fitneye ve saldırganlığa eğilimidir. Yaşamın kınadığı yönü ise savaştır. Sorunlardan biri onu heyecanlandıracak olursa hemen şunu söyler: Savaş, soygun ve yağma dünyasıdır.

Savaş hakkı yok ettiği kadar haksızlığı örtbas eder. Ali'ye göre yeryüzü ile gökyüzü hakkaniyetle varolmuştur. Hakkaniyetle insan yücelir, toplum kalkınır ve dünya mutlu olur. Haksızlık ise utandırıcı rezillikler topluluğudur. Sorun böyle olduğuna göre de savaşın son bilançodaki önemi nedir? Utandırıcı rezillikler topluluğudur. Çünkü gelmesi durumunda karıştırır. Yani haksızlık yücelir ve hakkaniyetin sesi kısılır. Barış hakkaniyet olduğuna göre de, hakkaniyetten yana olmayan mezhep yoktur!

Ali'nin savaşa bakışının temeli budur. Bunda da şaşırılacak bir şey yoktur. Çünkü bu bakış açısı, kendisinin özgürlüğe olan derin inancı, insana güveni, yaşama, canlılara derin saygısı ve canlıların yararlı çalışma doğrultusunda yapmaları gerekenlerle tam bir uyum içerisindedir.

Onun için bazı durumlarda dostlarına şöyle demekle yetinmektedir: Fitneyi engelleyerek barışa eğilim için düşmanınızın iyilikten kötülüğü kaydığını farz edin.

Onun için, savaşın nedenlerin ortadan yok etmek amacıyla herhangi bir hataya düşenin özür dilemesini ve kendisine kötülük yapılan kişinin de yapılan suç ne kadar büyük olursa olsun özrü kabul etmesini isteyerek şöyle demektedir:

Senden özür dileyenin özrünü kabul et. Şunu da söylüyor: Aklınla nefsine karşı savaş ki dostluk senin olsun!

Kendi taraftarlarının savaşa karşı barışı tercih etmelerini, kendileri ve bütün insanlık için sağlık dilemeleri konusunda ısrar etmelerini en takdir edilecek yön olarak görüyordu. Olmaları gereken konusunda şöyle diyor: Taraftarlarımız kızarlarsa zulüm etmezler, komşularına bereket, iç içe girdiklerine barış getirirler.

* * *

Savaşın bu kadar kötülenmesi ve barışa davet hiçbir zaman teslimiyet ve boyun eğme. anlamında değildir. Çünkü sorumluluktan kaçıp ipleri bozguncuların eline bırakmak demek değildir. Savaş bizzat savaş olduğu için istenmeyen bir şey değildir, tersine getirdiği kötülükler ve zararlar içindir. Barış ta bunun için sevilen bir şey değil, sahibine güven konusunda verdiği olanaklar, insanların toplumu iyileştirmesi için izin vermesi ve canlıların önünde geniş rahat yaşam koşulları verdiği içindir.

Bazı sistem ve yasalarda kötülük, zayıflara zulmü getirip büyük çoğunluğun ezilmesi ile son bulacağından, buna dokunmamak ve bu sistemi eritip yenisini getirmemek için bunun sahipleri barış isteyebilirler. Böylesi bir durumda iyi olan; savaşıp bu dogmatizmi yok ederek bunun sahiplerinin silinmesinde değil midir!

Bazı kişiler ya da kişilere benzer sınıflar da kötülüğü, yaşamı kendileri için bir kazanç kaynağı, yeryüzünü bir kazanım olarak gördükleri diğer insanların yaşamını ölüm ve kölelik kabul ettikleri için barışın hakkın kendilerine vararak onları yok edip dünyadaki kara örtüyü kaldırmaması için istemektedirler. Böylesi bir durumda iyi olan; savaşıp bu sınıfların yok edilmesi ve bu alçakların süpürülmesinde değil midir!

Savaş ve bansın mutlak bir değeri olsaydı, dünya halklarının despotlara, sömürücü ve sömürgecilere karşı giriştiği bütün devrimler kötü olurdu. Canilerin, kralların, çarların istemlerine boyun eğmek iyi ve sağlıklı olurdu.

İyiliğin özü insanların durumlarını düzeltmek için getirdikleriyledir. Yaşamlarında esen kalacaklarsa barış daha iyidir. Yok eğer yorulacak, kötülüklerle karşılaşılacak, ezilip hakları çiğnenecekse onurlu insancıl, baskıya teslimiyetin ve zulme boyun eğmenin bulunmadığı bir gerçek barış sağlanıncaya kadar savaşmak daha yararlıdır.

Ali Bin Ebi Talip, bu gerçeği tamamıyla ve her yönüyle kavramıştı.

Ali Bin Ebi Talip'in istemediği savaş Ebi Sufyan ve Ebi Lehep'in Muhammet'e karşı giriştikleri savaştır. Muhammet'in onlara karşı giriştiği savaş değildir.

Bin Ebi Talip'in reddettiği savaş, işgalcilerin ve bozguncuların savaşıdır. Hakkı arayıp iyilik isteyenlerin onlara karşı olan savaşı değildir.

Seni Cengiz han, Hülagu ve Hitler olmamaya çağırıyor. Ancak aynı zamanda bunların suçsuzları kılıçlarından geçirirken barıştan söz ederek yıkmaya çalıştığı insanlığın evlatlarından biri olmaya çağırıyor.

Böylece savaş Ali'nin inancına göre zorunlu bir hal de alabilir. Şayet bir mazlumu zalime karşı korumak, zorla alınmış bir hakkı geri elde etmek, soyulmuş bir mal, çiğnenmiş bir onur ve dökülmüş bir kan uğruna olacaksa ve savaşsız çözüm için defalarca çaba harcandıktan sonra olması şartıyla ve böylesi bir durumda savaş toplumsal ve insani bir zorunluluktur. Sıffın'da onun adamları savaş iznini geç verdiğini görüp ondan acele etmesini istediklerinde onlara verdiği cevaba bakınız. Ki, orada kendisiyle savaşanlar zalim olup daha önce haklarında şöyle söylemişti Hakkı şaşırmışlar göremiyorlar. Zulmü şiddetlendirip adaleti gerçekleştiremezler.

Adamlarına şöyle diyor:

Bütün bunlar ölümü istemediği için mi? Vallahi ben ölüme gitsem, ya da ölüm bana gelse hiç umurumda değil. Yoksa Şam halkından kuşkulandığı için mi? sözünüzle ilgili olarak da, Vallahi, bir gün olsun dahi savaştan uzak kaldıysam oda; bir kesimin hidayete varıp benim ışığımda gitmesinden umduğumdan başka bir şey için değil Bu da hatalarıyla çırpınıyor olsa dahi yanlışlığıyla birlikte ona karşı savaşmaktan daha iyidir benim için.

Daha sonra savaşın amacı, yalnızca zafer, ya da intikam veyahut karşıdakini incitip zaman vermek, herhangi bir esire, yaralı, kadın, yaşlı veya çocuğa kötülük yapmak olmaması şartı vardır. Amaç; Savaşın sahibi kendisinin haklı, düşmanının haksız olduğuna ve mutlaka bu adaletsizliği gidermek gerektiğine inanıyorsa hakkaniyeti sağlamaktır. Şayet amaç en az bir kavga ile gerçekleşirse hemen durdurulmalıdır. Kanın zorunlu ve tek çare olması dışında akmasını kınamak Ali'nin savaşlarının temel kuralıdır. Onun için -inancına göre- savaşın mantığı zalim olan düşmanına nasihat etmektir.

Vallahi mazluma karşı insaflı zalime karşı nasihatkar davranmalıyım.

Barış için teşvikin yeterli gelmediği birçok durumda düşmanını korkutma yöntemine başvururdu. Çünkü kendisi için önemli olan durdurulabilecek yerde kanın akmamasıdır. Al-Nehravan ahalisini korkuturken şöyle diyor:

Gerekçesiz olarak ve Allah'a hiçbir dayanağınız olmadan gelen bu akıntıya kapılmamanız için sizi uyardım. Daha önce de bu hüküm(38) için sizi uyarmıştım. Siz tamamıyla bunu reddettiniz. Ben de sizi isteğinize göre bıraktım. Sizi zorlayıp kötü kullanmadım. Sizlere hiçbir zararın gelmesini istemedim. Ayrıca, Sıffın'da düşmanlarının diş biledikleri ve bütün barış çabaları suya düştükten sonra hümanist yönüyle bir yaptığı duaya bakın:

Allah'ım, İnsanlara, hayvanlara görünüp görülmeyen bütün canlılara kıldığın bu yeryüzünün sahibi, Yeryüzünün direği, insanların dayanağı olarak yarattığın dağ ve tepelerin sahibi, düşmanımızın üstesinden gelmemizi sağlarsan zulümden uzak tut ve hakka bağla, onların üstün gelmesini sağlarsan bize şahadeti nasip kıl ve bizi fitneden uzak tut.

Savaş anında dahi, Ali'nin barış sevmesi ve ona bağlılığı, dost ya da düşman iki kişinin anlaşmazlığa düşmeyecekleri bir konudur. Barışa olan bu sevgisi savaşa olan bu nefreti ile ilgili birçok olay vardır. Bu olaylardan biri dev Cemel çarpışmasmdadır: Düşmanları toparlanıp askerleriyle üzerine yürüdüklerinde dostlarından toplanmalarını istedi ve şöyle dedi: Hiç bir ok atmayın, ya da bir kılıç sallamayın ve karşıdakini özürlü görün. Dostlarından üçünü vurup öldürünceye kadar da onlarla savaşmadı. Ondan sonra da Allah'ını üç defa tanık kılarak savaştı.

İmam, kendisine karşı savaşmak için gelenlerin önüne kendileri zırhlarını kuşanmış demirlerle sarılmış olmalarına rağmen kendisi silahsız ve korumasız olarak kendilerinin savunduğu kibir ve sertliğe karşı çıkıp seven bir yürek lehçesi, şefkat ve sevgi dolu sözlerle konuştu. Hatta kendileri, zırh ve kalkanlarla gece karanlığı gibi bir siyahlık oluştururlarken kendisi insana olan derin saygısından bir zırh, çabalarının haklılığına olan inancından bir kalkan, insanlık vicdanına olan güveninden bir siper, mazluma olan şefkatinden, hakka olan bağlılığından, barışa olan sevgisinden askerlerle onlara karşı koydu. Şu sözü söyleyen kendisidir: Zararından sakındığın kişinin kardeşliğini iste. Düşmanlıktan en çok nefret eden kendisidir. Çünkü düşmanlık ve iki yüzlülük doğurdukları nifakla bireyin ahlakını yıkar ve toplumun kişiliğini yok eder. Kendinizi düşmanlık ve ikiyüzlülükten koruyun çünkü insanın kalbini hasta eder ve bunların sonucunda nifak doğar!

Savaşa karşı nefretinin belirtisi olarak, kardeşliğe ve sadakate daha yakın bir yöntemle sorunların çözümüne olan eğilimi ve böylesi koşullar için şu kuralı koymuştur: (Düşmanını iyilikle yen, çünkü bu zaferlerin en iyisidir.) Ayrıca yalnızca insanın ve has insanın önemini bilebileceği bir realiteyi yani savaş kötüdür ve yenenin elde ettiği iyiliğinde hiçbir önemi yoktur, çünkü kötülükle elde edilmiş bir iyiliktir realitesini vurgulamak için düşmanlarına karşı bu şekilde çıkmıştır: Kötülükle elde edilmiş bir iyiliğin, zorlukla elde edilmiş bir kolaylığın ne yararı var ki! Onun için kendisi bu kötülüğü her yöntemle bertaraf etmeye çalışıyor. Kolaylığı da zorluksuz yarayan şekliyle istiyor. Düşmanları illa da savaşmak, kendisinin ve yanındaki diğer iyi insanların kanını isterlerse bu çağrısını yineliyor ve kendileri ısrar edip savaş bir sosyal ve insani zorunluluk haline gelirse onların savaşa başlamalarını isterdi. Şayet böylesi bir şeye yellenirlerse onlarla savaşır. İbn Ebi Talip, ölümüne giderdi ölüm olmasa dahi, kimse ona dayanamaz, kahramanları devirirdi.

Zorbalık olarak gördükleri adaleti, ayaklar altına almak istedikleri onuru, kölelik olarak görmek istedikleri özgürlüğü, kendisinin değerli gördüğü ve onların, ellerindeki bütün imkanlarla ve ağır zincirlerle başı eğik görmek istedikleri insan uğruna bir onur savaşıydı.

Onsuz kalmak adilik ve küfürdür. Bu tür bir savaş sosyal zorunlulukların ve insani istemlerin savunulmasıdır. İmam-ı Ali Muaviye ile savaşı üzerine şöyle diyor:

Bu sorunun yüzüne gözüne baktım, altını üstünü inceledim, önümde ya savaş ya da küfrü seçmek vardı.

İbn Ebi Talip'in Cemel vakasının birinci bölümünü kısaca nasıl ele aldığı aşağıdadır:

Talha ve Zübeyr bana ilk biat edip ondan sonra biat'tan sebepsiz vazgeçenlerdendi. Müminlerin önünde Basra'ya çıktılar. Muhacirin ve Ansarlarla onlara çıktım. Vazgeçtiklerinden geri dönmelerini istedim. Kabul etmediler. Dualarla iyi bir şekilde karşılamaya çalıştım.

Ali Küfeye gitmek üzere yola çıktığında oğlu Hasan'ı, amcası oğlu Abbas oğlu Abdullah'ı, Ammar Bin Yasir'i ve Kays bin sa'd bin Abbade'yi fitneyi kereler diye onlara gönderdi. Fakat kabul etmediler. Bunun üzerine Ali şöyle diyor:

Onlarla (Muhacirin ve Ansarlarla) yürüdüm. Basra sırtlarına varıncaya kadar. Dualarla mazur görmeye çalıştım. Biatlarına geri dönmelerini istedim. Reddettiler. Allah'tan onlara karşı yardım diledim. Ölenler öldükten sonra kaçmaya başladılar. Savaştan önce istediklerim konusunda bana bir daha geldiler, kabul edip kılıçları çektim. Abdullah Bin Abbas'ı bununla görevlendirerek Züfere bin Kays'ı onlara gönderdim. Biz ve onları sorabilirsiniz.

Üstün cesareti ve derin inancı sayesinde zafer'i elde ettiyse de acı bakımında galip olanın tattığı acının aynısını tatmıştır. Ağlayarak sızlandı. Hiç beklenmedik bir şekilde üzüntüyle köşesine çekildi. Çocuklarını çok seven ve zulümden şiddetli biçimde nefret eden büyük bir yüreğin açışıydı. Bu kavim, zalim çocuklarıdır. Kendisi de, tıpkı ateşle ateşin şiddeti arasında kalmış gibi çocuklara şefkati ve zulme olan nefreti arasında kaldı.

İmamın en nefret ettiği şey, akıtılmış kandır. Emri altındakilerin ve taraftarlarının -savaşsa dahi- kendisinin kan akıtılmaması doğrultusundaki emirlerinden de öte hak ve adaletin gereği olmayınca kan akıtmayacaklarına güveni vardı. Buna ek olarak bu konunun genel yanını ve kendisinin saf insancıl duyguları ortaya çıkaran dahiyane görüşü mevcuttur: İmamın görüşüne göre; kan dökmek egemenliği yok eder ve egemenliğin anlamını yitirtir, özellikle de kasıtlı kan dökmek, ki bunu hiç affetmezdi. Yanındakilerden birisine şöyle diyor:

Egemenliğini haram olan bir kanı dökerek güçlendirme. Çünkü böylesi bir şey onu (Egemenliği) zayıflatarak küçük düşürür. Ayrıca yok eder. Kasıtlı öldürmenin ne Allah'ın yanında ne de benim yanımda bir özrü olamaz.

Bu konuyla ilgili okuyucuya garip bir örnek sunacağım: Ordu içerisinde öldürmeden ve insanlara eziyet etmekten nefret edenler dışında kimsenin bulundurulmamasını adamlarından isteyen İbn Ebi Talip'ten başka hangi insan vardır? Ayrıca özrü kabul eder, bağışlar, şefkatli ve temiz yürekli idi. Hiç bir zaman şiddete başvurmaz. Sert değildi. Mısır'daki adamına şunları söylerken bak ne diyor:

Askerlerin arasında temiz yürekli ve şefkatli olanları egemen kıl. Kolay sinirlenmeyen, özrü rahatlıkla kabul eden, zayıfları kollayan, güçlülere karşı şiddetli olan, şiddet karşısında sakin kalan vs.den olsun...

Öyleyse Ali barışı sever ve onun için emrederdi. Savaştan nefret eder, onu istemez; Ta ki ısrarlı bir şekilde kendisi üzerine gelmedikçe. Vuku bulduktan sonra da, iyilik ve sevgi ile tedarik etmeye çalışırdı. Savaşa girse dahi fazla öldürmemeye çalışırdı. Yapabildiğince de affederdi. Yapabildiğine göre de hep affederdi. Daha sonra yenen ve yenilene başsağlığı dilerdi. Düşmanından barış için bir çağrı alması durumunda hemen karşılayarak Barışta askerin iyiliği, dertlerden kurtulma ve ülkenin güvenliği vardır, diyerek bu çizgiyi izlemeleri için komutanlarına ve adamlarına yönelik birçok emri yanında ahmakça eski çağlarda yönetici ve savaşçıların alışageldiği gibi hemen kılıcı çekerek savaşmamalarını isteyen tavsiyeleri vardır. Bunların içerisinde şu sözü vardır: Ellerinizi, kılıçlarınızı dilinizi döndürdüğünüz gibi hareket ettirmeyin. Ayrıca şöyle diyor: Şüpheyi cezalandırmam, çağırıp ondan özür dilemesini istemeden onunla savaşmam. Şayet reddeder ve illa da savaşı isterse Allah'tan yardım dileyerek onunla karşılaşırım. İbn Ebi Talip'in ona saldıran düşmanlarına karşı tutumu üzerine ayrıntılı olarak konuşacağız.

* * *

 Devamı