Bismillahirrahmanirrahim
Sayın Yavuz Selim,
Selam'un Aleykum,
İlmi sorularınız için size teşekkür ediyoruz.
Son sorunuzun cevabına gelince,
Takiyye, insanın canını ve malını zalimlere karşı koruması için
din çerçevesinde konulmuş bir hükümdür. Bu hüküm bir çok diğer
ibadi vb. hükümlere göre öncelik taşımasına rağmen bu hükümden
daha önemli hükümler de dinde vardır. Buna göre, canı ve malı
korumaktan daha önemli bir mükellefiyet söz konusu olduğunda artık
takiyyeye yer kalmaz.
Örneğin dinin temeli tehlikeye düşer ve dinin korunması için kişinin
hakkı açıkça söylemesi veya kıyam etmesi gerekirse, o zaman takiyye
meşru olmaz. ve dini korumak kendi canının tehlikeye atmayı
gerektirirse bile kişinin bu yolda hareket etmesi farz olur. Önceki yazılarımızda
da işaret edildiği gibi böyle bir durumda takiyye haram olur.
Ehl-i Beyt Mektebinin ünlü fakihlerinden olan Muhammed Hasan Necefi Hz.
Hüseyin'in kıyamını fıkhi açısından tahlil ederken şöyle diyor:
"....Üstelik, Ceddi Hz. Muhammed sellallahu aleyhi ve alihi'in din
ve şeriatının korunması ve Yezit ve çevresinin kafir olduklarını
muhalif ve muvafık olan herkese açıklaması bu kıyamına bağlıydı."
(Bkz. Cevahir'ul-Kelam c 21 s. 296)
Ancak burada başka bir soruyla karşılaşırız o da, dinin tehlike de
olup olmadığını anlamak için başvurulacak ölçü nedir? Acaba bu
konuda herkesin kendi teşhisi yeterli midir?
Bu sorunun cevabında şunu söyleyebiliriz ki, bu konuda şahısların
kendi teşhisleri geçerli olmasa da kesin olan şu ki, en azından Müslümanların
önderi ve imamı konumunda olan Allah tarafından gönderilmiş ve
belirlenmiş olan peygamberler ve masum imamların teşhisleri kendileri
ve o dönemde olanlar için geçerlidir. Bu yüzden Hz. Hasan ve Hüseyin
gibi masum bir imam, bir dönemin kıyam veya takiyye dönemi olduğunu
belirledikten sonra, onun teşhisi sayesinde artık Müslümanların
vazifelerini belirlemiş olur.
Bu sorunun cevabının diğer boyutlarının da açıklık kazanması için
şu noktalara dikkat etmek gerekir:
A. Ehl-i Beyt Mektebindeki İmamet Anlayışı:
Ehl-i Beyt mektebinde Ehl-i Beyt İmamları Allah tarafından belirlenmiş
masum ve vehbi ilimlere sahip kişilerdir Onlar, hiçbir hareketlerinde
Allah'ın emirlerinden bir kıl payı bile çıkmazlar.
Bize onlara uymak ve onların emirlerine teslim olmak emredilmiştir;
hatta imanlı olup olmadığımızın en önemli ölçülerinden biri,
onlara kayıtsız şartsız tabi olup olmamamızla belli olur. Esasen
Peygamber'e ve masum imamlara bu kayıtsız şartsız itaat tevhid inancından
sonra dinin bize öğrettiği en önemli emirdir. Diğer emirler Allah
Teala'nın iradesi gereği ancak bunun çerçevesinde anlam kazanır ve
kabul olur.
Bizler zayıf aklımızla onların davranışlarının hikmetini anlasak
da anlamasak da bu böyledir.
Bu konunun daha iyi anlaşılması için aşağıdaki ayet ve hadislere
dikkat edin:
Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
"Rabbine and olsun ki, kendi aralarında çıkan ihtilaflı konularda
seni hakem kılıp sonrada senin verdiğin hükme hiçbir sıkıntı
duymaksızın tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olamazlar."
(Nisa: 65)
Ehl-i Beyt İmamlarından gelen sahih hadislerde şöyle nakledilmiştir.
"Bilin ki, eğer bir adam geceleri ibadetle gündüzleri oruçla geçirir,
tüm malını Allah yolunda sadaka verir ve ömür boyunca her yıl hacca
gider de Allah'ın velisinin velayetini tanımaz; onun velayetini kabul
etmez ve tüm amelleri onun kılavuzluğu ile olmazsa yaptığı amellerin
mükafatı konusunda Allah'a bir hakkı olmaz ve iman ehlinden de sayılmaz".
(El-Kafı c.2, s. 18; Vesailu'ş-Şia c. 18, s. 44.)
Diğer bir hadiste şöyle yer almıştır: "İblis Adem (a.s)'a
secde etmeğe emredildiğinde Allah'tan istedi ki, beni bu emrini yerini
getirerek Adem'e secde etmemekten mazur gör; bundan sonra sana öyle bir
ibadet edeyim ki hiçbir mukarreb melek sana öyle bir ibadet etmemiş
olsun. Bunun üzerine Allah Teala tarafından hitap geldi ki, senin
ibadetine ihtiyacım yoktur."
Demek Allah kendisine kulluk etmeği ve ona tapmayı ancak kendi
Peygamberine ve yeryüzündeki halifesine boyun eğmek ona itaat etmeğe
bağlı kılmıştır. Bu yüzden Allah, başka türlü bir ibadeti, insan
kendisini onun için çok fazla yorsa da kabul etmez.
Kısacası Ehl-i Beyt mektebine göre Peygamber (s.a.a)'ın ve onun Ehl-i
Beyt'inin yaptıkları işlere tam bir teslimiyet göstermeyen ve o işlere
itirazda bulunan ve kendinden aksı görüşler ortaya koyan kimseler gerçek
manada Peygamber ve Ehl-i Beyt'ini tanımayan zayıf imanlı ve bazen
imandan yoksun kimselerdir. Örneğin Peygamber'in Hudeybiye sulhunu
yapması veya hac mut'asını teşri etmesi veya kendinden sonrası için
bir vasiyet yazdırmak istemesi vb. olaylarda Peygamber'in görüşüne
karşı görüşler ortaya koyanlar ve Peygamber'e itiraz edenler bu
gruptan insanlar sayılırlar. Çünkü Peygamber'in Peygamberliği kesin
delil ile örneğin mucize ile bize ispatlandıktan sonra böyle bir
itiraz gerçekte Allah'a karşı itiraz sayılır ve cehaletin alametidir.
Ehl-i Beyt İmamlarının hayatında olan ve bizlerin basit bir düşünceyle
onları yorumlamakta zorluk çektiğimiz gerçeklerin şu veya bu şekilde
Peygamberlerin hayatında da olduğu kesindir; bizlere düşen bunların
hikmetini anlamaya çalışmanın yanı sıra her halükarda onlara uymak
ve ittiba etmekten başka bir şey değildir.
Buna bazı örenkler verelim:
1. Allah Teala, Hz. İbrahim'in ailesinden ve soyundan çok sayıda
Peygamber göndermiştir. Hz. İbrahim ve iki oğlu İshak ve İsmail İsahak'ın
oğlu Yakup Yakup'un oğlu Yusuf hepsi peygamberdirler. Hatta Kur'an'da
ismi geçen diğer bir çok peygamber de aynı soydan ve ailedendir.
Kur'an Kerim "Birbirinden gelen bir soydur" diye nitelendirmiştir.
Aynı durum Peygamber'ın Ehl-i Beyti için de söz konusudur.
2. Hz İsa (a.s) çok fakirce bir hayat yaşadığı hatta barınacak bir
evinin olmadığı ve kuru toprağın üzerinde yattığı ve insanları dünyaya
karşı zahit olmaya davet ettiği bellidir; ama diğer yandan büyük bir
Peygamber olan Hz Suleyman bir sultan olarak yaşamış ve bir Sultan layık
olan tüm ihtişamı taşımıştır.
3. Hz Yusuf bir Peygamber olarak bir kafir olan Mısır'ın Padişah'ına
vezir olmayı kabul etmiştir. Hatta böyle bir görev için kendini aday
göstermiştir.
Kısacası biz bu benzeri konularda Peygamberler ve onların masum olan
varislerinin tutumlarının hikmet ve felsefesini anlasak da anlamasak da
onları kabul etmek tabi olmakla yükümlüyüz.
Peygamber (s.a.a):
"Hasan ve Hüseyin iki imamdır İster kıyam etsinler ve isterse kıyam
etmeyip otursunlar" diye buyurmuştur.
keza
"Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridirler."
Bu vb. hadisler bize sahih olarak ulaştıktan ve özellikle onları masum
imamlar olarak kabullendikten sonra onların davranışlarındaki hikmeti
barış ve savaşlarının felsefesini anlasak da anlamasak da her halükarda
onlara uymaya onarı imam kabul etmeye mükellefiz.
İşte Bu cevaba işaretle Muhammaed Hasan Necefi, Cevahir'ul-Kelam adlı
eserinde şöyle diyor:
"Hz. Hüseyn'in kıyamına gelince bu kıyam ilahi sırlardan bir sırdan
ve gizli ilimlerden bir ilimdir." Sonra birkaç fıkhı açıklamaya
yer veriyor ve şöyle devam ediyor:
"Üstelik İmam'ın özel bir mükellefiyeti söz konusudur. O özel
mükellefiyetini yerine getirmek için hareket etmiş ve o emri icabet
etmiştir. İmam hatadan uzak olduğu için onun söz ve işlerinde itirazın
anlamı yoktur. İşte bu yüzden de, delillerin zahirine uymak ve delilin
umum ve genel kaideleri çerçevesinde hareket etmek ve bu delillerin
birbirleriyle çeliştiği konularda zanni tercihlerle birini tercih
etmekle yükümlü olan kimsenin mükellefiyeti ona mukayese
edilemez."
B. Neden Hz. Hasan Barıştı ve Hz. Hüseyin Kıyam Etti?
Neden Hz. Hasan'ın barışıp ve Hz. Hüseyin'in barışmadığını
anlamak için ilk önce bu iki hidayet imamının barış ve kıyamlarının
iki dönemde gerçekleştiğine ve bu iki dönemin birbirinden tamamen
farklı olduğuna dikkat etmek gerekir.
Muaviye'nin kendi döneminde İslam adına işlediği cinayetler ve İslamı
yıkmak için yaptığı faaliyetler burada sıralayıp yazılmayacak
derecede çoktur. Biz bunlardan bir kaçına işaret ediyoruz:
1.Müslümanların hak halifesi olan Hz. Ali'ye karşı başkaldırmak ve
binlerce Müslüman'ın ölümüne sebep olmak,
2. Hz. Ali'ye karşı alenen minberlede lanet okutmak,
3. Hucr gibi büyük şahsiyetleri sırf Hz. Ali ile olan sevgileri için
katletmek .
4. Dinde bir çok bidat çıkarmak,
5. Oğlu Yezidi kendisinden sonra halife ilan ederek ona biat almak, Ve
bunun bir ilahi takdir olduğunu ilan etmek,
6. Hz. Muhammed (s.a.a)'ın isminin tamamen yok edilmesini kendisinin bir
hedef olarak seçmek.
Ama tüm bunlara rağmen Muaviye gerçek yüzünü gizleyerek kendisini
din taraftarı gösteriyor ve asla dine karşı olduğunu ortaya
koymuyordu. Müslümanların çoğu ve özellikle Şam halkı da onun gerçekte
Peygamber'in sahabisi ve bir yakını olarak destekliyordu.
İşte böyle bir dönemde birinin çıkıp da ben İslam'ı tatbik etmek
istiyorum onun için kıyam ederek Muaviye'ye karşı gelecek olduğunu
ilan edecek olsaydı ve sonra da onun bu kıyamı sonuçsuz kalsaydı bu kıyamın
Müslümanların bilinçlenmesinde bir etkisi olmaz ve halk o kıyam edeni
suçlar ve onun kendine makam elde etmek için başkaldırdığını ileri
sürerlerdi ve onun kıyamı kendi canının ve dostlarının canını
tehlikeye düşürmekten başka bir işe yaramazdı. Oysa böyle bir
ortamda sağlığını koruyarak çeşitli vesilelerle Müslümanların
bilinçlenmesi için çaba göstermesi mümkündür.
Ancak Yezid'in dönemi tamamen farklıydı Çünkü Yezid alenen İsalm hükümlerini
çiğniyor, açıkça şarap içiyor; maymun oynatıyor ve o asla babası
gibi kendisini imanlı biri göstermeye çalışmıyordu. Böyle birisinin
Peygamber'in halifesi olamaya layık olmadığı en basit düşünceye
sahip Müslümanlarca bile kolayca biliniyordu. Yani Yezid'in döneminde Müslümanların
bilinç yetersizliği yoktu sadece dinlerini müdafaa için cesaret
yetersizliği vardı; herkes can ve malları tehlikeye düşmesin diye
susmuş ve bir şey söylemiyor ama Yezid'in mahiyetini iyice biliyordu.
Böyle bir durumda her şey bir ilahi kıyam için hazırdı Daha doğrusu
İslam'ın eğrilikten tek kurtuluş yolu böyle bir hareketti. Bu kıyam
sayesinde ümmette kaybolan hamaset ve şecaat ruhu yeniden dirilecek ve
herkes içinde bulunduğu bana ne lazımcılıktan kurtulacaktı İşte böyle
bir durumda Hz. Hüseyin diyor ki:
"Ey insanlar! Resulullah buyurmuştur ki, "Her kim Allah'ın
haramını helal bilen, ahdini bozan, Resulünün sünnetine muhalif olan,
kulları arasında günah ve haksızlık yapan zalim bir yönetici görür,
ameli ve sözüyle ona karşı muhalefet etmezse Allah-u Teâla böyle bir
adamı, o zalimi sokacağı yere (cehennem'e) sokar." Ey insanlar!
bilin ki, bunlar (Yezid ve yardımcıları) Allah'ın itaatini terk edip
Şeytan'ın itaatine sarıldılar. Fesadı yayıp ilahi sınırları tatil
ettiler. Fey'î (ganimeti) kendilerine ayırdılar. Allah'ın haramını
helal, helalını da haram ettiler (emr ve nehiylerini değiştirdiler.)
Yine Buyuruyor ki,
"Allah'ım! Sen de biliyorsun ki bizim kıyamımız, saltanat
hevesiyle veya dünya malına düşkünlüğümüz dolayısıyla değildir.
Amacımız, senin dininin işaretlerini diriltip egemen kılmak, sana ait
olan şu yeryüzünü ıslah edip her yerde huzur ve güvenliği sağlamak,
zulme uğrayan kullarını zalimlerin şerrinden kurtarmak ve senin
farzlarını, sünnetlerini ve emirlerini uygulamaktır." (Tuhef'ul-Ukul,
s. 243).
Yine buyuruyor ki
"Eğer Muhammed'in dini sadece benim şahadetimle ayakta kalacaksa
ben ölüme hazırım."
Kısacası, Hz. Hasan ve Hüseyin değişik şartlarda ilahi görevleri
gereği iki değişik yönteme başvurmuşlardır. Bu yöntemleri en ufak
teferruatına kadar Peygamberlerin hareketinde olduğu gibi kendi şahsi görüşleri
gereği değil doğrudan Allah'tan vehbi ilimleriyle ve Peygamber'den
kendilerine ulaşan özel vasiyet çerçevesinde takip etmişlerdir.
Hatta Hz. Hasan'ın barışı Hz. Huseyin'in kıyamına zemin hazırlamıştır,
Yani Hz. Hasan Hz. Hüseyin'in döneminde olsaydı aynen Hz. Hüseyin gibi
kıyam ederdi; Hz. Hüseyin de Hz Hasan'ın döneminde olsaydı Hz. Hasan'ın
tavrını izlerdi.
Ehli Beyt Öğretisi
Wednesday May 30th 2001 05:22:55 AM
|